KARIŞIK

5 Şubat 2016 Cuma

İstanbul’un Kaybolan Türbeleri: Beşiktaş 7-8 Hasan Paşa Türbesi

İstanbul’un Kaybolan Türbeleri: Beşiktaş 7-8 Hasan Paşa Türbesi – Müfid Yüksel

İstanbul’un Kaybolan Türbeleri: Beşiktaş 7-8 Hasan Paşa Türbesi – Müfid Yüksel

İstanbul’un Kaybolan Türbeleri: Beşiktaş 7-8 Hasan Paşa Türbesi
Müfid Yüksel
Türbe Beşiktaş’ta Barbaros Hayreddin Paşa türbesinin hizasında yer almaktaydı. Mimar Kemaleddin yapısıdır.
Beşiktaş Muhafızı, Sultan II. Abdülhamîd Han’ın ilk dönem alaylı paşalarından biridir. Çorumludur. 1831’de Çorum Kuşsaray’da dünyaya gelmiştir.  İlkin demirci ustası olan babasının yanında çalışmış, sonra askerlik vazifesi ile İstanbul’a gelip, 1853-56 Kırım Muharebesine iştirak etmiştir. Savaş dönüşünde çavuş olup muhafız alaylarında yer bulmuştur. Muhafız olarak  bir deniz seferi esnasında, batmakta olan gemiyi kurtardığından Sultan Abdülmecid tarafından mülâzım rütbesi ile taltif edilmiştir. Sultan II. Abdülhamid şehzâdeliği sırasında Hasan Paşa’nın sadakatine şahit olduğu için, tahta cülusu akabinde, Beşiktaş Muhafızlığına getirmiştir. Söylenildiğne göre, 7-8 Hasan Paşa, okuma yazma bilmediğinden adını bile yazamazmış. Bu yüzden 7/٧ ve 8/٨ rakamlarını yazıp aralarına bir çizgi çekmek suretiyle Hasan حسن  ismini yazarmış. Bundan dolayı 7-8 Hasan Paşa lakabıyla ünlenmiştir. Padişaha sadakatiyle bilinen. Hasan Paşa Beşiktaş Muhafızı iken, 1878’de Ali Suavî’nin önderliğindeki ünlü Çırağan Baskınını bastırmaya memur edilmiş. Bu olayda  Hasan Paşa, kendi demir topuzlu sopasıyla, isyancıların elebaşısı Ali Suavi’nin başına vurarak onu öldürmüş ve böylece isyan bastırılmış, Osmanlı Devleti büyük bir kargaşadan kurtulmuştur. Bu olay aslı itibarıyla, devr-i Hamîdî’nin de başlangıcı olmuştur. Bu hadiseden sonra, Sultan II. Abdülhamid kendisine paşalık ünvanı ve müşirlik payesi vermiştir. Son derece dindar olan 7-8 Hasan Paşa aynı zamanda Bektâşi tarikine bağlı olup, meşhur Mehmed Ali Hilmi Dedebaba’nın müntesiplerindendi. Hasan Paşa 1905’te bir gece yatsı namazını kılarken secde üzerinde Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. 7-8 Hasan Paşa 1310/1894’te memleketi Çorum’da halen ayakta olan 27,5 metre yüksekliğindeki saat kulesini memleketine hediye olarak inşâ ettirmiştir. Ayrıca, yine Çorum’da 1895 yılında Ulu Cami avlusunda 3692 Yazma eserin de yer aldığı Hasan Paşa Kütüphanesi binasını yaptırmıştır. 1963’te kütüphane modern bir binaya taşınmasına karşın halen Hasan Paşa’nın adıyla anılmaktadır.  Muhafızlık yaptığı Beşiktaş’ta ise onun adına bir fırın kalmıştır.
Hasan Paşa, vefatında Muhafızlık yaptığı Beşiktaş’ta, Barbaros Hayreddin Paşa türbesi sahasında defn edilmiş, üzerine Mimar Kemaleddin tarafından bir cesim türbe inşa edilmiştir. Türbe, yine Mimar Kemaleddin yapısı olan Fatih Camii haziresindeki Gazi Osman Paşa türbesi ile aynı tarzda inşa edilmişti. Bu türbe, 1937 yılında, Hükümet kararnamesi ile Belediyece istimlak edilip yıkılmış, 7-8 Paşa’nın cenazesi buradan Yahya Efendi Dergahı mezaristanına nakledilip defnedilmiştir. رحمة الله عليه
Kaynaklar:
Eski Eser Encümeni Arşivi. No: 248, 1939
C.H.P  Eminönü Halkevi, Müze Ve Sergiler  Şubesi, Eski eserler Dosyası, No: 248., 1939

temmuz-7-8-hasan-pasa-1Beşiktaş’taki 7-8 Hasan Paşa Türbesi Ayakta İken
temmuz-7-8-hasan-pasa-2Beşiktaş’ta Barbaros Hayreddin Paşa Ve 7-8 Hasan Paşa Türbeleri.
temmuz-7-8-hasan-pasa-3Merhum 7-8 Hasan Paşa
temmuz-7-8-hasan-pasa-4Merhum 7-8 Hasan Paşa
temmuz-7-8-hasan-pasa-5Merhum 7-8 Hasan Paşa
temmuz-7-8-hasan-pasa-67-8 Hasan Paşa’nın Sopayla Öldürdüğü Çırağan Vak’ası Lideri Ali Suavi
temmuz-7-8-hasan-pasa-7Ali Suavi Ve 7-8 Hasan Paşa
temmuz-7-8-hasan-pasa-87-8 Hasan Paşa’nın Memleketi Çorum’da İnşâ Ettirdiği Saat Kulesi.
temmuz-7-8-hasan-pasa-97-8 Hasan Paşa’nın Memleketi Çorum’da İnşâ Ettirdiği Saat Kulesi.
temmuz-7-8-hasan-pasa-107-8 Hasan Paşa’nın Memleketi Çorum’da İnşâ Ettirdiği Saat Kulesi.
temmuz-7-8-hasan-pasa-11Çorum Hasan Paşa İl Halk Kütüphanesi
temmuz-7-8-hasan-pasa-12Beşiktaş’ta Yedi-Sekiz Hasan Paşa Kuru Pasta Fırını

Cennet-ül Baki Mezarlığı-Medine-i Münevvere

Cennet-ül Baki Mezarlığıı – Medine-i Münevvere

cennetlbaki9cz.png
Bu mezarlık, Mescid-i Nebeviye çok yakın ve doğu tarafındadır. Müslümanların Medine-i Münevverede ikamet ettikleri süre içinde, Hz. Peygamberin (S.A.V.)  ve iki vezirinin kabirlerinin ziyaretten sonra, her gün, Cennetül Bakî mezarlığında yatan, ashabı kiramın ve diğer müminlerin kabirlerini ziyaret etmeleri müstahaptır.

Bu kabristanda, yaklaşık onbin sahabinin medfun olduğu rivayet edilir. İmamı Müslimin rivayet ettiği bir hadiste, peygamber efendimize Cebrail (A.S.) gelmiş ” Ya Muhammed Rabbin sana, ehli bakii ziyaret etmeni, onlar için mağfiret dilemeni emrediyor.” demiştir. Başka bir sahih hadiste de “Ben, baki ehline dua etmek için oraya gönderildim.”

Başka bir rivayete göre, ilk defnedilen Es’ad bin Zurara olmuştur. Ziyaertçi Bakî ehlini cümleten selamladıktan sonra, Hz. Ebubekir (R.A.) ve Hz. Ömer (R.A.) den sonra bu ümmetin en hayırlısı olarak kabul edilen Hz.Osman bin Affan R.A. kabri şerifini ziyaretle başlar.
Rasulullah Efendimizin (S.A.V.) oğlu, Hz. İbrahimde bu kabristanda medfundur. Yanında Rasulullahın (S.A.V.) kerimeleri Rukıyye, Osman bin Maz’un gibi büyük sahabilerin kabirleri vardır.

Rasulullah (S.A.V.) Efendimizin amcası Abbas, ayak ucunda , Hz. Alinin (R.A.) oğlu Hz. Hasan yatar. Fatımatuzzehranın ve Hüseyin efendimizin başının da burada olduğu rivayet edilmektedir.

Hz. Hatice ve Meymune validelerimizin dışında, Hz. Peygamberimizin (S.A.V.) hanımları da burada medfundurlar. Bu kabristanda Rasulullah Efendimizin (S.A.V.), halası Hz. Safiyye gibi daha nice büyük zevatın kabirleri vardır.

Yedi Kardeşler Türbesi.adana

Yedi Kardeşler Türbesi 

 ADANA -Karataş -Küçükkarataş Köyü

Türbenin Yeri: İki adet Yedi Kardeşler Ziyareti vardır. Bahsi geçen ziyaret Adana ili Karataş ilçesi Küçükkarataş Köyündedir.
Yedi Kardeşler Türbesi
Yedi Kardeşler Kimdir:  Yöre halkının çok tanrılı bir dine inandığı bir dönemde al­tı kardeş, halkı tek tanrılı bir dine davet etmişler. Bu kardeşlere sadece bir çoban inanmış. Yöre halkı, altı kardeş ile onlara inanan çobanı öldürüp, palamut ormanlarının içine altısını da gömmüşler. Sonra halk Allah'ın bir olduğuna inanınca, bu yedi kişinin kıymetini bilmiş ve şimdiki türbelerini yaptırmışlar. Bundan dolayı buraya Yedi Kardeş Ziyareti deniliyor.
Ziyaret Nedeni: Türbeye gelenler çocuk sahibi olmak için ve çeşitli hastalıklardan şifa bulmak için ve çeşitli sıkıntılarından kurtulmak için ziyaret ederler. Ziyarete gelenler mum adağında bulunurlar ve günlük yakarlar.

Menkıbeler: 1-) Yedi Kardeşler Türbesinde ise yedi ermiş kardeşin bir gün uyurken üzerlerine nur iner. Kısa bir süre sonra aynı yerde aynı anda ölen kardeşlerin bulunduğu yere türbe yapılmıştır.

2-) Yedi Kardeşler Ziyareti ile ilgili olarak anlatılan yaygın bir efsaneye göre de Kıbrıs Barış Harekâtı'nın başladığı gece, yedi tane olan mezarlardan yeşil sarıklı yedi kişinin Kıbrıs yönüne uçtuğu görülmüştür. Savaşın devam ettiği günlerde de yedi yeşil sarıklı kişinin, çarpışmaların en ateşli yerlerinde savaştığı görülmüştür.

Kaynakça: Yrd. Doç. Dr. Nilgün Çıblak – Çukurova’da Halk Hekimliği ve İlgili Uygulamalarda Eski Türk İnançlarının Etkileri / Yard. Doç. Dr.  Refiye Şenesen – Adana’da Ölüme ve Mezara Bağlı Efsaneler / Prof.Dr Erman Artun – Adana Halk Hekimliğinde Atalar Kültü / Yrd.Doç.Dr. Zekiye Çağımlar - Adana ve Çevresinde İnsana Bağlanan Umudun Yatırlar ve Ziyaretler Boyutu /www.turkmedya.com 

Taylan Köken

Halifet Gazi Türbesi.amasya

Halifet Gazi Türbesi.amasya




Kitabesinden 1210 yılında inşa edildiği anlaşılan medresenin bugün güney ve doğu bölümü kısmen ayaktadır.1647 depreminden sonra Müderris Hasan Efendi yıkılan yerleri ahşaptan yaptırmış, 1888 yılında ise Amasya müftüsü Hacı Osman Hilmi efendi binanın tamamını köklü biçimde tamir ettirmiştir.
Yapının banisi Halifet Gazi’nin 1225 tarihli medrese vakfiyesi elimizdedir. Bir Danişmendli emiri olan Halifet Gazi beyliğin ortadan kalkmasından sonraSelçukluların hizmetine girmiş ve 1215 yılında Sinop’u fetheden I.İzzeddin Keykavus tarafından Karadeniz Sahil Muhafaza Komutanlığına, I.Alaeddin Keykubad zamanında da Amasya valiliğine tayin edilmiştir (1222). Daha sonra Alaeddin Keykubad’ın Mengücükler üzerine yaptığı sefere katılıp zaferin kazanılması üzerine Erzurum Valiliğine getirilmiş, 1232 yılında Gürcülere karşı yapılan sefer sırasında şehit düşerek Amasya’daki türbesine gömülmüştür. Halifet Gazi adına bir tıp kitabı Farsçadan Türkçeye çevrilmiş ve XIII. Yüzyıl başında Anadolu’da yapılan sporlara dair bir kitap yazılmıştır.
Taş ve tuğladan inşa edilmiş olan medresenin güney bölümünde altı taş, üstü tuğla payeye oturan bir kemer yayı başlangıcı görülebilmekte, eski fotoğraflarda ise üç payeye oturan yuvarlak bir çift kemer fark edilmektedir. Doğuda türbeye bitişik duvarın moloz dolgusu büyük ölçüde ayaktadır. Ve buradan inşaatta devşirme malzeme kullanılmış olduğu anlaşılmaktadır. Yapı Danişmendname’ye göre kiliseden medreseye çevrilmiştir. Ve Albert Gabriel de bu kanaattedir. Aynı şekilde düşünen Metin Sözen ise ayrıca kemerli bölümün eski Bizans yapısının cephesi olabileceği görüşünü öne sürmektedir. Öte yandan Tanju Cantay kümbete doğru uzanan tonozlu mekanın üzerinde ikinci bir kat bulunduğunu ve bu bölümün medreseyi iki katlı hale getirdiği için önemli olduğunu söylemektedir.
Medresenin doğusuna bitişik inşa edilen kare kaideli, sekizgen gövdeli ve p,ramidal külahlı türbe çift katlıdır. Yapının çok harap durumda olan ve bugün girilemeyen alt katı Oluş Arık’a göre oval planlı olup ortada iri bir dikdörtgen payenin desteklediği basık kubbeyle örtülü bir mekan izlenimi vermektedir. Cantay, aslında bir Roma lahdi olan sandukada mumyalanmış bir naşın bulunduğunu, dolayısıyla kümbette mumyalık fonksiyonlu bir bölümün gereksiz olduğunu ileri sürer ve bu durumun kilise yapısına bağlı mahzenli bir memoriumun veya bir mezar şapelinin mevcudiyetini açıkladığını belirtir.
Merdivenleri yıkılmış olan üst kata güney cephesi eksenindeki basık kemerli kapıdan girilir. Üç sıra mukarnas kavsaralı ve kademeli sivri taçkapı nişinin üzerinde ikiz kemerli bir pencere görülür. Sekizgen gövdenin batı cephesinde basık kemerli ve şebekeli, doğu cephesinde yuvarlak kemerli birer pencere yer alır. Doğudaki pencerenin üzeri üç sıra mukarnaslıdır. Türbenin batı cephesinde medreseye açılan dikdörtgen bir kapı bulunmaktadır. Türbeyle medresenin ilişkisi kapının medresenin moloz taş dolgusu altında kalması, türbenin doğusunda bazı duvar kalıntılarının fark edilmesi ve her iki yapının malzeme ve teknik özellikleri dikkate alındığında, yaygın kanaatin (XIII.yüzyılın ilk çeyreği) aksine türbenin en geç medreseyle çağdaş veya daha eski olduğu düşünülebilir. Nitekim Doğan Kuban yapının XII.yüzyılın ortalarında, A.Gabriel ve Oktay Aslanapa ise 1145 yılında yaptırılmış olabileceği kanaatindedirler. Kaidesi moloz taşlarla örülen yapının cepheleri düzgün kesme taşlarla kaplanmıştır.
Sekizgen planlı gövde içte doğrudan duvarlara oturan basık bir kubbe ile örtülüdür. İç mekanın ortasında doğu batı yönünde yerleştirilmiş mermerden bir lahit yer alır. Köşeleri koç başları ile bağlı taçlara dayanan eroslar ve kanatlı medusalarla süslü olup üzerinde kıvrımları belirgin bir elbise giymiş uyuyan bir kadın tasviri vardır. Kapağın köşelerinde birer akroter dikkat çeker. Bu haliyle sandukanın Roma dönemine ait bir kadın lahdi olduğu anlaşılmaktadır.
Sekizgen planlı gövde içte doğrudan duvarlara oturan basık bir kubbe ile örtülüdür. İç mekanın ortasında doğu batı yönünde yerleştirilmiş mermerden bir lahit yer alır. Köşeleri koç başları ile bağlı taçlara dayanan eroslar ve kanatlı medusalarla süslü olup üzerinde kıvrımları belirgin bir elbise giymiş uyuyan bir kadın tasviri vardır. Kapağın köşelerinde birer akroter dikkat çeker. Bu haliyle sandukanın Roma dönemine ait bir kadın lahdi olduğu anlaşılmaktadır.
Kapının doğu ve güney pencere çerçeveleri dendan dizisi, yıldız, rumi, ve palmetlerin yanı sıra yazı ve rozetlerle bezelidir. Taçkapıda da örgü, zikzak, altıgen geçme, altı sekiz kollu yıldız ve yarım yıldızlarla kıvrık dal, rumi ve palmetlerden oluşan süslemeler yer alır.

Halkalı Dede Türbesi..amasya

Halkalı Dede Türbesi












Amasya’daÇeribaşı (Sarıbaş) Mahallesi sınırında Halkalı Sokakta bir teras üstünde yer alan türbenin Şadgeldi Paşanın torunlarından 1475 yılında vefat eden Burak Beyin kızı Sâru (Şahruz) Hatun’a ait olduğu kabul edilir. Sadece güney tarafı duvarla örtülü olan yapı baldaken tarzı türbelere girer. Ayaklar, konsollara oturan sivri kemerlerle birleştirilmiş, üzeri bir kubbe ile örtülmüştür. Geniş bir kare kasnağa oturan bu kubbe beton mozaik kaplıdır. Kubbeye içte tromplarla geçilmiştir. İçinde bulunan yere gömülü tek parça mermer sandukanın üzeri yazılıdır. Mezarın baş ve ayak taşlarında da yazılar vardır. Kenarları dört metreye yaklaşan kare planlı yapının orta yerinde bulunan sandukanın kuzeyinde dikdörtgen şeklinde siyaha yakın birbiriyle karşı karşıya duran iki taş üzerinde bulunan halkalar sebebiyle burası Halkalı Evliya diye meşhur olmuştur. Halk arasında Halkalı Dede Türbesi olarak da tanınan türbede sandukanın altındaki mahzende bulunan tabuttaki naaşın bozulmamış olup hafifçe sararmış olduğundan söz edilir. Halk arasında yürümeyen çocukların ayaklarının üç hafta cumartesi günleri taşlar üzerindeki halkalara geçirilmesi durumunda Allah’ın izniyle yürüdükleri inancı hakimdir.

Ayşe Gazi Hatun Türbesi

Ayşe Gazi Hatun Türbesi












Niksar’daki türbesinde medfun bulunan Danişmendlilerin efsanevi kurucusu Melik Ahmed’in kızı Ayşe Gazi Hatun’a ait türbe, Şamlar Mahallesinde, demiryolu üzerinde, Nakşibendi şeyhi İsmail Siraceddin’in türbesine giden yolun hemen solundaki mezarlıkta yer alır. Çevre düzenlemesi yapılmış olan alanda bir ağacın gölgesinde annesi Gülnuş Banu ile ebedi istirahate çekilmiş olan Ayşe Gazi Hatun’un, Amasya’nın fethi sırasında bir erkek gibi kahramanlıklar göstermiş olduğu anlatılır

Ehli Hatun Türbesi

Ehli Hatun Türbesi











Hüseyin Hüsameddin’in “Meydan Köprüsü başında bulunan medresenin arka tarafındaki zaviyenin önündedir”, diye tarif etmiş olduğu yerde bu gün artık medrese ve zaviyeden hiçbir iz yoktur. Amasya’ya birbirinden kıymetli eserler kazandırmış olan Şadgeldi Paşa’nın torunu Ehli Hatun’un türbesi, içinde üzeri kitabelerle müzeyyen birkaç mezar taşı bulunan bahçenin bir köşesinde, bir oda içinde yer alıyor. Evliya ziyaretine daha fazla Amasyalı kadınların rağbet ettiği türbenin bahçesinde bir de Dilek Kuyusu var.
-Evliyalar Şehri Amasya'dan-

Sultan Mesud Türbesi.AMASYA

Sultan Mesud Türbesi



AMASYA SULTAN MESUD TÜRBESİ’NİN İNŞA YILI
Doç. Dr. Tanju CANTAY
Amasya'da, Yeşilırmak'ın karşı kıyısında, kalenin yer aldığı kayalığa oyulan İ.Ö. III.-I. yüzyılların Pontus kral mezarlarına benzeyen cephesi ile ilgi çeken Sultan Mesud Türbesi, inşa yılı bilinmeyen, kitabesi olmayan bir yapı olarak günümüze ulaşmıştır1. Yapının adı ile ilgili olarak da, kesin bir açıklama yapmak imkânı yoktur.
Genel kuruluşu ile dikdörtgen planlı, ortada bir kemerle desteklenen beşik tonozlu bir eyvan türbe olarak inşa edilen yapıyı, mimarlık ve süsleme özellikleri ile incelemek, duruma belirli bir açıklık getirmekte, eserin 1386 yılında Amasya'nın Osmanlı ülkesine katılması ile yapıldığını göstermektedir. Yapının bulunduğu yerin, Narlıbahçe mezarlığı olarak anılması, çevresinin zamanla bir mezarlık haline gelmesi ile ilgilidir.
Yapıda, kuzeye açılan cephe, üstte yer alan kalkan duvarı ile geniş bir yüzey olarak tasarlanmış, kesme taşlarla inşa edilmiştir. Yan ve arka yüzlerde, altta devşirme iri kesme taş bloklar kullanılmış, bu yüzler, düzensiz taş olarak iri dere taşları ile örülmüştür. Yapılan onarımda, kalkan duvarı yeniden inşa edilmiştir. Yapının ana özelliği olan kemer açıklığının kapatılması, eski bir onarımla ilgilidir, iki yanda yer alan dilimli köşe ayakları, altta yan yüzlerde ince dallı rumî süslemelerle kaplıdır.
Sultan Mesud Türbesi’nin cephe kuruluşu, kemer açıklığına yerleşen söveli yapı uygulaması ile, 1385 yılı dolaylarına tarihlenir. İlk olarak, Mudurnu Yıldırım Camii (1382 yılı dolayları) ve İznik Yeşil Camii (1378-1392)'de görülen, son cemaat yerinde orta kemer açıklığı içine yerleşen söveli kapı uygulamaları, bu tarihlemeye imkân sağlar. Yıldırım Bayezid (1389-1402)'in şehzadeliği sırasında inşa edilen Mudurnu Yıldırım Camii'ndeki uygulama, Şehzade Bayezid'in 1386 yılı Ekim/Kasım aylarında (Hicrî 788 Şevval), Amasya'ya ilk vali olarak atandığını bildiren Kemal Paşazade'nin kaydı ile2, ayrı bir önem kazanır. Amasya valisi olan Şehzade Bayezid'in, çevrede saygı gören Sultan Mesud Türbesi’ni yeniden yaptırdığı söylenebilir.
Kapı açıklığının tavan süslemesi, ortada oniki ışınlı geometrik yıldız geçme - köşelerde küçük sekizgenler kuruluşlu süslemeden alınan bir kesit olarak belirir. Sekizgen tabanlı mukarnaslı bir sarkıt, üç boyutlu görünüşlerle yüzey alanında bütünü değerlendirmiştir. Süslemede, öndeki geometrik yıldız geçme dizisi, yarısından katlanarak tavandan ön yüze alınmıştır.
Kapı açıklığı tavanını süsleyen geometrik yıldız geçmenin, 1395 yılı dolaylarına tarihlenen iki yapıda, Edirne Yıldırım Camii tabhane mekânlarında ve Bursa Yıldırım Camii güney-batı tabhane mekânında görülmesi de, 1385 yılı dolaylarına yapılan tarihlemeyi doğrular.
Ağaç tavan kaplamaları ile ilgili olan bu süslemenin en gelişmiş örneği, Bursa'da II. Murad Türbesi (1451) giriş saçağında görülür.
Sultan Mesud Türbesi'nin yakınındaki, genelde aynı ölçüler, aynı taş örgülerle inşa edilen iki eyvan türbe, Şadgeldi Paşa Türbesi (1382 yılı dolayları) ve Kadılar Türbesi (XIV. yüzyılın sonu) de, 1385 yılı dolaylarına yapılan tarihleme için, güçlü dayanaklar olarak belirirler.
____________________________________________________________________________
1 Yapıyı inceleyen iki araştırma, eseri XIV. yüzyılın ilk yarısına ve XIV. yüzyılın ortasına yerleştirmişlerdir. Albert Gabriel, Monuments Turcs d'Anatolie, II.cilt, Paris, 1934, s.63; Metin Sözen, "Anadolu'da Eyvan Tipi Türbeler", Anadolu Sanatı Araştırmaları, 1, İstanbul, 1968, s.191-192. Hüseyin Hüsameddin Yaşar'ın andığı kûfî kitabe, eskiden alt bölümleri yerin altında olan köşe ayaklarının, yan yüzlerindeki ince dallı rumî süslemenin görünüşü ile ilgilidir. Hüseyin Hüsameddin (Yaşar), Amasya Tarihi, I. Cilt, İstanbul, 1327-1330, s.200.
2 Hüseyin Hüsameddin (Yaşar), a.e., III. cilt, İstanbul, 1927, s.142.

Yapının altında, Hüseyin Hüsameddin Yaşar’ın ve Prof.Albert Gabriel'in varolduğunu bildirdikleri dikdörtgen planlı mezar odası (3), eyvan türbe kuruluşu ile beraber yapıda yaşatılan Anadolu Selçuklu geleneğini açıklar, Amasya'nın önemli yapıları arasında yer alan Sultan Mesud Türbesi’nin, cephe kuruluşu ile, karşısında yükselen kaya mezarları ile olan benzerliği, yapı - çevre ilişkisinin, tasarıma yansıyan çevre etkilerinin anlamlı bir görünüşüdür.
____________________________________________________________________________
3 Hüseyin Hüsameddin (Yaşar), a.e., I. cilt, s.200 Albert Gabriel, a.g.e., II. cilt, s.61.

Pir Şücaeddin İlyas Türbesi

Pir Şücaeddin İlyas Türbesi




Yukarı Pirler Türbesi adıylada tanınan türbe, Pirler Parkı içerisindedir. Yakup Paşa Tekkesinin hemenüzerinde medfun bulunduğu yere 1482 yılında II.Bayezid tarafından inşa ettirilmiş olan türbesi, enine dikdörtgen planlı olup inşa kitabesi giriş kapısı üzerinde yer alır.“Yakin ve fena makam sahiplerinin önderi, ulu şeyhlerin kutbu, Gümüşlüoğlu diye bilinen Şeyh Şücaeddin Pir İlyas için bu türbe imar edildi. Allah onun aziz ruhundan bizi faydalandırsın. Bu bina 887 yılında yaptırıldı.” Pir Sücaeddin İlyas, damadı Pir Celaleddin Abdurrahman, torunu Pir Hayreddin Hızır Çelebi ve bunların aile efrâdı yatmaktadır.

Piri Baba..AMASYA

Piri Baba

-Abdulkadir Çimen'den-










Evliya Çelebi’nin Seyahatname adlı eserinden öğrenildiğine göre, Piri Baba, Ahmet Yesevi’nin izniyle Anadolu’ya gelip Merzifon’un kuzeyindeki yüksek tepeye yerleşmiş meczup tavırlı bir Yesevi dervişidir. Halk arasında yaygın pek çok menkıbesi vardır. Pir Dede’nin asitanesi Evliya Çelebi döneminde aşevi, tekke, derviş hücreleri ve iki yüzden fazla dervişiyle gelip geçene hizmet etmekte, bir irşad merkezi görevi yapmaktadır. Merzifon’da Nusratiye Mahallesi’ndeki zaviyesinden günümüze sadece camisi ve türbesi kalmıştır.
15. yüzyıla ait olduğu sanılan türbe, Horasan erenlerinden olan Piri Baba adına yapılmıştır. Eserin 1906 yılında Nakkaş İbrahim tarafından yapılmış olan kalem işi süslemeleri özellikle dikkati çeker.
Piri Baba türbesine gelen insanlar, her türlü dilekte bulunur ve dileklerin kabul olması için orada bulunan mumlukta bir mum yakarlar. Ayrıca Türbenin duvarına küçük taşlar yapıştırırlar. Özellikle tarımla uğraşan yöre halkı, her mahsulden sonra, mutlaka Piri Baba türbesini ziyaret edip, bir sonraki yılda iyi mahsul alabilmek için dua ederler. Çocukları olsun diye duaya gelenler, çocukları doğduktan sonra tekrar gelip Piri Baba’yı mutlaka ziyaret ederler.
Sanatkarların ustası olan Piri Baba’nın Türbesinde bir tekne ve teknenin yanında bir süpürge asılı olup ziyaretine gelenler, çocuklarını bu teknenin içine yatırıp dualarla süpürürler. Tekneye yatırılarak süpürülen çocuğun iyi bir sanatkar olacağına inanılır. Ayrıca çocukların kötü huylarından arınıp, iyi huylu ve çalışkan olacağına da inanılır.
Hakkında anlatılan başlıca menkıbeler şöyledir;
Bir gün dağlarda koyunlarıyla yaşayan Çoban Baba, kardeşi olan Piri Baba’yı ziyarete gider. Gitmeden önce, bir mendile süt sağıp mendilin uçlarını bağlar ve Piri Baba’nın yanına gelir. Çoban Baba mendili bir çiviye asar. Piri Baba ermişliğinin yanı sıra, hayatını devam ettirebilmesi için ayakkabı tamirciliği ile de uğraşmaktadır. Piri Baba kardeşi Çoban Baba ile sohbet ederken, bir bayan ayakkabısını tamir ettirmek için gelir. Piri Baba’ya ayakkabısını verir. Bu arada asılı olan mendildeki süt damlamaya başlar. Bunu gören Piri Baba Çoban Baba’ya dönüp, “kendine gel kardeş, kendine gel!” der ve sözüne şöyle devam eder . “Dağ başında herkes ermiş olur, iş burada olmaktır.” Çoban Baba mendilini alıp tekrar dağlarda koyun gütmeye başlar.
Piri Baba bazı efsanelerde ayakkabıcıdır. Bazı efsaneler de ozandır. Bazı efsanelerde de, Eski Hamam’da tellaktır.
"Piri Baba öğlene kadar erler ile yıkanırmış, öğleden sonra da avratlar ile yıkanırmış. Kendi halinde meczup bir veliymiş. Bazıları bu nasıl iştir diye Sultan Mehmet'e durumu arz ederler. Ama yine de Piri Baba'ya kimse dokunamazmış."
"Günlerden bir gün hamamda otururken, müşteriler hamamın terlemesinden yakınırlar. Buz gibi soğuk su damlalarının sırtlarına düşmesinden rahatsız olduklarını söylerler. Piri Baba parmağıyla tavanıişaret eder.
- Ya hamam! Terleme! Der. O gün bu gün, eski hamam terlemez."
Piri Baba sufilerin melameti dedikleri cinsten bir coşkun delidir. Onun Eski Hamam’da tellaklık yaparken gösterdiği pek çok kerametten söz edilir. Bunlardan birinde de şöyle denir.
Günlerden bir gün Eski Hamamın külhancısı ağır hastalanmış. Hamam sahibi de tasalanmı
ş. Hamamın haznesini yakmak, külhancılık öyle kolay bir iş değilmiş. Her babayiğit külhan ocağının karşısında sıcakta durup odun atmaya dayanamazmış. Hamam sahibi, hamamında tellaklık yapan Piri Baba'yla dertleşmiş.
- Ben şimdi nereden külhancı bulacağım. Zor durumdayım, diye yakınmış.
Piri Baba ustasını çok severmiş.
Hiç üzülme. Git sen de dinlen. Kırk gün bu hamamın sorumluluğu bana ait. Yalnız gözünün arkada kalmayacağına söz ver. Giderken dönüp arkana bakma bile. Kırk gün sonra çık gel. Ama sakın şaşıp yanılıp da kırk günden önce çıkagelme, sözünde durmazsan tüm çabam boşa gider. Diye hamam sahibine tembih etmiş. Hamam sahibi de:
- Bu deli oğlan bir şeyler kuruyor ama hadi hayırlısı. Dediğini bir yapalım bakalım, diye düşünmüş.
Gidip evine kapanmış. Yalnız her akşam üzeri hamama gelir, hasılatı Piri Baba'dan alırmış. Ama Piri Baba'ya verdiği sözü tutar, külhanı hiç dolaşmazmış. Günler günleri kovalamış. Eskiden eşeklerle katar katar odunlar her gün hamamataşınırken, artık hamama kimsenin odun getirmez olması hamamcının ilgisini çekmiş.
- Yahu, bu deli oğlan külhanı neyle yakar acep? İşin başına geçtiğinden beri hamama ne bir oduncu uğradı, ne de bir eşeğin sırtında odun yüküne rastladım. Bu oğlan külhanı neyle ısıtır acep? Diye meraklanır dururmuş.
Hamamcının merakı her gün biraz daha artmış. Günler de otuz dokuza dayanmış. "Otuz dokuz da bir, kırk da bir. Artık dayanamıyorum gidip bakacağım", demiş. Doğru külhana yollanmış. Bir de ne görsün? Su haznesinin altında bir tek mum yanmakta. Koca hamam bu mum ile ısınmakta.
Tam bu sırada içeriye Piri Baba girmiş:
- 39 gün bekledin de, bir gün bekleyemedin mi? Bir gün daha bekleseydin hamamı gaipten ısıtacaktım, demiş. Yani hamamcı bir gün daha bekleseymiş yer altından sıcak su fışkıracakmış ve hamam öyle çalışacakmış. Hamamcının aceleciliği ve merakı yüzünden Piri Baba'nın kerameti bozulmuş. Hamamcı çok pişman olmuş ama iş işten geçmiş. Hamamı mumla ısıttığını gelip görmeseymiş, Allah da ona kudretten sıcak su gönderecekmiş.
Halk arasında sıkça anılan bir ilahide:
Yükseklerde olur yaba
Savururlar kaba kaba
Merzifonda Piri Baba
Mevlam şu taşa bir can ver
şeklinde adının da geçmesinden yörede ününün nasıl yaygın olduğu da anlaşılmaktadır.
Nusratiye Mahallesinde bir sokağa Piri Baba’nınadı verilmiştir. 1977 senesinde restore edilen türbe Merzifon‘un en gösterişli türbelerindendir.

Evliya Şehri: Şam

Evliya Şehri: Şam

Dünya nimetlerine aldanmayıp, gerektiğinde her şeyi terkedebilmenin idrakini veren Laskiye'deki İbrahim Ethem'in kabri...


Şam, dualarınıza iştirak edecek zatların türbesini ziyaretle bitiremeyeceğiniz bir yer. Efendimiz'in torunu, Hz. Ali'nin (ra) ve Hz. Fatıma'nın (ra) kızı Sitti Zeynep (ra), Nureddin Mahmud Zengi, Mevlana Halid-i Bağdadi, Ebudderda (ra) ve Ebu Hureyre (ra) misafir olacağınız manevi noktalardan sadece birkaçı. Ama vakit yok, bekleyen var, yola çıkmak lazım... Halep'e doğru dönüşe geçmeden Osmanlı Padişahı Sultan Vahdettin'in mahzun türbesini ve yanındaki Sinan yapımı Süleymaniye Külliyesi de mutlaka ziyaret edilmeli...

Yönünüzü Türkiye'ye doğru döndüğünüzde ise Laskiye'ye İbrahim bin Ethem hazretlerinin kabrine uğrayıp dünyayı terk edişin ne olduğunu bir kere daha idrak etmek icap eder. Ardından Humus'ta Peygamberimiz'in "Hâlid Allah'ın kılıcıdır" buyurduğu ve hiç savaş kaybetmeyen Halid Bin Velid'in (ra) türbesi... Halep yolunda dokuz dönümlük bir Türk toprağına rastlayacaksınız. Kapısında Mehmetçiklerimizin nöbet tuttuğu Fırat Nehri'nin kenarındaki bu yerde Ertuğrul Gazi'nin babası Süleyman Şah'ın türbesi bulunmakta. Vatan toprağındaki bu kısa moladan sonra Halep'te istediğiniz gibi gezebilirsiniz. Halep Emevi Camii'nin içindeki Hz. Yahya'nın (as) babası Hz. Zekeriyya'nın (as) türbesini, Kerimiye Camii'ndeki Efendimiz'in mübarek ayak izini ziyaret edebilirsiniz. Eğer vaktiniz varsa Rakka şehrine de uğramalısınız. Çünkü burada Efendimiz'in gözbebeği olan ve "Ya Ammar, cennet senin kokunu özlemekte." dediği Ammar bin Yasir'in türbesi bulunuyor. Gözyaşlarınız sel olurken caminin diğer ucundan, adını çocukluğumuzdan beri ilahilerle ezberlediğimiz Veysel Karani Hazretleri çağırır sizi. Umarız ki Allah, kendileri gibi olamadığımız ama izlerini sürdüğümüz sahabelerin, büyük zatların hatırına kalbi taşlaşan bizlerin kalbini o insanların nuru ve bereketiyle taçlandırır.




















ZEYNELÂBİDÎN KAYSERÂNÎ

ZEYNELÂBİDÎN KAYSERÂNÎ


Anadolu’da yetişen büyük velîlerden. 1349 (H.750) yılında Medîne-i münevverede Rasas mahallesinde doğdu. Babası Seyyid Ahmed Şemsüddîn Efendi, annesi ise, Seyyid İzzeddîn Hasan Rıfâî’nin kızı Sâdiye Hanım’dır. Nesebi, yirmi dokuzuncu batında hazret-i Ali’ye ulaşmaktadır. Doğum yerine nisbetle Medenî, yerleştiği Kayseri şehrine nisbetle de Kayserânî denildi. 1414 (H.817) yılında Kayseri’de vefât etti. Kabri, Burhâneddîn Tirmizî hazretlerinin türbesi içinde olup, ziyâret edilmektedir.
Seyyid Zeynelâbidîn hazretleri, küçük yaşta babasından ve Medîne-i münevverenin meşhûr âlimlerinden ilim öğrendi. Evliyâdan feyz alıp, olgunlaştı. Allahü teâlânın sevgili kullarının sohbetlerinde, Resûl-i ekremin güzel ahlâkı ile ahlâklanıp âzâlarını Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymakla süsledi. Çok ibâdet eder, haram ve şüphelilerden pek sakınırdı. Mübârek pederinin vefâtından sonra Anadolu’ya doğru yola çıktı. 1397 senesinde Kayseri’ye geldi. O sıralarda Sivas ve Kayseri dolaylarının beyi olan Kâdı Burhâneddîn Ahmed Bey yeni vefât etmiş, Kayseri şehri de Osmanlı Türklerinin âdil idâresi ile şereflenmişti. Kayseri halkı ve idârecileri, şehirlerine yeni gelen, Resûl-i ekremin bu mübârek torununa izzet ve ikrâmda bulundular. Zeynelâbidîn hazretleri için bir dergâh ve ev inşâ ettiler. Yine Basra’dan gelip Kayseri’de yerleşen Seyyid Burhâneddîn Ahmed Efendinin mübârek kerîmesi Fâtıma Hanım ile evlendirdiler. Resûl-i ekremin iki kıymetli torununun ilim ve feyzinden istifâde için ellerinden geleni yaptılar.
Uzun boylu, buğday tenli ve güler yüzlü bir zât olan Seyyid Zeynelâbidîn, vefâtına kadar insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını öğretmekten, Resûl-i ekremin güzel ahlâkını tatbik etmekten ve Selef-i sâlihînin mübârek yolunu yaymaktan bir ân geri durmadı. Allahü teâlânın sevgili kulları ile sohbet etmekten çok hoşlanır, sâlihlerle bulunmaktan zevk alırdı. Söz ve kerâmetleri dilden dile nakledilirdi.
Seyyid Zeynelâbidîn hazretlerinin Fâtıma Hâtun’dan; Ahmed, Mûsâ ve Eyyûb isminde üç oğlu dünyâya geldi. Onlar da babalarının ilim ve feyzinden istifâde edip, üç günlük dünyâda, Allahü teâlânın rızâsını kazanmaya gayret ettiler. Her üçü de Kayseri’de yerleşip, orada vefât ettiler.
Zeynelâbidîn hazretlerinin menkİbe ve kerâmetlerinden bir bölümü, sevenlerinden Ahmed Remzi Dede tarafİndan Mir'ât-İ Zeynelâbidîn baŞlİklı bir manzûmede anlatılmıştır. Sekiz kasîdeden müteşekkil olan bu manzûmenin bâzı kıt'aları şöyledir:

Ehlullahın hâline vâkıf olan eshâb-ı din,
Feyz alıp fil-hâl elde eder irfân ve yakîn.
Arzulanan en üst menzile kavuşur şüphesiz,
Bende-i dergâh-ı ehlullâh olan merd-i güzîn.

Yüksek âlimlere ayak basar iclâl ile,
Âsitân-ı evliyâya eyleyen vaz’ı cebîn.
İsimlerini yâd eden elbet bulur feyz ü felâh,
Zikreden evsâfını elbet olur gamdan emîn.

Ey muhibbî evliyâ! Ey teşne-i feyz-i Hudâ,
Coşar deryâ-yı rahmet zikredilirse sâlihîn.
Gel ziyâretgâhın olsun kabr-i Zeynelâbidîn,
Hâzihi Cennetü Adnin fedhulûhâ hâlidîn.

KAYNAKLAR

1) Müselsil (Es’ad-ül-Medenî) Kayseri Râşid Efendi Kütüphânesi, No: 21377
2) Ravzat-ün-Nediyye fî Terâcim-i Silsile-it-Tâhiret-il-Es’adiyye (Mustafa Rüşdî Efendi), Râşid Efendi Kütüphânesi, No: 21377/2
3) Bergüzâr-ı Ahmed Remzi Dede
4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.13, s.171

Cüneyd-i Bağdadi Türbesi / TERME

Cüneyd-i Bağdadi Türbesi / TERME




Cüneyd-i Bağdadi Türbesi(Cinibadat) - Dibekli köyü, Terme / SAMSUN

Cini Bağdad adı ile de tanınır. Dibekli köyündedir. Biri yukarıda, diğeri aşağı düzlükte iki adet türbe vardır. Yapı olarak basittir. Sanatsal değeri yoktur. Türbe ile ilgili söylenti şöyledir;

İslam ordularıyla Samsun önlerine gelen Cüneyd adlı yiğit, düzlükte savaşırken kolunun yitirir. Savaşa savaşa bir tepede şehit düşer. Kolunun ve bedeninin düştüğü yerlere birer türbe yapılır. Daha sonra kol gövdenin yanına gömülür ama ertesi gün kolun eski yerine döndüğü görülür.

Türbede yatan şahıs hakkında değişik görüşler vardır. Bunlardan önemlisi, Cüneyd-i Bağdadi Hazretleridir ki, bu şahsın mezarının Irak’ta olduğu bilinmektedir. Bir görüş de, Bağdadi Haydar adlı bir emir olduğudur ki, Cüneyd-i Bağdadi’nin kelime anlamının Bağdatlı asker olduğu, askerin adının ise Haydar olduğu diğer ve türbe ve mezarlardaki şahısların Haydar’ın askerleri olduğu bir savaş esnasında şehit oldukları yolundadır.

En uygun görüş ise bu şahsın Canik Emiri Cüneyd Bey olduğudur. Cüneyd Bey Selçuklu soyundan olup, Kubadoğlu sülalesindendir ve dönemin Samsun hakimidir. Şehzade Çelebi Mehmet’in tekrar Osmanlı hükümdarlığını kurduğu sırada Cüneyd Bey’in serbest kalmasına izin vermiş fakat daha sonra Amasya Valisi Hamza Bey üzerine gönderilerek büyük mücadeleler yaşanmış, Cüneyd Bey sığındığı Terme dağlarında öldürülmüş ve oraya gömülmüştür. Diğer mezarlar ise Cüneyd Bey’in askerleridir. Türbede dokuz metre uzunluğunda sanduka vardır.

Türbe bugün bir adak ve ziyaret yeridir. İnanışa göre dileği olanlar türbeyi bir kez daha ziyaret etmek zorundadırlar.


Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri  Kimdir?
IX. asırda Bağdat; Bizans, İran ve Hint medeniyetlerinin kaynaştığı bir mozaik görünümündedir. Aynı zamanda, sosyal çalkantıların, isyanların fikir çatışmalarının da beşiğidir. Dönüşüm, her alanda kendini hissettirir.

Bu ortamda, Bağdat Okulu adını alan mistik bir hareket öne geçer ve asırlarca etkisini sürdürecek düşünce sisteminin temelleri atılır. Diğer tasavvuf okullarından çok farklıdır. En belirgin vasfı da, Allah ve insan meselesini ele alırken, delillere değil, tecrübeye ile amellere ağırlık verilmesidir. Ana konu Tevhid 'dir, o yüzden mensuplarına Tevhid Erbabı denir.

Sembolik ifadeler ve sufinin tasavvufi durumu üzerindeki tartışmalarla da yüzlerce yıl devam edecek  fikri oluşumun tohumları atılır. İşte, Cüneyd-i Bağdadi, Nuri ve Şibli gibi isimlerin yanında, bu okulun en önemli temsilcisi olarak karşımıza çıkar.

Bağdat 'ta doğup yetişen İbn Muhammed Ebu'l Al- Cüneyd Kasım'ın soyu, İran 'da çok eski bir kasaba olan Nehavend'den gelir. Yakın kuşak dedelerinin Irak'a ticaret nedeniyle gelen tüccarlar olduğu, kendisinin de İpek tüccarı anlamına gelen "hazzaz" lakabıyla anıldığı bilinmektedir. Dayısı, aynı zamanda da yetiştiricisi Seri de baharat ve tuz ticareti yapmaktadır.

Küçük yaşlarından itibaren ilim çevrelerinin içindedir Cüneyd. İmam şafii 'nin öğrencisi olan Ebu Sevr'den fıkıh dersleri alır, Hasan ibn Arefe'den ve başkalarından Hadis dinler, şeri ilimlerde iyice yetiştikten sonra tasavvufa yönelip dayısı Serî  as Sakatî 'nin , Haris al- Muhasibî'nin, ve Ebu Hamza al- Muhasibî'nin sohbetlerine katılır. Tasavvufla ilk teması, Seri'nin meclisinde olur. Şükür üzerine sohbet eden topluluğun önünde oyun oynadığı sırada birden bire Seri ona;

- Ey, çocuk, Şükür nedir diye sorar.O da,
- "Allah'ın nimetleriyle Allah 'a isyan etmemektir." diye cevap verince, Seri,
"Korkarım ki, senin Allah 'tan nasibin dilin olacaktır." der.

Bağdat okulunun kurucu sayılan  Seri'nin öğretim yöntemi, Sokrat'a benzetilmektedir. O da diyalog yoluyla, tasavvuf üzerine düşüncelerini dile getirmiş, tartışmalar ve soru-cevap yöntemiyle çevresindekilerin gerekli sonucu bulmalarına yardımcı olmuştur. Yeğeni ile arasındaki ilişki de Sokrates ile Eflatun'un ilişkisi gibidir. Herhangi bir yazılı eser bırakmamış, sözlerinin çoğu Cüneyd yoluyla bizlere ulaşmıştır.

Seri as- Sakatî'nin metoduyla yetişip olgunlaşan ve daha yirmi yaşındayken Ebu Sevr'in ders halkasında fetvalar vermeye başlayan Cüneyd-i Bağdadi'nin devrinin otoritelerinden ders almasının yanı sıra, yaşça kendisinden büyüklerde bile görülmeyen bir zekâ ve ilmî sorulara doğru cevaplar verme yeteneği, kısa zamanda ilerlemesine vesile olmuştur.
(…)

Allah'tan başka her şeyin ortadan kalktığı, kendisi dahil bütün eşyanın Kadim varlık karşısında yok olduğu şeklinde açıkladığı Tevhid anlayışını çok derinlere götürmüş, insanın ancak Tevhid hâlinin getirdiği sarhoşluktan (sekr) sonraki sahv (uyanıklık) hâline geçmekle tam kemâline erişeceğini söyleyerek birçok taşkınlığın önüne geçmiştir.".

Bunun tam tersini kabul eden, yani sekri, sahv'dan daha üstün bulan Beyazıd-ı  Bistami için:
"Ebu Yezid, hâlinin büyüklüğüne ve işaretinin yüceliğine rağmen, başlangıç hâlinden çıkamamıştır. Ondan kemâle ve nihayete delâlet edecek hiçbir söz işitmedim" der. Ama yine de ruhi yüceliğini takdir ederek  "Onun bizim aramızdaki durumu Cebrail'in diğer melekler arasındaki durumu gibidir" ifadesini kullanır.

Halk arasında çok sevilen ve popüler bir zat olan Ebu Yezid, tasavvufi bir teolojik sistem meydana getirmemiş, dini yaşayışı ve sezgisi ona, kendi duyular alemini, Allah'ın Vahdaniyeti şeklinde göstermiştir. Zira "en yüksek hâlinde bu dünya Uluhiyet kazanır; halbuki Cüneyd'in en yüksek hâlinde fâni dünya yok olmaktadır..."

Uyanıklığın cemiyete dönüp irşâd vazifesi için gerekli olduğunu düşünen Cüneyd, kendini öğretime ve eserlerine vermiş, birçok da talebe yetiştirmiştir. Bunların arasında, Curayri, Şibli, Hallac-ı Mansur, Ebû Saîd el Arabi, Ca'fer al-Huldi gibi önemli şahsiyetleri sayabiliriz.

Yazılı öğretimden çok, sözlü olanı tercih ettiğinden yazıları da dağınık risaleler halindedir, aynı zamanda derin fikirlerinin avam arasında yayılmasından hoşlanmadığı için, fazla eser vermekten kaçınmıştır.

Söylediği sözler, yaptığı tasavvufi tefsirler, klasik tasavvuf kitaplarında toplanmıştır. Kendisine atfedilen çok sayıda eserden bugün elimizde kalan, sadece Rasail ( mektuplar) dir. Bu mektuplar, İslam tasavvufu terminolojisinin gelişmesindeki seyri göstermesi bakımından da önemlidir.

Genellikle yazılarında kapalı bir uslup kullanması, fikrinin kelimelerle ifade edilemeyecek bir özellik taşımasındandır. Ayrıca,okuyucunun  durumunu da göz önüne aldığı için ihtiyatı elden bırakmaz,

"Lisanını zaptet, zamanının insanlarını iyi bil ve onlara bildiklerini söyle; bilmediklerini,anlamayacakları şeyleri söyleme. Zira bilmediğine düşman olmayan çok azdır" diyerek bunu başkalarına da tavsiye eder.

İtidal ve sadeliği hayatının her alanında sezilebilir. Ne yaşamdan kaçıp koyu bir zühde dalmış, ne de hayli yüklü olan servetinin yoluna engel olmasına izin vermiştir. Bazı sufilerin taşkın hallerine de sıcak bakmamış, ehli olmayanların eline sırların geçmesine razı olmamıştır.

Bütün dikkâtine,ılımlı  davranışlarına  rağmen,"küfür, dinsizlik ve zındıklık"la suçlanan Bağdat Okulunun diğer mensupları gibi, birçok defa suçlanır, karalanır,  iftiralara uğrar, hatta tutuklanır...

Bu da bilmediğine düşman olanların her devirde hiç değişmeden, görevlerini yerine getirdiğini gösteriyor.

Ne var ki, onlar tarihin karanlığına gömülüp unutulurken, fikir semamızın yıldızları kendiliğinden ışık vermeye devam ediyor.

Ne mutlu o ışıktan bir zerre alanlara ...


Ahmet F. Yüksel, Güliz Ok