KARIŞIK

23 Şubat 2016 Salı

MA’RİFÎLİK...... Atabey KILIÇ

MANİSA-DEMİRCİ’DE GÖRÜLEN ALEVÎ-BEKTAŞÎ-RIFÂ’Î MEŞREPLİ BİR TARİKAT :

MA’RİFÎLİK
Atabey KILIÇ*


ÖZET
19. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasında yaklaşık bir asırlık gelenek olan Ma’rifîlik, âsitânesi Kartal’da bulunan Alevî-Bektâşî-Rıfâ’î meşrepli bir tarikattır. Tarikatın izlerine Ege bölgesinde, bilhassa Manisa-Demirci’de de rastlanmaktadır. Günümüzde geçerliliğini kaybetmiş olan bu geleneğin izlerini ancak tarikat dervişlerinin verdikleri eserlerden takip edebilmekteyiz. Ege Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’nde tarikatla alakalı mecmua türünde pek çok eser muhafaza edilmektedir. Bu çalışma çerçevesinde bu mecmualardan hareketle tarikatın erkânı ve kisvesi hakkında bilgi verilmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Ma’rifîlik, tarikat, Manisa-Demirci, kisve, gelenek, mecmua
MA’RİFÎLİK IS A TARİQA WHICH SHOWS ALEVÎ-BEKTAŞÎ-RIFÂ’Î CHARACTERISTICS IN MANİSA-DEMİRCİ
ABSTRACT
Ma’rifilik is a tariqa, which was alive between 19-20th centuries, shows Alevî-Bektâşî-Rıfâ’î characteristics and it’s âsitâne takes place in Kartal. Today we can see it’s tradition in Ege Region especially in Manisa-Demirci. There are many mecmuas in Ege University Centural Library about this tariqa. In this paper we aim to give informatin about this tariqa’s tradition, rules and apparel.
Key words: Ma’rifîlik, tariqa, Manisa-Demirci, apparel, tradition, mecmua
Türk ve İslâm dünyasında asırlardır önemli bir rol üstlenmiş bulunan tarikatların, çeşitli sebeplerden dolayı bugüne kadar tam bir sayısı çıkartılabilmiş değildir. İslâm dininin yayılmış olduğu geniş coğrafî alan ve tarikatların bulunduğu bölgelerde dallanıp budaklanmaları, yeni inanç sistemleriyle kolaylıkla içli dışlı oluşları göz önüne alındığında, tarikatların sayısının tespitinin ne derece zor olduğu az çok tahmin edilebilecektir. Yine de şimdiye kadar yapılmış olan birkaç tahmine göre, bilinen tarikatlar ile bunların kol ve şubelerinin sayısının yaklaşık 400 civarında olduğu iddia edilmektedir.1
Tarikatların halkla bire bir yüzleşmesini sağlayan tekke, tasavvuf düşüncesinin işlendiği, olgunlaştırıldığı ve yine halka sunulduğu bir müessese olarak karşımıza çıkmaktadır. İslâm coğrafyasında buk’a, duveyre, ribât, zâviye, hânkâh, dergâh, âsitâne gibi isimlerin verildiğini bildiğimiz tekkelere Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde ise daha çok zâviye, hânkâh, dergâh ve âsitâne denmiştir. Bunların yanısıra kalenderhâne, mevlevihâne gibi tarikata göre adlandırmalar da söz konusu olmuştur. Bir tarikatın bütün tekkelerinin bağlı bulunduğu ve tarikatın en üst makamındaki şeyhinin kaldığı tekkeye "âsitâne", "hânkâh" veya "pîr evi" denir. Âsitâneye bağlı olan alt birime tekke, tekkelerin küçüğüne de "zâviye"2 denilmektedir. İslâm medeniyetinde câmi,
* Prof. Dr., Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
1 Bkz. “Tarikat”, İA, c. 12/I, İstanbul 1979, s. 4-17. Ayrıca bkz. Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul 1997, s. 450-467.
2 Zâviye özellikle 15. yy.’ın sonlarından itibâren sırf şehir, kasaba ve köylerdeki küçük tekkelerle, geçit, derbent ve yol üzerinde bulunan misâfirhâneler için kullanılmıştır. Daha geniş bilgi için bkz. “Zâviye”, A.Y.Ocak-S. Fârukî, İA, c. 13, İstanbul 1986, s. 468-476.
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir Tarikat : Ma’rifîlik 3



medrese, kervansaray gibi binaların taştan yapılmış olmasına rağmen tekkelerin3 çoğunlukla ahşap malzeme kullanılarak basit bir mimari tarzla inşâ edildikleri görülmektedir. Osmanlılar devrinde de tekkelerin genellikle ahşap bir mimarî yapıya sahip oldukları ve bir veya iki katlı olarak inşâ edildikleri bilinmektedir. Sâdece geniş bir odadan müteşekkil tekkeler olabildiği gibi Bektaşî ve özellikle Mevlevî zâviyelerinde olduğu gibi geniş bir alanda kurulmuş, çeşitli bölümlerden oluşan tekkeler de mevcuttu.
Bilindiği gibi Cumhuriyet döneminde 30 Kasım 1341 (1925) tarihinde alınan bir kararla tamamen kapatılmış olan tarikatlar, tekke ve zâviyeler, zamanla işlevlerini yerine getiremez olmuş, artık miskinlerin, işsiz güçsüz takımının barındığı yerler hâline gelmişti.
Hakkında kaynaklarda yakın zamana kadar herhangi bir bilgi bulunmayan, hatta tasavvuf ve tarikatlar hakkında yazılmış olan ilmî eserlerde adından bile bahsedilmeyen Ma’rifî tarikatı hakkındaki ilk bilgiler, tarafımızdan sunulan iki tebliğ ile ilim âleminin dikkatlerine sunulmuştu.4 Ma’rifîlik, Ege bölgesinin özellikle Manisa, İzmir ve Aydın illerinde yakın zamana kadar varlığını takip edebildiğimiz, esâsen Rifâ’î5 tarikatına bağlı, dolayısıyla Alevî-Bektaşî itikadından da fazlasıyla etkilenmiş bulunan, aynı zamanda bünyesinde ahî-fütüvvet teşkilâtı izleri taşıyan bir tasavvufî müessese özelliği arz etmektedir.
Yakın zamana kadar elimizde bulunan yazma kaynaklardan hareketle, Demirci merkezli diye tavsif ettiğimiz tarikatın âsitânesinin aslında İstanbul Kartal’da bulunduğunu öğreniyoruz. Baha Tanman’a ait bilgileri fikir vermesi açısından bir kısım teferruatı da atlamak suretiyle veriyoruz: “Kartal’daki Maarifî Tekkesi, Kartal ilçesinde Çavuşoğlu mahallesinde Ankara caddesi üzerinde yer almaktadır. Tekke Rıfâ’îliğin Maarifî kolunu kuran Şeyh Seyyid Mehmed Maarifî (öl. 1824) tarafından tesis edilmiştir. Günümüzde kısmen mevcut olan tekkenin 1234/1818’de inşa ettirildiğine dair bazı kayıtlar bulunduğu gibi tevhidhane binasının mimarî özellikleri de bu tarihlere ait olduğunu destekler niteliktedir. Diğer taraftan Şeyh Mehmed Maarifî’nin 1785
3 Tekkeler hakkında daha geniş bilgi için bkz. Mustafa Kara, “Tekkeler ve Zaviyeler”, İstanbul 1977; İrfan Gündüz, Osmanlılarda Devlet-Tekke Münasebetleri, İstanbul 1984; A. Y. Ocak ve S. Farukî, “Zâviye”, İA, c. 13, s. 468-476; Ömer Lütfi Barkan, “Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi, Ankara 1942, II, s. 293-338.
4 Bkz. Atabey Kılıç: “Ma’rifî Tarikatı ve Kuşadası Şeyhi Ferdî Baba’nın Aruzla Yazılmış Bazı Şiirleri”, Geçmişten Günümüze Kuşadası Sempozyumu, 23-26 Şubat 2000, Kuşadası/AYDIN; aynı yazar, “Ege Bölgesine Âit Alevî-Bektâsî Esasli Bilinmeyen Bir Mahallî Tarikat: Ma’rifîlik”, Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi, 23-28 Ekim 2000 Ürgüp/NEVŞEHİR; aynı yazar, “Ma’rifî Tarikatı Şeyhi Ferdî Baba ve Aruzla Yazılmış Şiirleri”, İlmî Araştırmalar Dergisi, sayı: 12, İstanbul 2001, s.121-134; aynı yazar “Ege Bölgesine Âit Alevî-Bektaşî-Rifâ’î Esaslı Bilinmeyen Bir Mahallî Tarikat: Ma’rifîlik”, Bilimname, sayı: 1, 2003/1, s. 197-205. Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
5 “Anadolu’nun ilk tarikatı” olarak nitelendirilen Rifai tarikatı, XII. yüzyılın ortalarında Seyyid Ahmedü’r-Rifâ’î tarafından kuruldu. Rifâîlik bid’at ve hurafelere yer vermeyen, riyakârlıktan uzak bir ibadet, Allah dışındaki varlıklara bağlanmayan bir yürek, bayağı zevklere tutsak düşmeyen bir nefis temeline dayanır. Ahmedü’r-Rifâ’î’nin dedeleri, 7’nci imam Hz. Mûsâ Kâzım’a kadar uzanıyor. Ayrıca Kâdirî tarikatının kurucusu Abdülkâdir-i Geylânî’nin Ahmedü’r-Rifâ’î’nin dayısı olduğu biliniyor. Kâdirîlik ve Rifâ’îlik tarikatlarının ilişkileri çok içiçe olduğu için birbirinin kolları gibi değerlendiriliyor. Selçuklular döneminde ve sonrasında Kâdirîlik ve Rifâ’îlik Anadolu’da en yaygın tarikatlardı. Anadolu’da Rifâ’îliğin önemli merkezleri arasında Çorum’daki Mustafa Çorumî’nin dergâhı, Erzurum’daki Mevlüt Efendi’nin dergâhı ve Manisa’daki Antakî kolu yer alıyor. Urfa da Rifâ’îler için Basra’dan sonra ikinci merkez olarak adlandırılıyor. Özellikle Anadolu’da hâlâ yaygın olan Rifâ’îlik tarikatına mensup kişilerin sayılarının dünyada 150 bin, Türkiye’de 45 bin olduğu tahmin ediliyor. Rifâ’îliğin Ma’rifî kolu, ABD hükümetince özerk tarikat olarak tanındı. Amerikalı Müslümanların ilgi gösterdiği ekolün başında Şerif Baba var. Avrupa’da ise özellikle İngiltere’de yaygın olan tarikatın Piri Muhammet Şekur. Rifâ’îlik’in Sayyadiyye, Ma’rifîlik, Kavyaliyye, Niriyye, İzziyye, Fenariyye, Burhaniyye, Fazliyye, Cündeliyye, Cemiliyye, Diriniyye, Ataiyye, Sebsebiyye, İmadiyye ve Kantaniyye gibi bir çok kolu bulunuyor.” Özlem Yılmaz-Ulaş Yıldız, http://arsiv.sabah.com.tr/2005/10/08/gnd113.html and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
4 Atabey KILIÇ
civarında Mısır’dan İstanbul’a geldiğini ve tekkesini kurduğu rivayet edilmektedir. Birçok tarikat yapısının tarihçesinde görüldüğü gibi, burada da şeyh efendinin, başlangıçta yaşadığı evi tekke gibi kullandığı, daha sonra aynı yere tam teşekküllü bir tarikat tesisi inşa ettirdiği tahmin edilebilir. Nitekim 1808’de tahta geçen II. Mahmud’un Şeyh Mehmed Maarifî’yi ve tekkesine yakınlık gösterdiği, zaman zaman yardımlarda bulunduğu bilinmektedir. Rıfâ’îliğin piri Seyyid Ahmed Rıfaî’nin neslinden geldiği rivayet edilen ve “Fethü’l-Maarif” lakabı ile tanınan Şeyh Mehmed Maarifî’nin bazı tasavvufî şiirleri tespit edilmiştir. Yapmış olduğu ictihatlarla Rıfaîliğin Maarifî kolunu kurmuş, hayatının sonuna kadar bu yeni kolun âsitanesi ve pir makamı olan tekkesinde irşat faaliyetinde bulunmuş ve tekkenin türbesine gömülmüştür. ... Esasen İstanbul’da pek yaygın olmayan, Kartal’daki âsitane dışında Kasımpaşa’daki iki zaviyede faaliyet gösteren Maarifî kolunun, Vak’a-i Hayriye’den (1826) sonra lağvedilen, tekkeleri kapatılan ya da yıktırılan ve sıkı bir takibata maruz kalan Bektaşîlerden bir kısmının Rıfaî kisvesine bürünmesi sonucunda ortaya çıktığı bile ileri sürülmüştür. Ancak tekkenin Vak’a-i Hayriye’den önce tesis edilmiş olması bu iddiayı geçersiz kılmaktadır. ... Şeyh Mehmed Maarifî’den sonra tekkenin meşihatı oğlu Şeyh Seyyid Ali Sabit Efendi’ye (öl. 1863) intikal etmiştir. Sabit Efendi’nin Kasımpaşa’da, günümüzde Kulaksız Mahallesi’ne katılmış bulunan İbadullah Mahallesi’nin sınırları içinde, Kartal’daki âsitaneye bağlı bir Maarifî zaviyesi tesis ettiği ve bu zaviyenin postuna oğlu Şeyh Seyyid Mehmed Efendi’yi (öl. 1892) oturttuğu anlaşılmaktadır. “Maarifî-i Sânî olarak anılan Şeyh Mehmed Efendi babasının vefatı üzerine Kartal’daki âsitanenin meşihatını üstlenmiş, Kasımpaşa’daki zaviyenin meşihatını da oğlu Şeyh Seyyid Hüseyin Tâhâ Efendi’ye bırakmıştır. Kartal’daki âsitanenin son şeyhi ise Maarifî-i Sânî’nin diğer oğlu olan Şeyh Seyyid Hasan Tâsîn Efendi’dir (öl. 1927). ... Kasımpaşa’daki diğer Maarifî zaviyesi ise Şeyh Mehmet Maarifî’nin halifelerinden Şeyh Ali Kuzu (öl. 1815) tarafından Çürüklük semtinde tesis edilmiştir. Kuruluşunda mimari programının geniş tutulduğu ve tevhidhane, türbe, harem, selamlık, derviş hücreleri, mutfak vb. bölümlerden oluştuğu bilinen Maarifî Tekkesi’nin binaları 1894 depreminde hasar görmüş, bu tarihten hemen sonra onarım geçirmiştir. Tekkelerin kapatılmasından (1925) sonra, son şeyhin ailesi tarafından mesken olarak kullanılmaya devam eden harem dairesi dışında kalan bölümler kaderine terk edilererek harap olmaya yüz tutmuş, 1940’tan sonra tevhidhane ve türbeden başka diğer bölümler tarihe karışmıştır. Bâninin torunlarından olan Mehmed Maarifî Yalvaçtorunları 1964 civarında tevhidhane ile türbeyi tamir ettirmiş, çevre sakinlerinin yardımları ile 1976’da tekrar onarılan tevhidhane bu tarihten itibaren cami olarak kullanılmaya başlamış, son olarak da 1980’de türbe onarım geçirmiş, ayrıca tevhidhaneye son cemaat yeri, minare ve şadırvan eklenmiştir. Eski İstanbul’un uzak banliyölerinden Kartal’ın güney sınırında, Kartal-Pendik yolu üzerinde, meskûn alanların uzağında inşa edilen ve yakın zamana kadar çevresi bostanlarla kaplı olan Maarifî Tekkesi günümüzde oldukça yoğun bir yerleşme bölgesi ile kuşatılmış bulunmaktadır. Tekkenin yerinde, daha önce, Orhan Gazi döneminin savaşçı dervişlerinden, bu semte adını vermiş olan Kartal Baba’nın makamının bulunduğu rivayet edilir. Tevhidhane arsanın batısında, Ankara Caddesi üzerinde yer almakta, bunun kuzeyinde türbe ile küçük hazire bulunmakta, ortadan kalkmış olan diğer bölümlerin ise konumları tespit edilememektedir.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
Dikdörtgen bir alanı (10,30x8,80 m) kaplayan, iki katlı tevhidhanenin duvarları moloz taş ve tuğla ile örülmüş, üzeri kırma çatı ile örtülmüştür. Aslında alaturka kiremitlerle kaplı olduğu tahmin edilebilen çatı günümüzde çinko levhalarla kaplanmıştır. Yapı, aynı zamanda ardiye olarak kullanılan bir bodrumun üzerine oturur. Tevhidhanenin planı, duvarların sınırladığı dikdörtgenin içine yerleştirilmiş 6,30 m çapında bir daireden meydana gelmektedir. Ayinlere tahsis edilmiş olan bu yuvarlak planlı kesim, mihrap cümle kapısı ekseni üzerine ve mihraba teğet olarak yerleştirilmiştir. Çatı altında gizlenen, bağdadi sıvalı bir kubbe, iki kat yüksekliğinde bu bölümü taçlandırmakta, dikdörtgen ile dairenin arasında kalan ve ayin mekânını üç yönden (batı, doğu, and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir Tarikat : Ma’rifîlik 5
kuzey) kuşatan iki katlı mahfillerin sınırında, eşit aralıklarla on ikişer adet ahşap sütun sıralanmaktadır. Her iki katta da ikisi mihrap duvarına gömülmüş bulunan bu sütunlar daire kesitli olup Dor nizamında başlıklarla donatılmıştır. Erkeklere mahsus zemin kat mahfilinin sınırında, sütunların arasında yer alan korkuluklar ile kadınlara ayrılan fevkani mahfilde, aynı şekilde sütunların arasına yerleştirilen kafesler ortadan kalkmıştır. Zemin katta, kuzey duvarının ekseninde sepet kulpu biçiminde bir kemere sahip olan giriş, güney duvarının ekseninde yuvarlak kemerli ve yarım daire planlı mihrap yer alır. Bu katta güney ve kuzey duvarlarında ikişer, batı ve doğu duvarlarında üçer, üst katta ise her duvarda ikişer pencere açılmış, bütün bu açıklıklar sepet kulpu biçiminde kemerlerle taçlandırılmıştır. Kadınlara ait fevkani mahfilin, doğu cephesine açılan bağımsız bir girişi bulunmaktadır.
Dış görünümü ile tek katlı bir meskeni andıran türbe kâgir duvarlı ve çatılı, basit bir yapıdır. Dikdörtgen planlı (7,60x6 m) esas türbe mekânının kuzeyinde yine dikdörtgen planlı (2,75x1,60 m) bir giriş bölümü yer alır. Küçük bir mihrapla donatılmış ve sepet kulpu biçiminde kemerleri olan toplam sekiz adet pencere ile aydınlatılmış bulunan türbede tekkenin dört postnişini, ayrıca ikinci postnişin Şeyh A. Sabit Efendi’nin eşi Enise Hanım (ö. 1834), kızı Şerife Hadiye Hanım ve oğlu Şeyh Seyyid Ahmed-i Sayyâd (ö. 1856) gömülüdür. Türbenin hemen yanındaki küçük hazirede tekkenin bazı mensuplarına ait kabirler vardır.
Tekkenin, ortadan kalkmış olan bölümlerinin, konumları gibi mimari özellikleri de tespit edilememekte, ancak padişahlardan, tekkenin zengin mensuplarından ve Evkaf Nezareti’nden gelen yardımlar sayesinde mutfağın bir imaret ölçeğinde faaliyet gösterdiği şeyh dairesinin, büyük taş merdivenli geniş kapısı üzerinde “Âsitane-i Maarifiyye” yazılı bir kitabenin bulunduğu bilinmektedir.
Ampir üslubunun özelliklerini yansıtan tevhidhane ve türbe binalarında herhangi bir süsülemeye rastlanmaz. Maarifî Tekkesi’nin mimari açıdan en ilginç yönü tevhidhanede ayin alanının yuvarlak planlı olarak tasarlanması ve on iki adet sütunla kuşatılmasıdır. On İki İmam’a bağlanan aynı sembolik düzenleme Rıfaî tarikatının on iki terkli (dilimli) tacında görüldüğü gibi, Bektaşîliğe ilişkin hemen her türlü tarikat eşyasında, ayrıca Merdivenköy’deki Şahkulu Sultan Tekkesi’nde meydanevinin tasarımında da karşımıza çıkar.”6 Tanman’ın madde sonunda verdiği kaynakçadaki eserlerden Osmânzâde Hüseyin Vassâf’ın Sefîne-i Evliyâ adlı eserinde tarikatın Kulaksız ve Kartal’da iki tekkesinin bulunduğu bildirilmektedir. Buna göre “1343 sene-i hicriyyesinde (1924-25) İstanbul ve bilâd-ı selâsede mevcûd tekâyâ ve zevâyâdan tarîkat-ı aliyye-i Rufâiyyeye mensup Kulaksız’daki Ma’rûfî Tekkesinin yevm-i mahsûsu Pazartesi gecesidir, şeyhi ise Şeyh Tâhâ Efendi’dir.7 Kartal’daki Ma’rûfî Tekkesinin ise yevm-i mahsûsu Cuma gecesi, şeyhi de Şeyh Yâsîn Efendi’dir.”8 Diğer esere ise bütün gayretlerimize rağmen ulaşma fırsatı bulamadık.9 Kullandığımız bu iki kaynaktan da anlaşılacağı üzere adı geçen tarikatın daha adı konusunda bile bir ittifak bulunmamaktadır. Baha Tanman, tarikat adını Maarifî şeklinde verirken, Vassâf, Ma’rûfî’yi kullanmaktadır. Amacımız, zâten hakkında yeterli bilgi bulunmayan, bilgi veren tek kaynağın da bu konuda çok önemli boşluk bulunduğunu, yeni araştırmalara ihtiyaç




6 M. Baha Tanman, “Maarifî Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1994, s. 232-233. Aynı yazı için bkz.: M. Baha Tanman, “Mârifî Tekkesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi 28. Cilt, Ankara 2003, s.62-63.
7 Osmânzâde Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ , c. 5, Kitabevi, İstanbul 2006, s. 305.
8 a.g.e., s. 306. Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
9 N. Tarkan, Kartal’da Kurulmuş Bir Tarikat: Ma’rifiye, İstanbul 1964. and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
6 Atabey KILIÇ
duyulduğunu bildirdiği tarikat hakkında elimizdeki kaynaklardan hareketle bazı yeni malumâtı bilim âleminin istifadesine sunmaktır.
Tarikatın Kartal’da bulunduğu söylenen tekkesi/âsitânesinin bazı fotoğraflarını aşağıya alıyoruz:







MANİSA-DEMİRCİ’DE GÖRÜLEN ALEVÎ-BEKTAŞÎ-RIFÂ’Î MEŞREPLİ BİR TARİKAT : MA’RİFÎLİK
Atabey KILIÇ*
ÖZET
19. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasında yaklaşık bir asırlık gelenek olan Ma’rifîlik, âsitânesi Kartal’da bulunan Alevî-Bektâşî-Rıfâ’î meşrepli bir tarikattır. Tarikatın izlerine Ege bölgesinde, bilhassa Manisa-Demirci’de de rastlanmaktadır. Günümüzde geçerliliğini kaybetmiş olan bu geleneğin izlerini ancak tarikat dervişlerinin verdikleri eserlerden takip edebilmekteyiz. Ege Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’nde tarikatla alakalı mecmua türünde pek çok eser muhafaza edilmektedir. Bu çalışma çerçevesinde bu mecmualardan hareketle tarikatın erkânı ve kisvesi hakkında bilgi verilmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Ma’rifîlik, tarikat, Manisa-Demirci, kisve, gelenek, mecmua
MA’RİFÎLİK IS A TARİQA WHICH SHOWS ALEVÎ-BEKTAŞÎ-RIFÂ’Î CHARACTERISTICS IN MANİSA-DEMİRCİ
ABSTRACT
Ma’rifilik is a tariqa, which was alive between 19-20th centuries, shows Alevî-Bektâşî-Rıfâ’î characteristics and it’s âsitâne takes place in Kartal. Today we can see it’s tradition in Ege Region especially in Manisa-Demirci. There are many mecmuas in Ege University Centural Library about this tariqa. In this paper we aim to give informatin about this tariqa’s tradition, rules and apparel.
Key words: Ma’rifîlik, tariqa, Manisa-Demirci, apparel, tradition, mecmua
Türk ve İslâm dünyasında asırlardır önemli bir rol üstlenmiş bulunan tarikatların, çeşitli sebeplerden dolayı bugüne kadar tam bir sayısı çıkartılabilmiş değildir. İslâm dininin yayılmış olduğu geniş coğrafî alan ve tarikatların bulunduğu bölgelerde dallanıp budaklanmaları, yeni inanç sistemleriyle kolaylıkla içli dışlı oluşları göz önüne alındığında, tarikatların sayısının tespitinin ne derece zor olduğu az çok tahmin edilebilecektir. Yine de şimdiye kadar yapılmış olan birkaç tahmine göre, bilinen tarikatlar ile bunların kol ve şubelerinin sayısının yaklaşık 400 civarında olduğu iddia edilmektedir.1
Tarikatların halkla bire bir yüzleşmesini sağlayan tekke, tasavvuf düşüncesinin işlendiği, olgunlaştırıldığı ve yine halka sunulduğu bir müessese olarak karşımıza çıkmaktadır. İslâm coğrafyasında buk’a, duveyre, ribât, zâviye, hânkâh, dergâh, âsitâne gibi isimlerin verildiğini bildiğimiz tekkelere Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde ise daha çok zâviye, hânkâh, dergâh ve âsitâne denmiştir. Bunların yanısıra kalenderhâne, mevlevihâne gibi tarikata göre adlandırmalar da söz konusu olmuştur. Bir tarikatın bütün tekkelerinin bağlı bulunduğu ve tarikatın en üst makamındaki şeyhinin kaldığı tekkeye "âsitâne", "hânkâh" veya "pîr evi" denir. Âsitâneye bağlı olan alt birime tekke, tekkelerin küçüğüne de "zâviye"2 denilmektedir. İslâm medeniyetinde câmi,
* Prof. Dr., Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
1 Bkz. “Tarikat”, İA, c. 12/I, İstanbul 1979, s. 4-17. Ayrıca bkz. Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul 1997, s. 450-467.
2 Zâviye özellikle 15. yy.’ın sonlarından itibâren sırf şehir, kasaba ve köylerdeki küçük tekkelerle, geçit, derbent ve yol üzerinde bulunan misâfirhâneler için kullanılmıştır. Daha geniş bilgi için bkz. “Zâviye”, A.Y.Ocak-S. Fârukî, İA, c. 13, İstanbul 1986, s. 468-476.
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir Tarikat : Ma’rifîlik 3



medrese, kervansaray gibi binaların taştan yapılmış olmasına rağmen tekkelerin3 çoğunlukla ahşap malzeme kullanılarak basit bir mimari tarzla inşâ edildikleri görülmektedir. Osmanlılar devrinde de tekkelerin genellikle ahşap bir mimarî yapıya sahip oldukları ve bir veya iki katlı olarak inşâ edildikleri bilinmektedir. Sâdece geniş bir odadan müteşekkil tekkeler olabildiği gibi Bektaşî ve özellikle Mevlevî zâviyelerinde olduğu gibi geniş bir alanda kurulmuş, çeşitli bölümlerden oluşan tekkeler de mevcuttu.
Bilindiği gibi Cumhuriyet döneminde 30 Kasım 1341 (1925) tarihinde alınan bir kararla tamamen kapatılmış olan tarikatlar, tekke ve zâviyeler, zamanla işlevlerini yerine getiremez olmuş, artık miskinlerin, işsiz güçsüz takımının barındığı yerler hâline gelmişti.
Hakkında kaynaklarda yakın zamana kadar herhangi bir bilgi bulunmayan, hatta tasavvuf ve tarikatlar hakkında yazılmış olan ilmî eserlerde adından bile bahsedilmeyen Ma’rifî tarikatı hakkındaki ilk bilgiler, tarafımızdan sunulan iki tebliğ ile ilim âleminin dikkatlerine sunulmuştu.4 Ma’rifîlik, Ege bölgesinin özellikle Manisa, İzmir ve Aydın illerinde yakın zamana kadar varlığını takip edebildiğimiz, esâsen Rifâ’î5 tarikatına bağlı, dolayısıyla Alevî-Bektaşî itikadından da fazlasıyla etkilenmiş bulunan, aynı zamanda bünyesinde ahî-fütüvvet teşkilâtı izleri taşıyan bir tasavvufî müessese özelliği arz etmektedir.
Yakın zamana kadar elimizde bulunan yazma kaynaklardan hareketle, Demirci merkezli diye tavsif ettiğimiz tarikatın âsitânesinin aslında İstanbul Kartal’da bulunduğunu öğreniyoruz. Baha Tanman’a ait bilgileri fikir vermesi açısından bir kısım teferruatı da atlamak suretiyle veriyoruz: “Kartal’daki Maarifî Tekkesi, Kartal ilçesinde Çavuşoğlu mahallesinde Ankara caddesi üzerinde yer almaktadır. Tekke Rıfâ’îliğin Maarifî kolunu kuran Şeyh Seyyid Mehmed Maarifî (öl. 1824) tarafından tesis edilmiştir. Günümüzde kısmen mevcut olan tekkenin 1234/1818’de inşa ettirildiğine dair bazı kayıtlar bulunduğu gibi tevhidhane binasının mimarî özellikleri de bu tarihlere ait olduğunu destekler niteliktedir. Diğer taraftan Şeyh Mehmed Maarifî’nin 1785
3 Tekkeler hakkında daha geniş bilgi için bkz. Mustafa Kara, “Tekkeler ve Zaviyeler”, İstanbul 1977; İrfan Gündüz, Osmanlılarda Devlet-Tekke Münasebetleri, İstanbul 1984; A. Y. Ocak ve S. Farukî, “Zâviye”, İA, c. 13, s. 468-476; Ömer Lütfi Barkan, “Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi, Ankara 1942, II, s. 293-338.
4 Bkz. Atabey Kılıç: “Ma’rifî Tarikatı ve Kuşadası Şeyhi Ferdî Baba’nın Aruzla Yazılmış Bazı Şiirleri”, Geçmişten Günümüze Kuşadası Sempozyumu, 23-26 Şubat 2000, Kuşadası/AYDIN; aynı yazar, “Ege Bölgesine Âit Alevî-Bektâsî Esasli Bilinmeyen Bir Mahallî Tarikat: Ma’rifîlik”, Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi, 23-28 Ekim 2000 Ürgüp/NEVŞEHİR; aynı yazar, “Ma’rifî Tarikatı Şeyhi Ferdî Baba ve Aruzla Yazılmış Şiirleri”, İlmî Araştırmalar Dergisi, sayı: 12, İstanbul 2001, s.121-134; aynı yazar “Ege Bölgesine Âit Alevî-Bektaşî-Rifâ’î Esaslı Bilinmeyen Bir Mahallî Tarikat: Ma’rifîlik”, Bilimname, sayı: 1, 2003/1, s. 197-205. Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
5 “Anadolu’nun ilk tarikatı” olarak nitelendirilen Rifai tarikatı, XII. yüzyılın ortalarında Seyyid Ahmedü’r-Rifâ’î tarafından kuruldu. Rifâîlik bid’at ve hurafelere yer vermeyen, riyakârlıktan uzak bir ibadet, Allah dışındaki varlıklara bağlanmayan bir yürek, bayağı zevklere tutsak düşmeyen bir nefis temeline dayanır. Ahmedü’r-Rifâ’î’nin dedeleri, 7’nci imam Hz. Mûsâ Kâzım’a kadar uzanıyor. Ayrıca Kâdirî tarikatının kurucusu Abdülkâdir-i Geylânî’nin Ahmedü’r-Rifâ’î’nin dayısı olduğu biliniyor. Kâdirîlik ve Rifâ’îlik tarikatlarının ilişkileri çok içiçe olduğu için birbirinin kolları gibi değerlendiriliyor. Selçuklular döneminde ve sonrasında Kâdirîlik ve Rifâ’îlik Anadolu’da en yaygın tarikatlardı. Anadolu’da Rifâ’îliğin önemli merkezleri arasında Çorum’daki Mustafa Çorumî’nin dergâhı, Erzurum’daki Mevlüt Efendi’nin dergâhı ve Manisa’daki Antakî kolu yer alıyor. Urfa da Rifâ’îler için Basra’dan sonra ikinci merkez olarak adlandırılıyor. Özellikle Anadolu’da hâlâ yaygın olan Rifâ’îlik tarikatına mensup kişilerin sayılarının dünyada 150 bin, Türkiye’de 45 bin olduğu tahmin ediliyor. Rifâ’îliğin Ma’rifî kolu, ABD hükümetince özerk tarikat olarak tanındı. Amerikalı Müslümanların ilgi gösterdiği ekolün başında Şerif Baba var. Avrupa’da ise özellikle İngiltere’de yaygın olan tarikatın Piri Muhammet Şekur. Rifâ’îlik’in Sayyadiyye, Ma’rifîlik, Kavyaliyye, Niriyye, İzziyye, Fenariyye, Burhaniyye, Fazliyye, Cündeliyye, Cemiliyye, Diriniyye, Ataiyye, Sebsebiyye, İmadiyye ve Kantaniyye gibi bir çok kolu bulunuyor.” Özlem Yılmaz-Ulaş Yıldız, http://arsiv.sabah.com.tr/2005/10/08/gnd113.html and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
4 Atabey KILIÇ
civarında Mısır’dan İstanbul’a geldiğini ve tekkesini kurduğu rivayet edilmektedir. Birçok tarikat yapısının tarihçesinde görüldüğü gibi, burada da şeyh efendinin, başlangıçta yaşadığı evi tekke gibi kullandığı, daha sonra aynı yere tam teşekküllü bir tarikat tesisi inşa ettirdiği tahmin edilebilir. Nitekim 1808’de tahta geçen II. Mahmud’un Şeyh Mehmed Maarifî’yi ve tekkesine yakınlık gösterdiği, zaman zaman yardımlarda bulunduğu bilinmektedir. Rıfâ’îliğin piri Seyyid Ahmed Rıfaî’nin neslinden geldiği rivayet edilen ve “Fethü’l-Maarif” lakabı ile tanınan Şeyh Mehmed Maarifî’nin bazı tasavvufî şiirleri tespit edilmiştir. Yapmış olduğu ictihatlarla Rıfaîliğin Maarifî kolunu kurmuş, hayatının sonuna kadar bu yeni kolun âsitanesi ve pir makamı olan tekkesinde irşat faaliyetinde bulunmuş ve tekkenin türbesine gömülmüştür. ... Esasen İstanbul’da pek yaygın olmayan, Kartal’daki âsitane dışında Kasımpaşa’daki iki zaviyede faaliyet gösteren Maarifî kolunun, Vak’a-i Hayriye’den (1826) sonra lağvedilen, tekkeleri kapatılan ya da yıktırılan ve sıkı bir takibata maruz kalan Bektaşîlerden bir kısmının Rıfaî kisvesine bürünmesi sonucunda ortaya çıktığı bile ileri sürülmüştür. Ancak tekkenin Vak’a-i Hayriye’den önce tesis edilmiş olması bu iddiayı geçersiz kılmaktadır. ... Şeyh Mehmed Maarifî’den sonra tekkenin meşihatı oğlu Şeyh Seyyid Ali Sabit Efendi’ye (öl. 1863) intikal etmiştir. Sabit Efendi’nin Kasımpaşa’da, günümüzde Kulaksız Mahallesi’ne katılmış bulunan İbadullah Mahallesi’nin sınırları içinde, Kartal’daki âsitaneye bağlı bir Maarifî zaviyesi tesis ettiği ve bu zaviyenin postuna oğlu Şeyh Seyyid Mehmed Efendi’yi (öl. 1892) oturttuğu anlaşılmaktadır. “Maarifî-i Sânî olarak anılan Şeyh Mehmed Efendi babasının vefatı üzerine Kartal’daki âsitanenin meşihatını üstlenmiş, Kasımpaşa’daki zaviyenin meşihatını da oğlu Şeyh Seyyid Hüseyin Tâhâ Efendi’ye bırakmıştır. Kartal’daki âsitanenin son şeyhi ise Maarifî-i Sânî’nin diğer oğlu olan Şeyh Seyyid Hasan Tâsîn Efendi’dir (öl. 1927). ... Kasımpaşa’daki diğer Maarifî zaviyesi ise Şeyh Mehmet Maarifî’nin halifelerinden Şeyh Ali Kuzu (öl. 1815) tarafından Çürüklük semtinde tesis edilmiştir. Kuruluşunda mimari programının geniş tutulduğu ve tevhidhane, türbe, harem, selamlık, derviş hücreleri, mutfak vb. bölümlerden oluştuğu bilinen Maarifî Tekkesi’nin binaları 1894 depreminde hasar görmüş, bu tarihten hemen sonra onarım geçirmiştir. Tekkelerin kapatılmasından (1925) sonra, son şeyhin ailesi tarafından mesken olarak kullanılmaya devam eden harem dairesi dışında kalan bölümler kaderine terk edilererek harap olmaya yüz tutmuş, 1940’tan sonra tevhidhane ve türbeden başka diğer bölümler tarihe karışmıştır. Bâninin torunlarından olan Mehmed Maarifî Yalvaçtorunları 1964 civarında tevhidhane ile türbeyi tamir ettirmiş, çevre sakinlerinin yardımları ile 1976’da tekrar onarılan tevhidhane bu tarihten itibaren cami olarak kullanılmaya başlamış, son olarak da 1980’de türbe onarım geçirmiş, ayrıca tevhidhaneye son cemaat yeri, minare ve şadırvan eklenmiştir. Eski İstanbul’un uzak banliyölerinden Kartal’ın güney sınırında, Kartal-Pendik yolu üzerinde, meskûn alanların uzağında inşa edilen ve yakın zamana kadar çevresi bostanlarla kaplı olan Maarifî Tekkesi günümüzde oldukça yoğun bir yerleşme bölgesi ile kuşatılmış bulunmaktadır. Tekkenin yerinde, daha önce, Orhan Gazi döneminin savaşçı dervişlerinden, bu semte adını vermiş olan Kartal Baba’nın makamının bulunduğu rivayet edilir. Tevhidhane arsanın batısında, Ankara Caddesi üzerinde yer almakta, bunun kuzeyinde türbe ile küçük hazire bulunmakta, ortadan kalkmış olan diğer bölümlerin ise konumları tespit edilememektedir.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
Dikdörtgen bir alanı (10,30x8,80 m) kaplayan, iki katlı tevhidhanenin duvarları moloz taş ve tuğla ile örülmüş, üzeri kırma çatı ile örtülmüştür. Aslında alaturka kiremitlerle kaplı olduğu tahmin edilebilen çatı günümüzde çinko levhalarla kaplanmıştır. Yapı, aynı zamanda ardiye olarak kullanılan bir bodrumun üzerine oturur. Tevhidhanenin planı, duvarların sınırladığı dikdörtgenin içine yerleştirilmiş 6,30 m çapında bir daireden meydana gelmektedir. Ayinlere tahsis edilmiş olan bu yuvarlak planlı kesim, mihrap cümle kapısı ekseni üzerine ve mihraba teğet olarak yerleştirilmiştir. Çatı altında gizlenen, bağdadi sıvalı bir kubbe, iki kat yüksekliğinde bu bölümü taçlandırmakta, dikdörtgen ile dairenin arasında kalan ve ayin mekânını üç yönden (batı, doğu, and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir Tarikat : Ma’rifîlik 5
kuzey) kuşatan iki katlı mahfillerin sınırında, eşit aralıklarla on ikişer adet ahşap sütun sıralanmaktadır. Her iki katta da ikisi mihrap duvarına gömülmüş bulunan bu sütunlar daire kesitli olup Dor nizamında başlıklarla donatılmıştır. Erkeklere mahsus zemin kat mahfilinin sınırında, sütunların arasında yer alan korkuluklar ile kadınlara ayrılan fevkani mahfilde, aynı şekilde sütunların arasına yerleştirilen kafesler ortadan kalkmıştır. Zemin katta, kuzey duvarının ekseninde sepet kulpu biçiminde bir kemere sahip olan giriş, güney duvarının ekseninde yuvarlak kemerli ve yarım daire planlı mihrap yer alır. Bu katta güney ve kuzey duvarlarında ikişer, batı ve doğu duvarlarında üçer, üst katta ise her duvarda ikişer pencere açılmış, bütün bu açıklıklar sepet kulpu biçiminde kemerlerle taçlandırılmıştır. Kadınlara ait fevkani mahfilin, doğu cephesine açılan bağımsız bir girişi bulunmaktadır.
Dış görünümü ile tek katlı bir meskeni andıran türbe kâgir duvarlı ve çatılı, basit bir yapıdır. Dikdörtgen planlı (7,60x6 m) esas türbe mekânının kuzeyinde yine dikdörtgen planlı (2,75x1,60 m) bir giriş bölümü yer alır. Küçük bir mihrapla donatılmış ve sepet kulpu biçiminde kemerleri olan toplam sekiz adet pencere ile aydınlatılmış bulunan türbede tekkenin dört postnişini, ayrıca ikinci postnişin Şeyh A. Sabit Efendi’nin eşi Enise Hanım (ö. 1834), kızı Şerife Hadiye Hanım ve oğlu Şeyh Seyyid Ahmed-i Sayyâd (ö. 1856) gömülüdür. Türbenin hemen yanındaki küçük hazirede tekkenin bazı mensuplarına ait kabirler vardır.
Tekkenin, ortadan kalkmış olan bölümlerinin, konumları gibi mimari özellikleri de tespit edilememekte, ancak padişahlardan, tekkenin zengin mensuplarından ve Evkaf Nezareti’nden gelen yardımlar sayesinde mutfağın bir imaret ölçeğinde faaliyet gösterdiği şeyh dairesinin, büyük taş merdivenli geniş kapısı üzerinde “Âsitane-i Maarifiyye” yazılı bir kitabenin bulunduğu bilinmektedir.
Ampir üslubunun özelliklerini yansıtan tevhidhane ve türbe binalarında herhangi bir süsülemeye rastlanmaz. Maarifî Tekkesi’nin mimari açıdan en ilginç yönü tevhidhanede ayin alanının yuvarlak planlı olarak tasarlanması ve on iki adet sütunla kuşatılmasıdır. On İki İmam’a bağlanan aynı sembolik düzenleme Rıfaî tarikatının on iki terkli (dilimli) tacında görüldüğü gibi, Bektaşîliğe ilişkin hemen her türlü tarikat eşyasında, ayrıca Merdivenköy’deki Şahkulu Sultan Tekkesi’nde meydanevinin tasarımında da karşımıza çıkar.”6 Tanman’ın madde sonunda verdiği kaynakçadaki eserlerden Osmânzâde Hüseyin Vassâf’ın Sefîne-i Evliyâ adlı eserinde tarikatın Kulaksız ve Kartal’da iki tekkesinin bulunduğu bildirilmektedir. Buna göre “1343 sene-i hicriyyesinde (1924-25) İstanbul ve bilâd-ı selâsede mevcûd tekâyâ ve zevâyâdan tarîkat-ı aliyye-i Rufâiyyeye mensup Kulaksız’daki Ma’rûfî Tekkesinin yevm-i mahsûsu Pazartesi gecesidir, şeyhi ise Şeyh Tâhâ Efendi’dir.7 Kartal’daki Ma’rûfî Tekkesinin ise yevm-i mahsûsu Cuma gecesi, şeyhi de Şeyh Yâsîn Efendi’dir.”8 Diğer esere ise bütün gayretlerimize rağmen ulaşma fırsatı bulamadık.9 Kullandığımız bu iki kaynaktan da anlaşılacağı üzere adı geçen tarikatın daha adı konusunda bile bir ittifak bulunmamaktadır. Baha Tanman, tarikat adını Maarifî şeklinde verirken, Vassâf, Ma’rûfî’yi kullanmaktadır. Amacımız, zâten hakkında yeterli bilgi bulunmayan, bilgi veren tek kaynağın da bu konuda çok önemli boşluk bulunduğunu, yeni araştırmalara ihtiyaç
6 M. Baha Tanman, “Maarifî Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1994, s. 232-233. Aynı yazı için bkz.: M. Baha Tanman, “Mârifî Tekkesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi 28. Cilt, Ankara 2003, s.62-63.
7 Osmânzâde Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ , c. 5, Kitabevi, İstanbul 2006, s. 305.
8 a.g.e., s. 306. Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
9 N. Tarkan, Kartal’da Kurulmuş Bir Tarikat: Ma’rifiye, İstanbul 1964. and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
6 Atabey KILIÇ
duyulduğunu bildirdiği tarikat hakkında elimizdeki kaynaklardan hareketle bazı yeni malumâtı bilim âleminin istifadesine sunmaktır.
Tarikatın Kartal’da bulunduğu söylenen tekkesi/âsitânesinin bazı fotoğraflarını aşağıya alıyoruz:


Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir Tarikat : Ma’rifîlik 7
Bugün câmi olarak kullanılan tekkenin fotoğraflarından anlaşıldığı kadarıyla haziresinde ondan fazla kabir bulunmaktadır. Elimizde bulunan bu kabirlere ait fotoğraflardan birkaçını ekte sunuyoruz10:
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
10 Fotoğrafları çekip istifademize sunan değerli bilim âşığı ve hizmetkârı İsmail Çilsaldı Beyefendi’ye şükranlarımızı arz ederiz. Daha sonra yapacağımız bir çalışma ile hazirede bulunan kabirlerin kitabeleri ve türbede bulunan tablolar hakkında detaylı bilgi vermeye çalışacağız. and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
8 Atabey KILIÇ
Yä Hù
Ey felek n’itdim saña Δäk ile yeksän eylediñ
Ben °arìbi °urbet elde zär giryän eylediñ
Áteş-i ≈asret ile °urbetde ser-gerdän eyleyip
Derdile äh etdirip ≈älimi perìşän eylediñ
~asret-i när ile yandı pederimiz bì-çäre äh
Välidemi äΔır benim derdimle sùzän eylediñ
Üçünci ordu-yı hümäyùn mìr-alayı
™äli≈ bin Mu≈ammed (...) rù≈larıyiçün
Fäti≈a
1303 19 Känùn-ı §änì (19 Ocak 1885-86)
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir Tarikat : Ma’rifîlik 9
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
10 Atabey KILIÇ
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir Tarikat : Ma’rifîlik 11
Ma’rifî tarikatına dâir bizim elimizde bulunan bilgiler şimdilik, bu tarikatın terekelerinden olup derleme faaliyetleri çerçevesinde özellikle Manisa ili Demirci ilçesinden Hulusi Emetli’nin bağışlamış olduğu el yazması eserler arasında olan ve bugün Ege Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’nde bulunan yazmalardan elde ettiklerimizle sınırlıdır. Kataloğunu hazırlamış olduğumuz adı geçen yazmalardan yaklaşık olarak 25’i, özellikle bu tarikatın âdâb, erkân ve usûlünden bahseder niteliktedir.11 Kalanların büyük bir kısmı ise çeşitli vesilelerle Ma’rifî tarikatına dâir bir alâkaya sahiptir. Biz bu çalışma çerçevesinde bunlar arasında, özellikle içerisinde hem tarikat bilgileri hem de tarikatın önde gelenlerine ait şiirlerin bulunduğu, Ma’rifî Tarikatı Mecmuası diye adlandırabileceğimiz, ilgili katalogda da 36 numara ile kayıtlı mecmuayı esas almayı uygun bulduk.12 Bu mecmuayı çok kısa bir şekilde sadece maddî özellikleri bakımından şu şekilde tavsif etmek mümkündür:
Krem renginde kalın kağıtla kaplanmış, sırtına koyu mavi kot kumaş geçirilmiş, şirazeli, kalın mukavva cilt, 168x118 mm; az âharlı, orta kalınlıkta, enine su yolu filigranlı, krem renginde, muhtelif kağıt, 165x112 mm; harekeli, kalın nesih yazı, metin siyah önemli ibareler kırmızı ve yer yer pembe mürekkeple, muhtelif satırlı (en az 12, en fazla 16), 121 varak.
Mecmuanın içinde sadece Ma’rifî tarikatına ait âdâb, erkân ve kisve ile ilgili bilgiler ve şiirler bulunmaktadır. Bu mecmuadan ve hâlen Üniversite kütüphanesinde muhafaza edilmekte olan mecmualarla diğer bazı eserlerin çeşitli yerlerinde bulunan kayıtlardan öğrendiğimiz kadarıyla tarikatın kurucusu ŞeyΔ Seyyid Mu≈ammed Fet≈ü’l-Maúärif’tir. Hayatı hakkında
11 Bu konuda daha geniş bilgi için “Ege Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Yazmaları Alfabetik Kataloğu I (Türkçe-Arapça-Farsça)” Kayseri 2001, adlı çalışmamıza bakılabilir.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
12 a.g.e., s. 52-57. Ayrıca bkz. Meliha Gül, Kisve-i Ma’rifî Seyyid Muhammed b. Sâbit Ali, (Bitirme tezi), Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, İzmir 1999. and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
12 Atabey KILIÇ
kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmayan bu zâtın H. 1270/M. 1853-5413 yılında vefat ettiğini, tarikatın Kuşadası Dergâhı Şeyhi Ferdî’nin yazmış olduğu nazım şekli mütekerrir müseddes olan sekiz kıt’alık tarih manzûmesinin
Mu≈ammed Mehdi’niñ remzin oøuyup düşse Δan £äbit
™afälar baΔş iderdi úäşıøän[ın]a da can £äbit
Dü-´ad heftädına 14 tärìΔ lu≠fında nihan £äbit
Ne gelür ne gider Ferdì cihäna an-be-an £äbit
Fenäsın eyledi tebdil beøä mülkine dil-därım
úAzìzim mürşidim şähım benim devletli ≈ünkärım15
şeklindeki son kıt’asında bulunan ifadelerden anlamak mümkündür.
Belgelerden öğrendiğimiz kadarıyla ŞeyΔ Seyyid Mu≈ammed Fet≈ü’l-Meúärif’in oğlu, ŞeyΔ Seyyid úAlì £äbit bin Fet≈ü’l-Meúärif’tir. Torunu ise yine mecmuadaki şiirlerden öğrendiğimize göre ŞeyΔ Seyyid Mu≈ammed Maúrifì-i £änì’dir.
Tarikatın Demirci’deki dergâhının iki kez bina edildiğini, adı geçen katalogda 36 numara ile kayıtlı bulunan Ma’rifî Tarikati Mecmuasındaki “Timurcı Dergähı Bänìsi Eş-ŞeyΔ Es-seyyid Mu´≠afä Lu≠fì ≈a◊retleri” ile “`ulefä-yı Maúrifìden Timurcı Maúrifì Dergähı Bäniye-i §änìsi Eş-ŞeyΔ Es-seyyid A≈med úAşøì ≈a◊retleri” ibarelerinden anlamak mümkündür.16 Buna göre Demirci Ma’rifî Dergâhı’nın ilk bânîsi yani, yaptıranı Mu´≠afä Lu≠fì Efendi, ikinci kez yaptıranı ise A≈med úAşøì Efendi’dir.17
Yukarıda çeşitli vesilelerle bahsettiğimiz mecmuanın içerisinde tarikatın önde gelenlerine âit çeşitli şiirler de bulunmaktadır. Büyük bir kısmı hece ölçüsü ile yazılmış olan bu şiirlerden bazılarında aruz vezninin kullanıldığını da görmekteyiz. Yazmanın 50b-71b varakları arasında “Seyyid Mu≈ammed Fet≈ü’l-Meúärif“in, 74b-84a varakları arasında “ŞeyΔ Seyyid £äbit úAlì ibni Fet≈ü’l-Meúärif“in, 84b-86a varakları arasında “ŞeyΔ Seyyid Mu≈ammed Maúrifì-i £änì“nin, 90b-92b varakları arasında “Timurcı Maúrifì Dergähı Bänìsi Eş-şeyΔ Es-seyyid Mu´≠afä Lu≠fì“nin, 94b-96b varakları arasında “ŞeyΔ Es-Seyyid A≈med úAşøì“nin, 99b-100b varakları arasında “ŞeyΔ Es-Seyyid ~asan Æäsìn Efendi“nin, 106b-117a varakları arasında ise “æuşa≠ası Dergähı Post-nişìni Ferdì Baba Efendi“nin ilâhî ve nefesleri bulunmaktadır.18
Mecmuadaki kayıtlardan öğrendiğimize göre Ma’rifî Tarikatı’nın Demirci hâricindeki tek dergâhı, Kuşadası’ndadır. Bu gün bu dergâh aşağıya alacağımız fotoğraflardan da anlaşılacağı
13 Tanman, bu zâtın ölüm tarihini 1824 olarak vermektedir. Yazar bu hususta kaynağını zikretmediği için bizim şimdilik bir yorum yapmamız da sözkonusu değildir. Bkz. M. Baha Tanman, “Maarifî Tekkesi”, s. 232.
14 dü-´ad=200, heftad=70 olduğuna göre bu mısra’da verilen ölüm tarihi (1)270/1853-54 yılına karşılık gelmektedir. Tanman’ın verdiği 1824 vefat tarihi hakkında şimdilik, kaynak verilmediği için yorum yapabilecek durumda değiliz. Bkz. Baha Tanman, “Maarifî Tekkesi”, s. 232.
15 Mecmua, vr. 117b.
16 Kılıç, Ege Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Yazmaları Alfabetik Kataloğu I, s. 52-57.
17 Kılıç, “Ege Bölgesine Âit Alevî-Bektaşî-Rifâ’î Esaslı Bilinmeyen Bir Mahallî Tarikat: Ma’rifîlik”, s. 198-199.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
18 Ferdî Baba hakkında daha geniş bilgi için bkz. Atabey Kılıç, “Ma’rifî Tarikatı Şeyhi Ferdî Baba ve Aruzla Yazılmış Şiirleri”, İlmî Araştırmalar, Dil, Edebiyat, Tarih İncelemeleri, S. 12, İstanbul 2001, s. 121-134.; Atabey Kılıç, “Ma’rifî Tarikatı ve Kuşadası Dergâhı Halifesi Ferdî Baba’nın Aruzla Yazılmış Bazı Şiirleri”, (Geçmişten Geleceğe Kuşadası Sempozyumu 23-26 Şubat 2000, Kuşadası/AYDIN) s. 10-15.; ayrıca bkz. Atabey Kılıç, Eski Türk Edebiyatı Üzerine Yazılar, Kayseri 2001, s. 87-110, 225-242, 243-254. (Manisa-Demirci Belediyesi’nin destekleyeceği bir proje çerçevesinde, adı geçen bu mecmua metnini yakın zamanda neşretmek düşüncesinde olduğumuzu burada ayrıca zikretmek isteriz.)
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir Tarikat : Ma’rifîlik 13
üzere ayakta değildir.19 Tarikatın, Manisa, İzmir ve Aydın illerinde başka dergâh veya tekkelerinin olup olmadığını da bilemiyoruz. Bu mecmuanın verdiği bilgilerin sâdece tarikat geleneğine göre yazılmış şiirlerden hareketle oluşturulduğu göz önüne alınacak olursa, Ma’rifîliğin en azından yukarıda saydığımız üç ilde, ismi her hangi bir şekilde zikredilmemiş dergâh, zâviye ya da tekkesinin bulunabileceği kuvvetle muhtemel olmalıdır.20
2007 Mart’ında ziyaret ettiğimiz Demirci Ma’rifî Dergâhı, aşağıya alacağımız fotoğraflardan da anlaşılacağı üzere ne yazık ki bu gün harap vaziyettedir. İzmir yönünden şehre girişte yolun sağında kalan dergâhın haziresinde bugün iki kabir taşı bulunmaktadır. Hazirede başka kabirlerin de bulunduğu, muhtemelen bunların tahrip olduğu veya edildiği de anlaşılmaktadır. Günümüzde ehl-i sünnet akidesine sık sıkıya bağlı yerli halkın çok da iyi hatırlamadığına şâhit olduğumuz Ma’rifîlerin, üzerinde çalıştığımız yazmalardan hatırladığımız kadarıyla Hz. Peygamber aşkını sıkça zikreden insanlar olduğunu söylediğimizde insanların çok şaşırdığını ifade etmeliyiz. Ma’rifî meşrepli insanların hâlâ bulunup bulunmadığını sorduğumuzda da çelişkili cevaplar almıştık, kimine göre hâlen bu meşrepte olan insanlar var fakat gizleniyorlar, bir kısmına göre de Demirci’yi terk etmişlerdi. İlçenin en yetkili ağızlarından birinin ifadesi, burada hâlen bu tarikata bağlı insanların yaşamakta olduğunu, fakat yanlış anlaşılmaktan ve algılanmaktan kaynaklanan bir kaygı ile gizlendiklerini göstermektedir.
19 Manisa-Demirci’ye 22 Mart 2007 tarihinde Demirci Belediye başkanı değerli kültür ve hizmet adamı Mithat Erşahin Bey’in, Mevlânâ’nın doğumunun 800. yılı vesilesiyle düzenlenmiş olan panele konuşmacı olarak daveti üzerine gittiğimizde, bir türlü gitme fırsatı bulamadığımız bu tarihî ve güzel şehri görmek nasip olmuş, ne zamandır ilgilendiğimiz Ma’rifîlikle alâkalı mekânları görmeyi de istemiştik. Bu çalışma boyunca vereceğimiz resimler, bu ziyaret esnasında çektiğimiz görüntülerden sadece bir kısmıdır. Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
20 Daha geniş bilgi için bkz. Kılıç, “Ma’rifî Tarikatı ve Kuşadası Dergâhı Halîfesi Ferdî Baba’nın Aruzla Yazılmış Bazı Şiirleri”; Kılıç, “Ma’rifî Tarikatı Şeyhi Ferdî Baba ve Aruzla Yazılmış Şiirleri” s. 121-134; Kılıç, “Ege Bölgesine Âit Alevî-Bektaşî-Rifâ’î Esaslı Bilinmeyen Bir Mahallî Tarikat: Ma’rifîlik”, s. 200.
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
14 Atabey KILIÇ
Baødı dil-cù øıldı inşä bu Rıfäúì tekyesin
Anda Ÿikrulläh olunduøça bula ol rä≈atı
Duúä eylesün Na®ìfüè “mur°-dili” tärìΔ ola
Cennet içre bula ~asan Dede şän u şevketi
Rù≈ına Fäti≈a
(H. 1284/M. 1867-68)
Yukarıdaki mezar taşından anlaşıldığı üzere, kabir Hasan Dede adlı şeyhe ait olup Dede tekkenin bânîsidir. Nazîf mahlaslı şâirin düştüğü tarihe göre de Hasan Dede’nin vefat tarihi hicrî 1284, miladî 1867-68’dir. Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir Tarikat : Ma’rifîlik 15
Yolun hemen kenarında bulunan diğer mezar ise muhtemelen yine aynı zâta aittir. Anlaşıldığı kadarıyla mezarın ilk baştaşı Arap harfleriyle yazılmış olan yukarıya aldığımız taştır. Tahrip neticesi kırıldıktan sonra yeniden
“Hu dost
Öksüz kalmasın diye
Geçti derğah başına
Mevlam azap göstermesin
Ruhuna hem nasına
Seyyid Sultan Muhammed
Fethùlmarifi dergähından
Şeyhmer Hasan Dede
Ölüm 1284. H”
ibareleri işlenmek suretiyle muhtemelen 1950-60 yılları aralığında kabre baştaşı olarak dikilmiştir.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
16 Atabey KILIÇ
Ayakta kalan bu iki parçanın haricinde resimlerin de işaret ettiği üzere dergâh binası perişan vaziyettedir.21
21 Türk kültür tarihi için önemli bir merkez olduğu belli olan bu mekânın özellikle belediyenin öncülüğünde bir an evvel onarılması sadece Demirci için değil, Türk kültürü için de unutulmaz bir hizmet olacaktır.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir Tarikat : Ma’rifîlik 17
Demirci’deki Ma’rifî emarelerinden bir diğeri de bahsi geçen dergâh kalıntısından yaklaşık 100-150 m. ileride solda, bir hayli meyilli bir alanda bulunmaktadır. Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
18 Atabey KILIÇ
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir Tarikat : Ma’rifîlik 19
İki servi ağacı altında bulunan ve bir parça tahribata uğramış olan mezarın baş taşında Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
20 Atabey KILIÇ
Huv
Perdei zulm
Ref oldu bugün
Didemden ben
Müyesser oldum
Ânîde bana
Didarı cemâl
Li sene 1332 mahı
Ramazan 3 tarıkı Marifi
Şeyhi Eş şih
Es seyyit
Koyunoğlu Ali
Galip Efendi
Ruhuna Fatiha
ibarelerini okumaktayız. Muhtemelen burası da ana dergâha bağlı bir birim idi ve zamanın tahribatına boyun eğmişti.
Demirci’nin çeşitli medeniyetlerin izlerinin yanısıra, tarikatlar açısından da zengin bir birikime sahip olduğu rahatlıkla anlaşılmaktadır. Belediye binası bahçesinde teşhir edilen aşağıya resimlerini aldığımız iki mermer tâcı da burada ayrıca zikretmek isteriz.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir Tarikat : Ma’rifîlik 21
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
22 Atabey KILIÇ
Tarikatın Demirci’de bulunan dergâhı hakkındaki bilgilerimiz bir hayli kısıtlıdır. Mekânın sanat tarihi uzmanları tarafından incelendikten sonra Kartal’da bulunduğu bildirilen âsitâne ile mimarî açıdan benzerliğinin olup olmadığına ayrıca dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bunun gibi tarikatın Kuşadası dergâhı postnişîni Ferdî Baba’nın hayatı hakkında da henüz yeterli bilgiye sâhip değiliz. Ne zaman, nerede doğduğu, aslen nereli olduğu, nasıl bir eğitim aldığı hakkında da bu sebeple her hangi bir bilgi verebilecek durumda değiliz. Ancak, anlaşılıyor ki Ferdî Baba, Ma’rifî tarikatına gönül vermiş, tarikat içerisinde çeşitli mertebelerden geçtikten sonra Kuşadası Dergâhı postnişîni olmuştur. Ferdî’nin uzunca bir süre Ma’rifî Dergâhı postnişîni olarak Kuşadası’nda bulunduğunu tahmin etmek güç değilse de, onun en azından H. 1270/M. 1853-54 yılında Kuşadası’nda Ma’rifî Dergâhı şeyhi olduğu kesin olarak bildiğimiz bir gerçektir.22
Ferdî Baba Efendi de tarikatın önde gelen halifeleri gibi tasavvufî tarzda şiirler yazmıştır. Ma’rifî Tarikatı Mecmuası’nda kayıtlı bulunan şiirlerin hece ve aruz ölçüleri ile yazıldığını görmekteyiz. Aruzla yazılmış şiirlerine bakıldığında, pek çok tasavvufî şiirde gördüğümüz üzere edebî bakımdan fazla değerli olmadıklarını ancak, bunların samîmî bir edâ ve dervişâne bir ruh ile kaleme alındıklarını görmek mümkündür. Ferdî’nin aruzu kullanma bakımından bir hayli başarılı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Şiirlerinde aruz kusurlarının neredeyse yok denecek ölçüde az olması onun iyi bir klâsik eğitimden geçtiğinin de işâretlerinden olmalıdır.23
Ma’rifî tarikatı pek çok bakımdan dikkat çekici karakteristik özellikler arz etmektedir. Öncelikle samîmî duygulara sahip, nefsi terbiye etme konusunda kendilerine has yöntemleri bulunan inançlı Alevîler olarak karşımıza çıkan Ma’rifî tarikatı mensupları, zamanla tekkelerinin, dergâhlarının birer kültür merkezi hâline gelmesini de sağlamışlardır. Elimizde bulunan
22 Ferdî Baba için bkz. Kılıç, “Ma’rifî Tarikatı Şeyhi Ferdî Baba ve Aruzla Yazılmış Şiirleri”, s. 121-134.
23 a.g.m., s. 200. Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir Tarikat : Ma’rifîlik 23
belgelerden öyle anlaşıyor ki Ma’rifîlik, bölgenin daha çok Türkmen kökenli olan halkının irfânının gelişmesi hususunda da inkârı mümkün olmayan katkılarda bulunmuş olmalıdır.24
Üniversite kütüphanesinde bulunan yazmalar arasında bu tarikatla çeşitli bakımlardan ilgisi bulunan eserler de bulunmaktadır. 80 tanesini tavsif etmeye çalıştığımız adı geçen yazmalardan yaklaşık 25’i, özellikle Ma’rifî tarikatının âdâb, erkân ve usûlünden bahseder niteliktedir. Kalanların büyük bir kısmı ise çeşitli vesilelerle Ma’rifî tarikatına dâir bir alakaya sahiptir. Bu yazmaların bir kısmı ya Ma’rifî tarikatı şeyh veya müridlerinden birine âittir, yani üzerinde sahiplik mührü veya temellük kaydı vardır, ya da tarikat mensuplarından biri tarafından telif veya istinsah edilmişlerdir. Hazırlamış olduğumuz katalog incelendiği takdirde görülecektir ki, yazmaların, özellikle mecmualar başta olmak üzere bir kısmı telif25; Kitâb-ı Devâü’l-Ebdân ve Tıbbü’n-Nebî ve Hacâmat26, Kitâb-ı Melhame Li’t-Tasnîfi Dânyâl27, Risâle-i ‘Aynü’l-Hakîka Fî Râbıtati’t-Tarîka28 gibi olan diğer kısmı ise istinsah edilmiş eserler olarak tarikat bünyesinden çıkmış olmaları bakımından dikkat çekmektedir. Bunların haricinde kalan pek çok yazma ise, üzerinde bir mühür, temellük kaydı veya istinsah kaydı bulunmamasına rağmen, kullanılan kağıt, mürekkep ve hatta yazı tarzı bakımından Ma’rifî tarikatı tekkelerinden, özellikle de Manisa Demirci’de bulunan merkezden çıktıklarını gösterir pek çok işaret taşımaktadır. Anlaşıldığı kadarıyla Demirci’deki âsitânenin en gözde ve velûd müstensihi, kendisini “Bende-i Ma’rifî” yani Ma’rifî kölesi olarak niteleyen Demircili, Es-Seyyid Hâfız İsmâil Hakkı’dır. İsmâil Hakkı’nın yazmalar arasında hemen fark edilen kendine has bir yazı tarzı ve kullandığı özel renkte mürekkebi vardır: İri ve okunaklı, biraz süslü nesih; açık maviye yakın lacivert mürekkep. İsmail Hakkı’nın kalın uçlu çelik veya kamış kalem kullandığı da yazı kalınlığından dolayı anlaşılmaktadır.29
Ma’rifî tarikatının aynı zamanda bir kültür merkezi görevi gördüğünün en önemli delili olarak yaklaşık 100 kadar el yazması eserin günümüze kadar ulaşabilmiş olmasını göstermek tabiî ki mümkündür. Üstelik bu yazmaların en azından 50-60 yıl boyunca hiç de müsait olmayan şart ve yerlerde saklandığını, bir çoğunun bu arada kaybolduğunu da göz önünde bulunduracak olursak, aslında tarikat merkezi olan Demirci’de muhafaza edilen yazma eser sayısının 100’ün çok çok üzerinde olması gerektiği rahatlıkla anlaşılacaktır. Yazmaların kendileri aslında başlarından geçenleri hâl diliyle anlatacak ölçüde üzerlerinde emâreler taşımaktadır. Pek çok yazma su gördüğü için tahrip olmuştur, ancak bir kaç yazma bu felaketten uzak kalabilmiştir. Bir kısım yazmanın ise yangın felâketinden zar zor kurtulduğunu anlamak mümkündür. Bu yazmaların
24 a.g.m., s. 200.
25 Meselâ 36. sırada kayıtlı bulunan ve içerisinde Eş-Şeyh Seyyid ‘Alî Sâbit bin Fethü’l-Me’ârif tarafından kaleme alınmış bulunan Risâle-i Sâbit Kisve-i Ma’rifî adlı mensur eserin de bulunduğu, “Bende-i Ma’rifî” Hâfız İsmâil Hakkı’nın istinsah ettiği mecmu’a ile 52. sırada kayıtlı bulunan ve 1b-41b varakları arasında kalan ilk kısmı Hâfız Hüseyn er-Rifâ’î Lebsü’d-dîn el-Mustafâ tarafından telif edilen, 24 Muharrem 1228/ 27 Ocak 1813’te de istinsah edilen mecmua, bunlar arasında en önemli örnekler olarak gösterilebilir. Tavsifi için bkz. Kılıç, a.g.e., s. 52-57.
26 Eser, 53 varak hacminde olup “Bende-i Ma’rifî” Hâfız İsmâil Hakkı tarafından H. 1254 Muharrem/ M. 1838 Nisan’ında istinsah edilmiştir. Bkz. Kılıç, a.g.e., s. 36-37.
27 Eser, 3252 beyitlik bir mesnevî olup 98 varaktan oluşmaktadır. “Bende-i Ma’rifî” Hâfız İsmâil Hakkı tarafından H. 1329 Muharrem/ M. 1911 Ocak’ında temize çekilmiştir. Yazmanın tam metni için bkz. Melike Derya Yıldırım, Danyal’ın Kitâb-ı Melhame’sinin Transkripsiyonlu Metni, (Mezuniyet Tezi), Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, İzmir 2000. Tavsifi için bkz.: Kılıç, a.g.e., s. 38-39.
28 Eser, Edirne müftüsü Es-Seyyid Muhammed Fevzî tarafından telif edilmiş olup “Bende-i Ma’rifî” Hâfız İsmâil Hakkı Temürci tarafından istinsah edilmiştir. Tavsifi için bkz. Kılıç, a.g.e., ss. 105-106.
29 a.g.m., s. 200-201. Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
24 Atabey KILIÇ
özellikle cilt kapakları, ağız ve etek kısımları hatırı sayılır bir yangından etkilendiklerini işaret etmektedir. Hasılı, elde bulunan yazmalar göz önünde bulundurulduğunda, tarikatın sadece Manisa Demirci için değil, çevre iller ve hatta bütün Ege Bölgesi için bir hayli zengin bir kültür merkezi olarak görev gördüğünü iddiâ edebiliriz.30
Elimizde bulunan yazmadan öğrendiğimiz kadarıyla, merkezi Manisa ili Demirci ilçesinde bulunan bu tarikatın bağlı bulunduğu asıl tarikat Rıfâ’î tarikatıdır. Ege Üniversitesi Merkez Kütüphanesi yazmaları arasında bulunan ve hazırladığımız katalogda 33 numarada yer alan Ma’rifî Dergâhı İlâhî Mecmû’asında 83a varağında kayıtlı bulunan şu müfred tarikatın meşrebi hakkında yeterince bilgi verir niteliktedir:31
Mu≈ammed Fet≈ü’l-Meúärif bir vücuddur Rıfaúìler32
Mu≈ammed úAli neslinden gelenlerdür Rıfaúìler
Bilindiği gibi aktâb-ı erba’a33 (dört kutup)dan biri olarak kabul edilen Ahmed er-Rıfâ’î (Öl. Vâsıt 578/1183)’nin kurucusu olduğu Rıfâ’iyye34, Ortadoğu, Anadolu ve Rumeli’de yaygın olan bir tarikat olup Anadolu’da daha çok Bektaşî tarikatı ile birbirine girmiş mâhiyettedir. Bu hususiyet Ma’rifî tarikatındaki Alevî-Bektaşî unsurlarına da açıklık getirmektedir.
Mecmu’anın mensur kısmı, tarikatın alâmetlerinden olan kisve yani kılık kıyafet ile ilgili bilgiler verirken, aynı zamanda bizi Ma’rifiyye’nin usûl ve âdâbından da haberdar etmektedir. Tarikatlar için kılık kıyafetin, ayırıcı özellikler arz etmesi bakımından önemli olduğu bilinmektedir. Yine bir kısım tarikatların birbirlerine göre farklı kıyafetler kullandıkları da öteden beri bilinen bir gerçektir. Genellikle bir dervişin giydiği kıyafetten onun hangi tarikata mensup olduğunu tayin etmek mümkündür. Mevleviyye ve Bektaşiyye gibi bazı tarikatlarda kıyafete çok
30 a.g.m., s. 201-202.
31 Kılıç, a.g.e., s. 49-50.
32 “Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün” vezni ile yazılmış olan beytin vezni 2. ve 3. tef’ilelerde aksamaktadır.
33 “Ricâlullah, merdân-ı Hudâ, merdân-ı gayb, hükûmet-i sûfiye gibi terimlerle de ifade edilen ricâlu’l-gaybın başında gavs, gavsu’l-a’zam, kutbu’l-aktâb gibi isimler de verilen bir kutub bulunur. Kutub, kelimesi aslen değirmen taşının miline verilen isimdir. Değirmenin taşı nasıl bu milin etrafında dönüyorsa, tasavvufî inancı göre dünya da kutubla dönmektedir. Kutbun sağında ve solunda iki imam bulunur. Sağdaki melekût âlemini, soldaki mülk âlemini yönetir. Kutub vefat edince yerine soldaki geçer. Aktâb-ı erba’a (4 kutub) ile genellikle Abdulkâdir Geylânî, Ahmed er-Rıfâ’î, Ahmed Bedevî ve İbrâhim Desûkî kasdedilmekle beraber bazan dördüncü isim olarak Ebu’l-Hasan Şâzelî de zikredilmektedir. Anadolu’nun dört kutbu tabiriyle de Mevlâna, Hacı Bayram-ı Velî, Hacı Bektaş-ı Velî ve Hacı Şabân-ı Velî kasdedilir. Çeşitli tarikatlara göre bu isimlerin değişiklikler gösterdiği de bilinmektedir. Daha geniş bilgi için bkz. Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, s. 251-254.
34 Ahmed er-Rıfâ’î’nin vefat yeri olan Vâsıt, İran’ın Betâih bölgesine bağlı bulunduğundan Betâihiye diye de adlandırılan Rıfâ’iyye tarikatının en dikkat çekici özelliği, başlangıçta karşılaşılmayan, fakat zamanla ortaya çıkan, tarikat mensuplarının, vücudun bazı yerlerine şiş sokmak, kılıcın keskin tarafına basmak, ateşle oynamak, kızgın demir yalamak gibi çeşitli gösterilerde bulunmalarıdır. Bilindiği kadarıyla Rıfâ’iyye, Anadolu’da fütüvvet ve ahi teşkilatıyla, Rumeli’de ise Bektaşîlikle karışmıştır. “Her Rıfâ’î şeyhinin tâcı altından, bir Bektaşî tâcı çıkar” sözü bu alâkaya işaret etmek için kullanılan bir ifade olmuştur. Son zamanlara doğru Bektaşî tekkeleri gibi Rıfâ’î tekkelerinin de sazlı, sözlü, içkili âlemlere sahne olduğu bilinmektedir.
Kaynaklar Rıfâ’iyye tarikatının esaslarını şu şekilde sıralamaktadır:
1. Allah’ın emrini yerine getirmek, yasaklarından kaçınmak,
2. Şeriat ve tarikata ters düşen şeylerden sakınmak,
3. Dininde ve ahdinde muhkem durmak,
4. Şeriat ve tarikata lazım olan şeyleri öğrenmek ve onları uygulamak,
5. Kişilerin ayıp ve kusurlarını öğrenmemek,
6. Muhtac olanlara insaf ve merhamet etmek,
7. Yaramaz ve çirkin huyları terketmek,
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
8. Şeyhinin nasihatını kabul etmek. and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir Tarikat : Ma’rifîlik 25
önem verilirken, Nakşbendiyye’de kıyafetin fazla önemsenmediği, sade ve temiz giyinmekle ve bazan başa sâde bir sarık sarmakla yetinildiği bilinmektedir. Melâmîler ise bu bakımdan meşreplerini imâ eden herhangi bir özel kıyafete baştan beri karşıdırlar.
Sûfîler tarafından giyilen hemen hemen her tarikat kıyafetinin kendilerine göre genellikle mistik mânâları vardır.35
Ma’rifî tarikatının diğer tarikat ehline göre alâmet sayılabilecek olan kisvesi36 sırasıyla şu yedi unsurdan oluşmaktadır: Tâc, gül, saç, hırka, deste-gül, tennûre ve şeddü’l-kemer.
Tâc veya fahr yünden yapılmış, çeşitli renkteki serpuşlara verilen genel isimdir. Mevlevîlerin sikke diye isimlendirdikleri tâcın üst kısmına kubbe, başa geçen kısmına da lenger denir. Bektaşî, Rifâî, Kâdirî ve Sa’dî tâclarının kubbesi genellikle 12 dilimdir. Tâcın üzerinde sarılan sarığa destâr denir. Pâyelî, Hüseynî, Örfî, Cüneydî, Dolama gibi çeşitleri vardır. Bilindiği gibi Bektaşî tâcı on iki terkli (dilimli) olup, alt kenar kısmı yani lengeri dört parçalıdır. Bektaşîlere göre kubbedeki her bir dilim, on iki imamı temsil eder. Alt kenardaki parçaların her birine ise kapı denmekte olup bunlar şeriat-tarikat-ma’rifet-hakikat kapılarını sembolize etmektedir ki bu tür tâclara Hüseynî tâc denmektedir. Lengeri gibi kubbesi de dört parçadan ibâret olan tâclara Horasanî veyâ Edhemî tâc, yedi terkli tâclara da şemsî tâc dendiğini kaynaklar bildirmektedir. Bektaşî tâcları içerisinde sıklıkla kullanıldığını bildiğimiz bir diğer tâc ise Elifî tâcdır ki, lengeri dört, kubbesi iki parçadan dikilmiş olduğu için karşıdan bakıldığında elif harfine benzediği için bu şekilde adlandırılmışlardır.38
35 Bu makalede örnek olarak kullanılan resimler: Nurhan Atasoy, Derviş Çeyizi Türkiye’de Tarikat Giyim Kuşam Tarihi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 2005; Yahyâ Âgâh b. Sâlih el-İstanbulî, Tarikat Kıyafetlerinde Sembolizm Mecmû’atü’z-Zarâ’if Sandûkatu’l-Ma’ârif, Ocak Yayıncılık, İstanbul 2002 isimli eserlerden alınmıştır.
36 Tâc, hırka, destâr gibi kıyafetlere “cihâz-ı tarîkat” denir ve bunlar müride şeyhi tarafından belli dualar okunarak, tekbirler getirilmek suretiyle giydirilir. Yapılan bu merasime de “tekbîrlemek, tekbîr etmek, tekbîrletmek” denir.
37 “Bu yedi kisve-i dervìşän üzerine bir Risäle-i Kisve-i Maúrifì deyüp isim tesmiyye olunup bendemiz olan geysün ve beyän olsun didikde väøıúan cemìú-i ≠urùø-i úaliyye fuøarälarında var. Dürlü eşkäl olup kisve olur. Täc ve gül ve ´aç / ve Δırka ve deste-gül ve tennùre ve şeddü’l-kemer her birine birer isim tesmiyye itmisler. Kimine kisve-i Rıfäúiyye ve æädirì ve Bedevì ve Desùøì ve Elvänì ve Şaúbanì ve Bekrì ve úÍsevì ve A≈medì ve Veysì ve Melämì ve Yesärì ve Celälì ve Saúdì ve Bayrämì ve Täcì ve Edhemì ve Şemsì ve Mevlevì ve ~amzavì ve ~alvetì ve Celvetì ve Sünbülì ve ~alavì ve Naøşì ve Nùrì ve Sinänì ve Häşimì ve Esräfì ve Hüdäyì ve Mısrì. Bunlara em§äl ne øadar ehlulläh ve úärif-i billäh mürşid-i kämil var ise fuøarälarına bellü olsun için her biri birer úalämet-i nişän ictihäd idüp dam°a-i kisve-i dervìşän / taúbìr eylediler. Ancaø bize läzım olan kendi meslegimiz Maúrifì øolunda ve yolunda bulunan sälikìne beyän olsun içün yedi nevúi kisve tertìb olundı. Täc, gül, ´aç, Δırøa deste-gül, tennùre, şeddü’l-kemer.” Mecmua, vr. 4ab. Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
38 Bektaşî düşüncesine göre on iki dilimli tâcın her bir diliminin “bilgi sâhibi olmak, isyankâr olmamak, nefsine uymamak, kibirsiz olmak” gibi ayrı ayrı anlamları olduğu da bilinmektedir. Bkz. Bedri Noyan(Dedebaba), Bektaşîlik Alevîlik Nedir?, İstanbul 1995, s. 239-240. Bu çalışma boyunca vereceğimiz tarikat kıyafetlerini Nurhan Atasoy’un Derviş Çeyizi isimli eserinden alıntıladık. and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
26 Atabey KILIÇ
Ma’rifî tâcının da Bektaşî ve Rıfâ’î tâclarının 12 dilimli oluşundan hareketle, 12 dilimli olduğunu düşünmek tabiî ki mümkündür. Ancak mecmuada, Ma’rifî tâcının üzerinde 19 işaret bulunduğu belirtilmektedir: "Dört øapunıñ maøämları tamäm olup üzerinde tertìb olunan on sekiz ≠urùø üzerine müretteb täc-ı şerìfiñ suõäli içinde. On sekiz ≠urùøıñ suõäli ceväbı daΔı dört øapu üzerine tertìb olunup işäret oldı°ı gibi ol daΔı dörtdür. Maúlùm ola evvelki işäretimiz budır. Yä dervìş on ikisi on iki imäm efendilerimize işäretdir. İki daΔı a´l-ı u´ùl / ~adìce-i Kübrä ve Fä≠ımatü’z-Zehrä’ya işäretdir ve dört daΔı çäre-i maú´ùm-ı päke işäret idüp on sekiz ≠urùø her biri biñ yirine øaõim-maøäm olup on sekiz biñ úäleme işäret ve on sekiz biñ úälemiñ fevøında ~abìb-i Ekrem Mu≈ammedü’l-Mu´≠afä efendimizdir. Täcımızıñ üzerinde dügmesiyle on toøuz işäretimiz anıñ içün bu cümlesine işäreten başımız onlara ba°lu olma°ıla däõimä taú®ìm idüp başımıza geyeriz." 39 Metinden anlaşılacağı üzere Ma’rifî tâcında 18 dilim vardır ve bu dilimlerin on ikisi, on iki imama yani Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Zeyne’l-Âbidîn, Muhammedü’l-Bâkır, Ca’ferü’s-Sâdık, Mûsâ-yı Kâzım, Aliyyü’r-Rızâ, Muhammedü’l-Takî, Aliyyü’n-Nakî, Hasanü’l-Askerî ve Muhammed Mehdî’ye işarettir. İkisi Hz. Hatice ile Hz. Fâtıma’ya ve dört de ‘çâre-i ma’sûm-ı pâk’e işaret eder, böylece 18 rakamına ulaşılır. Bunların her biri bin yerine konulduğunda da 18 bin âleme işaret eder. 18 bin âlemin üstünde ise ‘~abìb-i Ekrem Mu≈ammedü’l-Mu´≠afä’ bulunur ki bu da Ma’rifî tâcının üzerindeki düğme ile temsil edilmektedir. Tâcın giyilmesi, bu sayılan zevâtın hepsine baş bağlılığını ve onlara duyulan hürmettendir. Aşağıya aldığımız resmin de işaret ettiği üzere Ma’rifî tâcı 18 dilimlidir, Hz. Muhammed’i temsil eden düğmesi ile toplam 19 işaret taşır.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
39 Mecmua, vr. 13b-14a. and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir Tarikat : Ma’rifîlik 27
Gül, terim olarak iki anlama gelmektedir. Birincisi, ucu yassı, avuç içi büyüklüğünde, iki karış uzunluğunda demir bir çubuktur. Rifaî dervişlerinin bunu mangalda kıpkırmızı olunca çıkartıp, zikrederken yalaya yalaya soğuttukları bilinmektedir. Gülün ikinci anlamı ise, tarikat taçlarının tam üstüne, yani kubbe kısmına dikilen ve çuha üstüne işlenen şekiller için kullanılır.40 Tâcın tepesinde dilimlerin birleştiği noktaya “mühür” ya da “gül“ denilen ufak yuvarlak parça konurdu ki bunların havuzlu, kız gülü, Bağdat gülü, kafesli gibi çeşitleri yapılmıştır.41 “İkinci tertìb ve nişänımız olan mihr-i gül Maúrifì ≠arìøında bende olup dervìşänların gerek şerbetler ve gerek / biúatlar ve gerek şükür ve gerek ünäs ve gerek ≈izmet ve gerek müfred olan fi’l-cümlesine eger istegi olup dervìş oldı°ımıza başımızda ®ähiren bir úalämet-i dam°a ≠arìøımıza bir nişän isteriz deyene bir mihr-i gül virilüp ≠aøıla cümlesi bir ´ùret üzere olup biline bir säõil suõäl eylese bu başınızdaki úalämet-i nişänıñ ismi nedir ve neye işäretdir? El-ceväb yä dervìş ≠arìøımızıñ nişän-ı dam°a-i mehridir. İsmine gül dirler ve neye işäretdir derseñ, ortasındaki däõirede on iki tı° on iki İmam-ı mäh-ı münìr efendilerimize işäretdir. Ve e≠räfınıñ yazısı f, c, ş, §, ®, Δ, Ÿ okunur. Ve bu oøunan esmänıñ her bir ≈urùfı / daΔı esmädır. ... Yedi ≈arf yedi esmä ve keväkib-i sebúa üzeredir. Yä dervìş evvelki işäreti ve ≈urùf esmäsı beyän olunan işäreti budır... Ve ≈urùfı f ve esmäsı Ferdun. İkinci işäreti ... ve ≈urùfı c, esmäsı Cabbärun, üçünci esmäsı işäreti ... ≈urùfı ş ve esmäsı Şekùrun. Dördünci işäret ... ve ≈urùfı § esmäsı £äbitun. Beşinci işäreti ... ve ≈urùfı ® ve esmäsı ßähirun. Altıncı işäreti ... ≈urùfı Δ ve esmäsı `abìrun. Yedinci işäreti ... ve ≈urùfı z esmäsı Zekiyyun Ve bu daΔı yä dervìş æurõän-ı úa®ìmü’ş-şän yedi ≈arf üzere näzil olmuşdur didiñ didi. / Bizim başımız æurõän-ı úazìmü’ş-şän’a ba°ludır. Başımızda gül gibi ≠aşırız. Eger derseñ yä dervìş kimiñiz iç fesiñizde gezleyüp ve kimiñiz äşikär idüp başıñızda ≠aşırsıñız. Neçündür derseñ sırr-ı æurõän Fäti≈a-i şerìf’de tekmìl olup f, c, ş, §, ®, Δ, z bu yedi ≈urùf Fäti≈a’da äşikär olmayup gizli olup erbäbına äşikär oldu°ı için kimimiz äşikäre ve kimimiz gizleyüp ≠aşırız.” şeklindeki alıntıladığımız metinde; Ma’rifî gülünün üzerinde 12 tığ bulunduğu, bu tığların her birinin 12 imamın birini temsil ettiği, tığların etrafında f (ف), c ( ج), ş ( ش), § ( ث), ® ( ظ), Δ ( خ), z ( ز) harflerinin sıralandığı,
bu harflerin de sırasıyla f (Ferdun), c (Cabbârun), ş (Şekûrun), §, (£äbitun), ® (ßähirun), Δ
40 Cemal Kurnaz, “Gül”, DİA, c. 14, İstanbul 1996, s. 222; Noyan(Dedebaba), Bektaşîlik Alevîlik Nedir?, s. 240. Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
41 Gül hakkında Derviş İbrâhîm el-Eşrefî el Kâdirî’nin yazdığı ve Süleymâniye Kütüphanesi, Esad Efendi, nr. 270’te bulunan “Gül Risâlesi”, Mustafa Kara tarafından yayımlanmıştır. Bkz.: Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, V/5 [1995], Bursa 1995, s. 11-23. and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
28 Atabey KILIÇ
Saç, Ma’rifî tarikatı kisvesi arasında gördüğümüz unsurlardandır. "Üçünci úalämet-i nişänımız başımızda olan ´açımız. Eger suõäl olunsa baú◊ı dervìşänıñ ve ≠arìøımızda bu baş üzerinde olan ´aç nedir? Temiz midir? Mekrùh mıdır? Yä dervìş bilmiş ol bu baş üzerinde olan ´aç İslämda temiz, papasda mekrùhdur. Ne sebebden İslämda temiz papasda mekrùhdur derseñ yä dervìş. Şu sebebden ki bu ´açıñ / bu øadar ´orısı ve suõäli var ve cänı ve teni vardır. Papas cänın ve tenin bilmez. ™orısın ve suõälin añlamaz. Anda pis ve mekrùhdur. İslämda sünnet-i şerìfdir ve temizdir. Yä dervìş bu ´açıñ cänı ve teni nedir? YoΔsa kefere başındaki ´aç gibi midir derseñ eşid bilmiş ol øarındaşım. Bu benim başımdaki ´açıñ cänı "Bismillähi’r-ra≈mäni’r-ra≈ìmdir. Ve teni yüz yigirmi dört biñ teldir ve her bir teli bir nebìye işäretdir. úAlä-riväyetin yüz yigirmi dört biñ pey°am-berdir ve benì Ádemiñ başındaki ´aç daΔı yüz yigirmi dört biñ tel oldı°ı içün aña sebeb başımda ≠aşırım. Ve bir daΔı yä dervìş vücùd-i ädem / bir úälemdir ve bu baş üzerinde olan ´açıñ her bir teli semävät-ı sebúada olan keväkibe işäretdir. Ol daΔı úalä-riväyetin yüz yigirmi dört biñ keväkib olup aña işäreten başımızıñ ´açın küşäd keväkib-i semäúı úayän oldı°ı içün biz de beyän ider ≠aşırız. Ve bir daΔı cümle vücùd-ı ädem böyle midir derseñ ´ùreti ve sìreti ädem maúnen ve insän-ı kämil olunca elbet öyledir. YoΔsa ´ùretä ädem sìreti ≈ayvän olan kişiniñ ´ùretinde ve sìretinde elbet bir ´ıfat näøı´dır. Eger derseñ yä dervìş bu ´aç cänlı mıdır? Cänludır, çün cänludır aña °asli iøti◊ä ider. / Evvelä başı nedir ve teni nedir ve cänı nedir ve kendi nedir ve °asli nedir ve ìmänı nedir ve kilidi nedir ve far◊ı nedir ve sünneti nedir ve ≈ayätı nedir ve memätı nedir ve yemişi nedir ve toΔumı nedir yä dervìş? Eşit bilmiş ol evvelä başı Mu≈ammede’l-Mu´≠afä ´allallähu teúälä úaleyhi ve sellemdir ve teni "Bismillähi’r-ra≈mäni’r-ra≈ìm”dir. Ve cänı enbiyäullahdır ve kendi nùrullähdır ve °asli ≠arìødır ve ìmanı tevä◊uúdur ve kilidi teslìmlikdir. Bir mürşid-i kämili bulup ´aç insäna teslìm oldu°u gibi teslìm olmaødır. Ve far◊ı ~aø Teúälä emr eyledi. Päk ≠utmaødır ve sünneti yuyunca øurutmaødır. / ve ≈ayätı temiz itmekdir. Ve memätı kirli olur ise dökülmekdir. Ve øıblesi bu´urdır ve namäzı her kişiden selämın kesmemekdir. Ve göki ìmändır ve a´lı nùr-ı `udä’dır. Ve ferci dünyädır. Ve yemişi däõimä ´alavät-ı şerìf idüp Resùlulläh ´allallähu teúälä úaleyhi ve sellem efendimize hediyye itmekdir ve toΔumı oniki imäm efendilerimiz Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
42 Mecmua, vr. 22a-23b. and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir Tarikat : Ma’rifîlik 29
cümlesi ´açlu idi. Anlardan toΔumı olup bize mìrä§ øaldı." şeklindeki metinden anlaşıldığı kadarıyla müridlerin saçı normalin üstünde bir uzunluğa sahiptir ve temiz tutulması özellikle istenmektedir.43
Anlam bakımından bez parçası ve elbise anlamına gelen hırka, tarikat ehlinin giydiği önü açık, yakasız, kollu, geniş ve topuklara kadar inen uzun bir cins kıyafettir. Hırka giymek, dervişin kendi iradesinden soyunup şeyhin iradesine teslim olmasını sembolize etmektedir. Dervişin, mensup olduğu tarikat şeyhinin elinden giydiği hırkaya "hırka-yı inâbet" ya da "hırka-yı irâdet" denir ki bu ancak ehil olana giydirilir. Seyr-i sülûkunu tamamlayıp şeyhlik yapmaya hak kazanan sûfîye icâzet-nâme veya hilâfet-nâme verilir. İcâzet-nâme vermeye "ilbâs-ı hırka" (hırka giydirmek), almaya ise "lubs-i hırka" (hırka giymek) adı verilir. Bunun neticesi giyilen hırkaya ise "hırka-yı tarikat" denir. Ayrıca "Hırka-yı teberrük" tabir edilen ve henüz tarikata girmemiş, fakat zaman zaman zikir meclislerine ve şeyhin sohbetine iştirak eden kimseye isteği üzerine giydirilen bir başka hırka giydirme de söz konusudur ki, böylece kişinin tarikata ısınması ve intisâba ehil hâle gelmesi teşvik edilmiş olur. İsteyen herkese giydirilen bu hırkaya "muhib hırkası" ve "muhib kisvesi" de denmektedir. “Dördünci úalämet-i dam°a-i nişänımız olan kisve-i Maúrifì Δırøadır. Yä dervìş cemìú-i dervìşän ve meşäyıΔ efendileriñ ve ≠arìøımızda arøamıza geydigimiz Δırøa nedir? Eşit bilmiş ol ki Δırøa dimek vücùd-ı insänı setr içündür ve Δırøa geymek far◊ mıdır, yoΔsa sünnet midir? Hem far◊ hem sünnetdir, emrullähdır, far◊dır. Resùlulläh ´allallähu teúälä úaleyhi ve sellem efendimiz geydi sünnet-i şerìf oldı. Yä dervìş eger derseñ el-≈äletü häŸä şu Δırøanıñ far◊ı nedir, sünneti nedir, cähı nedir, binäsı nedir ve teni nedir ve cänı nedir ve namäzı nedir, øıblesi nedir ve °asli nedir ve kilidi nedir? / Eşit bilmiş ol evvelä far◊ı mu≈abbet-i ehlullähdır. Ve sünneti ≈adì§-i Resùlullähdır. Oøuyup ve diñleyüp ≈ıf®ına alma°a saúy eyletmekdir ve cähı temiz tutmaødır ve binäsı tekbìr ve tehlìlullähdır. Ve teni iΔlä´dır ve cänı geyen insändır ve namäzı şäzılıødır. Ve øıblesi şeyΔdir. Ve °asli terk-i mäsivädır. Ve kilidi ≠o°rılıødır. Yä dervìş fi’l-a´l bu Δırøa geymeniñ başı øanı var mı? Bilmiş ol vardır ve beşdir. Evveli Ádem pey°am-ber Ebu’l-Beşer ´allallähu úaleyhi ve sellem. İkinci Ádem-i §änì Nù≈ nebiyulläh ´allallähu úaleyhi ve sellem. Üçünci ceddü’l-enbiyä İbrähìm `alìlulläh ´allallähu úaleyhi ve sellem. Dördünci úÍsä min rù≈ulläh ´allallähu úaleyhi ve sellem. / Beşinci Δätemü’l-enbiyä Mu≈ammed Resùlulläh ´allallähu teúälä úaleyhi ve Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
43 Mecmua, vr. 25a-27a.
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
30 Atabey KILIÇ
sellem. İşte reõis-i erkän başı bunlardır. Yä dervìş Δırøa giyen dervìş ve şeyΔ çoødur ancaø Δırøa geyinmek şar≠ı var mı? Bilmiş ol vardır ve beşdir. Ve inkär idüp işlenmezler. Ve ol beş şar≠ı işlemeyin deyü birbirlerine tenbìh ü teõkìd iderler ve işledigin duyarlar ise içlerinden ≠ard idüp çıøarırlar ve ol beş şar≠ın birisini İsläm iseñ sen daΔı işleme eger işler iseñ bizim ile bir daΔı görüşme dirler ve ol beş şar≠ın birisi yalan söylememek, ikinci / şar≠ı zinä eylememek, üçünci şar≠ı ≈aräm yememek, dördünci şar≠ı ≈ırsızlıø itmeyüp eli ile øomadı°ıñ şeyi almayup bir kimseniñ mälına ≠amäú itmemekdir. Beşinci şar≠ı ~aø teúälänıñ e≈adiyyetine güzel ìmän eyleyüp kendini bilerek Ÿerreten a´lä şirk itmemekdir. İşte bu beş nesne şar≠ı işlemezler ve tenbìh iderler.” ifadelerinden anlaşıldığı üzere, Ma’rifî’ye göre hırka giymek hem sünnet hem farzdır. Sırasıyla Hz. Âdem, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. İsâ ve Hz. Muhammed giymişlerdir. Hırka giymenin beş şartı vardır: Yalan söylememek, zina yapmamak, haram yememek, hırsızlık yapmamak ve son olarak Allah’a iman edip ona şirk koşmamak.44
Kisve-i Ma’rifî’de bahsi geçen destegül hakkında mecmuada yeterli bilgi bulunmamaktadır. Büyük bir ihtimalle, Hz. Ali’nin vefatı sırasında yanında bulunan Selman’dan bir deste gül istemesi ve Selman’ın getirdiği gülü kokladıktan sonra ruhunu teslim etmesi rivayetiyle alakâlı bir kisve olmalıdır. Mecmuadaki “Dördünci úalämet-i dam°a-i nişänımız olan kisve-i Maúrifì Δırøadır. Yä dervìş cemìú-i dervìşän ve meşäyıΔ efendileriñ ve ≠arìøımızda arøamıza geydigimiz Δırøa nedir? Eşit bilmiş ol ki Δırøa dimek vücùd-i insänı setr içündür ve Δırøa geymek far◊ mıdır, yoΔsa sünnet midir? Hem far◊ hem sünnetdir, emrullähdır, far◊dır. Resùlulläh ´allallähu teúälä úaleyhi ve sellem efendimiz geydi sünnet-i şerìf oldı. Yä dervìş eger derseñ el-≈äletü häŸä şu Δırøanıñ far◊ı nedir, sünneti nedir, cähı nedir, binäsı nedir ve teni nedir ve cänı nedir ve namäzı nedir, øıblesi nedir ve °asli nedir ve kilidi nedir? / Eşit bilmiş ol evvelä far◊ı mu≈abbet-i ehlullähdır. Ve sünneti ≈adì§-i Resùlullähdır. Oøuyup ve diñleyüp ≈ıf®ına alma°a saúy eyletmekdir ve cähı temiz tutmaødır ve binäsı tekbìr ve tehlìlullähdır. Ve teni iΔlä´dır ve cänı geyen insändır ve namäzı şäzılıødır. Ve øıblesi şeyΔdir. Ve °asli terk-i mäsivädır. Ve kilidi ≠o°rılıødır. Yä dervìş fi’l-a´l bu Δırøa geymeniñ başı øanı var mı? Bilmiş ol vardır ve beşdir. Evveli Ádem pey°am-ber Ebu’l-Beşer ´allallähu úaleyhi ve sellem. İkinci Ádem-i §änì Nù≈ nebiyulläh ´allallähu úaleyhi ve sellem. Üçünci ceddü’l-enbiyä İbrähìm `alìlulläh ´allallähu úaleyhi ve sellem. Dördünci úÍsä min rù≈ulläh ´allallähu úaleyhi ve sellem. / Beşinci Δätemü’l-enbiyä Mu≈ammed Resùlulläh ´allallähu teúälä úaleyhi ve sellem. İşte reõis-i erkän başı bunlardır. Yä dervìş Δırøa giyen dervìş ve şeyΔ Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
44 Mecmua, vr. 27b-29a. and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir Tarikat : Ma’rifîlik 31
çoødur ancaø Δırøa geyinmek şar≠ı var mı? Bilmiş ol vardır ve beşdir. Ve inkär idüp işlenmezler. Ve ol beş şar≠ı işlemeyin deyü birbirlerine tenbìh ü teõkìd iderler ve işledigin duyarlar ise içlerinden ≠ard idüp çıøarırlar ve ol beş şar≠ın birisini İsläm iseñ sen daΔı işleme eger işler iseñ bizim ile bir daΔı görüşme dirler ve ol beş şar≠ın birisi yalan söylememek, ikinci / şar≠ı zinä eylememek, üçünci şar≠ı ≈aräm yememek, dördünci şar≠ı ≈ırsızlıø itmeyüp eli ile øomadı°ıñ şeyi almayup bir kimseniñ mälına ≠amäú itmemekdir. Beşinci şar≠ı ~aø teúälänıñ e≈adiyyetine güzel ìmän eyleyüp kendini bilerek Ÿerreten a´lä şirk itmemekdir. İşte bu beş nesne şar≠ı işlemezler ve tenbìh iderler.” ibarelerinden anlaşıldığına göre destegül, tâc, hırka ve tennûre giyen dervişin uyması gereken 12 şart vardır.45
Tennûre, genel olarak, üst tarafı dar, aşağısı geniş, yakasız, kolsuz bir tür derviş elbisesine verilen isimdir. Alevî Bektaşî geleneğine göre ise ince kumaştan yapılma düz yakalı, kollu, önü yukarıdan aşağıya doğru açık, geniş, uzun etekli bir cins entâridir. Ayrıca Bektaşîlerin ince deriden yapılma tennûreler giydikleri, hattâ Mevlevî, Kalenderî ve Hayderîlerin de tennûre kullandıkları bilinmektedir. Bektaşîlere göre tennûre Arap harflerine göre ters çevrilmiş lâm-elif harfi gibidir. Bunu giyen insan da içinde bir elif harfi gibi durur, böylece ortaya çıkan şekil “illâ” yazısına denk Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
45 “ Beşinci kisve-i ≠arìø-ı nişänımız bu ki deste-gül / dinür. Deste-gül dimek nedir? Säõir şecere-i benì ädem şükùfe-i dervìşän içlerinde bir täze gülüm dimek. Täc ve Δırøa ve deste-gül ve tennùre geyen dervìşlere on iki şar≠ vardır. Nedir derseñ yä dervìş? Bilmiş ol ibtidäsı bir mürşìd-i kämili arayup bulup mürìd olup meyyit °assäla teslìm olup durdı°ı gibi mürşìdini °assäletü’Ÿ-Ÿünùb bilüp durmaødır. İkinci şar≠ı mürşìdi her ne emir ider ise emrine mu≠iú ferman-ber olmaødır. Üçünci şar≠ı her ne øadar cefä görür ise ´afä bilüp ´abr u ta≈ammül itmekdir. Dördünci şar≠ı mürşìdinden her ne ki görse ve ne øadar taúŸìr ü tekdìr işidir ise iútiøädına Δalel ve ◊arar getürmemekdir. / Beşinci a°zına ve diline ve gözine ve göèlüne ~aø Teúälädan °ayrı bir şey øomamaødır. Altıncı şar≠ı mälä-yaúnì çoø çoø dünyä kelämıyla meş°ùl olmamaødır. Yedinci şar≠ı az uyøu uyumaødır. Sekizinci şar≠ı näs ile çok ülfet itmeyüp münzevì olmaødır. Æoøuzuncı şar≠ı ≈ubb-ı dünyä olmayup terk-i dünyä olmaødır. ... Onuncı şar≠ı terk-i vücùd olup benlikden geçmekdir. On ikinci şar≠ı terk-i terk eyleyüp cümle ile bir olup şerìúat øapusından girüp / ≠arìøat ve maúrifet ve ≈aøìøat øapusuyla äşinä olup ke§reti va≈det-i vücùdı bulmaø. İşte bu on iki şar≠ ile on iki burùc devr-i felek ve on iki mäh-ı münìr ve on iki imäm ra◊iyallähu úanhu efendilerimiziñ nùrıyla nùrlanup enfüsì ve äfäøì insän-ı kämil olup dervìş-i ≈aøìøat olmaødır.” Mecmua, vr. 31b-33a. and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
32 Atabey KILIÇ
gelir ki bu da kelime-i tevhidi karşılamaktadır.46 ”Altıncı kisve-i nişänımız bu ki ≠arìøımıza girüp ve Maúrifì yolunda dervìş olan arøasına geydikleri nedir? İsmine ne dirler? Geydigimiz gömlekdir ve ismine tennùre dinür. Däõimä mürşìd ≈u◊ùrında ≈idmetde olup geyen dervìş øale’n-nebì ´allallähu teúälä / úaleyhi ve sellem "mùtù øable ente mùtù” emriyle ölmezden evvel öldüm. Arøamdaki geydigim Δırøa kefenim dimek. Yä dervìş bir daΔı meydän-ı ehlullähda Δalaøa-i evräd ve Ÿikrulläh ider iken ta≈´ì´ idüp geyen dervìşänlar evräd ve Ÿikrullähıñ nùrı ile nùrlandıø. ™ırtımızdaki gömlegimiz tenimizde bulunup bizim ile ber-ä-ber nùr olma°ıla ismi tennùre taúbìr olundı. Eger derseñ yä dervìş bu tennùreniñ fi’l-asl øadìmì geyen var mı? Vardır, evveli Ádem úaleyhi’s-seläm, ikinci Nù≈ úaleyhi’s-seläm, üçünci İbrähìm úaleyhi’s-seläm, dördünci Mùsa úaleyhi’s-seläm, beşinci Mu≈ammede’l-Mu´≠afä / ´allallähu teúälä úaleyhi ve sellem efendimize emr-i ~aø ile nùrdan bir täc ve bir ≈ulle bir kemer gönderildi. Emrullähdır, geymesi far◊ oldı. Resùlulläh ´allallähu teúälä úaleyhi ve sellem geydi, sünnet-i şerìf oldı. Yä dervìş eger derseñ bu tennùreniñ øadìm geymeniñ şar≠ı var mıdır? Vardır ve dörtdür. Evvelki şar≠ı yalan söylememek, ikinci şar≠ı zinä itmemek, üçünci şar≠ı ≈aräm yememek, dördünci şar≠ı serìøa itmemek zìrä, ≈ırsızlıø ideni şerìúat ve ≠arìøat ve maúrifet ve ≈aøìøatda øabùl itmezler.” ifadelerinden anlaşılacağı gibi, Ma’rifî dervişlerinin "gömlek" de dedikleri tennûre, mürşide kesin itâate ve nefsin her türlü arzusundan uzak durulacağına işarettir. Tarikata göre tennûre giymenin 4 şartı vardır: Yalan söylememek, zinâ etmemek, haram yememek ve hırsızlık yapmamak.47
Kemer, 5-10 cm. eninde yünden dokunan, kenarları genellikle deriyle çevrilmiş, bele bir kat sarılan bir cins kalın kuşaktır.48 Mürşid tarafından tekbir ve dualarla kuşatılır. Hizmete bel bağlamayı sembolize eder. Fütüvvet ehli ve ahî teşkilâtında da kemer bağlamanın âdet olduğu bilinmektedir. Deyim olarak kullanılan kemeri sıkmak ise, canla başla devam etmek anlamına gelir. Bektaşî ananesine göre Hz. Ali on yedi dostuna kemer, kuşak ve silah kuşatmış olup bunlara Alevî Bektaşî gülbânklerinde de sık sık karşılaştığımız gibi "on yedi kemer-beste" veya “on yedi kemer-best“ denirdi.49
46 Bkz. Noyan, Bektaşîlik Alevîlik Nedir?, s. 243.
47 Mecmu’a, vr. 33a-34a.
48 Bektaşî kemerleri ise 12-14 cm. eninde, 275-300 cm. uzunluğundadır. Daha çok koyu kırmızı veya vişne çürüğü renginde olup, kenarında sarı, kırmızı, yeşil ve diğer renklerden çizgiler bulunur. Baş tarafında deriye dikilmiş kemer tokaları bulunan kemer, bunlarla bele bağlanarak dolanır. Uç kısmı bir üçgen oluşturacak şekilde oluşturulmuştur.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
49 Bkz. Dr. Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatler Tarihi, İstanbul 1985, s. 269. and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir Tarikat : Ma’rifîlik 33
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
Şed, ise yünden yapılıp bele bir kaç kat kuşatılan kuşağa verilen isimdir. Ehl-i fütüvvet arasında yaygın olup zamanla, fütüvvet teşkilâtı ile alâkası kuvvetli olan Bektaşî, Rıfâî ve Ma’rifî tarikatlarında da şed kullanıldığı görülmüştür. Şed kuşatılmış bulunan dervişe "şed-bend" denilmektedir. Sûfîler 10 tane şed olduğunu ifade ederler. Bu şedlerin sahipleri sırasıyla Hz. Âdem, Hz. İbrahim, Hz. Nûh, Hz. Muhammed, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hamza ve Hâlid b. Velid’dir. “Yedinci dam°a-i nişänımız tertìb olunan kisve-i ≠arìøımız budur. Dervìş olan kişi şed-bend olur, ba°lanurlar. Çün şed-bend kemer-best olmanıñ úan-a´lı nedir? Emrulläh ve sünnet-i Resùlulläh ´allallähu teúälä úaleyhi / ve sellemdir. Şäd olup ba°lanmaødır. Şeddin tedbìri däõimä menäøıb-ı ehlulläh erenler ´o≈betidir ve cänı däõimä şükri ve senä-yı tesbì≈dir. Ve gözi ≈ayädır ve kilidi oøunan sùrelerdir ve yemişi kelime-i tev≈ìddir. Yä dervìş eger derseñ bir şedd olmanıñ a≈kämı var mı? Vardır øaçdır? Altıdır. / Evveli tevbedir, ikinci mücähededir, üçünci dosta yaøın olmaødır, dördünci ´adäøatdir, beşinci tevekküllükdür, altıncı terk-i mäsivädır. Yä dervìş øarındaşım maúlùmıñ olsun ki bir sälik meydän-ı erenlerde gerek ≈izmet ve gerek müfred bä≠ınen şed-bend olmayınca ®ähiren kemer-best olmaz zìrä ibtidä Ádem pey°am-ber bili ba°landı, üzüm çıbu°ı ile. Ádem pey°am-berden ´oñra on yedi pey°am-ber beli ba°landı. İbtidä Şìt pey°am-ber beli ba°landı. İkinci Nù≈ pey°am-ber, üçünci Şuúayb pey°am-ber dördünci Eyyùb pey°am-ber, beşinci Mùsa pey°am-ber, altıncı úÍsa pey°am-ber, yedinci İdris, sekizinci İbrahìm pey°am-ber, ≠oøuzuncı İsmäúil pey°am-ber, onuncı Cercis pey°am-ber, on birinci Uryä pey°am-ber, on ikinci Zülkifil pey°am-ber, on üçünci / Yùsuf pey°am-ber, on dördünci, Zekeriyyä pey°am-ber, on beşinci Säli≈ pey°am-ber, on altıncı ~ı◊ır İlyäs pey°am-ber, on yedinci ~a◊ret-i `ätemü’l-enbiyä Mu≈ammede’l-Mu´≠afä ´allallähu teúälä úaleyhi ve sellem efendimiziñ emr-i ~aø ile üç kere beli ba°landı. Cebräõil úaleyhi’s-seläm cennetden bir täc ve bir ≈ulle ve bir kemer ve bir Buraø getürüp belin ba°ladı. Evvelä far◊ulläh, ikinci sünnet-i Ádem, üçünci sünnet-i Δätemü’l-enbiyä Mu≈ammede’l-Mu´≠afä ´allallähu teúälä úaleyhi ve sellem sünnet-i şerìfi olup bel ba°lanur. Gerçekle ≈u◊ùrunda ve erenler meydänında icräsı olur ve ~a◊reti Mùsä pey°am-beriñ belin ~ızır İlyäs pey°am-ber ba°ladı, mürşìdi oldı. ... Maúlùm ki Mùsä pey°am-ber İlyäs / pey°am-beri mürşìd tutup bel ba°laması úilm-i ≈aøìøat ve úilimledür ve maúrifetulläh duymazdı. Hiçbir nebì ve hiçbir velì mürşìd ≠utmayınca úilm-i ≈aøìøatı bilmez ve mürşìdsiz ~aø añlaşılmaz. Velìler de ~a◊ret-i A≈mede’r-Rifaúì’niñ belini úArafat Æa°ında mürşidi yedi kişi içinde belin ba°layup yedi Δilúat tennùre geydirdiler. Şol maúnì üzere kim yedi úarşun şedd dimek idi. Şerìúat úarşunı ile semävät yedi ve ar◊ daΔı yedi tabaøadır. ... ve hem anıñçün Ádem Ÿürriyetlerine yedi úu®vı üzere evøät-ı Δamsede secde-i ´alät emr olunup ve ≈acca / gidene yedi ≠avaf ile ~acerü’l-esvede yüz sürmek anıñçün yedi úarşun bend ü şed ba°lamaø üzere her birinde muräd olan bir yaramaz fiúli ba°layup bir eyü fiúli açmaødır. Áyet-i kerìme ile ba°lanur ve äyet-i kerìme ile açılur. Meydän-ı erenlerde icräsı olur. Yä dervìş eger derseñ bu şed-bend olup ba°lanmanın bir e§er-i fa◊ìleti var mıdır? Vardır. Bu cümle esrär-ı İlähiyyeyi bilüp emri nehyi ögrenüp úamel-i and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
34 Atabey KILIÇ
iútiøäd ider iseñ fa◊ìletiniñ e§eriniñ evveli buΔul ´ıfätın ba°layup seΔäveti açar. İkinci °a◊äbını ba°layup ≈ilmin açar. Üçünci ≈ırsın ba°layup øanäúatin açar. Dördünci cehlin ba°layup úilmin ve úaølın açar. Beşinci şehvetin ba°layup şeføatini ve ´abrını açar. Altıncı kibr ´ıfätın ba°layup ≈üsn-i Δuløın açar. / Yedinci türrehätın ba°layup maúrifet øapusı bendlerini açar. Çün bu vechile ~aø yolına bend ü şedd olup ba°ludır. Böyle dervìş-i sälik olan ol vaøit müfredlik ismi müsemmä §äbit olup käfì dinür.” şeklindeki ifadelerinde işaret ettiği üzere, Ma’rifî tarikatına göre şed-bend olmanın ahkâmı altıdır: Tevbe, mücâhede, dosta yakın olmak, sadâkat, tevekkül sahibi olmak ve terk-i mâsivâ yani Allah’tan gayrı olan her şeyi terk etmek. Tarikata göre ilk kez Hz. Âdem’in beli üzüm çubuğu ile bağlanmış, daha sonra ise sırasıyla 17 peygamberin beli bağlanmıştır: Hz. Şît, Hz. Nûh, Hz. Şu’ayb, Hz. Eyyûb, Hz. Mûsâ, Hz. İsâ, Hz. İdris, Hz. İbrâhim, Hz. İsmâil, Hz. Cercis, Hz. Uryâ, Hz. Zülküfl, Hz. Yûsuf, Hz. Zekerriyâ, Hz. Sâlih, Hz. Hızır-İlyas ve son olarak da Hz. Muhammed. Tarikata göre şed yedi kez kuşanılıp çözülür. Her şed kuşanıp çözmenin ise yedi ayrı faydası vardır: Cimriliği giderir, cömertliği açar; gazabı bağlar, yumuşak huyluluğu açar; hırsı bağlar, kanâati açar; cehli bağlar, ilmi ve aklı açar; şehveti bağlar, şefkat ve sabrı açar; kibri bağlar, güzel ahlâkı açar; türrehât yani saçma sapan söz söylemeyi kaldırır, ma’rifet kapısını açar.50 Bektaşî geleneğinde de buna benzer bir şekilde kemerin yedi kez bağlanıp çözüldüğünü, her bağlama ve çözmede ise tâlibin bir hususunun bağlanıp bir diğerinin açıldığını görmekteyiz.51 Ma’rifî tarikatına göre yedi kez şed-bend olan kişi İlâhî hediyeye ulaşır. Bu hediyelerin her biri ise şu manaya gelmektedir: Tevekküllük, mükerremlik, mürüvvet, fütüvvet, şecâ’at, sehâvet ve ru’iyyet. Bu yedi hil’ati giyip beli bağlanan kişi ancak bundan sonra ilm-i şeri’at, ilm-i tarikat, ilm-i ma’rifet, ilm-i hakikat ve kerâmet-i Hakk’ı elde edebilir. Bel bağlamak iki türlü olur: Hizmet beli bağlamak, Müfred beli bağlamak.
Yukarıda saydığımız bu 7 kisve, yani tâc, saç, gül, hırka, destegül, tennûre ve kemer Ma’rifî tarikatı için son derece önem taşımakta olup, tarikatın kurallarına uymayan, özellikle de yalan söyleyen, zina yapan, haram yiyen, hırsızlık yapan ve Allah’a iman etmeyip ona şirk koşan kişi önce bu elbiselerden soyundurulur, sonra da mutlakâ tarikattan uzaklaştırılırdı.52
Sonuç olarak, Ma’rifî tarikatının Türk kültür tarihi ve inançlar manzumesi içerisinde, özellikle de Ege Bölgesi için önemli bir yere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Ma’rifîliğin esâsen
50 Mecmua, vr. 36b-39b.
51 1) Tecellisi açılır, yerine muhabbeti getirir, 2) Cehli açılır, yerine hidâyeti, 3) Şüphesi açılır yerine hilmi, 4) Kibri açılır, yerine alçak gönüllülüğü, 5) Kizbi açılır, yerine doğruluğu 6) Masharalığı açılır, yerine azameti, 7) Ma’siyeti açılır, yerine taatı getirir...” Noyan, Bektaşîlik Alevîlik Nedir?, s. 242. Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
52 “Täc ve gül ve ´aç bir Δırøa ve deste-gül ve tennùre ve kemer. Bu yedi kisveniñ biri üzerinde bulunan dervìş bu beş şar≠ı eger işler ise onı içimizden ≠ard idüp øonaø zuøaø memleket-ez-memleket gezer, berränì ve zındıødır, içimize giremez. Kendü gibilerini bulur, birbirleriyle düşer øaløar cerrärdır.” Mecmua, vr. 29a. and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir Tarikat : Ma’rifîlik 35
eski Türk esnaf teşkilatlarından olan ahîliğin ve fütüvvetin izlerini taşıdığını, daha sonra mahallî unsurlar ile Alevî-Bektaşî ve Rıfâ’î etkilerinin karışımı sonucu genel görünüş olarak Alevî tarikatlarından biri hâline geldiğini söylememiz mümkündür. Bugün artık izlerini göremediğimiz Ma’rifîlik, anlaşıldığı kadarıyla 19. yy.’da en faal devresini geçirmiş ve öyle zannediyoruz ki bu yüzyılın başlarında da artık unutulmaya yüz tutmuştur. Bugün belki gizli kalmış muhiblerinin de olabileceğini düşündüğümüz tarikat, en azından bir asırlık bir süreçte adı geçen bölgenin kültür hayatında hatırı sayılır bir görev üstlenmiş, özellikle bölgedeki Alevî-Rifâî kökenli halkın inanç dünyasında önemli roller üstlenmiş olmalıdır. Bir kültür merkezi gibi çalıştığını düşündüğümüz Manisa Demirci’deki dergâhtan kalan ve pek çoğu orijinal olan el yazmaları, kültür hayatımız ve klâsik edebiyatımız için son derece kıymetli eserler olarak Ma’rifî tarikatının, en azından sadece bu bakımdan bile önemini göstermeye yetecek delillerdendir. Ancak, künyesini vermiş olduğumuz iki çalışmamız haricinde şimdiye kadar ne bu mahallî inanç sistemi ile ne de bunların verdiği kültürel ve edebî ürünlerle ilgili herhangi bir araştırma yapılmıştır. Bu tarikatla ilgili olup hâlen Ege Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’nde muhafaza edilmekte olan pek çok yazma eserin ilmî usullerle metinlerinin neşredilmesi ve böylece ilim âleminin istifâdesine sunulması, Türk kültür, edebiyat, tarih, tasavvuf ve inanç tarihi açısından önemli bir hizmet olacaktır. Bu eserler üzerinde yapılacak olan müteakip bilimsel çalışmalar, eminiz ki tarikat hakkında daha teferruatlı yeni bilgilerin ortaya çıkmasını sağlayacaktır.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
36 Atabey KILIÇ
KAYNAKÇA
ATASOY, Nurhan, Derviş Çeyizi Türkiye’de Tarikat Giyim Kuşam Tarihi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 2005.
BARKAN, Ömer Lütfi, “Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi, Ankara 1942, II, s. 293-338.
ERAYDIN, Selçuk, Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul 1997.
GÜL, Meliha, Kisve-i Ma’rifî Seyyid Muhammed b. Sâbit Ali, Bitirme tezi, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, İzmir 1999.
GÜNDÜZ, İrfan, Osmanlılarda Devlet-Tekke Münasebetleri, İstanbul 1984.
KARA, Mustafa, Tekkeler ve Zaviyeler, İstanbul 1977.
KARA, Mustafa, Tasavvuf ve Tarikatler Tarihi, İstanbul 1985.
KARA, Mustafa, “Gül Risâlesi”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, V/5 [1995], Bursa 1995, s. 11-23.
KILIÇ, Atabey, “Ma’rifî Tarikatı Şeyhi Ferdî Baba ve Aruzla Yazılmış Şiirleri”, İlmî Araştırmalar Dergisi sayı:12, İstanbul 2001, s.121-134.
KILIÇ, Atabey, “Ma’rifî Tarikatı ve Kuşadası Şeyhi Ferdî Baba’nın Aruzla Yazılmış Bazı Şiirleri”, Geçmişten Günümüze Kuşadası Sempozyumu, 23-26 Şubat 2000, Kuşadası/AYDIN.
KILIÇ, Atabey, “Ege Bölgesine Âit Alevî-Bektâsî Esaslı Bilinmeyen Bir Mahallî Tarikat: Ma’rifîlik”, Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi, 23-28 Ekim 2000 Ürgüp/NEVŞEHİR.
KILIÇ, Atabey, “Ege Bölgesine Âit Alevî-Bektaşî-Rifa’î Esaslı Bilinmeyen Bir Mahallî Tarikat: Ma’rifîlik”, Bilimname, sayı: 1, Kayseri 2003, s.197-205.
KILIÇ, Atabey, Ege Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Yazmaları Alfabetik Kataloğu I (Türkçe-Arapça-Farsça), Kayseri 2001.
KILIÇ, Atabey, Eski Türk Edebiyatı Üzerine Yazılar, Kayseri 2001.
KURNAZ, Cemal, “Gül”, DİA, c. 14, İstanbul 1996.
NOYAN, Bedri (Dedebaba), Bektaşîlik Alevîlik Nedir?, İstanbul 1995.
OCAK, A. Y. ve S. Farukî, “Zâviye”, İA, c. 13, s. 468-476.
Osmânzâde Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ , c. 5, Kitabevi, İstanbul 2006, s. 305.
TANMAN, M. Baha, “Maarifî Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1994, s. 232-233.
TANMAN, M. Baha, “Mârifî Tekkesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
28. Cilt, Ankara 2003, s.62-63.
"Tarikat", İA, c. 12/I, İstanbul 1979, s. 4-17.
TARKAN, Necmi, Kartal’da Kurulmuş Bir Tarikat: Ma’rifiye, İstanbul 1964.
Yahyâ Âgâh b. Sâlih el-İstanbulî, Tarikat Kıyafetlerinde Sembolizm Mecmû’atü’z-Zarâ’if Sandûkatu’l-Ma’ârif, Ocak Yayıncılık, İstanbul 2002.
YILDIRIM, Melike Derya, Danyal’ın Kitâb-ı Melhame’sinin Transkripsiyonlu Metni, (Mezuniyet Tezi), Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, İzmir 2000.
YILMAZ, Özlem - Yıldız, Ulaş, http://arsiv.sabah.com.tr/2005/10/08/gnd113.html
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic

Volume 2/4 Fall 2007




















Baş Köylü Hasan Efendi ...tunceli

Baş Köylü Hasan Efendi 
dersim


Baş Köylü Hasan Efendi




BAŞKÖYLÜ HASAN EFENDİ'NİN KISA ÖZ YAŞAMI


Mürşidim Başköylü Hasan efendi,kendi deyimiyle Hasani Sani Miladi 1896 yılında Çayırlının Başköyünde dünyaya gelmiştir. Annesi İsmet Ana Babası ise Kureyşan Ocağından Kamber dede (Ağa) dir. 51. göbekten Hz Ali Keremullahı vecheye dayanan şecerenamesini vardır
Devrinin Rüştiye yani ortaokulundan mezun olan Hasan Efendim eğitmenlik yapmıştır.
Dersimin Ovacık ilçesinde Şeh Ahmet ocağından el aldığı bilinmektedir. Gençlik yıllarından itibaren kendini tasavvufi alanda yetiştiren Efendim zahir ve batin ilimleri alanında devrinin önemli seyitleri arasında yer almıştır. Halil Öztoprak,Aşık Veysel ve Noksani baba gibi saygın Alevi simalarıyla sohbetler düzenlemiş ve Noksani baba ile atışmalarda bulunmuştur.
Bir nefesinde 21 yaşında evlendiğini söylemektedir Hasan Efendi . Eşi Kavaklı mezrasından Yusuf ağanın kızı olan Elif anadan 6sı erkek 5i kız 11 çocuğu dünyaya gelmiştir. Bütün yavrularını çocuk yaşta kaybeden Hasan Efendim bu durumu bir nefesinde şöyle dile getirmektedir. Millet kulağınıza koyun sözümü / Size bağlamışım doğru özümü / Kurban verdim oğlum ile kızımı / Yazıyı yazın mezarım kaybolmasın.

Bu durumda Allaha sitem eden Efendim derki ‘ Ey Allahım sen bana verdin bu yavruları bende sana geri verdim artık seninle bir alıp vereceğimiz kalmadı.’ Bütün evlatlarını kaybeden Hasan Efendim Kardeşinin oğlu Kamber dedeyi daha küçük yaşından itibaren kendisine evlat edinerek kendisinden sonra Kamber (Ağa) dedeye el vermiştir. Daha 24 yaşından itibaren bu fena mülkünün zevki sefasından el etek çekerek kendini Hakka adamıştır. Hakkı kendine yar etmiş gönüllere sultan olup Dersim,Erzincan,Elezığ,Erzurum ve Sivas illerinde Namu Nişan bırakmıştır. Binlerce gönüllere taht kurmuş gittiği her yerde Evliyaullah olarak saygı görmüş kendisine gönül verenler önünde tazim ile eğilmişlerdir.
Düzgün Baba,Büyük Çeşme ve Ağır (AYGIR) gölü ziyaretlerinde aylarca yaz kış demeden hizmet etmiş nefsini kendine kul etmiştir. İkrarına sadık bir gönül dostu olarak Ehli Beytin davasını güder olmuştur. Kendisini tanıyanlar cemalini görmekle şeref bulanlar Efendimin kerametlerini bir huşu ve edep içerisinde göz yaşlarına boğularak ilahi bir vecd ile anlatmaktadırlar. Bizzat bu kerametlerinden birine şahit olan amcamın buna dair ve diğer canların bizlerle paylaştıkları anılarını siz değerli canlarla paylaşacağız.
Dünyadan el etek çeken Efendim eşi Elif anadan batin mahkemesi kararı ile ayrılmak ister. Lakin batin mahkemesi efendimin bu istemini haksız bularak nikahına yani elif anaya dönmesi için karar verir. Bu emir üzerine Hasan Efendim Elif anaya gider elini öper kendisini affetmesini diler. O günden itibaren Elif anaya ayrı bir muhabbetle bağlanır ve her gittiği yere Elif ana ile beraber gitmeye gayret eder.
Ehl-i Beyt muhiplerini tek tek,köy köy gezerek ziyaret eder fakirlerin,yoksulların ve yardıma muhtaç durumda olanların elinden tutar sevenleri tarafından kendisine verilen Hakullahı muhtaç durumda olanlarla paylaşır ve bunuda bir gizlilik içerisinde yapar.

19 nisan 1950 de pasaport alıp aynı yıl içinde Hacca giden Efendi bu seyahat esnasında çeşitli kerametler gösterdiğini beraberinde giden yol arkadaşları sunniler dahil dilden dile anlatmaktadırlar.
1 Temmuz 1973 tarihinde ebediyete rıhleti dahi yine bir kerametiyle vuku bulmuş ve ebedi istirahatgahı olan şimdiki türbesinin bulunduğu Başköyde sırlanmıştır.
Himmeti üzerimizde hazır nazır olsun bizi dergahi Aliden nasipli olanlardan eylesin. Biz sana gönül verdik bağlanıp ikrar eyledik bizi hizmetine ve ikrarına bağışla ey gönlümün sultanı Efendim.




BAŞKÖYLÜ HACI HASAN EFENDİDEN NASİHATLER


1- Her ne ararsanız doğuştadır. Yaradılışın kapısı ana babadır,ana ve babayı sevmeli,riayet,hürmet ve hizmet etmeli
2- Doğum kapısı Hak kapısıdır. Bu kapıdan doğup gelenler,Hakkın varlığını ispat etmişlerdir. Doğumda olan sevgi Hak sevgidir. Sevilen sevgide her iki tarafın birbirlerine karşı doğru olmasını,nikahına sadık,namuslu ve vijdanlı olmaları lazımdır.
3- Nefse tabi olanlar,anaya babaya karşı asi olup,ana baba sevgisini kaybedenlerdir.Ana babadan dua alanlar cennetliktir.
4- Hakkın emri ile doğan evlah Hakk ile bir doğar. Anasını babasını hakk bilir.
5- İnsan cenneti cehennemi kendi evinde kazanır. Cennet cehennem karı koca arasındadır.
6- Cenabı hakkın cennet cehennemini kendinizde mevcut görün. Rahmanda,şeytanda,Hakta,Na Hakta cümle mevcudat insandadır.
7- Hak cemalini görmek isteyenler aynada kendi yüzüne baksın. Hakkın emri rızasını tutan insanda kendisini ispat eder.
8- İnsanın dünyaya gelmesindeki maksat yaşamındaki imtihanı kazanıp insanlığını ispat etmesidir. İnsanlara insanlığını tanıtan dünyadır.
9- İnsanlardaki alacalığı anlamak için insanın isteğine,sürecine gidiş hattına bakmalı,bunlar iki dilli,iki ağızlı,iki yüzlü karıştırıcı riyakarlar olup en doğru sözleri yalan ve isnattır. Yeminle her kesi kandırır.
10- İnsanı ve hayvanı birbirinden ayıran tavır ve davranışlarından belli olur. Buda doğruluk üzerinde ispat olur. Doğrulukta namus ve vijdanla ispat olur.
11- Bir insanın saflığından istifade etmek,kul hakkı yemektir. Kul hakkı yemekle kul olunurmu?
12- Gerek kadın gerekse koca edeplerini başka yerlerde açarlarsa bunlardan doğanlar azgın olur.
13- Af katiyyen yoktur. Hayrı hasanetle günahlar aff olursa mazlumların hak ve hukuku kaybolur.
14- Cümle insanlar birbirine kardeş bacıdır. Birbirine hile,fırıldak,yalan,hilebazlık olmaya. Birbirlerine karşı özü sözü doğru olmalıdır.
15- Anadan doğma ile insan olunmaz. İnsan özü,sözü.izi bir olmazsa hayvan sayılır. İnsanı hayvan eden kötülüklerdir.
16- İnsana namustan başka yar,vijdandan başka dost yoktur. İnsanın iyisi ve kötüsü namus ve vijdanıyla ispat olur.
17- Karı koca arasında mahremiyeti ile edebi sadece kendi aralarında bir sır olarak kalmalıdır.
18- Dost dostun malını,kazancını,namusunu korumak,kollamak boynuna borçtur.
19- Kanun ve adalet üzerinde hakkınızı arayınız.
20- İkrara sadık olanların canı cananı bir;Özü,sözü,yüzü,izi bir olup birbirlerine kardeş bacıdırlar.
21- Vurucu,kırıcı,cebri kuvvet,kanlı kinli olanlar kurt oğlu kurttur.
22- Vucududa kaybetme,yakma,çürütme ve öldürme. Oluru olmazı,sağı,çürüğü birbirine katmayın. Vucudunuzu hakkın emrine uydurun. Hakkın emri rızasında olan vucut hiç bir zaman ölmez.
23- İnsanı şeytandan ve hayvandan ayırmak için sürek ve isteklerine bakın. Bunların hal ve kareketleri hayvana benzerse hayvandır,benzemiyorsa insandır.
24- Bir olmayan söz,öz,yüz,iz çürüktür.
25- Haksızlık edip,ibadete gidenlerin yolu doğrudan doğruya cehenneme giden sürgünlerin gittiği yoldur.
26- İnsan kimdir? İnsanın özü,sözü,izi yolu birdir. Bir insan söylediği söze sahip olursa yalan söylemezse,zina etmezse daima doğru olanı yapar ve söylerse,haksızlık hırısızlık yapmadan,evrensel insan haklarını vıjdan hukuku ile koruyorsa,fırsat düştüğü zaman istifade gözetmiyorsa,kul hakkı yemiyorsa işte o insan Allaha varmıştır.
27- Vijdan terazisinde kendisini tartmayan insan değildir,mahlukattır.
28- Birlik dost ve kardeş evidir. Ayrımcılık,düşmanlık husumet ve ikilik evidir.
29- Sahipsiz ne olursa olsun azgın olur. Kuran ve incil azgınların eline geçti kendilerine göre uydurdular. Uyduranlar Kurana ve incile uymayanlardır.
30- Döğüş,kavga,yalan,zina,isnat,fitne,küfür,kalbi kara olan insanlar ne fenalık etmişse kendilerine etmişlerdir. Karşınızdaki adamın size yaptığı küfür ve fenalığa sabredin. Sabreden insanlığını ispat etmiş demektir. Sabır etmeyen küfür etmiş gibi olur.
31- İnsan insanın rahmanıdır,insan insanın şeytanıdır. İnsanlar azdı,doğruluktan ayrılıp şeytan yoluna saptılar.
32- Allah hırs nefs ve tamah ile kullarını imtihan ediyor,nefsini öldürene ne mutlu.
33- Ana yol Fatımadır ve şefaatkani Fatımadır. Fatımasız yol zulmettir. Baba-dede yolu zulümata düştü. Yolsuz kanunsuz oldular,onlarda şefaat kalmadı.
34- İbadet hakkın emri rızasıdır,doğruluktur. Zira Allahın duaya ibadete ihtiyacı yoktur. Namusuna vijdanına sahip olup,doğru olanlar muhtaçtır. Bire bağlı olanlara bağlıdır.
35- Hakkın emrine tabi olup,rızasından gelenler;eline,diline ve beline gözleri görmez,kulakları duymaz,ayakları tutmaz,elleri oynamaz. Bunlarda kötü hal,bet muamale,fena fiil yoktur. Bu insanların hal ve hareketleri Hakkın emri rızasıdır.
36- Ademin dini,mezhebi Allah’ın rızasıdır. Başka din mezhep yoktur.
37- İradesine hakim olan,doğru yola bağlı,kul hakkı yemeyen,haksızlık,hırsızlık etmeyen,görmediğini görmüş şeklinde konuşmayan,bu gavur bu Kızılbaş diyerek ,nsanlar arasına ayrımcılık sokmayan,Hak çalışıp Hak kazanan,Hak alıp veren,doğru oturan,doğru kalkan,doğrulardan doğru doğar. Doğrudan doğan Hak,kanun ve adalettir.
38- Ben dünyada şu tip avanağa çok acırım doğru olan emri tutmuyor,gayretimi çekiyor, beyhude yere emek çekmektedirdir.
39- Nikah yerin göğün direğidir. Namusa vijdana sahip ol,namus ve vijdan gösterir doğru yolu.
40- Kimseye kuyu eşme düşersin,her kes ettiğini bulur.
41- Cennet dediğiniz kız evlat ayalimdir.
42- Her kes aslı nesli ile sorulur.
43- Aleviye zulüm ettirenlere kalmaz. Mazlumların ahı cebeplerden sorulur.
44- İşleğinize süreğinize hile katmayın. Artık alıp eksik satmayın.
45- Ayrımcılık yapanlar lahnettir,oynaş edenler ittir,kancıktır.
46- Hakkın emri ikrar iman yoludur.
47- Hakkın emri imam Hasandadır. Fatımadır imam Hasanın özü. Yer gök yok iken bu yol var idi. Cümlesi cümleye kardeş yar idi.
48- Sır karı koca arasında gizlidir. Sır insanlara mahsus edep hayadır.
49- Edep haya açılırsa yüz kara olur,şeytani nefs arar seni bulur.
50- Taliplerin hak yolu kardeş bacıdır. Kardeş bacı bilmeyen zehirden acıdır.
51- Kapı Fatımadadır,Fatımadan açılır. Talip olan Fatıma kapısından yola girer.
52- Şeriat namaz ile oruç ile değil,Hakkın cemaline didarına eğil. İnsan olan Hakkı kendisinde bilir.
53- İnsan olan Hakkın emri ile örtünmelidir. Hayvan olan açıkm saçıktır.
54- Size son sözüm,Allah emrini tutmayana Allah düşmandır. Allahın her çeşit kötülüğünüzü affedeceğini sanmayın. Bunun için daima Allahtan korkmalısınız. Sonra siziide sizden önce gelen dünyalılar gibi yok eder.


SEYİT HASAN EFENDİNİN ŞECERENAMESİ

Hz İmam Ali
Hz İmam Hüseyin
Hz İmam Zeynel Abidin
Hz İmam Muhammed Bakır
Hz İmam Caferi Sadık
Hz İmam Musa-i Kazım
Ve onun oğlu Seyit İbrahim Mücap
Ve onun oğlu Seyit Musa-i Sani
Ve onun oğlu Seyit Hacı Bektaş
Ve onun oğlu Seyit Yunus
Ve onun oğlu Seyit Hacı İsmail
Ve onun oğlu Seyit Hacı Hüseyin
Ve onun oğlu Seyit Hacı Muhammed
Ve onun oğlu Seyit Hacı Abdülkadir
Ve onun oğlu Seyit Hacı Halil
Ve onun oğlu Seyit İbrahim Ekber
Ve onun oğlu Seyit Cafer
Ve onun oğlu Seyit Aziz
Ve onun oğlu Seyit Mustafa
Ve onun oğlu Seyit Hasan
Ve onun oğlu Seyit Mikail
Ve onun oğlu Seyit Hacı Mahmudi Hayrani (Haci Kureyş)
Ve onun oğlu Seyit Abdullah
Ve onun oğlu Seyit İsmail
Ve onun oğlu Seyit Mahmut
Ve onun oğlu Seyit Hacı Yusuf
Ve onun oğlu Seyit Hasan
Ve onun oğlu Seyit Ali
Ve onun oğlu Seyit Abdu Kesir
Ve onun oğlu Seyit Hüseyin
Ve onun oğlu Seyit İbrahim
Ve onun oğlu Seyit Mustafa
Ve onun oğlu Seyit Muhammed
Ve onun oğlu Seyit Ahmed
Ve onun oğlu Seyit Halil
Ve onun oğlu Seyit İbrahim
Ve onun oğlu Seyit Mahmut Çıralı
Ve onun oğlu Seyit Seyip
Ve onun oğlu Seyit İbrahim
Ve onun oğlu Seyit Hasan
Ve onun oğlu Seyit Yusuf
Ve onun oğlu Seyit Hakkı
Ve onun oğlu Seyit Kamer Ağa
Ve onun oğlu Seyit Kör Ali Ağa
Ve onun oğlu Seyit Yusuf Ağa
Ve onun oğlu Seyit Gali Ağa
Ve onun oğlu Seyit İbrahim Ağa
Ve onun oğlu Seyit İbrahim Namı diğer Kamber Ağa
Ve onun oğlu Seyit Hasan Efendi (Hasani Sani)
Ve onun oğlu Seyit Kamer (Ağa )dede

Bu şecerenamede dikkatimizi çeken esas konu Hacı Bektaş ismi ile geçen kişinin tarihte bilinen Hacı Bektaş Veli olup olmadığıdır. Tarihi olarak bakarsa bu mümkü gözükmemektedir.
Prof 1400 Nazmi Nizami Sakallıoğluda aynı görüştedir.








YOK DEDİLER

Yer,gök yok iken biz var idik
Varın emriyle sır gömleğini giydik
Nikahımız kılındı ervahı ezele erdik
Rahmet deryasından gayrı yok dediler

Mekanımız oldu Rahimi Rahman
Otuz hurufiyle heceyi Kuran
Başımızda tacı belde kemeri nuran
Kalbimiz Furkandır başka yok dediler

Cennetde kubbemiz nur ile ışık
Doğurduk,doğduk sallandı beşik
Adem gördü onun için oldu beşik
Kubbeye girmeye yok yok dediler

Hakk ile mekanda oldu kararımız
Kul olmuşuz ona var ikrarımız
Yaptık yoğurduk verdi fermanımız
Bu dünyadan başka dünya yok dediler

Dünyayı bizler yaptık yoğurduk
Muhammed Ali ervahların doğurduk
Dü cihana tellal olup duyurduk
Hakk dan gayrı ikrarımız yok dediler

Dünya Ahiret iki kısma ayrıldı
Biri baki diğerine fani ismi verildi
Her can aslı aslına sarıldı
Kur’an da kan katil yok dediler

Bakisi Kur’andır fanisi fürkan
Fani dünya için dökülmüştür kan
Baki Hakk’ın emri Hulki Hasan
Benzeri,halefi hiç yok dediler

İmtihan olmak için geldik cihana
Kol kol olup ilan verdik her yana
Şit İsmail ile sarıldık cihana
Ana baba burda dahi yok dediler

Şit ile nikahımız kubbede kılındı
Doğum beşiğimiz sarmalandı sarıldı
Emri fermanımız hem ikrarda alındı
Ervahımız birdir fark yok dediler

Cümlemiz birbirimize eyledik secde
Nur doğdu ademe eyledik müjde
Secdeye varın niyaz eyleyin sizde
Ademle Havvaya secde yok dediler

Fırka-i naci,acıdan ayrıldı
İkrar imana yol nam verildi
Kırklar cemine postumuz serildi
İkrarsıza dar didar yok dediler

Nuhun tufanı çün çıktı bize
Sırdan nikabı çekmişiz yüze
İbrahim Halilullah dediler bize
Narı Nur oldu ateş yok dediler

Sağ kolumuzu verdik hacere
Kurban olana verildi şecere
Mekke yolunda susuz kaldık biçare
Aradık dağı taşı su yok dediler

Ayağımızı vurduk su çıktı yüze
İkrar rahmet deryasında verildi bize
Abu zemzem dediler suyumuza
Bundan başka kevser yok dediler

İbrahim,Hacer aslındandır aslımız
Kureyşi,Haşimi neslindendir neslimiz
Nur ile münevver olmuş ceddimiz
Mustafa’dan gayrı güzel yok dediler

Ana rahmine düştük hayırlı gecede
Bir makam göründü gayet yücede
Doğupta geldik biz haticede
Fatımadan başka güzel yok dediler

Atam Muhammed’dir tacı serimiz
Aliyyül Mürteza belde kemerimiz
Hasan Hüseyindir şebber şübberimiz
Talipten gayrı yol yok dediler

Doğum ile ispat olundu vucut
Rahmet çeşmesi Fadimede mevcut
Cümlemiz birbirimize eyledik sücut
Talipten öteye yol yok dediler

Evladı Resulde yolumuz düzüldü
Talip namıyla ismimiz yazıldı
Doksan bin kürrede geçip süzüldü
Pişipte hall olmuş çiğ yok dediler

Doğumdan doğuma geldik bir kere
Aldılar bizi halka çembere
Arayıp bulamadılar katiyyen şerre
Helal zülal olduk haram yok dediler


Dedem ibrahimi sani ebem emine
Kemerden süzüldük geldik beline
Defterimiz verildi Hacı Kureyşe
Evladı Resuldür yalan yok dediler

Tamam oldu günümüz geldik dünyaya
Nurumuz benziyor güneşe aya
Elestü bezminden temiz bir maya
Süt sümük temizdir pis yok dediler

Anamız emzirdi girdik yediye
Nefs ile düştük dedikoduya
Kulak verildi bed kötü huya
Kendinden bi haber hiç yok dediler

Yirmiye kadar çok bela çektik
Bir iki tarlaya tohumu ektik
Yirmibirinde nikah altına girdik
Ondan sonra haram hiç yok dediler

Kendimizi gördük ne uzun ne kısa
Görürüz yanımızda vardır bir kimse
Taksimi ezelinde verildi hisse
Bundan daha iyi tellal yok dediler

Bize dediler mahşer tellalı
Ak defter ile seçilsin helalı
Tamamen seçilsin hakikat malı
Her şey aşikardır gizli yok dediler

Fadime kim olduğun edelim beyan
Gahi kız geldi,gahi oğlan ayan
Zülfikar eyledik biz ona ihsan
Bunda şek şüphemiz hiç yok dediler

Batin erenleri okudu künyemiz
Kendim Mustafayım,İbrahimdir özümüz
İmam Hasan Hüseyindir Ali ceddimiz
Tasdikli künyesin sen Hakk dediler

İmtihan olduk imtihanımız bitti
Kırkbirinde defterine kayd etti
İkrar iman carımıza hemen yetti
Dünya ahiret korkusu hiç yok dediler

İmam Hasan evladıyız gizli sırrımız
Nice defa geldik kimse bilmez yerimiz
Nesli Hacı Kureyş Mevalidir Pirimiz
Kureyşten gayrı Pir yok dediler


Şimdiki ismimiz koyduk HASANİ SANİ
Ervahı ezelinde Fadime canı
Koyunun evladıyız hemde çobanı
Bu çobandan yüce hiç yok dediler.


BİZDEDİR

Gafil aç gözünü bak yüzüme
Görmeden taş atma sen izimize
Rahi hakikata bağlıdır özüm
Hakkın emri rızasıda bizdedir

Hakkın emri ile gelmiş yolumuz
Doğruyu söylemek daim dilimiz
Gürühu Naci’yiz nurdur ilimiz
Hakkın emri,nuru,sırrı bizdedir

Biz gafil değiliz Hakk bizde mevcut
Ikrar iman ile yoğrulmuş vücut
Adem secdegahtır eyleriz sücut
Hakka giden mekan,durak bizdedir

Hakkı yerde,gökte sakın arama
Nefse uyup zülüflerin tarama
Aklın varsa dizilirsin sırama
Saf saf olmuş ulu divan bizdedir

Hakka uymayana şefaat yoktur
Yalan isnat eden bizlere çoktur
Münkirin sözleri zehirli oktur
Tabibi Hakk olan bürhan bizdedir

Dedikodu yapmak olmuş sözünüz
Hakkı görmek için kördür gözünüz
Hakka karşı kara olur yüzünüz
Güman sizde,iman bilin bizdedir

Hakktan gafil olmuş daim içiniz
Daim yiyip içmek olmuş işiniz
Nerelerde kalır o pis leşiniz
Sırrı Hakka giden yolu bizdedir

Secdemiz zatına oda bir candır
Gönlümüzde sultan kanı mekandır
Zahiri batını Hakka ayandır
Hakka doğru giden yolu bizdedir

Selavatla doğduk geldik cihana
Alidir babamız Fatıma ana
Ebemiz Hatice yoktur bahane
Haktan gelen emri Kur an bizdedir

Gel Kur’anı yalan yanlış okuma
Renksiz halı kilim bize dokuma
Ansızın uğrarsın sonra okuma
Gaip erenlerin oku bizdedir

Hakk ezeli kadim yüce uludur
Emrini tutanlar onun kuludur
Kalbimizde ilim hikmet doludur
HASANİ kul ama,sultan bizdedir



MEZARIM KAYBOLMASIN

Mesken kurdum dağlar başına
Gözlerimden akan kanlı yaşıma
Yazdığım yazıyı yazın mezar taşıma
Yazıyı yazın mezarım kaybolmasın

Hakkın mezarına yazılan yazıdır
Yazdığım yazıya mani olan cazudur
Yazıyı yazmayanın Hak yüzünü kazıdır
Yazıyı yazın mezarım kaybolmasın

Yazının emrini tutup rızada gezenler
Hakkın emriyle yazızı mezarıma yazanlar
Yazanlardır yılanın başını ezenler
Yazıyı yazın mezarım kaybolmasın

Millet sizin için yandım tutuştum
Gerçek erenlerin yurduna düştüm
Düşmanımıza dost olandan kaçtım
Yazıyı yazın mezarım kaybolmasın

Millet kulağınıza koyun sözümü
Size bağlamışım doğru özümü
Kurban verdim oğlum ile kızımı
Yazıyı yazın mezarım kaybolmasın

Fadimeye verdim ikrar imanı
Ulu divan kurulur gelir zamanı
Hak incitmesin Ehli muhibbanı
Yazıyı yazın mezarım kaybolmasın

Ehl-i Beyte kurban verdim canımı
Can alıcıya helal etmem canımı
Ölmeden görsün ulu divanımı
Yazıyı yazın mezarım kaybolmasın

İkrar vermiş ikrarı var bana
Tellal etti saldı her yana
Hak divanını görsün kana kana
Yazıyı yazın mezarım kaybolmasın

HASANİ yalvardı dostlarımıza
Dostumuz saman tepti postumuza
Düşmanla asker çekti üstümüze
Yazıyı yazın mezarım kaybolmasın


YOLUMUZ BİZİM

Silip pak eyledik yoktur korkumuz
Ağır gölü mekan ettik yurdumuz
Kimselerden yoktur asla korkumuz
İkrar iman olmuş yolumuz bizim

İkrar iman yoldaş olsa ne olur
Dünya ana cadde olur yol olur
İnsan olan talip olur kul olur
Hakka giden yoldur yolumuz bizim

Hakka doğru giden ikrar imandır
Hak ikrar bağında ulu mihmandır
Ulu divan kurulacak zamandır
Hakkın divanında davamız bizim

Hakimde titreşir dağ ile taşlar
Çoğunun gözünden akar kan ile yaşlar
Dünyaya güvenen hükmeden başlar
Halden hale koyar ulumuz bizim

HASANİ ezelden koyunun çobanı
Ağır gölde kurar ulu divanı
Ayıracak hayvan ile insanı
Hakikat noktası varımız bizim.



DEDİM YOL NEDİR

Dedim yol nedir? Dedi doğrudur
Dedim bozan kimdir? Dedi eğridir
Dedim yolu süren kim? Dedi uludur
Dedim sahibi kim? Dedi emri Hak’tır

Dedim yolu süren kim? Dedi güruhu Naci
Dedim sürmeyen kim? Dedi fitne-i acı
Dedim kabe nedir? Dedi Hakkın miracı
Dedim doğrumudur? Dedi Rızayı Haktır

Dedim doğru nedir? Dedi yolun yolcusu
Dedim tefrikat varmıdır? Dedi her kes kardeş bacı
Dedim gitmeyen varmı?dedi yolun yabancısı
Dedim yolun başı kimdir? Dedi ikrarlı Haktır

Dedim tellal nedir? Dedi emri Haktır
Dedim tellalı seven varmı? Dedi çoktur
Dedim şüphe eden? Dedi hiç yoktur
Dedim Hakkı bilen varmı? Dedi rayı Haktır

Dedim vucut nedir? Dedi terazi
Dedim mizanı nedir? Dedi yüzü
Dedim Hakimi kim? Dediki izi
Dedim doğrumu özü? Dediki mekanı Haktır

Dedim Hakka kul kim? Dedi şerrini atan
Dedim Hakkın evladı,dedi emrini tutan
Dedim Hakikat nedir? Dedi Hakka yeten
Dedim ölmeden öncemi? Dedi noktayı Haktır

Dedim ordu neye bağlı? Dedi namusa
Dedim kitabı varmı? Dedi vijdanı hasa
Dedim nişanı nedir? Dedi zehrayı kaşa
Dedim kaşlarının arası dedi mizanı Hakktır

Dedim ettiğin muhabbet dediki hastır
Dedim menzile ermeyen,dedi sarhoştur
Dedim sarhoş nedir? Dedi tanesi boştur
Dedim tanesi dolu olan dedi nuru Hakktır

Dedim küfür eden dedi kafirdir
Dedim sabreden dedi misafirdir
Dedim küfürde iman dedi sabırdır
Dedim sabrın sonu dedi Şükrü Hakktır

Dedim HASANİ kimdir? Dedi yolumdur
Dedim yalan olmasın,dedi kulumdur
Dedim sözün doğrumu? Dedi dilimdir
Dedim küfrü iman eden,dedi Hakkın rahmeti.

MUNZUR BABA .





Munzur Ocağı’nın talipleri Erzincan, Kemah ve Tunceli’nin çeşitli yerlerindedirler. Erzincan eski Valilerinden Ali Kemali’nin Erzincan 1931 adlı eserinde verdiği bilgilere göre Sultan Munzur evlâdı; Tunceli Ovacık kazasının Ziyaret, Erzincan’ın Kiştim Köyü ve Başköynahiyesinde bugünkü Tunceli / Ovacık ilçesiKoyungölü (Kedek veya Çedage) Köyü civarında yaşayan bir ağa ve ağanın koyunlari gütmek için yanına aldığı Munzur isminde bir çoban varmış. Munzur'un ağası Hac zamanı hacca gitmiş. Ağa hacda iken Munzur bir gün ağasının hanımının yanına gelir ve,
- Hatun, ağamın canı sıcak helva ister. Helvayı yaparsan ben kendisine götürürüm,  der.
Ağanın hanımı önce şaşırır, sonra ’’Herhalde zavallı çobanın canı sıcak helva istiyor, doğrudan söylemeye dili varmıyor, utanıyordur. Ağasını da bahane ediyor.Kendisine bir helva yapayım da yesin’’ der. Helvayı pişirir bir bohçanın içine bağlar ve Munzur'a:
-Al evladım götür, der.
O sırada ağa hacda zikir yapmaktadır. Zikir sırasında sağa selam verirken bir de bakar ki sağ yanında elinde bir bohça ile Munzur dikilmiş duruyor. Zikirini bitirip Munzur'a:
--Hoş geldin evladım, burada ne arıyorsun nedir o elindeki? Diye sorar.
Munzur da: -Ağam canın sıcak helva istemişti onu sana getirdim, der.
Munzur, elindeki bohçayı ağasına uzatır. Ağası bohçayı açar ve bakar ki içinde sıcacık helva paketlenmiş duruyor. Hayretler içinde Munzur'a bir şeyler söylemek için başını çevirdiğinde bir de bakar ki Munzur yanında yok. Hac vazifesini tamamlayıp köyünedöndüğünde komşuları herkes elinde bir hediye ile hacıyı karşılamaya giderler. Munzur da, götürecek başka hediyesi olmadığından, bir çanağın içerisine koyunlarından bir miktar süt sağar ve bununla ağasını karşılamaya gider. Ağa Munzur'u görünce yanındakilere:
-Asıl hacı Munzur'dur. Öpülecek el varsa Munzur'un elidir. Önce ben öpecegim, der ve Munzur'a doğru koşar.
Munzur bu konuşmaları duyduğunda:
-Aman ağam Allah aşkına. Böyle bir şey olmaz. Ben yıllarca senin ekmeğinle, aşınla büyüdüm. Sen nasıl benim elimi öpersin. Ben sana elimi öptürmem, der ve kaçmaya başlar. Munzur önde, ağa ve yanındakiler arkasında bir koşturmaca başlar. Şimdiki Munzur ırmağının kenarında bir yere geldikleri zaman Munzur'un elindeki süt dolu çanak dökülür ve sütün döküldüğü yerde, süt gibi bembeyaz, duru birsu fışkırır. Bundan sonra Munzur kırk adım daha atar. Attığı her adımda bir kaynak fışkırır. Ve fışkıran bu sulardan bir ırmak meydana gelir. Munzur Baba Gözeleri (Çımê Munzur Bavayi), Yeşilyazı köyünün hemen bitişiği olan Ziyaret (Jiare) köyünün bitim noktasındalar. Şimdi göze sayısı azalan bu alanda bir zamanlar 40 kadar gözenin var olduğuna inanılır. Munzur'un arkasından koşanlar bu ırmaktan öteye geçmezler. Munzur'da bu dağlarda kaybolur gider. Dersim’deki inanışa göre, Munzur Baba’nın su gözeleri de kutsaldır. Dersim halkının inandığı Munzur ile, Tanrının varlıklı ve sözü geçen kişiler yanında bir çobanın da keramet sahibi olabileceğini, çoban olsa bile Tanrının sevgisine mazhar olabilecek temiz yürekli, imanlı insan olabileceği belirtilmekte, Munzur'u bu inançla tanımaktadır. Bu inanç (201) dışında Munzur ile ilgili fazla bir bilgi bilinmemektedir. Ancak Munzur dağları ve ırmağının Dersim’de korkunç bir doğa güzelliği yarattığını, vahşi coğrafyanın sarp ve engebeli dağlarından kucak kucak buz gibi soğuk suların fışkırdığını, bu coğrafyanın sadece kendisine özgü bir doğa zenginliğine sahip olduğunu belirtmekte yarar olmalı.
Her yıl binlerce kişi tarafından, ziyaret edilen su gözeleri, Munzur Baba şahsında kutsal kabul edildiğinden eskiden, aşiretler arasındaki anlaşmazlıklar, bu pınarın başında yemin (and) edilerek, eğer bir konuda anlaşma sağlanır ise topluca Munzur nehrine küçük taş atılarak sağlanır, anlaşmazlık barışla sonlanır, kurbanlar kesilerek kutlanırmış. Bugün de kimilerince de piknik amaçlı ziyaret edilen gözelerin yan taraflarında örülmüş duvarlar, yakılmış mum akıntıları Munzur Baba inancının halk üzerinde bıraktığı etkiyi yansıtan öğelerdir.
Munzur Baba dağından Mercan Vadisine kadar uzanan, ve dağı kısmen de sarmalayan bir birine çok yakın olan Ovacık köyleri,Yeşilyazı’dan başlayarak Karayonca , yeni adı ilePardiye (Pardi), Kızıge (Kızık), Burnağe (Burnak), Deva Pile (Büyükköy),Topuze (Topuzlu), Birdu (Çalbaşı), Hanu (Hanuşağı),Viyalıke (Söğütlü), Merğu (Cevizlidere), Çêrpazine (Arslandoğmuş), Tetu(Tatuşağı), Hulkü (Hüllükuşağı), Semku (Kuşluca) ve Bilgês (Bilgeç) köyü ve çevresindeki tüm köyler, gözelerin bulunduğu Ziyaret(Jiare) köyü mıntıkasında ki Munzur Baba’ya ve onun gözelerine kudsiyetle bakarlar.
Diğer (202) bir söylenceye göre Munzur Sultan Baba,  Seyyid Nur-u Derviş Cemal'in torularından olup aynı ismi taşıyan Seyyid Derviş Cemal'in kardeşidir. Tunceli / Hozat’ta, 15 ve 16. Yüzyıl arasında, DervişCemal mezrasında yaşamıştır. Derviş Cemal’in aksineMunzur Sultan Baba bir divanedir. Yani Hakk budalasıdır (Budalaye Hakk). Başka bir deyimle Seyyitler de çok görülen bir özellik olan ve Halk tabiri ile Divane’dir. Söylencede Dersim’de diğer bir Evliya olan Düzgün Baba ile ilgili söylencelerin benzeri Munzur Baba (Munzur Sultan) için de geçerlidir (203). Bundan dolayı da Munzur Sultan Baba kendi yaşadığı mezrayı terk edip, Ziyaret köyü civarına göçer ve daha sonra orada kaybolur. Başka bir deyimle orada dağa çıkar ve bir daha kendisinden haber gelmez. Sütünü döktüğü yerden de sürekli su gözeleri fışkırır.

Şem'un Nebi Türbesi (Küt Küt Dede Türbesi)


Şem'un Nebi Türbesi (Küt Küt Dede Türbesi)

kilis

Nureddin Mahallesi'nde Hasırcı Sokağı ile Medrese Sokağı arasında küçük kubbeli kagir bir yapıdır. Düzgün kesme taşlardan yapılmıştır. Doğu yönünde girişi olan yapının giriş kapısı ve pencerelerinde düz atkılar kullanılmıştır. Soldaki pencerenin atkısı üzerinde taştan yapılmış bir rozet ve üçgen biçimindeki alınlığında da, kabartma bitki motifi vardır. Dikdörtgen planı olan türbe mescit ve sanduka olmak iki bölümden oluşmuştur. Mescit bölümündeki mihrabı oluşturan nişin iki yanında bitki motifleri ve hattat Mehmet adlı kişinin yazdığı Allah'ın ve melekleri adları ile bazı ayet ve hadisler yazılıdır.
Sanduka bölümündeki zatların kime ait olduğu bilinmemektedir. Hurufat Defteri kayıtlarına göre XVIII. Yüzyıl'da yapılan türbenin, kapısındaki yazıtta, 1885 yılında onarım gördüğü belirtilmektedir.

Kuranı Kerim'de ŞEM'un adında bir peygamber olmadığı gibi, burada yatan kişinin kimliği hakkında da farklı görüşler (bir görüşü göre Hz. Yakup'un oğlu havari Petros ile Yuda'nın diğer adı, bir başka görüşe göre de, Hz. Muhammed'in ashabından biri) vardır. Yöredeki yaygın inanca göre bu türbe, Hz. Peygamber'imizin ashabından (eshab) olan ve 83 yıl at üzerinde savaşan Şem'una aittir.

EMİRBABA TÜRBESİ







EMİRBABA TÜRBESİ..emirdağ

















EMİRDAĞLARININ ZİRVESİNDEKİ EMİRBABA TÜRBESİ

O Emirdağlarının koruyucusu ve bekçisi Emir Dede'nin can yoldaşıdır. Emirdağ'da yaşayanlar ; atadan anaya söylenip gelen şekliyle Yorgun Dede ile Emir Dede'nin kutsal günlerde toplarla, ışıklarla haberleştiği,savaş anında yeşil urbalarını giyip,ordularımızın önünde AKSALLI'lar ,ERMiŞ'ler  olarak kılıçlarıyla düşmanlara aman vermediklerine inanılır .Vatanın milletin bekasının askerlerimizle beraber onların yüzüsuyu hürmetine ayakta kaldiğı anlatılırdı..
Günümüzde Yorgun Dede'nin gölgesinde ebedi istirahat ettiği Adaçalin etegindeki Kabaagaç çevre düşmanları tarafindan kesildigi için yokolmustur. Kaybolmuş ve kaybolmakta olan şehir miraslarımıza sahip çıkılması dileklerimle.
(Kaynak : Şükrü Sağlam)

YORGUN DEDE ..




YORGUN DEDE ..emirdağ


Yorgun Dede bakar Emir Baba'ya,
Ermişler gönül verip de hüdaya,
inananlar çapıt bağlar adağa,
Dağ gözün bulutlar kaşın Emirdağ.
       

Rivayet olunur ki Battalgazi'nin askerlerinden olan « YORGUN DEDE » islam orduları ile Emirdağ bölgesine gelir; Sivrihisar ve Seyitgazi tekfurunun askerleri ile savaşırken yaralanır, Adaçalın eteğindeki YORGUN DEDE mevkisinde yer göçügü yakInIndaki kabaağaç diye tabir edilen  asırlık ardıç ağacının gövdesine yaslanır.Bu haliyle Adaçal'ın zirvesine çikamayacagi ve yola devam edemeyeceğini anlayıp arkadaslarina :
-«Beni Hakk'a emanet edin,ben hakk'a yürüyecegim» der. Arkadaşlarını yola devam etmeye ikna eder. Arkadaşları gittikten sonraları yorgun bedenini kabaagaç'a dayar ve orada ruhunu Hakk'a teslim eder.
Arkadan gelen  ikinci bir grup aradan aylar geçmesine rağmen cesedin bozulmadiğini görür.Yorgun Dede'yi ermiş kabul edip kabaagaç'ın kenarına defnederler .
Daha önceki yıllarda ve bizim çocukluğumuzda HIDIRELLEZ günlerinde Yorgun Dede ziyaret edilir, ateş yakılıp üzerinden atlanır,dilekler tutulur,Yorgun Dedenin gölgesinde huzurla uyuduğu ardıç ağacına çaputlar bağlanır ve Yorgun Dede'nin ruhunda dua edilerek dileklerde bulunulur, dileklerin kabul edildiği varsayilirdi. Mezarinin üzerine bozuk para dediğimiz metal paralar bırakılırdı.  





DÜZGÜNBABA ZIYARETGAHI ..DERSİM

DÜZGÜNBABA ZIYARETGAHI ..DERSİM






Nazımiye ilçesine 15 Km. uzaklıkta bulunan Düzgünbaba Ziyaretgahına iki ayrı yoldan ulaşılabilinir. 1. yol Tunceli merkezi tarafından gelenler kıl köyü üzerinden gelirler. 2. yol ise ilçemiz Nazımiye merkezinden günlüce ve çevrecik köylerinden geçerek ulaşabilirler. Ziyaretgahın esas yeri çok dik yamaçlı olduğu için ancak yaya olarak ulaşılır. Ziyaret yeri bir mağaranın içerisindedir. mağaranın çapı yaklaşık 30 - 50 metre uzunluğunda olup 15 metre genişliğindedir. Yöre halkı tarafından ziyaretçilerin konaklanabilmesi için bir ev yapılmıştı. Ancak bu yer ziyaretçilerin can güvenliği olmadığı için, günümüzde geceleri konaklamaya elverişli bir yer değildir. Zaten evin çatısıda sökülmüş durumdadır. Düzgünbaba dağının yüksekliği yaklaşık 2100 m. civarındadır.

Ziyaret yerinin 50 - 100 m. yukarısında bulunan Çele mağarasıda halk tarafından şifa suyu olarak adlandırılan su bu mağarada bulunmaktadır. Bu su söylentiye göre bir çok hastalığa devadır. Ziyaretçiler bu sudan hem içerler hemde birlikte getirdiği kaplara doldurup geldikleri yerlere birlikte getirirler. Sifa suyu ne fazlalaşır (aşağı doğru akmaz) ne de azalır. Fakat kalbi temiz olmayanların önünde bu suyun kuruduğu söylenmektedir.

DÜZGÜNBABA´DA SiFA ARAMAYA GELENLER

Düzgünbaba Ziyaretgahı, gerek yöre halkı tarafından ve gerekse tüm Türkiye genelinde yaşayan Alevi nüfusu tarafından kutsal sayılan bir yerdir. Özellikle Hasta olanlar, çocuğu olmayanlar her yıl Düzgünbabaya akın etmektedirler. Bu nedenle her sene Tunceli halkı olduğu gibi Erzincan, Sivas, Istanbul, Ankara, İzmir, Tokat, Erzurum, ve daha bir çok şehirler olduğu gibi yurt dışında ikamet eden binlerce Alevi vatandaşlar tarafındanda ziyaret edilmektedir.

DÜZGÜNBABA´DA YASANAN SORUNLAR ÇÖZÜLÜYOR

Ziyarete gelenler aynı zamanda çok ciddi sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Ziyaret yerine giden yol asfaltlı olması gerekirken şuana kadar maalesef stabilise bir duruma bile sahip değildir. aldığımız haberlere göre Yol yapımına başlanmıştır ve bu yıl içerisinde tamamlanacaktır.

DÜZGÜNBABA´DA YENi CEMEVi

Gelen Ziyaretçilerin birlikte getirdikleri kurbanları rahat bir ortamda kesebilmeleri, yapılan Cemlere katılabilmeleri ve Konaklamaları
için Nazımiye Belediyesi öncülüğünde 2000 yılında "Düzgünbaba ve Ziyaretleri Kültür,Kalkınma ve Tanıtım Derneği" kurulmuştur.
Kurulan dernek Düzgünbaba da yeni bir Cemevi kurulmasını kararlaştırmıştır.
Yeni Cemevi o tarihten itibaren maddi sıkıntılara rağmen yapılmaya başlandı. fakat bir türlü bitirilemedi. Alevi kuruluşları ve Alevi işadamları yeterli çaba sarfedemediler. Şu anda bitmiş olmasına rağmen 75 milyar Türklirası ödenmesi gereken borç durmaktadır. Düzgünbaba Cemevi resmi olarak 12 Ağustos 2005´te faaliyete geçmiş bulunmaktadır. Yolun asfaltlanıp bitmesi durumunda Ziyaretçi sayısında çok önemli bir atışın olacağına ve ilçe ekonomisine katkıda bulunacağına inanıyoruz.


Düzgünbaba Cemevi yaklaşık 500 m2´lik bir alan üzerinde kurulmuştur. Cemevinde Büyük bir Cem odası, Misafir ağırlama yeri, Duşalmayerleri, WC, Kütüphane, Mutfak, Çamaşırhane, Yemekhane, Kurbankesme yerleri ve 7 Ailenin kalabileceği pansiyon yerleri mevcuttur.

DÜZGÜN BABA (SAH HAYDAR) ZiYARET YERi HiKAYESi

DÜZGÜN BABA (ŞAH HAYDAR) ZİYARET YERİ HİKAYESİ Hz. Ali evlatlarından 7. İmam Musa Kazım'ın neslinden büyük Türk mutasavvıfı Hacı Bektaş-ı Veli (1209/1210-1270/1271) (çoğunluğun katılmadığı bazı araştırmacıların görüşüne göre 1248-1337) Xlll'ncü Yüzyıl'da (Anadolu Selçuklu Devleti döneminde) Horasan'dan ayrılıp; 1264 yılında Erzincan üzerinden Anadolu'ya geçerken; o zamanlarda halkı arasında Zerdüşt dini özelliklerine de rastlanan Dersim bölgesine Alevîliği anlatmak için üç halife gönderir. Bu halifelerden birincisi, Şah Kasan/Kasan Halife'dir ve Pertek ile Hozat taratma gider. Bu halifelerden ikincisinin Kalmamsır olduğu ve bir inanışa göre; Büyükyurt tarafında sırra erip kaybolduğu söylenmektedir. Diğer bir inanışa göre ise; Günlüce köyünde yaşamış ve orada
ölmüştür.
Bu halifelerden üçüncüsü, (8'nci imam Ali Rıza'nın oğullarından) Seyyid Mahmud Hayrani olup;Mazgirt Dedebağ (Bağın) köyü ve Nazimiye Bostanlı köyü bölgesinde bir süre kaldığına ve sonra Konya ili Akşehir ilcesine döndüğüne ve orada 1268 yılında öldüğüne inanılır. (Halen türbesi Akşehir'dedir.) İnanışa göre; oğlu (kardeşi veya amcası da olabilir) Hacı Kureyş, Bostanlı köyü Zeve mezrasında yaşamıştır, işte onun da (muhtemelen birinci) oğlu Şah Haydar/Ak Haydar'dır.
Bazı araştırmacılara göre; Şah Haydar, Silvan'da öldürülen ve Zaza Türkleri tarafından Tunceli bölgesine getirilerek sonradan Sultan Baba/Tacik Baba ismiyle anılan ve ziyaret yeri haline getirilen dağa gömülen Celaleddin Harzemşah'ın komutanlarından/beyierinden biridir. Celaleddin Harzemşah'ın diğer beyleri gibi, bir süre Selçuklu Sultanı'na bağlı kalmış ise de daha sonradan başkaldırarak Tunceli bölgesindeki dağlara sığınmıştır.
Bazı araştırmalara göre ise; seyyidler dönemi öncesi bölge mitolojisinde yer alan bir figürdür (bölgeyi en çok etkisi altında bırakan Sümerler döneminden kalma kutsal değerlerden biridir ya da İran halklarının tanrı Mithrasi'na ait kültün bir devamı durumundadır) ve kaynaşma sürecinde o, Kureyş Baba'nın oğlu olarak bir kutsal dağ biçiminde yaşamım sürdürmektedir. Hititlerin gök/fırtına tanrısı ile dahi bir benzerliği vardır.Kendisi, (güneş ya da gök tanrılarının simgesi olan) bir kartalla simgelenir ve gökyüzünde kanat çırptığına inanılır. Haskar/Haskal, Jel/Zel ve Karsniye/Karsni/Kesni isimlerinde üç kızkardeşi vardır. Bugün bunlar da bölgedeki dağ isimleri olarak bilinmektedir. Haskar, Düzgün Baba'nın en küçük ve en sevdiği kızkardeşi olduğundan yanıbaşındadır. Karsniye ise her sonbaharda Düzgün Baba'ya dört tane dağ keçisi göndermektedir.

Efsaneye göre; Şah Haydar, Bostanlı köyü Zeve mezrası yakınlarındaki Zergovit Tepesi'nde yaptığı evinde, hayvanlarım otlatıp onlarla ilgilenmektedir. Yaz-kış hayvanlarım en iyi şekilde beslemektedir.Özellikle kışın en çetin günlerinde bile hayvanlar besili olmaktadır. Bu durum babası Kureyş'in dikkatini çeker ve "Hele bir bahayım, kışın ortasında hayvanlara ne yediriyor?" diyerek, hayvanların bulunduğu yere gelir. Bu sırada Şah Haydar, elindeki çubuğunu kuru meşe ağaçlarına dokundurmaktadır. Çubuğun değdiği her ağaç yeşermekte ve hayvanlar da bu taze yaprak ve sürgünleri yemektedir. Kureyş Baba, sessizce geri dönmek ister. Ancak, o sırada bir keçi aksırmaya başlar. Şah Haydar ise keçiye dönerek, "Ne oldu? Babam Derviş Kureyş'i mi (Mahmud'u mu) gördün ki bu kadar hapşırırsın?" der ve arkasına baktığında,kendisine görünmeden gitmeye çalışan babasını görür. Babasına ismi (ve lakabı) ile hitap ettiği için çok utanır ve mahcubiyetinden dolayı Düzgünbaba Dağı denilen tepeye çıkar. Rivayet olunur ki; Şah Haydar, babasına ismen hitap ettiği için kaçtığı zaman, ayağında kışın karda giyilen hedik veya lekan varmış. Bu hediklerle Zergovit Tepesi'nden Düzgünbaba Tepesi'ne kadar (takriben beş kilometre) üç adım atmış ve bastığı her yerde hedikler tasa iz bırakmış olup, bu izler hala durmaktadır. İki tanesi (bazılarına göre atma ait olanları), (40 gün süreyle) çile doldurmak için yaşamaya başladığı "Çele" ismi verilen mağaranın içindedir.
Burada yaşamaya başlayan Şah Haydar'ın bir iki gündür eve gelmemesinden şüphelenen annesi, durumu babasına bildirir. Kureyş Baba, müritlerinden bazılarım onu aramaya ve durumunu öğrenmeye gönderir. Müritler, onu 2100 metre yükseklikteki bu tepede bir mağarada bulurlar ve durumunun iyi olduğunu öğrendikten sonra tekrar Zeve'ye dönerler. Babasına "Durumu düzgündü, merak edilecek bir şey yok. Selam ve hürmet eder, ellerinizden öper."derler. Bu "durumu düzgündü" sözü dilden dile dolaşır ve asıl adı Şah Haydar olan bu zata, artık bir süre sonra Düzgün Baba olarak bir isim atfedilir. O günden bu güne Düzgün Baba olarak söylenegelir.
Nazimiye'de bulanan bu ziyarete genelde kısır kadınlar, erkek çocuğu olmayanlar, hasta ve sakat kişiler gitmektedir. Halk arasındaki kimi sorunlar ve anlaşmazlıkların bile, adaletine güvenilen bir yargıç gibi, ona havale edildiği de olmaktadır. Halen mezar yeri, yığma taşlarla çevrili olarak Düzgünbaba Tepesi'nin zirvesinde bulunmaktadır Bazılarına göre bu mezar Mehmet isimli bir dervişin/seyyidin mezarıdır. Çünkü Düzgün Baba sır olmuştur, mezarı olamaz. Bu mezarın yakınında da Düzgün Baba'nın yaşadığına inanılan mağara vardır.Ayrıca mezarın hemen yakınındaki bir zirvede taştan yapılmış üç adet (muhtemelen) top kalıntısı vardır.Ancak ne olduğu net olarak anlaşılamamakla beraber bu kalıntılar da yörede yaşayan insanlar tarafından (cengaverliğine bir işaret olarak) Düzgün Baba'nın topları (bazen kız kardeşleri ve Munzur Baba ile karşılıklı haberleştikleri sevgi topları) olarak kabul edilir ve zaman zaman kendiliğinden ateşlendiğine (top seslerinin Cemlerde Söylenen Bir Deyiş duyulduğuna) inanılır. Bu ziyaret yerine her yıl yaklaşık 5000 kişi gelmektedir. Ziyaretçiler genelde kayaları öperler, kurban keserler, mum (çıra) yakarlar. Bazı ziyaretçiler ise geceyi de mağarada geçirirler. Böylece rüyalarında Düzgün Baba'yı (beyaz sakallı bir ihtiyarı) görüp dilekleri ile ilgili bir işaret almaya çalışırlar. Bu amaçla daha önceden mağara içerisinde (kadınlar için) bir konaklama yeri yapılmıştır. Bazı ziyaretçiler, Düzgün Baba'nın yaşadığına inanılan mağaranın yakınındaki bir başka küçük mağara içindeki ince ince akan ve tas şeklindeki su kaynağından (tas çeşmesinden) su içerek kendi iyiliklerini ölçerler Söylendiğine göre; kalbi temiz (iyi ruhlu) olanlar rahatlıkla su içebilirken; kalbi kötü (kötü ruhlu) olanlar veya inanmayanlar, su içmek için eğildiklerinde, su kana dönüşür veya kurur ve içilemez hale gelir. Buradaki taşlarda Düzgün Baba'nın uzanarak yattığı farz edilen bir yatma yeri izi de vardır. Yine bazı ziyaretçiler, Düzgünbaba (Çele) mağarasının bulunduğu yerden 3-4 adet küçük taş toplayarak evlerine götürürler; bunları beyaz bir bez torba içine koyup, bereket getirsin diye, genelde mutfaklarına asarlar. Perşembe'yi Cuma'ya bağlayan gecelerde ise, torbaya yakın bir yerde mum yakılır ve böylece Düzgün Baba hatırlanır. Çok inananlar yemin ederken/and içerken; bu torbaya ellerini koyarak ve "Düzgün Baba çarpsın ki. Düzgün Baba adına vb." diyerek yemin ederler. Yemin ederken, güvence vermek için Düzgün Baba'nın adının kullanılması, Düzgün Baba'nın çok dürüst, doğru, adaletli ve sözüne güvenilir bir kişi olduğunu göstermesi açısından "Düzgün" olarak konan adım da bir başka açıdan açıklıyor olabilir. Halk arasında Düzgün Baba adım kullanarak yapılan dua ve beddualarda oldukça yaygındır. Çocuğu olmadığı için Düzgün Baba'ya çıkıp da dua edenler, çocukları olunca, adım da çoğunlukla "Düzgün" olarak koyarlar.
Muhammed geliyor,
Ali de önündedir.
Muhammedi sorarsan;
O bizim dedemiz.
Hazreti Ali'yi sorarsan;
O bizim kolumuz kanadımız.
İmam Hüseyin'i sorarsan;
O Kerbela şehididir.
Bektaş Veli'yi sorarsan;
O el'in üstündeki el'dir.
Kureyş'i sorarsan;
O sır keramet sahibidir.
Düzgün Baba'yı sorarsan;
O murad kapısıdır.

Yararlanılan Kaynaklar:
1. Danık Ertuğrul, Koç ve At Şeklindeki Tunceli Mezartaşları, Türk Kültürünü Araştırma EnstitüsüYayınları, İkinci Baskı, Ankara, 1993.
2. Güven Kenan, Tabiat Güzellikleri ve Kültürel Değerleri İle Tunceli, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını-Sayı:52, Ankara, 1991.Kalafat Yaşar, Dr., Doğu Anadolu'da Eski Türk İnançlarının İzleri, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını-Sayı:112, Genişletilmiş ikinci Baskı, Ankara, 1995.
3. Yolga Mehmet Zülfü, Nazimiye Eski Kaymakamı, Dersim (Tunceli) Tarihi, Türk Halk Kültürünü Araştırma ve Tanıtma Vakfı Yayınları, Yayın No.:9, Ankara, 1994.
4. Kemali Ali, Erzincan Eski Valisi, Erzincan, Kaynak Yayınları, İkinci Baskı, İstanbul, 1992.
5 Aksoy Gürdal, Mithra'dan Bava Duzgın'a: Dersim'de Antik Dönem İnançlarının Sürekliliği Üzerine,Makale (Munzur isimli derginin 2000/2 sayışı sayfa:22-67), Ankara, 2000.
6. Yörede yaşayan halkın birbirlerine aktardıkları hikayeler.
7. Nazimiye Kaymakamligi

FERRUH-ŞAD BEY TÜRBESİ..ÇEMİŞGEZEK TUNCELİ

FERRUH-ŞAD BEY TÜRBESİ..ÇEMİŞGEZEK TUNCELİ



Çemişgezek İlçesi, Ulukale Köyü yakınında tarlalar arasında bulunan kesme moloz taş ve tuğladan yapılan türbe bu türbenin kapısı üzerindeki Arapça kitabesinden öğrenildiğine göre zamanında yöreye hakim olan Emir Ferruh Şad Bey için 1551 (Hicri 957) yılında yaptırılmıştır. Kitabenin okunabilen bölümleri şöyledir: 
“…………………………. 
Hâzâ merkad el-Emir el-Mükerrem, Sâhib el-tabl ve’l-âlem, el-Emir Ferruh-Şâd Big… 
İbn-i’l-Emir el-merhum el-magfur……el-Emir Hac Rüstem Big 
Tâbe serâ-hün ve ca’ale-l-cennet misvâ-hün fi şehr Zi’lhicce…. Sene 957 (1551).” 
Yapı altta mumyalık, üstte mescit bölümüyle Selçuklu türbe geleneğini taşımaktadır. Türbe kesme taştan sekizgen planlı olarak yapılmış, üzeri merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe kaplaması dışında oldukça sağlamdır. Sivri kemer içindeki girişin karşısında mihrap yer alır. Türbenin gövde kısmının altında, ortasında ve üzerinde kırmızı kesme taşlardan üç sıra halinde şerit yapılmış ve böylece cephe hareketli bir görünüm kazanmıştır. Giriş kapısı ile iki yandaki pencerelerin üzeri hafif sivri kemerlidir. Kemerlerin içerisindeki pencereler düz taş hatıllıdır. Girişin karşısında mihrap bulunmaktadır. Ancak türbe zemini sökülmüş, duvarların sıvaları sökülmüştür. Bu nedenle de içerisinin bezeli olup, olmadığı anlaşılamamıştır. Türbenin altında mumyalık kısmı bulunmaktadır. Çevresinde bazı tarihi eser kalıntıları ve mezar taşları bulunmaktadır. 

ZEYNEL BEY TÜRBESİ..

ZEYNEL BEY TÜRBESİ.. HASAN KEYF



 Kör Zeynel Mirza'nın öyküsü...
Zeynel Bey, Akkoyunlu Hükümdarının küçük oğludur. Kör olduğunu kimse bilmese de, Emirin oğlu anlamına gelen, Kör Zeynel Mirza derlerdi ona. Hükümdarlığın merkezi Tebriz'e bağlı olarak Kazwin Bölgesi hâkimidir. Aynı dönemde abisi uğurlu Mehmet Mirza'da, bugünkü, Siirt Şirvan Bölgesi hâkimidir.
Babası, Sultan Hasan Bahadır Han, bütün Doğu Anadolu, Irak, İran ve Gürcistan hâkimi, güçlü, kudretli uzun boylu bir hükümdardı. Bu nedenle lakabı "Uzun Hasan"dı.
Hükümdarlığın merkezi Diyarbakır'dan Tebriz'e taşındığı o yıl, Zeynel Bey 20 yaşındadır. Babası Sultan Hasan Bahadır Han, Kazwin'e bir haber gönderir. Bütün Akkoyunlu sancak beylerinin Tebriz'de toplanmasını ister. Zeynel Bey haberi alır almaz, hazırlık yapar ve Tebriz'e doğru yola çıkar. Birkaç gün sonra bütün sancak beyleri Tebriz'deki sarayda toplanır. Bütün Beyler bu toplantının nedenini aşağı yukarı bilir. Bir süredir, Anadolu'daki iki büyük Türk Hükümdarlığı arasındaki gerginliğin hepsi farkındadır. Bütün beyler gibi Zeynel Bey de toplantıdan sonra düşüncesinde yanılmadığını anlar. Babası, Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan, Osmanlı Devleti Hükümdarı, Sultan Mehmet Han'a karşı savaş kararını açıklamış ve hazırlık yapılmasını istemiştir. Artık geri dönüşü yoktur, savaş hazırlıklarına başlanacaktır.
Zeynel Bey, bu duruma nasıl gelindiğini düşünür: Her iki devlet de, Oğuz boyundan olup, Orta Asya'dan batıya, yaşam alanı bulmak için göç etmiş, iki Türkmen aşiretidir. Şimdi her ikisi de güçlü iki devlet olmuşlardır. Üstelik her ikisi de Sünni Müslümandır. Sultan Mehmet Han, İstanbul'u alarak Bizans İmparatorluğuna son vermiş, ardından Trabzon Pontus Rum Devletini yıkarak Avrupa ve Hıristiyan âlemine karşı büyük zafer kazanmıştır. Sultan Mehmet Han, Müslüman-Türk bir devletle savaşmak istemez. Bunu son yıllardaki siyasi gelişmelerden anlayabilir Zeynel Bey. Fakat Emir-i Kebir (Büyük Emir) olan babası, annesinden dolayı Trabzon Pontus Rum Devletinin varisi olduğunu iddia eder.Trabzon'u, Sultan Mehmet Han'dan geri ister. Oysa ki Orta Asya'da her iki devlete yetecek büyüklükte toprak vardır. Mesele toprak meselesi değildir. Mesele güç ve iktidar meselesidir. En güçlü, en büyük, en iktidarlı olma meselesi. Kudretli babasının gözünü iktidar hırsı bürümüştür. Batıdaki Hıristiyan âleminin kışkırtmaları ile oluşan, iktidar hırsının farkındadır Zeynel Bey.
O yıl, sonbahar ve kış ayları savaş hazırlıkları içinde geçer. Mart ayına gelindiğinde ise, savaş için harekete geçilir. Osmanlı Sultanı, Mehmet Han'ın yanında Konya Valisi oğlu Şehzade Mustafa, Amasya Valisi Şehzade Beyazıt, diğer önemli komutan ve vezirlerle birlikte yüz bine yakın asker vardır. Osmanlı ordusu iyi eğitilmiş mükemmel silahlandırılmıştı. Ellerinde bol miktarda topları da vardı. Osmanlı ordusunun merkezinde Sultan Mehmet Han, sağ kolunda Şehzade Bayezid, sol kolunda ise Şehzade Mustafa vardı. Sultan Mehmet Han kapıkulu askerlerine, şehzadeler de, eyalet askerlerine kumanda ediyorlardı.
Atlı Türkmen askerlerine sahip Akkoyunlu ordusu ise, 120 bin civarındaydı. Akkoyunlu Ordusu, Erzincan'ın Tercan ovası, Otlukbeli Tepelerine geldiğinde, Osmanlı Ordusu ile karşı karşıya gelir. Her iki orduda karşılıklı savaş düzenine geçer. Tarih 11 Ağustos 1473'tür.
Akkoyunlu ordusunun merkezinde Sultan Hasan Han, sağ kolda oğlu Zeynel Bey, sol kolda ise Şirvan Hâkimi, Uğurlu Mehmet Mirza vardı. Savaş, Osmanlıların ateşli silahlarda, Akkoyunluların ise, süvari kuvvetlerindeki üstünlüğü ile başlar. Birkaç saat sonra Osmanlı Ordusunun sol kanadındaki Şehzade Mustafa'nın gayretleri sonucunda savaş Osmanlıların lehine döner. Bu savaşta Şehzade Mustafa, savaşın kaderini belirleyecek kararı verir. Askerlerini iki dere arasındaki Zeynel Bey kuvvetlerinin üzerine sürer. Zeynel Bey ve kuvvetleri bu beklenmedik hücuma karşı koyarlar. Aralarında öldüresiye bir boğuşma başlar. Osmanlı Ordusunun sol kanadına kumanda eden Şehzade Beyazıt da, Mehmet Mirza'nın kuvvetlerine karşı saldırıya geçer. Savaş o kadar kızışır ki, sağ- sol kanatlar birleşmiş, dost düşman birbiri içine girmiştir. Öyle ki, Sultan Hasan Han bile, at sürüp, boğuşmak zorunda kalır. Şehzade Mustafa'nın emrinde olan bir Anadolu sipahi askeri, Sivaslı Oruç, boğuşmanın tam ortasında Zeynel Bey ile karşı karşıya gelir. Sivaslı Oruç bir kılıç darbesi ile Zeynel Bey i atından düşürür. Yere düşen Zeynel Bey ayağa kalmak istese de buna fırsat bulamadan, Sivaslı Oruç Zeynel Beyin Kafası gövdesinden ayrılır.
Bir savaşta ölme ihtimalini hep düşünmüştü Zeynel Bey. Fakat genç yaşta olacağı hiç aklına gelmemişti. O yıl görkemli bir toyla gerdeğe girmişti. Evliliğinin onuruna düzenlenen o geceyi ve şöleni hiç unutmamıştı. O gece kutlamada bulunan şairler, o geceyi ve görkemi anlatan şiirler yazmışlardı.
"Tören, Kazwin'de, cennet bahçesine benzeyen, havası ise bahar mevsimi kadar temiz bir yaylakta kurulmuştu. İki ok atımına sahip çember biçiminde bir yer ayarlanmıştı. Emirler ve Devlet erkânı o çemberin etrafındaki göğe benzeyen çadırlara, gölgeliklere ve otağa gelmişlerdi. Herkes kendine tabii olanla o gece beraber oturup meclisler kurulmuştu. O meclislerde şarabın kadehleri perilere benzeyen sakiler tarafından dağıtılırken, nedimlerin onların üzerinden gamı sildiği, hoş sesli mutriblerin şarkıları ile cennete benzetilen ortamda onlara sevinçli anlar yaşatmıştı. Her köşede çengin ve udun sesi, her mevkiden bir güzelin nağmesi ve ney melodisinin ve dolu kadehin sevinci ile oluşan mutluluk anları insanların o gece o toy a akın etmesine sebep olmuştu. Kıymetli elbisesini giyen herkes o gece, o meclise koşmuş, cennette, rüya gibi bir gece yaşanmıştı"
Her şeyi görüyordu Zeynel Bey. Kesik başı, bir kılıca takılmış, savaş alanında çığlık çığlığa dolaştırılıyordu. Akkoyunlu Türkmen askerlerinin morali bozulmuş kaçmaya başlamışlardı. Babası çaresizce sağa sola koşup, orduyu toplamaya çalışıyordu. Zeynel Bey, her şeyin nasıl bittiğini gördü. Kaçan babasının, üç günlük yolu nasıl bir günde alarak, Bayburt'a geldiğini, kendi yaşamı ile birlikte, bu savaşla, babasının da bittiğini görüyordu.
Zeynel Beyin Kesik başı İstanbul'a götürüldü. Günlerce halka gösterildi. Cesedi ise, savaş alanında kurda kuşa yem oldu. Babası, Uzun Hasan, önce Diyarbakır'a sonra Tebriz'e kaçtı. Bu yenilgi babası için öyle büyüktü ki, bir daha asla kendini toparlayamadı. Oğlu için günlerce üzüldü, ağladı. Kesik başı gözünün önünden hiç gitmedi. Hasankeyf Hâkimi, oğlu Sultan Halil'den, Zeynel Beyin anısına Hasankeyf te bir türbe yapmasını istedi. Babasının isteği üzerine Sultan Halil, Hasankeyf'te " Zeynel Bey Türbesi"ni, kardeşinin anısına yaptırdı.
Artık, herkes bilir onu Hasankeyf'te. "Uzun Hasanın oğlu, Zeynel Bey" derler ona. Cesedi bu türbede olmasa da, ruhu hep, bekler durur türbeyi, yıllarca