KARIŞIK

10 Mayıs 2016 Salı

Kaygusuz Abdal Türbesi beypazarı..ankara


Kaygusuz Abdal Türbesi
beypazarı..ankara
 


 

                  Kaygusuz Abdal Türbesi

Ankara ili Beypazarı ilçesi KABACA köyündedir. Türbede Kaygusuz Abdal ve müridlerinden 10 yatır vardır. Kim tarafından ve ne zaman yapıldığı bilinmeyen türbe kubbelidir. Türbede çok sayıda örtü vardır. Türbe; şifa, saygı ve hayır için ziyaret edilmektedir. Kesin olmamakla birlikte Kaygusuz Abdal'ın Alaiye (Alanya) Beyinin oğlu olduğu Abdal Musa Dergahı'nda eğitim aldığı Horasan Evliyaları'ndan olduğu ifade edilmektedir. Bazı kayıtlara göre, 1168 tarihinde Kabaca Köyü civarında hakkın rahmetine kavuşmuştur. YAPIMI : Yapını dış cephelerinde derz ıslahı yapılmış ve piramidal çatısı bordo renkli oluklu çinko levhalarla kaplanmıştır. Yakın tarihte kuzey cephesine bitişik bir ön giriş mahalli inşa edilmiştir. İç Mekânda duvar yüzeylerindeki alçı sıvanın yenilendiği ve 1998 tarihinde kalem işi tezyinatla bezendiği, onarımlar esnasında sandukaların elden geçirildiği ve yüzeylerin sıvanarak, beyaz renkte badana yapıldığı, Kaygusuz Abdal'ın Yaşamı : Kaygusuz Abdal'in asil adi Alâeddin Gaybî'dir. Padisah II. Murat (1421-1451) döneminde ve 1341-1444 yillari arasinda yasadigi babasinin Hüsameddin Mahmud oldugu söyleniyor. Dogdugu öldügü yer ve yil kesin olarak bilinmiyor. Menkibeye göre yasami söyle: Gaybî Alaiye (Alanya) Beyi'nin oglu imis. Iyi bir ögrenim görmüs. Bir gün yaraladigi bir geyigi kovalarken Abdal Musa'nin Elmali'daki dergahina varmis. Dervislerden geyigi sormus. Abdal Musa koltugunun altina saplanan oku göstererek "Ogul attigin ok bu mudur?" diye sormus. Sasirip üzülen Gaybî onun ayaklarina kapanmis tekkesine kul olup Kaygusuz adini almis. Kirk yil orada hizmet etmis. Bektasiligin ululari arasina girmis. 1424-1430 yillarinda Rumeli'yi dolasmis. Edirne Yanbolu Filibe ve Manastir'da bulunmus. Daha sonra Hacca gitmis. Misir'a gönderilerek kurdugu tekkeye seyh olmus. Ünü Islam dünyasina yayilmis. Ölünce Mukattam daginda bir magaraya gömülmüs... Abdal Musa gibi halifesi Kaygusuz Abdal da Bektasi edebiyatinin kurucularindan sayilir. Yunus Emre'nin açtigi yolda yürümüstür. Hem aruz hem de heceyle yazmistir. Tasavvuf felsefesine yaslanan siirlerinde ince bir alay görülür. Yobazlikla hem sofulugu nükteli bir anlatimla taslar. Tekerlemelerle beslenen temiz bir dili ve kivrak tatli özgün bir deyisi vardir. Birkaç siirinde Serâyi Miskin Serâyi Kul Kaygusuz ya da Miskin Kaygusuz mahlasini kullanmistir.
  
                          
                         
Asıl adı Gaybi'dir. Kaygusuz Abdal'ın hayatı hakkında ki bilgilerin çoğu Bektaşi menkıbelerine dayanır. Bu menkıbelerin en tanınmışı onun Abdal Musa'ya bağlanışını anlatan hikayedir: Alaiye (Alanya) beyinin oğlu Gaybi avlanırken attığı okla bir geyiği koltuğundan vurur. Yaralı geyik kaçar Gaybi arkasından koşar. Geyik Abdal Musa'nın tekkesine girer arkasından avcı da girer dervişlerden geyiği sorar. Dervişler görmediklerini söylerler. Çekişme başlar. Olaya Abdal Musa. karışır ve koltuğu altından kanlı oku çıkararak Gaybi'ye gösterir. Gaybi okunu tanır ve Musa'ya bağlanır. Alanya beyi oğlunu tekkeden kurtarmak ister ama Gaybi Musa'dan ayrılmaz. Bey Teke (Antalya) beyine başvurarak oğlunun kurtarılmasını ister. Teke beyinin gönderdiği ordu Musa'ya yenilir Gaybi tekkede kalır. Kırk yıl tekkede Abdal Musa 'ya hizmet ettikten sonra şeyhi tarafından Mısır'a gönderilen Kaygusuz Abdal orada bir tekke kurar. Bu tekke İslam dünyasında büyük bir ün kazanır ve hastalarla başı dara düşenlerin sığınağı olur. Kaygusuz Mısır'da ölür. Türbesi Kahire yakınlarında bulunan bir mağaradadır. Hece ve aruzla şiirler söyleyen Kaygusuz'un nesirle yazılmış eserleri de var. Aruzla yazılmış şiirleri divanında toplanmıştır. Hece ile yazdıklarına ise cönklerde ve şiir mecmualarında rastlanıyor. Nesir eserleri: Budala-name Mağlataname Cefriyye-i Kaygusuz ve Esrar-ı huruf adlarını taşıyan kitapçıklardır. Cefriyye gelecekte olup bitecek olayları anlatan bir fal kitabıdır. Öbürleri tasavvufla ilgili konuları işler. Şiirlerinin bir çoğunda Kaygusuz takma adını kullanan ozan bazı şiirlerinde Serayi adını da kullanır. Kaygusuz adını taşıyan başka şairlerin de bulunması eserlerinden bazılarının başka bir Kaygusuz'un olabileceği kuşkusunu doğuruyor. Kaygusuz Abdal Bektaşiler arasında büyük saygı ile anılır ve Bektaşi uluları arasına girer. Hemen bütün Bektaşi tekkelerinde bulunan ve Kaygusuz'a ait olduğu kabul edilen bir resimde bir yılan bir akrep ve bir arslan ayakları bine yatarak ona boyun eğmiş görünürmüş. XVIIL yüzyıl ressamlarından Levni'nin yaptığı güzel bir Kaygusuz minyatürü vardır. Kaygusuz bir eserinde 1397-98 yıllarında doğduğunu söylüyor. Eserlerinden de anlaşıldığına göre XV .yüzyılda yaşamış olan şair Anadolu ve Rumeli'nin birçok yerlerini gezmiş ve iyi bir öğrenim görmüştür. Özellikle hece ile yazdığı şiirlerde ve nesirlerinde güzel bir Türkçe kullanır. Kaygusuz'un tasavvufla ilgili şiirleri yanında tekerlemeleri şathiyeleri (alaylı iğneli ve simgeli şiirler) de önemli bir yer tutar. Yunus Emre yolunda yürüyen şair bu tür şiirlerinde ona daha çok yaklaşır. Ölüm yılı bilinmiyor. 
                                         
 
Kaygusuz AbdalII Kaygusuz Abdal'in gerçek kisiligiyle yasamiyla ilgili bilgiler yetersizdir birtakim söylencelerle karismistir. Bu söylenceler arasindan onun gercek yanini bulup çikarmak kolay degildir bu konuda en önemli kaynak elimizde bulunan bir "divan" da toplanan siirleridir. Kaynaklarda bu özgün ozanin Alaiye (Alanya) Beyi'nin oglu oldugu gerçek adinin Alaeddin Gaybi diye bilindigi 1341-1444 yillari arasinda yasadigi söylenir. Bu bilgilerin kesinligi açikligi sözkonusu degildir. Özellikle ölümünün 1444 yilinda olmasi kolay kolay onaylanabilecek bir sav degildir. Onun bir siirinden Abdal Musa'ya baglandigi onunla görüstügü onun önerisi üzerine Misir'a giderek orada bir Bektasi Tekkesi açtigi da söylentiler arasindadir. Bütün bu söylenti niteligi tasiyan bilgilerin aydinlattigi biricik gerçek böyle bir ozanin bulundugu 14. yüzyilda yasadigi birtakim etkinlikler gösterdigidir. Kimi kaynaklara göre Kaygusuz Abdal 14. yüzyil sonlarinda Misir'a gitmis bir süre Kerbela-Necef dolaylarinda gezmis hacca ugramis sonra oldugu Misir'a dönmüs orada bir magaraya gömülmüs bu nedenle ona "magarada gömülü" anlaminda "Abdullah Magaravi'' (magarada gömülü Tanri kulu) denmistir. Hac dönüsü Sam'a ugramis orada bir bahçeyi sulamada kullanilan büyük dolabi görmüs ondan esinlenerek "Dolabname'' adli siirini yazmis. Bunlarin hepsi ozana yakistirilan onu söylence ürünleriyle donatan dil ürünleridir gerçek yasaminin saptanmasinda etkin belge niteligi tasimaz. Yine kimi kaynaklara göre Misir'a gitmeden Filibe Yanbolu Manastir Edirne dolaylarinda bulunmus düsüncelerini yaymaya çalismistir. Yasami yeterince bilinmeyen Kaygusuz Abdal'in düsüncelerini adina düzenlenen "divan"inda toplanan siirlerinin incelenmesinden çikarmak anlamak kolaydir. O "abdallar" toplulugundandir bir siirinde söyledigi gibi saçini sakalini biyigini kaslarini kestirerek (car-darb) dolasirmis. Bu islem abdallik yoluna girmenin özelliklerinden biridir. Kaygusuz Abdal'in siirlerinden anlasildigina göre çok iyi bir ögrenim görmüs tasavvufu bütün ayrintilariyla ögrenmis özellikle Islam dini konusunda genis bilgi edinmistir. Onun Abdal Musa ile iliskisini anlatan özgün bir öykü vardir: Alaiye Beyi'nin oglu olan ozan avlanmayi çok severmis. Günün birinde ava çikinca bir geyikle karsilasmis yayini gerip geyigi oklamis. Sirtina ok saplanan geyik kaçmaya baslamis Alaeddin Gaybi de geyigin ardinca kosmus. Geyik sirtindaki okla Abdal Musa Tekkesi'ne siginmis. Tekke'ye geyigin ardinca giren ozan karsisinda duran Abdal Musa'dan içeri giren geyigin kendisine verilmesini istemis. Abdal Musa ise koltugunun altina saplanan oku çikarip göstererek "Ogul attigin ok bu mu?'' diyerek Kaygusuz'a gösterince ozan kendinden geçmis Abdal Musa'nin ayaklarina kapanarak ondan yardim dilemis böylece tekkeye girmis tarikata girmis. Bu duygulu sevecen öykünün dogrulugu yanlisligi tartisilmaz özünde ilkçag Anadolu dinlerinden gelen geyigin Hititler'ce tanrisal bir varlik oldugunu bildiren bir söylence vardir. Onun Bin batmandan olsa kazan Ustager degil mi düzen Hayranlik esince cana Bengilik de gereg olur dörtlügüne dayanilarak esrar içtigini söyleyenler vardir. 14. yüzyil Anadolu'sunda esrar içmek "abdallar" arasinda cok yaygin bir tutkuydu. Ancak Mevlana'nin kimi siirlerinden Sems-i Tebrizi'nin oldugu söylenen "Makalat" tan anlasildigina göre Mevleviler'de de esrar içimi yaygindi. Tasavvuf yolunu seçenlerin çogunun esrara düskünlügü bilinmeyen bir olay degildir. Bu tutkunun nereden kaynaklandigini bilemiyoruz ancak yaygin bir aliskanliga dönüstügü açiktir yorum gerektirmez. Urum Abdallari gelir dost deyu Egnimize aba hirka post deyu Hastalari gelür derman isteyu Saglar gelur sahim Abdal Musa'ya dörtlügüyle baslayan kosugundan inanca olarak Abdal Musa'ya kapilandigi ondan el aldigi anlasilmaktadir. Yukarda anlatilan geyik olayi da bu durumu kanitlar niteliktedir. Baska bir kosugunda bulunan Ergene'nin köprüsü Susuzluktan bunalmis Edirne minaresi Egilomis su içmege dörtlügüne dayanilarak Edirne yörelerini dolastigi sonucu çikarilmaktadir. Burada geçen "Edirne minaresi" nden anlasildigina göre o dönemde Edirne ilinde önemli camiler vardi üstelik bir akarsu kiyisindaydi. Kaygusuz Abdal adinin "Gaybi" oldugunu "Dolabname" adli uzun siirinde söyler: Alai Gaybi bundan tekke kilmaz Hak'in fazlidurur ancak dayagi Sabir seccadesin altina almis Tevekkülden kusanmistir kusagi Sözünü Kaygusuz arife söyle ne bilsün sükkeri dana buzagi Demek siirlerinde tapsirmasi olan "Kaygusuz" ile özel adi olan "Gaybi" yi birlikte kullanmistir. Onun "Sarayi" tapsirmasini kullandigi siirleri de vardir. Bu degisik adlari neden seçtigini bilmiyoruz. Ününün yasadigi çagda bile yayginligina karsin yasami konusunda yeterli bilginin bulunmayisini açiklamak kolay degildir. Kendisi de siirlerinde doyurucu bilgi vermiyor. Onunla ilgili kaynaklarda da güvenilir nitelikte bilgi yoktur. Siirlerinin incelenmesinden çok gezdigi çok kimse tanidigi anlasiliyor ancak bu da bir yorum olmaktan öteye geçemez. Bir yerde: Kelebek bugday ekmis Manisa ovasina derken Manisa ilini baska bir yerde de yine alayci güldürücü bir tutumla: Kertenkele derilmis Dile Kirim geçmege gibi dizeler söylemesine bakarak bu yöreleri gezdigi sonucunu da çikarabiliriz ama sonuç degismez yasaminin gerçegi yine karanlikta kalir. Burada arastiriciya düsen baslica görev bu ünlü ozanin ürünlerine dayanarak kisiligini dilini basari asamalarini düsüncelerini açiklamaktir. Kaygusuz Abdal'in birkaç siirinde kadindan birisinde açikça karisindan yakindigi görülür buna dayanarak iyi bir evlilik geçirmedigini söyleyecek durumda degiliz; alayci yerici güldürücü dili kimi konularda güvenilir bir yargiya varmayi engeller. Bektasilik'te Haci Bektas Veli'ye yorulan bir olaydan (Kadincik Ana'nin esi degil de can yoldasi oldugundan) onun evlenmedigi sonucunu çikarmak yalniz (mücerred) yasadigi yargisina varmak da pek tutarli degildir. ... Yine siirlerinde geçen yer adlarina yöre özelliklerine dayanarak onun yasami süresince çok yer gezdigini gezdigi yerlerin dogal konumlarini özelliklerini halkinin begenilerini yemeklerini giyim kusamlarini yansitan dizeler ilginçtir. Bu ozan siirlerinde adlari geçen yerleri gezmis görmüsse dogayi seven degisik bölge insanlarini tanimaktan onlarla iliski kurmaktan kivanç duyan bir gezgin niteligi tasir. Eski yazinimizda ozanlarla yazarlarla sanatçilarla düsünürlerle ilgili olaylari dogal ölçüler içinde anlatma gelenegi dogmamistir bu nedenle üzerinde çalisilmak istenen kisiyi açik gerçegiyle anlama olasiligi azdir. Bu konulari içeren "tezkire" adli yasamöyküleri yapitlarinda insanin ayagi topraga basmaz hep yükseklerde bosluklarda dolastirilir. Buna bir de "vilayetname" "menakibname" gibi söylence nitelikli yapitlar katarsak isin içinden çikilmaz gerçek olayin saptanmasi olanaksiz duruma gelir. Yazar yasamini anlatmak istedigi kisiyi oldugu gibi degil de düsledigi gibi anlatmayi sever yasanmamis bir olayi yasanmis göstermekten kendini alamaz. Kaygusuz Abdal'in durumu da az cok aynidir; yasanmis olayi yakalamak için elimizde güvenilir belge yoktur 
                            
YAPITI Divân Sarây-nâme Minber-nâme Dil-güsâ Gevher-nâme Budala-nâme Mesnevi Muglâta-nâme Esrâr-i Hurûf Vücûd-nâme Kaygusuz Abdal I Aşkile geldim cihana meskenim dağlar menem Terk edip cümle sıvayı mahremi tevhid menem Güş edince menaref esrarını mest olan ehkar menem Şöyle ikrar verdim ol dem Gaygusuz Abdal menem NEFES Beylerimiz elvan gülün üstüne Ağlar gelir şahım Abdal Musa'ya Urm abdalları postun eğnine Bağlar gelir şahım Abdal Musa'ya Urum abdalları gelir dost deyü Hırka giyer aba deyü post deyü Hastaları gelir derman isteyü Sağlar gelir bizim Abdal Musa'ya Hind'den bezirganlar gelir yayınur Aşık olan bu meydanda soyunur Pişer lokmaları açlar duyunur Toklar gelür pirim Abdal Musa'ya İkrarıdır koç yiğidin yuları Fakjhleri çeksem gelmez İleri Akpınar'ın yeşil güllü suları Çağlar gelir pirim Abdal Musa'ya Meydanında dare durmuş köçekler Çalınır koç kurbanlara bıçaklar Döğülür kudüm açılır sancaklar Erler gelir pirim Abdal Musa'ya Kılıç sallar Yezidlerin kasdına Ali Zülfikar'ın almış destine Tümen tümen genç Ali'nin üstüne Erler gelir şahım Abdal Musa'ya Her matem ayında kanlar dökülür Demine Hü deyü gülbank çekilir Uyandırıp Hak çırağı yakılır Erler gelir şahım Abdal Musa'ya Benim bir isteğim vardır Kerim'den Yezit bilmez erenlerin sırrından Kaygusuz'um cüda düştüm pirimden Erler gelir şahım Abdal Musa'ya

9 Mayıs 2016 Pazartesi

Kalender BabaTürbesi.konya

.konya

      Kalender Baba Türbesi Ankara Caddesi üzerinde çifte kubbeler olarak bilinen türbelerden güneyde olanıdır. Adından Niksarlı (Tokat) olduğu anlaşılan Ebu Bekir Niksari bir Kalenderi Şeyhi. Eflaki ondan Niksarlı Ebu Bekir-i Cevlaki şeklinde bahsetmekte ve Konya'daki Kalenderilerin Mevlana'nın vefatı üzerine gülbanklar okuyup " hay huy" ederek üzüntülerini dile getirdiklerini belirtmekte . Mevlana'nın çağdaşı olan Ebu Bekir Niksari'nin vefat tarihi belli değildir.Ancak Mevlana'nın vefat tarihi olan 1273'te hayatta olduğu anlaşılmaktadır. Bu tarihten sonra vefat etmiş olmalıdır.




          Kesikbaş türbesi Ankara Caddesi üzerinde çifte kubbeler olarak bilinen türbelerden kuzey doğuda olanıdır. Hakkında fazla bilgi ve belge mevcut değildir. Fakat Konya'daki değer türbelerden daha fazla süslemesi bulunan Kesikbaş türbesi diğer Kalender Baba  türbesi ile karşı karşıyadır. Eser 13 yüzyıl tarihlidir.






   Seyfeddin Karasungur Türbesi; Syfeddin Karasungur , Karatay'ın ve Kemaleddin Turumtaş'ın biraderi . Karatay'ı 651H/1235M tarihli vakfiyesinde hayatta iken kendisinin bütün hayır eserlerine mütevelli olacağı, vefatından sonra bu tevliyetin kardeşi Seyfeddin Karasungur'a , bundan sonrada biraderlerle Kemalettin Turumtaş ve seyfeddin Karasungur'un erkek evladına ve evladının evladına verileceği belirtilir.. Karatay vakfiyesinde Seyfeddin Karasungur 651H/1235 M tarihinde Emir-i İsfehsalar. Hazret-i Mevlana ile yakın doslukları olan Karasungur'a Mevlana'nın yazdığı mektup da var. Yıkılan Seyfiye Medresesi de türbenin kuzey tarafında ve bitişiğinde idi.


Selçuklu Sultanları Türbesi konya


konya

        Alaaddin Camii dahilinin kuzeyinde , birkaç basamakla girilen klasik Selçuklu türbeleri tipinde, Selçuklu Sultanlarından bazılarının gömülü bulunduğu bir türbe vardır. Türbe gövdesi, kesme taşlardan on yüzlü prizma şeklinde yükselmiş ve üzerine tuğladan on köşeli bir pramit örülmüştür. Türbe gövdesi , içten duvar boyunca düşey nişlerle süslenmiş ve gövdenin üzerine bir kubbe oturtulmuştur. Türbe'nin altında ayrıca bir mezar mahseni olup, bu mahzene kuzeyindeki kapıdan girilir. Üzerindeki kitabelere göre , Türbe Sultan 2. Kılıç Arslan tarafından yapılmıştır. Mimarı Abdulgaffar oğlu Yusuf'tur.



         






          Türbe içerisinde , çinilerle süslü sekiz sanduka vardır. Bunlardan bir kısmının çinileri tamamen dökülmüş , bir kısmınında, çini tabletleri onarım sırasında yer değiştirmiştir. Yazı istifleri v.s. tamamen bozulmuştur. Vakıflar yeniden 2006 yılında tamir ettirmiştir.Görülen panolar üzerinde, Ayet-i Kerime'lerden bazı kısımlar ,  Sultanların isim ve elkabı okunmaktadır. Yapılan araştırmalara göre ; Türbede şu Sultanların medfun olduğu anlaşılmaktadır.




                                           Vefat Tarihi                                                             Vefat Tarihi

1- Sultan 1. Mes'ud                  1156                 2- 2. Kılç Arslan                           1192
3- 2. Rükneddin Süleyman      1204                 4- 1. Gıyaseddin Keyhüsrev          1211
5- 1. Alaaddin Keykubat         1237                 6- 2. Gıyaseddin Keyhüsrev          1246
7- 4. Kılıç Arsla                     1265                  8- 3. Gıyaseddin Keyhüsrev          1283

Bunlardan başka

1. Kılıç Arslan oğlu Şehinşah'ın , 3. Kılıç Asrlan'ın , 2. İzzeddin Keykavus'un ve 3. Keyhüsrev'in de Türbede medfun bulunduğu tarih kitaplarında kayıtlıdır.



         Camii avlusunda ikinci türbe kuzeyindeki kapılardan avluya çıkılır. Avlu önleri mezarlık imiş. Belkide Selçuklu Sutanlarının yakınları buraya defnedilmiştir. Sonradan bu mezarların bozulduğu anlaşılmaktadır. Avlunun batıya doğru yönünde, kare bir tabana oturan 8 köşeli mermerden yapılmış, üzeri açık bir türbe vardır. Bazı eserlerde bitirilmemiş Selçuklu Sultanları türbesi olarak adı geçen bu yapının kapısı , beyaz ve gök mermerlerle işlenmiş olup , başlı başına bir sanat eseridir. Türbe içten kesme Gödene taşından yapılmış ve içine taş işleme bir mihrap konulmuştur. Sekiz niş duvar boyunca eseri süslemektedir. Türbe altında , dar kapıdan girilen bir mezar mahzeni vardır.Bu Türbenin , Selçukluların son devirlerinde yapıldığı kanısındayız.




      







Avlunun içindeki sarnıç hakkında da 2 tane rivayet vardır.

Yağmur sularının biriktiği su sarnıcı

Camiinin yapımında kullanılan tuğlaların pişirildiği tuğla fırını  

Tacü'l -Vezir Türbesi,Ulaş Baba Türbesi

     1239 yılından önce Selçuklu Sultanı l.Alaeddin Keykubad ve ll. Gıyaseddin Keyhusrev devri emirlerinden Tacü'l-Vezir  olarak anılan Taceddin Seyyid Mehmed tarafından yaptırılmıştır.Türbede Taceddin Seyyid ve torunları medfundur.


     Kültür park içerisinde bulunan türbe klasik Selçuklu dönemi türbeleri planında yapılmıştır. Bitişiğinde medrese, mescid ve hangah varken zamanla bunlar yıkılmış, bugün sadece türbe ayakta kalabilmiştir.


   Sekizgen planlı türbenin üzeri yine sekizgen bir külahla örtülüdür.İçteki örtü kubbedir. Türbenin alt katı cenazelik kısmıdır.

   Ulaş Baba Türbesi Ulaşbaba Caddesi üzerinde Numune hastanesi'nin doğusundadır. Ulaş Baba veya Ulaş Dede olarak ün yapan zatın , doğum ve ölüm tarihleri bilinmiyor.Meram'da bir zaviye ve Kalenderhanesi ile adını taşıyan bir değirmeni var. Rus araştırmacı , Gordievski; Ulaşbaba'dan geçen su, Yaka'da veya Hocacihan'da iki kola ayrılır. Ulaş , bir zenginin veya dervişin adı olmalıdır der. Konyalı ise ; Ulaş Baba bir ilim veya din adamı mıdır? Yoksa bir devlet ulusu , kumandan veya emir midir? Bunu şimdilik kesin olarak tespit edemiyoruz der. Ulaş Baba , Selçuklu Dönemi büyüklerinden , zaviye ve Kalenderhanesi'nden bugün bir eser kalmamıştır. Kalenderi Tarikatı'na mensup bir zat olduğu tahmin ediliyor. Bulunduğu yere de ismini veren Ulaş Baba Türbesi 14. yüzyıl eserlerindendir. Cuma günleri açık olup ziyaret edilebilir.



Bekri Mustafa Türbesi

Bekri Mustafa Türbesi..istanbul

Ali Baba türbesi

Ali Baba türbesi
 batı trakya



Orhan Bey zamanında, Çanakkale Boğazını geçerek 1354 yılında Gelibolu’ya ulaşan Osmanlı Devleti, 14. Yüzyılın sonunda bugünkü Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Makedonya topraklarının büyük bir kısmına egemen olur. Bu gelişme sürecinde, Osmanlı yönetimi ile erenler arasındaki ilişki yeni bir boyut kazanır. Bursa’dan başlayıp Balıkesir, Çanakkale üzerinden Edirne’ye kadar ulaşan bölge içinde, bu gelişme sürecinin maddi ve manevi mimarlarının izlerini görmek hala mümkün…Çoğunluğu Hacı Bektaş Veli’nin öğrencilerinden oluşan erenler, himayelerindeki topluluklarla, uç bölgelere yerleşip yöre halkı ile kaynaşmaya başlar. Anadolu’daki siyasal gelişmelerin etkisiyle sürekli Batı’ya doğru göç etmek zorunda kalan bu topluluklar, zaman zaman askeri güçlerden önce Balkan topraklarına yerleşir.
Balkanlar’a, Saru Saltuk’tan sonra ikinci ve kalıcı geçişin öncüsü Seyyid Ali Sultan’dır. Seyyid Ali Sultan önce Horasan’da yaşamıştır. Düşünde Hz. Muhammed tarafından verilen talimata uyarak 40 erenle birlikte Hacı Bektaş Veli’ye gelir. Hacı Bektaş Veli bu 40 ereni Rumeli’nin fethine yardımcı olmaları için Orhan Gazi’ye gönderir. Seyit Ali Sultan’ı da başlarına getirir. Böylece Seyyid Ali Sultan ve emrindeki erenler Rumeli’nin manevi fethiyle görevlendirilmiş olurlar. Pehlivanlığın piri olarak da bilinen Seyyid Ali Sultan, 1397 yılında bugünkü Yunanistan topraklarının kuzeyindeki Dimetoka yakınlarındaki Ruşenler köyünde dört önemli dergahtan birini kurar. Yakınından geçen Kızıl Deli ırmağı nedeniyle Kızıl Deli dergahı olarak anılır. Irmak adı aynı zamanda Seyyid Ali Sultan’ın da lakabı olur ve “Kızıl Deli Sultan” olarak tanınır.
Anlatılanlara göre, Ali Baba, Seyyid Ali Sultan ile Rumeli topraklarını Türklük ve İslamiyetle tanıştırmak için  Anadolu içlerinden  gelen kırk seçkin gurubun içinde yer alan kişilerdendir. Bu bölgede yaşamıştır. Halk zaman içinde kendisini efsaneleştirmiştir. Ali Baba, yiğit, hoşgörülü, bölgeyi düşman saldırılarından koruyan bir kişiliğe sahiptir, belki bu yüzden kendisine büyük bir türbe yaptırılmış ve mezar taşları da batı yönüne doğru kılıçlamasına koyulmuştur. Halk, mezar taşlarının kılıçlama koyulmasını, onun yiğitliğine ve kahramanlığına bağlarken; taşların batı yönüne çevrilmesini ise  ta Osmanlı’ya dayandırmaktadır. Osmanlılar feth ettikleri yerlerde mutlaka bir eser bırakırlardı. Ali Baba’nın türbesi de bu eserlerdendir. Türkler Doğudan ve Anadolu içlerinden bu topraklara geldiklerinden hedefleri hep batı olmuştur. Ali Baba’nın türbe taşları da bu yüzden batı yönüne doğru koyulmuştur.

Seyyid Semail (İsmail ) Baba

Seyyid Semail (İsmail ) Baba

    samsun



Çarşamba’ya 16 kilometre dogusunda bulunan Ahubaba Köyü’nün merkezinde bulunan Şehitlik içerisinde bulunmaktadır.
TARİHÇE: Halk arasında ” Seyyid Semail (İsmail) Baba” şeklinde anılan türbeye ait kitabe bulunmamakla birlikte türbede metfun bulunan zatın Şeyh Seyyid Kutbiddin, Şeyh Seyyid Yusuf Zeynuddin ile kardeş oldukları 1200-1340 arasında yaşadıkları söylenmektedir
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Türbe; Karadeniz’e özgü ahşap yapı tarzında iken son yıllarda betonarme olarak yeniden inşaa edilmiştir. Çatısı betonarme olan türbenin dış ve içi sıva üstü boyadır. Türbe 3 bölümden ibaret olup türbeyeait kabrin sandukası beton üzeri ahşaptandır. Yerler ise halı ile döşenmiştir.
RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Seyyid Semail Baba rivayetlere göre büyükİslam âlimi ve mücahitlerindendir. Günümüzde Semayil Baba Türbesi olarak bilinen yapının kapısında yazılı olanbilgi şu şekildedir: ‘Seyyid Semayil (İsmail) Baba (K.S.) Bu türbede metfun bulunan Seyyid Semayil Baba büyük İslamdin âlimi ve mücahitlerindendir. Gavs-l Azam adıyla anılan ve Kadiriye tarikatının kurucusu Şeyh Seyyid AbdülkadiriGeylani (1078-1166) (k.s.) hazretlerinin torunudur. Babası Muhyi-üd-din’dir. Soyundan gelen ilahi bir vecd ve aşk ile İslamiyet’i yaymaya, karanlık ülkeleri aydınlatmaya, insanları terbiye etmeye çalışmış, İslam ordularına manevifütuhat öncülüğü yapan sayısız şeyhlerle birlikte Bizans sınırlarına kadar gelmiş ve oradan da Samsun’a geçerek bugölgeye yerleşmiştir. Şu anda eski adı Ahubaba köyü denilen mevkide karar kılmıştır. Semayil Baba, bulunduğumevkide İslam’a hizmet ederken küffarla çetin bir mücadeleye girişmiş ve bu mücadelede şehit düşmüştür. Bunedenle türbesinin bulunduğu yere şehitlik de denilir. Bu şehitliğin bulunduğu alan 25 dönüm civarında olup adına vakf edilmiştir. Semayil Baba’nın bir kardeşi Samsun’un eski mezarlığı olan eski mezarlıkta metfun bulunan ŞeyhSeyyid Kudbüddin, diğer kardeşi Tekkeköy’de Zeynuddin Camii mezarlığında metfun Şeyh Seyyid Yusuf Zeynuddin’dir. Semayil Baba’nın doğum ve ölüm tarihi bilinmemekle birlikte 1200-1300 yılları arasında yaşadığısanılmaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c) izniile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.

Cafer’i Tayyar

Cafer’i Tayyar  

Cafer, Peygamberinin (s.a.a) dostlarından ve Hz. Ali’nin kardeşidir...




Cafer Ebu Talib’in oğlu, sahabeden ve değerli İslam Peygamberinin (s.a.a) vefakar dostlarından ve Hz. Ali’nin (a.s) değerli kardeşidir. Yaş açısından Hz. Ali’den (a.s) on yıl daha büyüktür. Cafer çok zor şartlarda ve günlerde Müslüman olan kimselerden biridir. Bu açıdan Peygamberi Ekrem (s.a.a) onu çok seviyor ve ona şöyle buyuruyordu: “Ey Cafer! Sen yaratılış ve ahlak açısından bana benziyorsun. ”[1]

Muhacirlerden ilk gurubu bisetin beşinci yılının Receb ayında Habeşistan’a hicret ettikleri zaman onların kılavuzu Osman b. Mahzun idi. ama Habeşistan’a giden ikinci gurubun kılavuzu ise Cafer b. Ebu Talib olmuştur. O yirmi beş yaşında bir genç idi. Onun Esma Binti Umeys adındaki genç eşi de bu yolculukta onun yanında bulunuyordu.

Muhacirler arasında değerli kimseler ve diğer gençler olmasına rağmen hiç kimse Cafer kadar Peygamberi Ekrem’in (s.a.a) teveccüh ve inayetine mazhar olmamıştır. Cafer Habeşistan’a bugünkü (Etiyopya) ülkesine girdiği zaman muhacirlerin sözcüsü olarak seçildi ve o da bu görevini en güzel şekilde yerine getirdi. Şimdi tarihin bu konuda nakletmiş olduğu bilgileri nakletmeye çalışalım:

Mekke müşrikleri Müslümanların Habeşistan’a hicret ettiğinden haberdar olduktan sonra o zamanlar put perest olan ve güzel hitabete sahip bulunan Amr b. As başkanlığında bir heyet bir çok hediyelerle birlikte Habeşistan padişahı ile görüşmek için Habeşistan’a gönderdiler. Böylece Müslümanları geri çevirmek ve cezalandırmak istiyorlardı.

Bu grup, padişah ile görüşmeden önce sarayda bulunan kimselere de bir takım hediyeler verdiler ve onları bu vesile ile kendilerine celb etmeye ve kazanmaya çalıştılar. Bunun üzerine sarayda bulunanlar da onlarla her türlü iş birliğinde bulunacaklarına ve padişah ile görüşmelerini sağlayacağına dair söz verdiler. Kureyş elçileri padişahın huzuruna vardıklarında secdeye kapandılar. Daha sonra Habeşistan kralına hitaben şöyle dediler: Ey padişah! Bir takım cahil gençler bizim ülkemizden sizin ülkenize göçmüşlerdir. Bunlar atalarının dinini ve inançlarını terk etmişlerdir. Aynı zamanda Mesih’in dinini de kabul etmiyorlar. Bunlar yeni bir din uydurmuşlardır. Bu dini ne biz ve ne de siz tanımıyorsunuz.

Bu gençlerin büyükleri olan amcaları, aşiretleri ve yakınları bizleri sizin nezdinize elçi olarak gönderdiler. Böylece onları bize teslim etmenizi ve vatanlarına geri göndermenizi istediler. Zira akrabaları onları daha iyi koruyabilir. Ayrıca sizin de bildiğiniz gibi bunlar akrabaları için bir utanç vesilesi olmuşlardır. ”

Padişah, Amr b. As’ın sözlerinden rahatız oldu ve öfke içinde şöyle dedi: “Hayır Allah’a yemin olsun ki bu sözler sebebi ile onları sizlere teslim etmeyeceğim. Aksine o gurubu yanıma getirmelerini emredeceğim. Zira benim ülkeme sığınmışlardır ve beni diğer padişahlardan üstün görmüşlerdir. Ben hakikati onlardan da duymak istiyorum eğer onların dedikleri sizin dediklerinizin tersine olursa bu durumda onları size teslim etmeyeceğim hatta onlara daha çok teveccüh edeceğim.” Bu cihetten ötürü Neccaşi Müslümanları huzuruna çağırarak onların dinleri ve inançları hakkında bilgi almak istedi.

Müslümanlar bir toplantı düzenlediler ve meşverete koyuldular. Böylece İslam dininin hakikatlerini ve Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a) emirlerini beyan etmeyi kararlaştırdılar. Her ne kadar sonuç kendi faydalarına olmasa dahi hakikatleri söyleyeceklerine dair söz verdiler. Bu niyet üzere Neccaşi’nin huzuruna vardılar. Meclis oldukça süslendirilmiş bir meclis idi. Papazlar Habeşistan padişahının etrafında oturmuşlar ve önlerindeki İncilleri açmışlardı. Muhacirler kendi yerlerine geçtikten sonra padişah onlara yöneldi ve şunu sordu: “Sizlerin inandığınız bu inanç nasıl bir dindir ki? Ne yakınlarınızın ve kavminizin dinidir ve ne de benim dinimdir. Diğer milletlerden her hangi bir milletin dinine de benzememektedir.” Hatip bir genç olan Cafer b. Ebu Talib muhacirlerin temsilcisi olarak yerinden kalktı ve şöyle dedi: Ey padişah! Biz cahil ve putperest bir topluluk idik. Ölü eti yiyor, çirkin işler yapıyorduk. Akrabalarımıza asla yardım etmiyorduk, komşularımıza karşı kötü davranıyorduk, bizden güçlü olanlar çaresizlere ve zayıflara karşı zorbalık ediyordu.

Evet, biz böyle bir durumda iken yüce Allah aramızdan bize bir peygamber gönderdi. Öyle bir kimseyi bize gönderdi ki soyu herkesçe bilinmekte ve de herkes onun doğru sözlü olduğunu, emanete riayet ettiğini ve iffetli bulunduğunu tasdik etmektedir. Bu yüce peygamber (s.a.a) bizleri bir olan Allah’a ibadete davet etmekte ve bize şöyle demektedir: “Taştan putlara ve atalarınızın taptığı şeylere ibadetten el çekiniz.” Peygamber-i Ekrem (s.a.a) bizlere doğru sözlü olmayı, emanete riayet etmeyi, sıla-i rahimde bulunmayı, komşulara iyilik etmeyi, haram işlerden sakınmayı emretti ve bizleri fuhuştan ve zorbalıktan, yetimlerin malını yemekten ve imanlı kadınlara ithamda bulunmaktan sakındırdı.

Hakeza bizlere bir olan Allah’a ibadet etmemizi ve onun için hiç bir şeyi ortak koşmamamızı emretti. Bizleri namaz kılmaya, zekat vermeye ve oruç tutmaya davet etti. Biz de onun nübüvvetini tasdik ettik, ona iman ettik, Allah tarafından ona indirilen vahyi kabullendik. Biz bir olan Allah’a ibadet ediyoruz ve ona hiç bir şeyi ortak koşmuyoruz. Onun bize haram kıldığı şeyleri kendimize haram kabul ediyoruz ve onun kendisine helal saydığı şeyleri ve kendimize helal sayıyoruz.

Ama bizim kabilemiz ona karşı çıktı ve ona muhalefet gösterdi. Bize işkence ettiler bizi baskı altına aldılar. Biz de onların kahır, zorluk ve zulmü ile karşı karşıya kalınca ve onların bizim dini emirleri yerine getirmemize engel olduklarını görünce sizin ülkenize geldik. Dünyadaki bütün padişahlar arasında sadece sizi seçtik ve sizin adaletinize sığındık. Böylece sizin adalet dolu ülkenizde hiç kimsenin bize zulmetmeyeceğini umut ediyoruz. ”

Cafer bundan sonra her hangi bir söz söylemedi ve öylece sustu. Neccaşi şöyle sordu: “Acaba Peygamberinizin Allah tarafından getirdiği şeylerden hatırınızda tuttuğunuz bir şeyler var mı?” Cafer, “Evet” diye cevap verdi. Neccaşi şöyle dedi: “O halde hatırınızda tuttuğunuz o şeyleri okuyun.” Cafer Neccaşi ve etrafındakilerin Mesihi olduğunu ve kendi dinlerine bağlı olduğunu ve İsa b. Meryem’e (a.s) inandığını biliyordu. Dolayısı ile de Meryem surenin başındaki ayetleri güzel bir ses tonu ile okudu. Neccaşi, Hz. İsa’nın (a.s) doğum meselsine gelince ve onu Kur’an ayetleri esasınca okuyunca Neccaşi şiddetle ağlamaya başladı. Öyle ki göz yaşları bütün yüzünü kapladı. Hıristiyan din adamlarından ve papazlardan oluşan etrafındaki kimseler de o kadar ağladılar ki önlerindeki İncil kitapları göz yaşlarından ıslanmış oldu.

Daha sonra Neccaşi şöyle dedi: “Bu sözler ve İsa’nın (a.s) getirdiği şeyler tek bir yerden kaynaklanmıştır. Rahat olun ve huzurlu olunuz. Allah’a yemin olsun ki hiç bir zaman sizleri bu iki kişiye teslim etmeyeceğim. Ardından Kureyş’in elçilerine hitaben şöyle dedi: “Geri dönünüz, kesinlikle Müslümanları sizlere teslim etmeyeceğim” ardından etrafındakilere şöyle dedi: “Bu iki kişinin getirmiş olduğu hediyeleri onunla geri döndürün, çünkü bizim onlara hiç bir ihtiyacımız yoktur. Allah-u Teala bana verdiği saltanat için bir rüşvet vermemiştir ki ben bu yolda bir rüşvet alayım.” Bu esas üzere Kureyş’in elçileri bir utanç içince ve istedikleri hiç bir sonuca ulaşmaksızın Medine’ye geri döndüler ve Kureyş’in hediyelerini onlara geri döndürdüler. ”[1]

H. 7. yılına kadar Habeşistan’da yaşayan ve on iki yıllık oturumdan sonra Medine’ye geri dönen Cafer ve diğer Müslümanlar o esnada Allah Resulünün (s.a.a) Hayber savaşından muzaffer bir şekilde geri döndüğünü haber aldı. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Cafer’in Habeşistan’dan geri döndüğünü öğrenince onu karşılamaya gitti ve elini Cafer’in boynuna doladı, ardından onun alnını öptü ve ona baktığı bir halde şöyle dedi: “Hangi şeye daha çok sevinmem gerektiğini bilemiyorum; Cafer’in gelişine mi yoksa Hayber’in fethine mi?”[2]

Cafer B. Ebi Talib’in Akıbeti

Cafer b. Ebi Talib Medine’ye geri döndü. Bir yıl boyunca komutan olduktan sonra üç bin kişi eşliğinde Rumlarla savaşmak için Ürdün topraklarına doğru yola koyuldu. Allah Resulü (s.a.a) orduyu uğurlarken şöyle dedi: “Cafer şehit olduğu takdirde komutanlık Zeyd b. Harise’nin ondan sonra da Abdullah b. Revaha’nın uhdesinde bulunmaktadır. Onun başına da bir hadise gelecek olursa Müslümanlar istediği bir kimseyi kendilerine komutan olarak seçsinler.

İslam ordusu Ürdün topraklarında olan Mute adlı yerde Rumlar ile karşı karşıya geldi. İslam’ın üç bin kişilik ordusu Rumların yüz bin kişilik ordusu ile karşı karşıya geldi. Cafer-i Tayyar bu savaşta eşsiz fedakarlık sergiledi ve sonunda da şehit oldu. İslam ordusu komutanlarının tümü bir biri ardınca şehadete ulaştılar. Sonunda Halid b. Velid, İslam ordusundan geride kalanları düşmanın muhasarasından kurtardı ve hep birlikte Medine’ye geri döndüler.

Cafer’in (a.s) şehadet haberi Peygamberi Ekrem’e (s.a.a) ulaştığında önce ağladı ve daha sonra şöyle buyurdu: “Cafer gibi bir şahsiyet için ağlamak gerekir. Allah ona kesilmiş olan iki elleri yerine cennette meleklerle birlikte uçması için kendisine iki kanat verdi.

Bu sebep üzere Cafer’e, Cafer-i Tayyar demişlerdir. Cafer otuz üç yaşında iken bu savaşta şahadete erişti ve orada defnedildi. [3]

Cafer Müslüman olmadan önce de güzel davranışları ve ahlakı bulunan bir kimse idi. İslam güneşi doğduğu zaman sahip olduğu temiz fıtratı ve kabiliyeti üzere İslam’da seçkin nurlu çehrelerden olmuştur. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah, Resulü’ne şöyle vahyetti: Ben Cafer’in dört özelliğini beğendim.” Allah resulü (s.a.a) Cafer’i çağırdı ve o sıfatlar hakkında onunla sohbet etti.

Cafer şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resulü! Eğer Allah haber vermemiş olsaydı ben söylemezdim. O dört sıfat şunlardan ibarettir:

1-Asla şarap içmedim, zira şarap içtiğim takdirde aklımın gideceğini biliyordum.

2-Asla yalan söylemedim zira yalan söylemek insanın mürüvvet ve yiğitliğini azaltmaktadır.

3-Hiç bir zaman zina etmedim, zira bir kadınla zina ettiğim takdirde başka birinin de eşimle zina edeceğini biliyorum.

4-Hiç bir zaman puta tapmadım çünkü putların hiç bir zarar ve menfaate sahip olmadığını biliyordum. [4]


 
abna

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Sire-i İbn-i Hişam, c. 1, s. 223; Tarih-i Peygamber-i İslam, s. 129; Tabakat, c. 1, s. 203; Kamil, İbn-i Esir, c. 2, s. 51; Emta’ul Esma, c. 1, s. 20; Usd’ul Gabe, c. 3, s. 376; Tarih-i Taberi , c. 2, s. 69; Bihar’ul Envar, c. 18, s. 422; Alam’ul Veri, s. 53 ve Tarih-i Yakubi, c. 2, s. 385

[2] İstiab, el-İsabenin haşiyesinde, c. 1, s. 312 ve Hısal, s. 107

[3] El-A’lam, Zerkeli, c. 2, s. 125; el-İsabe’nin nakline göre, c. 1, s. 237; Sıfat’us Safvet, c. 1, s. 251; Mekatil’ut Talibiyyin, s. 3; Hilyet’ul Evliya, c. 1, s. 114; Tabakat, c. 4, s. 22; Mu’cem’ul Buldan-i Kelime-i Mut’a, A’lam’ul Veri, s. 64; Sire-i İbn-i Hişam, c. 4, s. 22; Siret’un Nebi, c. 2, s. 434 ve Emta’ul Esma, c. 1, s. 246

[4] Emali, Saduk, s. 74

alıntıdır.
http://www.ehlibeytalimleri.com/caferi-tayyar-kimdir-_d10208.html

8 Mayıs 2016 Pazar

SOMUNCUBABA

SOMUNCU BABA..aksaray.......................................
 
Bursa Ulu Cami açılışında verdiği vaazdan sonra kerameti anlaşılınca önce Kayseri’ye sonrada Aksaray’a gelmiştir.
Türbesi Ervah Kabristanlığı’nın içerisinde mescidin yanındadır.Türbesi açıktır.
Hicri olarak 750 yılında Kayseri’de doğmuştur.Babasının adı ise Şemseddin Musa’dır.
Halk arasında somun ekmek dağıttı için Somuncu Baba veya Ekmekçi Koca olarak da bilinir.Gerçek adı ise Şeyh Hamid Veli’dir.
Hacı Bayram Veli ile bayram günü karşılaştıkları için bayram adını ve beraber hacca gittikleri içinde hacı adını vermiştir.
1412 hicri 815 yılında vefat etti ve etmeden önce talebeleri ile vedalaşarak iki rekat namaz kıldı.Cenaze namazını ise Mürşidi Hacı Bayram Veli kıldırmıştır.
Bursa Ulu Cami Serüveni
Yıldırım Beyazid bir cami yaptırmaya karar verir.Cami yapılırken orda bulunan işçilere somun ekmek getiren bir zat vardır.Bu zat Somuncu Baba olarak anılan Şeyh Hamid’i Veli’dir.Cami yapılır ve açılışı kimin yapacağı tartışılırken vezir derki;’’efendim şurada somun ekmek yapan bir zat var’’o yapsın der ve açılışı Somuncu Baba yapar.
Somuncu Baba açılış sırasında Fatiha şerife ile yapar ve Fatiha’ya yedi anlam verir. Açılışı Fatiha ile yapmasını nedeni  Fatiha açmak anlamına gelir ve bu nedenle bu sure-i şerifle yapar. Fatiha süresinin ilk tefsirini bütün cemaat anlar, ikinci tefsirini cemaatin büyük bir kısmı anlar, üçüncü tefsirini cemaatin yarısı anlar, dördüncü tefsirini cemaatin küçük bir kısmı anlar, beşinci tefsirini cemaatin çok azı anlar, altıncı tefsirini birkaç kişi anlar ve yedinci tefsiri ise anlayan olmamıştır. Bu olaylardan sonra kerameti anlaşılır cami çıkışı üç kapıda görünür ve herkes elini öper.Üç kapıdan görülünce kerameti anlaşıldığı için burada kalamayacağını düşünerek Kayseri’ye gelir.Sonrada şehrimizi Aksaray’ı şereflendirir.
Ne kadar mezarı Darende var dense bile Aksaray’da bulunduğu kanıtlarla ve belgelerle ortadır.Ulu Cami kitabesinde bile Aksaraylı Hamid olarak geçer.