KARIŞIK

22 Kasım 2019 Cuma

Yalıncak Sultan türbesi-sivas- hafik





İlçenin 30 km doğusunda bulunan köy ismini, Hacı Bektaş Veli’nin 5. Halifesi olan Pirep Sultan’ın oğlu Yalıncak Sultan'dan alır. Köyde Yalıncak Sultan soyundan Mahmut Yalıncakoğlu yaşamaktadır . Bugün tekkenin postnişini de odur. Köye sonradan göçler yoluyla Ağuiçen Ocağı dedeleri de yerleşmişlerdir .
Anlatılır ki, Yalıncakoğullarından Mahmut Efendi Dede bir talip kızıyla evlenir. Bu sebeple düşkün olup Hacı Bektaş’a gönderilir. Evlendiği kız da musahibinde emanet olarak kalır. Orada yedi yıl felçli bir kadına hizmet eder. Bir gün hortum çıkar ve kadının felç hali geçer. O zamanlar Hacı Bektaş Postunda Velayettin Hürrem Çelebi bulunmaktadır. “Git köyüne bir aş evi, at evi ve mihman evi yap”, der Mahmut Efendi’ye. Bunun üzerine 1905 yılında Mahmut Efendi aşevini, atevini, mihmanevini yapar. Türbe en son olarak 1907 yılında Sarı İsmail oğlu Mahmut Efendi tarafından Ermeni Ustalarına 580 Osmanlı Lirasına yaptırılır. Türbenin taşları Aylioğlundaki taşlı tepeden diğer taşlar ise Horasan kaymatması olarak Zara (Cimrti) den getirilir. Mahmut Efendi Dede 1917 yılında hakka yürür. 1917 yılında posta Kara Veyis oturur. Kara Veyis Yalıncak Sultan soyundan Divriği’ye taşınan Eyüp Ağa soyundan gelmektedir. Mahmut Efendi Dede ile amca çocuklarıdır. 1924-26 yıllarına kadar gönüllü dervişler gelir. Yalıncak Sultan köyünde bulunan arazileri ise sonradan köye gelenler üzerlerine geçirirler. 1926 yılında Mahmut Efendi Dede’nin oğlu Hamza Dede Divriği Mahkemelerine dava açarak Yalıncak Sultan sülalesinden olduğunu ispat eder. Durumu tescil ettirip köyde bulunan bazı arazileri geri alır ve posta oturur. Türbenin tamir ve bakımını yaptırır. Tekke ve Zaviyelerin kapatılması kanunu ile birlikte burası da kapatılır. Bu dönemde kurbanlar Yalıncak soyundan bir kızın evlendiği Tepeköy’e gitmektedir. Yalıncak Sultan niyetine Talipler kurbanlarını buraya keserler. 1937 yılında köydeki çekememezlikler yüzünden tekke şikayet edilir ve Devlet tarafından türbe Yalıncak köyünde bulunanlara yıktırılır. 1942 yılında Tekke tekrar faliyete başlar. O tarihte postta Hamza Dede oturmaktadır. 1951 yılında Hamza Dede Hakk’a yürür. 1951 ile 1978 yılları arasında tekkenin postunda oğlu Mehmet Efendi Dede oturur. 1978-1993 yılları arasında Babo diye tanınan Mehmet Efendi oğlu Hüseyin Fevzi Dede postnişinlik yapar. 1993 yılından bu tarafa da halen de Yalıncak Sultan sülalesinden Hüseyin Fevzi Dede’nin oğlu Mahmut Yalıncakoğlu tekkenin postnişinliğini yapmaktadır.
Mahmut Yalıncakoğlu Dede Yalıncak Sultanın büyük bir kahraman olduğunu, isyanlarda başarılarından dolayı kendisine ‘Tabanı büyük er Mustafa’ lakabının verildiğini söyler. Mahmut Dede’nin Yalıncak Sultan’la ilgili anlattıkları şöyledir.
“Esseyid Muhammet Nuri Hacı Bektaş Veli’nin 5. Halifesi olan Pirep Sultan Ulu cemlerde çerağcısı idi. O tarihte Konya’da Molla Sadreddin isminde medrese hocası vardı. Bir gün Hz. Hünkar Hacı Bektaş-i Veli’ye bir nağme yazarak ya peygamber evladı bize pir gönder ki, bize Muhammed Ali yolunu izah ede ve Hacı Bektaş Veli çerağcısı Pirep Sultan’a Molla Sadreddin’in bizden istediği kişi sensin var hazırlan.
Pirep Sultan Hz. Hünkara dönerek sizce malum değilmi ki, ömrümün son dönemlerinde beni cemalinizden mahrum eylemeyin.
İlahi çerağcı! Atılan ok geri döner mi? Var git hizmetine bak ne hizmet göreceksen. Bunun üzerine Pirep Sultan aile efradını yanına alarak Konya’ya varır. Molla Sadreddin Pirep Sultan’a burada bir konak verir, hizmetini burda gör dedi. Epey bir zaman o medresede, muhiplere yol yordam öğretti. Hz. Hünkar’ın isteğini (emrini) yerine getirir. Bu arada Konya’da bir salgın hastalık baş gösterir. Bu hastalıktan bütün Konya halkı etkilenir. Pirep Sultan’ın üç oğlu da bu hastalığa yakalanır. Hastalık yüzünden iki oğlunu kaybeder. Geriye çocuk yaştaki oğlu “Seyit Muhammed Nuri” namı diğer Yalıncak Sultan kalır. Fakat Yalıncak Sultan da bu hastalıktan kurtulamamıştır henüz. Bu durumu gören Hatem Ana, Pirep Sultan’a dönerek Hz. Hünkar’a bu kadar hizmetin var niyaz et ki, Allah aşkına oğlumuzu bize bağışlasın. Pirep Sultan hanımına dönerek ilahi kadın sabır eyle benim Hünkar’a olan hizmetimi boşa mı çıkaracaksın? Bu arada çocuğu iyice ağırlaşmaya başlar. Pirep Sultan’ın talebeleri de bu durum üzerine cenaze hazırlıklarına başlarlar. Bu durumu gören Hatem Ana çırpınır, dövünür, feryada başlar. Çocuk bu arada Hakk’ın rahmetine kavuşur. Pirep Sultan Hatem Ana’nın feryadını görünce cenaze hazırlıklarını bitiren cemaate dönerek, “ ey cemaat bu çocuğun cenaze namazını ölü niyetine mi kılalım? Yoksa diri niyetine mi?” Cemaat Pirep Sultan’a dönerek diri niyetine pirim, diri niyetine”. Bunun üzerine Pirep Sultan cenazeye yaklaşarak çocuğun sağ elini tutup, “Allah aşkına, Hünkar aşkına kalk”, der ve çocuk dirilir. Bir kaç yıl geçer, Yalıncak Sultan büyümüş ilim, irfan öğrenmeye başlamıştır. Bu arada Hatem Ana Hakk’ın rahmetine kavuşur.
Günlerden bir gün Pirep Sultan oğlu Yalıncak Sultan’ı yanına çağırarak ya Nurim benim de ölümüm yakındır. Oturduğumuz evi Molla Sadreddin’e verip cenaze namazımı kıldırdıktan sonra, var git Hz. Hünkar’a. Senin kısmetin ondadır. Yalıncak Sultan babasının vasiyetini yerine getirir ve yola çıkar. Hz. Hünkar Hace Bektaş Veli bir sabah namaz kılarken halifelerinden Sarı İsmail ve Emircem Sultan’ı yanına çağırarak bize Konya tarafından bir ‘Yalıncak’ gelir varın onu huzuruma getirin. Emircem Sultanla Sarı İsmail bir müddet yol aldıktan sonra sarışın bir delikanlıyla karşılaşırlar. Selamlaşıp görüşürken Emircem Sultan Sarı İsmail’e dönerek, “Hz. Hünkar’a hamd olsun ki, ben bu delikanlıdan Pirep Sultan’ımın kokusunu hissederim”, der. “Acaba ne hikmet ola?” Bu söz üzerine Yalıncak Sultan, “Doğru söylersin, ben Pirep Sultan’ın oğluyum.” Beraber Hz. Hünkar’ın huzuruna gelirler.
Hz. Hünkar, “bu delikanlıyı yıkayıp giydirin huzuruma getirin.”, der. Huzura getirilen delikanlıya Hüseyni tacı (Yeniçerilerin giydiği taç) giydirilir. Dergaha yalın ayak geldiği için ‘Yalıncak Sultan’ lakabını alır. Hünkar Yalıncak Sultan’a dönerek, “var gör huzurumuzda hizmet ver, gün ola ki sana hizmet vereceğiz.”, der.
Bu arada Sivas’ın Karabel bölgesinden geçen İpek Yolu bugünkü Yalıncak Sultan dergahından geçmektedir. Bu ormanlık bölgedeki bazı gruplaşan çeteler ipek yolundan geçen kervanları soyuyorlardı. Bu durum çok ciddi bir hal alınca kervan sahipleri Sivas’ın sancak beyi Rüknettin Paşa’ya durum bildirilir. Paşa o bölgeye asker gönderir. Fakat bir gece baskınıyla askerler çeteler tarafından öldürülür ve talan devam eder. Padişah Alattin Keyhüsrev bu durum üzerine Osmanlıya savaşlarda yardım eden Hünkar Hacı Bektaş Veli’ye bir nağme yazarak “Ey peygamber evladı! Bize bir care”, der. Hünkar bunun üzerine dergahındaki çeşitli savaşlarda büyük başarılara ulaşan komutan rütbesine yükselen Yalıncak Sultan’ı yanına çağırarak, “Ya Nurim! Sana bir görev vereceğiz, var git kısmetini gör. Toprağın kefaretin olsun. Arayan seni orda bulsun.” Yalıncak Sultan yanına dergahtaki gönüllü askerleri alarak Karabel bölgesine gelir. Ve savaş başlar büyük kayıplar verilir. Öyle ki, Yalıncak Sultan’ın, o büyük kahramanın takatı kalmamıştır artık. Bu durumdan yararlanan çeteler o mübarek insanı orda şehit ederler. Fakat Allah’ın izniyle Yalıncak Sultan Hünkar’ımın emri yerde kalmasın kellesini koltuğuna alarak savaşmaya, çarpışmaya devam eder. Bu durumu gören çete içindeki bir kadın bu kişi tekin er değildir. Silahlarınızı bırakın yoksa hepimiz helak olacağız. Savaş kazanılır ve Seyit Muhammed Nuri şehit düşer.”
Rivayete göre, Pireba Sultan, Hacı Bektaş Dergahında hizmette bulunurken, Sadrettin Konevi’nin isteği üzerine ilim öğretmek için Konya’ya gönderilir. Üç oğlu ve eşi Hatun Ana’yı yanına alarak Konya’ya giden Pireba Sultan Konya yöresinde büyük sevgi kazanır ve medresede ilim irfan öğretir. Bu sırada Konya’da bir taun (hastalık) olur. Bu hastalıkla her evde çocuklar vefat eder. Pireba Sultanın iki oğlu Mehmet ve İbrahim Hakk’ın rahmetine kavuşur. Bu sırada Muhammed Nuri de hastalanır ve vefat eder. Çocuğun vefat ettiğini gören Sultan ve Sadrettin Konevi’nin öğrencileri çocuğu defnetmeye hazırlanır. Bu hazırlıkları gören Hatun Ana Pireba’ya der ki, “Ey erim! Dilek dile de bu yavrumuzu Allah bize bağışlasın”. Pireba Sultan ellerini kaldırır ve dua eder. Hakk’ın emriyle kalk der ve cocuk ayağa kalkar. Pireba Sultanın bu kerametini görenler ona bağlılık gösterirler ve zamanla bir gün Pireba Sultan oğlunu yanına çağırır ve “Ya Nuri! Pirim beni Konya’ya gönderirken benden bir gül istedi. Bu gülden kasıt sensin. Benim ölümüm yakındır. Burada durma Hacı Bektaş’ın huzuruna git” der. Bunun üzerine Nuri Sultan yalınayak yola çıkar. Hacı Bektaş’ın yanına Yalınayak geldiği için Yalıncak ismiyle anılır. Yalıncak Sultan Hacı Bektaş’ın yanında eğitimini alır. Selçuklular döneminde Yalıncak Sultan karışıklıkları önlemek icin savaşır ve başarılarından dolayı kendisine bir sancak verilir . Bu sırada Sivas’ın Karabel bölgesindeki kargaşayı önlemek için buraya gönderilir. Yalıncak Sultan Divriği, Zara ve Hafik sınırında çetelerle çarpışırken şehit düşer ve şehit olduğu yere gömülür. Zamanla burası bir yerleşim yeri olur ve Yalıncak ismi verilir. Yalıncak Sultanın burada kelle koltuğunda savaştığı da rivayet edilmektedir.
Yalıncak Sultan türbesine her türlü dileği olanlar gelmektedir. Alevi Sünni fark etmeden çocuğu olmayanlar buraya gelerek burada kurban niyet ederler. Eğer bana evlat verir isen kurban keserim diye adak adarlar. Yalıncak Sultan türbesine gelenlerin yapmış olduğu uygulamalar görenler tarafından şöyle anlatılmaktadır. Birisi felç olmuş buraya gelir, gelince abdestini alır burada ona bir yatak serilir ve uyur. Rüyasında bir sakallı kişi görür. O kişi de ona kalk git sen ağladın beni rahatsız ettin sen iyileştin der. O da yürüyerek çıkıp gider. Bunun gibi bir sürü örnek yaşadım. Geçen yıl bir bacımız gece mezarlığa gidiyor. Mezarlıkta aniden bir ses duyuyor korkup konuşamıyor. Bir tanıyan diyor ki Yalıncağa git. Geldi burada bir gece beyiyle beraber türbede uyudular. Bir müddet sonra kadının kocası gelip dedi ki “Gözümüz aydın hanım konuştu. Bunların dışında çocuğu askere gidenler, kaza geçirenler, hastalık geçirenler niyet ederek buraya kurban adar ve dua ederler. Askerden döndükten veya iyileştikten sonra kurbanlarını buraya keserler.
Yalıncak Sultan Talipleri; Ordu (Merkez) - Aydın- Ankara-İstanbul- Çorum-Kırıkkale-Yozgat (Yerköy) - Sivas (Divriği,Hafik,İmranlı) da bulunmaktadırlar.
Yalıncak Sultan Dedeleri ; Hafik – Tepeköy (Hamza Dedenin torunları) , Akpınar (Aziz Bayram Dede), Karayapak Köyü (Temurlar) Divriği Aydoğan (Örenik) de bulunmaktadırlar.
Yalıncak köyünde, Yalıncak Sultan Türbesi ve Seyit İsmail Türbesi bulunmaktadır.

10 Kasım 2019 Pazar

Üç Kuzular türbesi ..bursa







Emir Sultan Hazretleri Medine’ye vardıklarında, Seyyidler için ayrılan odalardan birine yerleşir.Az bir  zaman sonra bu odanın sahipleri gelir ve aralarında kısa bir münakaşadan sonra anlaşırlar.Emir Sultan Hazretleri Beytullah’a selam verir ve cevap alarak Seyyitliğini ispat etmiştir.Odada kalanlar da selam verirler ama cevap alamazlar, bunun üzerine Emir Sultan Hazretlerinden özür dileyerek odada kalırlar.Emir Sultan Hazretleri bu odada kalırken gördüğü bir rüya üzerine Peygamber Efendimizin (sav) emri üzere Bursa’ya hareket eder.Bu olay gece olduğu için kendilerinin Seyyid olduklarını söyleyen bu üç kardeşler sabah yatağında Emir Sultan Hazretleri göremezler ve bunun üzerine onu aramaya koyulurlar.
Aradan 2 ay geçer ve birisi, aradığınız zat’ı Kudüs yolunda gördüm diyerek, Üç Kardeşler, Kudüse giderler ve ordan Bursa’ya kadar gelirler.Bursa’da Emir Sultan Hazretlerini bularak ellerine yüz sürerler.Emir Sultan Hazretlerine aylardan beri onu aradıklarını beyan ederler, Emir Sultan Hazretleride sakalını sıvazlayarak, Haydi ben Emr-i Peygamber ile geldim, siz Medine’de kalaydınız, ordan neden ayrıldınız A Kuzularım der ve bundan sonra bu Üç Kardeşin ismi Üç Kuzular olarak kalır.
Herkes bu Üç Kardeşi, Üç Kuzular olarak çağırır.Bu Üç Kuzular ömürlerini Bursa’da tamamlarlar ve Üç Kuzular Mahallesi adıyla anılan yerde Üç Kuzular Türbesi ve Üç Kuzular Cami olarak yatmaktadırlar.


Üç Kuzular Türbesi mermer bir kabristandır, Üç Kuzuların bulunduğu yerde Yediler adıyla bir Türbe daha vardır ve burada Üç Kuzular‘ın soyundan gelenler yatmaktadır.Halk arasında Üç Kuzular Türbesi yada Üç Kozlar Türbesi ve Yediler Türbesi diye geçmektedir.

Eşrefoğlu Rumi türbesi..bursa iznik





Anadolu’da yaşayan büyük velilerden , şair. İsmi Abdullah olup , babasınınki Eşref’tir. Eşrefoğlu Rumi 5Babasının ismi ile şöhret buldu. Babası , Mısır’dan İznik’e göç etti. Eşrefoğu Rumi İznik’te doğdu. Doğum tarihi belli değildir. 1484 (H.889) ‘da İznik’te vefat etti. Türbesi İznik’tedir. Eşrefzade-i Rumi diye de bilinir. Babasının terbiyesi altında büyüyen Eşrefoğlu Rumi , önce İznik’te bulunan medreselerde çeşitli alimlerden ders aldı. Zamanın zahiri ilimlerinde üstün başarılar elde etti. Sonra Bursa’ya giderek Padişah Çelebi Mehmed’in medresesine girdi. Burada tefsir , hadis ve fıkıh ilimleri üzerinde söz sahibi olan alimler derecesine yükseldi. Buradan mezun olunca , Bursa’da müderrislik yapan hocası büyük alim Alaeddin Ali hazretlerinin yardımcısı oldu. Çelebi Mehmed Han medresesinde bir müddet ders veren Eşrefoğlu Rumi bir sabah vakti medrese civarında dolaşırken , zamanın velilerinden olan Ebdal Mehmed’e rastladı. Kalbinden ; “ Tasavvuf yolundan bana nasib var ise alametler görünsün. ” diye geçirerek ona yaklaştı. Ebdal Mehmed kendisine bakarak ; “ Ey medreseli ! Bize köfteli çorba getir.” Dedi. Bu söz üzerine çarşıya gidip , köfteli çorba aradı. Fakat bulamadı ve eli boş dönmemek için köftesiz çorba aldı. Ebdal Mehmed’e gelirken yolda birkaç parça ekmek alarak yuvarlak köfte haline getirip , çorbanın içine attı. Ebdal Mehmed çorbayı karıştırıp köfte bulamayınca Eşrefzade’ye ; “ Hani bunun köftesi ? ” diye sordu. Daha sonra çorbayı iyice karıştırdı ve Eşrefoğlu’na uzatarak ; “ Ye bunu! ” dedi. Eşrefoğlu büyük bir teslimiyet ile tereddüd etmeden çorbayı yedi. Çorbanın içine atılan ekmek parçaları köfteye dönmüştü. Bunun üzerine o zat ; “ Ya sen olmayıp da kim olsa gerek. ” şeklinde bir söz söyleyip oradan uzaklaştı. Eşrefoğlu bu sözlerden bir mana çıkaramamasına rağmen , tasavvuf yoluna girmesi hususunda bir işaret olduğuna inandı.
Nefsini terbiye etmek , kalp aynasını cilalamak için kendi kendine uğraşmaya başladı. Bu yolda bir hoca bulmanın şart olduğunu düşünerek , kitaplarını dağıttı ve Bursa’da bulunan Emir Sultan’ın huzuruna gitti. Talebesi olup , hizmetiyle şereflenmek istediğini bildirdi. Emir Sultan , Abdullah’ın tasavvuf yolunun aşkıyla yandığını görünce , onu evliyanın büyüğü Ankara’daki Hacı Bayram-ı Veli’ye gönderdi. Sonra Ankara’ya gidip , yeni hocasına teslim oldu.
Hacı Bayram-ı Veli hazretleri , Abdullah’daki kabiliyeti keşfederek ona nefsini terbiye edecek vazifeler verdi. Yaşı kırkın üzerinde ve büyük bir alim olduğu halde , hocasının emirlerine “ Başüstüne ” diyerek sarıldı. Kendisine verilen hela temizleme vazifesini , bütün gayretiyle yapmaya başladı. Nefsinin isteklerini terk edip , istemediklerini yapmak için büyük çaba sarfetti. Bu şekilde riyazet ve mücahedeye devam etti. Hocası Hacı Bayram-ı Veli’ye on bir sene hizmet etmekle şereflendi. Bu kadar zaman zarfında hocasının ; “ Üstadın huzurunda lüzumsuz konuşmak edebe aykırıdır.” Sözü üzerine , yanında bir kelime bile konuşmadı. Sadece sorulan suallere kısa ve öz olarak cevap verir , edebe , ziyade dikkat ederdi. Eşrefoğlu Abdullah , on bir sene içinde pek çok imtihandan geçti. Yaptığı güç işlerden hiç şikayette bulunmadı. Bu sabrı ve hocasına karşı muhabbeti ve hürmeti üzerine , Hacı Bayram-ı Veli kızı Hayrünnisa’yı ona nikah ederek zevceliğe verdi. Bir müddet daha hizmete devam eden Eşrefoğlu Abdullah , hocasından izin alarak Allahü tealanın emir ve yasaklarını bildirmek üzere İznik’e gitti. Orada kendi iç alemiyle baş başa kaldı. Hocasından ayrılığı onu yaktı , hasretine fazla dayanamadı ve tekrar Ankara’ya döndü. Hacı Bayram-ı Veli , damadını , tasavvuf yolunda derecelerinin ilerlemesi için tekrar İznik’e gönderdi. Orada kırk gün nefsini terbiye etmesi için halvete girmesini , sonra Ankara’ya gelmesini emretti.
İznik’e gidip geldikten sonra , hocasının ; “ Hama şehrinde Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin torunlarından Şeyh Hüseyin Hamevi’nin huzuruna gidip , Kadiri yolunu öğreniniz.” buyurdu. Bu emri yerine getirmek üzere hazırlığa başladı. Hanımını ve biricik kızı Züleyha’yı bir merkebe bindirerek , Hacı Bayram-ı Veli ile vedalaştı. Günlerce zahmetli ve yorucu yolculuktan sonra , Hama’ya yeni hocasının huzuruna vardı.
O gün hacdan dönen Hüseyin Hamevi , ilahi bir ilham ile Eşrefzade’nin gelmekte olduğunu anlayarak , talebelerine ; “ Bugün Anadolu’dan bir er geliyor. Gidip karşılayınız.” buyurdu. Karşılamaya çıkan talebeler , zahmetli ve zorlu yolculuktan dolayı elbiseleri eskimiş olduğu için Eşrefoğlu Rumi yanlarından geçtiği halde , hocalarının söylediği zatın o olduğunu anlayamadılar. Dergahın kapısına varan Eşrefzade Rumi , Hüseyin Hamevi tarafından itibarla içeri alındı. Hanımı ve çocuğu ise Hüseyin Hamevi’nin hanımı tarafından kendilerine ayrılan odaya götürüldü. Hüseyin Hamevi bu yeni talebesinin önce nefsini terbiye etmek üzere kırk gün halvet için bir hücreye koydu. Eşrefoğlu Abdullah , sıkı ve riyazet ve mücahedeye tabi tutuldu. Kırk gün içinde Hüseyin Hamevi , Abdullah’a ziyade teveccühlerde bulundu. Bir gün bir hizmetçi hücresine yemek götürdü. Eşrefoğlu’nu hareketsiz görünce , öldü zannedip , telaşlandı ve durumu hocasına bildirdi. Fakat kırk gün dolmadığı için Hüseyin Hamevi bu duruma aldırış etmedi. Abdullah , kırkıncı gün hücreden çıkartıldığında , büyük bir vecd hali içinde kendinden geçmiş , gözleri kapalı ve hareketsiz bir halde görüldü. Kendisini melekle alemini seyretmenin lezzetinden ayırdıklarında ; “ Sultanım bize kıydınız.” diyerek gözlerini açtı. Bu kırk günlük imtihanı başarıyla veren Abdullah , tasavvufta pek yüce mertebelere çıkmış olarak icazetname aldı. Hüseyin Hamevi’nin halifesi olarak Anadolu’da Kadiri yolunu yaymak üzere vazifelendirildi.
“ Halk senin zahirine de bakar. Onun için kıyafetini biraz düzeltmen lazımdır. Şu hırkayı ve pabuçları al , giy. ” buyurunca , Eşrefoğlu hırkayı giydi , pabuçları da başına geçirerek ; “ Hocamın verdiği pabuç ayağıma değil , başıma olsa gerektir. ” dedi. Hocasının emri üzere yola çıkmak üzere hazırlık yaptığı sırada , Hüseyin Hamevi’nin eski talebeleri aralarında ; “ Biz bu kadar zamandan beri hocamızın hizmetindeyiz. Bize himmet verilmedi. Bu Rumi denilen ve Anadolu’dan gelen kimseye kırk günde hem himmet , hem de icazet verildi. Bu nasıl iştir ? ” diye konuşuyorlardı. Hüseyin Hamevi , Allahü tealanın izniyle bu duruma vakıf oldu. Talebelerini toplayıp bir konuşma sırasında ; “ Ya Rumi ! Bu kadar misafirimiz oldun. Sana bir ziyafet veremedik. Bir ziyafette bulunalım. İnşaallah ondan sonra gidersin. ” dedi. Yemeler hazırlanıp talebeleri ile yeşillik bir yere gittiler. Hüseyin Hamevi , suyu bulunmayan bir yerde oturulmasını emretti. Talebeleri ; “ Sultanım , burada su yoktur, namaz zamanı abdest almak icab ettiğinde sıkıntı çekeriz. ” demelerine rağmen Hüseyin Hamevi oturulmasını istedi. Talebeler hocalarının emri üzerine oturdular. Namaz vakti girince abdest almak icab etti. Hüseyin Hamevi , Eşrefoğlu hariç bütün talebelerine su aramalarını söyledi. Talebelerin ; “ Sultanım burada su yoktur. ” demelerine rağmen ; “ Hele siz bir arayın belki vardır. ” buyurdu. Talebeler aramalarına rağmen bulamadılar. Bunun üzerine Hüseyin Hamevi ; “ Rumi ! Gerçi sen misafirsin. Misafire hizmet ettirmek doğru değildir. Bir de sen ara. Belki su bulursun. ” deyince , Eşrefoğlu ; “ Emriniz başım üstüne. ” diyerek hemen aramaya başladı. Bir ağacın yanına gidip , teyemmüm etti ve secdeye varıp Allahü tealaya şöyle yalvardı : “ Ya Rabbi ! Hocam su istiyor. Lütfet , su ihsan eyle. ” Daha sonra başını secdeden kaldırdı. Secde ettiği yerden bir pınarın kaynadığını gördü. Hemen tası doldurup hocasına götürdü. Hüseyin Hamevi talebelerine dönerek ; “ Su olmadığını iddia ediyordunuz. Bakın Rumi nasıl bulmuş ! ” dedi. Talebeler hemen suyun bulunduğu yere gittiler. Suyun daha yeni çıkıp akmaya başladığını görünce , hocalarının Eşrefoğlu’na himmet etmesinin sebebini anladılar.
Hüseyin Hamevi , Abdullah’ı Anadolu’ya uğurladıktan bir müddet sonra , arkasından baktı ve ; “Abdullah-ı Rumi koca bir deniz imiş. Bizde bulunan her şeyi çekip sinesine aldı.” buyurdu. Çocukları ile birlikte Ankara’ya giden Abdullah-ı Rumi , kayınpederi Hacı Bayram-ı Veli’nin yanında bir müddet daha kaldıktan sonra İznik’e gitti.
İznik’te önceleri münzevi , yalnız bir hayat yaşayan Eşrefoğlu , şan ve şöhretten hiç hoşlanmazdı. Kimsenin dikkatini çekmeden fakirane bir hayat yaşadı ve insanlardan uzak kalmaya çalıştı. İznik’e Hama’dan bir zatın gelmesi durum değişti. O zat herkese Eşrefoğlu’nun menkıbelerini anlatmaya başlayınca , İznik halkı kendisine hürmet ve itibar göstermeye başladı. Bundan rahatsız olan Eşrefoğlu Rumi dağlara çekildi , tekrar uzlet hayatına başladı. Dağlarda dolaşırken bir köylü onu gördü ve suçlu sanarak yakaladı. Gayesi onu teslim alıp mükafat almaktı. Fakat onun şöhretini duyan köylünün annesi , kendisini tanıyınca mesele anlaşıldı , köylü ve annesi de Eşrefoğlu’na talebe oldu. Bunun üzerine İznik’e dönen Eşrefoğlu asıl vazifesi olan insanlara doğru yolu anlatmaya başladı. İlk talebesi olan ve kendisini yakalayan köylü onun için Pınarbaşı denilen yerde bir dergah yaptırdı. Eşrefoğlu Rumi , burada talebelerine ders vermeye , Kadiri yolunu yaymak için çalışmalara başladı. Talebelerinin nefsini terbiye etmek için , riyazet ve mücahedeler yaptırmaya , gurur , kibir , ucb gibi kalp hastalıklarından kurtarmaya büyük gayret gösterdi.


Bir gece Eşrefoğlu Rumi , dergahında ibadet ediyordu. Bu sırada bir ışık peyda oldu. O ışıktan şöyle bir hitap duyuldu : “ Ey kul ! Dile benden ne dilersen. Bütün haram olan şeyleri sana helal kıldım.” Eşrefoğlu bir anda Allahü tealanın izni ile sesin sahibi olan şeytanı yakaladı. Avucunun içinde sıkmaya başladı. O anda şeytan ; “ Ya şeyh ! Ne yapıyorsun ? Allah bana kıyamete kadar mühlet vermiştir. Sen ise beni öldürmek istiyorsun.” deyince Eşrefoğlu ; “ Ey mel’un ! Sen benim talebelerimin ve dostlarımın imanlarına kasdetmeyeceğine dair söz verirsen salarım.” dedi. Şeytan da ; “ Onların imanlarına kasdetmeyeceğime söz veriyorum.” dedi. Bunun üzerine Eşrefoğlu Rumi ; “ Ey mel’un ! Allahü Teala ile olan ahdine vefa etmedin. Benimle olan ahdine mi vefa edeceksin. Bildiğin şeyden geri kalma.” dedi ve saldı. Talebeleri ; “ Onun şeytan olduğunu nereden anladınız ?” diye sorunca ; “ Bütün haramları sana helal kıldım , deyince anladım. Çünkü Allahü tealanın haram ettiği şeyler zata mahsus değildir. Kıyamete kadar bakidir.” Buyurdu. Türbesi Bursa – İznik’de 

Huysuzlar Türbesi.. bursa .iznik




Huysuzlar Türbesi, İznik’te Atatürk Caddesi üzerinde yer alıyor, İstanbul Kapıya doğru giderken solda kalacaktır, fotoğraflarda görebileceğiniz gibi, üstü açık bir türbe, içerisinde üç adet mezar bulunmakta yada lahit, , ek olarak türbeye ait bir kitabe de olmadığından  hikaye halk efsanesi tarzındadır.


yaramazlık yapan çocukları, Huysuzlar Türbesine getirip bir süre bıraktıklarında uslanacaklarına inanıyorlarmış, hatta elbiseleri de oraya bırakıp öylece çıplak geri dönüyorlarmış.

Cahidi Sultan türbesi...edirne




Cahidi Sultan
Câhidî Ahmed Efendi, XVII. yüzyılın önemli mutasavvıflarından biridir. Aslen Edirneli’dir. Rumeli’li bir ailenin çocuğu olup babasının ismi Muhammed’dir. Gerçek adı Ahmed’dir, Câhidî ise mahlasıdır. Padişah IV. Mehmed’in Câhidî’yi rüyasında görmesi üzerine, Çanakkale’nin Kilitbahir beldesine gelerek kendisini ziyaret eder. Padişah, bu ziyaret sırasında maddi ikramları kabul etmeyen Câhidî’yi “Sultan” ünvanı ile manen taltif eder. Böylece halk arasında “Câhidî Sultan” şeklinde meşhur olmuştur.
Câhidî, genç yaşta Edirne’den gelip Gelibolulu Şeyh Ömer Karibî (Kutub Ömer) Efendi’ye intisab eder. Seyr ü sülûkünü tamamladıktan sonra icazetini alır ve o zamanki ismi ile Kiludu’l-Bahr’e gelerek şimdi bulunduğu yere tekkesini kurar ve irşad faaliyetlerine başlar. Burada Kerime Hatun ile evlenir. Bu evlilikten Âdem ve Lütfullah adında iki oğlu olur. Âdem Efendi, babasından 17 yıl önce 1053/1643 yılında vefat eder. Kabri türbenin dışında güney cephededir. Halk arasında keramet ehli bir hanım olduğu söylenen eşi Kerime Hatun ise Câhidî’nin yanında metfundur.
Ahmed Câhidî hazretleri çok cömert ve vakar sâhibi idi. Gece-gündüz Kur’ân-ı kerîm okurdu. Âlimlerden haberleri doğru olarak naklederdi. Allah korkusundan çok gözyaşı dökerdi. Dünyânın parlaklığına ve malına îtibâr etmezdi. Bu hâlleri sebebiyle kısa zamanda çevresinde tanındı ve herkes tarafından sevildi. Talebeleri çoğaldı. Kilidü’l-Bahr’de asıl tanınması ise şu hâdiseye dayanır:
Bir gün Ahmed Câhidî Efendi, Çanakkale’ye geçmek için Kilidü’l-Bahr iskelesine geldi. Parası olmadığı için zamânın kayıkçıları kendisini kayığa almadılar. Üzgün bir hâlde dönüp evine geldi. Kendisini gören hanımı Kerîme Hâtun niçin gitmediğini sordu. Câhidî hazretlerinin kayığa alınmadığını söylemesi üzerine de; “Al şu seccadeyi de bin üzerine, Çanakkale’ye geç-gel.” dedi. Bu şekilde Çanakkale’ye geçen Câhidî Efendiyi gören kayıkçılar şaşırıp kaldılar. Böylece onun büyük bir velî olduğunu anladılar.
Talebelerinden birisinin sohbet esnâsında kalbin ne şekilde terbiye edileceğine dâir sorduğu suâle Ahmed Câhidî hazretleri şu cevâbı verdi:
“Tarîkatlarda asıl olan kalbin çeşitli hastalıklarından temizlenerek şifâ bulmasını temin etmek, onu güzel sıfatlarla süslemektir. Allahü teâlâyayaklaşmanın yolları tövbe, nefsini hesâba çekme, yaptığı işlerden gurura kapılmama ve ümitli olmak gibi kalbî makamlarla, doğruluk, samîmiyet, ihlâs, sabır gibi güzel hasletlerdir. Tasavvuf yolunda yürüyen kimse bu vasıflarıyla cenâb-ı Hakk’a yaklaşırsa, mârifet ehlinden olur ve bu sûretle en yüksek derecelere kavuşur.“
Ahmed Cahidî hazretleri bir soru üzerine de tarîkatlerde esas olan zikri dört madde halinde özetledi.
1. Dilin zikri: Kalpten kötülüklerin izale edilmesini sağlayacak olan cenâb-ı Hakk’ın anılması.
2. Kalbin zikri: Allahü teâlâyı kalpten tefekkür etmek, düşünmek ve O’nun kalbe nazar ettiğini bilmek.
3. Nefsin zikri: Harf ve ses yerine his ve hayâl ile içten, kalpten Allah’ı anmak.
4. Rûhun zikri: Cenâb-ı Hakk’ın kâinâtta tecellî eden, güzel sıfatlarının netîcesine bakarak O’nu tefekkür etmek, düşünmektir.
Bu zikir çeşitleri kişiyi kemâl mertebesine ulaştırmak için en kuvvetli yoldur. Bunlar tarîkatta zikir çeşitlerinin özetidir. Gayrisi teferruâttan ibârettir.”
Ve talebelerine; “Lâ ilâhe illallah, diyerek kalbinizin pasını siliniz.” dedikten sonra, şu şiiri söylerdi:
Her kelâmın âlâsı, Lâ ilâhe illallah
Cümle varın mevlâsı, Lâ ilahe illallah
Cümle derdin dermânı, koma dilinden anı
Müminlerin îmânı, Lâ ilâhe illallah
Tâliblerin şükrüdür, kalplerinin fikridir
Dillerinin zikridir, Lâ ilâhe illallah.
Câhidî Ahmed Efendi, Halvetiyye Tarikatı’nın Ahmediyye şubesinin Uşşâkiyye koluna mensuptur. Hayatı boyunca birçok mürid ve halifeler yetiştirmiştir. İsmine izafeten tesis ettiği Câhidiyye Tarikatı, vefatından sonra oğlu Lütfullah Efendi tarafından temsil edilmiş ve kısa sürede Çanakkale, Edirne ve Bursa’da yayılmıştır. Câhidîlik, XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar, Bursa’da bir kaç farklı tekkede aynı anda faaliyet gösteren önemli tarikatlardan biri olmuştur.
Doğum tarihi tam olarak tespit edilememekle beraber, XVI. yüzyılın sonlarında doğduğu kuvvetle muhtemel olan Câhidî Ahmed Efendi, 1070/1659–60 yılında vefat etmiştir. Türbesi Çanakkale – Kilitbahir köyünde Cahidi Sultan camiindedir.
kaynak :


 tasavvuf dergisi ,17.sayı, cahidi ahmet efendi’nini ”abdest namaz ve hac ” ibadetlerine dair bazı batıni yorumla, Dr. Hamdi Kızıler
DEVRANE SULTAN TÜRBESİ..AFYON



Afyon Merkez’de Kurtuluş caddesi ile istaklal caddesinin kesişiminde
Hazreti Mevlana sülalesinden olup, Sultan Divani hazretlerinin Çiltenan olrak adlandırılan 40 mürdinden biridir. Sultan Divani ile İran seyahatine katılmıştır. Kabri şerifinin Devrane Sultan camii civarında olduğuna inanılır. Daha Sonra Afyon Belediyesi tarafından caminin 100 metre yakınında Kurtuluş caddesi ile istaklal caddesinin kesişiminde bir makam kabir yapılmıştır.


Öksüz İbrahim Baba türbesi..adıyaman




Adıyaman İli Merkezinde Adıyaman Kalesi eteklerinde Gölbaşı Caddesinde Öksüz Camisinde türbesi vardır.
 Asıl adı İbrahim olan zat öksüzdür. Öksüz İbrahim Baba İslam orduları ile bölgeye gelmiş ve çağrışmalar esnasında burada şehir düşmüştür. Yaklaşık 500 sene önce burada yaşayan bir şahsın rüyasına girerek mezarını yaptırmıştır.
Türbe ve etrafı mezarlıkmış. Diğer mezarlar günümüzde temizlenmiş sadece Öksüz Baba’nın mezarı kalmıştır.
Öksüz Baba ziyaretine eskiden sıtma hastalığına yakalananlar getirilirmiş. Türbenin avlusuna yatırılan hastanın başına avludaki üç taş konulur ve önünde de çalı çırpıdan ateş yakılır. Hasta kendini iyi hissederse türbeye nakdi bağış yapar.

Günümüzde ise sadece hayır duası için gelen ziyaretçiler ve huysuzlanan çocuklarını sakinleştirmek için ziyaret edenler vardır.

Hasan Dede türbesi..adana .karaisalı






1297 / 1881 Tarihli Adana Sancağı Salnamesinde Karaisalı yöresinde medfun bulunan evliyalar arasında zikredilen Hasan Dede‘nin kabri Gülüşlü köyünde yüksekçe bir tepe üzerindedir. Hayatı hakkında bilgi sahibi olamadığımız Hasan Dede , yöre halkı tarafından sıkça ziyaret edilmekte ve Tarsus’da Medfun bulunan Eshab-ı Kehf’in kardeşi olarak kabul edilmektedir. Türbesi  Adana – Karaisalı – Karaiasalı ilçesine 3 km mesafedeki  Gülüşlü köyünde yüksekçe bir tepe bulunmaktadır.

ACEPŞİR EFENDİ türbesi ..tokat





Hakkında yeterli bilgi bulunmayan Acepşir Efendi Tokat'ta medfundur. On dördüncü yüzyılın başlarında yaşamıştır. İlhanlıların büyük hükümdârı Ebû Saîd Bahadır Hanın 1318 yılında adına câmi yaptırmasından anlaşıldığına göre Acepşir Efendinin devrin meşhur evliyasından olması muhtemeldir. Özellikle baş ağrısı çekenler tarafından ziyâret edilmekte ve Acepşir Efendinin bereketiyle şifa bulmaktadırlar.

24 Eylül 2019 Salı

Şeyh Koyun Baba hz türbesi ..edirne





Nâmı Mehmed’dir. Örfî Ağa Târihçesi beyânınca Nakşibendî tarîki meşâyihinden Seyyid Ali-i Semerkandî me’zûnlarından meczûb-i ilâhi bir zât olup 1012 târihinde vefât etmekle Kasab Abdülazîz Mahallesi’nde Kanlı Pınar’da Altûnîzâde Sokağı’nın ikinci numarasında vâki nâmına mensûb olan tekke sâhasında türbe-i mahsûsada defn olunmuş ve şuarâ-yı asriyeden Mamazâde Hâdî Efendi bu târihi demiştir. Mısra Dehr kassâbı Koyun Baba’yı kurbân eyledi Azîz-i mûmâileyh Sultân Mahmûd Hân-ı Evvel hazretlerinden âlem-i manada üç defa tekkesinin tamirini ricâ etmekle 1165’te esâsından hedmle ittisâline müceddeden bir de câmi-i şerîf ilâvesiyle inşâ ettirilmiştir. Ravzatü’t-tekâyâ’ya mürâcaat buyurula.
Kaynak: Riyâz-ı Belde-i Edirne  2-2 Cilt 

20 Eylül 2019 Cuma

Seyit Bilal Türbesi..batman



Seyid Bilal, İslam peygamberi Hz. Muhammed'in (sav) torunu olan Hz. Hüseyin'in (ra) 12. kuşak torunlarındandır. 1132'de Bağdat'ta doğmuş, babasının adı Seyid Harun'dur. Annesi Fatıma'dır.
1154 yılında dönemin ünlü Abbasi Halifesi Harun Reşit döneminde Bağdat'tan Becirman'a zorunlu göç eden Seyid Bilal, burada Botan Miri’nin (Mîrê Botan) bölgesi içinde yer alan Becirman'a gelmiştir.
Rivayete göre, uzun bir yolculuktan sonra Seyid Bilal bugünkü Becirman köyünde “Grebej” dedikleri mevkide konaklar.

ANKUZU BABA..HARPUT



                Anadolu'nun fethinde bulunan gazi dervişlerdendir. Nerede doğduğu ve nereden geldiği bilinmemektedir. Harput'un fethi sırasında şehid düşmüş, uzun yıllar bir mağara içinde bozulmadan kalan naaşı şimdi aynı bölgede medfun bulunan velîlerden Beyzâde Efendi tarafından yaptırılan tekke ve mescid yanına defnedilmiştir.
 Evliyâ Çelebi'nin "Ankuzu Baba Tekkesi mihmanhâne-i fukaradır." diye bahsettiği bu tekke ve mescid daha sonra yıkılarak harab olmuştur. Son yıllarda bir türbe yaptırılarak kabrin kaybolması önlenmiştir. Türbe, Harput'un 7-8 kilometre kuzey-doğusunda, Buzluk kayalıkları ilerisindeki tepede bulunmaktadır.

NADİR BABA TÜRBESİ..HARPUT




                Türbe, Arap Baba Mescidi’nin 50 m doğusundadır. Bu türbe iki bölümden oluşur. Dış kapıdan sonraki ilk bölüm mescid bölümü olup, makam bölümüne buradan geçilir. Kabir kısmı ise ahşap sanduka ile kaplanmıştır Nadir Baba Selçuklu döneminde yaşamış bir zattır. Onun Yesevi tarikatına mensup bir şeyh olma ihtimali kuvvetlidir. Geçmişten gelen bir gelenek olarak  1900’lü yılların başında, Harput’taki dini çevreler ve tarikat ehli kişiler sık sık burada toplanarak (Bkz.  Türbeler / Tayyar Baba) sohbetler yaparlarmış.

BEŞİKLİ BABA..harput



Türbesi, Harput'taki Belek Gazi heykeli yanında bulunmaktadır. Türbe plânsız bir şekilde taş işçiliği ile yapılmıştır.
                Arap- İslam ordularının Harput'u fetihleri sırasında bir aile burada topluca şehit edilmiştir. Türbede medfun kişiler o dönemde şehit olanlardır. Türbe içinde bulunan beşikten dolayı halk arasında Beşikli Baba diye anılır.
                Harput'ta Arap - İslam ordularının ve Selçuklu ordularının Harput'u fetihleri sırasında şehit olmuş bir çok zata ait türbe vardır.

21 Ağustos 2019 Çarşamba

İMAM HÜSEYİN TÜRBESİ --KERBELA







Tam İsmiHüseyin bin Ali (a.s)
KonumuŞiilerin üçüncü imamı, Ehli Aba (Kisa)
İsmiHüseyin
KünyesiEbu Abdullah
Ebu’ş Şüheda (şehitler babası)
Ebu’l Ehrar (özgürler babası)
Ebu’l Mücahidin (Allah yolunda savaşan mücahitlerin babası)
LakaplarıSeyyid-i Şüheda
Seyyid
Tayyip
Zeki
Vafi
Mübarek
Doğum Tarihih. 4, 3 Şaban
Doğum YeriMedine
Ölüm TarihiH. 61, 10 Muharrem (Aşura), Kerbela
Baba AdıHz. İmam Ali (a.s)
Anne AdıHz. Fatıma Zehra (s.a)
Ömrü57 yıl
TürbesiKerbela
EşleriRubab
Şehribanu
Ümmü İshak
Leyla
Çocuklarıİmam Seccad
Ali Ekber
Ali Asker
Cafer
Muhammed
Fatıma
Rukayye
Sukeyne
Muhsin
Zeynep

İMAM HÜSEYİN TÜRBESİ --KERBELA


İmam Hüseyin'in (a.s) Türbesi veya Hairi Hüseyni; Ehlibeytin üçüncü imamı İmam Hüseyin’in (a.s) toprağa verildiği Kerbela bölgesidir. Hadislerde türbe sınırları için zikredilen en az fasıla 20 – 25 zira’dır [Not 7]. Buna göre İmam’ın (a.s) türbesinin çapını 22 metre olarak saymışlardır.[211] İmam Hüseyin’in (a.s) kabrinin üzerine bina inşası, şehadetinin ilk yıllarına dayanmaktadır. Üzerinin (tavanın) kapatılması ve kabrinin üzerinde küçük bir yapıtın bulunması hakkında Hicri 65. yıla kadar bilgiler bulunmaktadır. Muhtemelen İmam Hüseyin’in (a.s) kabri üstüne ilk kubbeyi yapan Muhtar b. Ebu Ubeyd Sakafi dir (öldürülme tarihi Hicri 67). Muhtar kıyamında zafere ulaştıktan sonra Hicri 66. yılda bu kubbeyi inşa etmiştir.[212] İmam Sadık’tan (a.s) İmam Hüseyin’in (a.s) türbesinin adab ve ziyaret keyfiyetine dair hadislerin nakledilmesi[213] bu kubbenin İmam Sadık (a.s) zamanına kadar baki kaldığının göstergesidir.[214]
Daha sonraki dönemlerde şahıs veya hükümetler İmam Hüseyin’in (a.s) türbesinin restore edilmesi için çeşitli faaliyetlerde bulunmuşlardır.[215] Buveyh oğulları, Celayiriler, Safeviler ve Kaçarlılar hükümeti zamanında İmam Hüseyin’in (a.s) türbesini süsleme ve genişletme noktasında esaslı ve kapsamlı faaliyetler yapılmıştır.[216]

İmam Hüseyin'in (a.s) Kabrinin Tahrip Edilmesi
 İmam Hüseyin’in (a.s) Türbesinin Tahribi
Harun Reşit ve Mütevekkil gibi bazı Abbasi halifeleri, defalarca İmam Hüseyin’in (a.s) türbesini tahrip ettiler. Mütevekkil, İmam Hüseyin’in (a.s) kabrinin izini yok etmek ve halkın ziyaretini engellemek için İmam’ın (a.s) türbesinin bulunduğu bölgenin ekilmesini ve su verilmesini emretmiştir.[217] İmam Hüseyin’in (a.s) türbesini tahrip etme girişiminin en kötüsü son zamanlarda; yani Vahhabilerin 1216 yılında Kerbela’ya saldırmasıyla vuku bulmuştur. Cani vahhabiler bu saldırı da İmam Hüseyin’in (a.s) türbesini tahrip etmiş ve türbeye ait zerih ve kıymetli eşyaları yağmalamışlardır.[218] Ayrıca 1991 yılında Irak Baas hükümeti güçleri, İmam Hüseyin’in (a.s) haremine saldırarak türbeyi hedef almışlardır.[219]

İmam Hüseyin’in (a.s) Ziyaret Adabı

Ana Madde: İmam Hüseyin’in (a.s) Ziyaret Adabı
İmam Hüseyin’i (a.s) ziyaret etmenin kendine özgü adap ve amelleri vardır; onlardan bazıları şunlardır:
  • Yola çıkmadan önce üç gün oruç tutmak.
  • Lezzetli ve çok çeşitli yemeklerden sakınma ve sade yemeklerle yetinmek.
  • Gamlı ve hüzünlü bir halde ziyaret etmek.
  • Koku ve esans kullanmaktan sakınmak.
  • Matemde olan ve musibet görmüş kimse gibi, solgun çehre ve elbiselerle ziyaret etme.[220]
  • Ziyaretten önce Fırat suyuyla gusül alma.
  • Yalın ayak ziyarete gitme.[221]
Özel Ziyaret Günleri
Ziyaretnameler
Camiu’z Ziyaratı Masumin (a.s) kitabında İmam Hüseyin’i (a.s) ziyaret etmek için, yirmi altıncısı her zamanda ve otuz üçüncüsü ise belli ve özel vakitlerde okunan ziyaretler bir araya getirilmiştir. Ziyaret-i AşuraZiyaret-i Varis ve Ziyaret-i Nahiye-yi Mukaddese en bilinen ziyaretnamelerdendir.



ARSLAN BABA TÜRBESİ..KAZAKİSTAN
  Arslan Baba Türbesi'nin genel görünüşü

İnanışa göre Hoca Ahmet Yesevî’nin türbesini ziyaret etmeden önce onun hocası Arslan Baba’nın makamını ziyaret etmek gerekiyor imiş; bu hassasiyet, menkıbelerle nakledilen sözlü rivayetlerin halk bilincinde nasıl yer edip kök saldığının somut bir örneğidir. Bu hassas davranışın gerekçesini yansıtan rivayet, Arslan Baba’nın türbesinin yapımını da Hoca Ahmet Yesevî’nin şu kerâmetine dayandırır: “Emîr Timur, manevî yönden saygı duyduğu Ahmed Yesevî’nin makâmı üzerinde şanına lâyık bir türbe yaptırmaya niyet eder. Yesi’deki Ahmed Yesevi kabri odak alınarak yapılmağa başlanan türbenin temelleri üzerinde duvarları yükseltilmeğe başlandığında garîb bir durum ortaya çıkar. Duvar ustaları temeller üzerine ördüğü tuğla duvarlar her gece yerle bir olmaktadır. Bu yüzden ertesi gün duvar yapımına yeniden sıfırdan başlanması gerekmektedir. Bu durumun türbe inşaatını olumsuz etkileyeceğini ve tamamlanmasının gecikmesi nedeni ile Emîr Timur’un gazabına uğrayacaklarından korkan ustalar çaresiz kalınca geceleri duvarların nasıl yıkıldığını anlamak için bir gece pusuya yatarlar. Gece karanlığı çökünce iri bir beyaz bir öküzün aniden belirerek boynuz darbeleri ile yükseltilen duvarları yere indirdiğini görerek şaşırırlar. Bunun sebebinin ne olacağını danıştıkları bir velî,  Arslan Baba kabri imar edilmeden kendi kabri üzerinde türbe inşa edilmesine Hazret Sultan Yesevî’nin râzı olmadığını söyler. Bu sırada Emîr Timur da bir gece rüyasında Ahmed Yesevî’ye türbe yaptırmasından önce mürşîdi Arslan Baba’nın türbesini inşa ettirmesi ve daha sonra Yesevî külliyesi inşaatının sürdürülmesi gerektiği bildirilir. Bu durum üzerine Emîr Timur önce Arslan Baba türbe yapılmasını ve sonrasında Ahmed Yesevî külliyesi inşaatına devam edilmesi emrini verir.”

Emir Timur tarafından inşa ettirildikten sonra tabii etkilerle yıpranan Arslan Baba Türbesi, Kazak hanları tarafından tamir ettirilmiştir: “Uzun, yatık dikdörtgen biçimli ön cephenin köşelerinde birer minare, tam ortasında yüksek eyvan kemeri bulunur. Eyvanın sol tarafında görülen yüksek nispetli iki kubbenin bulunduğu bölüm türbedir. Diğer tarafta mescit kısmı yer alır. Ön cephe binanın ana kütlesinden daha yüksek yapılmıştır. Cepheyi dikdörtgen kartuşlar ve kabartma çerçevelerle meydana gelen bant kuşatır. Köşe minarelerinin kubbeli şerefe kısımları, bu bandın üzerinden yükselir. Soldaki minarenin kemerli şerefe açıklıkları tuğla ile örüldüğünden kule görünümündedir. Derin giriş eyvanı, iki yanındaki çıkıntılı duvarların üzerindeki küçük kuleciklerle ve alınlık anlayışında kemer ile süslenir. Planda ve cephede kütleyi ikiye ayıran eyvan, toplanma ve dağılma alanı olarak düzenlenmiştir. Türbeye ve mescite eyvanın iki yan duvarındaki kapılardan ulaşılır. Türbe iki mekânlıdır; arka odada Arslan Baba’nın çok büyük lahdi bulunur (Orta Asya’da Emîr Timur’un lahdi bile insan boyundan kısa olduğu halde bu lahit 4 metredir.) Duvarlar modüler kemerlerle ayrılmış olup başkaca tezyini yoktur. Türbe i şerifte Arslan Baba’nın ayak ucunda yatan üç dervişin isimleri ise; Şir Mambet, Karılgaç Bab, Laçın Bab yani sırasıyla Arslan Muhammed , Kırlangıç Baba , Şahin Baba.” 

KARAŞAŞ ANA TÜRBESİ .KAZAKİSTAN 




           Hoca Ahmet Yesevî’nin annesi Ayşe Hanım için inşa edilen türbe (XIII.-XIV. yüzyıllar) halk arasında “Karaşaş Ana” olarak bilinir. Karaşaş Ana , Hoca Ahmet Yesevî 1-2 yaşlarında iken vefat etmişti. Türbesi yan yana iki cephesinin taç kapı anlayışıyla yükseltilmesiyle, diğer yapılardan farklılaşır. Türbeyi örten yüksek kubbe, alttaki sekizgen , üstteki silindirik formlu iki kasnakla yükseltilmiştir. Türbe bugün şehrin orta yerinde, trafiğin ve keşmekeşin içinde kalmış görünüyor.
İBRAHİM ATA TÜRBESİ- KAZAKİSTAN



Hoca Ahmet Yesevî’nin babası Şeyh İbrahim Ata’nın türbesinin giriş çevresi ve duvarla çevrili türbe alanına giriş kapısı ve Şeyh İbrahim Ata’nın mezarı

Hoca Ahmet Yesevî’nin babası Şeyh İbrahim Ata, hizmetleri, menkıbeleri ve kerametleriyle halk arasında tanınan, herkesin kendisine sevgi ve saygı duyduğu bir kişi idi. Hoca Ahmet Yesevî dünyaya geldikten birkaç sene sonra annesi vefat etmiş olduğundan, onun çocukluk dönemindeki eğitimi ve öğretimiyle babası Şeyh İbrahim Ata meşgul olmuştu. Ahmet Yesevî altı yaşında iken de Şeyh İbrahim Ata vefat etmiştir.
Şeyh İbrahim Ata, vefat etmeden evvel oğlunu ablası Gevher Şehnaz Hatun’a emanet eder ve vefatında birkaç gün önce de kızına şu nasihatte ve vasiyette bulunmuştur: “Kızcağızım… Gönlümüze gelen o hoşluktur ki Allah’ın bize bu dünyada bağışladığı ömrün son günlerindeyiz. Kardeşin Ahmed’e sahip çıkasın, onu yalnız bırakmayasın… Bilesin ki Allah ona velayet makamından büyük bir ikram verecek. Ümidim odur ki Ahmet kendi zamanının en büyük velilerinden olacak. Dergâhımda bağlı duran bir sofra bulunur. Ahmet o sofrayı açtığında, anla ki Ahmed’in meydana çıkma günü gelmiştir. Bu sözlerim sana vasiyetim ve nasihatimdir.”