KARIŞIK

1 Kasım 2018 Perşembe

VELİ BABA SULTAN..ısparta




 Senirkent’in 3 km kuzeyindeki Uluğbey (eski adı İlegöp) kasabasındadır. Elde bulunan Veli Baba Menakıbnamesi ile kasabada bulunan Veli Baba Türbesi şeceresinden alınan bilgilere göre; Veli Baba, Miladi Ağustos 1533’te Uluğbey’de doğup büyümüştür. Dedesinin adı Veliyittin Gazi, babasının adı Hüseyin Veli (Seyyid Hüseyin Gazi), annesinin adı ise Hatice Sultan’dır. Veli Baba’nın gerçek adı Hüseyin’dir. Bu bilgilere göre Veli Baba Sultan 16 ve 17. yüzyıllarda yaşamış bir kişidir. M.1613 / 1630 yılında IV. Murat’ın başkumandanı Murtaza Zor Paşa, Bağdat Seferi için İç Anadolu, Ege ve Akdeniz yöresinden asker toplamaya çıktığında Isparta Uluğbey’den de geçer. O zamanlar türbenin olduğu yer üzeri açık bir mezarlık halindedir. Veli Baba, Murtaza Zor Paşa ve ordusuna izzet, ikram ve kerametler gösterir. Murtaza Zor Paşa da, Veli Baba’dan duyduğu yakınlık, sevgi, hürmet ve iyilikten dolayı Isparta mütesellimine emir yazarak, üzeri açık mezarlığın türbe haline getirilmesini ve bitişiğine de bir cami yaptırılmasını ister. Yapımına başlanan türbe H.1038 / M.1622’de Murtaza Zor Paşa’nın Bağdat Kalesi önünde şehit düşmesiyle yarım kalır. Türbe daha sonra M.1858’de köy halkından Ramazan bin Halil’in yardımıyla tamamlanır. Türbe Veli Baba zamanında yapılmaya başlandığından Veli Baba Türbesi diye adlandırılmıştır.

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 Veli Baba Sultan,yaşadığı dönemde,kendisini tamamen bilim ve hilim sahibi olmaya adamıştır.Bilime,okumaya,eğitime çok önem vermiştir.Ayrıca Hilim konusunda da kendisini mükemmel bir şekilde yetiştirmiştir.Hilim;tevazulu olmak,alçakgönüllü olmak, sabırlı olmak, merhametli olmak, mütevazi olmak,dürüst olmak, kalp kırmamak, kötü konuşmamak,saygılı olmak,sevgili olmak,iyilik sahibi olmak, ezilenin, zayıfın, fakirin, garibin, zavallının ve güçsüzün haklarını korumak,onlara sahip çıkmaktır.
          Veli Baba Sultan’ın en büyük öğretisinde;insan-ı kamile ulaşabilmek için sıkı bir iç disiplin gerekmektedir.İnsan-ı kamil olabilmenin en büyük yolu kişinin kendi özünü eğitmesinden geçmektedir.Bunun için kişinin önce Mürşid,Pir,Rehber,Dede huzurunda ikrar vererek Dört Kapı Kırk Makamdan geçmesi gerekir.Ikrar veren talip Can için geri dönülmez zor bir süreç başlamıştır.Bu yola giren talip bilgi düzeyini artırıp yolun kurallarını yerine getirdikçe yükselir.Öğrenmenin hiçbir zaman sonu yoktur.Bu öğrenme aşkı ebediyen devam eder.
             4 kapı şeriat,tarikat,marifet ve hakikatten oluşur.Talip canlar,bu dört kapıdan geçmek için kendi iç disiplinlerini kontrol altında tutarlar.Bunun manevi hazzını her daim tadarlar.Burada bahsedilen şeriat kapısı;doğru inanç,doğru yaşam tarzı demektir.Yaşam tarzıyla çevresinde sevilen ve takdir edilen kişi, ikrarını  verdiği anda yola girmiş sayılır ve tarikat kapısından ilk adımını atar.Şeriat döneminde yapabileceği hatalar hoş görülebilirken, tarikat kapısından girdikten sonra,artık erdemli insan olabilmenin yolu başlar. Talip Canın, bu süreçte dikkat edeceği en önemli husus,bilim ve hilim sahibi olmaya kendini adamalıdır.Bunu yaparken daha evvel ki,olumsuz huylarını hızla düzeltmeye çalışmalıdır.Burada en önemli öğreti bilimdir ve bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.Talip canın bilim öğrenmek için çok emek sarfetmesi gerekmektedir.Bilim öğrenmeye ve hilim sahibi olmaya kendini adayan talip can,bilgi sahibi oldukça,çevresine de ışığını yaymaya başlar.Gittikçe daha hoşgörülü,daha mütevazi,daha sabırlı olmaya başlar.Bu yol onu doğruya ulaştırır ve öğrendikçe İlmin başının sabır olduğunu kavrar.
            Sonuçta bu öğretiler ve sabır onu çevresinde saygı ve ilgi gören bir kişi konumuna yüceltir.Ayrıca talip can tarikata hizmet etmek ve 12 hizmeti de en kısa zamanda öğrenmek  için çabalar ve 12 hizmetle beraber,diğer bütün kuralları da öğrenir.Tarikat  kapısından büyük bir başarıyla geçen talip can,Marifet kapısına adımını atar.Marifet kapısı; Talip Canın yaptığı her işi büyük bir olgunluk ve dürüstlükle yapmasından  geçer.Artık olgunluk dönemine ulaşmış olan Talip Can,çevresinde el üstünde tutulan erdemli bir kişi olup,marifet ehli olmaya hak kazanmıştır.
          En son kapı Hakikat kapısı olup,bu kapıdan herkes geçemez.Bu kapıdan geçmek çok büyük meziyetler gerektirir.Bu kapıdan geçebilmek için bütün olumlu meziyetlerin oluşmuş olması gerekir.Bu kapı,o kadar kutsaldır ki!ancak keramet ehli Ulular bu kapıdan geçebilir.Hakikat kapısından geçebilmenin en büyük öğretisi,Hak ile Hak olabilmektir. Hak’ı özünün derinliklerinde hissedebilmektir.Hakikat kapısına ulaşmaya nail olmuş Pir, Mürşid, Dede; eğer gerçekten hakikata erebilmişse,artık  bütün dünyevi kaygıları aşıp,Allah ile arasında ki sırra ulaşmıştır.Özünde Hak’la Hak olmuş ve Hilim sahibi ve  Bilim sahibi olmak mertebesine de erişmiştir.
          İşte Veli Baba Sultan’da,bu erdemlere küçük yaşlarda erişmiş en büyük Velilerden biridir. Hatta en büyüğüdür.Veli Baba Sultan’ın anlayışına göre;Hilim sahibi olamayan kişi, ne kadar bilim sahibi olursa olsun,Velilik mertebesine ulaşamaz.Bu felsefesede bize şu gerçekleri göstermiştir ki!sadece okumakla kamil bir insan olunamaz.
         Kamil insan olunabilmenin en büyük şartı;kişinin kendi özünü eğitmesi,özünü,her daim sorgulaması ve arındırmasıdır.Bu arındırma sadece okumakla,gelenek,görenekle olmaz.Kişi mutlaka her gün,her saat,her dakika,her saniye kendi nefsini sorgulamalı,kendi özünü DAR’a çekmeli,nefsini ıslah etmeli,içinde ki cevheri,deşifre etmelidir.
         Nefsini ıslah edebilen insan kamil insandır,iyilik severdir, hoşgörülüdür, sabırlıdır,metanetlidir,kötü söylemez,dedi kodu yapmaz,yalan,iftira atmaz,kov,kıybet bilmez,mazlumun hakkına el uzatmaz,gördüğünü örter,görmediğini söylemez,kimseye kem gözle bakmaz,her zaman iyiliksever,yardımsever olur,mazlumun hakkını korur.
          Veli Baba Sultan’ın felsefesi ve öğretisi,onurluluk ve erdemlilik üzerine kuruludur.Kendisini de bu düstur üzerine yetiştirmiştir.Kendisi küçük yaştan itibaren dedesi Veliyittin Gazi ve Hüseyin Veli Dede’den ders almış olup,dergahta bulunan diğer dervişlerin yanında yetişmiştir.Önce babasını kaybetmiş,daha sonra dedesi de hak’ka kavuştuktan sonra kendisini kırk gün çilehaneye kapatmıştır.Çilehanede kendi nefsini arındırıp,sır olarak,çilehanenin üst bölümünden şimdi ki Veli Baba Dergahına ulaşmıştır. Gençliğinde ve yaşlılığında kendisini, yanında yetiştirdiği talipleri, dervişleri, rehberleri, dedeleri eğitmeye adamıştır.
          Veli Baba Sultan dergahı ilk kurulduğunda,dervişlerin yatıp kalktığı,ibadet yaptığı, eğitildiği bir kurum olarak hizmete açılmıştır.Veli Baba Sultan hep aydınlıktan ve aydınlanmadan yana olmuştur.Çevresine yaydığı eğitim ve kültür ışığıyla Akdeniz ahalisinde ve Anadolu’da aydın ve bilge konumuna ulaşmıştır
.
              Yazmış olduğu,şiirler,nefesler,deyişler günümüzde de çoğu  ozanlarca bilinmekte olup,her daim söylenmektedir.
             İşte  burada yetiştirilen,dervişler,rehberler,dedeler ve Veli Baba Sultan’ın çevresine yaydığı aydınlanma ve çağdaşlık ışığı nedeniyle;kasabanın ilk adının Işıklar Köyü olduğu bilinmektedir.Bu da Veli Baba Sultan’ın bizzat eğitime,bilgi donatısına ve emeğe ne kadar değer verdiğini göstermektedir.Daha sonra ki yıllarda dergahta ve bu topraklarda yetişen ozanlar,zakirler,aşıklar nedeniyle,kasabanın adı Aşıklar Köyü olarak kayıtlara geçmiştir.İşte Veli Baba Sultan düsturuyla harmanlanan, bu toprakların  yetiştirdiği  Uluğbey’in çok değerli evlatları,yetiştiği felsefenin özüne sadık kalarak,gittiği her yerde yaşayan herkesi insan olarak görmüştür.
            

25 Ekim 2018 Perşembe

SEYYİDE NEFÎSE HAZRETLERİ TÜRBESİ







Mısır’da kabri herkesin ziyaretgâhı olan Seyyide Nefise Hazretleri, Hz. Alî’nin oğlu Hz. Hasan’dan torunu olan Hz. Zeyd’in kızıdır. “Kerîmetü'd-dâreyn (iki âlemin -Dünyâ ve âhiretin- kerîmesi)” ve “Tahîre” lakablarıyla şöhret bulmuştur. 763 tarihinde Mekke-i Mükerreme’de dünyaya gelmiş,

Cafer-i Sâdık (k.s.) hazretlerinin oğlu İshâk ile evlenmiş ve Kasım ile Ümmü Gülsûm adında iki çocuğu dünyaya gelmiştir. Sonra kocası ve iki çocuğu ile birlikte Mısır’a gelmiş ve 7 sene sonra H. 208 (m. 824) yılı Ramazan ayında vefat etmiştir.

Nefise hanım güzel ahlâk sahibi zengin bir hanımdı. Hastaların hatırını sorar, fakir hastalara ihsanlarda bulunurdu. Zühd ve salâhı son derece yüksekti; gece ibâdet eder, gündüzleri oruçlu olurdu. Kocası olmadıkça bir şey yemezdi. Ölümüne sebep olan hastalığa Ramazan-ı Şerîfte yakalanmış, oruçlu iken vefat etmiştir. Yanında bulunanlar iftar etmesi için hayli ısrar etmişlerse de kendisi: “Sübhânallâh, 30 senedir Allâhü Teâlâ’dan oruçlu olarak ölmeyi temenni ediyorum. Benim oruç bozmam olacak şey değildir.” demiştir.

Hz. İmam Şafiî, Nefise Hanım’ın zamanında Mısır’da bulunduğu için onu ziyaret ile şereflenmiş; perde arkasından sohbetlerine nail olmuş, hayır duâlarını istemiştir. İmam Şafiî teravih namazlarını ekseriya Nefise Hanım’ın mescidinde kılmıştır.

Zamanın hükümdârının zulmünden kendisine şikâyet edilmesi üzerine Seyyide Nefise, sultâna şöyle bir yazı gönderir:

“Malik oldunuz. İsrâf ettiniz,

Kudretli oldunuz. Kahır ve zulüm ettiniz.

Nimete nail oldunuz yoldan çıktınız.

Size verilen nimeti başkalarından kestiniz de sadece kendinize tuttunuz.

Ancak, iyi bilin ki seher okları (yani mazlumların seher vaktindeki ahları) şaşmayıp hedefine isabet eder.”
Bunun üzerine sultan zulmünden tevbe ederek halka adâletle muâmele etmeye başlamıştır.


SEYYİDE NEFÎSE HAZRETLERİ


Dünyâya düşkün olmaması, haramlardan çok sakınması, Zühd ve takvası, kerem ve cömertliği ile meşhûr hanım velîlerden. İsmi, Nefîse binti Hasan olup, hazret-i Ali'nin dördüncü göbekte torunudur. Tâhire ve Kerîmet-üt-dâreyn lakabları vardır. 762 (H.145) senesinde Mekke-i mükerremede doğdu. Annesi, Lübâne binti Abdullah bin Abbâs bin Abdülmuttalib'dir. 823 (H.208)de Kâhire'de vefât etti. ÖnceMedîne-i münevverede yerleşti. Seyyidet Nefîse, İmâm-ı Ca'fer-i Sâdık'ın oğlu İshâk-ı Mu'temen ile evlendi. Bu evlilikten Kâsım ve Ümmü Gülsüm isminde iki çocukları oldu.

Tefsîr, hadîs ve başka ilimlerde âlim idi. Halk onun büyüklüğünü kabûl ederdi.Seyyide Nefîse ümmî olmasına rağmen çok hadîs-i şerîf öğrenmişti. Kur'ân-ı kerîmi ezbere bilirdi. Çok kerâmetleri görüldü. Kabr-i şerîfi, zamanımıza kadar ziyâret olunmakta ve istifâde edilmektedir.

Seyyide Nefîse, otuz defa hacca gitti. Gündüzleri oruç tutar, geceleri ibâdetle geçirirdi ve üç günde bir yemek yerdi. Efendisinden ayrı hiçbir şey yemezdi.

Seyyide Nefîse'nin, zamânından günümüze kadar Mısır'da bulunanlar ve bütün müminler için bereket olduğunu, İslâm âlimleri buyurmuşlardır. Kendini, günahı çok ve duâ etmeğe yüzü yok bilerek, "Hastam iyi olursa veya şu işim hâsıl olursa, sevâbı Seyyide Nefîse hazretlerine olmak üzere, Allah rızâsı için üç Yâsîn okumak veya bir koyun kesmek nezrim, adağım olsun." deyince, bu dileğin kabûl olduğu çok tecrübe edilmiştir. Burada, Allahü teâlânın rızâsı için Kur'ân-ı kerîm okunup veya koyun kesip, sevâbı hazret-i Seyyide Nefîse'ye bağışlanmakta, onun şefâati ile, Allahü teâlâ hastaya şifâ vermekte, kazâyı, belâyı gidermekte, duâyı kabûl etmektedir.

Zevci ve evlâdı ile berâber, Mısır'a yerleşmek için Medîne-i münevvereden ayrıldılar. Gelmekte olduğunu haber alan halk yollara dökülüp, kendilerine çok hürmet gösterdi. Herkes onları, kendi evlerinde müsâfir etmek istiyordu. Abdullah-ı Cessâs adında velî bir zâtın kullanılmayan boş bir evi vardı. 
Oraya yerleştiler. Herkes, bereketlenmek ve kıymetli sözlerinden istifâde etmek için Mısır'ın her tarafından ziyâretine gelirlerdi. Ziyâretine gelenlerin sayısı haddi aşınca, onlarla meşgûl olmanın, her an Allahü teâlâya ibâdet etmesine mâni olabileceğini düşündü. Tekrar memleketi olan Hicaz'a dönmeye karar verdi. Herkes çok üzülüp yalvardılar ise de kabûl etmedi. 

Nihâyet bu durumu, Mısır emîri Sırrı bin Hakem'e arzettiler. Mısır emîri bu haber üzerine, doğruca Seyyide Nefîse'nin yanına gelip, Mısır'dan ayrılmak istemesinin hikmetini sordu. Seyyide Nefîse cevâbında "Mısır'da ikâmet etmek istiyorum. Lâkin ziyâretçilerim çok fazladır. Ben zaîf bir kimseyim. Evimiz de dardır. Ayrıca gelen ziyâretçilerle meşgûl olmak mecbûriyetinde kalmam, her an Allahü teâlâya ibâdet yapmama mâni oluyor." diye cevap verdi. Bunları dinleyen Mısır emîri;"Falan yerde, şahsıma âit geniş bir evim vardır. Onu size hediye ettim. Lütfen kabûl ediniz." dedi.Seyyide Nefîse bunu kabûl edince, Mısır emîri çok sevindi. Seyyide Nefîse; "Haftada sâdece Çarşamba ve Cumartesi günleri ziyâretime gelsinler. O iki gün onlarla meşgûl olurum. Diğer günlerde hep ibâdet yapmak istiyorum." buyurdu.







PİRİ HALİFE SULTAN TÜRBESİ..EGRİDİR







Adı Muhammed olup, seyyiddir.

Soyu, yirmi ikinci batından Zeynel Abidin Hazretleri'nden Hazreti Hüseyin'e ulaşmaktadır.

Pîri Halife, İran'ın Hoş şehrinde Isparta'nın Eğridir ilçesinde vefat etti.

Rüyasında Şeyhülislam Berdei Hazretleri ile birlikte Anadolu'ya hicret etti.

Kabri, Isparta Eğridir Yazla'da , cami yanındaki türbededir.

Anadolu'ya gelmesi şöyle olmuştur :

Hoy şehrinde iken bir gece rüyasında Peeygamber Efendimiz (Sallahu aleyhi vesellem)'i gördü.

Peygamber Efendimiz (sav) ona rüyasında :

"Benim yolumda ve benim evladımdan, kamil şeyh ve mükemmel mürşid, yetişmiş ve yetiştirebilen rehber Şeyhülislam Berdei gelmek üzeredir.

Gafil olma, Rum diyarına, Anadolu'ya sen de git" diye emir buyurdular.

Bu rüya üzerine işaret edilen zatın gelmesini bekleeye başladı.

Ona rüyasında işaret edilen zat , meşhur velilerden büyük rehber Şeyhülislam Berdeî Hazretleri olup, bir osmanlı valisinin daveti üzerine Anadolu'ya göçüyordu.

Hac ibadetini yapmak üzere Mekke'ye gitmişti.

Orada Kâbe'yi tavaf ederken Osmanlı valilerinden o zamanki adıyla Hamidli ( Isparta ) valisi ile tanıştı.

Bu, vali Hızır Bey idi.

Alim ve velileri çok sever, hürmet ederdi.

Şeyhülislam Berdeî Hazretleri'ni tavaf sırasında görüp, onun büyük bir alim ve mürşid olduğunu anladı.

Ona :

"Ben Anadolu'da Himidli ( Isparta ) diye tanınan Isparta valisiyim.

O diyarın havası hoş suyu tatlı, beldeleri, köyleri bağlı bahçeliktir.

Fakat halkına İslam Dini'nianlatacak bir kamil mürşid yoktur.

Acaba irşad için oraya gelmeyi istermisiniz ? Eğer bu arzumuzu kabul buyurursanız, ben köleniz, siz sultanım için, Eğridir kasabası civarında, havası ve suyu güzel bir yerde sizin için bir yer, bir dergah yapıp, hayır duanızı almak istiyorum" dedi.

Bu davet üzerine Şeyhülislam Berdeî Hazretleri : 

"İstihare edelim" buyurdu.

Bir kaç gün sonra Vali Hızır Bey'e : 

"İstiharemde Rum tarafına, Anadolu'ya davetinizi kabul etmem işaret olundu. İnşaallah bu yıl memleketimize gidelim.

Gelecek bir zamanda inşaallahRum diyarına, Aadolu'ya gelelim buyurdu.

Vali Hızır Bey çok sevinip, o yıl hacdan döner dönmez, Eğridir gölünün kıyısında Mezar-ı Şerif denilen yerde güzel bir dergah yaptırıp, gelmesini beklemeye başladı.

Berdeî Hazretleri, söz verdiği zaman gelince, on altı oğlu ve kırk talebesi ile Anadolu'ya göçmek üzere yola çıktı.

İran'ın Hoy şehrine geldiklerinde, Muhammed Çelebi Sultan'ın babası Pîri Halife Sultan da rüyasında Peygamber Efendimiz (s.a.v)'i görmüş ve Berdeî Hazretleri'yle Anadolu'ya gitmesi için işaret almış bulunuyordu.

Berdeî Hazretleri, onun bulunduğu beldeye uğrayıp, kendisiyle görüşerek :

"Oğlum Pir Muhammed! Emre itaat eder misin ?" geçip gitmiş ve şehir dışında bir yerde konaklamıştı.

PirîHalife Sultan, hemen gitmek üzere evinden ayrılmıştır.

Yakınları bu yolculuğa engel olmak istemişler ve kendisine olanca işkence yapmışlarsa da Pirî Halife Sultan, boğazında zincir, ayağında lale Berdeî Hazretleri'nin yanına vardı.

Kendisini geri döndürmek isteyen yakınlarını ikna edip, kendisiyle birlikte Anadolu'ya geçmesinisağladı.

Pirî Halife Sultan Hazretleri, tekke yapmakta usta idi.

O sıralarda Tekkesi eskiyen HacıBayram-ı Veli Hazretleri'ne mürüdleri takkesini yenilemek istediklerini söylediler.

O da takkecinin yakında geleceğini, o zaman takkesini yenilemek istediğini söyledi.

Böylece Pirî Halife Sultan'ın yanına geleceğini müjdelemiş oldu.

Şeyhülislam Berdeî Pirî Halife Muhammed ve yanlarında bulunanlar altı ayda Ankara'ya ulaştılar.

Yaklaştıkları Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri'ne malum olup : 

"Takkeci geliyor, karşılayalım" buyurarak talebeleriyle birlikte karşılamaya çıktılar.

Şeyhülislam Berdeî Hazretleri'yle buluşup, birlikte Hacı Bayram Dergahı'na geldiler.

Günlerce bu dergahta misafir edildiler.

Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri'nin takkesi yapıldı ve başına giydirildi.

Daha sonra Isparta'ya ulaşmak üzere Ankara'dan ayrıldılar.

Onları heyecanla bekleyen Vali Hızır Bey karşılayıp hazırladığı dergaha götürdü.

Böylece Anadolu büyük bir veliyi ağrına basmış bulunuyordu.

Şeyhülislam Berdeî Hazretleri, yanında getirdiği birinci halife, Pirî Halife Muhammed Sultan ile kızını evlendirdi.

Bu evlilikten geleceğin büyük velisi Muhammed Çelebi Sultan doğdu.

Piri Halife Sultan Hazretleri'nin Ali Fakih adında bir talebesi vardı.

Bu zat bir gece rüyasında Akşemseddin Hazretleri'ni gördü.

Bir müddet sonra Pirî Halife bu talebesini İstanbul'a gönderdi.

Ayasofya camiinde vaaz etmekte olan Akşemseddin Hazretleri'ni dinledi.

Cemaatle musafaha sırasında Akşemseddin Hazretleri Ali Fakih'le görüşürken :

"Dost kokusunu aldım" dedi.

Cemaat dağılınca onu alıp, odasına götürdü.

Pirî Halife Sultan Hazretleri'nin hal ve hatırını sorup, Ali Fakih'ten istediği bilgileri aldı.

Ali Fakih, bu buluşmada Akşemseddin Hazretleri'nin ne derece kamil bir zat olduğunu anladı.

Ona olan ilgi ve saygısı bir kat daha arttı.

Pirî Halife Sultan Hazretleri'nin kıymetli oğlu ve meşhur veli Muhammed Çelebi Sultan, gençliğinde kimya ilmini öğrenmeye heveslenmişti.

Bir gün ona : 

"Oğul, kimya ilmini tahsil ettin mi ?" diye sordu.

O da : 

"Baba biraz daha zaman ver" diye karşılık verdi.

Evde bulunan boş bir sandık vardı.

O sandığı gösterip :

"Oğul şu sandığı kilitle ve bir müddet ona bak ve devamlı Kelime-i Tevhid söyle, sonra aç.

Allah Teala'nın kudretini gör" dedi.

Bu sözleri üzerine boş sandığı kilitledi.

Başında oturup devamlı olarak "Lâ ilâhe illallâh" dedi.

Sonra da sandığı açtı.

Sandığın altınla dolu olduğunu gördü.
BERDEİ  SULTAN TÜRBESİ..ISPARTA







On dördüncü yüz yılda yaşamıştır.

Kanuni'nin padişahlık döneminde, Isparta valisi Hızır Bey, alimleri ve velileri çok sever, hürmet ve himaye ederdi.

Berdeî Sultan Hazretleri de Hızır Bey'in daveti üzerine Horasan'dan Anadolu'ya gelmiş, Eğridir'de, Eğridir gölünün kenarında, Mezar-ı Şerif denilen yerde yerleşmiştir. Kabri oradadır.

Şeyhülislam Berdeî diye de tanınır.

Hızır Bey, Berdeî Sultan'la Mekke'de bir hac sırasında tanışmışlardır.

Yapılan daveti kabul eden Hazret için Hızır Bey hac dönüşünde bilinen dergahı yaptırmış, bir yıl sonra da Berdeî Hazretleri Eğridir'e teşrif etmişlerdir.

Gelişlerinde on altı oğlunu ve kırk talebesini de birlikte getirdi.

Gelirken yolda İran'ın Hoy şehrine uğradı.

Oradan da sonradan hem birinci halifesi hem de damadı olacak Piri Halife Muhammed Efendi'yi de yanına aldı.

Eğridir'de yerleştikten altı ay sonra Pîri Halife Muhammed Efendiye hilafet verdi ve kızı ile evlendirdi.

Bu evlilikten, evliyanın meşhurlarından Muhammed Çelebi Sultan dünyaya geldi.

Kendinden sonra meşhur talebesi ve damadı Pîri Halife Muhammed Efendi Hazretleri, insanlara rehberlik edip, çok değerli hizmetlerde bulundu.

Bu zatın oğlu olan Muhammed Çelebi Sultan ve torunu Şeyh Burhaneddin Hazretleri de o dergahta yetişen meşhur velilerdendir.

15 Ekim 2018 Pazartesi

Şeyh Ali Hüsameddin Tavili..ırak halepçe..tavili 







Şeyh Ali Hüsameddin Tavili hazretleri , Şeyh Muhammed Bahaeddin Tavili Hazretleri’nin oğludur.O da babası ve dedesi gibi Hüseynîdir.  Şeyh Ali Hüsâmeddîn hazretleri, 1278 yılında Safer ayının 24. günü (Miladi 31 Ağustos 1861) Cumartesi gecesi doğdu. 1867’de daha 6 yaşındayken dedesini kaybetti. 1881’de babası Muhammed Bahâeddin’i de kaybedince genç yaşında, Tavila Tekkesi’nde dedesinin yerine irşad vazifesine başladı. Üstün çalışkanlığı ile ilim sahibi oldu. Daha sonra Bahekon’a geçti ve orada bir tekke inşa ettirdi. Bazı vakitler dedesinin Tavila’daki makamında oturan Şâh Ali Hüsâmeddîn’in şöhreti çevreye yayıldığından herkes etrafına toplandı. Türk, Arap, İngiliz, Rus, Kürt, Zaza, Azeri, Afgan, birçok ırktan, farklı ülkeden yüzlerce insan onu görmek, sohbetine nail olmak için kilometrelerce yol kat etti. Dünya’da yaklaşık 24.000 halifesi olan Şeyh Ali Hüsâmeddîn’in, 9 ayrı tarikata halife olduğu bilinmektedir: (Nakşibendî, Kadirî, Rüfâi, Sühreverdî, Kübrevi, Dusuki, Bedevi, Şazeli, Çeşti)            
Kendisi güler yüzlü, yüksek ahlak ve vekar sahibi ve heybetliydi. Konuşmada belagat sahibi, hatip, Arapça, Osmanlıca, Farsça, Türkçe ve bölgedeki dillere vakıf olan ve bu dillerde yazan bir kimsedir. Aynı zamanda büyük bir servete hükmeden ve bununla birlikte muhtaçlara yardım eden Şeyh Ali Hüsâmeddîn akrabalık, kardeşlik, yakınlık sevgisine önem veren ve her yönüyle örnek gösterilen bir şahsiyetti. Arazinin ıslâhı ile ağaç ve bahçelere büyük sevgi ve merakı olduğundan, ağaçların kesilmesini yasaklamıştı. Verimsiz yerleri ekip elverişli bir hale getirmeyi, su kanalları ve yolları açmayı sever, çalışmaları sonucu elde ettiklerini yolculara, ziyaretçilere ikram ederdi.
Menkıbeleri 
Seyyid Muhammed Kadrî (K.s.) anlatıyor:
“Bir sabah namazını Şahımız Hz. Ali Hüsameddin’in arkasında kılıyorduk.
Hz. Şah’a
“- Şimdiye kadar Hz. Şahın yalnız anne cihetinden seyyid olduğu söylenmekte idi. Lütuflarınızla
Hz. Şah’
– “Evet, elhamdülillah öyledir. Seyyidlik, ecdâdımız Seyyid Battal Gazi’den geliyor. Açıklar ve iddia edersem, çok yanlış kişiler de seyyidlik davasında bulunacaktır. En doğrusu, Allah yanındaki seyyidlik makbuldür.” buyurdu.”
(Şeyh-i Meczûb Muhammed Saîd Seyfüddin, İhsan Yolu(Gönül Sultanları ve Hak Sohbetleri adlı kitap içinde), Çeviri: Çelebi Süleyman Kaya, Ankara,1996, s.26.)
Yine Şeyh-i Meczûb anlatıyor:
“Melekûtta Hz. Resul (a.s), Şahım Muhammed Ali Hüsameddin’e (K.s.) buyurdu ki; “Sen ve senden salavat isteyenler vitr namazından sonra binlerce Sallallâhu ale’n Nebiyyi ve âlihî salavât-ı şerifesini okusunlar.” Birkaç gün sonra yine sohbetlerini müşahede etiim. Hz. Şah Hüsameddin taliplerin bu zamanda başka meşguliyetleri de olduğundan, bu salavat miktarının azaltılmasını recâ etti. Hz. Resul (a.s) buyurdular ki ;100 kere okusunlar, 1000 kere okumuş gibi kabul ederim.”(Şeyh-i Meczûb 108-109)
Şeyh-i Meczûb Muhammed Saîd Seyfüddin (1289-1331) (K.s.), Muhtasaru’s – Sülûk ve’l ihsan fî Beyâni’l-Vüsûl ilâ Meliki’l-Mülük ve Tarikatu’l-Hâcegân adlı eserinde anlatılıyor:
“Şahım Şah Muhammed Ali Hüsâmeddin, zehirli engerek yılanının soktuğu bir kişiye nazar ederek derhal zehir acısı ve şişkinliğini yok etmiş ve hasta ömür boyunca yarasından acı çekmemiştir. Hâlbuki, bu cins zehirli yılanların soktukları nadiren iyileşse bile her sene nükseder.” (Şeyh-i Meczûb Muhammed Saîd Seyfüddin, İhsan Yolu(Gönül Sultanları ve Hak Sohbetleri adlı kitap içinde), Çeviri: Çelebi Süleyman Kaya, Ankara,1996, s.10.)
Bir Tavsiyesi:
“Taliplere müslümanlara layık olmayan işlerden sakınmalarını ve şer’i emirleri bildirmelerini ve iyilikle nasihat etmelerini tavsiye ederiz.”(Şeyh-i Meczûb.22)
Vefatı
Zamanın büyük alimi olan Şeyh Ali Hüsâmeddîn tüm ömrünü ilim öğrenmek, öğretmek ve İslâmiyeti anlatmakla geçirdi. 60 yıl boyunca bu vazifeyi devam ettirdi ve 1939 yılında 80 yaşında vefat etti. Türbesi, Irak’ın Bahekon köyünde olup hâlâ ziyarete edilmektedir.



KAZAN DEDE TÜRBESİ..KASTAMONU






türbesi; Hz. Pir Şeyh Şaban-ı Veli camiinin girişi kapısının hemen karşısında yer alan Kazan dede‘nin hayatı ile ilgili herhangi bir bilgiye ulaşamadık. Kabrinin yanında yer alan levhada şu bilgiler vardı;
” Eskilerden Bir Veli
Sandukanın bulunduğu yerde oturur
Cemaat ve İhvana hitap eder ;
Kazan
İlim Kazan,
İrfan Kazan,
Dünyalık Kazan,
Ahiret Kazan,
Kazanda YE!… ”

Ahi Şorve türbesi .. Kastamonu


Ahi Şorve türbesi .. Kastamonu









Ahi Şorve türbesi ; Kastamonu – Beyçelebi mahallesi Hacı dede sokak no :23’de.XIII. ve XIV. yüzyıllarda yaşamış olan Ahi Şorve dönemin önemli Ahi büyüklerindendir.Eski kayıt ve belgelerde Ahi Şorve, Ahi Şarva , Acı Şorbe veya Ahi Çorba olarak anılan bu zatın asıl adı belli olamamakla beraber günümüzde Ahi Şorve olarak ziyaret edilmektedir.
Hayatı hakkında bilgi sahibi olamadığımız Şeyh Ahi Şorve ;hayatta iken zaviyesine tahsis edilen birtakım araziyi, düzenlemiş olduğu vakfiye ile zaviyeye tahsis etmiştir. 703/1303-4 tarihli vakfiyeden bu zatın aynı tarihte sağ olduğu; mevkileri zikredilen arazileri zaviyede ikamet edenlerle birlikte gelen giden yolcu ve fukaraya yemek yedirilmesi için vakfettiği anlaşılmaktadır. Bir kısmının tapu kütüklerinde halen kaydı bulunan bu araziler şunlardır: Kastamonu’ya tabi Hisarcık ve Değirmen çayın adlı mezralar, Kuzyaka Nahiyesine tabi Kızılcavıran Mezrası, Akçaviran Nahiyesine tabî Seyreklik Mezraı, Göl adlı mahalle tabi Karasu ve Terkeşe adlı çiftlikler ve Kastamonu Merkezi’nde zaviyenin içinde bulunduğu bahçe ile bir başka bahçenin tamamı.
Ahi Şorve Zaviyesinin asırlar boyunca fonksiyonunu icra ettiği, topluma yön veren birçok zatın burayı irşad merkezi olarak kabul ettiği bilinmektedir. Zira Kanuni Sultan Süleyman Döneminde zaviyede şeyh olan Muhyiddin Efendi’nin de nüfuzunun bir hayli fazla olduğu görülmektedir. Tahminen türbedeki sandukalardan biri de bu zata aittir.
Zaviyeden günümüze takriben 20 metrekare civarında basit beton bir bina kalmıştır. Bina halihazır şekliyle son zamanlarda çevredeki hayır sahipleri tarafından yaptırılmıştır.
İçinde kıble istikametine doğru sıralanmış üç adet tahta sanduka vardır. Bu işaret sandukalannın kime ait olduğunu gösteren herhangi bir belge yoktur. Sandukalardan birisinin zaviyenin kurucusu olan Ahi Şorve ait olduğu kesindir.

Hayran Balı Sultan Türbesi.. afyonkarahisar






Köylerde bulanan meşhur türbelerden bir diğeri Hayran Balı Sultan’a ait olanıdır. Türbe, Gazlıgöl Kaplıcası yakınlarındaki Kayıviran (Kayıören) Köyü’ndedir. Horasan erenlerindendir. Rivayete göre Hacı Bektaş dergahında Karaca Ahmet, Seydî Hasan Basrî, Yârgeldi Sultan ile birlikte eğitim görmüş, Afyonkarahisar’ın fethinde bulunmuştur. Ayrıca zaviyesinde cilt hastalığı tedavisi yapmıştır.

18 Eylül 2018 Salı

Hasan Baba Türbesi.  ...Eskişehir





Genel Bilgiler

Beylikova İlçesi İmikler Köyünde bulunan ve yöre halkı arasında "Hasan Baba Türbesi" olarak bilinen türbe Hasan Baba ile gelini ve Hasan Baba'nın hocası olarak bilinen Haydar Baba'nın makamları mevcuttur.

Ayrıntılı Tanım

Beylikova İlçesi İmikler Köyünde bulunan ve yöre halkı arasında "Hasan Baba Türbesi" olarak bilinen türbe Hasan Baba ile gelini ve Hasan Baba'nın hocası olarak bilinen Haydar Baba'nın makamları mevcuttur. Türbe daha önce Hacı Nizam isimli biri tarafından bilinmeyen bir tarihte yapılmış olup, 1994 yılında bilinen son tadilatı yapılıp şuan ki şekli verilmiştir. Türbe iki ayrı binadan oluşup beton şeklinde ve kubbeli yapılmıştır. Dış kısmında ise şadırvan bulunmaktadır. Türbede manevi olarak veli kimselerin gömülü olduğu tahmin edilip dua etmek maksadıyla yaklaşık yıllık 1000-1500 ziyaretçisi olmaktadır. Yöre halkına göre burada yatan veli zatlar sayesinde bu köy kurulmuş ve civarın ilk yerleşimlerinden biri olmuştur. Hasan Baba’nın oğlunun da mezarı köy içinde fakat türbe arazisi dışındadır. Hasan Baba, hocası Haydar Baba ve Hasan Baba’nın oğlu veli zatlardan kabul edilip halk arasında yaygın olup anlatılan kerametleri şöyledir. Yaşlı bir teyzenin ifadesine göre; Kıbrıs savaşı sırasında üç zatın bulunduğu yerden helikopter sesleri gibi bir ses gelmiş. Üç ışık yükselip, Kıbrıs yönüne doğru hareket etmiş. Kıbrıs savaşı esnasında bir savaş uçağında pilotun arka koltuk kısmında beliren bir zat pilota belirli noktalarda bombaları bırakmasını söylemiş. Pilot kendisine verilen bombalama koordinatlarının farklı olduğunu ve yakıtın bitmek üzere olduğunu ifade edince; “Korkma evladım, sen benim dediğimi yap” demiş ve pilot sıkıntısız şekilde havaalanına dönmüş. Pilot o zata kendisini tekrar görmek istediğini beyan edince ; “Eskişehir Sivrihisar yakınlarında İmikler köyüne gelirsen Hasan Baba diye sor, beni bulursun” der. Kıbrıs savaşı esnasında düşman tarafından 24 ayda geçilemeyeceği ifade edilen bir hat 24 saat içinde geçilmiş. Olay esnasında birkaç kişinin ölmelerinin kesin olduğu yerlere doğru hareket ettiklerini görünce komutanlarını beklemelerini, yoksa öleceklerini söyler. O kişiler ; “Ölüm bize bir şey yapmaz. Bizi takip etmeyin. Belli bir süre bekledikten sonra gelirsiniz.” Deyip düşman hattına dalarlar. Oranın geçilmesini sağlayıp ortadan kaybolurlar. Bu kişilerin de bahsedilen zatlar olduğu söylenegelmektedir. Türbedeki zatların her sene kefenleri yenilenmektedir. Bedenlerinin hala sağlam olduğu belirtilmektedir. Bosna savaşı sırasında Hacı Baba’nın kefeninde yeni vefat etmiş gibi taze kan olduğu gözlemlenmiştir. Yaşlı bir teyze türbenin bahçesinden yerdeki kuru odunları evinde yakmak için toplar. O gece rüyasında odunları geri götürmesi için uyarılır. Hasan Baba’nın oğlunun mezarının bulunduğu yerde okul yapılmak istenildiğinde dönemin yetkililerine orada veli bir zatın yattığı söylenir. Onlarda cenazeyi türbenin içine taşınmasını söylerler. O gece köyün muhtarı ve başka bir bayan rüyalarında aynı şeyi görürler ve mezara dokunmamaları için uyarılırlar. Türbenin son tadilatını yaptıran kişide rüyasında Hasan Baba’yı gördüğü ve bunun üzerine yaptırdığı söylenmektedir.

ALINTIDIR..TEŞEKKÜRLER..
http://www.eskisehirkulturenvanteri.gov.tr/anitdetay.aspx?ID=1811

SÜCAADİN VELİ TÜRBESİ.. ESKİŞEHİR..SEYİTGAZİ









Türbesi; Eskişehir – Seyitgazi İlçesine 6-7 km uzaklıktaki Aslanbeyli köyünde
Sultan Sücaaddin hakkında çok önemli bilgiler veren Velayetname-i Sultan Sücaaddin ‘e göre ; XIV. Yüzyılın ikinci yarısı ile XV. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış; Çelebi Mehmed, II. Murad dönemlerini görmüş, Rum abdalları zümresine mensup önemli karizmatik Türkmen dedelerindendir. Ancak bununla birlikte doğum ve ölüm tarihi, ailesi ve yaşamı ile ilgili birçok olgu bugün için açık değildir.
Türbe ve zaviyesi , Eskişehir’e bağlı Seyitgazi ilçesinin , Arslanbeyli köyünde yer alan Sücaaddin Veli, yaşadığı dönemde etkin faaliyetlerde bulunmuş tarihsel bir şahsiyettir. Sücaaddin Veli ile ilgili önemli bilgiler veren kaynakların başında ” Otman Baba Velayetnamesi ” gelir. Velayetname’nin ilgili bölümlerinde, Sücaaddin Veli’nin o dönemlerde balkanlarda etkin olan, Otman Baba ile yakın temas ve diyalogta olduğu, Otman Baba’nın kendisine bağlı derviş gruplarına Sücaaddin Veli’yi ”Pir” olarak tavsiye ettiği bildirilmektedir.
Geçmişten günümüze ulaşan Vakıf senetlerindeSücaaddin Veli, İmam rıza soyundan gelen bir seyyid olarak tanıtılmaktadır.
Velayetname’ye göre , Sücaaddin Veli’nin temasta bulunduğu önemli şahsiyetlerden biri de Hacı bayram Veli’dir. Ankara’dan kalkıp, Eskişehir yoluyla Sultan’a gelir. Sücaaddin Veli kendisini gayet iyi ağırlar . Üç gün üç gece beraber kalarak sohbet ederler. ..
Türbe ve Külliye
Seyitgazi ilçesi Arslanbeyli Köyü’nde yer alan Şeyh Sücaaddin Külliyesi , iki türbe, cami, minare ve içinde sosyal şlevli mekanların bulunduğu bir binadan oluşur. Külliyenin iki türbesi de Seyitgazi Külliyesi ile yine aynı ilçede bulunan Üryan Baba İmareti’nin türbeleriyle sekizgen prizma biçimli gövdeleri ve mimari kuruluşları itibariyle benzer kuruluştadır. Türbelerin cephe biçimlerindeki benzerlik, sözü edilen tüm yapıların tarikatlarla ilişkili oluşuna bağlanabilir. Battal gazi ve Mihaloğlu Türbeleri’nin, cephe yüzeylerini dört yandan çevreleyen düz, kalın şeritlerin Şeyh Sücaaddin ve Üryan baba Türbeleri’nin cephelerinde aynen uygulanmıştır.
Kaynak ; Sücaaddin veli Kültür ve Turzim Derneği.

SELAMİ ALİ EFENDİ TÜRBESİ..ÜSKÜDAR .İSTANBUL 






İstanbul – Üsküdar – Kısıklı’da Büyük Çamlıca caddesinden İBB tesislerine çıkarken solda yer alan Selami Türbe sokaktaki kabristanda
Celveti şeyhlerinden olan Selami Ali Efendi, Menteşe’nin Kozyaka köyünde doğmuştur. Doğum tarihi belli değildir. Babasının adı İlyas’dır.
Selami Ali Efendi, kadı olup tahsilini tamamladıktan sonra, önce Kırkakça Medresesine müderris olmuş ardında İstanköy adasına müftü oldu. Burada manevî ilimlere ve tasavvufa olan meyli sebebiyle müftülük ve kadılık gibi resmi vazifeleri bırakarak Celvetî büyüklerinde Zakirzade Abdullah Efendi‘ye (v. 1068/ 1658) intisab etti. Seyr ü sülükunu tamamladıktan sonra Bursa’ya irşad vazifesiyle gönderildi. Orada bir zaviye yaptırıp insanlara din-i İslamı anlatmak, öğretmek ve yaşatmakla meşgûl oldu. 1679 (H.1090) senesinde Divitçizâde Şeyh Mehmed Efendinin vefatıyla boşalan İstanbul Üsküdar’daki Şeyh Aziz Mahmûd Dergâhının şeyhliğine getirildi.
Selami Ali Efendi ; sözünü esirgemeyen , meczub tabiatı ile karşısındaki etkileyen , nazar sahibi bir idi. Vahdet-i vücud neşvesini önere çıkaran mutasavvıflardandı. Bu sebeple diğer zühdi tasavvufu benimseyen Celvetilerce tenkid edilmiştir.
Hüseyin Vassaf Bey’in tesbitine göre, Hüdayî Tekkesi’ndeki görevinin üçüncü senesinde bazı garazkar insanların dedikoduları ve Vani Mehmet Efendi’nin arzusu doğrultusunda, Selamî Efendi’nin meşihati IV. Mehmet (1648-1687) tarafından kaldırmış, fakat 1683 Viyana bozgunundan sonra, Vani Mehmet Efendi’nin Bursa’nın Kestel köyüne sürülmesi üzerine 1684-5 tarihinde bir hatt-ı hümayun ile tekrar meşihate getirilmiştir. Hüseyin Vassaf Bey bu hadiseyi şu cümleleriyle anlatır: “Hazret-i Selamî hakkında isnadatın müfteriyatdan ibaret olduğu tahakkuk edince, def’e şane olarak 1095/1685’de Asitane-i Hz. Pîr’de şeyh oldu. Bu sırada Üsküdar’da Baglarbaşı’nda kain ve Selamsız denilmekle meşhur mahallede bir tekye ile mescidi şerife ve Bülbülderesi ile Acıbadem’de birer cami-i latif ve Bulgurlu (1101/ 1690) ve Kısıklı’ya birer zaviye inşa edip vazifeliler tertib eyledi.
Selami Efendi , varlıklı bir mutasavvıftır. Sağlığın bu servetinin tamamını hayır işlerinde kullanmış. Bursa’da namazgah’da bir zaviye; Üsküdar Bağlarbaşında bir tekke ve bir cami, Bülbülderesi’nde ve Kısıklı’da birer tekke -cami inşa etmiş , diğer taraftan Bağlarbaşı – Fıstıkağacı arasında adına kurulan Selami Ali mahallesini, bu cami ve dergahların hizmetleri için vakfetmiştir. Hüseyin Vassaf , şeyhin ayrıca ” inşa ve tamiren ihya eylediği çeşmelerin adedi kırka yakındır. Halen nam-ı alilerine nisbetle mahalle ve tekye ve cami ve çeşmeleri vardır.” denmektedir.
Selami Ali Efendi, Celvetiliğin dört büyük şubesinden birisi olan ve kendi adıyla anılan Selamiyye kolunun da Pîridir. Niksarlı Mehmet Efendi ile Bilecikli osman efendi önemli halifelerindendir.
Selamiyye’nin, ana kol Celvetiyye’den temel farkı zikir icra şekliyle alakalı olduğu gibi, mensuplarının başlarına giydikleri taclarının onyedi dilimli olmasıdır. Zira, Selami Ali Efendi, Celvetiyye’nin on üç terkli tacını yeni bir yorum getirerek on yedi terke çıkarmıştır. Üsküdar’daki Türbe-i şerifinin haziresinde dergahın şeyhlerinden Mustafa Şerafeddin Efendi’nin on yedi terkli mezar taşını görmek mümkündür.
Selamî Ali Efendi, Safer 1103/1691 tarihinde vefat etmiş ve Kısıklı’da yaptırdığı tekkenin haziresinde sırlanmıştır. Selami Ali Efendi’nin türbesi, Belediye tarafından 1957 senesinde tamir ettirilmiştir. Burada bulunan dergah 1912-1917 yıllarında yıkılmış, daha sonraları da ortadan kalkmıştır. Dergahın içindeki evler 1960′ yıllarda VakıOar idaresi tarafından satılmıştır.İbrahim Has Efendi’nin Tezkire-i Has isimli eserinde Selami Ali Efendi’nin dostlarından Seyyid Abdulkadir Efendi’den naklen şeyhin vefatıyla ilgili şu bilgileri verir; Şeyh Efendi vefat etmeden önce merkez asitanede bulunuyordu ki, ”Biz burda vefat etsek halk bizi omuzlarında götürmeye zahmet çekerler. Varalım merkadmızın yanında vefat edelim” deyip Kısıklı’ya, bugünkü türbesinin bulunduğu tekke ve türbeye gelmiştir. Burada keşkek yaptırıp gelene gidene üç gün yemek yedirmiş, her gelenin eline iki para vermiştir. Bu adet bilahere İstanbul ve Üsküdar’da meşhur olmuştur. Üç gün tamalandıktan sonra şeyh abdest almak istediğini bildirmiş, abdestini tazeledikten sonra tekrar oturduğu çadıra götürülmüş, dervişlerin hatm-i tevhide başlamalarından yarım saat sonra vefat etmiştir.
Şeyh Selami Ali Efendi’nin kabri’nin bulunduğu hazire’de şeyh Efendi’den başka ; Tekke’nin Şeyhlerinden ;
Niksarlı Şeyh el Hac Mehmed Efendi ( Etrafı demir parmaklıkla çevrili 17 terkli şahidesi var )
Şeyh Mustafa Şerafeddin Efendi ‘nin de kabirleri bulunmaktadır.