KARIŞIK

30 Temmuz 2018 Pazartesi

Koca Saçlı Resul Baba...divriği erikli köyü





Horasan Erenlerinden Koca Saçlı Resul Baba 
Divriği’nin Erikli Köyünde bulunan Horasan erenlerinden Koca Saçlı Resul Baba kerameti açık olan bir velidir. Halen tasarrufu devam eden Resul Baba’nın türbesine ziyaretçi akını devam ediyor.
Gidilmesi görülmesi gereken bir yer…
Köyün üst tarafında bulunan içmece ise bir şifa kaynağı.
Böyle önemli bir velinin türbesinin olduğu köy ise sorunlarını çözememiş görünüyor. Köyün içinden türbeye gidiliyor. Araç ile bu yolu kat etmek oldukça zor.
Yolun bozukluğu ve engebeli oluşu gözden kaçmıyor.
İçmeceler ise yetkililer tarafından fazla ilgi görmemiş.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen Resul Baba’nın makamında huzur bulmak mümkün.

Koca saçlı menkıbeye göre Hünkâr tarafından Divriği’ye gönderilen ulu bir zattır. Yatırı, Divriği’ye 28 km uzaklıktaki Erikli Köyü’ndedir. Türbe, köyün kuzeyinde ve Erikli İçmesi’ ne giden yolun üzerindedir.
Koca Saçlı Türbesi, her yıl ilkbahar ve sonbaharda Erikli, Kekliktepe, Sincan, Akmeşe, Karakale, Yazıköy, Ekinbaşı, Kozlu, Ovacık, Apsal, Gönülgören, İzümlük, Mekke… köylüleri tarafından toplu olarak ziyaret edilir. Bu ziyaretler sırasında kurbanlar kesilir, yemekler dağıtılır, dualar edilir. Ayrıca Erikli İçmesi’ne gelenler de Koca Saçlı/Resul Baba’yı ziyaret ederek dertleri için şifa dilerler. 1986 yılında onarım gören türbede Koca Saçlı ile birlikte üç kabir daha bulunmaktadır.
Divriği’nin Erikli köyünde, “Erikli içmesi” vardır. Menkıbeye göre Horasan’dan yola çıkan Koca Saçlı (Resul Baba), ziyaret için Kerbela’ ya uğrar. Ziyaret sırasında bir rüya görür. Rüyasında Hz. Hüseyin, Koca Saçlı ’ya hitaben “Sana bir hediye vereyim. Divriği’nin Erikli köyünde bir su gözesi var. Benim verdiğim suyu şerbet niyetine bu suya kat. Bu sudan içen şifa bulsun. Sonra gelip seni ziyaret etsin” der. Koca Saçlı uyanınca Kerbela’nın suyunu bir kaba koyup Geyik donunda Erikli’ ye gelir. Derviş donuna girip halkı Müslüman eder. Daha sonra Erikli gözesine bu sudan döker. O günden sonra içmenin çıktığı gözenin kenarı kırmızı bir renk alır. İçenler de şifa bulur.
Fıdıl Dağı

Fıdıl(2119m); Ovacık, Kozlu, Çamurcu…köylerini de içine alan kutsal bir dağdır. Fıdıl dağına adını veren Fıdıl Baba’nın sembolik mezarı dağın zirvesindedir. Yöre halkı onun, Erikli köyünde yatırı olan Koca Saçlı(Seyyit Resul Baba) ile arkadaş olduğuna inanır. Burayı çocuk sahibi olmak isteyenler ziyaret ederler. Halk inanışı: Çamurcu köyünde bir kadının hiç çocuğu olmuyormuş. Kadın bir gün dağa çıkıp, “Fıdıl Baba, bana bir evlat verde tek sağır dilsiz olsun” demiş. Şimdi o kadının Çamurcu köyünde yaşayan sağır dilsiz bir oğlu varnmış(1982). Efsane: Efsaneye göre Fıdıl dağındaki Fidan Baba ile Erkli köyündeki Koca Saçlı birbirlerine kudret topu ile haber gönderirlermiş. Bu toplardan bir tanesi Fıdıl dağınde, diğeri de Erikjli köyünde Rıza Dede’nin evi önündedir. 200kg kadar ağırlıktaki yuvarlak bir taştır. 1983 yılında yaptığımız derleme sırasında bu taş evin önünde duruyordu. Şimdi bu taş yerinden alınmıştır(1999). Yine inanışa göre Fıdıl Baba ile, Yazıköy’deki Hıdırellez ziyareti kutsal günlerde kudret topu ile selamlanırmış.
Menkıbevi hayatı: Koca Saçlı hakkında tarihi bilgilere sahip değiliz. Yöre halkının inancına göre, Koca Saçlı ‘nın asıl adı Resul Babadır. Horasan erenlerinden olan Resul Baba Hünkâr’dan izin aldıktan sonra Erikli Köyü arazisi içindeki Fıdıl Baba / fidan baba dağına düştü. Dağ o tarihlerde çok ormanlıktı. Resul Baba Fıdıl dağına düşünce geyik donuna girdi. Boynuzları altın yaldızlı idi. Güneş vurdukça parıl parıl parlıyordu.
Erikli Köyünde, beş karış adında yaman bir avcı vardı. Attığını vururdu. Gene avlanmaya çıkmıştı. Bir geyiği gördü ve hayret etti. Gözler görmedik bir geyik idi. tutmak istedi tutamadı; vurmak istedi vuramadı…
Geyik önde, avcı arkada bir hayli yol gittiler. Gölcük adlı bir mevkiye gelince geyik yattı; silkinip doğruldu, ulu bir kuş donuna girdi. Avcı hayret etti…
Kuş erikli köyüne doğru uçtu. Beş karış da arkasından gitti. Sonra uçtu, kilisenin damına kondu. Köylüler kilisede ayin yapıyorlardı. Varıp keşişe haber verdiler.
‘ bir ulu kuş, kilisenin damına kondu… Bugüne kadar böyle bir kuş görmedik.’’ Dediler. Kilisedekiler ayini bırakıp dışarı çıktılar. Kuşa bakıp ‘’ inşallah hayra gelmiştir’’ dediler.
Onlar bu halde iken kuş uçtu, silkindi, sakallı pir donuna girdi. Kilisenin ileri gelenleri ‘’ bir soralım ‘’ dediler. ’baba, sen kimsin. İn misin, cin misin, nereden geliyorsun? ‘’ diye sordular.
Pir de: ‘’ Ben, Horasan ilinden gelmekteyim. Beni bu yere Hünkâr Hacı Bektaş’ı Veli tayin etti; burayı yurt verdi. Sizin kiliseniz bundan sonra benim yatağım olsa gerektir.’’ dedi. Onları imana davet etti.
Başta keşiş olmak üzere hepsi kelime-i şahadet getirip Müslüman oldular. ’gelmişliğin mübarek olsun’’ deyip Koca Saçlı ’nın eteğine yüz sürdüler.1

Menkıbe
Ziniski Köyü’ndeki seyit baba batın gözüyle Koca Saçlı’nın Erikli Köyü’ne indiğini gördü. Ona ‘’ gelişin mübarek olsun ‘’ dedi. Koca Saçlı da Seyit Babanın selamını aldı.
Seyit baba, Erikli Köyüne gitti. Koca Saçlı’yı yemeğe davet edip, köyüne döndü. Koca saçlı bu davete sevindi; fakat çok yaşlı olduğunu söyleyerek Seyit Baba’dan yemekleri Erekli’ye getirmesini söyledi.
Seyit Baba da pişirdiği yemekle birlikte Erekli’ye gitti… Bu böyle devam etti. Seyit Baba, pişirdiği yemekleri Erekli’ye götürür ve beraberce yerlerdi.2
Koca Saçlı’ya ait bu menkıbe Vilayetname de Resul Baba’nın etrafında geçer… Erikli Köyü’nde anlatılanlarla Vilayetname’de geçenler arasında büyük bir benzerlik bulunmaktadır.3
Menkıbe
Koca Leşker, Seyit Baba ve Koca Saçlı sancaklarını çekerek Şah İsmail’in emriyle Anadolu’ya gelirler. Koca Leşker bunların kumandanıdır. Ellerindeki icazetler Erdebil Tekkesi’nden olduğu için, Hacı Bektaş Tekkesi’nden bunlara haber gönderip ‘’gelin icazetlerinizi tazeleyiniz ‘’ diyorlar. Koca Leşker ve arkadaşları da ‘’ Biz Sultanız, Abdallardan değiliz…’’ diyorlar ve talebi reddediyorlar.

1 Zeynel Özcan ( Kırmızı Dede)  , Ziniski ( Akmeşe) ,1912-1986
2 vEyis Yılmaz , Ziniski ( Akmeşe ) ,1913
3 Vilayetname , Abdulbaki Gölpınarlı, inkılap Kitabevi, İstanbul, 1958, s88-89 ve ayrıca Hacı Bektaşı Veli Villayetnamesi ( ilk vilayetname ) Doç. Dr. Bedri Noyan , Aydın, 1986,s419-425

12 Temmuz 2018 Perşembe



HABİB BABA TÜRBESİ..ERZURUM



Ali Paşa Mahallesi’nde, Taş Mağazalar caddesinin sonuna doğru, Gürcükapıya giderken yolun sağ tarafında yer alır. Türbe 1843 yılında vefat eden Timurtaş Baba için yaptırılmış, 1847 yılında vefat eden Habib Baba bu türbeye defnedilince halk tarafından Habib Baba Türbesi diye anılır olmuştur. 

Türbe, mescid ve kabirlerin yer aldığı iki bölümden oluşmaktadır. Kabirlerin bulunduğu bölümün üstü açıktır. Türbede; Timurtaş Baba ve Habib Baba'dan başka, Habib Babanın eşi Hatice Hanım'ın da aralarında bulunduğu 6 kabir mevcuttur. Habipbaba Türbesi'nin Taş Mağazalar Caddesine bakan duvarlarının köşelerinde, tunç tan yapılma üçer adet kandil askısı bulunmaktadır. 

1844 yılında türbe; Erzurum Valisi Müşir Kamil Paşa tarafından düzenlenmiş ve kitabeleri yazdırılmıştır. 

Kamil Paşanın; Timurtaş Baba için hazırlattığı kitabenin içeriği şöyledir: 

"Sultan-ı müellifinden kutb-ül arifin gavs-ül vasilin Timurtaş Baba Hazretlerinin; medfuni hâk-i tırnâk oldukları türbe-i şerifleriyle hem civar olan ehlullah ve sai şüheda ervah-ı şerifeleri için fatiha" ibaresi yer almaktadır. ( Bugünkü Türkçe ile, "İnsanları nefiylerinin arzu ve isteklerinden kaynaklanan ihtiraslardan arındırarak bir araya toplayan, birleştiricilerin sultanı, ariflerin başı, ruhani himaye istenen kişilerin temsilcisi Timurtaş Baba'nın defnedilmesiyle; ruhları cezbeden, cennetten gelen bir kokuya kavuşan bu toprağının yer aldığı türbe ve civarında defnedilmiş bulunan Allah dostları ve şehitlerin yüksek ruhları için fatiha" istenmektedir.) 

Abdulbaki Gölpınarlı'nın tercüme ettiği metinde ise şu ifadeler yer alır: "Marifet cihanı, tarikat piri, olgun mürşid, birlik sırrının da emini; Hazret-i Mevla'nın sırrını bilen; birlik ashabının başı, birlik ashabı halkasının başında oturan zat... Yaşadığı müddetçe bir geceyi bile, ona ibadetle meşgul olmadan geçirmedi. Bir adım attıysa, mutlaka ibadete attı, bir söz söylediyse mutlaka hakkı andı. Bu yokluk yurdundan usanıp da cennete yönelince Rıdvan'dan: "Merhaba, yücel" diye bir ses geldi. Gayb âleminden biri geldi de, tarihini okudu: Habib Baba tesbih ederek cennetler gül bahçesine geçip gitti. 

Kaynak:
Prof.Dr. İbrahim Hakkı Konyalı “Kitabeleri ve anıtlarıyla Erzurum Tarihi” 

           Dr.Abdulbaki Gölpınarlı "İslâm ve Türk Ansiklo­pedisi"

ABBAS MEHDİ  TÜRBESİ..ERZURUM


Erzurum'un Mehdî Abbas Mahallesine ismini veren bu mübârek zâtın Saltukoğulları devrinde yaşadığı tahmin edilmektedir. Türbenin yakınında Abbas Mehdî'nin yaptırdığı bir de mescid bulunmakta olup son yıllarda tamir görmüştür. Türbedeki dört kabirden yalnız birinin kitâbesi vardır. Bu mezarda Kağızmani medresesini yaptıran Hacı Mehmed'in torunu ve aynı zamanda medresenin ikinci vâkıfı Ahmed Ağa yatmaktadır. Vefâtı 1845 (H.1262)'dir. Medrese ise günümüze ulaşmamıştır.

AHİ EMİR AHMED BİN ZEYNEL HAC HZ. TÜRBESİ..SİVAS MERKEZ




Sivas ve Bayburt yöresinin ileri gelen ümerasın­dan olup, babasının ismi Zeynelhac’dır. Ahmed Eflâkî’nin (ö. 1360) eserinde, Mevlana Celâleddin Rumi’ye (ö. 1273) samimiyetle bağlandığından söz edilen Ahi Emîr Ahmed’in Mevlana’dan sonra onun oğulları ile de iyi ilişkiler içinde olduğu bili­nir. Sultan Veled (ö. 1312), Emîr Ahmed’e daima “kardeş” ve “dost” diye hitap etmekteydi. Onun bu samimiyeti Divan’daki manzum bir mektuba da yansımıştır. Sultan Veled, burada “Ünlü Ahi” diye bahsettiği Emîr’in ismini “Ahi Ahmed Zekiyeddin” olarak zikretmekte ve onu hasretle Konya’ya davet etmektedir.
Ulu Arif Çelebi (ö. 1320), Bayburt’a yaptığı ziya­retlerde Emîr Ahmed ile de görüşmüş ve onun misafiri olmuştur. Eflâkî’nin, bu ziyaretin 1315 yılında gerçekleştiğini haber verdiğine bakılırsa, Ahi Ahmed’in söz konusu tarihten sonra Sivas’a yerleştiği anlaşılmaktadır. İbn Battuta’nın, bu şehri ziyareti sırasında zaviyesinde konakladığı Bıçakçı Ahmed ile Eflâkî’de geçen Emîr Ahmed muhtemelen aynı şahıstır. 733 (1332-1333) yılın­da hayatta olduğu bilinen Emîr Ahmed’in türbe kitâbesinde vefat tarihiyle ilgili herhangi bir ka­yıt mevcut değildir. Oğullarından Ahi Hasan’ın oğlu Ahi Ali’nin, Nâsırî tarafından 689’da (1290) muhtemelen Ahi Emîr Ahmed adına telif edilen bir fütüvvetnâmeyi 840 (1436) yılında Bayburt’ta yeniden kaleme aldığı bilinmektedir.
Emîr Ahmed’in, Sivas şehir merkezinde Paşabey mahallesi Tokmak Kapı sokağındaki türbesi­nin yanında kurulduğu anlaşılan zaviyesi ile Issı Çermik köyünde bir de mescidi bulunmakta idi.
Emîr Ahmed, bu eserler için 733 (1332-1333) tarihinde bir vakfiye tanzim ettirerek bazı gelir­ler tahsis etmiştir. Söz konusu yapılar günümüze ulaşmamıştır.
Kaynak: Ahi Ansiklopedisi, T.C. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Ankara, 2014
AHİ EMİR AHMED
Merih Baran tarafından kaleme alınan Ahi Emîr Ahmed adlı eser (Ankara1991, 120 s.), içindeki­ler, önsöz sekiz sayfa, üç bölüm, sonuç, dizi ve bibliyografyadan meydana gelir. Eser, 1990 yı­lında Kültür Bakanlığı tarafından yapılan Ahilik Kültürünü Araştırma Yarışması’nda üçüncülük ödülüne sahiptir.
Eserin birinci bölümünde Ahi Emîr Ahmed’in biyografisi, ikinci bölüm, Ahi Emîr Ahmed Tür­besi, üçüncü bölüm ise Ahi Emîr Ahmed vakfı ve Ahi Emîr Ahmed vakfiyesi tasdiklerinden oluş­maktadır. Eserin sonuç bölümünde ise genel bir değerlendirme bulunmaktadır.
Yazarın ifadesinden hareketle soyundan geldiği Ahi Emîr Ahmed, Anadolu’da hem Bayburt hem de Sivas ilinde yaşamış ve aynı zamanda orta Anadolu’da etkili olmuş ve bıraktığı vakıfla bir­likte günümüzde hâlâ varlığını sürdüren önem­li Ahilerden biridir. Yazar eserin girişinde emîr olgusu üzerine durur. Burada Türkmen beyleri ve Anadolu ilişkisinden hareketle emîr kelimesi­nin kullanımı ve Ahi Emîr Ahmed dönemi siyasî olaylarında emîrlere dikkat çeker. Genel olarak Anadolu Beylikleri olarak tanımlanan bu zaman dilimi aynı zamanda değişim ve dönüşümlerle birlikte izlerin birbirine karıştığı bir dönem ola­rak zihinlerde yer alır. Çünkü dönem açısından Anadolu’da yaygın olan tasavvuf ve tekke kül­türü sonucunda Emîr Ahmed ve Ahi Ahmedler bulunmaktadır. Anadolu’da Selçuklular sistem olarak çözülmeye ve beylikler kendi alanlarını inşa etmeye başlamışlardır. Bu zaman diliminde hem örgütlenmiş topluluklardan Ahilik hem de idarî ve güç olgusunu taşıyan emîrlik nam sta­tüsünü taşıyan bireylere rastlamak mümkündür.
Ancak Ahi Emîr Ahmed biyografisi, mevcut vakfı ve vakıf işleyiş tarzıyla birlikte adına oluşturul­muş ve bugün devam eden işleriyle diğerlerinden farklılık göstermektedir. Yazar Ahilik hakkın­da kelime anlam ve kökenleri tartışırken süreç hakkında kısaca bilgi verir. Arapça kardeş ve Türkçede cömert ve eli açık anlamına gelen Ahi, Fütüvvetnâme ile sistematik bir hal alır. Başlan­gıçta Ahilik ocak olarak esnaf teşkilatından öte Osmanlı dönemine kadar askerî açıdan aktif rol oynanan bir yapıdır. Daha sonra askerî yapısı dö­nüşerek örgütlenmiş yapı her mesleğe yer veren bir esnaf teşkilatı olarak tarihte yer almıştır.
Netice olarak kökeni, Bayburt’la olan ilişkisi, Sivas’taki zaviye ve tekkesi, türbesi ve yaptırdı­ğı camisi ile Sivas’a eserler kazandıran ve sosyal dokuya katkı sağlayan Ahi Emîr Ahmed, eser­de Mevleviliğe gönül bağlamış ve dergâha kabul edilmiş bir Ahi emîri olarak tanımlanır. Ayrıca eserde Ahi Emîr Ahmed’in oğlu Ahi Ali ve babası Ahi Emîr Muhammed’in fütüvvet üzerine eserler yazdıkları bunların ayrı bir çalışma çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği ifade edilerek diğer tarihi arşiv belgeleri ile konunun desteklemesi gerektiği belirtilir.
Bünyamin AYHAN
Kaynak: Ahi Ansiklopedisi, T.C. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Ankara, 2014

5 Temmuz 2018 Perşembe

ORUÇ GAZİ  TÜRBESİ    ..   ANKARA ..KIZILCAHAMAM




Kırmızı Ebe’nin oğlu olan Oruç Gazi’nin türbesi köyün batı ucundaki diğer mezarlığın içinde bulunur. Türbede Oruç Gazi’ den başka onun ailesine ait olduğu sanılan üç mezar daha vardır. Eski ve virane haldeki türbe, 2001 yılında klasik Selçuklu tarzında restore edilmiştir.
KIRMIZI EBE TÜRBESİ..ANKARA..KIZILCAHAMAM





Taşlıca Köyü tarihi 1100’lü yıllara dayanan bir geçmişe sahiptir. Köyde bulunan iki türbeden biri olan Kırmızı Ebe Türbesinde medfun bulunan kişinin, Bacıyan-ı Rum erenlerinden olduğu ve Selçuklu Sultanı Alaadin Keykubat tarafından kendisine bu köyün yurtluk olarak verildiği tarih kayıtlarında mevcuttur.
Köyün adı önceden Taşlı Şeyhler iken daha sonra Taşlı Şıhlar’a dönüşmüş Cumhuriyet ile birlikte de Taşlıca şeklini almıştır.
Anadolu’nun Türk ülkesi haline gelmesinde büyük emeği geçen Horasan erenlerinden Oruç Gazi ve Kırmızı Ebe, Türk ordularından önce gelerek Diyar-ı Rum olarak bilinen bu topraklara yerleşmişler. Taşlıca Köyü’nde her yıl ziyaretçi akınına uğrayan Oruç Gazi ve Kırmızı Ebe türbelerinin yanı sıra Yalak Taşı ve Gelin Kayası bulunuyor. Köyün en önemli özelliklerinden biri ise, burada bulunan her kaya ve taşın bin yılları aşan bir hikâyesinin olması. Bu toprakları İslamlaştırmak ve Türkleştirmek için kendisinden önce başlatılan “gaza” seferlerini devam ettiren Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat (/h.617-634/m.1220-1237) sıcak bir yaz günü ordusuyla Yabanabad (Kızılcahamam) kazasına bağlı Taşlı Şeyhler Köyü’nde konaklar. Köy Horasan Erenleri veya Gaziyan-ı Rum’un merkezlerinden biridir. Ancak onlar gazaya çıktıklarından köyde Bacıyan-ı Rum (Rum Bacıları) temsilcilerinden “Kırmızı Ebe” (Kırgız Ebe diye de geçer) adında bir kadın eren vardır.
Koca Sultan’ın ordusunu ağırlamak, zaten uzun yıllardır Bizans Hıristiyanları ile savaştıklarından fakr-u zaruret içinde bulunan köylüler için kolay değildir. Onları “nasıl ağırlayacakları telaşı” almışken, sırtında yetim yavrusu Oruç sarılı olduğu halde Kırmızı Ebe elinde bir helke(bakraç) ayranla çıkagelir. Kocası gazalarda şehit olan bu cefakar nur yüzlü ananın içinden, “hem yetim yavrusuna babasının gaza arkadaşlarını göstermek hem de onların içlerini soğuk bir ayranla da olsa serinletmek” gibi karışık duygular geçmiştir.
“Çam sakızı çoban armağanı” kabilinden, meşelerin arasındaki konaklama yerinde bulunan küçük bir taş oluğa elindeki bakraç ayranı döker ve başına oturur. Ordunun bütün neferleri sırayla gelip hem içerler hem de mataralarını doldururlar. Fakat bir bakraç ayran koca orduya yeter de artar bile. Dedik ya bu ana sıradan birisi değildir. Bacıyan-ı Rum’dan gönül ehlinden, tasavvuf ehlindendir. Bu olayda, Allah ona, “keramet” dediğimiz olağanüstü durumu ihsan eder.
Askerler ayranı içerken ve mataralarını doldururken Kırmızı Ebe ile aralarında devamlı şu ikili konuşma geçer:
Doldurun Gazilerim,
-Doldur Ana,
-Doldurun yavrularım,
Ana, dolu,
İhtiyar ananın oluğunu daima dolu gören askerler “ANA DOLU” diyerek buz gibi ayranla Ağustos’un kavurucu sıcağında serinlerler.
Bu esnada askerlerin içini bir de şu duygu ve düşünce kaplamıştır: “Bu ülke, askerine sahip çıkacak, onu her yerde bir bakraç ayranıyla da olsa serinletecek ve Allah yolunda gazaya hazırlayacak “ANALARLA DOLU”.
Derler ki, işte o günden sonra bu topraklara “ANADOLU” dene gelmiştir.
Bütün bir orduya bir bakraç ayranın yetmesini otağından şaşkınlıkla seyreden Sultan Alaaddin bu kutlu anayı hürmetle huzuruna davet eder. Kadının yüzündeki nur, taşıdığı heybe ve vakar karşısındakini etkileyecek kadar muhteşemdir. Sultan sıradan bir durumla karşı karşıya olmadığının farkındadır. Kırmızı Ebe ile arasında şu konuşma geçer
-Dile benden ne dilersen Ebe!
-Sağlığını dilerim Sultanım, Allah sizi başımızdan eksik etmesin!
Bu asil cevap karşısında irkilen, iyice duygulanan Alaaddin Keykubat ısrarla teklifini tekrarlar. Bu ısrar karşısında Kırmızı Ebe şöyle der:

-Sultanım! Şu kucağımdaki yetim yavrum Oruç için biraz yiyecek ve büyüdüğünde babası gibi kafire karşı gaza yapması için ona hayır duanızı dilerim.
Bunun üzerine Sultan;
-Bu topraklar sana ve oğluna yurtluk ve ocaklık ola; buraya atlılar (vergi tahsildarları) uğramaya” diye ferman buyurup Kırmızı Ebe’ye bir ber-at verir.
Bu fermana uygun olarak Taşlı Şeyhler köyü Oruç Gazi’ye vakfedilmiş olur. Oruç Gazi de XIII.yüzyılda bölgenin İslamlaşması ve Türkleşmesi için 90 yaşına kadar gaza yapar ve sonunda şehit düşer. Vasiyeti üzerine cenazesi köye getirilip köyün alt başındaki mezarlığa defin edilir. Ana, Kırmızı Ebe’nin türbesi de köyün üst başındadır. Şimdi ebedi istirahatgahlarında yatan bu ana-oğul Anadolu erenleri sanki iki taraftan köylerinin korur gibidirler.
Taşlı Şeyhler, Oruç Gazi ve ahfadı tarafından yüzyıllarca yurtluk 
olarak iskan edilmemiştir. Köyün sosyo-ekonomik ve kültürel statüsü 
Osmanlı Devleti zamanında da değişmemiş görünüyor. 
Celali isyanlarının Anadolu’nun sosyo-ekonomik yapısını tehdit ettiği 17. ve 18. yüzyıllarda 
Taşlı Şeyhler Köyü’ne saldırmış ve çevreden toprak talebinde bulunmuştur. 
Bu durumu köylüler mahkeme huzurunda 15.c.Evvel 1141/Ekim 1729’da 
“Ecdadımız Oruç Gazi Sultan’a, Sultan Alaaddin Rahmetullah Hazretleri bir çiftlik yer vakf edip 
o zamandan beri tasarruf eylediğimiz topraklar” diye savunmuşlar dava lehlerine sonuçlanmıştır.
Taşlı Şeyhler Köyü’nden vergi alınmaması uygulamanın yüzyılımızın birinci çeyreğine kadar devam ettiği köyün yaşlılarınca belirtilmektedir. Ancak Cumhuriyetin siyasi, sosyal ve ekonomik düzenlemeleri çerçevesinde vergi muafiyeti kaldırılmıştır.
Eski adıyla Taşlı Şeyhler, yeni adıyla Taşlıca Köyü’nün Bahattin Özdemir’in müracaatı ile tarihi önemini göz önünde bulunduran Kültür Bakanlığı, Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 12.11.1991 gün ve 2059 sayılı kararıyla köyü tekrar koruma altına almıştır. Kararın metni şöyledir: Ankara ili Kızılcahamam Taşlıca Köyü’nde bulunan Oruç Gazi Sultan Türbesi, Kırmızı Ebe Türbesi, Ayrantaşı ve Gelin Kayası’nın 2863 ve 3386 sayılı yasalar kapsamına giren taşınmaz kültür varlığı özelliği gösterdiğinden tesciline karar verildi.”
Kaynak: Prof.Dr. Seyfettin Erşahin, Tarihte ve Günümüzde Kızılcahamam-Çamlıdere Yöresi Ankara 1997

Şeyh Ali Zülfikar



                       ..ADANA







Şeyh Ali Zülfikar Efendi’nin kabri şerifi ; Adana – Merkez’de Emniyet müdürlüğünün yanındaki Şıh Zülfü camii avlusunda

Şeyh Zülfo mescidinin banisi olan Şeyh Ali Zülfikar Efendi ; Tarikat-ı rifaiyye meşayıhındandır. Kabir taşındaki kitabe şöyledir ;
 Mürşidü’s Salikin Ve Gavsül Vasilin
Eş Şeyh ali Zülfü İbnuş Şeyh Es Seyyid
Müslim İbnu Muhammed Nam sahibul Hayrat Vel Hasenat
 ”
Şeyh Zülfo mescidi ile ilgili Adana Kültür Varlıkları envanterinde şu bilgiler vardır ;
”Kendi adıyla andan dergahın mescidi olan eser, küçük, fakat kunt ve sıcak bir mimarisiyle dikkati çekmektedir. Tamamen kesme taşlarla inşa edilen eser, üç adet sivri kemer gözünün her bir birer kubbeyle örtülü olan 2,80 genişliğindeki küçük bir son cemaat yeri ve içten içe 7,32 x 7,38 m. ölçüsündeki harimden meydana gelmektedir. Son cemaat yerinin kubbeleri iki yan tarafta “L” şeklindeki ayaklara, ortada ise Roma devri sütun başlıklarıyla dikkati çeken iki sütun üzerine oturmaktadır. Kubbeye geçiş için tromplardan istifade edilmiştir. Harimin kubbesinde de köşelerde tromplar kullanılmış, ve yine öncekiler gibi saç kaplama ile korunan bu kubbe de kirpi saçaklarla vurgulanmışür. Harimin bu büyükçe kubbesi ile, son cemaat yerinin kubbeleri arasında hafif bir boşluk bırakılmak suretiyle esere zarafet ve hareketli bir görünüş kazandırılmıştır. Mescit, kuzeyde ve güneyde iki, doğuda üç ve batıda bir pencere ile aydınlatılmaktadır. Doğu, batı ve güney duvarlarında ayrıca birer üst pencere ve yine batıda iki tane dolap nişi görülmektedir. Mihrap, kavsarasındaki mukarnaslarıyla dikkati çekmektedir.
Şeyh Zülfo veya Şeyh Zülfikar Mescidi’nde bezeme olarak dikkatimizi çeken en önemli unsur harimin kapısı ile üstteki kitabe arasına yerleştirilen Roma mimarisinden devşirilmiş bitkisel süslemeli bir levhadır.
Mescidin batısındaki minare yakın zamanda yenilenmiş olup, üzerindeki kitabe 24.6.1993 tarihini taşımaktadır.
Kitabe: Harimin kapısı üstüne yerleştirilmiş bir taş levha üzerine ikişerli dört satır halinde yazılı tamir kitabesi ne yazık ki yağlıboya ile berbat edilmiş olup şöyledir:
Huda Abdülmecid Han’ı muzaffer eylesün ya hu
Vezirinden Ziya Paşa sebeb tamîre ey mehru
Bi-hamdillah tamam oldı ibddethane-i dil-cü
Bina-yı mesdd-i Yortan Veli Dergdh-ı Ali bu
Bildd-ı Rüha’dır şeyhin…..
Nesebde Muslim oğlundan Rufai Şeyhi Şeyh Zülfü
Gafura hamd idüb Remzi, döküb cevher île incü
Didi ya Rab Şu hankahı, zülal nüra kıl memlü 1269 (1853)
Günümüz Türkçesiyle:
Allah, Abdülmecid Han’ı muzaffer eylesin
Vehimden Ziya Paşa tamire sebeb oldu
Allah’a şükürler olsun ki gönül açan dergah tamamlandı
Büyüce Yortan Veli Dergahı Mescidinin binası
Urfa Şehridir şeyhin….
Nesepçe Müslim oğlundan Rufai Şeyhi Şeyh Zülfi
Çalab’a hamd edip Remzi., inci ile cevher döküp
Dedi: Ya Rab Şu hanegahı pür nur île doltur
Şeyh Zülfikar Rufai Dergahı
Adana’da 5 Ocak Mahallesi 13. Sokakta, Askerlik Şubesi’nin kuzeyindeki aynı adla bilinen mescidin yanında olduğu anlaşılmaktadır. İlk yapılış tarihi belli olmayan Dergah’ın 1853 yılında tamir edildiğini ve eski adının Yortan Veli olduğunu, aynı adı taşıyan mescidin kitabesinden öğreniyoruz. Şeyh Ali Zülfikar için Adana Valisi Ziya Paşa’nın imar ettirdiği Dergah günümüze ulaşamamıştır. 1269 (1852) tarihli bir Şer’i Mahkeme sicilinden öğrenmekteyiz. Adana Şer’i Mahkeme Sicili’nin 67. Cilt, 141. sayfasına kayıtlı 1269 (1853) tarihli bir vakfiyesinin olduğu bilinmektedir.

Hasırpuş Dede – (Hatırhoş Dede)



                                           BURSA






Bursa Cumhuriyet Caddesi yakınında, Abdâl Caddesi, Tahıl Caddesi ve Gül Sokağı’nın kavşağındaki Abdal Mehmet Camisinin karşısındaki Abdal mehmet türbesinin hemen arkasında


Hasırpuş dede ermişlerden bir zat idi , dünya menfaatlerine itibar etmeyip fakr u fena yolunu seçmiştir. Omuzunda eski yıpranmış hasıra benzer hırka taşımakla halk arasında ” Hasırpuş” namıyla meşhur olmuştur. Gülizar-ı İrfan’da ; Abdal Mehmet türbesi yakınında bu dünyanın gösterişinden debdebesinde uzak kıt kanaat geçinirken mağmur belde cennete yol bulduğunda Deveciler mezarlığının batı tarafında Abdal Mehmed türbesinin kuzeyindeki Gül sokaktaki türbesine defnedilmiştir.

Hâki  Baba Hazretleri ..manisa




            Hâki baba o devrin alperenlerindendir. Manisa şehrinin saruhanoğulları’nın eline geçmesinde ve manisa’nın türkleşip müslümanlaşmasında önemli pâyesi olan zâttır. Yatırın yanında bulunan iki ağaç arasından geçenlerin günahlarının affolunduğu menkîbe olarak anlatılır. Kabrin hemen başında bulunan iki ağacın arasından geçenlerin günahlarının affolunacağı anlayışı islâmî akîdeye ters düşmektedir. Yatırın bulunduğu yerde hâki baba adına yapılmış hâki baba câmiî bulunmaktadır.

Hâlen hizmette bulunan câminin avlusunda 1871 tarihinde serseri dede adlı bir târikat ehli tarafından yaptırılan bir çeşme bulunmaktadır. Ancak çeşmenin orijinali sonradan yaptırılan ilavelerle ve fayans kaplamalarla bozulmuştur.

8 Mayıs 2018 Salı

Sultan İbrahim Edhemi  türbesi... Lazkiye -Ceble






ibrâhîm el- Edhem'in annesinin onun için Ceble'de yaptırdığı içerisinde sultan Edhemi'nin türbesi olan vakıf külliyenin günümüz fotoğrafları.. Takvasıyla ünlü Alevi Sultan İbrahim bin Edhem ... "Sen kimsin ve burada ne arıyorsun?" "Devemi kaybettim onu arıyorum." "Buranın saray olduğunu görmüyor musun?" "Görüyorum, burada arıyorum." "Be adam hiç burada yani sarayda deve aranır mı? Burada deve mi bulacağını sanıyorsun?" "Ya sen! Ya sen! Bu atlas yorganlar, kadife yataklarda Allah'ı bulacağını mı sanıyorsun!" ( İbrahim bin Edhem ) 1200'lü yıllarda O dönemin takvâ sâhibi büyüklerinden biri, babası Belh kenti (bugünkü Afganistan'ın en eski şehridir)hükümdârı olan ünlü zâhid Sultân İbrâhîm b. Edhem idi. Bu zâhid bir gün tek başına av kovalarken arkasından üç kez seslenildi: "Ey İbrâhîm! Rabbin seni bunun için mi yarattı?" Sonra uykusunda gördüğü bir rüyâ onu dünyâ terkine, zühd ve takvâda aşırılığa yöneltti.Saltanatı ve zengin yaşamı terk eden İbrâhîm el-Edhem geceleyin babasının emîrlik sarayını terkederek yola koyuldu. İbrâhîm o sırada hâmile olan karısına niyetini bildirmişti. Kadın onu kalmaya iknâ edemeyince, ondan hâmile olduğunu îlân etmesini istedi, o da etti ve ona küpe verip erkek çocuğu olursa kulağına takmasını vasiyet etti. İbrâhîm el- Edhem daha sonra takvâ ve ilimle ünlenmiş Alevîlere katılmak üzere Haleb'e, oradan Antakya'ya ve Suriye Alevi dağlarını dolaştı.Sultan edhemi saltanatı bıraktıktan sonra kendisini derviş gibi gezmeye adar. Bir gün köle olarak zengin bir yahudi'nin eline düşer. Yahudi ona ne iş yaparsın diye sorunca Edhemi odun keserim der. Sonrasında yahudi adam Edhemi'yi dağda odun toplamaya yollar. Dağda ormanda odun keserken namaz kılan Edhemi'nin eşeğini bir dağ aslanı parçalar. İbrahim Edhemi dağ aslanına kızarak şöyle der; Madem eşeğimi parçaladın bu yükü sen sırtlayacaksın. Odunları sırtına yüklediği aslanla şehire inen Edhemi'yi görenler şaşkına döner ve panikleyip sağa sola kaçarlar. Daha sonra köle olarak satıldığı yahudi zenginin evine sırtında odunları taşıttığı aslanla gelen Edhemi'ye yahudi şunu sorar; Sen nasıl birisin vahşi bir aslana yük hayvanı eşek gibi hükmedip ona odunlarını taşıttın?ver elini der kölesi Edhemi'nin elini öper ,ayaklarına kapanır ve etkilendiği bu olay karşısında yahudiliği bırakıp müslüman olur. İbrahim Edhemi Uzun süre, halkının çoğu Alevî olan Tarsus'ta kaldı. Alevîlerin arasında on yıl kaldıktan sonra Allâh'ın evine komşuluk etmek üzere Mekke'ye gitti. Ayrılışından sonra karısı İbrâhîm'e erkek çocuk doğurdu, adını Mahmûd koydu ve babasının verdiği küpeyi kulağına taktı. Çocuk büyüyüp annesinden, babasının öyküsünü öğrenince içinde babasına katılma isteği doğdu. İstediği de oldu. Babayla oğul Hicâz'da karşılaştı. İbrâhîm benzerliğinden ve kulağındaki küpeden çocuğunu tanıdı, ona kanı kaynadı. Orada ayrıldılar, fakat İbrâhîm'in kalbi oğlunun sevgisiyle o denli doldu ki, bu hâl onu ibâdetten ve takvâdan alıkoydu. Bunun üzerine İbrâhîm kalbini bu durumdan kurtarması için rabbine duâ etti. Ve sonra oğlu öldü. Onu kendi elleriyle gömdü. Ardından Şam'a, oradan Antakya ve Lazkıye'ye oradan da Ceble'ye gitti. Bu sırada, babası Belh kentinde ölmüştü. İbrâhîm babasının velîahtı olduğundan annesi vezîriâzam ve maiyetiyle onu bulmak için yola düştü. Antakya üzerinden oğlunun izini süren annesi Esmer tenli ne kısa ne uzun boylu ,Yuvarlak yüzlü,yüzünde sürekli hafif bir gülümseme olan oğlunu heryerde arar.Annesi onun mutlaka Alevî illerinde olduğunu biliyordu. Antakya'da izini buldu. En sonunda onu Lazkiye /Ceble'de bir mağarada üstü başı yırtık ,sefil halde buldu. Ve annesi Edhemi'ye seslenir; Saltanatı bu sefil hayatı yaşamak için mi terk ettin ? Sultan iken ipekten giysiler giyerdin.Şimdi ise üzerinde paçavralar var. Bunun üzerine Edhem'i annesine der ki; Bir kalpte iki sevgi olmaz. Ben Allah yolunu seçtim sen askerlerini al ve saltanatına dön. Annesi oğlunun Saltanat giysisini giymesi için ısâr ettiyse de kabûl ettiremedi. O alıştığı yoksulluk ve takvâ giysisi içinde kaldı. İbrâhîm kendini dünyadan kurtarması için rabbine duâ etti ve ebedî âleme göçtü. Isrâr ettiği için pişman olan annesi onun için ağıt yaktı.. Sonrasında İbrâhîm el- Edhem'in annesi onun için Ceble'de bir vakıf külliye kurdu..Bu vakıf yoksulara asırlarca aş dağıtarak görev gördü..Vakıf aynı zamanda İlk Arap Alevi vakfıdır..Edheminin türbesinin içerisinde olduğu vakıf külliye bugün Suriye'de Alevilerin kutsal yerlerinden biridir.. İbrahim Edheminin hayatı ile ilgili anlatılan bir hikayede şudur ; Bir gün İbrahim bin Ethem Hazretleri tenha bir yerde deniz kıyısında oturmuş iğneye ipliği takarak hırkasını dikiyordu. Yanına bir emir geldi. Emir, İbrahim bin Ethem Hazretlerinin padişahlığı dönemindeki adamlarındandı. İbrahim bin Ethem Hazretlerinin böylesine kendi kendine hırkasını diktiğini görünce şaşırdı. “Öylesine yüce bir sultanlığı bırak da gel böyle fakirane bir hayata razı ol. Bu nasıl bir iş,” diye düşündü. Emir'in bu düşüncesini anlayan İbrahim bin Ethem Hazretleri elindeki iğneyi, denize fırlatıp attı. Biraz sonra ağızlarında altından iğnelerle yüzlerce balık deniz kıyısına yığıldı. Her biri: “Ya şeyh iğneni al lütfen!” diye sesleniyordu. Bunun üzerine İbrahim bin Ethem Hazretleri Emir'e dönerek: “Ey Emir! Daimi olan gönül sultanlığı mı daha iyi, yoksa öylesine bayağı bir sultanlık mı?” diye sordu. Emir düşüncesinden dolayı mahçup oldu.”
ŞEYH İBRAHİM ESİR  TÜRBESİ..KAZANLI..MERSİN








Şeyh İbrahim Esir'in Mersin Sahil Arap Alevi beldesi Kazanlı'daki türbesi..
Akdeniz’in dünyanın kavşağı durumuna geldiği 17. yüzyılda korsanlık devlet teşviklerine dayalı bir sistemdi.
Korsanlar devletten aldıkları destekle gemilere saldırıyor, saldırdıkları gemilerin mürettebatını köleleştiriyor, yüklerini yağmalıyor, dahası dünyayı haraca kesiyordu.
Korsanlık Akdeniz'de özellikle 16, 17 ve 18. yüzyılda etkin konuma gelmiş bu etkisini 19. yüzyılda yitirmiştir. Osmanlılı korsanların odak noktasında olduğu bu zamanlarda korsan gemilerinin sayısı öylesine muazzam rakamlara ulaşmıştır ki, sefere çıkan Osmanlı donanmasına 300 parçalık korsan donanmasının eşlik ettiği olmuştur
Şeyh İbrahim ,17. yy'da Suriye'den(Lazkiye) ufak bi yelkenliyle fakirlik içindeki ailesine erzak getirmek için Tarsus'taki varlıklı akrabalarının yanına giderken yolda Frenk korsanları tarafından kaçırılır.
Şeyh İbrahim Esir k.a.s kaçırıldıktan sonra korsan gemisi Kıbrıs açıklarında gece demirler. Şeyh tüm gece Allah'a yakarır ve sabah gemi kendisini Antakya sahilinde bulur. Gemi tekrar kıbrıs açıklarında demirler ama yine sabah kendisini antakya açıklarında bulur..
3 defa bu olay gerçekleşince gemi kaptanı şeyhin elini öper..Ve onu serbest bırakır ama gemideki bazı korsanlar buna itiraz eder gemi kaptanıda itiraz edenleri gemi direğine bağlatır.Şeyh o kadar mütevazidir ki kaptanın bu iyiliğine karşı çarşamba günü osmanlı donanmasının Kazanlı sahilinde olacağını o gün kendisinin iyiliği için bırakmamalarını söyler aksi takdirde kaptanın Osmanlı donanması tarafından yakalanacağını söyler ve daha sonra Şeyh kaptan tarafından serbest bırakılır .Şeyh İbrahim Esir k.a.s Kazanlı'ya yerleşir ve oranın ilk şeyhi olur..Hikaye kısaca böyle..
Şeyhin yakarışlarını anlatan kasideleri ve yaşadıklarını yazdıkları kitabı günümüzde mevcuttur..