KARIŞIK

9 Mayıs 2016 Pazartesi

Bekri Mustafa Türbesi

Bekri Mustafa Türbesi..istanbul

Ali Baba türbesi

Ali Baba türbesi
 batı trakya



Orhan Bey zamanında, Çanakkale Boğazını geçerek 1354 yılında Gelibolu’ya ulaşan Osmanlı Devleti, 14. Yüzyılın sonunda bugünkü Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Makedonya topraklarının büyük bir kısmına egemen olur. Bu gelişme sürecinde, Osmanlı yönetimi ile erenler arasındaki ilişki yeni bir boyut kazanır. Bursa’dan başlayıp Balıkesir, Çanakkale üzerinden Edirne’ye kadar ulaşan bölge içinde, bu gelişme sürecinin maddi ve manevi mimarlarının izlerini görmek hala mümkün…Çoğunluğu Hacı Bektaş Veli’nin öğrencilerinden oluşan erenler, himayelerindeki topluluklarla, uç bölgelere yerleşip yöre halkı ile kaynaşmaya başlar. Anadolu’daki siyasal gelişmelerin etkisiyle sürekli Batı’ya doğru göç etmek zorunda kalan bu topluluklar, zaman zaman askeri güçlerden önce Balkan topraklarına yerleşir.
Balkanlar’a, Saru Saltuk’tan sonra ikinci ve kalıcı geçişin öncüsü Seyyid Ali Sultan’dır. Seyyid Ali Sultan önce Horasan’da yaşamıştır. Düşünde Hz. Muhammed tarafından verilen talimata uyarak 40 erenle birlikte Hacı Bektaş Veli’ye gelir. Hacı Bektaş Veli bu 40 ereni Rumeli’nin fethine yardımcı olmaları için Orhan Gazi’ye gönderir. Seyit Ali Sultan’ı da başlarına getirir. Böylece Seyyid Ali Sultan ve emrindeki erenler Rumeli’nin manevi fethiyle görevlendirilmiş olurlar. Pehlivanlığın piri olarak da bilinen Seyyid Ali Sultan, 1397 yılında bugünkü Yunanistan topraklarının kuzeyindeki Dimetoka yakınlarındaki Ruşenler köyünde dört önemli dergahtan birini kurar. Yakınından geçen Kızıl Deli ırmağı nedeniyle Kızıl Deli dergahı olarak anılır. Irmak adı aynı zamanda Seyyid Ali Sultan’ın da lakabı olur ve “Kızıl Deli Sultan” olarak tanınır.
Anlatılanlara göre, Ali Baba, Seyyid Ali Sultan ile Rumeli topraklarını Türklük ve İslamiyetle tanıştırmak için  Anadolu içlerinden  gelen kırk seçkin gurubun içinde yer alan kişilerdendir. Bu bölgede yaşamıştır. Halk zaman içinde kendisini efsaneleştirmiştir. Ali Baba, yiğit, hoşgörülü, bölgeyi düşman saldırılarından koruyan bir kişiliğe sahiptir, belki bu yüzden kendisine büyük bir türbe yaptırılmış ve mezar taşları da batı yönüne doğru kılıçlamasına koyulmuştur. Halk, mezar taşlarının kılıçlama koyulmasını, onun yiğitliğine ve kahramanlığına bağlarken; taşların batı yönüne çevrilmesini ise  ta Osmanlı’ya dayandırmaktadır. Osmanlılar feth ettikleri yerlerde mutlaka bir eser bırakırlardı. Ali Baba’nın türbesi de bu eserlerdendir. Türkler Doğudan ve Anadolu içlerinden bu topraklara geldiklerinden hedefleri hep batı olmuştur. Ali Baba’nın türbe taşları da bu yüzden batı yönüne doğru koyulmuştur.

Seyyid Semail (İsmail ) Baba

Seyyid Semail (İsmail ) Baba

    samsun



Çarşamba’ya 16 kilometre dogusunda bulunan Ahubaba Köyü’nün merkezinde bulunan Şehitlik içerisinde bulunmaktadır.
TARİHÇE: Halk arasında ” Seyyid Semail (İsmail) Baba” şeklinde anılan türbeye ait kitabe bulunmamakla birlikte türbede metfun bulunan zatın Şeyh Seyyid Kutbiddin, Şeyh Seyyid Yusuf Zeynuddin ile kardeş oldukları 1200-1340 arasında yaşadıkları söylenmektedir
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Türbe; Karadeniz’e özgü ahşap yapı tarzında iken son yıllarda betonarme olarak yeniden inşaa edilmiştir. Çatısı betonarme olan türbenin dış ve içi sıva üstü boyadır. Türbe 3 bölümden ibaret olup türbeyeait kabrin sandukası beton üzeri ahşaptandır. Yerler ise halı ile döşenmiştir.
RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Seyyid Semail Baba rivayetlere göre büyükİslam âlimi ve mücahitlerindendir. Günümüzde Semayil Baba Türbesi olarak bilinen yapının kapısında yazılı olanbilgi şu şekildedir: ‘Seyyid Semayil (İsmail) Baba (K.S.) Bu türbede metfun bulunan Seyyid Semayil Baba büyük İslamdin âlimi ve mücahitlerindendir. Gavs-l Azam adıyla anılan ve Kadiriye tarikatının kurucusu Şeyh Seyyid AbdülkadiriGeylani (1078-1166) (k.s.) hazretlerinin torunudur. Babası Muhyi-üd-din’dir. Soyundan gelen ilahi bir vecd ve aşk ile İslamiyet’i yaymaya, karanlık ülkeleri aydınlatmaya, insanları terbiye etmeye çalışmış, İslam ordularına manevifütuhat öncülüğü yapan sayısız şeyhlerle birlikte Bizans sınırlarına kadar gelmiş ve oradan da Samsun’a geçerek bugölgeye yerleşmiştir. Şu anda eski adı Ahubaba köyü denilen mevkide karar kılmıştır. Semayil Baba, bulunduğumevkide İslam’a hizmet ederken küffarla çetin bir mücadeleye girişmiş ve bu mücadelede şehit düşmüştür. Bunedenle türbesinin bulunduğu yere şehitlik de denilir. Bu şehitliğin bulunduğu alan 25 dönüm civarında olup adına vakf edilmiştir. Semayil Baba’nın bir kardeşi Samsun’un eski mezarlığı olan eski mezarlıkta metfun bulunan ŞeyhSeyyid Kudbüddin, diğer kardeşi Tekkeköy’de Zeynuddin Camii mezarlığında metfun Şeyh Seyyid Yusuf Zeynuddin’dir. Semayil Baba’nın doğum ve ölüm tarihi bilinmemekle birlikte 1200-1300 yılları arasında yaşadığısanılmaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c) izniile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.

Cafer’i Tayyar

Cafer’i Tayyar  

Cafer, Peygamberinin (s.a.a) dostlarından ve Hz. Ali’nin kardeşidir...




Cafer Ebu Talib’in oğlu, sahabeden ve değerli İslam Peygamberinin (s.a.a) vefakar dostlarından ve Hz. Ali’nin (a.s) değerli kardeşidir. Yaş açısından Hz. Ali’den (a.s) on yıl daha büyüktür. Cafer çok zor şartlarda ve günlerde Müslüman olan kimselerden biridir. Bu açıdan Peygamberi Ekrem (s.a.a) onu çok seviyor ve ona şöyle buyuruyordu: “Ey Cafer! Sen yaratılış ve ahlak açısından bana benziyorsun. ”[1]

Muhacirlerden ilk gurubu bisetin beşinci yılının Receb ayında Habeşistan’a hicret ettikleri zaman onların kılavuzu Osman b. Mahzun idi. ama Habeşistan’a giden ikinci gurubun kılavuzu ise Cafer b. Ebu Talib olmuştur. O yirmi beş yaşında bir genç idi. Onun Esma Binti Umeys adındaki genç eşi de bu yolculukta onun yanında bulunuyordu.

Muhacirler arasında değerli kimseler ve diğer gençler olmasına rağmen hiç kimse Cafer kadar Peygamberi Ekrem’in (s.a.a) teveccüh ve inayetine mazhar olmamıştır. Cafer Habeşistan’a bugünkü (Etiyopya) ülkesine girdiği zaman muhacirlerin sözcüsü olarak seçildi ve o da bu görevini en güzel şekilde yerine getirdi. Şimdi tarihin bu konuda nakletmiş olduğu bilgileri nakletmeye çalışalım:

Mekke müşrikleri Müslümanların Habeşistan’a hicret ettiğinden haberdar olduktan sonra o zamanlar put perest olan ve güzel hitabete sahip bulunan Amr b. As başkanlığında bir heyet bir çok hediyelerle birlikte Habeşistan padişahı ile görüşmek için Habeşistan’a gönderdiler. Böylece Müslümanları geri çevirmek ve cezalandırmak istiyorlardı.

Bu grup, padişah ile görüşmeden önce sarayda bulunan kimselere de bir takım hediyeler verdiler ve onları bu vesile ile kendilerine celb etmeye ve kazanmaya çalıştılar. Bunun üzerine sarayda bulunanlar da onlarla her türlü iş birliğinde bulunacaklarına ve padişah ile görüşmelerini sağlayacağına dair söz verdiler. Kureyş elçileri padişahın huzuruna vardıklarında secdeye kapandılar. Daha sonra Habeşistan kralına hitaben şöyle dediler: Ey padişah! Bir takım cahil gençler bizim ülkemizden sizin ülkenize göçmüşlerdir. Bunlar atalarının dinini ve inançlarını terk etmişlerdir. Aynı zamanda Mesih’in dinini de kabul etmiyorlar. Bunlar yeni bir din uydurmuşlardır. Bu dini ne biz ve ne de siz tanımıyorsunuz.

Bu gençlerin büyükleri olan amcaları, aşiretleri ve yakınları bizleri sizin nezdinize elçi olarak gönderdiler. Böylece onları bize teslim etmenizi ve vatanlarına geri göndermenizi istediler. Zira akrabaları onları daha iyi koruyabilir. Ayrıca sizin de bildiğiniz gibi bunlar akrabaları için bir utanç vesilesi olmuşlardır. ”

Padişah, Amr b. As’ın sözlerinden rahatız oldu ve öfke içinde şöyle dedi: “Hayır Allah’a yemin olsun ki bu sözler sebebi ile onları sizlere teslim etmeyeceğim. Aksine o gurubu yanıma getirmelerini emredeceğim. Zira benim ülkeme sığınmışlardır ve beni diğer padişahlardan üstün görmüşlerdir. Ben hakikati onlardan da duymak istiyorum eğer onların dedikleri sizin dediklerinizin tersine olursa bu durumda onları size teslim etmeyeceğim hatta onlara daha çok teveccüh edeceğim.” Bu cihetten ötürü Neccaşi Müslümanları huzuruna çağırarak onların dinleri ve inançları hakkında bilgi almak istedi.

Müslümanlar bir toplantı düzenlediler ve meşverete koyuldular. Böylece İslam dininin hakikatlerini ve Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a) emirlerini beyan etmeyi kararlaştırdılar. Her ne kadar sonuç kendi faydalarına olmasa dahi hakikatleri söyleyeceklerine dair söz verdiler. Bu niyet üzere Neccaşi’nin huzuruna vardılar. Meclis oldukça süslendirilmiş bir meclis idi. Papazlar Habeşistan padişahının etrafında oturmuşlar ve önlerindeki İncilleri açmışlardı. Muhacirler kendi yerlerine geçtikten sonra padişah onlara yöneldi ve şunu sordu: “Sizlerin inandığınız bu inanç nasıl bir dindir ki? Ne yakınlarınızın ve kavminizin dinidir ve ne de benim dinimdir. Diğer milletlerden her hangi bir milletin dinine de benzememektedir.” Hatip bir genç olan Cafer b. Ebu Talib muhacirlerin temsilcisi olarak yerinden kalktı ve şöyle dedi: Ey padişah! Biz cahil ve putperest bir topluluk idik. Ölü eti yiyor, çirkin işler yapıyorduk. Akrabalarımıza asla yardım etmiyorduk, komşularımıza karşı kötü davranıyorduk, bizden güçlü olanlar çaresizlere ve zayıflara karşı zorbalık ediyordu.

Evet, biz böyle bir durumda iken yüce Allah aramızdan bize bir peygamber gönderdi. Öyle bir kimseyi bize gönderdi ki soyu herkesçe bilinmekte ve de herkes onun doğru sözlü olduğunu, emanete riayet ettiğini ve iffetli bulunduğunu tasdik etmektedir. Bu yüce peygamber (s.a.a) bizleri bir olan Allah’a ibadete davet etmekte ve bize şöyle demektedir: “Taştan putlara ve atalarınızın taptığı şeylere ibadetten el çekiniz.” Peygamber-i Ekrem (s.a.a) bizlere doğru sözlü olmayı, emanete riayet etmeyi, sıla-i rahimde bulunmayı, komşulara iyilik etmeyi, haram işlerden sakınmayı emretti ve bizleri fuhuştan ve zorbalıktan, yetimlerin malını yemekten ve imanlı kadınlara ithamda bulunmaktan sakındırdı.

Hakeza bizlere bir olan Allah’a ibadet etmemizi ve onun için hiç bir şeyi ortak koşmamamızı emretti. Bizleri namaz kılmaya, zekat vermeye ve oruç tutmaya davet etti. Biz de onun nübüvvetini tasdik ettik, ona iman ettik, Allah tarafından ona indirilen vahyi kabullendik. Biz bir olan Allah’a ibadet ediyoruz ve ona hiç bir şeyi ortak koşmuyoruz. Onun bize haram kıldığı şeyleri kendimize haram kabul ediyoruz ve onun kendisine helal saydığı şeyleri ve kendimize helal sayıyoruz.

Ama bizim kabilemiz ona karşı çıktı ve ona muhalefet gösterdi. Bize işkence ettiler bizi baskı altına aldılar. Biz de onların kahır, zorluk ve zulmü ile karşı karşıya kalınca ve onların bizim dini emirleri yerine getirmemize engel olduklarını görünce sizin ülkenize geldik. Dünyadaki bütün padişahlar arasında sadece sizi seçtik ve sizin adaletinize sığındık. Böylece sizin adalet dolu ülkenizde hiç kimsenin bize zulmetmeyeceğini umut ediyoruz. ”

Cafer bundan sonra her hangi bir söz söylemedi ve öylece sustu. Neccaşi şöyle sordu: “Acaba Peygamberinizin Allah tarafından getirdiği şeylerden hatırınızda tuttuğunuz bir şeyler var mı?” Cafer, “Evet” diye cevap verdi. Neccaşi şöyle dedi: “O halde hatırınızda tuttuğunuz o şeyleri okuyun.” Cafer Neccaşi ve etrafındakilerin Mesihi olduğunu ve kendi dinlerine bağlı olduğunu ve İsa b. Meryem’e (a.s) inandığını biliyordu. Dolayısı ile de Meryem surenin başındaki ayetleri güzel bir ses tonu ile okudu. Neccaşi, Hz. İsa’nın (a.s) doğum meselsine gelince ve onu Kur’an ayetleri esasınca okuyunca Neccaşi şiddetle ağlamaya başladı. Öyle ki göz yaşları bütün yüzünü kapladı. Hıristiyan din adamlarından ve papazlardan oluşan etrafındaki kimseler de o kadar ağladılar ki önlerindeki İncil kitapları göz yaşlarından ıslanmış oldu.

Daha sonra Neccaşi şöyle dedi: “Bu sözler ve İsa’nın (a.s) getirdiği şeyler tek bir yerden kaynaklanmıştır. Rahat olun ve huzurlu olunuz. Allah’a yemin olsun ki hiç bir zaman sizleri bu iki kişiye teslim etmeyeceğim. Ardından Kureyş’in elçilerine hitaben şöyle dedi: “Geri dönünüz, kesinlikle Müslümanları sizlere teslim etmeyeceğim” ardından etrafındakilere şöyle dedi: “Bu iki kişinin getirmiş olduğu hediyeleri onunla geri döndürün, çünkü bizim onlara hiç bir ihtiyacımız yoktur. Allah-u Teala bana verdiği saltanat için bir rüşvet vermemiştir ki ben bu yolda bir rüşvet alayım.” Bu esas üzere Kureyş’in elçileri bir utanç içince ve istedikleri hiç bir sonuca ulaşmaksızın Medine’ye geri döndüler ve Kureyş’in hediyelerini onlara geri döndürdüler. ”[1]

H. 7. yılına kadar Habeşistan’da yaşayan ve on iki yıllık oturumdan sonra Medine’ye geri dönen Cafer ve diğer Müslümanlar o esnada Allah Resulünün (s.a.a) Hayber savaşından muzaffer bir şekilde geri döndüğünü haber aldı. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Cafer’in Habeşistan’dan geri döndüğünü öğrenince onu karşılamaya gitti ve elini Cafer’in boynuna doladı, ardından onun alnını öptü ve ona baktığı bir halde şöyle dedi: “Hangi şeye daha çok sevinmem gerektiğini bilemiyorum; Cafer’in gelişine mi yoksa Hayber’in fethine mi?”[2]

Cafer B. Ebi Talib’in Akıbeti

Cafer b. Ebi Talib Medine’ye geri döndü. Bir yıl boyunca komutan olduktan sonra üç bin kişi eşliğinde Rumlarla savaşmak için Ürdün topraklarına doğru yola koyuldu. Allah Resulü (s.a.a) orduyu uğurlarken şöyle dedi: “Cafer şehit olduğu takdirde komutanlık Zeyd b. Harise’nin ondan sonra da Abdullah b. Revaha’nın uhdesinde bulunmaktadır. Onun başına da bir hadise gelecek olursa Müslümanlar istediği bir kimseyi kendilerine komutan olarak seçsinler.

İslam ordusu Ürdün topraklarında olan Mute adlı yerde Rumlar ile karşı karşıya geldi. İslam’ın üç bin kişilik ordusu Rumların yüz bin kişilik ordusu ile karşı karşıya geldi. Cafer-i Tayyar bu savaşta eşsiz fedakarlık sergiledi ve sonunda da şehit oldu. İslam ordusu komutanlarının tümü bir biri ardınca şehadete ulaştılar. Sonunda Halid b. Velid, İslam ordusundan geride kalanları düşmanın muhasarasından kurtardı ve hep birlikte Medine’ye geri döndüler.

Cafer’in (a.s) şehadet haberi Peygamberi Ekrem’e (s.a.a) ulaştığında önce ağladı ve daha sonra şöyle buyurdu: “Cafer gibi bir şahsiyet için ağlamak gerekir. Allah ona kesilmiş olan iki elleri yerine cennette meleklerle birlikte uçması için kendisine iki kanat verdi.

Bu sebep üzere Cafer’e, Cafer-i Tayyar demişlerdir. Cafer otuz üç yaşında iken bu savaşta şahadete erişti ve orada defnedildi. [3]

Cafer Müslüman olmadan önce de güzel davranışları ve ahlakı bulunan bir kimse idi. İslam güneşi doğduğu zaman sahip olduğu temiz fıtratı ve kabiliyeti üzere İslam’da seçkin nurlu çehrelerden olmuştur. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah, Resulü’ne şöyle vahyetti: Ben Cafer’in dört özelliğini beğendim.” Allah resulü (s.a.a) Cafer’i çağırdı ve o sıfatlar hakkında onunla sohbet etti.

Cafer şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resulü! Eğer Allah haber vermemiş olsaydı ben söylemezdim. O dört sıfat şunlardan ibarettir:

1-Asla şarap içmedim, zira şarap içtiğim takdirde aklımın gideceğini biliyordum.

2-Asla yalan söylemedim zira yalan söylemek insanın mürüvvet ve yiğitliğini azaltmaktadır.

3-Hiç bir zaman zina etmedim, zira bir kadınla zina ettiğim takdirde başka birinin de eşimle zina edeceğini biliyorum.

4-Hiç bir zaman puta tapmadım çünkü putların hiç bir zarar ve menfaate sahip olmadığını biliyordum. [4]


 
abna

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Sire-i İbn-i Hişam, c. 1, s. 223; Tarih-i Peygamber-i İslam, s. 129; Tabakat, c. 1, s. 203; Kamil, İbn-i Esir, c. 2, s. 51; Emta’ul Esma, c. 1, s. 20; Usd’ul Gabe, c. 3, s. 376; Tarih-i Taberi , c. 2, s. 69; Bihar’ul Envar, c. 18, s. 422; Alam’ul Veri, s. 53 ve Tarih-i Yakubi, c. 2, s. 385

[2] İstiab, el-İsabenin haşiyesinde, c. 1, s. 312 ve Hısal, s. 107

[3] El-A’lam, Zerkeli, c. 2, s. 125; el-İsabe’nin nakline göre, c. 1, s. 237; Sıfat’us Safvet, c. 1, s. 251; Mekatil’ut Talibiyyin, s. 3; Hilyet’ul Evliya, c. 1, s. 114; Tabakat, c. 4, s. 22; Mu’cem’ul Buldan-i Kelime-i Mut’a, A’lam’ul Veri, s. 64; Sire-i İbn-i Hişam, c. 4, s. 22; Siret’un Nebi, c. 2, s. 434 ve Emta’ul Esma, c. 1, s. 246

[4] Emali, Saduk, s. 74

alıntıdır.
http://www.ehlibeytalimleri.com/caferi-tayyar-kimdir-_d10208.html

8 Mayıs 2016 Pazar

SOMUNCUBABA

SOMUNCU BABA..aksaray.......................................
 
Bursa Ulu Cami açılışında verdiği vaazdan sonra kerameti anlaşılınca önce Kayseri’ye sonrada Aksaray’a gelmiştir.
Türbesi Ervah Kabristanlığı’nın içerisinde mescidin yanındadır.Türbesi açıktır.
Hicri olarak 750 yılında Kayseri’de doğmuştur.Babasının adı ise Şemseddin Musa’dır.
Halk arasında somun ekmek dağıttı için Somuncu Baba veya Ekmekçi Koca olarak da bilinir.Gerçek adı ise Şeyh Hamid Veli’dir.
Hacı Bayram Veli ile bayram günü karşılaştıkları için bayram adını ve beraber hacca gittikleri içinde hacı adını vermiştir.
1412 hicri 815 yılında vefat etti ve etmeden önce talebeleri ile vedalaşarak iki rekat namaz kıldı.Cenaze namazını ise Mürşidi Hacı Bayram Veli kıldırmıştır.
Bursa Ulu Cami Serüveni
Yıldırım Beyazid bir cami yaptırmaya karar verir.Cami yapılırken orda bulunan işçilere somun ekmek getiren bir zat vardır.Bu zat Somuncu Baba olarak anılan Şeyh Hamid’i Veli’dir.Cami yapılır ve açılışı kimin yapacağı tartışılırken vezir derki;’’efendim şurada somun ekmek yapan bir zat var’’o yapsın der ve açılışı Somuncu Baba yapar.
Somuncu Baba açılış sırasında Fatiha şerife ile yapar ve Fatiha’ya yedi anlam verir. Açılışı Fatiha ile yapmasını nedeni  Fatiha açmak anlamına gelir ve bu nedenle bu sure-i şerifle yapar. Fatiha süresinin ilk tefsirini bütün cemaat anlar, ikinci tefsirini cemaatin büyük bir kısmı anlar, üçüncü tefsirini cemaatin yarısı anlar, dördüncü tefsirini cemaatin küçük bir kısmı anlar, beşinci tefsirini cemaatin çok azı anlar, altıncı tefsirini birkaç kişi anlar ve yedinci tefsiri ise anlayan olmamıştır. Bu olaylardan sonra kerameti anlaşılır cami çıkışı üç kapıda görünür ve herkes elini öper.Üç kapıdan görülünce kerameti anlaşıldığı için burada kalamayacağını düşünerek Kayseri’ye gelir.Sonrada şehrimizi Aksaray’ı şereflendirir.
Ne kadar mezarı Darende var dense bile Aksaray’da bulunduğu kanıtlarla ve belgelerle ortadır.Ulu Cami kitabesinde bile Aksaraylı Hamid olarak geçer.






 

Sakar Baba Türbesi..sakarya

Sakar Baba Türbesi..sakarya


Şehirlerin tarihi yerleri ve türbeleri bulunur. Sakarya’nın ise en bilindik türbesi Sakar Baba türbesi dir. Sakar Baba türbesini sorduğunuzda bulmama gibi bir ihtimaliniz neredeyse yoktur.Hatta öyle ki Sakar Baba Caddesi bile bulunmaktadır.Ayrıca merkezde dolmuşlara sorduğunuzda.Özellikle türbeye giden araç bulmak mümkündür.İşte bu yazımda sizlere Sakarya için bu kadar değerli olan Sakar Baba türbesinden ve Sakar Baba adlı dervişin hikayesinden bahsedeceğim.
Sakarya Nehri zamanında Justinianos Köprüsü(Beş Köprü) altından akarmış.Bu köprünün üzerinde de biri köprüden geçenlerden ücret isteyen bir zorba varmış.Bir gün bu köprüden geçmek isteyen bir zat gelmiş.Parası olmadığından para vermeden geçmek istemiş zorba ücretsiz geçmesine izin vermeyince bu derviş zat biraz kızgın bir şekilde şu sözler söylemişSakarbaba Türbesi
 Geçme Namert köprüsünden
Ko aparsın su seniSinme tilki gölgesineKo yesin Aslan senider ve köprünün ayağına  inerek “Destur Ya Pir ” diyerek nehri peşine takar ve bugünkü yerine gelir.Sakarya Nehri ismini bu şahıstan almaktadır(Sakar-ya)  Justinianos Köprüsü Adapazarı’na 5 kilometre uzaklıkta köprünün 5 defa yıkılıp tekrar yapılmasından dolayıda 5 köprü olarak da adlandırılmaktadır.Yapı Doğu Roma İmparatoru Justinianos tarafından yapıldığı için bu adı almıştır. Şuanda Sakar Baba türbesi her gün ziyaret almakta ve erenlerin en bilindik türbesi olarak Erenler mezarlığının yanında ve Erenler Tepelerinin eteklerinde yer almaktadır.

MAHMUT BABA TÜRBESİ..istanbul

MAHMUT BABA TÜRBESİ..istanbul


Derdine derman arayan, gönlünden geçenin olmasını isteyenlerin uğrak yeri türbeler, İstanbul'da en çok ziyaret edilen yerlerin başına geliyor. Şehr-i İstanbul’da sayısız türbelerle doludur. Hemen hemen her köşesinde Sahâbe-i Kirâm, Evliyâullah, Ni’me’l-ceyş (Fetih Şehîdleri ve Gâzîleri), Pâdişâh, Vâlide Sultân, Şehzâde ve Devlet Ricâlinin türbe ve kabirlerine rastlamak mümkündür.Bilhassa Ramazân-ı Şerîf aylarında (üç aylarda; Receb, Şâ’bân ve Ramazân) ve sâir mübârek gün ve gecelerde bu mânevî mekânlar yediden-yetmişe, erkek-kadın, genç-yaşlı vatandaşlar tarafından daha yoğun şekilde ziyâret edilmektedir. Aradan geçen bunca zamana rağmen isimleri hâlen anılan Allah dostları, târih boyunca insanları irşâd etmeye çalışmışlar,karanlık gönülleri feyz kandilleri ile aydınlatmışlardır. Tarihe damgasını vuran bu güzel insanlar her zaman halkı doğru yola ulaştırmak için çaba sarf etmişler, makâm, mevkiî ve maddîyata önem vermemişler ve böylece halkın sevgisini kazanmışlar.
mahmut-baba-turbesi-6.jpg
Kadıköy’de kaldırılan Salı Pazarı’nın hemen karşısında  Kadıköy İtfaiye Müdürlüğünün sokağındaki  Mahmut Baba Türbesi hayırsever ünlü bir modacı  ve bir ismi açıklanmayan Armatör tarafından  bakımdan geçti.  Ünlü modacı çocukluk yıllarında buralarda gezer ve anıları olduğundan kendinde bir borç olarak gördüğünden vefa olarak  Mahmut Baba türbesi çevresini düzenleme yaptırmış . Çevre düzenlemesiyle kalmayıp içindeki yolları da yaptırmak istemiş ama yaptıramamış engellemelerle karşılaşmış.  Kadıköy halkına "türbedir çarpar falan" diye düşünülerek dokunulmamış . Önünden kendi adını taşıyan bir cadde geçmekte olan türbenin önündeki tabelada "allah sevgilisi kadıköylülerin aziz babası kadiri mahmut baba vefatı 1850" yazmaktadır.

mahmut-baba-turbesi-3.jpg
Bütün Kadıköylülerin  dilek kapısı bu türbeye  gelenlerin çoğunluğu kadınlardan oluşuyor .Buraya gelen bir bayan dua edip istekte bulunmuş ve gece buradan geçerken tesadüfen kafasını  Mahmut baba türbesine doğru çevirdiğinde bütün mezarlıklardan ellerin sallandığını görmüş.Bir gün  rüyasında gördüğü Kadiri Mahmut babaya gelen şahış bana sen bak demesi üzerin yıllardır yanından ayrılmamış ve hizmetkarı olmuş. Mhmut baba sayesinde hiçbir güvencem ve kazancım olmamasına rağmen hayatımı kazanıyorum rızkım çıkıyor diyor.

mahmut-baba-turbesi.jpg
Geçmişte Mahmut Baba Türbesi  çayırlık ve koruluk bir alan içinde yer almaktaymış. Türbenin karşısında kömür deposu  daha geride ise eski yıllarda Kuşdili Sineması olarak kullanılmış olan hangarda Tramvay Deposu yer alıyormuş  şimdilerde İtfaiye olarak kullanılıyor. Kuşdili Çayırı, veya papazın bağı olarak bilinen mevki Kurbağalı Dere’nin taşma alanı olması sebebiyle bataklık bir zeminde bulunuyor.  Adını ise kuşbazların saka, iskete, florya gibi kuşlarına, Kurbağalı Dere’nin kurbağalarını dinleterek kanarya gibi ötmelerini sağlamaları olayından almış.  1900’lü yılların ilk yarısında burada Hamdi’nin Gazinosu, Fenerbahçe’nin Kulüp Lokali, Sinema, Kayıkhane gibi tesisler bulunmakta idi. Halk burada eğlenir, gezinir, birbirlerini görür, piknik yapardı. Kadıköylüler Kuşdili Çayırını  Kadıköy halkının piknik alanı olarak kullanılırdı.
mahmut-baba-turbesi-2.jpg
Söğütlüçeşme Tren İstasyonu yapılırken, belediyeden yol ihalesini kazanan müteahhitin  eşi tarafından anlatıldığına göre  orada bulunan mezarlıkların büyük bölümü  kaldırıldı. Mahmut Baba Türbesi’nin çevresindekiler kaldı.  Konuştuğumuz yetkililerden aldığımız söylentiye göre mezarlıkların yıkımı sırasında dozerlerin kepçeleri kırılıyordu, durup dururken dozerler bozuluyordu. Bir kepçenin operatörü rahatsızlandı ve hastaneye kalktı ve orada vefat etti. O nedenle hiçbir dozer operatörü o mezarlıkları kazmak istemedi. Bir başka söylenti ise yolun karşı tarafında bulunan  söğütlüçeşme camii yanında açılan mezarların birçoğundan hiç bozulmamış cesetler çıkıyordu. Hatta bunlardan biri Osmanlı subayı idi ve resmi giysileri içinde hiç bozulmadan çıkarılmıştı. Söylentiler böyleydi…
MAHMUT BABA HAKKINDA
Mahmut baba'ya gelince; bu zat, sultan abdülmecid devri sofilerindendir. Rivayete göre kadıköy osman ağa camii'nin ilk yöneticisidir. sarayda da bulunmuş, daha sonra padişahın onun adına yaptırdığı tekkede (kadiri mahmud baba dergâhında) ölünceye kadar irşad hizmetlerinde bulunmuştur. Bir zamanlar, Kadıköy'de Osman ağa adında, hayır sahibi bir zat varmış. adının kıyamete kadar yaşaması içini "Kadıköy Osmanağa camii'ni yaptırmış, caminin idaresini de çarşı içerisinde eskicilik yaparak geçinen, fakat halkı sohbetleri ile irşad eden mahmud baba'ya vermiş.
Rivayete göre, sultan abdülmecid avdan saraya dönmüş, yorgunluğunu atabilmek için saray hamamının derhal hazırlanmasını ferman buyurmuş. Abdülmecid han, hamama girmeye hazırlanırken, sarayın avlusundan gelen birtakım sesler duymuş, konuşmalar sırasında sık sık kendi adının da geçtiğini işitmiş. Merak edip bulunduğu yerden avluya bakmış  genç bir adam, çevresindeki birkaç saray görevlisi ile münakaşa ediyormuş.

Adam: "çok önemli bir husus için padişahımızı görmem gerekiyor bana engel olmayın da tez zamanda kendisini göreyim. Arz edeceğim husus çok önemlidir" diye yalvarıyormuş. Bunu duyan padişah müdahale etmiş: "söyle bakalım, ne istersin benden?" diye sormuş, o zat: "'aman sultanım! beni huzurunuza kadıköy'de, osmanağa camii şerifinde görevli mahmut baba denilen mübarek bir zat gönderdi. dediler ki: "bu gün sakın hamama girmeyin. Zira siz hamamda iken kubbe çökecekmiş. kendinizi mutlak surette kollamanızı istediler. Arzım bundan ibarettir hünkârım." abdülmecid han, delikanlıya gülümser ve: "haydi, git, mahmud baba'ya benden selam söyle padişah hamamına girip, yıkandı bile, diye haber ver kendisine" der.

Mahmut baba hazretleri'nin gönderdiği elçi geriye döneceği sırada, her yer sallanmaya başlamış ve hamamın kubbesi de gerçekten çökmüş. Sultan abdülmecid han, bu olaydan sonra, hiç tanımadığı bu mübarek zatı hemen saraya davet etmiş bir süre sonra da kendisini saraya aldırtmış.

Mahmut baba, çok geçmeden saray hayatından sıkılmış. bir gün sultanın huzuruna çıkıp: "hünkârım! bu kadar misafirlik benim için yeter  müsaade buyurunuz da ben eski yerime döneyim beni orada bekleyenlerim var" demiş. Sultan, onun gitmesini istememesine rağmen, kıramamış, gitmesine izin vermiş. bu arada da: "dile benden ne dilersen" demiş. Mahmut baba, önce "sağlığınızı dilerim" diyecek olmuş, ama sultanın ısrarı üzerine: "sultanım! mademki mutlaka bir hayır yapmak istiyorsunuz, öyleyse sizden küçük bir dergâh isterim" demiş. Sultan da, mahmut baba hazretleri için, şimdiki fenerbahçe stadyumu'nun arkasında bulunan yere bir dergâh yaptırmış. mahmud baba da bu dergâhta ömrünün sonuna kadar irşad görevinde bulunmuş.

alıntıdır.
http://www.turizminsesi.com/yazi/mahmut-baba-turbesi-617.htm

7 Mayıs 2016 Cumartesi

MİSALİ BABA TÜRBESİ niğde..güllüce

MİSALİ BABA TÜRBESİ
niğde..güllüce



.“Anadolu'da yetişen meşhûr velîlerdendir. Misâlî Baba ve Gül Baba lakaplarıyla tanınmıştır. On yedinci asırda yaşamıştır. Osmanlı Sultanlarından Dördüncü Murâd Hanla görüşmüştür. Bağdât seferi sırasında ziyâretine gelen Sultana kış mevsiminde koynundan, açılmış tâze bir gül çıkarıp vermesi sebebiyle, Gül Baba lakabı ile anılmıştır. Kabri, Niğde'nin dokuz kilometre kuzeyinde bulunan Güllüce köyündedir. Bu köy, ismini onun isminden almıştır.Misâlî Baba'nın kabri üzerinde türbe yoktur. Kabrinin çevresinde dergâhının kalıntıları ve biri kubbeli biri de düz damla örtülü iki türbe vardır. Talebelerine veya yakınlarına ait olan bu türbelerden başka yine kabri çevresinde başka velî kabirleri de vardır.Yakınındaki kubbeli türbede talebeleri olduğu rivayet edilen ve çok kerâmetleri görülen iki velî kabri bulunur. Aynı türbenin çilehâne bölümünde bir kabir daha bulunmaktadır. Bu türbenin kapısının önünde birinin isminin Şeyh Ahmed olduğu rivâyet edilen iki evliyânın kabri vardır. Bu kubbeli türbeyi Niğde'nin Adırmusun köyünden Halil Ağa adında bir kimsenin yaptırdığı nakledilir. Rivâyete göre Halil Ağa, rüyâsında bir zât görür. Bu zât; Güllüce köyünde bir kulübe içinde kabri olan velîlerin üzerine türbe yaptır, der. Bunun üzerine bu türbeyi yaptırır. Deli olan kimselerin bu türbede birkaç gece yatırılıp şifâya kavuştuğu çok görülmüştür. Bu sebeple halk arasında; Uyuz olan ılıcaya, deli olan Güllüce'ye sözü meşhurdur. Üzeri düz damla örtülü türbede başka kabirler vardır. Bu kabirlerden biri beşik şeklindedir. Misâlî Baba'nın kabri üzerine defalarca türbe yapılmak istenmiş, ancak yapılan kısımların her sabah yıkıldığı görülmüştür. Bu zâtın, üzerine türbe istemediği kanâatine varılarak bundan vazgeçilmiştir.Bağdât seferine giden Dördüncü Murâd Han, Misâlî Baba'nın ve yol boyunca ziyaret ettiği velî zâtların duası bereketiyle tarihte benzeri az görülen bir zafer kazandı.”Misalî’nin 60 sayfalık Feyznâme-i Misalî Gülbaba isimli bir divanı vardır. Bu yazma yapıtın kopyalama tarihi 1736’dır. Yapıtın sonunda, bu kitabın tarihi 960, yazmaktadır ki bu da 1561 yılına denk gelmekte.

RÛMÎ HOCA TÜRBESİ.merzifon

RÛMÎ HOCA TÜRBESİ.merzifon
Muzaffer DOĞANBAŞ*




Merzifon ilçesine bağlı Diphacı Köyü muhtarlığınca, köylerinde bulunmakta olan Rûmî
Hoca Türbesi hakkında verilen dilekçeye istinaden görevli olarak, anılan köye gidildiğinde söz
konusu türbe görülmüş ve yerinde incelenmiştir.
Türbe hakkında ilk bilgiler köy muhtarı Mustafa Şenses’ten alınmıştır. Daha sonra ise muhtarın
tavsiyesi üzerine Rûmî Hoca Türbesine bakan türbedar Celal Belli ile görüşülerek konu hakkında
bilgiler alınmıştır. Celal Belli’nin bilgilendirmeleri üzerine konu hakkında daha önce bir çalışmanın
yapılmış olduğu da öğrenilmiştir. Fakat bu çalışmanın kişisel yorum ağırlıklı bir çalışma olduğu
görülmüştür. Cem dergisinde yayımlanmış olan bu makalede (Onarlı, 2001: 37-38); özellikle
türbedeki kitabelere açıklayıcı şekilde yer verilmemiş olup, daha çok sözlü gelenekten edinilen
bilgiler aktarılmıştır. Bu nedenle yapılan çalışmadaki eksiklikler de göz önüne alınarak bu
eksikliklerin giderilmesine yönelik olarak konuya Türk sanatı tarihi perspektifinden bakılmış ve
konu bu yönüyle ele alınmıştır.
Rûmî Hoca Türbesi, Amasya’nın Merzifon İlçesi Diphacı Köyü Çamiçi mevkiinde oldukça yüksek bir
noktada yer almaktadır. Türbenin bulunduğu alan, eski Merzifonabad kazasının merkezi olan
şimdiki Bulak Köyü ve civarındaki ovaya hâkim bir yerdir. Türbenin batı yanında hazire,
güneybatısında ise merhum İsmail Coşar tarafından yaptırılmış bir aşhane bulunmaktadır.
Resim-1 girecek
Rumi Hoca Türbesinin Genel Görünümü
Rûmî Hoca Türbesi, dikdörtgen plânlı olup düzgün kesme taş malzeme ile inşa edilmiştir. Türbenin
üst örtüsü ahşapken sonradan betondan bir tekne tonoz ile örtülmüş olup oluklu kiremitle
kaplıdır. Türbe köy tüzel kişiliği adına kayıtlı bulunmaktadır.
Türbe, bir ön giriş ve sandukanın bulunduğu oda olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır.
Sandukanın bulunduğu oda 4.10 m X 4.20 m ebatlarında kare bir mekândır. Sandukanın
bulunduğu odanın giriş kapısı 66 cm genişliğinde ve 1.60 m yüksekliğindedir.
Resim-2 girecek
Rumi Hoca Türbesinde Sandukanın Olduğu Bölüm
Kapı, basık kemerli ve düzgün kesme taş sövelidir. Basık kemerin kilit taşında dört satırlık Arapça bir kitabe bulunmaktadır. Kitabe çok silik bir halde olduğu için sağlıklı bir şekilde okunamamakla birlikte, üzerinde 1321 hicri tarihi (1903 miladi) okunabilmektedir. Ayrıca kapının güney kenarında beş satır halinde yazılmış Arapça bir kitabe daha bulunmaktadır. 38.5 X 33 cm ölçülerinde olan kitabenin üzeri siyah yağlı boya ile boyanmıştır. Kitabe metni aşağıya çıkarılmıştır:
1. Maşallah
2. Kutb-ül-ârifîn Kaddese
3. Sırrah’ül aziz anhû evlad-ı
4. Rûm-î Hoca Kasım es-Seyyid Mehmed Ali
5. Fi mart sene 321
Bu kitabe, 1321 hicri/1903 miladi tarihli olup Rûmî Hoca evlâdından Kasım es-Seyyid Mehmed Ali adına düzenlenmiştir.
Rûmî Hoca’nın sandukası ahşaptandır ve oldukça yıpranmış bir haldedir. Sanduka, 2.35 m uzunluğunda, 84 cm yüksekliğindedir. Sanduka üzerinde herhangi bir bezeme bulunmamaktadır. Sadece sandukanın şahidesinde üç satırlık bir kitabe bulunmaktadır. Kitabe 26 x 25 cm.lik bir alana yazılmıştır. Bu kitabenin de diğeri gibi harfleri siyah yağlı boya ile boyanmış bir halde olduğu görülmüştür. Kitabenin metni aşağıya çıkarılmıştır:
Resim-3 girecek
Rumi Hoca Türbesinin Sanduka Şahidesinden Görünüm
1. Hoca Rûmî kutb-ül-ârifîn
2. Budur ol evliyâ-yı vâsılîn
3. Sene 1208
Kitabenin üçüncü satırında yer alan sene 1208(miladi 1794) yazısının altına daha küçük ebatlı harflerle Şeyh-zâde Seyyid Mehmed ibaresinin yazılmış olduğu görülmüştür. Bu ibarenin diğer üç satır göz önüne alındığında buraya sonradan eklenmiş olduğu kanısını uyandırmaktadır.
Sandukanın bulunduğu mekânın güney ve kuzey beden duvarlarında birer mazgal pencere bulunmaktadır. Kuzeydeki 87 X 62 cm, güneydeki ise 96 X 66 cm ebatlarındadır.
Rûmî Hoca Türbesinin beden duvarları tamamen kalem işi bezemelerle süslenmiş bir durumdadır. Bu süslemelerin bilinmeyen bir tarihte yağlı boya ile üzerine gidilerek onarılmış olduğu anlaşılmaktadır.
Resim-4 girecek
Rumi Hoca Türbesinin Duvar Resimlerinden Görünüm
Güney beden duvarında; armut ağacı ve üzüm salkımlarının tasvir edildiği asma dalları arasında bir mihrap motifi yer almaktadır. Mihrap motifinin ortasındaki asılı kandil içerisinde ve üst kısımda yer alan bir alemin sağında ve solunda birer antik vazo(kantharos) içerisinde natürmort betimlemeleri bulunmaktadır. Ayrıca güney beden duvarında büyük bir hurma ağacı tasvirine yer verilmiştir. Kuzey beden duvarında; karşılıklı iki teber arasında bir natürmort yer almaktadır. Ayrıca kuzey beden duvarında bir satırlık bir kitabe bulunmakta olmakla birlikte üzeri yağlı boya ile boyanmış olduğu için okunamamaktadır. Doğu beden duvarında ise; bir vazo içerisinde çıkmakta olan ve yanlara doğru yayılmış karpuz motifleri görülmektedir. Doğu beden duvarına gelince burada; diğerlerine oranla daha küçük ölçülerde yapılmış hurma ve armut ağacı tasvirleri ile bir kitabe bulunmaktadır.
Batı beden duvarındaki kitabede; bir damla motifi içerisinde Maaşallah ibaresi ve bu ibarenin hemen aşağısında sene 1326 tarihi bulunmaktadır. Hicri 1326 (Miladi 1908) tarihi muhtemelen bu kalem işi bezemelerin yapıldığı tarih olmalıdır. Zaten üslûp ve kompozisyon da bu tarihi doğrulamaktadır.
Rûmî Hoca Türbesindeki bu bezemeler üslûp ve konu olarak Gümüşhacıköy İlçesi Sarayözü Köyünde bulunmakta olan Pîr Ali Bircivan Türbesindeki hicri 1320 (miladi 1902) tarihli kalem işi bezemelerle büyük bir benzerlik içerisindedir. Ayrıca Nakkaş İbrahim tarafından Merzifon Pîr-i Baba türbesi beden duvarlarına yapılan hicri 1322 (miladi 1904) tarihli duvar resimleriyle Gümüşhacıköy İlçesindeki Hacı Nazır (Nadir) Baba türbesindeki örneklerde Rûmî Hoca türbesindeki tasvirlerle büyük bir benzerlik içerisindedir. Bu benzerlikler, söz konusu uygulamaların aynı ustanın veya kalfasının eliyle yapılmış çalışmalar olabileceği olasılığını akla getirmektedir.
Köy sakinlerinden olan ve aynı zamanda Rûmî Hoca Türbesinin türbedarlığını yapan Celal Belli, Rûmî Hoca’nın Horasan Erenlerinden olduğunu ve Rûmî Hoca’nın şeceresinin bir zamanlar kendi ailesinde bulunduğunu fakat sonradan kaybedildiğini, şimdi ise bu şecerenin Merzifon’un Karatepe Köyünden Molla Ali diye bilinen zatta olduğunu ifade etmektedir. Celal Belli, kendi soyunun Rûmî Hoca’yı rüyasında görerek İran’ın Horasan Bölgesi Aktaş mevkiinden gelerek Diphacı Köyüne yerleştiğini ve Kaplanbıyıkoğulları olarak bilindiklerini belirtmektedir.
Köy muhtarı Mustafa Şenses, türbenin bazı hastalar için bir umut yeri olduğu bilgisini vermektedir. Özellikle felçli hastalar ile fıtık olan çocukların bu türbeye gelerek şifa aradıklarını ifade etmektedir.
Rûmî Hoca Türbesinin batı duvarına çerçeveletilerek asılmış olan bir şiir bulunmaktadır. Günümüz Türkçesiyle matbu olarak yazılmış olan bu şiir, Pîr Sultan Abdal’a ait olup Rûmî Hoca’ya ithafen yazılmış olduğu ifade edilmektedir. Şiir aşağıya çıkarılmıştır:
Kalktı Horasan’dan sökün eyledi
Mekanın Çeçbeli gez Rûmî Hoca
Pirim Hünkar Bektaş nazar eyledi
Mekanın Çeçbeli gez Rûmî Hoca
Dervişlerin vardır semahın döner
Oniki İmam kervanıdır bu katar
Baharın uğradım bülbüller öter
Kandilleri dolu nur Rûmî Hoca
Dervişleri vardır dilleri tatlı
Dilleri tatlı da hem muhabbetli
Omuzu hırkalı kolu pusatlı
Abdal Musa’ya eş Rûmî Hoca
Yolundan mı döner kendini bilen
Dünyada şehittir yol için ölen
İmam Cafer gibi saburdaş olan
Cihanın içinde öz Rûmî Hoca
Pîr Sultan Abdal’ım rehber haktır
Gaziler cömerttir lokması çoktur
Düğdür güdümünü sancağın çektir
Mekanın Çeçbeli gez Rûmî Hoca
Amasya-Merzifon yöresi Alevî ziyaretgâhlarından olan bu türbe, Samsun Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunca tescil edilerek koruma altına alınmıştır.
KAYNAKLAR
ONARLI, İsmail, (2001), “Rumi Hâce (Rumi Hoca) Dede Sultan”, Cem Dergisi, 114: 37-38.
DİPNOTLAR
* Sanat Tarihçisi, Amasya Müzesi Uzmanı
Bu şiir Diphacı Köyünden Martin Ali olarak bilinen şahıs tarafından buraya konulmuştur.

SEYYİD GARİP MUSA SULTAN..divriği

SEYYİD GARİP MUSA SULTAN..divriği






Seyyid Garip Musa Sultan Türkistan’ dan Anadolu’ya gelmis Selçuklular döneminde yasamis Hünkar Haci Bektas Veli’ den nasip almis bir Alp Erenidir. Garip Musa Sultan diger Erenlerin izledigi yolu izler. Tahta kilicini kusanarak Horasan’ dan kalkar, Anadolu’ ya bir rivayete 90 atli, bir rivayete göre ise 400 atli ile Divrigi Alan köyüne yerlesir. Burada tekke kuran Seyyid Garip Musa Sultan Ahmet Yesevi düsüncesini bu bölgede yaymaya baslar. Sivas seriye sicillerinde Seyyid Garip Musa Sultan soyundan gelenlerin incitilmemesi hususunda Abdülaziz Han 22 Temmuz 1862 tarihinde Sivas Valisi Zeki Pasaya ve Divrigi kadisi Ahmet Efendiye göndermis oldugu ferman da, Alan adli köyde yatan Seyyid Garip Musa Sultan’ in, gerçekten (sahihü’l nesep) serefli Hz. Hüseyin’ e dayanan (sadat’i kiram) yani ehlibeyt soyundan oldugunu isbat etmektedir. Ayni fermanin içeriginde, (Miladi’1806) 23,29 tarihlerinde, (Miladi 1839) senesi Ramazan ayinin ilk günlerinde, Gazi Sultan Abdulmecit Hanin da ayni konuda ferman yazdigi görülmektedir. Bu ferman Seyyid Garip Musa Ocaginin, Anadolu’ daki ocaklar içerisinde ne denli saygin yüce bir ocak oldugunu ortaya koymaktadir.
TİMUR ve GARİP MUSA DERVİŞLERİ
Seyyid Garip Musa’ nin dervisleri, Kars yöresine kadar gitmislerdir. Hatta bir köye Deliler Köyü (simdiki Sarikamis’ a bagli Deli Musa Köyü) adini vermislerdir. Timur nezdindeki Ispanya Elçisi Klaviyo, bu köydeki dervislerin sifa dagittigini yazar.
Klaviyo bu konuda aynen söyle demektedir “....Ertesi gün, Erzurum’ dan hareket ettik. 25 Mayis 1404’ te Deliler Köyü naminda bir yere vardik. Buraya Deliler Köyü adi verilmesinin sebebi, bütün burada ikamet edenlerin ruhbaniyet hayatina girmis, dünyayi terk etmis, Müslüman Dervisler’ den olmalaridir. Etraftaki köylüler burayi ziyaret ederek dervislerle görüsüyor, hastalar buraya getiriliyor ve dervislerin nefesi ile sifa buluyorlar. Bu dervislerin reisi, bütün dervisler tarafindan hürmet görüyor ve evliya taniniyor. Timur buradan geçiyorken dervislerin yanina gitmis, reislerinin yaninda kalmisti. Bütün bu havalide yerlesen kimseler dervislere bol bol adaklar gönderiyorlar. Dervislerin reisi de köyün hakimidir. Ahali bütün bu dervisleri evliya taniyorlar. Dervisler saç ve sakallarini tiras ediyor;yaz-kis sirtlarinda eski bir aba ile yollardan geçiyor, ellerindeki sazlari çalarak ilahiler okuyorlar. Bunlara ait tekkenin kapisinda bugün de bir püskül ve ay seklinde bir resim görülüyor. Altlarinda geyik, keçi, koç boynuzlarindan bir sira dizilmisti. Her dervisin kapisi üzerinde böyle boynuz vardir...”
M.Fahrettin Kirzioglu’ da Sarikamis-Kagizman Türkmenlerinin Garip Musali oymaginin pir ocaginin Deliler/Deli Musa köyünde oldugunu belirtir. Kirzioglu, simdiki Sarikamis kuzey-dogusunda, Kars çayinin bas kollarindan Kizilçubuk deresi boyundaki Deli Musa köyünün (1878) harbinden sonra terk edilmis oldugunu yazar.
SEYYİD GARİP MUSA TÜRBESİ

Seyyid Garip Musa Türbesi Divrigi’ nin eski adi Alan sehri olan bugünkü adini Seyyid Garip Musa’ nin oglu Mehmet Günes’ in adini alan Günes Köyündedir.
Türbede Seyyid Garip Musa ile oglu Günes Dede yatmaktadir. Türbenin kapisi üstündeki kitabede (1892-93) de tamir gördügü ayrica 1970 yilinda ise çati tamiri gördügü belirtilmektedir. Seyyid Garip Musa soyundan gelen Musa Karakas öncülügünde Seyyid Garip Musa Sultan Kültür ve Tanitma Dernegi kurularak türbenin bakimini ve Seyyid Garip Musa hakkinda bilgi ve belgeleri derleyip Garip Musa’ nin tanitimini üstlenmis Kültür Bakanligi Kayseri Kültür Varliklarini Koruma Kurulu Müdürlügü’ ne basvurarak 14.08.1998 gün ve 2295 sayili karari ile tescilini yaptirmis olup koruma altina alinmasini saglamis.
1999 yilinda 10.km yol yapimini Köy Hizmetleri Sivas Bayindirlik Il Müdürlügü tarafindan yaptirilarak yol hizmete açilmistir. Türbenin restoresi için restorasyon projesi yaptirilarak Kültür ve Tabiat Varliklarini Koruma Kurulu’ na sunulmus 31.08.2001 gün ve 2865 sayi ile onaylanmis olup aslina uygun olarak restorasyon yapilmis olup halkin ziyaretine açilmis bulunmaktadir.


Musa KARAKAS

Kuzucu Sultan Türbesi

Kuzucu Sultan Türbesi..konya



Mülkiyeti Köy Tüzel Kişiliğine aittir. Selçuklu dönemi eseridir.

Moloz taş beden duvarlı tuğla külahlı olup cami beden duvarına bitişiktir.

Önceden geçirdiği onarımlar bilinmiyor.

Projeleri idaremizce hazırlatılmış olup, mülkiyet sahibi tarafından onarımı yapılması planlanmaktadır.

Türbe olarak kullanılmaktadır.

Sultan Baba

Sultan Baba


    

     Örcün Köyü tarihinin en önemli isimlerinden bir tanesi Sultan Baba’dır.Zat’ın ismi İbrahim Ethem olup lakabı Sultan Baba’dır.Fatih Sultan Han zamanında Sinop’tan gelerek şuanki türbenin bulunduğu yere yerleşmiş ve ormanlık olan bu alanları açarak bir zaviye evler hamam, hamamcık yaptırmış ve bağlar yetiştirmiştir. 
 
     Sultan Baba Türbesi’nin teşekkülünde bir “harç” vazifesi gören kerâmetler, “Sultan Baba” adının verilişine de vesile olur. Padişah’ın kızı çaresiz bir hastalığa yakalanır. Rüyasında Derviş Baba’yı görür. Bir başka rivayete göre kerâmetleriyle tanınan Derviş Baba’ya gitmesi salık verilir. Derviş Baba, rüyasında gördüğü yollardan geçerek Örcün’e gelen Sultan’ı sağlığına kavuşturur. Bunun üzerine Padişahın kızı, Derviş Baba’ya, “Siz, benim Baba Sultanımsınız” der ve “Baba Sultanım” diye hitap eder. O günden sonra Derviş Baba, “Baba Sultan” adıyla anılır.
 
     Padişah, kızının iyileşmesine çok sevinir. Derviş Baba’ya kızıyla gelerek, kendinden bir istekte bulunmasını söyler. Derviş Baba, bir zaviye, bir küçük ev ve bir hamam istediğini belirterek; bunların yerini işaret eder. Bu işaret öylesine etkilidir ki, eliyle işaret ettiği yerlerin ağaçları birden bire sapsarı olur. Bir rivayete göre de sapsarı ağaçlar yemyeşil olur.
 
     Sultan Baba’nın hastalıkları iyileştirmek, vücut arızalarını gidermek gibi biyolojik mahiyetteki kerâmet motiflerinin yanında; bereket, az yiyecekle çok kişiyi doyurma keramet motifi de velî hüviyetine dahil edilebilir. Sultan Baba, bir gün, zaviyesine uğrayanların, yoldan gelip geçenlerin ve köy halkının yemesi için küçük bir kazan pilav pişirtir. Gelenler arasında dişi ağrıdığı için pilavı yiyemeyen bir adam vardır. Sultan Baba, parmağını adamın ağrıyan dişinin üzerine koyar ve ağrı hemen kesilir. Pilav, onca insan tarafından yenmesine ve birçok kişiye de dağıtılmasına rağmen hiç bitmez.
 
     17 Ağustos 1999 Marmara depreminin merkez üssü olan Gölcük’te, çok büyük kayıplar verilirken; Gölcük’ün köyü Örcün’de hiç bir kaybın olmamasını halk, Sultan Baba’ya ve onun, “felaketlere mâruz kalanlara çok uzaklardan müdahale ile kurtarma” kerâmetine bağlamaktadır.
 
     Rivayete göre, Sultan Baba, depremde türbesinden çıkarak denizden gelen dev dalgaları eliyle durdurmuş ve denizin Gölcük’ü tümden yutmasını engellemiştir. Deprem gecesi Sultan Baba ve Türbenin mezarlığındaki bütün evliyalar ayağa kalkarak dua etmiş, topluca namaz kılmışlardır.
 
     Sultan Baba Türbesi’nin yedi yıl türbedârlığını yapan ki, eşi de kendinden önceki türbedârdır, Fatma Günel’e, . Cihan Harbi’nin biteceğini, kocasının da ihtiyat askerliğinden döneceğinin müjdesini rüyada Sultan Baba vermiştir.
 
     Sultan Baba Türbesi’nin şimdiki türbedârı Ahmet Özyar, kendisi için imkân dahilinde olmayan Hacc’a gideceğini Sultan Baba’dan öğrenmiş ve gitmiştir.
 
     Köye on beş yıl önce yerleşen Hazal Kına’nın yedi kızı vardır. Eşinin ısrarla erkek çocuk istemesine rağmen,olmayacağı düşüncesiyle kendisi istemez. Rüyasında kendini Sultan Baba’nın elindeki taslardan su içerken görür.Buna bir anlam veremez, çok geçmeden hamile kalır ve bir erkek çocuk dünyaya getirir.


Sultan Baba Türbesi’ne ziyaretçilerin gidiş nedenleri şöyledir:

*Çocuk sahibi olmak,
*İstediği cinsiyette çocuğa kavuşmak. 
*Çocuğa ad vermek, kırklı çocuğun kırkını uçurmak.
*Sünnet olacak çocuğun sünnetinin rahat geçmesini sağlamak.
*Lise ve üniversiteye giriş sınavlarında başarılı olmak.
*Askere sağ salim gitmek ve dönmek,
*Evlenmek, evlenememişlerin kısmetini açmak,
*İyi bir nişanlılık ve iyi bir evlilik geçirmek (evlenecekleri gün gelin ve damat türbeye gelirler)


Kaynaklar