KARIŞIK

3 Nisan 2016 Pazar

Hâkî Baba Tekkesi

Hâkî Baba Tekkesi

Hâkî Baba Tekkesi, Eyüp ilçesinde, Bülbül Yuvası Sokağı’nın devâmında Evlice Baba Tekkesi Sokağı’nda, Evlice Baba Câmii’nin karşısında yer alır. İnşâ târihi 1216/1801-02 dir. Bugün Nazmi Geylânî Hazretleri’nin türbesinin kapısının üstünde bulunan kitâbesinde şöyle yazılıdır:
el-Kutbü’r-Rabbânî ve’l-Gavsü’s-Samedânî
Kandil-i nûrânî mahbûb-i Sultânî
Hazret-i Şeyh Sultân Abdülkādir Geylânî
Hâzâ zâviye-i Ebû Mârûf el-Kādirî el-Hâkî alâ bâbillah
Sene 1216
Tekke zamanla harâb olup, arsa hâline gelmiştir. Uzun zamandan beri boş arsa olarak kalmış olan tekkeyi Eyüplü Sarac İsmâil Efendi tekrar ihyâ etti. İsmâil Efendi’nin Haliç kıyısında,Molla Çelebi Tekkesi karşısında bir tabakhânesi vardı. Aslında Silivrikapı’daki Körükçü Tekkesi şeyhi Sıdkî Efendi’den hilâfet almış olan İsmâil Efendi’ye, komşusu ve yakın dostu, Molla Çelebi Tekkesi postnişîni Mehmed Eşref Sabri Hazretleri de teberrüken hilâfet vermişti. Tokmaktepe’nin alt taraflarında, Defterdar’da bulunan bir evi zâviye hâline getirmek isteyen Sarac İsmâil Efendi, bu arzusuna erişememiştir. Hâkî Baba tekkesinin boş arâzisini satın alıp, pîrdâşı Şeyh Sâdeddin Efendi’ye vakf etti. Sâdeddin Efendi bir hücre ile tevhidhâne yaptırıp tekkeyi yeniden binâ etmiştir. Oğlu bulunmayan Sarac İsmâil Efendi 1333 Ramazân-ı şerîfinde (Temmuz-Ağustos 1915’de) âhirete göçtü ve tevhidhâne dâhilindeki türbeye gömüldü.
Yine Şeyh Sâdeddin Efendi’nin zamanında bahriye kolağalası Eyüplü Fethi Bey tarafından dergâh-ı şerîf tâmir gördü.

Hâkî Baba Tekkesi postnişînleri

Şimdi tekkenin postnişînlerini tanıyalım.

Hâkî Baba Hazretleri

Tekkenin kurucusu Hâkî Efendi, başka bir deyişle Hâkî Baba, Kādirî şeyhi idi. Nazmi Geylânî Hazretleri’nin türbesinde yatmaktadır. Tekkenin vakfiyenâmesi 1225 Haziranı’nda (Haziran-Temmuz 1810) yazdırılmışdır.
Bir ünvanı da “Ebû Mârûf” olan Hâkî Baba, tekkeyi inşâ etmeden önce, Evlice Baba Câmii’nde bir müddet mukābelede bulunmuşdur.
Hâkî Baba’nın iki şiirini biliyoruz.
Pâk aşka er gönül dildâra sor sorma bana
Nûr-ı zâtı Ahmed-i Muhtâr’a sor sorma bana

Vâkıf-ı esrâr-ı rumûz-i evliyâdır ehl-i dil
Bu rumûzu vâkıf-ı esrâra sor sorma bana

Yaz bismillah ile hâzâ sıratun müstakîm
Rehberin bul Haydar-ı Kerrâr’a sor sorma bana

Çünki ağyârda iken dil-i teşneyi ihyâ eden
Kerbelâ’da sâkin ebrâra sor sorma bana

Bir tecellîden müsemmâdır yalnız Hâkî
Kevn ü âlem sırrını Gaffâr’a sor sorma bana
Yukarıdaki şiir bestelenmiş ve Kādirî dergâhlarında, bilhassa Hâkî Baba Dergâhı’nda kıyam zikrine kalkılırken okunagelmiştir. Ne yazık ki bestesi kayıptır.
Ne gam bana şimdi ne keder
Abdülkādir derler şeyhimiz var
Ne elem edem gayri
Abdülkādir derler şeyhimiz var

Sülûkuna giren derviş
Olur aşkı ile cûşîş
Şarâb-ı tahûr eyler nûş
Abdülkādir derler şeyhimiz var

Eser çün cezbe yelleri
Kerâmetdir hem gülleri
Nûr-ı envâr gönülleri
Abdülkādir derler şeyhimiz var

Bağdad’da türbesi yeşil
Ceddi resûlallah asil
Hamdülillah olduk vâsıl
Abdülkādir derler şeyhimiz var

Şeyh Hâkî bildim o
Sûî diller olur er yâ Hû
Velîler içine ulu o
Abdülkādir derler şeyhimiz var

Seyyid Hüseyin Mâruf Efendi

Hâkî Baba’nın büyük oğlu Seyyid Hüseyin Mâruf Efendi, kendisinden sonra posta geçmiştir. Mevlevî Mehmed Abdülbâki Efendi’nin — yazılış târihi belirtilmemiş olan, ancak içindeki şeyhlerin adları ile rıhlet târihlerinin karşılaştırılmasıyla 15 Ocak 1823 ile 30 Haziran 1823 günleri arasındaki dönemin durumu yansıttığı anlaşılan — meşâyih defterinde “Eyüp’te Bülbülderesi kurbünde Şeyh Süleyman Efendi hülefâsından Mâruf Efendi dâileri” olarak geçen Mâruf Efendi, Seyyid Hüseyin Mâruf Efendi’dir. Sâliha Sultan’ın 1834 yılındaki düğünü anlatan surnâmenin 20a varağında “Eyyûb’de Bülbülderesi Hâkî Baba Tekyesi şeyhi Mârûf Efendi” diye geçen kişi de Seyyid Hüseyin Mâruf Efendi’dir. O hâlde Mâruf Efendi’nin postnişîn olması 1823’den önce, rıhleti ise 1834’den sonradır.

Şeyh Ahmed Eyyûbî

Eyüplü Hacı Ahmed Hulûsî Efendi, Koska’da ki Sâdiye Âsitânesi’nin yâni Abdüsselâm Tekkesi’nin şeyhlerinden Mustafa Haydar Efendi’nin halîfesidir. Önceleri Hâkî Baba Dergâhı’nda âyin icrâ ederdi, sonra Sâdiyye’den Taşlıburun Tekkesi’ne nakl olunmuş ve o tekkenin şeyhi olmuştur. Hacca gitmiş, memleketine dönerken Şam’da âhirete intikāl etmiştir (1231/1815-16). Şam’da Bilâl-i Habeşî Hazretleri’nin ayak ucunda yatıyor. Taşlıburun Tekkesi’nde de adına teberrüken bir sanduka konmuştur.

Şeyh Mehmed Emin Efendi

Bu kişi hakkında bilgimiz yoktur.

İsmâil Hakkı Mârûfî Hazretleri

Sâdeddin Geylânî Hazretleri’nin babası olan İsmâil Hakkı Mârûfî Hazretleri, mübârek, ehl-i hâl bir zât imiş. Sâdiyye’ye intisâb etmiş, Taşlıburun Tekkesi şeyhi Süleyman Sıdkî Efendi’den hilâfet almıştır (Süleyman Sıdkî Efendi, Şeyh Ahmed Eyyûbî’nin oğludur).
İsmâil Hakkı Hazretleri’nin mezar taşının yerini ve kitâbesini Cemâleddin Revnakoğlu kaydetmiştir. Mezarı Yusuf Muhlis Paşa Caddesi üzerinde, sonradan Birlik Pasajı olmuş bulunan Yeni Sinema bahçesinin biraz karşı yukarısında, sağda, ikinci sed üstünde imiş. Mezar taşı beyaz mermerden ve mıstarlı olup, başında püsküllü mahmudiye fesi varmış. Sülüs yazılı kitâbesi şöyle imiş:
Hüve’l-hayyü lâyemût

Tarîk-i Âliyye-i Kādiriyye
muhibbânından merhûm Mûsâ
Safvetî Paşa kethüdâsı merhûm
ve mağfûr el-muhtâcu ilâ rahmeti rabbi
’l-gafûr el-Hâc İsmâil Hakkı
Efendi’nin rûhuna el-Fâtihâ
Sene 1297
fî 11 Ca
Buna göre Hazret 11 Cemâzeyilevvel 1297 (hicrî), yâni 21 Nisan 1880 (mîlâdî) gününde göçmüş oluyor.

Şeyh Mehmed Nûri Efendi

Şeyh Mehmed Nûri Efendi, İsmâil Hakkı Efendi’nin oğludur. ‘Halebi Efendi’ diye tanınır. Zamânında dergâh arsa halinde idi. Bâzen dergâhın bahçesinde, bâzen de Evlice Baba Câmii’nin yanındaki evinde usûl icrâ ederdi. 18 Mart 1318 rûmî, 31 Mart 1902 mîlâdî târihinde göçtü. Tekkenin türbesinde yatıyor.
Daha sonra Mehmed Sâdeddin Geylânî Hazretleri ve sonra onun da yerine Hüseyin Nazmi Geylânî Hazretleri posta geçtiler; onları ayrı sayfalarda anlatmaya çalışacağız.

Hâkî Baba Tekkesi zâkirleri

Âmâ Osman Efendi

Sâdeddin Geylânî Hazretleri’nin pirdaşı, Molla Çelebi Tekkesi şeyhi Mehmed Eşref Sabri Efendi’nin halîfelerinden olan Hasköylü zâkir âmâ Osman Efendi, Hâkî Baba Tekkesi’nin zâkirlerindendi. Hasköy’de Humbarahâne Câmii müezzini, kıyâmî ve devrânî zâkirbaşı idi. Güzel nef üflerdi. 1326/1908-09’da rıhlet etti. Hasköy Mezarlığı’nda medfundur.

İzzet Ahmed Efendi

Mevlânâkapılı İzzet Ahmed Efendi, Mehmed Şemseddin Tekkesi halîfelerindendir.

Yaşar Baba

Meşhur Yaşar Baba da Hâkî Baba Tekkesi’ne gelir, zâkirlik yapardı.

Hacı Şeref Efendi

Hâkî Baba Tekkesi’nde zâkirlik yapanlardan biri de Yaşar Baba’nın öğrencilerinden Hacı Şeref Efendi idi.

Terlikçi Mehmed Efendi

‘Gümrükcü Mehmed’, ‘Kuru Mehmed’, ‘Karagözcü Mehmed’ isimleriyle de yâd edildiği gibi sâdece ‘Terlikci’ de denilen Terlikçi Mehmed Efendi, Balat imamının çıraklarından ve Şerbetdâr Tekkesi şeyhi Mehmed Efendi’nin dervişlerindendir. Sonradan Yaşar Baba’dan Bektâşî nasîbi almışdır. Son derece nüktedân, latîfeci bir kişiymiş. Kıyam zikirleri, tanıyanlarını sanki kıyâm zâkirliği için yaratılmış olduğu fikrine kaptırtacak kadar güzel ve başarılıymış. Şeyh Murâd Buhârî Tekkesi’nde de zâkirlik ederdi.
Hepsinin rûhu şâd ola.

Şeyh Galip (GALİP DEDE) Türbesi

Şeyh Galip (GALİP DEDE) Türbesi


ŞEYH GALİP
            1757-1799  yılları arasında yaşamış XVlll. asrın bu en ünlü Divan Şairi 1757 yılında İstanbul'da Yenikapı Mevlevihanesi yakınlarında bir evde doğdu.Asıl adı Mehmed Esat'tır.Babası Mustafa Reşid Efendi'dir.Divan Katibi idi.Galib'in dedesi Mehmet Efendi de Mevlevi idi.Mevlevilik ve tasavvuf dededen intikal etti.Annesi Emine Hanım'ın etkisi bilinememekle beraber ,babası Mehmet Esast'a şahidi Lügati'nin eğitimini verdi.
            Bir ara Divan-ı Hümayun Beylikçilik Kalemi'ne devam etti ise de bundan sıkıldı.Molla Gürani'de ki evinde yetenekli gençlere Farsça ve Mesnevi dersleri veren Hoca Neş'et ve intisap etti.Şiirler yazmağa başladı.Hoca Neş'et ona Esat mahlasını verdi.Bu yaşlarda hocasına methiyeler ,arkadaşlarına nazireler,ünlü geçmişlere benzer parçalar yazdı..Esat mahlasını kullandı.Tasavvufu iyice öğrendi.Buharalı Türk şairi Şevket'in Farsça şiirlerini çok sevdi.Esat çok kullanılan mahlas olduğu için Esat çok kullanılan mahlas olduğu için manzumelerinde Galib'i tercih etti.Mahlasını değiştirmesi çağında dedikodularına sebep oldu.Şair Sürüri buna dair bir hiciv kıt'a da yazdı.1780-1781 de bir divan tertip etti.Kaside ,gazel,musammat şekillerinde çok başarılıydı.mesnevi tarzındaki başarısınıda Hüsn-ü aşkta gösterdi.Mesnevi'yi 1783 yılında tamamladı.Aileis sütlüceye taşındı.Bu arada ana babasından habersiz mevlevi erkanınca ,Konya'ya giderek çileye girdi.1784 de İstanbul'a döndü.Yenikapı Mevlevihanesi'nde çileye girdi.Hücre sahibi bir mevlevi dedesi oldu.
            Galip Dede Sütlüce'deki Mevlevi Dedelerinden şair Yusuf Sinecak'ın türbesi civarındaki evinde,Yusuf Sineçak'ın Cezize'i Mesnevi'sine şerh yazdı.Bundan önce Trabzon'lu Kösec Ahmed Dede'nin mevleviliğe ait es sohbetu's Safiye'sine  haşiye yazmıştı.
            Mevleviliği ve musikiyi çok seven lll.Selim (1789-) tahta çıkınca Galip DEde'de onun himayesine girdi.1791 yılında Galata Mevlevihanesi Şeyhliğine getirildi.Onun lll.Selim'e sunduğu kaside üzerine Galata Mevlevihanesi tamir edildi.Hükümdarın ve kadın sultanalrın teveccühleri devrin devlet ilim ve sanat adamlarının Galata Mevlevihanesi'nde toplanmalarına sebep oldu.Şiir ve musiki mahfili oldu.1795 de annesi Emine Hanım'ın iki yıl sonrada dervişlerinden Esar Dede'nin ölümü Galib Dede'yi üzen büyük olaylardan biri olmuştur.Esrar Dede için yazdığı "Mersiye" üzüntüsünü anlatmaya yeterlidir.
            Şeyh Galib ,Receb ayının 26.çarşamba günü (H.1213/ m 1799 ) öldü.Kandile rastlayan perşembe günü , Galata Dergahı'nda Mesnevi Şarihi Ankaralı İsmail Efendi Türbesi'ne gömüldü.
            Galip Dede'nin geniş bir muhayyilesi vardır.Ona göre sanat yeni ve şahsi olmalıdır.Taklit sanat olamazdı.Esat mahlasıyla yazdığı nazirelerde bile şahsilik vardır.Fuzuli ,Baki,Nef'i Nedim gibi şairlerin üstüne çıkmak zordu.Basit Türkçe'yle bile yenilik yapmak için şiir denemesi vardır.
            Yenilikçi olan Galib Dede Esrar Dede'yi,Ayni'yi,Pertev Paşa'yı,Daniş'i,Arif Hikmet'i etkilemiştir.Onun en güçlü takipçisi İzzet Molla'dır.
            Galip Dede aslında sade ve açık şiirle kitle tarafından beğenilmeyi istemez.O eskiyi çekici renklerle canlandırırken yenilik olarak ta kapalılığı getirir.Belirsiz,esrarlı bir dolgunluk gürülür.

ŞEYH GALlP (GALİP DEDE) TÜRBESİ: 
Beyoğlu Şişhane semtinde, Galata Mevlevihanesinin avlusundadı
r.

Laleli Baba..laleli .istanbul

Laleli Baba..laleli .istanbul

istanbul-evliyalari-15-laleli-baba
Laleli semtine ismini veren Laleli Baba, 18. yüzyılda, III. Mustafa döneminde yaşamış ve kerametleriyle ünlenmiş bir derviştir. Rivayete göre, Sultan III. Mustafa, bugün Laleli adı verilen bölgede bir cami yaptırmak ister ve inşaata başlanır. Cami inşaatını denetlemeye geldiği bir gün padişah bölgede Laleli Baba adlı bir evliyanın yaşadığını öğrenir. Laleli Baba ile görüşmek, söz ve sohbetinden yararlanmak ister. Laleli Baba bulunur ve padişah Laleli Baba ile uzun bir sohbete başlar.
Sohbetin bitiminde III.Mustafa; “Efendi hazretleri, bu dünyada en güzel şey nedir acaba?” diye sorar, Laleli Baba; “Bu dünyada en değerli şey yeyip içtikten sonra sıkıntısız bir şekilde def-i hacet (büyük hacet) yapabilmektir” der. Hükümdar bu cevaba kızar ve yanındakilerle sarayına döner.
Ertesi gün hükümdar şiddetli bir kabızlığa yakalanır. Sarayın hekimbaşıları seferber olur, bilinen bütün ilaç ve yöntemler denenir ama fayda etmez bir türlü. Günler geçer, acı ile kıvranan padişahın derdine derman bulunamaz. Sonunda birinin aklına gelir. Laleli Baba’ya haber verilirse belki onun yardımı ile hükümdar bu dertten kurtulabilir, diye. Padişaha danışılır ve Laleli Baba hemen saraya çağrılır. Doğum sancısı çeken bir kadın gibi sancıyla kıvranan hükümdar Laleli Baba’ya “Aman beni kurtar” diye yalvarır.
Laleli Baba: “O kadar kolay değil, karşılık olarak ne vereceksin” diye sorar.
Hükümdar: “Yaptırdığım camiye senin adını veririm” der.
Laleli Baba, padişahın hiçbir teklifini kabul etmez ve en sonunda ağzından baklayı çıkarır. “Sana himmet edeceğim, ama karşılığında padişahlığı isterim” der…
Çaresizlik içinde kıvranan padişah, “Tamam, o da senin olsun” deyiverir sonunda.
Bunun üzerine Laleli Baba duasını yaparak hükümdarın sırtını sıvazlar ve “Hadi git kurtulacaksın” der. Padişah derdinden kurtulduğu için mutludur ama saltanatı elden gittiği için de üzgündür. Laleli Baba, Sultan’ın haline bakar uzun uzun ve “Bir saltanat ki bir def-i hacete değişiliyor, öylesine ucuz bir saltanat bize gerek değildir, al yine senin olsun” diyerek evine geri döner.

Helvacı Baba Türbesi

Helvacı Baba Türbesi..vefa

istanbul-evliyalari-09-helvaci-baba
Halk arasında helvacılık da yaptığı için “Helvalı Baba” ya da “Helvacı Baba” gibi isimlerle bilinen bir tasavvuf ehline ait olan bu türbe Vefa’dan Veznecilere giden yol üzerindedir. Ziyaretçisi hiç eksik olmayan bu türbede özellikle Cuma günleri dilek sahipleri helva dağıtarak dileklerinin kabulü için dua ederler.

Selami Dede..kısıklı

Selami Dede..kısıklı

istanbul-evliyalari-10-selami-dede
Kısıklı’dan Çamlıca Tepesi’ne doğru çıkılırken yolun solunda bulunan küçücük bir türbedir Selami Dede’nin türbesi. Bu türbe Selami Dede’ye gönülden bağlanmış pek çok kişi tarafından ziyaret edilir, dilekleri kabul olanlar buraya tekrar geldiklerinde mutlaka bir kutu kesme şekerle gelir ve kutuyu oraya bırakırlar ki dileğinin kabul olmasını isteyenler alsın.

Yürüyen Dede Türbesi

Yürüyen Dede Türbesi 

ANKARA / ALTINDAĞ –Sakarya Mahallesi


Yürüyen Dede Türbesi -Eski
Yürüyen Dede Türbesi -Yeni
Yürüyen Dede Türbesi, Ankara İli, Altındağ İlçesi, Sakarya Mahallesi, Öksüzler Sokaktadır.

 Yörük Dede ve Doğan Bey adlarıyla da tanınmaktadır. Türbenin Vakıf Kayıtlarında adı zikredilen Doğan Bey Zaviyesinin bir parçası olduğu düşünülmektedir..

Türbe uzun yıllar evlerin arasında sadece dış kapısı açık, etrafı ise evlerle çevrelenmiş olarak durmaktaydı. Belediye ve vakıfların gayretiyle etrafı açılmış ve restore edilmiştir. kümbetin cenazeliği yoktur. Tek sanduka vardır. Kesme ve kiremitten inşa edilen türbe Selçuklu Dönemi 14. yüzyıl yapısıdır. Türbe Koruma Kurulu kararıyla 1972 yılında Anıt Eser olarak tescillenmiştir.  

Seyit Halil Dede Türbesi

Seyit Halil Dede Türbesi 

Amasya –Uygur Beldesi


Seyit Halil Dede Türbesi
Seyit Halil Dede’nin kim olduğunu bilmiyoruz. 
Uygur Evliyaları toplu olarak ziyaret edilirken, bu evliya da toplu olarak ziyaret edilmektedir.    
Türbe mezarlığın için etrafı taşlarla sınırlandırılmış özensiz bir mezardır.
Seyit Halil Dede Türbesi, Amasya İli merkez ilçesi Amasya’ya bağlı Uygur Kasabasının büyük mezarlığındadır.
Türbe özellikle Uygur halkı tarafından toplu olarak ziyaret edilmektedir. Türbe üç kez ziyaret edilir. Adak haricinde Cafer Dede ziyaretinde yapılan uygulamalar bu türbede de uygulanmaktadır.




YEDİ ŞEHİTLER TÜRBESİ

YEDİ ŞEHİTLER TÜRBESİ



Yedi Şehitler: Yedi Şehitler, yedi ayrı mezarda gömülü olup, en ünlüleri Kesikbaş Gazi’dir. Isparta’nın ilk fetih yıllarında düşmanla yaptıkları savaşta her birinin bir bölgeyi koruduğu, şehit olmalarıyla öldükleri yere gömüldükleri söylenir. Tabakhane Camii yanında Kesikbaşa ait bir türbe vardır. Türbenin kövke yapısı çokgen gövdelidir. Yedişehitlerden birisi Şeremed Dede adıyla İskender Mahallesinde, diğeri Hu dede adıyla Doğancı Mahallesinde, diğerleri Kurtuluş ve Yenice Mahallelerinde medfundur. 

KARINCALI DEDE..

KARINCALI DEDE..



Adapazarı’nı Bilecik’e bağlayan E-25 Karayolunun Adliye Köyü mevkiinde yüksek bir kayanın üzerinde bulunan türbe adını, karıncalarla insanüstü ilişkiler kuran ve onlarla adeta konuşan bir Türkmen ermişinden aldığı söylenmektedir. Söylenceye göre karıncalar tarafından basılan bir köyün ahalisi Karınca Baba’ya başvururlar. Köylerini bu karıncalardan kurtarmasını isterler. Bu şahıs köye gelerek dua eder ve köyün karıncalardan kurtarılmasını sağlar. Bu olaydan sonra bu kişinin adı “Karınca Baba” olarak anılır. Çevreye zarar veren karıncaları da, onlarla konuşan ikna eden mübarek zat, karıncaları yanına toplamakta ve birlikte bir hayat sürmektedir. Hayatını adeta karıncalarla birlikte geçiren Türkmen ermişine, vasiyeti üzerine vefatında sonra söz konusu kayanın üzerinde mezar yapılmış olup, burası zamanla “Karıncalı Dede Türbesi”ne dönüşmüştür. Bu türbeyi ziyaret edenler dileklerinin kabulü için bölgede bulunan ağaçlara bez parçası astıkları ve karıncaların yemesi için pirinç bıraktıkları görülmüştür. Türbenin etrafının ağaçlıklı olması sebebiyle Karınca Baba’yı ziyarete gelenler burada piknik yaparlar.

GAZİ GÜNDÜZALP türbesi

GAZİ GÜNDÜZALP türbesi


Türbenin yeni hali

Gazi Gündüzalp Osman Bey’in dedesi, Ertuğrul Gazi’nin Babası, Hayme Ana’nın eşidir.

Oğuzların Kayı aşiretinin damgası lYl şeklinde yanlarda iki ok ile ortada bir yaylı oktur.

Kayı’nın manası muhkem, kuvvet ve kudret sahibi demektir.

Türk boyları göç esnasında değişik yönleri ve yolları tercih etmişlerdir. Kayı boyu da dokuzuncu asırdan sonra Aral havzasından hareket edip Ceyhun’u geçerek Horasan’a, oradan Azerbaycan ve Ahlât’a, oradan da Hasankeyf ve Harput’a daha sonra da I. Alaeddin Keykubad (1219–1236) tarafından kendilerine verilen Ankara’nın batısındaki Karacadağ bölgesine bilahare de   III. Gıyaseddin Keyhüsrev (1264–1283) tarafından kendilerine kışlık  ve yazlık olarak tahsis edilen Söğüt ve Domaniç bölgesine vararak 3500 km. kadar olan göçü tamamlamışlardır.

Kayı boyu bahsedilen göçü onücüncü yüzyılın ikinci yarısında 400 çadır ile, boy beyi Gazi Gündüzalp yönetiminde yapmıştır.

Gazi Gündüzalp’in eşi Hayme Ana olup; Sungurtekin, Gündoğdu, Ertuğrul ve Dündar adında dört oğlu vardır.

Anılan göç sırasında Gazi Gündüzalp Ankara’nın Beypazarı İlçesi Hırkatepe Köyü’nde Rumların yaptığı bir baskın sırasında şehit olmuştur. Mezarı buradadır ve tarih boyunca korunarak adına yakışır şekilde türbe haline getirilmiştir. Köy halkı askere gönderdikleri gençlerini hep birlikte dua ile buradan uğurlamış, hacet bayramı ve yağmur duası törenlerini burada yapmışlardır. Bu töre bugün de böyledir.

Caber kalesi yakınında mezarı bulunan Süleyman Şah’ın Gazi Gündüzalp ile aynı kişi olduğu söylenmektedir. Zira birçok Türk büyüğünün ayrı ayrı yerlerde türbe makam mezarları vardır. Lozan Antlaşması'na göre Caber kalesi yakınındaki Süleyman Şah türbesi Türkiye'ye bırakılmış ve burada Türk askeri birliği bulundurmak ve Türk Bayrağı çekmek hakkı verilmiştir. Bu konuyu tarih araştırmaları sonuçlandıracaktır.

Hırkatepe Köyü göç yolu üzerinde, Köroğlu Dağlarının uzantısı Aladağ ve Keltepe’nin güney eteklerinin paralelindeki derin vadidedir. Baskın yeri olarak uygundur. Hırkatepe Köyü’ne Elmabeli(1.125 m.) geçidi ile ulaşılır. Gazi Gündüzalp şehit olduğu yerde toprağa verilmiş, mezarının bulunduğu yere Kayı boyundan 40 kişi bırakılmış, mezara sahip olmaları ve orayı yurt tutmaları sağlanmıştır. Daha sonra Gazi Gündüzalp’in mezarını ziyarete gidenlerin ve gelenlerin Kırka gidelim, Kırka varalım, Kırka’dan geliyoruz demeleri dolayısıyla köyün adı Kırka olarak söylenegelmiş ve benimsenmiştir. Cumhuriyet öncesi ve ilk yıllarında ‘Kırka Köyü’ olarak anılan köy, önce ‘Hırka Köyü’ ve 1964 yılında da resmî kayıtlarda Hırkatepe Köyü olarak bugünkü adını almıştır. Ancak, köy sakinleri nerelisin diye sorulduğunda Kırkalıyım diye cevap verir, çevre köyleri de  bahsi geçtiğinde halen Kırka olarak anarlar.

Gazi Gündüzalp’ten sonra Kayı boyunu Hayme Ana ve oğlu Ertuğrul selametle göç ettirmiştir. Her Türk Hayme Ana’yı ana bilmiştir. Hayme Ana oğlu Ertuğrul Gazi’ye rehber olmuş, torunu Osman Beyi de BEY olarak yetiştirmiştir. Osman Bey de adını verdiği büyük Türk Devletini kurmuştur. Hayme Ana'ya türbe yapılmış, Ankara'nın bir ilçesine <Haymana> adı verilmiştir. Kütahya İli Domaniç İlçesi Çarşamba Köyünde eylül ayının ilk haftası pazar günü her yıl törenlerle anılmaktadır.

GAZİ GÜNDÜZALP TÜRBESİ

Gazi Gündüzalp’in türbesine tarihte olduğu gibi bugün de hürmet edilmektedir. Türbenin bakımını köyde yaşayan en yaşlı Gündüzalp üstlenmekle beraber; tüm köy halkı türbenin bakım ve onarımında yer almaktadır. Bugün de köyde yaşayan Fatma GÜNDÜZALP ve Zehra GÜNDÜZALP türbenin temizlik başta olmak üzere rutin ihtiyaçları ile ilgilenmektedirler.

(Not: Fotoğrafların orjinal hallerini görmek için üzerlerine tıklayınız.)

Gazi GÜNDÜZALP Türbesi'nin önceki hali;
Türbenin eski hali


Gazi Gündüzalp türbesinin eskiyen ahşap+saç yapısı yerine Devlet tarafından taş+beton ile yeni bir bina yaptırılmıştır. Ankara Valisi Yahya GÜR türbenin yeniden inşası için maddi olarak ve yapılacak  düzenlemelerle bizzat ilgilenmiştir. a 12.06.2001 tarihinde Başbakan Yardımcısı Dr. Devlet BAHÇELİ tarafından yapılmıştır.
Resimlerdeki türbenin eski görüntüsündeki halini -köy halkının da katkılarıyla- türbenin sorumluluğu kendisinde olan Ömer GÜNDÜZALP yaptırmıştı. 1955-1960 yıllarında, kendisinin de köy muhtarı olduğu dönemde ismini hatırlamadığı Beypazarı Kaymakamının türbeye ait birkaç sayfalık ferman-kitabı alıp, tercüme ettirmek üzere İstanbul’a götürdüğünü, bu arada türbenin Devlet tarafından yaptırılması gerektiğini ve türbe arazi tapusunun Devlete hibe edilmesini istediğini, türbenin arazi tapusunu üzerinde bulunduran amcasının eşi Emine GÜNDÜZALP’in de türbenin yapılacağı bina yerini -diğer kısmı kendisinde kalmak üzere- tapuda Devlete hibe ettiğini, ancak 1960 ihtilalinin araya girmesiyle bu çalışmaların sonuçlanmadığını söylemiştir. Yıllar sonra bu çalışmalar sonuçlandırılmış, Gazi Gündüzalp’in şanına layık bir türbe inşa edilmiştir.
Her yıl haziran ayının ikinci haftası pazar günü <Hırkatepe Köyü Gazi Gündüzalp'i Anma ve Hacet Şöleni> adıyla Gazi Gündüzalp türbesinde şölen/tören yapılır. Bu törene çevre köylerden, Beypazarı ve Ankara'dan misafirler ile resmi makam zevatı da iştirak ederler.      
Gazi Gündüzalp türbesindeki şölenin bugün uygulanan şekli ile geçmişteki arasında özlemle yâd edilen değişiklikler olmuştur. Geçmişte şölen cuma günü yapılırdı. Sabah erkenden köy erkekleri türbede toplanır, köy halkının bağış yaptığı 40-50 kuzu hayır duaları ile kesilir, pişirilirdi. Köyün kız/erkek bütün çocukları imamın peşinde türbeden başlayarak köyün diğer iki mezarlığını ayrıca köyümüzün -arka dağ yamacında– Erenler tepesinde bulunan aşağı dede ve yukarı dede diye bilinen mevkileri de dolaşarak tekrar türbeye dönerlerdi. Bu gezi yapılırken imamın hayır duasına çocuklar hep bir ağızdan <âmin> çekerler, âmin sesi tüm vadiyi sarardı. Şölenin kuzu eti de, pirinç pilavı da türbede erkekler tarafından pişirilirdi. Okunan mevlidi şerif ve hatim dualarının ardından -özellikle yağmur duası- yemeğe oturulur ve önce büyüklerin nezaretinde çocuklar doyurulur veya çocuklar büyüklerin sofralarına dağıtılır hep birlikte yenirdi. Pişen et ve pilav hazır olarak kadınlara verilir onlar da kız çocukları ile birlikte yerlerdi. Yemeğin tatlısı da tahin helvasıydı. Son yıllarda köyde kuzu kalmayınca diğer alternatifler gündeme gelmiştir. Kuzu olsa kesip yüzecek, pişirecek, suyuna pirinç salacak o tecrübeli insanlar ahirete göç etmişler, kendileriyle birlikte birçok güzelliği de alıp götürmüşlerdir. Mezarları nur, mekânları cennet olsun. Bizim sahip olamadığımız güzellikleri onların orada yaşamalarını umuyoruz. Bugün yemekler aşçı tarafından yapılmakta, kuzu yerine büyükbaş hayvan eti kullanılmakta, diğer lezzetlerle birlikte gözlerden çok gönüller köy bazlamasını aramaktadır. Köy camiinde okunan mevlidi şerif, hatim ve yağmur duasının ardından, Gazi Gündüzalp türbesi ziyaret edilmekte, dönüşte köy ilköğretim okulu bahçesinde şölen yemeği yenilmektedir. Yemeğin tatlısı da tahin helvasından burma veya kesme pişmaniyeye dönüşmüştür. Yemek, günümüzün modern yaşantısına uygun olarak poliüretan kaplarda self servis olarak ikram edilmektedir. Yapılan bu şölen yurdumuzun her insanına açık, her vatandaşımız davetlidir. Ankara eski milletvekili Şevket Bülent YAHNİCİ, <Osmanlı torunu, Türk evladı olarak ömrüm boyunca, sağlığım elverdikçe şölene geleceğim> demiş ve şölenlere her yıl katılmıştır.

1 Nisan 2016 Cuma

ŞIP ŞIP DEDE..burhaniye




Edremit Belediyesinin geçtiğimiz günlerde diktiği dev Türk Bayrağı ile Şıp Şıp Dede Türbesi 
körfezin hemenhemen bütün noktalarından görünür oldu.
Edremit'e bağlı Kadıköy beldesi sırtlarında çam ormanı içinde yer alan ve Şıp Şıp Dede adıyla 
tanınan, ancak hangi vakitler, nasıl yaşadığı bilinmeyen  Seyyid Muhammet Hazretleri kısmen 
kayadan oyulmuş türbesi içinde 2 metreden büyük, heybetli sandukasında yatıyor.
Kış ayları dolayısıyla sosyal tesisleri kapalı, şelalesi çalışmıyor olsa da güzel havalarda piknik 
masalarını kullanan ziyaretçisi eksik olmuyor.
Körfezi ayaklar altına alan enfes bir manzaraya sahip Dede'ye ulaşmak için köyün içinden 
geçen yaklaşık 2 Km lik yol bittikten sonra kısa bir dağ yolu kullanılıyor, yol düzgün olda da 
sağına soluna dökülen çöpler ve beton mikserlerinin beton artıkları maalesef gözlerden kaçmıyor.
Kitabesi bulunmayan, kulaktan kulağa günümüze kadar gelen anlatılara göre; yalnızlara eş, dertlilere
 derman ulaştıran Şıp Şıp Dedenin hemen önündeki büyük meşe ağacını dallarınada dilekler  
asılıyor.
414'de okey oynarken şansı yaver gitmeyenlere ya "Memeli hocaya git de kendini okuttur" yada 
"Şıp Şıp Dedeyi ziyaret et de şansın açılsın" dendiği üzere sizlerinde bir vakit bulup şanlı bayrağımızın
 altında hem o güzel manzarayı seyretmeniz hem de Dedeye bir Fatiha okumanız önerisiyle.

İMZE DEDE

İMZE DEDE..çal







Çal Çakırlar mahallesi mezarlığındadır. Tek odalı bir bina halinde ve kitabesi yoktur. İmze Baba Sultan Çakırlar mahallesi halkındandır. Sağlığında çiftçilikle uğraştığı, fakir bir aileye mensup olduğu ve 1825 yılında vefat ettiğini biliyoruz.Yaş ağaç kesenlerin üzerine kuru ağaç düşürdüğü biliniyor. Bir gün karısıyla evlerinde ekmek yaparlarken İmza Baba Sultan derin bir düşünceye dalar ve ekmekleri yakar. Duruma sinirlenen karısı oklavayla İmze Baba Sultana vurur.
İmze Baba Sultanda “Karadeniz’de bizim askerlerimizin gemisi batıyordu,onlara yardım ediyordum” demiş karısına, duruma inanmayan karısını inandırmak için, elini ateşin içine sokmuş ve canlı balığı ateşin içinden çıkartmış ve karısına vermiş. Balığı gördükten sonra karısı da İmze Baba Sultan’a inanmaya başlamış. Köy halkına, beyaz sakallı, yeşil kavuk ve uzun boylu olarak defalarcagörüldüğü söylenmektedir.

mühürlü Sultan (Kız Veli) Türbesi

mühürlü Sultan (Kız Veli) Türbesi 

menemen





İzmir Menemen ilçesi, Pazarbaşı Mahallesi’nde Müftülük binasının yanında bulunan bu türbenin kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi ve kime ait olduğu kesinlik kazanamamıştır. Halk arasındaki yaygın söylentiye göre bu türbe, Kız Veli, Mühürlü Sultan ve Kadın Türbe isimleri ile tanınmış bir kadına aittir.

HALİFE SULTAN TÜRBESİ..şeydişehir

HALİFE SULTAN TÜRBESİ..şeydişehir
Türbe seyyid Harun-ı Veli cami kuzey-doğusu bitişiğindedir. İçerisindeSeyyid Harun Veli’nin kızı Halife Sultan’ın Mezarı bulunmaktadır.  Ayrıca Türbenin içerinde iki sanduka yer almaktadır. Bunların Halife Sultan’dan sonra Seyyid Harun-ı Veli zaviyesine şeyh olan iki kişiye ait olduğu bilinmektedir.
Rüstem Bey ve Sultan Hatun Türbesi
Seyyid Harun cami’nin kuzeyindedir. Halife Sultan Kuzey duvarına bitişiktir. Turgutlu Oğlu Emir Şah kızı Sultan Hatuna aittir.
Türbenin içerisinde Turgut Oğullarından Emir Halil Bey oğlu Rüstem Bey ,  Ali Bey ,  Rüstem Bey kızı Dürrühant  Hatun  ve Yusuf Bin Mustafa’ya Ait beş  Sanduka bulunmaktadır.

HAYDAR SULTAN..KIRIKKALE

HAYDAR SULTAN..KIRIKKALE
HAYDAR- I SULTAN..HAYDARDEDE KÖYÜ





Ahmet Yesevinin oğlu olan Haydardede, Haydarı Kerrar, Haydar Sultan ve Bakancak olarak da bilinen ocağın evlatları olarak bu bilgileri vermekle Türk dünyasında yapılan yanlışlıkları düzelmektden gurur duyuruz.

Haydar, Hacı Bektaş’dan yaklaşık 15 yıl önce daha genç yaşta 5000 insan seliyle önce Amasya, Tokat, Yozgat yöresinden sonra Kayseri'ye kadar gelir. Geçtiği yerlerde insanları gönül seferberliğiyle Alevi kültürünü Divanı Hikmetle başlatır. Ne varki, Kayseri Küffarı acımasızıdır. Haydar esir düşer ve daha sonra şu an bulunduğu yerdeki kuyuya atılır. Bunun üzerine babası Ahmet Yesevi Anadoluya Haydar’ın yarım bırakmış olduğu misyonun devamı için 40 yüce eren görevlendirir.

Bunla başlayan gönül seferberliği Türk Tasavvuf Edebiyatı Hocası olan Ahmet Yesevi, Alevi Bektaşi kültürünü Hacı Bektaş önderliğinde, Yunus Emre gibi Yesevi ocağından yetişen 40 yüce erenler aracılığyla Anadolu'ya gönderen ilk Türk düşünürü büyük insan Ahmet Yesevi’nin oğludur Haydar..

İnancın heteredoks mantığyla yoğrulduğu insanlığın güzelliğiyle harman olan bu düşünce Anadolu'ya Arap dilinden ve kültüründen arıtılmış insana odaklanmış, Ahmet Yesevi Divan’ı Hikmet'iyle yerleşmiştir. Günümüzde Divanı Hikmeti, Diyanet İşleri kendi istediği şekilde yönlendirmekte ve Arapça sözcüklerle içini boşalmaktalar.

Bu nedenle, yüreğinde insanlık sevgisi olan, evrensel değerlere sahip çıkan ve kendi mesleğinde yücelik gören Antrapoloğ ve Etamolocistleri göreve davet ediyoruz. Hem Köyümüzün elinden alınan Velayetnameyi hemde Ahmet Yesevi’nin Divanı Hikmet kültürünü Diyanetin elinden alıp hak ettiği yere devredilmesi için gönül sevgisiyle üstlenecek araştırmaya davet ediyorum. Bu şekilde hem Divanı Hikmet Diyanetinin kıyımından hem de Sünnü zihniyetin hakimiyetinden kurtarılımış olacaktır.

31 Mart 2016 Perşembe

EYÜP SULTAN TÜRBESİ

EYÜP SULTAN TÜRBESİ 


Hz. Eyyub E1-Ensari






Eyüp Sultan Camii'nin yanındadır. Hz. Muhammed'in ordusunda sancaktar olup, İstanbul'un muhasarası sırasında şehit olan Hz. Eyyub E1-Ensari'nin mezarıdır. Mezar fetihten sonra bulunmuş ve üzerindeki türbe 1459 yılında cami ile birlikte inşa edilmiştir. 

Dışı çinilerle süslü türbe özellikle Cuma, kandil ve bayram günleri ziyaretçilerle dolup taşar. İşleri ters gidenler, kısmetini açtırmak isteyen kızlar, yeni evlenenler, sünnet olanlar ve çeşitli dilekleri olanlar türbenin önünde dua eder ve çevresini üç defa dolaşırlar. Türbenin ayak ucunda bulunan suyun kalp hastalığına şifa olduğuna inanılır. Eyüp Sultan'da dilek tutanlar çeşitli adaklar adarlar (yiyecek dagıtmak, kurban kesmek vs.) ve dilekleri gerçekleşenler bu adaklan fakir insanlara dağıtırlar. 

Türbe, Eyüp Sultan Camii adıyla bilinen ünlü ve kutsal camiin kuzey tarafında ve iç avlusunun hemen önündedir. İstanbul’da yapılan ilk eser budur. Büyük Türk hükümdarı Fatih Sultan Mehmet tarafından, 1454-55 tarihlerinde yapyırılmıştır. Türbede medfun bulunan Hz. Halid Bin zeyd Ebu Eyyub el-Ensari Medineli’dir. Hazraç kabilesinin önemli kollarından Neccar-Zade Hanedanı’nın reisidir. Babasının adı Zeyd, annesinin adıHind’dir. Künyesi Eba Eyyüb’dür. Hicretten iki yıl önce Mekke’ye gelerek Hz.Muhammed S.S. ile görüşmüş ve İslam’ı kabul etmiştir. 

Hicretin 48. veya49. (M. 668-69) senelerinde İslam Ordusu kumandanı Süfyan bin Avf’ın idaresindeki ordu,İstanbul’a gelmişti. Şehir muhasara edilmiş ve kuşatmanın devam ettiği bir sırada Halid bin Zeyd ve Süfyan bin Avf vefat etmişlerdi. Yaşının hayli ilerlemiş olması ve çok uzak yollar katetmesi sıhhatini bozmuş ve bir rivayete göre ishal, bir rivayete göre de astım hastalığından yatağa düşmüştü . Vefatında türbesinin bulunduğu yere defnedildi . Büyük hükümdar Fatih İstanbul’u muhasara ettiği sırada muhteşem oyağını, Topkapı karşısında, Maltepe Kışlası’nın bulunduğu yere kurmuştu. Muhasara sırasında da Hz.Halid’in mübarek kabrinin bulunmasını, kuşatmaya iştirak eden devrin kutbu, Akşemseddin Hazretleri’nden istemişti. Kuşatmanın başlarından İstanbul’un fethine kadar Cuma namazları topluca, Eyüp Sultan Camii’nin bulunduğu yerde kılınmıştır. 

Türbe sekiz köşeli olup tek kubbelidir. Kesme taştan yapılmıştır. Kubbe cephe yüzlerine oturtulmuştur. Kasnağı yoktur. Cephe köşelerine kabartma sütunlar yapılmıştır. Pencere söveleri mermerdir. Kapısını bulunduğu cephe hariç,diğerlerinde alt üst iki pencere bulunmaktadır. Alt pencerelerin pirinçten dökme kapakları mevcuttur . Kemerli yapısı alternatifli olup mermerdir. Üzerine Allah ve Muhammed isimleri ve bunun altına da kelime-i tevhid hak edilmiştir. Türbenin içi, alt pencerelerin üst silmesine kadar bütün duvarlar mavi ve beyaz rengin hakim olduğu desenli çinilerle kaplıdır. Bu çinilerin üst tarafında türbeyi fırdolayı kuşatan,lacivert zemin üzerine beyaz celi yazılar ile donatılmış bir çini kuşağı yer almıştır. Buraya Besmele-i Şerif ve Tevbe Suresi’nin ayetleri yazılmıştır. 

Üst pencerelerin hizasından kubbe kilit noktasına kadar kalem işlemeleri ile süslenmiştir.kubbe ortasına güzel bir istif ile Âl-i imran Suresi’nin 193.ayet-i kerimesi yazılıdır. Muhtemelen bu yazı Fatih devrine aittir. Pirinçten dökme ve döğme bezemeli alt pencere kapakları ise Sultan III. Selim tarafından yaptırılmıştır. 

Türbenin ortasında etrafı gümüş şebekeli bir parmaklık içinde Hz.Zeyd’in sandukası bulunmaktadır. Üzerine siyah atlastan yapılmış ve sarı simle işlenmiş güzel bir yazı ile “Kisve-i Şerif” örtülmüştür. Bu kisveyi Sultan II. Mahmud yaptırmış olup üzerindeki yazıların büyük bir kısmı devrin meşhur hattatı Mustafa Rakım Efendi’ye aittir. Siyah atlas Kisve-i Şerife’yi bağlayan sırma kuşak üzerindekiceli hatlar Sultan II. Mahmud’a aittir. Sandukanın etrafındaki gümüş şebekeyi ilk defa Sultan I. Ahmed gümüş telden yaptırmıştır. Büyük bir ihtimalle 1020(1611) tarihinde hacet penceresi duvarı yaptırılırken konmuştur. Daha sonra Sadrazam İbrahim paşa himmetiyle bu gümüş tel şebeke onarılmış ve son olarak da Sultan III. Selim barok stilde ve gümüşten dökme olarak şimdi ki şebekeyi yaptırmıştır. Şebeke maden işçiliği bakımından şaheserdir. Arka cephesinde 1207(1792) tarihinde yapıldığına dair tarih vardır. Şebekenin ön kısmında, yukarıdan aşağıya doğru,Hz. Halid’in alemdarlığına işaret olmak üzere sembolik bir sancağı şerif muhafazası,önünde istiridye kabuğu şeklinde tuğravari bir süs ve onun ortasında da güzel yazı yazmanın önemine işaret eden bir hadis-i şerif görülmeltedir. Az aşağıda ise,gümüş oyma olarak bir Besmele-i Şerife bulunmaktadır. Şebekenin ön cephesinde ve ortaya yakın simetrik ve oyma olarak Hz.Halid’in isimleri görülmektedir. Gümüş şebekenin sağ ve sol taraflarında daire içinde Besmele-i Şerif ve onun etrafında Fatiha suresi oyma olarak işlenmiştir. Şebekenin ayak ucunda ise,yine oyma olarak, bir beyit yazılmıştır. Bu beyiti Şair Münib Efendi yazmıştır. 

Şebekenin üst kısmını meydana getiren inişli çıkışlı çerçevenin üzerinde döğme halinde ve sağdan sola Bakara Suresi’nin ayetleri ile Âl-i İmran Suresi’nin ayetleri yer almıştır. Bu şebekenin arka kısmında kalan yerde Osmanlı padişahları kılıç kuşanma merasimleri yapmakta idiler. Büyük değer taşıyan bu gümüş şebeke,II. Dünya Savaşı’nda diğer kıymetli müze eşyasıyla birlikte Niğde’ye götürülmüş ve savaş bittikten sonra getirilerek tekrar yerine konmuştur. Türbenin içinde ve sandukanın ayak ucuna rastlayan duvarın kenarında bir kuyu vardır. Bu kuyunun mermer bilezik taşı,türbe duvarı özel olarak bir miktar oyulmak suretiyle yerleştirilmiştir. Halen üzerinde ağaçtan çıkrığı ve bakır kovası görülmekte ve üzerinde yer alan kitabeden bu kuyunun Sultan I. Ahmed tarafından ihya edildiği anlaşılmaktadır. 

Kuyu bilezik taşından itibaren iki metre derinlikte,kuzey tarafa bir dehlize açılmakta ve burada ikinci bir bilezik taşı daha görülmektedir. Bu ikinci bilezik taşının biraz aşağısında da kuyunun suyu kolayca farkedilmektedir. Bu kuyu ve dehlizi türbenin Haliç tarafı ve Silahdarağa Caddesi tarafından tahminen iki metre derinlikte kuşatan ikinci dehliz ile alakalı olmalıdır. Bu dehliz üzeri eyvan şeklindedir ve zemini mermer döşelidir. Yüksekliği takriben 1.25 metredir. Genişliği ise,iki ile beş metre arasında değişmektedir. Bu dehlize, türbe kapısının sağ tarafındaki Sultan I . Ahmed Sebili’nin içindeki altı basamaklı merdivenli bir yoldan girilmektedir. Dehlizin içine girildiğinde tam orta yerden bir ucu Bostan İskelesi’nde denize ulaşan bir kanalın ağzı görülmektedir. Toprak altı sularının artması ile kuyunun dehliz içindeki bilezik taşından taşan suların akması için bu kanalın açıldığı muhakkaktır. Çünkü,kuyu ve türbenin mevkii, İdris Köşkü Tepesinin hemen eteğindedir. 

Türbenin pencerelerine ait siyah atlas perdeler, aslında Hz. Peygamber’in Türbesi Ravza-i Mutahhara için hazırlanmış, ancak I. Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine götürülüp konamamıştı. Üzerine kendi renginden Tevhid ve Şahadet kelimelerinin işlendiği görülmektedir. Ortada sandukanın üzerindeki dairevi kandillikte yer alan 36 adet buhurdan ve zemzemiyye Sultan III. Ahmed’in hediyesidir. Bunların bir kısmı altın bir kısmı ise gümüştür. 

Türbe girişindeki büyük kristal avize,Sultan III.Selim veya Sultan II. Mahmud tarafından türbeye konulmuştur. Sandukanın dört köşesine konan dört büyük şamdan ise emniyet düşüncesi ile Topkapı Sarayı Müzesi’ne kaldırılmıştır. Bu gümüş şamdanları Sultan İbrahim hediye etmiştir. Türbenin duvarlarını Sultan I. Ahmed’in, Sultan III.Mustafa’nın, Sultan III. Selim’in, Sultan II. Mahmud’un, Sultan Abdülaziz’in,Hattat Osman Efendi’nin, Hattat Ahmed Razi Efendi’nin, Hattat Yesarizade Mustafa İzzet Efendi’nin,Mahmud Celaleddin Efendi’nin ve Hattat Rıza Efendi’nin yazıları süslemektedir. Sultan III. Selim tarafından söylenip Yesarizade Mustafa İzzet tarafından yazılan şu levha da bir şaheserdir: 

Alemdar-ı kerim şah-ı iklim risaletsin Muinim ol benim daim bi Hakk-ı Hz. Bari Selim-i ilhamı her den yüz sürer bu ravza-i pake Şefaatle kerem kıl Ya Eba Eyyüb Ensari 

Sancak-ı şerif 1730 tarihine kadar türbede muhafaza ediliyordu. Bu tarihte zuhur eden Patrona isyanında asiler sancak-ı şerifi almak için harekete geçince derhal Topkapı Sarayı’na kaldırılmıştır. Bugün türbede yalnız iki sancak-ı şerif kılıfı vardır. Fatih Sultan Mehmed, türbenin kapısını tahtadan yaptırmıştı. Sultan I. Abdülhamid bunları kaldırarak yerine bugünkü tunç kapıları koydurup pencereleri de yeniledi. Türbe kapısının yenilenmesine söylenen bu şiir padişah emri ile kapı üzerine yazılmıştır: 

Şefa’at kast ider İhlasla ol bab’da Hakk’a Bu c’ay-i pake Han Abdülhamid yapdı der-i vala 

Sultan II. Abdulhamid bu tunç kapı önüne bizzat kendi eliyle sedef kakmalı,parmaklıklı bir kapı yapıp koymuştur. Türbenin önünde medhal dediğimiz bir kısım vardır. Fatih devrinde türbenin kapısı önünde bir revak vardı. Burası, sütunlar üzerine oturtulmuş bir kubbecikten ibaretti. Yanları açıktı. 1022(1613) tarihinde, Sultan I. Ahmed,bugün gördüğümüz hacet penceresinin de üzerinde bulunduğu çini kaplı duvarı,sebil ile beraber inşa ettirerek eski medhal kısmını tamamen değiştirmiştir. Bu giriş kısmının tavanı klasik Türk tezyinatına ait kalem işleri ile süslüdür. Duvarları ise çinilerle kaplıdır. 

Medhale açılan kapının sağ tarafında Fatih ve Sultan Beyazid devri nişancılarından Ahmed Çelebi Paşa’nın kabri vardır. Lahit şeklindeki bu mezarın arkasında ve türbenin sağ tarafında ise Kadınlar Mescidi vardır. 3*3 boyutlarında küçük bir odadır. Sultan II. Mahmud’un kızı, Âdile Sultan her sene ramazan süresince burada itikafa çekilmeyi adet edinmişti. Hz.Halid için yazdığı, çok duygulu kasideyi, bu küçük mescitte yazdığı söylenir. İç avludan türbe medhaline açılan hacet penceresi üzerindeki bronz şebeke Sultan I. Ahmed tarafından yaptırılmış olup orijinaldir. Pencerenin, cami avlusuna bakan yüzünde ve üstte şu kitabe vardır: 

Müyesser eyledi bu meşhed-i envar-ı pür feyz ü vefa Resulullah-ı mihman iden yar-ı vefakarı Türab-ı merkad pak-ı mücella eyler Ensari Mücahid fi sebililah Ebi Eyyub El-Ensari 

Hacet penceresinin iç kısmına ise hadis-i şerif yazılmıştır. Anlamı şudur: ”Devemi kendi haline bırakınız. Zira o kendine düşen görevi yapmaya memur edilmiştir. O da gitti, Ebu Eyyub’ün kapısı önüne çöktü.” Methalin sol tarafında uzunca bir koridor vardır. Dış avluya açıldığı yerde, sağlı sollu iki cüzhane yer alır. Sağ taraftakini Kanuni devrindeki sadrazamlardan Semiz Ali Paşa, sol taraftakini ise Genç Osman’ın annesi Mahfiruz Hatice Sultan yaptırmıştır. Koridorun iki yan duvarı muhtelif renk ve desende nadide çinilerle kaplanmıştır. 

İç avluda bulunan ve türbe medhaline açılan kemerli yapının üzerinde “Tac’ül-tevarih “ yazarı, Hoca Sa’düddin Efendi’nin oğlu ve 26. Şeyhülislam Mehmed Es’ad Efendi’nin Hz.Halid hakkında yazdığı 36 mısralı Arapça bir kitabesi bulunmaktadır. Es’ad Efendi 1034(1625) tarihinde vefat etmiştir. Kabri, Eyüp’te Saçlı Abdulkadir Efendi Camii Haziresinde,babasının yanındadır.