KARIŞIK

12 Mart 2016 Cumartesi

Seyyid Emir Külal Özbekistan – Buhara’da

Seyyid Emir Külal


Özbekistan – Buhara’da



Büyük velîlerden. İnsanları Hakk’a dâvet eden, doğru yolu göstererek saâdete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin on dördüncüsüdür. Hazret-i Hüseyin’in soyundan olup, seyyiddir. Evliyânın meşhûrlarından olan Muhammed Bâbâ Semmâsî’nin talebesi ve Behâeddîn-i Buhârî Nakşibend hazretlerinin hocasıdır. Çömlekçilik yaptığı için “Külâl” ismiyle meşhûr olmuştur. Buhârâ’nın Sûhârî kasabasında doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1370 (H. 772) sensinde Sûhârî’de vefât etti. Kabri oradadır. Büyük bir âlim ve mürşid-i kâmil olup, her ânını İslâmiyete uygun olarak geçirdi. Pekçok kimse onun sohbet ve derslerinde kemâle gelmiştir. Onun üstün hâllerini gösteren çok menkıbesi vardır.
Annesi şöyle anlatmıştır: “Emîr Külâl’e hâmile iken, şüpheli bir lokma yesem, krın ağrısına tutulurdum. O lokmayı mîdemden geri çıkarmadıkça, karın ağrısından kurtulamazdım. Bu hâl başımdan üç defa geçti. Sonra çok temiz ve hayırlı bir çocuğa hâmile olduğumu anladım. Bunun üzerine yediğim lokmaların helâlden olmasına çok dikkat edip, ihtiyatlı davrandım.”
Sâlih bir zât olan babası Seyyid Hamza, Medîne’den gelip, Buhârâ’nın Efşene köyüne yerleşmişti. Bir defâsında, devrinin en meşhûr velîsi Seyyid Atâ beraberinde zamânın en meşhûr zâtlarıyla, büyük bir cemâat hâlinde, Emîr Külâl hazretlerinin babası Seyyid Hamza’nın bulunduğu köyden geçiyordu. Bu yolculuğu sırasında tanışıp dost oldular. Bundan sonra Seyyid Atâ’nın her ne zaman oraya yolu düşse, evvelâ dosdoğru Seyyid Hamza’nın evine gider, başkalarıyla daha sonra görşürdü. Yine bir defâsında Efşene köyüne uğramış ve Seyyid Hamza’nın yanına gelmişti. Bu gelişinde ona bir müjde verip; “Ey kardeşim! Allahü teâlâ sana şânı pek yüce olacak bir evlât verecek. Cihân, baştan başa onun hizmetine girecektir. Bu çocuk doğduğu zaman, ismini Emîr Külâl koy!” dedi. Aradan yıllar geçti. Seyyid Hamza’nın bir oğlu oldu. Seyyid Atânın işâreti üzerine, ismini “Emîr Külâl” koydu.
Emîr Külâl, on beş yaşlarında iken güreşmeye heves etmiş ve bu işle meşgûl olmaya başlamıştı. Bir gün güreş meydanına çıkıp dönerken, seyircilerden birinin kalbine şöyle gelir: “Bu seyyid çocuk, güreş ile meşgûl oluyor, hâlbuki böyle hâlde bulunmak, kendisinin yüksek değerine v eseyyidlik şerefine uygun değildir. Kalbine bu düşüncenin gelmesiyle, oturduğu yerde uyur; rüyâda kıyâmetin koptuğnu ve göğsüne kadar bir bataklığa battığını görür. Çıkmaya gücü de yoktur. O sırada Emîr Külâl hazretleri gelip, elleriyle onu pazusundan ttup, bataklıktan çıkarır. Uykudan uyanınca, güreşin sona erdiğini görür. O zaman Seyyid Emîr Külâl hazretleri, ona dönüp; “Senin rüyânda gördüğün gün için pehlivanlık ediyorum; senin gibi çamura ve bataklığa batmış olanları kuvvet ve himmetle kurtarırım.” buyurmuştur. O zât, Emîr Külâl’in ellerine kapanıp, tövbe ve istigfâr etmiştir.
Yine gençlik yıllarında bir gün, er meydanında güreş tutmakta ve büyük bir kalabalık da onu seyretmekte idi. Zamânın büyük âlimi ve mürşid-i kâmili olan Muhammed Bâbâ Semmâsî, o güreşirken tam oradan geçmekte idi. Orada durup, uzun müddet ayakta onu seyretti. Yanında bulunan talebeleri bu hâle şaşıp, kendi kendilerine; acaba bu işle meş”ul olanları seyretmesinin sebebi nedir? diye düşündüler. Muhammed Bâbâ Semmâsî, yanında bulunan talebelerinin kalblerinden geçeni anlayıp buyurdu ki: “Bu meydanda öyle bir mert vardır ki, pekçok kimse onun sohbetinin bereketiyle evliyâlık konaklarının üstün mertebelerine kavuşacaktır. Onu, bulunduğumuz yola bağlamak istiyorum.”
Onlar böyle konuşurken, Emîr Külâl’in gözleri Muhammed Bâbâ Semmâsî’ye takıldı. Onu görür görmez, birdenbire kalbi ona tutulup değişiverdi. Hemen koşup yanına yaklaştı. Muhammed Bâbâ Semmâsî’nin ellerine kapandı. O güne kadar yaptığı bütün hatâ ve günahlardan tövbe etti ve Muhammed Bâbâ Semmâsî’ye sâdık bir talebe oldu. Bundan sonra, hayâtında yeni ve bambaşka bir safha başlamıştı. Hocasının sohbet ve hizmetinden hiç ayrılmadı. Yirmi sene sohbetine ve derslerine devâm etti. Her hafta Pazartesi ve Perşembe günleri, Sûhârî’den beş fersah (30 km kadar) uzakta bulunan ve hocasının ikâmet ettiği Semmas’a gider gelirdi. Hocasına olan bağlılığı, temizliği, gayreti, ilme olan arzu ve isteği, onu kısa zamanda olgunlaştırdı. Hocasının ders ve sohbetlerinde kemâle ulaştı. İnsanlara doğru yolu gösteren kıymetli bir rehber oldu. Hocası Muhammed Bâbâ Semmâsî hazretlerinin vefâtından sonra, onun yerine geçip, irşâd vazifesi yaptı. İnsanların İslâm ahlâkı ile ahlâklanmasını, kalbin ve rûhun kötü huylardan kurtulmasını, Allah rızâsı için güzel iş ve ibâdet yapmayı sağlayan ve bu iş için lâzım olan bilgileri öğreten tasavvuf ilminde çok talebe yetiştirdi.

Mahya Baba Türbesi / ANKARA

Mahya Baba Türbesi / ANKARA 

/ BEYPAZARI / Karaşar Beldesi


Mahya Baba Türbesi

Mahya Baba Türbesi, Ankara İli Beypazarı İlçesi Karaşar Kasabası Mahya Tepesi üzerindedir.
Mahya Baba Kimdir: Mahya Baba Türklerin Balkanlara göçü sırasında görev almış bir akıncı beyidir. Burada medfun olan Mahya Baba’nın kim olduğu konusunda herhangi bir bilgi yoktur.

Türbenin Durumu: Türbe dikdörtgen planlı yığma taştan, üstü metal çatıyla örtülü özensiz bir türbedir.

Cibilli Dede Türbesi / ANKARA

Cibilli Dede Türbesi / ANKARA / ÇAMLIDERE / Kös Yaylası

Cibilli Dede Türbesi, Ankara İli Çamlıdere İlçesi Çamlıdere Yaylasından Kös Yaylasına çıkan yol üzerindedir.
Cibilli Dede Türbesi
Cibilli Dede Kimdir: Cibilli Dede ormanda geyiklere tuz verir, yabani hayvanları beslermiş. Ermiş bir zat olduğuna inanılmaktadır.

Türbenin Durumu: Türbe çamlar arasında üstü açık bir mezar şeklindedir. Türbe yanında namaz için betonarmeden küçük bir bina inşa edilmiştir.

Yürüyen Dede Türbesi / ANKARA / ALTINDAĞ –Sakarya Mahallesi

Yürüyen Dede Türbesi / ANKARA / ALTINDAĞ –Sakarya Mahallesi

Yürüyen Dede Türbesi, Ankara İli, Altındağ İlçesi, Sakarya Mahallesi, Öksüzler Sokaktadır.
Yürüyen Dede Türbesi -Yeni
Yürüyen Dede Kimdir: Yörük Dede ve Doğan Bey adlarıyla da tanınmaktadır. Türbenin Vakıf Kayıtlarında adı zikredilen Doğan Bey Zaviyesinin bir parçası olduğu düşünülmektedir..

Türbe uzun yıllar evlerin arasında sadece dış kapısı açık, etrafı ise evlerle çevrelenmiş olarak durmaktaydı. Belediye ve vakıfların gayretiyle etrafı açılmış ve restore edilmiştir. kümbetin cenazeliği yoktur. Tek sanduka vardır. Kesme ve kiremitten inşa edilen türbe Selçuklu Dönemi 14. yüzyıl yapısıdır. Türbe Koruma Kurulu kararıyla 1972 yılında Anıt Eser olarak tescillenmiştir.   
  

Taylan Köken

İncili Çavuş Türbesi

İncili Çavuş Türbesi




İncili Çavuş Türbesi: Sav Kasabasında İncili Çavuş’a ait olduğu 


söylenen içi boş bir türbe vardır. Türbe kövke taşından yapılmış,

 sekizgen gövdeli ve konik çatılıdır. İncili Çavuş’un İstanbul 


Aksaray’da bir mezarı vardır.

ANADOLU VE BALKANLARDA SARI SALTUK

ANADOLU VE BALKANLARDA SARI SALTUK 

   














Dede Korkut’tan Nasrettin Hoca’ya, Hoca Ahmet Yesevî’den Yunus Emre’ye, Kanuni Sultan Süleyman’dan Gazi Mustafa Kemâl Atatürk’e  kadar adları ciltlere sığamayacak kadar çok olan devlet ve kültür adamlarımız sadece yaşadıkları coğrafya parçasında değil, bütün Türk dünyasının gönlünde yaşamakta ve saygıyla anılmaktadır. Bu şahsiyetlerden biri de Sarı Saltuk’tur. Ölümünün üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen Sarı Saltuk hâlâ Anadolu, Rumeli ve Balkan Türklerinin günlünde ve hafızasında yaşamaktadır. En doğuda Diyarbakır ve Tunceli’den başlayıp Bor, İznik, İstanbul’dan Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk, Makedonya, Bosna Hersek’e kadar uzanan çizgide bulunan Sarı Saltuk’a ait türbe ve makamların büyük bir saygıyla ziyaret edilmesi, menkıbelerin anlatılması Sarı Saltuk’un hatırasının canlı bir şekilde yaşamakta olduğunun birer delilidir. Sadece Müslüman Türkler arasında değil Ortodoks mezhebine bağlı Hristiyan dinindeki Gagauz Türklerinin de Sarı Saltuk’u milli hafızalarında yaşatmaları, ondan saygıyla söz etmeleri ve onu bir Türk azizi kabul etmeleri dikkat çekicidir. 
 Peki kimdir Sarı Saltuk ? Ne zaman yaşamış, neler yapmıştır ?
Sarı Saltuk, Anadolu ve Rumeli’nin fethi esnasında kahra­man­lığı  ile daha yaşarken efsane­vi bir şahsiyet haline gelen bir Türk kahramanıdırTarihi kaynaklarda yer alan Sarı Saltuk ile ilgili bilgiler çelişkili ve Sarı Saltuk’un gerçek hayatını ortaya koyacak nitelikte değildir. Bu konuda en önemli kaynak, doğrudan doğruya Sarı Saltuk’un hayatını konu alan Saltuk-nâme adlı eserdir. Eser tahminen 1480 yılında tamamlanmıştır.
Saltuk-nâme’ye göre asıl adı Şerif Hızır’dır. Kendisi bir destan kahramanında bulunması gereken bütün özelliklere sa­hip­­tir. Son derece güçlüdür, yüreğinde korkunun zerresi bile yoktur. Tek başına düşman kalelerini fethetmektedir. Aman dile­yen düşmanına karşı ise merhametlidir.
Bu özellikler dışında Sarı Saltuk’un olağan üstü güçleri de olduğu Saltuk-nâme’de mübalağalı bir şekilde anlatılmaktadır. Çok uzaklarda aleyhinde söylenenleri işitebilmekte, oturduğu yerden bir kılıç darbesiyle bir başka diyardaki düşmanını öldürebilmekte, göz açıp kapayıncaya kadar bir diyardan bir başka diyara gidebilmek­tedir.
Düş­man­ları bir türlü Saltuk’u öldürememektedir; ok atarlar batmaz, kılıç vurur­lar kesmez, büyü yaparlar tesir etmez, suya atarlar boğulmaz, ateşe atarlar yanmaz. Bütün bu özellikler göz önünde bulundurulduğunda, Sarı Saltuk’un alp-eren kişiliğinin yanı sıra, bazı menkıbelerde bir masal kahramanı kimliğiyle karşımıza çıktığı da görülmektedir.
Saltuk-nâme’ye göre Sarı Saltuk 99 yıl yaşamış, sonunda düşmanları tarafından  zehirlendikten sonra hançerlenerek şehit edilmiştir. Ancak, son nefesini vermeden önce de  kendisini zehirleyen ve hançerleyen düşmanını öldürmüştür.
Sarı Saltuk’un Anadolu’da Baba Sultan, Sarı Saltuk Sultan, Kilgra Sultan gibi adlarla anıldığını yazan Evliya Çelebi, Hıristiyanlar arasında ise Sarı Saltuk’un Sveti Nikola adıyla tanındığını belirtmektedir. Evliya Çelebi, Hıristiyanlar üzerinde Sarı Saltuk’un çok büyük bir etkisi olduğunu yazar.
Tarihî, edebî eserlerde yaşayan Sarı Saltuk’un Türk milleti üzerindeki tesirinin göstergesi türbe ve makamlardır. Anadolu’nun doğusundan başlayıp Balkanlara kadar uzanan coğrafyada Sarı Saltuk’un türbe ve makamları varlığını sürdürmektedir. Saltuk-nâme’de Sarı Saltuk’un on iki mezarı olduğu belirtilmektedir.
Sarı Saltuk, beylerin ve kralların mezarına sahip çıkmak isteyeceklerini söyleyerek her isteyene verilmek üzere birer tabut hazırlamalarını vasiyet etmiştir.Sarı Saltuk’un mezarını kendi ülkesinde bulundurmak isteyen beylere verilmek üzere on bir tabut hazırlanır. Çevredeki beylerden ve krallardan her isteyene bir tabut verilir. Tabutu alan, ülkesine dönerek cenazeyi defneder. Saltuk-nâme’ye göre Sarı Saltuk’un tabutunu alarak ülkesine götüren krallar ve beyler şunlardır: Tatar Hanı, Eflâk, Boğdan, Rus, Üngürûs (Macar), Leh (Polonya), Çeh (Çek), Bosin (Bosna), Beravati (Hırvat), Karnata Baba’ya ve Edirne’ye gömülen tabutlarla mezar sayısı böylece on ikiye ulaşmaktadır. 
Yurt içindeki ve dışındaki Sarı Saltuk’un türbe ve makamları araştırılarak, bu türbe ve makamların tarihi, kaynaklardaki yeri, yapısı, halk arasında bu türbe ve makamlara bağlı olarak anlatılan rivayetler ve efsaneler, bunlarla ilgili inanışlar ve diğer özellikler belirlenmiştir.
Tunceli’nin Hozat ilçesinin sekiz kilometre kuzeyindeki 2276 rakımlı Sarı Saltuk tepesinde aynı adla anılan bir makam bulunmaktadır. Tepenin güney ve güneybatısındaki Karaca ve Akviran (Akören) köylerinde Sarı Saltuk soyadını taşıyan bir aile de yaşamaktadır. Sarı Saltuk’a mal edilen kerametler sonucunda bu makam, bir adak yeri ve kutsal bir ziyaretgâh haline gelmiştir.
Diyarbakır şehir merkezindeki Urfa Kapısı yakınlarında Sarı Saltuk’un bir türbesi de bulunmaktadır. Halk, türbede yatan kişiyi Sarı Saltuk, Sarı Sadık, Seyyar Saltuk gibi adlarla anmaktadır. Halk arasında yaşayan başka rivayetler de vardır. Bu rivayetlerden birine göre Sarı Saltuk gezgin bir evliyadır. İnanışa göre Diyarbakır’da yaptığı bir savaş sırasında şehit düşmüş ve türbenin olduğu yere gömülmüştür. Türbenin halk inanışlarında önemli bir yeri vardır. Cuma akşamları türbeyi yalın ayakla ziyaret eden kadınlar  bir dilekte bulunurlarsa bu dileklerinin yerine geleceğine inanmaktadırlar. Sıkıntıya düşen bir kimse Sarı Saltuk’un adını üç defa anarak yardım isterse, hemen imdada yetişeceğine inanılır. Hastası olan, kocası işsiz olan, evlenmemiş kızı bulunan kadınlar türbeye gelip dertlerine deva bulmağa çalışırlar, türbeye mum dikerler. Çevredeki cami ve binaların duvarlarını sarmaşıkların sarmasına, hatta tamamen kaplamasına rağmen Sarı Saltuk türbesini yıllardır hiçbir sarmaşığın sarmaması da Sarı Saltuk’un manevî gücüne bağlanmaktadır.
İznik’teki Sarı Saltuk türbesi şehir merkezinin dışında, Cevdet Hersekli adlı bir kişinin üzüm bağının içerisindedir. 1963 yılındaki tadilata kadar türbenin üzeri açık durumdaydı. C. Hersekli, dedesi Mehmet Hersekli’den dinlediğine göre, Sarı Saltuk «Türbemin her tarafı açık olsun rüzgâr alsın, üzeri açık olsun rahmet yağsın !» diye vasiyette bulunmuş. Dört sütun üzerine oturtulmuş bir kubbeden meydana gelen türbenin dört tarafı da açıktır. Türbe, İznik ve çevresindeki halk tarafından saygıyla ziyaret edilmektedir. Hacca gitmeğe niyetlenen hacı adayları­nın ilk ziyaret ettikleri türbelerden biri de Sarı Saltuk’un türbesidir.
rumelifeneri
İstanbul boğazının Karadeniz’e açılan en uç iki noktasından biri olan Rumelifeneri’ndeki fener binasının içerisinde Sarı Saltuk’a ait bir ziyaretgâh vardır. Karadeniz’e dik inen bir tepenin üzerine yapılmış olan bu fener 147 yaşındadır. Fenerin yapılacağı sırada köyde yaşayan Mehmet adındaki bir kişi, gece rüyasına bir velinin girdiğini, incir ağaçlarının olduğu yerde Sarı Saltuk’un mezarının bulunduğunu, fenerin bu mezar üzerine yapılmasının daha hayırlı olacağını söylediğini anlatır.  Yapılan kazı sonucunda işaret edilen yerde gerçekten bir mezar bulunur ve mezarın olduğu yer ziyaretgâh şeklinde düzenlenerek üzerine fener inşa edilir.Balkan ve I. Dünya Savaşı sırasında köy düşman gemilerinin bombardımanına maruz kalmış, köydeki bütün evler yıkılmıştır. Feneri hedef alan düşman topçusu bütün gayretine rağmen isabet kaydedememiştir. Köydeki balıkçılar eskiden ziyaretgâha büyük saygı gösterirlermiş. Yirmi beş yıl öncesine kadar, balıkçılar denize açılmadan önce tekneleriyle fenerin etrafında toplanıp, avın bereketli geçmesi için Sarı Saltuk’un ruhuna dualar okuduktan sonra denize açılmak için Sarı Saltuk’tan izin isterlermiş. Balıkçılar, Sarı Saltuk’un ruhunun kendilerini koruduğuna inanırlarmış. 
Babaeski’de de Sarı Saltuk’a ait bir ziyaretgâh olduğu tarihî kaynaklarda belirtilmektedir. Ancak, Babaeski’deki makam günümüze ulaşamamıştır. İlçenin doğusunda, Cedid Ali Paşa Camii’nin yakınında bulunan bu makam ve tekke Balkan Savaşı sırasında Bulgarlar tarafından yıkılmıştır.

Dobruca bölgesinin Romanya’da kalan kısmında Babadağ olarak anılan küçük bir kasabada Sarı Saltuk türbesi vardır.Burada yatan kişinin gerçekten de Sarı Saltuk olduğuna dair kaynakları bulunmaktadır. Türbe yakın zamanda bir onarımdan geçirilmiştir. Ancak, bu onarım sırasında türbenin tarihî yapısı kısmen kaybolmuştur. Türbe, bugün de kasabadaki ve çevredeki Türkler tarafından ziyaret edilmektedir. Evliya Çelebi’nin Seyahat-nâme’de büyük bir hayranlıkla anlattığı bu türbe ve tekkeden bugün sadece üzeri kapalı bir mezar kalmıştır. Kasabanın en yaşlı kadını Sıdıka Emriye Hanım eskiden beri türbenin ziyaret edildiğini, kadınların adaklar adadığını anlatıyor. Çocukluğunda  türbe ziyaretinin büyük bir tören şeklinde yapıldığını, Hıristiyanların da türbeyi ziyaret ettiğini belirtiyor.  Kasabadaki bir başka ziyaretgâh olan Koyun Baba’yı Müslümanların yanı sıra Hıristiyanlar da ziyaret etmektedir. Sarı Saltuk türbesini ziyaret eden kadınlar dileklerinin olması için türbede dualar okumakta, mum yakmaktadır. Eve döndükle­rin­de koku çıkarma olarak adlandırdıkları kızgın yağda hamur kızartma işini yapmaktadır. Anadolu’da lokma dökme olarak adlandırılan bu geleneğin Babadağ’da koku çıkarma olarak adlandırılması dikkat çekicidir.
Makedonya Cumhuriyeti’ndeki Ohri şehrinin yaklaşık 30 km. güneyinde Ohri gölünün güney kıyısı üzerinde kurulmuş olan Sveti Naum Manastırındaki şapelde Hıristiyanların Sveti Naum’a ait olduğunu düşünerek ziyaret ettikleri ve sesler geldiğine inanarak dilek tutup kulaklarını dayadıkları bu mezar, geçmişte Türkler tarafından da Sarı Saltuk’un mezarı olarak kabul edilmiş ve saygıyla ziyaret edilmiştir.Tarihte bu mezarın hem Hıristiyanlar hem de Müslüman Türkler tarafından ziyaret edildiği, Hıristiyanların mezarda Sveti Naum’un yattığına inandıkları, Müslüman Türklerin ise mezarda Sarı Saltuk’un yattığına inandıkları araştırmacıların çalışmalarıyla ortaya konulmuştur.Daha sonra Türklerin pek çoğunun bölgeden ayrılmasıyla mezarın Türk ziyaretçilerinin sayısı gittikçe azalmış, zamanla Türkler mezarı ziyarete gitmemeğe başlamıştır. Böylece mezar sadece Hıristiyanların ziyaret ettiği bir yer haline gelmiştir. 
Zaman zaman Türkiye’de bir kültür mozaiği bulunduğunu bilimsel temele dayanmadan ileri sürenlerin yanıldığını Sarı Saltuk’un tarihî kişiliği, türbe ve makamları ortaya koymaktadır. İster Sünnî, ister Alevî, ister Ortodoks; ister Doğu Anadolulu, ister Batı Anadolulu, ister Balkanlardaki Türkler tarafından büyük bir saygıyla anılan, türbe ve makamları ziyaret edilen Sarı Saltuk birleştirici bir unsur olarak karşımızdadır.  
Derleyen:Sibel Çağlar

Hayran Efendi

Hayran Efendi







Gökdere caddesi üzerindeki yıkılmış olan Hacı Kürük camii ile aynı yerde bulunan hazirede 7 adet kabir vardır. Mezar şahideleri tamirler esnasında yıpranmış ve yazılar okunamayacak duruma gelmiştir. Bu yüzden kime ait oldukları belli değildir.
Sadece kıble tarafından dördüncü mezarın şahidesinde 1125/1713 tarihi okunabilmektedir. Duvarın kıble tarafında ise camide imamet görevi yaptıkları zannedilen 1282 ve 1295 tarihlerinde vefat etmiş Erzurumlu Seyyid Ahmet ve iskilipli Gazi Ahmet Ağa’nın mezarları vardır. Hayran Efendi’nin kabir taşı ise ne yazık ki yoktur.
Halk tarafından Hayran Efendi Türbesi olarak bilinip fatihalar okunmaktadır.

11 Mart 2016 Cuma

BAHRİ BABA TÜRBESİ

BAHRİ BABA TÜRBESİ..izmir
XX. Yüzyıl başlarında, Bahri Baba Türbesi'nin ünü İzmir'in dört yanını tutmuşken, şehir de gittikçe büyümüş ve genişleyen şehirde yeni yollar yapılması ya da imar alanları kazanılması şart olur.
Ancak şehir merkezinde büyük yer kaplayan mezarlıkların başka yerlere taşınması her zaman oldukça sorun çıkarır ve bu işe el atan zamanın yöneticileri de karşılarına dikilen muhalefet nedeniyle başarılı olamazlar.
Özellikle o bölgede bulunan Musevi Mezarlığı'nın başka yere taşınarak buraya, "Millet Bahçesi" yapılması düşüncesi 1908 yılından itibaren sürekli olarak basında yer alır.
1910 yılında ağaçlandırılmaya başlanan araziye 1700 meşe ve 50 zeytin ağacı dikilir.
Bahri Baba mezarı sorununu ise kesin olarak 1913 ile 1917 yılları arasında İzmir Valisi olarak görev yapan Rahmi Bey çözer.


II. Meşrutiyetten sonra toplanan Birinci Meclis'e, Selanik'ten giren Rahmi Bey, İttihat ve Terakki Cemiyeti Genel İdare Kurulu'nun oybirliği ile görevlendirmesiyle vali olarak İzmir'e atanınca Bulvar Şirketi'nin kurulmasına ön ayak olur ve günümüzdeki Fevzi Paşa Bulvarı'nın çok büyük bölümü ile İkiçeşmelik'ten Eşref Paşa'ya çıkan Eşref Paşa Caddesi'nin devamının yapımını sağlar.
İzmir'de ilk kez düzenli karakol binaları kurar ve birçok önemli yapı da o dönemde inşa edilir.
Vali Rahmi Bey göreve başlar başlamaz Basmane, Mezarlıkbaşı, Kğlu, Karataş ve İkiçeşmelik'teki mezarlıkların şehrin gelişmesine engel olduklarını saptar. Derhal bu mezarlıkların kaldırılmasına karar verir. 


Bu cesur hareket hiç de iyi karşılanmaz. Şehirde birçok dedikodu yayılır. "Vali'nin mutlaka çarpılacağı" söylenir. Ancak Rahmi Bey özellikle tekke şeyhlerinin baskısına aldırmayarak kararı uygulamaya başlar. Kimse de çarpılmaz.

"Şehir içindeki mezarlıkların kaldırılması" kararına Bahri Baba türbesi de dahildir. Bu nedenle etekleri tutuşarak soluğu Rahmi Bey'in huzurunda alanların başında Halil Dede gelir:
"Efendim, Bahri Baba hazretleri dün gece rüyama girdi. Git vali beye söyle, mezarlıklara ilişenlerin elleri taş olacaktır. Beni yerimden edip rahatımı, huzurumu bozmasınlar." der.
Rahmi Bey hem akıllı hem de oldukça pratik bir yöneticidir. Halil Dede'nin arsa işindeki çıkarının da farkındadır. Bozuntuya vermez ve "Kararı gözden geçireceğini" söyleyerek Dede'yi uğurlar ama ertesi sabah daha gün doğmadan adam gönderir ve Halil Dede'yi yatağından kaldırtarak apar topar huzuruna çıkartır. Ne olduğunu anlayamamış olan Halil Dede, doğrusu biraz da ürker.
Rahmi Bey gayet rahat konuşur: "Bu Bahri Baba hazretleri gerçekten yaman bir evliya imiş. Dün bana rüyana girip seninle konuştuğunu söylediğinde pek inanmamıştım. Ama doğruymuş. Evliya hazretleri bu gece de benim rüyama girdi. Vali bey, benim yerimi değiştirmemelerini söylemiştim ama artık vazgeçtim. Türbemi açık ve ferah bir yere nakletmenizi artık ben de istiyorum dedi" der.
Yüzü kireç gibi olan Halil dedenin söyleyecek sözü kalmaz.


Rahmi Bey zaman geçirmeden tantanalı bir tören düzenleyerek Bahri Baba'nın mezarını Eşref Paşa'da, o dönemler Sarımsak Dede Mezarlığı olarak bilinen mezarlığa nakleder.
Bu mezarlık ise 1932 yılında zamanın İzmir Valisi Kazım Dirik ve Belediye Başkanı Dr. Behçet Salih Uz tarafından kaldırılır. Bahri Baba'nın sanduka biçiminde olan mezarının başındaki Mevlevi külahlı taşta, "İş bu merkatı şerif Hüseyin Avni Paşa hazretlerinin mahdumu Ahmet Fuat beyefendi tarafından vaz ve inşa olunmuştur. Vefatı: 1309" yazılıdır.
Bu mezar taşındaki bilgiden Bahri Baba'nın öldüğü tarihin 1893 olduğunu öğreniriz. Bahri Baba'nın kemikleri diğer mezarlarla birlikte Asri Mezarlığa taşındıktan sonra bu alan Eşref Paşa pazaryeri olarak kullanılır ve bir köşesine de NikDairesi inşa edilir. 

Bahri Baba türbesinin ilk yeri Maşatlık'ın bulunduğu alanla birlikte İzmir'in en güzel parklarından biri haline getirilir. Günümüze kadar başka adlar verilmek için çeşitli girişimlerde bulunulmasına rağmen, Bahri Baba, kendisi kalamasa da adının bu parkla günümüze kadar yaşamasını başarır.
Bu park alanı Cumhuriyet döneminde, ilki Aziz Akyürek'in Belediye Başkanlığında olmak üzere birçok kez düzenlenir. Mithat Paşa Caddesi'ne, İnönü Caddesi adı verildiği 1942 yılında parkın adı da İnönü Parkı olarak değiştirilir. 


Özellikle Mithat Paşa Caddesi'nin genişletilmesi çalışmalarına uygun olarak alt kıyısı defalarca biçim değiştirir, bu arada yapılaşma da başlar. Önce Güney Deniz Saha Komutanlığı binası, ardından Belediye Şark Kahvesi (Şato Gazinosu), Atatürk İl Halk Kütüphanesi, Astsubay Orduevi ve büyük trafo binası, öte yandan Birleşmiş Milletler Yolu adı verilen Varyant, parkın yeşil alan miktarını oldukça düşürür.
Parkın günümüzde İzmir Metrosu Konak Meydanı istasyonuna en yakın bölümüne 1958 yılında tiyatro sarayı yapılması kararlaştırılırsa da bu proje yaşama geçirilemez ve yarıda kalan inşaat uzun zaman sonra yıkılır.
Aynı bölgede bulunan ve uzun yıllar yarım kalmış tiyatro sarayı inşaatının bulunduğu 6100 m2'lik arazi de 2000 yılında yapılan düzenleme ile "Bahri Baba Parkı" adıyla yeşil alan haline getirilir. 

VAYLOĞ DEDE (Mustafa Tuna)



VAYLOĞ DEDE (Mustafa Tuna)



Vayloğ Dede Türbesi - Malatya
Şah İbrahim Veli Evlatlarından
Vayloğ Dede Türbesi

Malatya-Hekimhan-Ballıkaya (Mezirme köyü)










Süleyman ÖZEROL

Anadolu’da dedelik kurumunun temsilcisi durumunda olanların soyağacının Hz. Ali‘nin oğlu İmam Hüseyin‘e dayandığı bilinir. Bunlara“Ocakzade“denir. Malatya ve birçok çevre illerde Vayloğ Dedeadıyla tanınan Mustafa Tuna bunlardan biridir. 1895 yılında Hekimhan‘ın Ballıkaya Köyü’nde doğar. Malatya, Hekimhan, Arguvan, Arapkir, Darende köylerinin birçoğunda dedelik kurumunun temsilciliğini yapar. 1972‘de Ballıkaya‘da ölür. Halk arasında “rüyaya girme“, “nefes evladı verme“, “başkalarının içini okuma“, “gaipten haber verme“gibi konularda kerametleri olduğuna inanılır.
Herkesle içli dışlı olması, babacan davranışlarıyla“içindeki babayı çıkar” deyimini kullanır. Çocuğu olmayan kadınlar ocağa gelerek onun duasını alır. Bu duadan sonra doğan çocuklar da erkek olarak dünyaya gelir. Çoğunlukla doğan çocuklara Vayloğ Dede’nin adı verilir. Bunlara “Vayloğ’un nazarlaması” adı verilir. Bu çocukların tümü de divane örneğin davranışlara sahiptir.
Vayloğ Dede ile ilgili birçok anlatımlar vardır:

I.
Denizli’de bir kadının rüyasına girer. “Adım Vayloğ. Hekimhan’ın Mezirme Köyü’ndenim. Ocağımageleceksin” der. Çocuksuz olan kadın kocasıyla birlikte Hekimhan‘agelir. Mezirme‘yi ve Vayloğ Dede‘yi sorarken, çarşıda bizzat dedenin kendisiyle karşılaşır. Kadın “işte rüyamda gördüğüm adam bu”diyerek Vayloğ Dede‘nin elini öper. Birlikte köye giderler. Bir kurban alıp keserler. Kadın kocasıyla Denizli‘ye döner ve ileride bir çocuk sahibi olduğu öğrenilir.
II.
Vayloğ Dede, Arguvan’ın Dolaylı Köyü‘nde sohbette bulunmaktadır. Arapkirli Boyacı Karabet de o sırada aynı köydedir ve Abidin adlı birinin misafiridir. Karabet Abidin Efendi’ye ” bizi de (görgüye) sohbet toplantısına kabul ederler mi? ” diyesorar. Abidin “bırakmazlar” der. Ermeni Karabet o akşam rüyasında üçkişinin semah döndüğünü görür. Sabahleyin Abidin’e gördüğü rüyayı anlatır. Abidin ” bir çuval buğdayı al, Vayloğ Dede‘nin yanına git ” der. Karabet buğdayı alır, Vayloğ Dede‘nin kaldığı eve gider. Dedeyi kahvaltı ederken bulur.
Karabet, “Vayloğ Dede, bir Allah Allah de“ ricasında bulunur. Vayloğ Dede dua eder, bir lokma ekmeği Karbaet‘e uzatır ve “al bu da semah dönen üç sofunun olsun” der. Karabet, Vayloğ Dede‘nin elini bir kez daha öper.


MUSA BABA TÜRBESİ..SELANİK YUNANİSTAN

MUSA BABA TÜRBESİ..SELANİK YUNANİSTAN


 MUSA BABA?
Türkçe ve Yunanca kaynaklardan edindiğim bilgilere göre Musa Baba ve Türbe hakkında şunları söyleyebilirim; Selanik’te eski Türk mahallesinde bugünkü adıyla Terpsitheas Meydanında bulunan yapı 16. yy. da şehrin tanınmış kişilerinden olan Bektaşi Musa Baba’ya ait. Yapının Sultan İkinci Bayezit döneminde 1481-1512 yılları arasında bir tarihte inşa edildiği düşünülüyor. Yapı Yunanca kaynaklarda da 16. yüzyıldan kalma bir Osmanlı mezarı (yani türbe) olarak anılıyor. Türbenin sekizgen bir yapısı olduğu ve Türbenin yanında daha önceden bir Bektaşi Tekkesi bulunduğuna yer veriliyor. Türkler mübadele sonrası şehri terk ettiğinde türbe uzun süre sahipsiz kalmış. Muhtemeldir ki Tekke ve Tekkeye bağlı yapılar bu arada yıkılmış ve yok edilmiş. Fakat Türbe kutsal bir mekan olduğu için olsa gerek yıkılmamış. Bakkal, spor kulübü ve benzer amaçlar için bir süre kullanılmış. Bu mahalleye bir süre sonra Anadoludan gelen Rumlar yerleştirilmiş. Anadolu Rumlarının ve bölge sakinlerinin bir dönem buraya Meryem Ana ve Hristiyan Azizlerinin resimlerini yerleştirdikleri, sonrasında da yapıyı kutsal bir mekan olarak kullanmaya devam ettikleri biliniyor. Yapı 2011 yılında restore edilmiş ve bugünkü görüntüsüne kavuşmuş.
TANIDIK BİR EFSANE
Anadolu ve Rumeli’de gerçekleştirdiğim seyahatlerde birbirinin tekrarı olan birçok efsane ile karşılaştım. Özellikle Alevi – Bektaşi inancına sahip halkların bu efsaneleri ulaştıkları bütün coğrafyalara taşıdıklarına şahit oldum. Gördüğüm kadarı ile isim ve mekanlar değişsede söylencenin özü ve mesajı her zaman aynı oluyor. Selanik’te türbesini ziyaret ettiğimiz Musa Baba hakkında Rumların anlattığı efsanenin Anadolu’da bulunan Hünkar Hacı Bektaş-i Veli hakkında anlatılan efsane ile aynı olması da bu benzerliklere en güzel örneklerden biri. Rumların Türkler’den öğrendiği ve hala anlattıkları efsane şöyle:
“Derviş Musa Baba bir ağa evinde hizmet ediyormuş. Ağa Hac görevini yerine getirmek için Mekke’ye gitmeye karar vermiş. Hac sırasında canı helva çekmiş ve Musa babaya bu durum ayan olmuş. Musa Baba ağanın eşinden biraz helva ayırmasını istemiş ve ağanın canının helva çektiğini söylemiş. Ağanın hanımı bu duruma inanmasada “Musa Baba’nın canı helva çekti herhalde” diyerek biraz helva ayırmış. Musa Baba aynı anda sıcak helvayı Mekke’ye götürüp ağanın göreceği bir yere bırakmış. Ağa eve döndüğünde eşine Mekke’de bahçede bulduğu sıcak helvayı ve bu mucizeye ne kadar sevindiğini anlatmış. Bunun üzerine Musa Baba’nın keramet sahibi bir ermiş olduğu ortaya çıkmış.”