KARIŞIK

29 Şubat 2016 Pazartesi

TAŞELİ YÖRESİNDE YATIRLAR ..

TAŞELİ YÖRESİNDE YATIRLAR


Taşeli yöresinde ermiş ve ulu kişiler (yatırlar-dedeler) vardır.
Bunlara halk büyük sevgi duyarlar. Her biri için bir efsane vardır. Söylenir ağızdan ağza günümüze gelir.

Genellikle ilkbahara girerken bu yatırlara halk akın akın gitmeye başlar. Orada kurbanlar kesilir, çörek çekilir, dualar edilir, Adaklar adanır. Her yıl 21 MART’ta Sultan Nevruz, 6 MAYIS HIDIRELLEZ, günleri saygı coşku ile anılır.

Bu günlerde çoluk çocuk, yaşlı, genç toplanıp giderler. Törenler yaparlar. Bu törenler tamamen Şaman geleneğinden gelmektedir. Aynı gün akşamı evlerde yaşlılar, gençler ayrı ayrı toplanırlar. Orta oyunlar oynanır, türküler söylerler, maniler dillenir.

Bu ziyaretler, inançlarına göre derde deva olacağı düşüncesiyle: kimi adak adar, kimi adağını yerine getirir.

“ Çocuğum olursa Zeyne Dede’ye gideceğim.! Çocuğu olduğunda Zeyne Dede’ye gider, kurban keser, dua eder. Bu durumlarda o çocuğa o Dede’nin adı verilir.
Zeynel, Zeynep v.s. İnanç sahipleri bu yatırları gözü gibi korur. Onu yüceltir. Onun hakkında ne öğrenirse çizer us’una. Yatırlara genellikle Çarşamba günü giderler.

HÜRÜ KIZLARI:

Silifke Kalesinin bulunduğu tepenin karşısında mezarlığın bulunduğu dağın tepesindedir. Yaşadığı çağda inancı uğruna mücadele vermiş, işkence görmüş, aşağılanmış sonra da bilgi ve ermiş kişiliği ile sahip çıkılmış bir evliya bacı olarak tanınmakta. Diğer bilge sahibi kişilerle bu tepede toplantılar yapmış. Onlarla Tanrı’ya bu Tepeden yakarmış. Sonrada Hak’a yürüyünce bu tepeye konduğu rivayet edilir. Halen bu tepede yıkıntılar bulunmaktadır. Bir süre önceye kadar yalnız Silifke’de Bulunan Abdallar gitmekte iken, son yıllarda 5 MAYIS HIDRELLEZ günü binlerce insan Ziyaret etmeye başlamıştır. Bu amaçla Belediye Dağın tepesine kadar yol yapmış bulunmaktadır. Bu gün insanlar gitmekte çaputlar bağlayıp, dileklerini simgeleyerek dua edip, horoz kesmekte, çörek çekmekte, ziyaretin bitiminde tepenin eteklerinde yemeklerini , birlikte gittikleri komşularıyla birlikte yemektedirler.
Evliya çelebi seyahatnamesinde Silifke'de Hürü Kızları ziyaret yerinden bahseder. 

TEVEKKÜL SULTAN TÜRBESİ:

Silifke’de eski taş köprünün yanındadır. Türbede Baba Sultan ve çocuk mezarları bulunmaktadır. Buraya çocuğu olmayan, ya da çocukları zayıf olanlar giderler. Çocuklarını götürüp mezarın üstüne koyup, dua ederler, bu şekilde çocuklarının sağlığına kavuşacağına inanırlar. Birçok yatır tepelere konmasına rağmen ,bu ve buna benzer birkaç yatır ovaya konmuştur. Aynı Türbeden Silifke’nin Bahçederesi köyünde, Altınkum mahallesinde Yalman Dede ve Erdemli Ayaş kasabasında PAŞA TÜRBESİ adı altında de bulunmaktadır.

ŞAH ER DURAĞI:

Silifke’nin İmamuşağı köyü Bağalanı Mahallesi üstünde tepenin başında bir ziyaret yeridir. Burada herhangi bir yatır bulunmamaktadır. Ancak rivayet edilir ki, Bütün Erenler zaman zaman burada toplanıp önemli kararlar alıp, Tanrı’ya dualar ederlermiş.
Bu ziyaret yerine özellikle Kırtıl köylüleri Nevruz günü ve Hıdrellez günleri giderler. Ayrıca bölgede yağmur yağmadığında civar köylerinden toplanan insanlar her evden yiyecek toplarlar. Tomas, arap oyunları oynarlar. Getirdikleri yiyecekleri Kırtıl köyüne teslim ederler. Kırtıl köylüleri bu bu yiyecekleri pişirip Şaher Durağına götürürler. Kurbanlar yenilir, dualar edip Mengi ve Semahlarını oynayıp niyaz ederler, Çoğu kez yolda yağmura Tutuldukları söylenir.

KIRTIL DEDE:

Yörenin en yüksek ve çevreye hakim dağında (1279 metre) Kırtıl Dağı bulunmaktadır. Bu tepenin başında bulunan Kırtıl Dede’den adını alır. Eteğindeki İmamuşağı Köyü Korucuk mahallesi köy oluşumu sırasında Kırtıl Köyü adını vermişlerdir.
Bir rivayete göre üç yoldaş : Zeyne-Ali Mekke-Kırtıl, diğer rivayete göre ise;Ali Mekke-Mağaras-Bulgar Bozağlan –Zeyne-Aza Dede-Şıh Yonis- Kırtıl.

İlkbahar, yaz aylarında Kırtıl’a ziyaretçiler çok gelirler. Yörüklerden davarı kırılan, hasta olanlar buraya gelirler. Dua ederler. Kurbanlarını kesip ardıçlara asarlar. Tepenin yanında eski bir su sarnıcı vardır. Buraya gelenler yararlanırlar. Buranın bakımını dağın eteğinde Kırtıl Tahtacıları(Bahçe obalılar) yaparlar, sürekli sahip çıkarlar Sultan Nevruz’da topluca çıkıp, çektikleri çörekleri yerler,nefes söylerler,semah dönerler.
Keçisi kırılan Yörük, koca bulamayan kız,kız bulamayan delikanlı, çocuğu olmayan kadınların uğrak yeridir.
“ Kırtıl Kırtıl
Bir Koca ver de kurtul.”
Veya
“ Kırtıl Kırtıl,
Bir kız ver de kutru.”
“ Kırtıl Dede,Kırtıl Dede: Sürümü kırandan kurtar Dede.”
“ Çocuğuma,yuvama dirlik düzenlik ver.”
Kırtıl köyünde bir efsane dinledik:
Efsanenin güncesi yakın .Yakın oluşu buraya karşı sevgiyi, güveni sağlamada.1940 yıllarında AVCI MEHMET adında bir avcı varmış.Kırtıl arasına ava çıkmış (iki dağ vardır. Biri sivri Kırtıl, diğeri yatırın olduğu tepe. Sivri Kırtıl’da da eski kalıntılar vardır) Dönmüş, dolaşmış av yok. Kırtıl Dede’nin alt yanında, sarnıç civarında
Ardıç ağacına sarılmış iki dev yılan görmüş. O kadar büyükmüş ki koca ardıç gözükmüyor. Avcı ürpermiş biraz. Ama çok cesurmuş. Çiftesini doğrultmuş al benek kafasına nişan almış. Bir el, iki el patlamayla birlikte bir ses yankılanmış. O anda sanki
Bir zelzele olmuş. Yer yerinden oynamış. Civarda odun kesen, tarla sürenler; bu sesi
Duymuşlar. Kırtıl üstünden bir yalım uçmuş. Top, top olmuş ardıcın dalları ile birlikte yere
Yığılmış yılanlar. Avcı korkudan kendinden geçmiş ,Kendine geldiğinde ejderhanın cansız yığınını görmüş. Yarı bitkin, korku içinde eve gelmekte iken akrabaları karşılamışlar, büyük hanımının öldüğünü bildirmişler. Birini mezara koymadan diğer hanımı ölmüş. Bir süre sonra bir uyuşukluk meydana gelmiş, felç olmuş. Yöre halkı durumu “ Kırtıl Dede’nin bekçisi olan ejderhaları öldürdüğü için Dede’nin hışmına uğradığı yorumu yapılmıştır. Avcı Mehmet uzun yıllar daha yaşamış, sahilden eşeğinin üstünde Kırtıl arasından Geçirim Yaylasına gidip gelmiştir. Her gördüğüne bu olayı ağlayarak, üzüntü içinde anlatmıştır. O günden sonra bir daha bu ejderha görülmemiştir.
Kırtıl dağında yıllarca orman yangın kulesinde Ormancılar nöbet beklemişler, askeri takım bulunmuş,1974 de Kıbrıs Hareketi ile Haberleşme bu tepeye kurulan tesislerle sağlanmış, sonra bu tesisler Orman İşletmesine devredilmiştir. Yıllarca haritalara ve kayıtlara Kırtıl olarak geçmesine rağmen 1980 den sonra gelişen Türk-İslam Sentezcileri buraya Çeliktepe, Zeyne’ye Sütlüce Balandız Köyüne de Gümüşlü ismini vererek bir nebze olsun tarihe ve geçmişlerine hizmet ettiklerini sanmışlardır.

Bütün bunlara karşın, halkın sevgisi saygısı azalmamış, inadına artmıştır. Bu ziyaretler onlara bir şey vermese ’de halk ziyaret ederek mutluluk duymakta, birazda
Olsa sıkıntılarından kurtulduğunu hissetmektedir.

ZEYNE DEDE(ZEYNEL ABİDİN SEMERKANDİ) :

Semerkant’da doğmuş, orada eğitimini almış. Anadolu’ya akın akın gelen Türkmenlerle birlikte önce Yozgat’a gelmiş.Bir süre burada kalmış.Bir gece düşünde
Bir ermiş Goca ;
“ Asayı fırlatıyorum. Böğürtlen Tikenli ,sulak bir yerde bulacaksın. Ora senin yurdundur.” Demiş.Zeyne Dede yollardan, bellerden aşıp böğürtleni bol, şimdi Zeyne-Şarlak denilen yere gelmiş, asayı orada bulmuş.(Şimdi burası Zeyne-Sütlüce kasabası)
Köylüler onu çoban yapmışlar. Her gün ona eziyet edip, hor görüyorlarmış. Bir gün sürüleri dolaştırırken köyün altında bir yerde yine alay etmişler. Senin ne kerametin var, dağdan gelip buraya çömezlendin, anan belli değil baban belli değil. O da eline asayı
Almış, vurmuş yere. Yerden su fışkırmış, coşmuş tarlalar su altında kalmış. O günden sonra buraya ŞARLAK adı verilmiş. O sular o günden bu yana hala akmada. Asırlık çınar ağaçları boy, boy uzanmada.
Bu durumu gören köylüler, çok korkmuşlar. Hemen eline, ayağına kapanmışlar, aman dilemişler. O günden sonra ona dostça davranıp, onun bilgilerinden yararlanmışlar. Biberin en güzeli, patlıcanın en iyisi orada olmuş. Yörede Zeyne Patlıcanı olarak ün salmıştır.

O öldükten sonra ‘da O’nun anısına bir anıt yaptırmışlar, Osmanlı devrinde korunmuş, hatta buraya Sancak verilmiştir. Bu gün asırlık çınar ağaçlarının altından fışkıran sular, aşağılara akmada. Bahçeleri suladıktan sonra Göksu nehrine kavuşmaktadır. Gelenler Zeyne Dede’yi ziyaret ettikten sonra kurbanlarını burada kesip, yiyip son dualarını ettikten sonra ayrılmaktadırlar.

Kasabanın ortasında Zeyne Dede’nin yatırı bulunmaktadır. Çocuğu olmayan kadınlar; buraya ziyarete etmektedir. Kapıda karşılayan görevli namaz mı kılacaksın, niyaz mı edeceksin diye sormakta ona göre yardımcı olmaktadırlar. Burada ziyaret işlemini bitiren kadınlar aşağıda suda yıkanmakta dır. Bunları yerine getirenlerin ,çocuğu olur. Buraya gelip te çocuğu olursa adını Zeynel veya Zeynep koyarlar.

Üç yoldaşlar efsanesinde : Türklerin başka uluslarla yaptığı savaşlarda Zeyne Sancağının kaybolduğu,savaş cephesinde görüldüğü ,sonra yerine geldiği. Kırtıl’da,Ali Mekke’de patlamalar olduğu söylenmektedir. Zeyne Sancağının Çanakkale, Kurtuluş Savaşı ve Kıbrıs Barış Hareketinde oralarda görüldüğü belirtilmektedir.

ALİ MEKKE :

Karaman belindedir. Bolkar dağlarının bozardıçlı, katran ağaçlarının içinde ,yaylak yerinde
Bulunmaktadır. Mut’un Köprübaşı, Sinamış (Yeşilyurt) Kumaçukuru Tahtacıları sahip çıkıp
Zaman zaman ziyaret etmektedirler.

AZA DEDE:

Karaman belinde Aza Tepe üzerindedir. Ali Mekke kadar ziyaretçisi gelmemekle birlikte saygın yatırlar içinde yer alır.

MAĞARAS DEDE:

Mut –Karaman yolu üzerinde yol kenarında karşılarda Mağaras dağını izlersiniz. Ya da Sillfke Kırtıl Dağından baktığınızda karşınızda ılgın, ılgın durur.

Mut’un Suçatı, Kıravga, Köprübaşı köylerinden tırmanarak çıkılır. Son yıllarda araç yolu açılmış bulunmaktadır. Dağın tepesinde Mağaras Dede yatırı ve pınarı ,su sarnıcı bulunmaktadır. Mağaras dağı üzerinde rüzgar gülleri sanki samah dönerler. 

Dağın tepesindeki, Mağaras Dede, pınarı ile birlikte yörede ilkbaharın mucudusunu yansıtır. Dağın eteğinde büyük su kaynağı bulunmaktadır. Hocantı adı verilen bu sudan üretilen elektrik uzun süre Mut’un enerji gereksinimini karşılamıştır.

Köprübaşı Tahtacıları buraya ilkbahar geldiğinde; Sultan Nevruz’da ve Hıdır Ellez’de topluca ziyarete gelirler. Dualar edip, semahlar dönerler. Adağı olan kurbanlarını keserler, birlikte yerler.

Mağaras Dede’nin fırlattığına inanılan bir taş vardır.4-5 metre uzunluğunda l1-2 metre yüksekliğinde 80 cm.enindedir. Kıravga /Su Çatı Ermenek Yolu eski yol üzerinde
dir. Mağaras’da büyük bir mahzen vardır. Buraya gelenler, bu mahzene küçük bir delikten girerlermiş .Günahı olanlar, buradan geçemez, içerde kalırlarmış. Buraya gelenler yıllarca
Bu mağarada ibadet etmişler, günümüzde de burada semah dönmenin çok sevap olduğuna inanılmaktadır.

Anılan yer aynı zamanda Hristiyanlığın yasak olduğu dönemde ibadet yeri olarak kullanılmıştır. Dolayısı ile Mağaras kilisesi olarak ta yer almaktadır.

ŞIH YONİS( YUNUS):

Mut-Karaman arasında Sartavul yaylasında bulunmaktadır. Buraya araçla çıkabilmek mümkün olup; TV vericisi ve GSM İstasyonları da bulunmaktadır. Yatır için yapılan mezarın yanında yıllar önce yapılan YEL DEĞİRMENİ yıkıntısı da bulunmaktadır. Çocuğu olmayan kadınlar ve dertlerini sağaltmak isteyenler ve dilek dileyenler uğramaktadırlar. Gsm istasyonları yapılırken, burada bulunan Şıh Yonis sunağı yıkılmıştır. O ziyareti bilip, ziyaret edenler, eski yerine taşları yığarak bir ziyaret yeri oluşturmuşlardır. Ziyaret etmeye devam etmektedirler.

Şıh Yonis olarak bilinmesine rağmen, define arayıcıları tarafından kazılmış. Tahrip edilmiş. Yel değirmeni ile uzun süre burada buğdaylar öğütülmüş. Bir yaşam sürmüştür. Çevre halkı orayı ziyaret edip, niyaz etmişlerdi. Eskiden yörükler, obalar bu bölgeden geçerken orayı ziyaret ederler, kurbanlar keserlermiş. Ama ziyaret yeri tahrip edildikten sonra adeta unutulmuştur. 

Turnaların Göksu vadisinden gelirken , mutlaka uğradığı bir yer olması. Turnaların geçerken ötüşleri Şıh Yonis i daha anlamlı kılmış. 

BULGAR BOZOĞLAN:

Silifke-Mağara-Ereğli arasında Torosların zirvelerinde Boklar dağlarına tırmanılırsa bu yatırla karşılaşmak mümkün.Erlere himmet eden ,özgürlük uğruna savaşanlara yardım eden,güç veren yatır olarak bilinir..Kozanoğlu,Dadaloğlu gibi
Avşarların buraya gelerek niyaz edip,ondan sonra savaşlara katıldıkları söylenir.
Şahatay şöyle diyor Bolkar Bozoğlan için:
“ Bolkarda Bozoğlan’ın delisi,
Delisi de Karadenizin yalısı
Arabı nıklıma dımışan varı
Şahı Merdan ile gezdiğim yerler..”


Şahatay dan esinlenen Kırtıllı Ozan Veysel Şimşek de:

“ Tarsus’tan Yeniceye gidiyor tren,
Hackırı Bozantıda birazcık eğlen
Bolkar Dağlarında Bulgar Bozoğlan
Oraya yüz sürün gidin turnalar…”


Son yıllarda bu türbenin Arzuman Ocağı Piri Arzuman Yunus’a ait olduğu, Arzuman Ocağı taliplerinin eski türbe önüne yeni bir türbe daha yaptırıldığı, Ereğli tarafından 175 basamak beton merdiven yapıldığı görülmüştür. Karaman’dan Ayrancı Çatköy üzerinden yaklaşık 120 km. mesafe bulunmaktadır. Bunun 100 km. asfalt, 20 km.si ise stabilize yoldur. Mersin den gelecek olanlar Arslanköy – Dümbelek Boğazı üzerinden gelebilmekte. Yaklaşık Mersin’e 100-120 km. uzaklıkta bulunmaktadır. 

Her yıl Ağustos ayı başlarında Tahtacılar burada şenlik yapmaktadırlar. Bu şenliğe Türkiye nin değişik yörelerinden Arzuman Ocağı talipleri de katılmaktadır.

Nefesler de yer alan birazcık nefeslenerek devam etme de…Niyaz etmeyi yüz sürmek olarak belirler. Turnalar her yıl Mısır’dan Türkiye’ye göçerler. Öyle inanılır ki; turnalar birer ermiştir. Uludur, pirleri, yatırları ziyaret ederler. Üzerlerinden geçerken döne döne samah
Ederler. Turnalar gittiği yerlere bolluk bereket götürürler. İyi insanlar için dua ederler, niyetler tutarlar. Yardan uzak, sıladakilere selam götürürler. Kah anadan askere, kah askerden. Anaya, yarenine selam götürme işi turnalarındır. 

“ Hicaz dan Turkiyeyi boylayın
Tozar’a da Yalman’a niyaz edin
Pederim Hacı’ya selam söyleyin
O size yol gösterir Turnalar….

Yalman Dede Turnaların durağı
Garibim yanıyor ufkun çırağı
Akdere üstünde Şaher Durağı
Oradan da niyaz alın Turnalar….

Çıkar havaya başlar figana
Posta mı oldunuz bütün cihana
Köyümüz üstünde Kırtıl Sultana
Ondan da himmet alın Turnalar..

Uçarlar havada hû deye deye
İnerler ovaya dağa vadiye
Kavak Köyü üstünde Sadık Dede’ye
Oraya da yüz sürüp geçin Turnalar…

Allahım sizi alıcı kuştan saklaya
Tanrım emanetin biran yoklaya
Şıhali Semerkandı’dan Ali Mekkeye
Ziyaret edip geçin Turnalar…

Yeter VEYSEL deme artık sözleri
Kadir Mevlam unutmaya sizleri
Silifke üstünde Hürü Kızları
İsterseniz orada kalın Turnalar….


Yukarıdaki dizelerde adı geçen Yalman Dede Silifke’nin Arkum kasabasında, Sadık Dede Cilbayır köyünde bulunmaktadır.






















Kaynak : 
1. Ahmet Duman 1900 doğ. Kırtıl köyü..
2. Veysel Şimşek Kırtıl köyü.
3. Ali Bektaş Dede, Narlıdere, İzmir Ocağı dedesi.
4. Avcı Memet , İmamuşağı Köyü Silifke. 
5. Remzi Kırmızı , Göksu Belediyesi kurucu Belediye Başkanı.

BAHÂEDDİN-İ VELÎ Hz. TÜRBESİ

 BAHÂEDDİN-İ VELÎ Hz. 

TÜRBESİ
                                             

 
                                 BAHATLAR'IN  BANİSİ
                     BAHÂEDDİN-İ    VELΠ  Hz.   TÜRBESİ


Günümüzde birilerini ya da bir yerleri görmeye gitmek, asıl anlamıyla da Arapça olan ziyaret kelimesi, ziyaret eden ve ziyaret etmek ile aynı anlamı taşımaktadır, bu manada ziyaret kelimesi, çok kullanılan oldukça da yaygın olan adak kelimesi ile yan yana kullanılmaktadır, farklı isteklerin, arzuların, dileklerin gerçekleşmesi için gidilen, halkın kutsal saydığı mekanlarda adak yerleridir, bu kutsal mekanlar yatır mezarları, türbeler şeklinde olduğu gibi, değişik farklı inançlara bağlı kutsal alanlarda olabilmektedir, bunlar su gözeleri, dağlar, ağaçlar, kayalar, çalı topluluğu ve taş yığınları olabilmektedir.
İslam coğrafyasında özellikle Anadolu topraklarında, hemen hemen her ilde, her ilçede, her kasabada, her köyde, türbe ve yatır ziyaretleri  kültürü, çok güçlü bir şekilde varlığını sürdürmektedir, İslamla ilgisi olmayan ama, eski Türk şaman inançlarından yada diğer batıl  inançlardan kaynaklanan, bazı gelenekler yada hurafeler olabilmektedir, çaput bağlamak, mum yakmak vs.
 Bu anlamda Konya’nın Bozkır ilçesine bağlı, yeni adıyla Ferhatlar, eski adıyla Bahatlar olan mahallede, halkın kutsal saydığı yerler vardır, bunların başında da üç yüz yıl önce bu köyde yaşayan, halen maneviyatı ile dertlerine çare arayanların akın akın geldiği, Bahâeddin-i Velî Hazretlerinin Türbesi bulunmaktadır.
Bahâeddin-i Velî Türbesinin tarihi hakkında, resmi hiçbir resmi bilgi ve belge bulunmamaktadır. Bahâeddin-i Velî hazretlerinin köyün ilk yerleşimcilerinden olduğu ve onun alim bir zat olduğunu bilenler, çeşitli sebeplerle bu köye yerleşmişlerdir ve köye onun adına izafen Bahatlar denmiştir. Bahâeddin-i Velî kelime olarak dinin güzelliğine eren, o dinin güzelliğine sahip olan, İslam dininin bütün güzelliğine ermiş kişi demektir. 
Hazretin türbesinin bulunduğu yer, diğer mahallelerde olduğunun aksine, ne cami haziresinde ne de mahallenin güney batısında bulunan mahalle mezarlığında değil, köyün tam kuzeyinde farklı bir yerde  mahallenin harman yeri denen mevkiinin hemen altında sade bir  türbede ailesiyle birlikte meftundur.  Kalp gözü açık olan Allahın veli kulları vardır. Bu zatlar kabirdeki insanların hallerini görüp onlarla konuşabildikleri gibi, hayattaki insanların manevi hallerini de görebilirler. böyle kalp gözü açık Allah dostunun Bahatlar Camiinde inzivaya çekildiğinde kızıl sakallı bir veliyle görüştüğünü söylemiştir, köyümüzün kurucusunun da bu veli olduğu ve şemali hakkında bu şekilde bilgimiz olmuştur. Türbenin dört bir tarafı, mahallelinin tahıl ekip kaldırdığı tarlalar tarafından  adeta kuşatılmıştır, bundan yaklaşık 150 yıl önce Mustafa & Fatma adlı ailenin olan bu tarla, ailenin tek çocuğu olan Ayşe adlı kızına kalmış, bu yurt kızı da evlenince türbenin bulunduğu tarla yavalar sülalesine geçmiştir,  daha önceleri de ziyaret edilen türbe, bundan sonra tarla sahipleri tarafından gezdirilmeye başlanmıştır, Ocak Evi önceleri 1 iken, sonraları 2 ye çıkmış, Ocak Evi daha sonları 10 un üzerine çıkmıştır, son zamanlarda dışarıya göç ve dış evlilikler sonrası bu sayı 4 e düşmüştür, ama gene de dışarıya gidenlerin ve göçenlerin hakları, birincil yakınları tarafından kullanılmaktadır.
Yakın zamanlara kadar türbede çeşitli kerametler görüldüğü birinci şahıslar tarafından anlatılmaktadır, türbeden çalı ve ağaç kesenlerin çeşitli hastalıklara yakalandığı, etrafında çevrili taşları yerinden çekenlerin geceleri uyutulmadıkları, önemli gün ve gecelerde Türbede Kandil Işığının sabahlara kadar yandığı, yaşayanların anlattıkları kerametlerdir, günümüzde nesilden nesile anlatılan fazla bir menkibeleri bilinmemektedir, ama şunu da unutmamak gerekir, tarihimiz hayal ürünü değil bilakis gerçeklerin bir tezahürüdür.
Günümüzde yaşayan Alimlerinde, Bahâeddin-i Velî hazretlerinin büyük bir zat olduğunu teyit etmişlerdir, bu sebepledir ki 2000 yılında tarlaların içinde olan bu türbe, Şevikler ailesi tarafından dört tarafıda betonarme duvarla koruma altına alınmıştır,
Türbenin dış duvarı 11*13 mt uzunluğundadır, Türbenin iç kısmında taşla çevrili alanı ise  4,5*6,5 mt dir, türbenin içinde erik, yabani armut, aşılı armut, ardıç ağaçları ile, köylünün karamlık ve böğürtlen diye adlandırdığı çalı bitkileri vardır. Bahâeddin-i Velî Türbesine yıln 12 ayı, özellikle de yaz aylarında çevre mahalleler, ilçeler  ve Konya merkez olmak üzere, yurdun çeşitli illerinden ve de, Avrupa da yaşayan gurbetçilerden, yüzlerce aile gelip burayı ziyaret etmekteler.
Konyanın 120 km güneyinde kalan, araçla 1.30 saat mesafesi olan Bozkır ilçesinin, kuzey batısında kalan, Bozkır İlçesi - Seydişehir İlçesi Yolunun 8. km sinde, sağ tarafta bulunan mahallenin, içinden geçilerek harman denen mevki ye kadar araçla gidilen, sadece 100 mt lik bir mesafeden yürüyerek ulaşılan bu türbeye, çocuğu olmayan aileler, çocuğu olup da düşen aileler, çocuğu olup fakat fazla yaşamayan aileler, daha sıklıkla ziyaret etmektelerdir, ziyarete gelen ailelerle birlikte, Ocak Evi yetkilileri nezaretinde, türbeye hazırlıklı bir şekilde gidilir, Hazret ve aile efradı ziyaret edilir, dualar okunur, Türbenin etrafı en az 3 kere dolanılır, Türbede yatan zatın hürmetine dilek ve arzular  Allahu Teala dan istenir, köşedeki namazgahta 2 rekat namaz kılınır, Türbeden biraz toprak alınır, toprak hem yenir hem de suyla karıştırılarak içilir, Ocak Evinden de biraz lavaş türü ekmek alınır, Ocak Evinden alınan diğer eşya olan mıh, demircide dövdürülerek kolye yaptırılır, boyna yada bileğe takılır, çocuğu düşen aileler ve çocuğu olup ta fazla yaşamayan aileler ise, bunlardan başka her gün küçük parçalar halinde çiğ et yutarlar, biiznillah eğer istekleri, arzuları, dilekleri yerine gelmişse ve de, adak adamış iseler  türbeyi tekrar ziyaret ederler ve adaklarını yerine getirirler, daha önceleri ziyarete gelen aileye, koşu gemi takılması, nal verilmesi gibi eski batıl inançlar unutulsa da, ağaçların ve çalı bitkilerin dallarına çaput bağlamak, mıh vermek ve çiğ et yutmak gibi inançlar, halen devam etmektedir.
Evliya kültürüne bağlı olarak türbeleri ve yatırları ziyaret etmek, onlara dua etmek, mezarlarının çevresini temiz tutmak ve güzelleştirmek, geçmişimizi unutmamak, geleceğimize ışık tutmak, maneviyatımızı daha güçlü kılmak, onlara olan saygımızı ve sevgimizi belirtmek, kendimize, köyümüze, kültürümüze ve coğrafyamıza sahip çıkmaktır, bizi biz kılan en büyük değerdir.
Tarihi eserler ve mezarlıklar toplumların tapusudur, Bahâeddin-i Velî  ve Hu Dede hazretlerinin türbelerini ihya etmek bulunduğumuz coğrafyamızı sahiplenmektir. Derneklerimizin amacı; Bahatlar'ın evlatlarının ve Bahatlar’a gönül verenlerin birlik, beraberlik, dayanışma ve yardımlaşmalarını sağlamak; Bahatlar’la ilgili bilgi ve
belgelerin araştırılıp açığa çıkarılmasını; türbe, yatır,tarihi eser ve kutsal sayılan yerlerin bakım ve onarımlarını yapmak; oraların öğretilerini günümüz koşullarına uygun bir şekilde yaşatarak yeni kuşaklara aktarıp yarınlara taşımak en büyük arzumuzdur,  Bahâeddin-i Velî  ve Hu Dede hazretlerinintürbelerinin de onlara olan saygının ifadesi olarak uygun şekilde restore edilerek, bulundukları makamlarının çevresi, insanların yaya veya araçlarıyla rahatça dolaşabilecekleri yol haline getirilmesi, yanlarına çeşmelerin yapılması, 1er adet bayan ve erkek tuvaleti yapılması, kurban kesme yerinin yapılması, çevrelerinin ağaçlandırılması Bahatlar’a gönül vermiş insanların geçmişimize borcudur, asırlardır türbelerin etrafına her hangi bir hizmetin yapılmadığı aşikardır, Bahatlar’ın o yüce maneviyatını yaşatmak için Bahâeddin-i Velî  ve Hu Dede hz.Vakfını kurup daha kurumsal ve güzel işler yapmaktır

Türbeler ve yatırlar ziyaret edilerek, onların yüzü suyu hürmetine, inanarak ve kalbinizi bağlayarak ettiğimiz duaların hak teala nezdinde kabul olması DİLEĞİ İLE..

KEZİBAN BACI (BACI SULTAN)

KEZİBAN BACI (BACI SULTAN)
EMİRDAĞ

Mezarı Köyümüz Arzılı mahallesi üst tarafındaki tepede bulunmaktadır. Hiç evlenmemiş, keramet sahibi olan ermiş bir kadındır. Çocuğu yaşamayanlar bağlanır. Çocuk erkek olursa Tufan kız olursa Keziban adını koyarlar.

Hamza Şeyh Dede Türbesi

Hamza Şeyh Dede Türbesi
   
 
Hamza Şeyh Dede Türbesi, Kayabelen-Balçıkhisar Yolu üzerinde bulunur. Rumi 1279, Miladi 1863 yılında yapıldığı dış duvarındaki kitabede belirtilen türbede Hamza Şeyh Dede ile birlikte eşi Şerife Ana ve 5 çocuğunun kabirleri vardır. Köylülerin ve köy dışından insanların adak ve kurbanları türbe yanında yer alan aş evinde kesilir, pişirilir ve ikram edilir. Türbe, ahşap bir yapıyken 1999 yılında dönemin belediye başkanı merhum Selahattin Aydoğan’ın annesi merhume Satı Aydoğan’ın maddi katkılarıyla restore edilmiş, iç-dış duvar ve kabirler mermerle kaplanmıştır. Türbenin dışında cenaze namazlarını kılmak için bir musalla taşı ve de yanında bir çeşme bulunmaktadır. Köy mezarlığı da türbenin yanında yer alır. 

Beklece Dede Yatırı..

Beklece Dede Yatırı..afyonkarahisar



















Köyden Balçıkhisar’a giden yol takip edilip Hamza Şeyh Dede Türbesi karşısından Kültür Merkezi’ne çıkan yoldan sola doğru devam edildiğinde bir vadi içinde ağaçlarla çevrili Beklece Dede Yatırı’na ulaşılır. Köylüler burada da adak keser ve pilav pişirip yatır yanında ikram ederler.

28 Şubat 2016 Pazar

YUH BABA


YUH BABA
"Benden öncekiler gibi gidersem..."
            İlçe merkezinde Haznedar Sokağı'nda bulunmaktadır. Rivayete göre şimdiki gibi bu sokağın başında sıralar halinde esnaf varmış. Esnaflardan biri, sokaktan kimin cenazesi geçerse geçsin : "Senin de ervahına yuh olsun!..." dermiş. Adamın adı esnafın arasında "Yuh Baba" olarak kalmış. Esnaflar aralarında : "Yahu bu adam gelene geçene yuh, çekiyor!... Eğer ölürse biz de bunun cenazesine yuh, çekelim!" diye karar kılmışlar. Gün gelmiş, Yuh Baba da tabuta konmuş, esnafın arasından omuzlar üstünde geçmeye başlamış. Sokaktaki esnaf ağız birliği içinde. "Yuh olsun ervahına!..." diye bağırınca; Yuh Dede, tabutun içinden doğrulup herkesin şaşkın bakışları arasında : "Eğer ben de benden öncekiler gibi gidiyorsam, benim de ervahıma, yuh olsun!" diyerek, tabuta tekrar uzanmış. Bu sözü duyan esnafın dili dişi kilitlenmiş. Yuh Baba'nın ne erdemli bir kişi olduğu ortaya çıkmış.
            Haznedar Sokağı'nda Yuh Baba'nın dükkânının bulunduğu köşeye halk, Tüm Tüm Oğlu Köşesi demektedir. Halk arasında ölüme giderken kalb gözü açık olan insanların kime nasıl baktıklarını hatırlatmak için şaka da olsa; "Elbet sen de bir gün Tüm Tüm, Oğun Köşesi'ni dönersin!... İşte Hanya'yı Konya'yı o zaman anlarsın!" sözü hâlâ kullanılmaktadır.

ŞIHEYLİK BABA (ŞEYH MEHMET EFENDİ)

ŞIHEYLİK BABA (ŞEYH MEHMET EFENDİ)
"Tamam Şeyhim, tamam!... Allah'tan iyilik bulasın, iyilik buldurasın!..."
Çeken Şıheylik Evliyası
 
            Şıheylik (Yeşilce) Köyü'nde bulunmaktadır. Şeyh Mehmet Efendi, Anadolu'nun manevî mimarları olan Horasanlı yedi kardeşin en büyüğüdür. Bu gelip yerleştiği ve çevrede binlerceinsanın gönlünü fethettiği söylenmektedir. Köyde yaşayan ve Topçular, lâkabıyla anılan ailenin, Şeyh Mehmet Efendi'nin soyundan geldiği bilinmektedir.
Şıh Mehmet Türbesi - Yeşilce Köyü
            Köyün merkezinde bulunan türbe, Selçuklu dönemi mimarî özelliğine sahiptir. Türbede Şeyh Mehmet Efendi'nin bayrak ve sancağı, ayrıca geyik derisi üzerine kendisi tarafından yazılmış bir şeceresi de bulunmaktadır.
Yeşilce Köyü Şeyh Eyük Türbesi
Yeşilce Köyü Şıh Mehmet Türbesi
            Şeyh Mehmet Efendi icazetini almak için Amasya'ya gider. Son derece mahcup bir tavrı olduğundan en sona kalır. Amasya Şeyhi, Şeyh Mehmet Efendi'ye seslenerek : "Gel bakalım Şeyh Efendi, bize marifetini göster ki, icazetini verelim." der. Şeyh Mehmet Efendi, binanın temel direğini bir eliyle kavrar, sallamaya başlar. Direkle birlikte bütün bina sallanmaya başlar. Bunu gören Amasya Şeyhi, "Tamam şeyhim, tamam!... İyilik bulasın Şıhım!..." diye, icazetini dahi vermeden, Şeyh Mehmet Efendi'ye bağlılığını bildirmiştir.
            Hemen hemen her türlü hastalık ve dilek için ziyâret edilmektedir.
Yeşilce Köyü Şıh Mehmet Türbesi

ŞEYH AHMET

 ŞEYH AHMET
"Ahmet'in Öküzü Gibi Ne Bön Bön Bakıyon!..."
            Kepez Köyü'nün yakınında bulunmaktadır. Türbesi bir tepenin üzerinde, etrafı çam ağaçlarıyla kaplıdır. Bu mübarek zat, Horasan erenlerinden Şeyh Seyyid Ahmet Kebirolarak bilinmektedir.

            Vakti zamanında bu ağaçların bulunduğu yere Şeyh Ahmet isminde biri gelip yerleşmiş. Çevredeki ağaçlardan, kaşık, kepçe, takunya yaparmış. Bu eşyaları bir öküzün boynuna asar, bir ihtiyaç listesi ekler, öküzü Zile'ye gönderirmiş. Öküz, şehir esnafının dükkânı önünde durur, dışarıdan içeriye bön bön bakarmış. Dükkân sahipleri de; "Bizim Ahmet'in öküzü geldi. Kaşıkları alın, ihtiyaç listesine bakın." Öküz, boynundaki ihtiyaç listesine göre dükkânları dolaşır, işi bittiğinde kimseye aldırış etmeden geldiği istikamete geri dönermiş.
            Bu gün Zile'de, etrafına "bön bön" bakanlara : "Ahmet'in öküzü gibi ne bön bön bakıyorsun?" sorusu sık sık sorulur.

            Şimdi ben de bir soru sormak istiyorum. Zile ile Turhal arasında hemen her konuda bir yarış vardır. Bunu bilmeyen kimse yok. Öyleyse bu menkıbe "Eski Turhal Köprüsü İçin" Öşür toplayan Şıh Ahmet'e mi, yoksa Kaşıkçı Şeyh Ahmet'e mi ait? Eğer, menkıbeler halk muhayyilesinde sıradan olaylar olsa, aynı şahıslara ve konulara sahip çıkma anlayışını nasıl açıklayabiliriz?
            Size bir şey söyleyeyim mi? Kim ne söylerse söylesin, bu toprakların altı da, üstü de bizimdir, bizim kalacaktır!... Bu menkıbeler yaşadıkça Anadolu'daki varoluş ruhumuzu hâlâ kaybetmeyeceğiz demektir.

            Bu konuyla ilgili bir başka rivayet de şöyledir. Şeyh Ahmet, öküzleriyle birlikte burada yaşarken aç kalmış. Öküzlerini kesmiş. Etinin bir kısmını dağıtmış, bir kısmını ailesiyle birlikte yemiş. Bir kısmını da ateşin içine koyup yakmış. Ateş sönmüş kül olmuş. Bir fırtına çıkmış, külühavaya savurmuş. Yağmur yağmaya başlamış. Küller, rahmetle beraber etrafa yayılmış. Her yerden mantar biter gibi çam ağaçları çıkmış. Bu güzel çam ağaçlarını gören Şeyh Ahmet "Çamlardan kesenlerin elleri kırılsın. Onlardan bir parça alıp evine götürenlerin, evleri barkları yansın." diye dua etmiş. Bu sebeple türbenin bulunduğu yerden bir çöp dahi oynamaz. Yoksa evliyânın kendilerini pek rahatsız edeceğinden korkmaktadırlar.

            Bu olayla alâkalı anlatılan bir menkıbe de şöyledir. Mübareğin sözüne inanmayan köylülerden biri Türbe'nin etrafındaki büyük bir çam ağacını keserek evine getirir. Yolda "Büyükse büyüklüğünü göreyim bakalım. Söylentilere karnım tok... Bunlar hep kocakarı tekerlemesi!" diye, eve gelmiş. Akşam içeride otururken, küçük kızı dışarıdan telaşla içeri girmiş. "Baba koş, çam yanıyor. Etraf ateşe gidecek!..." diye bağırmış. Köylü, heyecanla dışarı fırlamış. Çam ağacının ucunda yanan mumu görerek, şaşırıp kalmış. Gönlündeki, inançsızlık hemen kaybolmuş, çanı pürçekleri tutuşmadan "Tövbe!... Tövbe!... Ben ettim, sen etme!..." diyerek, hemen çam ağacını türbeye götürmüş. Bir daha ne o, ne de başka biri böyle bir hataya düşmemiş.

PERVANE BABA TÜRBESİ

 PERVANE BABA TÜRBESİ
 Yıldıztepe Kasabası Yeni Mahalle, Pervane Baba Caddesi, Belediye Parkı içindedir. Bubüyük zatın kim olduğu, nereden geldiği, ne zaman yaşadığı konusunda elimizde yeterince bilgi olmamakla beraber; Horasan Erenleri'nden büyük bir İslâm Mücahidi olduğu konusunda rivayetler vardır.


            Yıldıztepe'de şehit düştüğü ve buraya defnedildiği söylenmektedir. Bu türbe daha çok korku hastalığına tutulan çaresiz kişiler ziyâret etmektedir. Hastalığa yakalanan kişi, önce türbeye gelip usulünce ziyâretini yapar. Giderken türbenin yakınından küçük bir taş alınır. Türbeden alınan taş, evde suyun içine konur. Yedi gün, günde üç defa bu sudan hastaya içirilir. Bu sayede hastanın, korku illetinden kurtulacağına dair yörede inanç vardır.

Şehabeddin Sivasi Türbesi

Şehabeddin Sivasi Türbesi .. Selçuk 







Selçuk ilçe merkezindeki türbe, Zeyniyye tarikatı şeyhlerinden Şehabeddin Sivasi daha çok Uyunu’t-Tefasir isimli eseriyle tanınır. Gençlik yıllarını Sivas’ta geçirdiğinden Sivasi nisbesiyle anılır. Daha sonra İzmir’in Ayasuluk ilçesinde yaşadığı için Ayasulugi diye de bilinir. Küçük yaşlarda köle olarak Sivas’a getirildiği, tahsile burada başladığı, Zeyniyye tarikatının kurucusu Zeynüddin el Hafi’nin (v.1434) halifesi Ayasuluklu Şeyh Mehmed Efendi vasıtasıyla tasavvufa yöneldiği ve onunla birlikte Aydınoğullarına bağlı bir merkez olan Ayasuluk’a giderek hayatının sonuna kadar burada yaşadığı bilinmektedir. Sîvâsî’nin Ayasuluğ’daki hayatı, tamamen tedris ve irşatla geçmiş ve böylece şöhreti çevreye yayılmıştır. Aydın Sancak Beyi olan Halil Yahşi Bey’den gördüğü yakın ilgi
Ayasuluğ’a yerleşmiş ve burada Zeyniye tarikatının gelişmesi için çaba sarf etmiş olan Şehabeddin Sivasi, 1456 yılında vefat etmiştir. Tabibzade, Şeyh Mehmed Efendi’nin yegane halifesi olarak Şehabeddin Sivasi’yi gösterir. Silsilesi devam etmediğine göre Sivasi’nin bir mürşid sıfatıyla faaliyet göstermediği veya etkili olamadığı söylenebilir.
Şehabeddin Sivasi, genelde Zemahşeri ve Beyzavi tefsirlerinin özetlendiği, bunların üzerine talik, şerh, haşiye yazıldığı bir dönemde Kuran’ı Kerim’in tamamını tefsir eden nadir müfessirlerden biridir.
Şemseddin Sivasi tefsir, hadis ve tasavvuf alanlarında müstakil eserler vermiştir. Tefsiri dışında Sure-i Kehf Tefsiri, Risaletü’n Necat min şerr’i-sıfat, Cezzabü’l kulüb ila tarikı’l-mahbub, Riyazü’l ezhar fi cila’il ebsar, Şerh ale’l feraizi’s-Siraciyye, Şerhu’l Misbah isimli eserleri vardır. Halen medfun olduğu Selçuk ilçesinde halk arasında, “Şihâbuddîn Dede” diye anılmaktadır.
Moloz taş ve tuğla malzemenin karışık düzende kullanımıyla inşa edilmiş bir yapı olan Şehabeddin Dede türbesi, iki bölümden ibarettir. Türbe, dışarıdan yüksek bir kasnak olarak görülen basık bir kubbe ile örtülmüş asıl mekan ve daha sonra eklenmiş olduğu izlenimi veren, girişin sağlandığı daha alçak, düz örtülü bir mekandan meydana gelmiştir. Günümüz seviyesinden daha alçakta bulunan türbede, girişin solunda yenilenmiş mermer mezar, sağda ise mihrap nişi de bulunan kubbeli mekan yer alır. Ana mekan örtüsü, dört sütunun tuğla örgü kemerlerle birbirine bağlanmasıyla ve üç tarafı perde duvarla örülen gövde üzerine oturmuş, köşeler pahlanarak sekizgen bir kasnak görünümü verilmiştir. İki mekanın arasındaki yükseklik farkının oluştuğu yerde ise kemer içi boş bırakılarak yapılan pencere, diğer pencerelerle beraber mekanın daha da aydınlatılmasını sağlamıştır.

Haydar Baba Türbesi ...Karabağlar

Haydar Baba Türbesi ...Karabağlar 







Haydar Baba (1859-1919) Midilli’de doğmuş, sonra İzmir’e yerleşmiştir. Turabi Dede’den nasip almıştır. On sene kadar dervişlik yaptıktan sonra Babalık payesine kadar yükselir. Saz şairliğinde yetişmiş olduğu için irticalen nefes ve gazeller söyleyebilen birisidir. Vefatında önce Yusuf Dede Kabristanına, bu mezarlığın kaldırılması üzerine de Paşaköprü Mezarlığına defnedilmiş

Demirtaş Dede Türbesi

Demirtaş Dede Türbesi ..izmir.bergama







İzmir’in Bergama ilçesine bağlı Mahmudiye köyünde, köy çıkışındaki yüksek bir tepe üzerindedir.Kırma kiremit kaplı bir çatıdan meydana gelmiş küçük bir türbede iki kişi yatmaktadır. Kişiler hakkında ve Demirtaş Dede hakkında somut bilgi yoktur. Türbe etrafındaki yüksek ve asırlık ağaçların çokluğu dikkat çekmektedir.

YİĞİTBAŞ VELÎ MARMARAVÎ



YİĞİTBAŞ VELÎ MARMARAVΠ

 Evliyânın büyüklerinden. Halvetiyye tarîkatında "orta kol" olarak bilinen ahmediyye şûbesinin kurucusu. 1435 (h.839) yılında Akhisar'ın Göl Marmarası veya Marmaracık adı ile bilinen köyünde doğdu. Babası İsâ Halîfe, Halvetiyye şeyhlerindendir. Halk arasında Yiğitbaş Velî diye meşhûr olmuştur.
İlk tahsîlini babasından aldı. Sonra medreseye devâm etti ve zâhirî ilimleri öğrendi. Fakat kendisi ilâhî aşka tutulmuştu. Tasavvuf yolunda ilerlemek gönül gözünü görür hâle getirmek istiyordu.
-Tasavvuf, aşk ateşiyle yanmaya derler." sözü sanki onun için söylenmişti. Nitekim gâyesine erişmek için, Uşak'ın Kabaklı Köyünde insanlara doğru yolu gösteren büyük âlim şeyh Alâeddîn Uşşakî Hazretlerinin huzûruna vardı. Onun sohbetleri ile mânevî mertebelerden geçerek şeyhlik pâyesine yükseldi.

 
Şeyh Alâeddîn Uşşâkî Hazretleri Ahmed Şemseddîn'e icâzet (diploma) verdikten sonra, onu islâmiyeti yaymak, talebeler yetiştirmek ve gönülleri aşk-ı ilâhî ile doldurmak üzere Manisa'ya gönderdi. Ahmed Şemseddîn Hazretleri Manisa'da hocasının isteği doğrultusunda talebeler yetiştirmekle meşgûl oldu.

Ancak bu sırada iran şahı şâh ismâil de, ehl-i sünnet îtikâdını, müslümanların peygamber efendimizden gelen doğru inancı yıkmak için harekete geçmişti. Bu gâye ile anadolu'ya "dâî" adı verilen halîfeler göndermiş, sahte şeyhler eliyle bozuk ve yanlış tarîkatler kurdurmuştu. Ayrıca antalya'dan bursa'ya kadar pek çok yerde isyanlar çıkartarak halkı silâh gücü ile de sindirmek istemişlerdi. Karışıklık had safhada idi. Öyle ki bu sahte şeyhler osmanlı merkezine kadar sızdılar. İstanbul sahte şeyhlerle doldu ve halk kime inanacağını şaşırdı.
Velî pâdişâh ikinci bayezîd han, sahte tarîkatlerin ayıklanarak kapatılmasını istedi. Böylece halkın yanlış inanışlara kapılıp ehl-i sünnet îtikâdından uzaklaşmasına mâni olmak üzere harekete geçti. Kurulan bir mecliste şeyhlerin imtihana tâbi tutulmasını istedi. Bu düğümü çözmek için de ahmed şemseddîn hazretlerini Manisa'dan istanbul'a dâvet etti.
Ahmed şemseddîn hazretleri derhal bu ulvî görevi kabûl edip istanbul'da sultan bâyezîd-i velî hazretlerinin huzûruna çıktı ve osmanlı sultânının da hazır bulunduğu imtihan heyetine reislik etti.
O gün ahmed şemseddîn hazretlerinin tuttuğu şerîat süzgecinden hak ve doğru yolda bulunan şeyhler rahatlıkla geçerken sahteleri tutuldu. Bunlar mahcup ve perişan oldular. Tekkeleri kapatıldı ve yaptıkları işten men edildiler.

 
Ahmed şemseddîn hazretlerine, imtihan sırasında gösterdiği kemâl, dirâyet ve olgunluk sebebiyle "yiğitbaşı" lakabı verildi. Pâdişâh çok hoşnut kaldığı ve takdir ettiği bu büyük velîyi hediyelerle taltîf etti. O ise bu hediyelerin tamamını fakirlere dağıttı. İstanbul'da kalması tekliflerine rağmen, tekrar manisa'ya döndü. Bu hâdise dilden dile, şehirden şehire yayıldı. Sohbetine kavuşmak isteyenler manisa'ya akın ettiler ve çevresinde geniş bir sohbet halkası meydana getirdiler.Ahmed şemseddîn hazretlerinin kerâmetleri mısır'da arap molla nâmıyla tanınan bir zâta kadar ulaştı. Arap molla, ilmiyle mağrur bir zâttı. Ahmed şemseddîn'i imtihan etmek üzere mısır'dan manisa'ya geldi. Ahmed şemseddîn hazretlerini çekemeyenler derhal arap molla'nın etrafında tâzim, hürmet ve îtibâr halkası meydana getirdiler. Ona, yiğitbaşı velî aleyhinde pek çok sözler söylediler. Bu hal, arap molla'nın nefsini ve gurûrunu okşadı. Onlara:
"siz onu bana bırakın. Onun hakkından ben gelirim ve şeyhlik ne imiş ona gösteririm." dedi. Benlik dâvâsıyla mağrur arap molla, ertesi gün yiğitbaşı velî'nin dergâhına geldi. Dergâhın bahçesinden içeri girmek üzereyken kapıda iki derviş kendisini karşıladı ve; "ey molla! Şeyh hazretleri dergâhında sizi bekliyor." dediler. Arap molla geleceğinden hiç bahsetmemiş ve bu dervişlerle de daha önce karşılaşmamıştı. Şaşırdı ve dayanamayıp sordu:
-"ey canlar! Yanlışlık olmasın. Siz kimi karşılarsınız? Ben ziyâret edeceğimi bildirmemiştim." dervişler tatlı tatlı gülümseyerek sordular: "mısır'dan gelen arap molla siz değil misiniz?" molla daha büyük bir şaşkınlıkla; "evet." deyip dergâhtan içeri girerek kendisini bekleyen şeyh hazretlerinin huzûruna vardı.Yiğitbaşı hazretleri birkaç talebesiyle sohbet etmekte, onlara islâmiyetin güzel ahlâkından bahsetmekteydi. Molla arap'ın oturması ile sözüne devam etti:"ey dostlarım kibirden sakınınız. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; "kalbinde zerre kadar kibir olan cennet'e giremez." buyurdu. Kibir, ALLAH(C.C)'ın kullarına hakâret, aşağılık gözü ile bakmaktır. Kendini herkesten üstün görmektir. Ebû hâşim sûfi hazretleri; "dağı iğne ile kazıp yerinden yok etmek, kalpten kibri söküp atmaktan daha kolaydır." demektedir."Bunca nasîhata rağmen arap molla'nın hâlâ inkâr çukurunda olan nefsi, yiğitbaşı ile yarışmak ister. Onun bir müddet duraklamasını fırsat bilerek gururlu bir edâ ile ve kelimelerin üzerine basa basa:"ey şeyh, sizin erbaîninizi, çile çekmenizi, nefsinizi yola getirmekteki gayretinizi çok methettiler. Birlikte erbaîne, çile çekmfeye girsek ne dersiniz?" diye sordu. Ahmed şemseddîn hazretleri tebessüm ederek: "hay hay!.. Biz misafirimizi kırmayız." buyurdu.Arap molla: "ancak benim bir şartım var. Yemek içmek serbest, fakat dışarıya çıkmak ve ihtiyâcınızı görmek yasak olacaktır." diye ekledi. Şeyh hazretleri: "kabul. Her şartınızı kabul ediyorum." deyince, birlikte bir hücreye girdiler. Yiğitbaşı hazretleri talebelerine kendisine kuzu dolması getirilmesini ve misafirine de ne isterse verilmesini istedi. Ancak arap molla sadece birkaç zeytin ile iktifâ etti. Şeyhin kuzu dolmasını yemesini seyrediyor ve biraz sonra dayanamaz dışarı çıkar diyerek için için gülüyordu. Ancak zamânın su gibi geçmesine, şeyh hazretlerinin nefis, leziz yiyecekleri birbiri ardı sıra bitirmesine rağmen, molla'nın beklediği an bir türlü gelmedi: bir, iki, üç ve nihayet dördüncü gün, yiyecekleri yiyen sanki şeyh hazretleri değil de oymuş. Kendisini nasıl dışarıya atacağını bilemedi. İhtiyâcını gördükten sonra dışarıda kendisini bekleyen dervişlere; "yahu! Ben iki üç zeytin tanesiyle dayanamadım. Bu zat bunca yemeği nasıl yiyor ve nasıl duruyor?" diye söylendi. Dervişler ise şu cevâbı verdiler: "bu, mollalıkla şeyhlik arasındaki farktır."

Arap molla hatasını anlamıştı. Derhal yiğitbaşı hazretlerinin ellerine sarılarak affedilmesini diledi ve; "ey zamânın yûsuf'u, sen mısır'a sultan olmuşsun. Bu günâhkârı da bendelerin arasına kabul et" dedi. Tövbe ve istiğfâr ettikten sonra talebeliğe kabûl edilen molla arap, ahmed şemseddîn hazretlerinin en büyük halîfelerinden oldu.

 

Ahmed şemseddîn hazretleri arkasında yüzlerce talebe ve sekiz cilt eser bırakarak 1504 (h.910) yılında sonsuzluk âlemine göçtü. Yetiştirdiği halîfelerin her biri evliyâlık makâmına erdi. Ahmediyye kolundan ayrı ayrı şubeler ortaya çıktı. Bunlar ramazaniyye, sinâniyye, cerrâhiyye, uşşâkiyye ve mısriyye adları ile aynı kaynaktan fışkıran feyz menbâları oldu. "tevhîd risâlesi, câmi-ül-esrar, ravdatü'l-vâsilîn, mukaddimetu's-sâliha, keşfu'l-esrâr ve a'mâlü't-tâlibîn" belli başlı eserleridir.Ahmed şemseddîn hazretlerinin türbesi manisa'da seyyid hoca mahallesindedir. Zamanla yıkılan ve kaybolmak üzere bulunan dergahının yerine yiğitbaşı vakfı tarafından adına bir mescid inşâ ettirilmiştir

Sultan Sencer Türbesi

Sultan Sencer Türbesi

Sultan Sencer Türbesi ile ilgili detaylara inmeden önce Sultan Sencer hakkında bilgi edinecek olursak şu bilgilere ulaşabiliriz. Sultan Sencer Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah'ın oğludur. Babası seferdeyken 1086 yılında dünyaya gelen Sultan Sencer küçük yaşlarından itibaren Devlet işlerinde yetiştirilerek ağabeyi Sultan Berkyaruk' a devlet işlerinde yardımcı olan etkili bir lider olmuştur.
Devletin milli birliğinin sağlanmasında gerek ağabeyi Berkyaruk'a yardım ederek gerekse diğer ağabeyi Muhammed Tapar'ın saltanat zamanında rol oynamıştır. Doğu'da ortaya çıkan isyanları başarılı şekilde bastırması sonucunda Horasan melikliğine yükselmiştir. Özellikle taht mücadelelerinin bastırmasını fırsat bilen ve Selçuklu topraklarına saldıran Şarki Karahanlı hükümdarı Kadir Hanın saldırılarını başarılı şekilde bertaraf etmiştir.
Sultan Sencer Ülkede Hangi Bölgelerde Hakimiyet Sağlamıştır?
Sultan Sencer ağabeyi Berkyaruk'un vefatından sonra da diğer ağabeyi Muhammed Tapar ile olan bağlarını samimi şekilde devam ettirdi. Sultan Sencer doğu bölgelerinde siyaseti korumaya çalışırken ağabeyi de Batı bölgelerini yöneterek birbirlerini tamamlayan devlet adamları idi. Sultan Sencer siyasi hayatında babası Melikşah'ı takip ederek Horasan'dan itibaren devletin doğusunda Selçuklu düzenini yeniden kurmuştur. Böylelikle Selçuklu Devleti Doğu'da emin adımlarla ilerleme durumuna gelmiştir.

Sultan Sencer Taht Mücadelelerinde Yer Almış Mıdır?
Sultan Sencer'in diğer ağabeyi Muhammed Tapar'ın da ölümüyle henüz küçük yaşta bulunan oğlu Mahmud Devlet erkânı tarafından tahta çıkarılmıştır. Diğer yandan da Sultan Sencer Doğu bölgesinde kendini sultan ilan ederek sultanlığını halifeye tasdik ettirmiştir. Ancak bu durumda Sultan Sencer'in tek başına Büyük Selçuklu sultanı olabilmesi için tahta çıkmış olan Mahmud'un bertaraf edilmesi gerekiyordu. Save'de 14 Ağustos 1119'da amca-yeğen arasında yapılan savaş esnasında Sultan Sencer galip gelerek emeline ulaşmıştır. Sultan Sencer Büyük Selçuklu Sultanı olarak Devletin merkezini Irak-ı Acem'den Horasan'a nakletmiştir. Bu durumdan sonra Mahmud'la yapılan anlaşma gereği Rey, Sultan Sencer'de kalmak üzere imparatorluğun Batı tarafları Mahmud'a verilecek Mahmud sultan unvanını korurken aynı zamanda Sultan Sencer'e tabi olacaktı. Aralarında sağladıkları bu birlik bir müddet böyle devam ederken Halife Müsterşit ile bir ittifak kuran Mahmud amcasına karşı yeni bir isyan hazırlıklarına başlamıştır. Bunu haber alan Sultan Sencer ise Mahmud'un üzerine yürüyerek 26 Mayıs 1132'de Dinever Savaşı Sencer'in galibiyetiyle sonuçlanmıştır. Sultan Sencer yanında getirdiği diğer yeğeni Tuğrul'u Irak Selçukluları tahtına çıkararak ona bazı tembihlerde bulunarak geri döndü.
Sultan Sencer'in Hayatı Başarılarla Dolu Bir Hükümdar Olmakla Sürmüştür...
Bu şekilde savaşlarla ve galibiyetlerle 40 yıl boyunca süren saltanat hayatı boyunca Sencer doğu ve batı olmak üzere iki cepheli siyasetini 29 Nisan 1157 senesinde vefat ederek Merv'de kendi yaptırdığı türbesine defnedilerek sonlandırmıştır. Vefatında 91 yaşında olan Sultan Sencer, sağlığında babası kadar büyük bir hükümdar sayılmış ve öyle de olmuştur. İlim bakımından da oldukça bilgili olan Sencer Hadis-i Şerif rivayet edebilecek kadar büyük hadis âlimleri arasında da sayılmıştır. Farsça şiirler yazdığı bilinen Sencer daha hayattayken Merv'de yaptırdığı türbesi de oldukça büyük bir sanat eseri olup devrin medeniyeti hakkında günümüze ışık tutmaktadır

Hz Veysel Karani Türbesi

Hz Veysel Karani Türbesi


Hz. Veysel Karani türbesi, Siirt' in Baykan İlçesi' nde, ilçenin 8 kilometre güneybatısında bulunur. Kendisinin asıl ismi Üveys bin Âmir Karni'dir. Hz. Veysel Karani Yemen'in Karn köyünde doğmuştur. Doğum tarihi tam bilinmemekle beraber 550-560 yıllarında doğduğu düşünülmektedir ve 37 senesinde şehit edilmiştir. Soyu Yemen kabilelerinden Muradoğulları' na dayanmaktadır. Geçimini deve çobanlığı yaparak sağlardı. Bu mesleği de her zaman tek Tanrı inancına sahip olmasından dolayı insanların alay etmesinden kaçmak için seçmişti. Bir gün Hz Muhammed'in insanları İslam dinine davet ettiğini duyunca Kelime-i Tevhid getirerek müslüman olmuş annesine de bizzat kendisi öğretmiştir. Gönlü Allah, peygamber aşkıyla dolu olan Veysel Karani, peygamber efendimizi görmek için Medine'ye doğru yola çıkar. Medine'ye vardığında  peygamber efendimiz Tebük Seferi' nde olduğundan onu göremez.

Hz. Aişe' ye peygamber efendimize ne kadar gönülden bağlı olduğunu iletmesini ister ve Yemen'e geri döner. Resulullah da vefat etmeden önce bir vasiyet bırakarak hırkasının Veysel Karani' ye verilmesini ister. Hz. Aişe, peygamberin ölümümden sonra Veysel Karani'yi bularak hırkayı ona teslim eder. Bu olaydan sonra Veysel Karani' nin köydeki hürmeti artar ve bundan rahatsız olup annesiyle beraber bir süre sonra köyünü terk eder.  Basra da bir süre yaşadıktan sonra Hz. Ali'nin davetiyle Mekke' ye gider. Burada iki müslüman grup arasında çıkan Sıffin Savaşı'nda Hz. Ali'nin tarafını tutar ve savaşta ağır yaralanarak şehit olur. Bu savaş Fırat Nehri'nin yakında yapılmıştır ve ölenlerin çoğu da bu çevreye gömülmüştür.