KARIŞIK

26 Şubat 2016 Cuma

İstanbuldaki Bektaşi Tekkeleri

İstanbuldaki Bektaşi Tekkeleri
 1925’te 677 sayılı yasa ile tekke ve zaviyeler kapatıldığı döneme kadarki, İstanbul Bektaşi tekkelerinin sayısı konusunda farklı rakamlar verilmektedir. 9, 10, 12. 13 veya 14 gibi..

II. Mahmud döneminde bir çok Bektaşi öldürülmüş, bir çok Bektaşi tekkesi yıkılmış, bazıları Nakşi tekkesine çevrilmiştir. II.Mahmud döneminde Bektaşilere yapılan kıyım ve Bektaşilikle ilgili zaten çok az olan vesikaların yakılması ve ortadan kaldırılması çok önemli bir tarih kıyımını da beraberinde getirmiştir.

II. Mahmud (1808 – 1839) döneminde Bektaşi tarikatlarına ve tekkelerine gelen yasaklar (1241 – 1826), bu yasağın fiilen olmasında resmen ve sureten Osmanlı döneminin
sonuna kadar (1920) sürmesi, bundan dolayı tekke ve zaviyeleri konu alan mecmualarda Bektaşi ya yer verilmeyişi ya da sureten Nakşi gözüktüğü için Nakşi tekkeleri meydanında sayılmaları, İstanbul’daki Bektaşi tekkelerinin sayısının tespitini güçleştirmektedir.
Ayrıca Bektaşi tekkelerinin çokluğunun şehrin, yerleşim alanlarının dışında uzak yerlerde, Yeniçeri kışlalarına yakın mekanlarda veya kışla içlerinde yapılmış olmaları, bunun yanı sıra II. Mahmud döneminde, Yeniçeri kışlaları ve bunların dışındaki 9 tekkenin (bilinen) yıktırılması da, sayının tespitini güçleştiren bir nedendir.


1826 sonrasındaki propagandaların tesiriyle tarikatlar ve tekkeleri konusunda çalışma yapanların, Bektaşiliğe soğuk bakmaları da bunda önemli bir etkendir.
Ancak çok çeşitli kaynaklar bir araya getirildiğinde ve bu tekkelerdeki mezar taşları incelendiğinde ortaya 20 civarında bir rakam çıkmaktadır.


Anadolu Yakası
1. Merdiven köy – Şahkulu Sultan Dergahı:
Bu dergah, İstanbul’un fethine veya öncesinde kuşatmalarına geldiği söylenen Horasan Erlerinden Şah Sultan’a (sonra da Şahkulu Sultan adı verilmiş) ait olduğu rivayet edilen türbenin yanında yapılmış, bu dergah II. Mahmud döneminde 60 yıldan yeni olup, muhdes kabul edilerek yıktırılması kararlaştırılan Bektaşi tekkeleri meydanında yıktırılmıştır.
Bu dergah 1839’dan sonra, Seyyid Nizam Türbesi karşısında gömülü olan Halil Revanaki Baba’nın gayretiyle uyandırılır. Daha sonra M. Ali Hilmi Dede baba (ölümü: 1325 / 1907) burada şeyh olur. Ondan sonra ise yerine, Ahmed Burhanullah Baba geçmiştir. Hal-i hazırda ihya edilmiştir. Ancak onarım sırasında tekkeye ilişkin bazı özellikler yok edilmiştir.


2. Daver Baba Tekkesi:
Kartal, Başıbüyük semtindedir. Orhan Gazi zamanında ahilerin kurduğu bu tekke, sonradan Bektaşi tekkesine dönmüş, 1826’dan sonra ise Nakşibendi tekkesi olmuştur.


3. Akbaba Dergahı:
Beykoz – Akbaba Köyü’ndedir. Akbaba lakaplı Şeyh Mehmed Efendi, İstanbul’un fethine katılanlardandır.
Akbaba hakkında Hadikatu’l Cevamî’de şöyle denir: “Akbaba Camii Yuşa Dağı yakınında camiyi bina eden Sultan I. Ahmed’in saltanatı sırasında Harem-i Hümayunda Kethüda kadın olan Canfeda Hatun’dur. Karagümrük’te de bir camii ve saraçhane yakınında sebili olduğu yukarıda zikir ve beyan olunmuştur. Bu köyde (Akbaba) birtek hamamı dahi vardır. Kabri belli değildir. Ve bu köyün bu adla anılmasına sebep, Akbaba Mehmed Efendi’dir ki kabri adı geçen caminin yakınında büyükçe bir kabir olup mezar taşında tarih yoktur. Rivayete göre bu zat Fatih Sultan Mehmed’le gelen gazilerdendir.” Hadika, 2/150
Akbaba Bektaşi dergahı, camii ile birlikte Canfeda Hatun’un vakfı kapsamına alınır. Bu Bektaşi dergahı 1826’da II. Mahmud’un fermanı mucibinde Bektaşilere kapatılarak Nakşibendilere verilir. O tarihten 1925’te tekkeler kapatılıncaya kadar, Nakşi dergahı olarak devam eder. Akbaba türbesinin az ilerisindeki dergah binası bugün eve dönüşmüştür.


4. Yarımca Dede (veya Baba) Bektaşi Dergahı:
Diğer adıyla Öküz Limanı (veya Paşa Limanı) dergahı. Dergah, Kuzguncuk yolu üzerinde (Paşa Limanı Cad.) Hüseyin Avni Paşa çeşmesinin (1291 – 1874) üst tarafında yer alırdı.
Üsküdar İskelesinden sonra başlayan çıkıntının bulunduğu bu yere Öküz Limanı denmesinin nedeni, Yunan efsanesine (Mithology) göre – İyo – denilen inek denizi tam buradan geçmiş. Yunan mitolojisindeki inek, sonra bazı kaynaklarda öküze dönüşmüş ve buraya Öküz Limanı denilmiştir. Paşa Limanı denilmesinin nedeni ise, burada ünlü bir Osmanlı Paşasının yalısı yer aldığı içindir.

(Piyale Paşa Sahil Sarayı). (İ. Hakkı Konyalı, Üsküdar Tarihi, 1977. 2/526)

Yarımca Baba Dergahından ilkin Evliya Çelebi Seyahatnamesinde söz edilmektedir:
“Tekye – i Hacı Bektaş – ı Veli, Kaya Sultan yalısı dibinde Öküz Limanında bir küçük Asitane – i dervişandır.” (Seyahatname, Cilt 1, Shf. 475)
Aynı dergahtan Hadikatu’l Cevamî’de – Paşa Limanı Camii bahçesinde – şöyle söz edilir.
“Cami – i mezburun kurbunda sonradan bazı ashab – ı hayr bir çeşme ile bir namazgah inşa eylemişlerdir ve kurbunda bir Bektaşi tekyesi dahi ihdas olunmuştu. Ba’dehu (sonradan) 1241 senesi sonlarında zevaya – yı Bektaşiye’nin (Bektaşi Zaviyelerinin) tarihinde bu zaviye dahi hedmolunmuştur (yıkılmıştır).” (Hadika, Cilt 2, Shf. 182)


Hadikatu’l Cevamî’de kitabı neşre hazırlayan Ali Satı’ Bey’in kaydı, Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilerle çelişmektedir. Evliya Çelebi kendi zamanında (IV. Murat zamanı) zaviyenin varlığından söz ederken Hadika’da tekkenin muhdes (sonradan yapılma) olduğundan ve 1826’daki ferman gereğince yıktırıldığından söz eder. Evliya Çelebi’nin kaydı ve dergahta yer alan mezar taşlarından bunların muhdes olmadığı görülmektedir. Halbuki 1826’da alınan kararlar gereğince, son 60 yılda yapılan Bektaşi tekke ve zaviyeleri muhdes kabul edilerek yıkılacaktı. Buradan da, verilen kararların da aşılarak kadim (eski) kabul edilen bazı Bektaşi dergahlarının da yıktırıldığı anlaşılmaktadır. Ancak dergahın ilk yapılışının tarihi bilinememekteyse de, Yarımca baba tarafından inşa edildiği sanılmaktadır.


Dergahta bulunan kısa bir mezar taşında şunlar yazmaktadır.
“Merkad – ı Sultan Yarımca Dede’dir. Bu Ca – yı Bektaşi de kutb idi, ol şah-ı Cazbedir.”
 

Ayrıca dergâhta yıktırılış (1826’daki) öncesine ait bir mezar taşı da şu şekildedir: (Bektaşi teslim taşı)
Hacı Ömer Baba ki bu gülşende nice Sal (yıl)
Olmuştu feyz-i pirle hemhalet hubben
Haya edip Yarımca Baba yı nam-ı Ömer
Rah-ı ricada bir nefes etmedi heba
Geçti Şeb bir anda Sıdk-u safayla
Al-i Muhammed aşkına daim giyip aba
Labüdd gelir bu mısra tarih-i fevtine
Kıldı Diyar-ı Cana seyahat Ömer Baba

1207 / 1792


1826’da Bektaşiliğin yasaklanması, tekke e zaviyelerin ellerinden alınıp önemli bir bölümünün yıktırılması, bir kısım Bektaşi baba ve dervişlerinin idamı ve diğer bir bölümünün sürgüne, zorunlu ikamete tabi tutulması sırasında Öküz Limanındaki Yarımca Dede dergahı da yıktırılır ve dergah postnişini Ahmed Baba ile birlikte Hadim’e (Konya’nın İlçesi) sürgün edilip, zorunlu ikamete tabi tutulur.

(Bkz. Es’ad Efendi, Üss-ü zafer, 1243. 211-212; Hasluck, F. W. 1973.2/517; A. Rıfkı, Bektaşi Sırrı, 1328. 2/65;Birge, John Kingsley, 1937.77)

Dergahta ayrıca 1215’te vefat eden (1801) Nuri Baba’nın ve Şeyhülislam Arif Efendi’nin torunu Aşir Efendinin de, 1826 öncesine giden kabirleri vardır.


1826’da yıktırılan dergah, II. Sultan Mahmud’un 1839’da vefatından sonra, Kadiri tarikatına salik şeyh Şerif Ahmed tarafından yeniden ihya edilir. Dergahın ikinci banisi olan Şerif Ahmed’in 1263 / 1846 tarihli mezar taşında şunlar yazılıymış:
« Bende-i Hazret-i Abdülkadir Geylani Bani-i Sani-i dergah-ı Yarımca Dede Hazretleri Eş-Şeyh Es-Seyyid El-Hacc Ahmed Efendi Ruhiçün El-Fatiha 1263 »/1846


Dergahın kapısı üzerinde olan kitabe işe şu şekildedir:
Kitabenin Üzerinde Bektaşi tacı vardır.
Yaptı bu dergah-ı Alinin yeniden babını
Kaşif-i kenz-i hakikat Şerif Ahmed


Dergahte ayrıca bu tarihten sonraya da ait Bektaşi mezarları mevcutmuş. Bunlardan biri 1275 / 1859 tarihli olup, bende-i Al-i aba basmacı ustalarından Es-Seyyid Hasan Efendiye aittir. Bunun mezar taşında Bektaşi tacı ve gülleri varmış.

 (Bkz. İ. Hakkı Konyalı, Üsküdar Tarihi, 1/434-5)

Bu durumda tekkenin sonradan Kadiri olmasına karşın Bektaşi usulünü de devam ettirdiği anlaşılmaktadır. Ancak tekkenin son şeyhi olup 1930’da vefat eden ve Şerif Ahmed’in torunu Şeyh Mehmed Kazım Efendi ise, sadece Kadirilik usulünü devam ettirmiş. Ahmed Münib Efendi’nin 307/1890 tarihli mecmua-i Tekaya’sında dergâh, Paşa Limanı Tekyesi adı altında da zikredilmekte ve Kadiri tekkesi olduğu kaydedilmektedir. (Shf.7)


İki katlı, 5 odalı ve ahşap olup 1980’li yıllara kadar ayakta duran tekke binası bu yıllarda yıkılarak yerine apartman yapılmış.


5. Üsküdar – Tahir Baba Bektaşi Dergâhı:

« Bu tekke,Kısıklı’da Sultan Üçüncü Selim’in annesi Mihrişah Sultanın Sarayının yanındaki tophaneli oğlu çeşmesinin karşısında idi».
(İ. Hakkı Konyalı, Üsküdar Tarihi, Cilt 2/114 – 548)

Bu Bektaşi tekkesinden Hadikatu’l Cevamî’de şöyle söz edilmektedir.
Üçüncü Selimin annesi Mihrişah Sultan’ın sarayı anlatılırken;
« Sonraları, Hüdaverdigâh Hazretlerinin valideleri Valide Sultan için mücedden (yeniden) bina ve mamur buyurmalarıyla bir halvetsaray-ı âli olmuştur. Sonra Valide Sultanın vefatıyla, Padişahın hemşiresi Esma Sultan’a verilmiştir. Bu mahale yakın Tophanelioğlu Çeşmesi denmekle meşhur bir ma-i leziz (tatlı su) dahi vardır ki Eyyam-ı Sayfte (yazın) müstakil kahvecisi olup, kahve işlerler. Derbend gibi bir mahaldir. Ve bunun karşısında bağlar arasında Tahir Baba namında tarik-i Bektaşiyeden bir kimse, Sultan Selim devrinde Müceddeden bir Bektaşi tekkesi ihdas etmiş, sonradan 1241 / 1826 senesi sonlarında diğer Bektaşi zaviyelerinin yıkılmasında bu da yıktırılmıştır » (Hadika, C.2, Shf.261)


Bu yıkım sırasında, dergah şeyhi bulunan Mehmed Baba Tire’ye sürgün edilip, orada idam edilir.

 (Bkz. Birge, John Kingsley, 1937.77., A. Rıfkı, Bektaşi Sırrı, 1328.2 / 65)

Dergah daha sonra yeniden ihya edilir. Ancak kim tarafından ihya edildiği bilinmemektedir.


 1307 / 1890 daki Ahmed Münib Efendi’nin Mecmua-î Tekaya’sında, Tahir Baba Nakşi dergahı olarak yer almakta, Büyük Çamlı’da olduğu kaydedilen dergahın o zamanki şeyhi, Nuri Baba gösterilmektedir.
 Ancak Nuri Baba’nın Çamlıca İstavroz deresi üstündeki (Nur Baba Sokağı) Nur Baba Dergahının postnişini olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla burada bir karışıklık görülmektedir.

Zaten başka kaynaklarda da Tahir Baba dergahı yine Büyük Çamlıca Tepesindeki İvaz Fakih *********** Arapça yazı *********** dergahıyla karıştırılmaktadır.

( Bkz. Mustafa Özdamar, Dersaadet Dergahları, Shf.226, Cem Dergisi, Ekrem Işın ile Bektaşi Tekkeleri, Sayı. 62 – Ocak 1997)
 

6. İvaz Fakih Dergahı:
Dergah, Büyük Çamlıca Tepesinde yer alan İvaz Fakih Türbesinin yanında yapılmıştır. Bu türbenin bilinen son türbedarı, aynı zamanda dergah postnişini olan Seyyid Hasan Tahsin Baba’dır.
Türbe bugün, Büyükçamlıca’nın safa tepesinde yer almaktadır ve B. şehir belediyesinin çamlıca tesislerinin bahçesinde kalmıştır. İvaz Fakih’in Horasan’dan gelen cihad erlerinden olduğu rivayet edilmektedir. (Süheyl Ünver, İstanbul Risaleleri. C.5)
Bu dergah, Tahir Baba Dergahı ve Nur(i) Baba Dergahı biri birine karıştırılmıştır. Tekke daha sonra yıkılmış olup herhangi bir eser kalmamıştır.
 

7. Nur(i) Baba Dergahı:
Üsküdar, Bu tekke, Kısıklı’da Kısıklı caddesi Nur Baba sokağında bulunmaktaydı. Tekkesi ve Mescidi bugün yıkılmıştır. Nur Baba’nın, Dergah postnişini olan meşhur Nuri Baba olduğu kaydedilmektedir. Nuri Baba ölünce yerine Tevfik Baba, sonrada Nuri Baba’nın oğlu Ali Nutki Baba geçmiştir. Nuri Baba ve oğlu Ali Nutki Baba’nın mezarları Karacaahmet’tedir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu yazdıgı Nur Baba adlı romanında bu tekkenin postnişini Nuri Baba hakkında iddialarda bulunmuş ve malesef Bektaşilikten bir haber , Bektaşiligi kötülemiştir.


Bazı kaynaklarda da Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Bektaşilik aleyhindeki Nur Baba romanını dergahtan mülhem olarak yazdığı kaydedilmektedir.  Ayrıca Bektaş – Maçka sırtlarında, Nur Mehmed Emin Baba adlı birisine ait 867 hicrî (1463) tarihli şahidesiyle açık bir türbe vardır. Nur Mehmed Emin Baba’nın gerçek şahsiyeti hakkında elde bir bilgi mevcut değildir.

İstanbuldaki Bektaşi Tekkeleri -II
 RUMELİ YAKASI
8. Rumeli Hisarı Şehitlik veya Nafi Baba tekkesi:
Hadikatu’l Cevamî’de bu tekkeden şöyle bahsedilir:
« Ve zirve-i cebelde şehitlik adlı mahalde bir Bektaşi tekyesi var idi. 1241 (1826) senesinde raviyedar (postnişin) olan Mahmud Baba Birgi nâm belde’ye iclâ (sürülme-zorunlu ikamet) olunduğu sırada, tekke de yıktırıldı. » (Hadika, 2/126)
Dergah, 1199 / 1784 tarihli tekkelere ilişkin mecmuada da yer almakta ve ********* *********************** FOTOKOPİ ÇIKMAMIŞ **************************** **************
Rumeli Hisarı, Zincirlikuyu – Bebek Caddesi, Nafi Baba Sokağı, 39. Ada 1,2,16,17 parselde yer alan dergah, daha sonra tekrar canlandırılıyor. Mecmua-i Tekaya’da, dergah şehitler Nakşibendi Tekkesi olarak geçmekte ve tekke şeyhi olarak Nafi Baba’nın adı yer almaktadır.


Her ne kadar Hadika’nın kaydında şehitlik tekkesindeki Mahmut Baba’nın Birgi’ye sürgün edildiği yer alıyorsa da diğer kaynaklarda Mahmud Baba’nın 7 dervişi ile Kayseri’ye sürüldüğü kaydedilmektedir.

 (Üss-ü Zafer, Shf.111-112;Bektaşi Sırrı, 2/65, Birge, 77.)

9. Durmuş Dede Dergahı:
Bebek ile Rumeli Hisarı arasında Kayalar Mescidi’nin Rumeli Hisarı tarafında yer alan bu dergahtan eser kalmamıştır. Tekkeyi Bektaşi Dergahları arasında sayan F. W. Hasluck dergahın önceden Bektaşi olduğunu söylemektedir.
« Rumelihisar. Durmish Dede, a sailors’ saint who diet in the reign of Ahmed I, was buried on the point of Rumelihisar .

This Tekke is now in the hands of the Khalveti.

«Rumelihisarı, Durmuş Dede; I. Sultan Ahmed’in saltanatı döneminde vefat etmiş olup Hisar burnunda gömülen bir gemici azizi olan Durmuş Dede’nin tekkesidir
durmuş Dede dergahı Hadikatu’l Cevamî’de şöyle yer alır;
« Ve kale-i mezbure (Rumelihisarı) yakınında Kayalar Mezaristanı nihayetinde vaki Durmuş Dede tekkesi derya sahilinde ziyaretgâhtır. Mecazibden olup, Akkirman adlı beldede sakin iken bir gün gemilerin biriyle İstanbul’a gelip bu zaviyeden hemşehrilerinden Ali Baba adlı bir zat zaviyedar olmakta bu da yanında iskan etmişti. Gelip geçen gemilerden bunu bilen bazıları hediyeler vb. zahireler vermekle hayır dua talep etmeleriyle gemicilere bu adet olarak şu ana kadar nezurat eksik değildir.


Mumaileyhin İstanbul’a gelmesi I. Sultan Ahmed devrinde olup, rihleti (bu Dünyadan göçü) de yine aynı padişah zamanında 1025 tarihinde vaki olmuştur. Zaviyenin haricinde defnedilmekle sonra muhiplerinden bir kimse üzerine ahşap bir türbe bina etmiştir. Türbe duvarında şu beyitler yazılıdır:
Hak-ı pa-yı evliya yüzünü sürmüş Dede Bu hisarın kutbu olmuş Hazret-i Durmuş Dede
Bu zaviye hala bu zatın ismiyle halk arasında meşhurdur. Lakin, banisi Hasan Zarifi Efendi’dir. Zarifi Efendi, İbrahim Gülşeni halifelerinden imiş. Bu mısra vefatına tarih denilmiştir.
Zarifi’nin deriğa gitti Ruhu, 977 » (Hadikatu’l Cevamî’, Cilt. 2, Shf. 125 – 126 )
Bu zaviyenin Bektaşi olduğuna dair, Hassluck’un eseri dışında bilgi veren herhangi bir kaynak mevcut değil, Hassluck’un da sadece Evliya Çelebi’nin bir kaydına dayandığı görülmektedir. Önce gülşeni olan dergah, halveti – Şabani dergahı olmuştur. Dergahta her hangi bir Bektaşi şeyhinin varlığı da bilinmemektedir.


10. Istıranca Dergahı:
Yada Ağlamış Baba tekkesi, Belgrad ormanları yolu üzerinde, Ekrem Işın’a göre beyaz badanalı Ağlamış Baba Türbesi hala mevcut. Yeniçerilerin ortadan kaldırılışı sırasında en büyük yeniçeri kıyımı bu dergah civarında yapılmış. (Bkz Hassluck, F. W. Christianity and Islam undr the Sultans, Vol. II, pp.518; Cem Dergisi, 62; Ocak, 1997., Enver Bennan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, 1964, 324)


11. Kara Mustafa Paşa Tekke ve Mescidi:
Sa-dabad civarı. Sadrazam Kara Mustafa Paşa tarafından yaptırılan tekke ve mescid , yeniçerilerin 71. Ortasına şart olarak (şart-ı vakıf) verilmiştir. Orada ikamet eden bir odabaşısı, tekke ve mescidde bulunan bakır vs. kaplara nezaret edermiş. Minaresiz olan bu tekke – mescidde bulunan bakır kaplar, Sa-dabada gezintiye gidenler tarafından başka yere götürülmek şartıyla yemek vs. pişirmek için kiralanırmış. (Bkz. Hadika, 1/301, Mirat-ı İstanbul,574). Bu tekke – mescitle ilgili başkaca bir bilgiye rastlanılmamıştır.


12. Karaağaç Bektaşi Tekkesi:
Bu dergahın tarihinin II. Bayezid dönemine kadar gittiği söylenmektedir. İstanbul’daki en önemli Bektaşi tekkelerindendir. Bu dergahla ilgili olarak Hadikatu’l Cevamî kitabında şu ifadeler yer alır:
« Karaağaç camiine yakın Bektaşi tekkesinin yerinde Sultan III. Mustafa Han devrinin sonlarında fukaradan bir kimse bir kulübe ihdas etmişti. Mûrur-u zamanla bir büyük tekke olmuşken 1241 / 1826 yılında Bektaşi’lerin ref’inde (kaldırılışında) bu tekke de yıktırılıp bahçe olarak bir kimseye miri arzi meyanında verildi. Ve şeyhi olan Vekil Baba ki, Arnavut cinsinden idi sair müridleri ile birlikte Aydın canibine nefyolundular. Ve cümle Bektaşi zaviyelerinin hedmi (yıktırılması) için Rumeli tarafına sabık mirahur Hacı Ali Bey ile dersiammlardan Uzun Ali Efendi ve Anadolu canibine eski cebeci başı Ali Ağa ile Çerkeşi Mehmet Efendi tayin olunarak 1241 senesi seferi ortalarında azm-ı memuriyet oldular ». (Hadika, 1/303)


Üss-ü Zafer’e göre Karaağaç tekkesinde Hacı Bektaş vekili denilen İbrahim Baba 8 müridi ile Birgü’ye, yine Karaağaç tekkesinde misafir baba olan Yusuf Baba Amasya’ya ve yine aynı tekkede misafir Ayntabi Mustafa Baba’da Güzel Hisar’a sürgün edilmiş. (Shf. 212)


1784’teki Tekaya kayıtlarında da eski olarak gözükmesine karşın Evliya Çelebi Seyahatnamesinde de zikredilir (Seyahatname, c.1, Shf. 81). 1826’da yıkılan tekkeler arasında yer alan Karaağaç Bektaşi tekkesi, 1870 yılında Hasib Baba Tarafından yeniden ihya edilir. Bu yüzden dergah ikinci banisinin, Hasib Baba’nın adıyla anılır. 1307/1890 tarihli mecmua-i tekayada dergah, II. Mahmud’un fermanının geçerliliği dolayısıyla sureta nakşî dergahları arasında zikredilir ve dergah şeyhi olarak Hasib Efendi’nin adı verilir. Daha sonraki kayıtlarda ise dergâh şeyhi olarak Hüseyin Zeki Baba’nın adı geçer. (A. Rıfkı, Bektaşi Sırrı, c.2/124; Hassluck, 2/517)


Tekkede 1826’dan önce vefat eden Azbi Baba’nın Hüseyin Zeki Baba ve diğer bir çok Bektaşi baba ve müntesîbinin mezarı mevcuttu. Cumhuriyet döneminin başlarında Hasib Baba’nın ihya ettiği dergah harap olur. Dergahın mezarlığı ise 1996 yılına kadar mevcut olmasına karşın bu tarihte belediye tarafından arsası satılarak tamamen ortadan kaldırılır.


13. Sütlüce, Münir Baba veya Bademli Bektaşi Tekkesi:
Bu tekke ilkin Şeyhülislam Damadzâde Feyzullah Efendi tarafından inşa ettirilmiştir. Yine Şeyhülislam Damadzâde Ebu-l Hayr Ahmed efendi (vefatı 1154/1741) nin oğludur. 1112/1701 tarihinde doğmuş olup 1168/1762 yılında ma’zulen Sütlüce’deki yalısında vefat etmiş olup, kendi yaptırdığı tekkesinde defnedilmiştir (Bkz. Devhatu’l Meşayih, shf.99).


nakşibendiliğin müceddiye bir koluna ait bir zaviye olarak yaptırılan tekke, (Şeyhülislam Feyzullah Efendi ile Babası Ebu’l Hayr Efendi, her iki Şeyhülislam da nakşibendiyenin müceddiye şeyhlerinden olup İstanbul’da vefat eden, ünlü Keşmirli Şeyh Murad Efendiye bağlıdırlar. Eyup nişancılar semtinde bir medrese yaptıran Ebu’l Hayr Ahmed Efendi Şeyh Murad Efendi’yi 1132/1720 de vefat edince bu medreseye gömdürterek medreseyi nakşibendi dergahına çevirmiştir.) sonradan Şeyhül İslam’ın torunuAnadolu Payeli Arif Efendi tarafından Bektaşi babası Mustafa Baba’ya verilmiştir.
Bu olay Hadikatu’l Cevamî’de şöyle anlatılır:
“Zaviye-i mezbureyî (adı geçen zaviye) Anadolu Payeli hafidleri (torunları) Arif Efendi Bektaşiyyeden bir herife vermekle 1241 zilhiccesinde (1826) nefyolunan (sürgüne gönderilen Bektaşiler ile bu herif dahi nefyolunup, tekke dahi hedmolunmuştur. Ve hafid-i mezbur (adı geçen torun) dahi su-i amel sebebiyle Güzelhisara nefy ve iclâ kılınmıştır”. (Hadika, c.1, shf.305)
Hadika’daki anlatıma göre Şeyhülislam tarafından yaptırılan dergah torunu tarafından bir Bektaşi babasına verilmiş, ancak 1826 da bu dergah da diğer Bektaşi dergahları meyanında yıktırılmış ve aynı baba sürgüne gönderilmiş ve dergahı bu babaya veren şeyhülislamın torunu da (kendisi de Anadolu payeli kadı imiş) bu fiilinden dolayı cezalandırılarak o da Güzelhisara sürgün edilmiş.


Osmanlı dönemi kaynaklarına göre sürgüne gönderilen bu babanın adı, Mustafa Baba’dır. Üss-ü Zafer, Mustafa Baba’nın birgiye sürülmesinden söz ederken Tarih-i Lütfi bu babanın Güzelhisara sürüldüğünü kaydeder. (Üss-ü Zafer, shf.212, Tarih-i Lütfi, c.2)


1826’da yıktırılan Sütlüce – Bademli Bektaşi dergahının daha sonra ne zaman tekrar ihya edildiği bilinmemekle birlikte Münir Baba tarafından ihya edildiği tahmin edilmektedir. 1307/1890’da yayınlanan Bandırmalızade Ahmed Münib Efendinin “Mecmua-i Tekaya”sında Bademli Nakşi dergahı olarak yer alır. Dergah şeyhi olarak ta Münir Baba’nınadı kaydedilir. A. Rıfkı’nın 1328/1912 tarihinde yayınlanan “Bektaşi Sırrı”nda da Münir Baba dergah Şeyhi olarak gösterilir (shf.124). bazı kayıtlarda da dergah Münir Baba Dergahı olarak geçmektedir.


 Münir Baba, birçok halifesi ve müntesibi olan bir şeyhtir. Bunlar arasında Bektaşi şairlerinden Mehmed Çinari (Ö. 1901), İbrahim Baba ve 1338/1920 de vefat eden Kırımlı Mihrabi’dir.Münir Baba’nın mürşidi olan Rumelili Matlubi’de ünlü bir Bektaşi şairidir. Ölüm tarihi, S. Nuzhet Ergun’a göre 1318/1900 dir. Ünlü şair Neyzen Tevfik’te bir ara Münir Baba’ya intisap etmiştir.

Yanısıra Münir Baba, Karagümrükteki Cerrahi Asitanesi şeyhi Abdülaziz Efendiden arakıye giyip, teberrüken cerrahi icazeti de almış (Bkz. Ekrem Işın, Cem Dergisi, 62, Ocak, ’97).

14. Karyağdı Baba ve Hafız Baba Dergahı:
Tekke, Eyüp sırtlarında, İdris köşkü mevkiinde (Piyer Loti’ye yakın) Karyağdı sokağı ile Ballı Baba (eski adı Balî Baba) birleştiği yerde olup etrafı duvarlarla çevrilmiştir.
Karyağdı Baba tekkesinin Horasan erenlerinden olup İstanbulun fethinde bulunduğu rivayet edilen Karyağdı Baba lakaplı Es-seyid Mehmed Ali Baba’dır. (Hadikatu’l Cevamî’1/264;M. Mermi Haskan, Eyüp Tarihi, 1/28).
Karyağdı Baba’nın kabri tekke haziresinde olup, etrafı parmaklıklı ve baş tarafındaki şahide elifi sikkeli, kalın ve silindiriktir. Kitabesi Şudur:
Kutbü’l-ârifîn Gavusu’l Vasılîn Hazreti Karyağdı Es-Seyid Muhammed Ali Kuddise Sirruhu
Kitabede tarih rakkamı yazılmamıştır.
Şeyh Es-Seyyid Mehmed Ali’ye Karyağdı Baba denmesinin nedeni menkıbesine göre, çok sıcak bir yaz mevsiminde Ali Baba’dan bir keramet arzu etmişler. O’da yaz mevsiminde kar yağdırmış. O andan itibaren “Karyağdırdı Baba” diye anılmış ve bu da sonradan “Karyağdı Baba”ya dönüşmüş. Bu menkıbeler dışında, Karyağdı Baba lakaplı Es-Seyid Mehmed Ali Baba’nın tarihi kişiliği ve vefat tarihi hakkında elimizde herhangi bir bilgi mevcut değildir. Bu tekke, 1199/1784 tarihli, tekke ve zaviyelerle ilgili defterde “İdris Köşkü civarında Karyağdı Baba Tekkesi” şeklinde yer almaktadır (Vakıflar Dergisi, No:13, 1981, shf.587).
Karyağdı Baba tekkesi, Hadikatu’l Cevamî’de şöyle anlatılmaktadır
«Zaviye, Karyağdı Ali Baba tekyesi diye maruftur. Halen şeyhi a’rec (topal) Mustafa Dede’dir ki pederi dahi bu tekyede şeyh olup ismi Abdi, bu dahi a’rec (topal) idi. Ve diğer oğlu da a’rec dir.» (Hadika, c.1, shf.264)
Hadika’da adı geçen A’rec Abdi Efendinin mezarı halen mevcutolup, şahidesi elifi taclıdır. Üzerindeki tarihsiz kitabe şudur:
« Hazreti Şeyh Safi Sülâle tahiresinden Es-Seyyid Mehmed (Muhammed) Abdi Baba »
Kitabede adı geçen Şeyh Safi’nin hangi Şeyh Safi olduğu tespit edilememektedir. Zira Bektaşilik tarihinde 5-6 civarında Şeyh Safi isimli kimse mevcuttur. Bu durumda adı geçen şeyh Safi’nin Safevi ailesinin kurucusu ve Şah İsmail’in büyük dedesi Şeyh Safiyuddin-i Erdebili (vefatı 735/1334)olduğunu söylemek güçtür.


Karyağdı Baba tekkesinin 1826’ya kadar bilinen diğer şeyhleri şunlardır:
1- 1277/1812 de vefat eden Süleyman Baba. Mezar şahidesi Bektaşi sikkelidir.
2- 1232/1817 de vefat eden Musa Baba. Bunun da mezar şahidesi Bektaşi sikkeli olup kitabesi şudur.
Müsa bak kim ol Bende-i âl-i abâ Tariyka hizmeteyleyüp olmuş idipür-safa
Nice yıllar kılınmıştır bu tariykin zikrine Heman mahrum etmeye Hazret-i Mustafa
Bu dergaha geldi ol buldu şeref Kutbu alem Hacı Bektaş-ı velide buldu nur-u ziya
Musa Baba’nın ruh-u revanı şâd ola 1232
3- Mustafa Baba, 1241/1826’daki hadiselerde dergah postneşi olup Birgi’ye sürgün edilmiştir.
Bu dergah, 1826 yılında diğer Bektaşi tekkeleri meyanındayıktırılır ve Dergah Şeyhi olan Mustafa Baba, üç müridiyle beraber Birgiye sürgün edilir.


Dergah daha sonra Sultan Abdülmecid zamanında Nakşibendi dergahı adıyla yine açılmış olup gizlice Bektaşi ayinleri yeniden yapıla gelmiştir.

Yasaklı dönemden sonra Karyağdı Baba tekkesini tekrar ihya eden Mehmed Necip Baba’dır. Aslen Karamürsel’li olduğu taahmin edilen M. Neci Baba’nın vefat tarihi 1291/1874 yılı olup Bektaşi taçlı şahidesiyle mezarı tekke haziresindedir. M. Necip Baba’dan sonra yerine oğlu “İhlasi” lakaplı Mehmed Baba bir müddet dergah postneşliği yapmıştır. S. Nüzhet Ergun’a göre 1315/1897 de vefat etmiş olup dergah haziresinde gömüşmüştür (S. Nüzhet, Bektaşi Şairleri, 1930, 186-187).
İhlas Baba’dan sonra yerine, hafız baba lakaplı Salih Baba geçmiştir. İstanbullu olan Hafız Salih Baba medrese tahsili yapmış olup Eyüp’te İdris Köşkü yakınlarında bulunan Zeynep Hatun Camiinde imamlık yapmıştır (Zeynep Hatun, 927/1520 ‘de vefat eden ünlü İdris-i Bitlis-î’nin eşidir.


İdris-i Bitlis-î, kürt ulemasından olup önce Akkoyunluların hizmetine girmiş, bilahare Şah İsmail’e karşı çıkarak Sultan II Bayezid’in yanına gelmiştir. Yavuz sultan selim döneminde 25 Kürd aşiret beyinden 24’ünün safevilere karşı Osmanlıya bağlanmalarını sağlamıştır. Mezarı Eyüp’teki Eşi Zeynep Hatun Camiinin hazinesindedir. Heşt Behişt adlı Farsça ünlü Osmanlı tarihinin de yazarıdır). Hatta hafız Salih Baba bu camiinde imamlığı başında Bektaşi fahri ile yaptığından Şeyhülislam’a şikayet edilmiş. Şeyhülislam da cevaben « İyi ya daha ne istiyorsunuz? O adam, “Bektaşiler namaz kılmaz” diye şayi olan rivayetin asılsızlığını ibat ediyor.» demiş (Saadettin Nüzhet, Bektaşi Şairleri, 1930, 129).

 1307/1890 tarihli Mecmua-i Tekaya’da da dergah şeyhi olarak Salih Baba gösterilmektedir. 1332/1913 te vefat eden Hafız Mehmed Salih Baba’nın mezarı tekke haziresinde olup Bektaşi sikkelidir. 1328 tarihli “Bektaşi Sırrı’nın 2. Cildinde de Hafız Baba, dergahın mevcut postneşini olarak kaydedilmektedir (shf. 124).

Karyağdı Baba dergahının son postneşini olan Yaşar Baba Üsküdar Nur Baba tekkesi şeyhi Ali Nutki Baba’dan nasip almış olup, 1934’te ölmüştür.
Bu gün bu tekke binasının bir bölümü yanmış olup diğer bir bölümü de yıkılmıştır. Semahanenin sadece üç duvarı ve ocağı kalmıştır. Yanında da tek katlı ahşap bir ev mevcuttur.


İstanbuldaki Bektaşi Tekkeleri -III
 RUMELİ YAKASI
15. Topkapı, Şeyh (Büyük) Abdullah Efendi Tekkesi:
Topkapı Sur dışı, Maltepe Mahallesi, Fazlı Paşa Caddesi, El-Hacc Abdullah Efendi vakfına Bağlı Bektaşi dergahı 1338/1920 tarihli vakfiyesine göre “iki bab dükkan, on oda, iki sofa ve bir matbahı meştemil bir babane” den ibaretmiş. Bu gün yerinde General Elektrik (ampul) fabrikası vardır. Dergah müştemilatından eser kalmamıştır.

16.Emin Baba veya Valide Sultan Tekkesi:
Edirnekapı Sur dışı, Fethi Çelebi Mahallesi 113 ada, 3. Parsel, Abdülazizin annesi Pertevniyal Valide Sultan Vakfına bağlı.
Dergah, 1284/1867 yılında Pertevniyal Valide Sultan tarafından Bektaşi Emin Baba için yapılmış (ölümü 1304/1886). Emin Baba’dan sonra yerine Mahmud Baba postneşin olur (vefatı 1306/1888)
“Bektaşi Sırrı” kitabında Emin Baba tekkesi ile ilgili şöyle bir kayıt yer almaktadır:
«Eğrikapı haricinde Emin Baba Dergahı namıyla vaktiyle bir Bektaşi dergahı varmış. Fakat sonraları tariyk-i Nakşibendiyyeye-i Halidiyye’den bir zata verilmiş olduğundan şimdiki halde Nakşi dergahıdır (A. Rıfkı, Bektaşi Sırrı, c.2, shf. 125).

Bu kayda göre Mahmud Baba’dan sonra dergahın Nakşii’lere verildiği tahmin edilmektedir. 1307/1890 tarihli Mecmua-i Tekaya’da dergah şeyhi olarak “Halim Efendi” adı geçmektedir.ancak Halim Efendi’nin Nakşii mi, Bektaşi mi olduğunu tepit edememekteyiz. Yalnız Eyüp sırtlarındaki mezarlıkta Seyyid Halilurrahman adlı, Emin Baba dergahının postneşini olduğu söylenen bir nakşii şeyhinin 1312/1894 tarihli bir mezarı bulunmaktadır. Uzun süre harap ve yıkıkvaziyette kalan tekke, bu yıl (’97)içinde tamir edilerek, ihya olmuştur.

17. Kazlıçeşme Eryek Baba Tekkesi:
Yedikule karşısında, Kazlıçeşme Zakirbaşı sokakta, Perişan

Baba dergahı olarak ta bilinir. İlk kuruluşu 1239/1823 te vefat eden Bektaşi tarikatından Şem’i Ebubekir Ağa olup ilk postneşini 1214/1799-1800 de ölen Es-Seyyid Mehmed Baba’dır. 1826’da yıktırılan dergah, daha sonra yeniden işkodralı Arnavut Perişan Mehmed Baba tarafından ihya edilir (vefatı 1283/1875). Dergahın son postneşini, 1339/1921 de vefat eden Şeyh (Küçük) Abdullah Efendi’dir.

18. Ciğerci Baba Tekkesi:
Fatih’te Suriçi Mevlanakapı ile Topkapı arasında Ciğerci Baba Türbesi. Tekkeden günümüze sadece türbesi gelebilmiştir. 1826’da yıktırılmış olduğu ve ondan sonra tekrar ihya edilmeyip, sadece Ciğerci Baba Türbesinin kaldığı sanılmaktadır.

19. Erdi Baba Tekkesi, Fatih:
Davutpaşa mahallesi, Hekimoğlu Ali Paşa Caddesi, 1159 ada, 5 parsel ve 1816 ada, 22 parsel dahil. Bu dergah, Erdik Baba Ördek Baba, Erdek Baba, Örük Baba adlarıyla anılmaktadır . Dergahın kurucusunun Şeyh Zeynelabidin olduğu 1199/1784 tarihli Mecmua-i Tekaya defterinde dergahın adı “ Davutpaşa’da Örük Baba Tekyesi” olarak geçmekte ve tekke şeyhinin Zeynelabidin Efendi olduğu belirtilmektedir (Vakıflar Dergisi, 13,1981,shf.586). bu kayda göre adı geçen Zeynelabidin Efendi, o tarihte (1784) henüz hayattadır. Erdi veya Erdik Baba’nın kimliği konusunda ise hiçbir bilgi edinilememiştir. Önceleri Bektaşi tekkesi olduğu kaydedilen sontadan Nakşii en sonunda da Kadiri olmuştur. Nitekim 1307/1890 tarihli Mecmua-i Tekaya’da Kadiri olup şeyhinin Agah Efendi olduğu kaydedilmektedir. Yine başka bir kayıtta dergah postneşini olarak Sun’ullah Gaybi’nin adı yer almaktadır (İbrahim Hakkı Konyalı Kütüphanesi, no 37-38, kaside-i devriyye). Yassı tuğla ve kesme taştan ve kubbeli olan dergah binası halen ayaktadır.

20. Mürüvvet Baba Tekkesi:
Üsküdar Kasım Ağa Mahallesi veya sokağı. Gerek Üss-ü Zafer’de gerekse Tarih-i Lütfi’de 1826’da çeşitli yerlere sürgün edilen Bektaşi Babaları sıralanırken, Üsküdar Kasım Ağa mahallesinden Mustafa Baba’nın Tireye sürüldüğü yazılıdır. Üss-ü Zafer’de ise « Üsküdar’da Kasım Ağa Mahallesindeki Mürüvvet Baba Tekyesindeki Mustafa Baba Tire’ye ... » diye bir kayıt yer almakta, aynı kayıt, J. Kingssey Birge tarafından da alıntılanmış. (Es’ad Efendi, Üss-ü Zafer, 1243, 212; J. Kingsley Birge, 1937.77).
Üsküdar’da bu gün de Kasım Ağa sokağı vardır. Eski kayıtlara göre burada bir de çeşme varmış. Ancak aynı yerde Mürrüvet Baba adıyla bir tekkenin var olup olmadığını tespit edemedik. Ayrıca bu mürrüvet Baba Dergahının adları zikredilen Üsküdardaki Bektaşi dergahlarından birinin diğer biir ismi mi olduğu yoksa başka bir dergah mı olduğu belirlenememiştir.

21.Bandırmalı İnadiye Tekke ve Mescidi:
Üsküdar’da İnadiye semtinde, Menzilhane yokuşu başında, bu günkü Zeynep Kamil Hastanesinin yanında olan bu dergah, Hadikatu’l Cevamî’ye göre 1145/1732 tarihinde celveti şeyhlerinden Bandırmalı Şeyh Yusuf Nizameddin Celveti nin evi iken Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa tarafından bu ev yeniden büyükçe bir zaviye olarak inşa edilir. Selamhanesine minmer de konularak aynı zamanda camii olarak da kullanılmıştır. Camiinin inşa kitabesinin tarih beyitleri şudur.
Du kes ez yek dehan âyet Bèguyyed Bahriya Tarih Makam-ı Celvetiyi Eyledi İhya Ali Paşa 1145/1732
Bu dergah aslında bir celveti dergahıdır. (Celvetiyye; Bayramiyye tarikatı (Hacı Bayram-ı Veli) nin bir koludur. Şeyh Muhyiddin Üftade aracılığıyla (ölümü 988/1580) ünlü Aziz Mahmud Hüdai’dir. (950/1545 – 1038/1629) Aziz Mahmud Hüdai’nin tekkesi (Asitane) ve kabri Üsküdar sırtlarındadır.
Tekkenin adına yaptırıldığı Şeyh Yusuf Nizameddin Efendi, evi tekkeye dönüştürüldükten sonra burada 20 yıl şeyhlik yapmış olup 1166/1752 de vefat etmiştir. Tekke, zamanla harab olmakla Şehla Ahmed Paşa tarafından 1169/1756 yılında tekrar ihya edilmiştir. Bu yeniden ihya için şu tarih söylenmiştir.

Tab’a mülhemdir Bu tarih ey Nafiz Hankâh-ı Dilküşa-yı Evliya 1169/1756
Tekke çeşitli zamanlarda tamir görmüştür. Tekke ve cami yanındaki türbeler ise Ahmed Kamil Paşa tarafından yaptırılmıştır. (Bkz. Hadika 2/210).

Yusuf Nizameddin Efendi ölünce yerine ortanca oğlu Mustafa Haşim Efendi geçer (doğumu 1130/1718). Önceleri sadece celveti tarikatı üzere tarikatı sürdüren M. Haşim Baba bir ara melamiliğe de meyleder. Sonra Mısır’a gider. Mısır’da bulunduğu sırada Bektaşiliğe de meylederek Kahire’deki Kasru’l-Ayn **************** Bektaşi dergahı şeyhi Hasan Babaa’dan Bektaşilik icazeti de alır. Böylece birkaç tarikata intisab eden Mustafa Haşim Baba, babasının postunda 30 yıl dergah şeyhliği yapar. Haşim Baba, inadiye dergahında hem Celveti hen de Bektaşi yolunu birlikte sürdürür. Böylece dergah, çifte tarikatın tekkesi haline gelir. Ancak Celvetilik her zaman ön planda kalır (Bkz: H. Kamil Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdayi ve Celvetiye Tarikatı, İstanbul, 1982. Shf. 242-245,277).

M. Haşim Baba’ya Mısır’da iken Bektaşi icazeti veren Kasru’l-Ayn dergahı postnişini Hasan Baba, daha sonra İstanbul’a gelerek Haşim Baba’nın İnadiye tekkesinde 1170/1756 yılında vefat etmiştir. Alışılmadık bir Bektaşi tacıyla mezar taşında şunlar yazılıdır:
Mısır’da Baba Kaygusuz Dergahında Kasr-ı Ayn Şeyhi Kutbu’l-Vera Hasan Baba Sene 1170

Kasru’l-Ayn dergahı, Kahire’de Nil Nehri kenarında, Kaygusuz Abdal (Alaaddin Gaybi) tarafından kurulmuş, Bektaşi dergahıdır. Dergah, 1249/1833 tarihine kadar faaliyetini sürdürür. Bu tarihte İstanbul’daki Bektaşi Tekkelşeri gibi, Bektaşilerin elinden alınmış, ancak daha sonra mısır hidivi İsmail Paşa Bektaşiliğin Mısırda tekrar canlandırılmasına yardımcı olup, El-Mukattam dağı eteklerinde yeni bir Bektaşi dergahı inşa ettirmiştir.
El-Mukattam’daki Bektaşi dergahı, Mısır hidivlerinin (daha sonra Kral) himayesiylevarlığını sürdürmüş, son postneşini ise, 1959’da vefat eden Ahmed Sırrı Baba’dır. Bu tarihte bu kadar fiilen faaliyaetini sürdüren Mısır-Kahire’deki bu son Bektaşi dergahı, 1964’te Mısır diktatörü Abdünnkasır tarafından yıktırılarak yeri spor tesisleri haline getirilir. (bkz. Hassluck, oppcit, 515-516; Fuad Köprülü, Mısır’da Bektaşilik, Türkiyat Mecmuası, c.VI, İst., 1939, shf. 13-32; S. Münir Yurdatap, Mısırda Son Bektaşi Şeyhi ve Müritleri Arasında,Tarih Dünyası Dergisi, c. 2, s. 12, Ehim 1950.)

Celvetiliği ve Bektaşiliği birarada yürüten Mustafa Haşim Baba’nın tarikatına sonradan, Celvetiyye’nin Haşimiyye kolu adı verilmiştir (H. Kamil Yılmaz, A.g.e. . 242). Mustafa Hjaşim Baba 1197/1783 yılında vefat eder. Cenazesi namazı lıldırılmak üzere Aziz Mahmud Hüdayi celveti asitânesine getirildiğinde, Pir makamı şeyhi büyük Rûşen efendi cenazeyi içeri sokturmaz. Hatta kapıyı bile açtırmaz . Bunun üzerine cenaze, asitâne (Pir dergahı)nin alt tarafındaki yolda bulunan musalla üzerinde kılınarak inadiye dergahına gömülür. Mustafa Haşim Baba, çoğu Arapça olmak üzere bir çok eser telif eder. Bu eserlerden 12’sinin Süleymaniye kütüphanesinde nüshaları mevcuttur. Bunların en başlıcası Hacı Bektaş-ı Veli’nin makâlatına yazdığı şerhtir. İnadiye dergahının Celvetiyye – Haşimiyye silsilesi şu şekilde tespit edilmiştir.
1. Bandırma’lı Şeyh Seyyid Yusuf Nizameddin Efendi, Vef: 1166/1752.
2. Yusuf Nizameddin Oğlu Seyyid Mustafa Haşim Efendi, Vef:1197/1783.
3. Şeyh Seyyid Mehmled Galib Efendi, Haşim Efendi Torunu, Vef:1247/1832.
4. Şeyh Seyyid Abdürrahim Selamet Efendi Seyyid M. Galiboğlu, Vef: 1266/1850.
5. Seyyid Mehmed Fahreddin, Abdürrahim Selametoğlu, Vef, 1311/1839.
6. M. Galib Efendi Abdürrahim Selamet’in oğlu, Vef:1330/1912.

(Zakir Şükrü Efendi, Mecmua-i Tekâya; Freiburg – İstanbul, 1980, shf.21, 75)

1307/1890 da yayınlanan Ecmua-i Tekâya’yı hazırlayan Bandırmalı zade Es-Seyyid Ahmet Münib Efendi de, dergahın kurucusu Bandırmalı Seyyıd Yusuf Nizameddin Efendi’nin soyundan olup, Mecmuasında inadiye dergahını Celveti dergahı olarak göstermektedir. O tarihte (1890) dergah şeyhi olarak ta Fahreddin Efendi’nin (5. Sırada) ismi yer almaktadır. Dergahın son şeyhinin Bektaşi Babası olup, 1967’de ölen Yusuf Fahir Baba (Ataer) olduğu söylenmektedir (Ekrem Işın, Cem Dergisi, 62. Ocak, S. 56). Ancak, inadiye dergahının son şeyhi olduğu söylenen Yusuf Fahir Baba, Tarih Dünyası Dergisinin 1951 tarih ve 27 ve 28. Sayılarında yer alan Bektaşiliğin Sırları ve Bektaşilik başlıklı yazılarında ciddi çelişkiler ortaya koymuş, kitabî bilgiler yerine kulaktan dolma şifaî cahilane bilgiler serdetmiş olduğu görülmektedir. Yusuf Fahir Baba, yazılarında bir çok dini ve tasavvufi kavramı yanlış kullanmış olup bir taraftan Bektaşi argümanlar yerine Şii görüşler serdetmiş, ancak aynı zamanda da Kur’an’ın gerçekliğini red eden görüşler ortaya koymuş. Eldeki Kur’an-ı Kerim’in gerçek Kur’an olmadığı gibi kabul edilemeyecek idialarda bulunmuştur. Bu konuda da çelişki sergileyen Yusuf Fahir Baba, ilk üç halife başta olmak üzere sahabelerin Kur’an ayetlerinin toplanmasında Ehl-i Beyt-i Resul’a ait olan ayetlerin (!)yazılmadığından bahsederken, bunu dipnotunda da red etmektedir. Kur’an-ı Kerim’in 30 cüz değil, aslında 32 cüz olduğunu iddia eden Y. Fahir Baba, 32 cüzlü 2 ayrı Kur’an nüshası görüldüğünü ancak bu fazla iki cüzün dil, belagat ve anlam bakımından da ucube olduğunu söylemektedir.
Bu yazılardan Yusuf Fahir Baba’nın son derece çelişkili görüğşlere sahip olup, bilgi bakımından oldukça yetersiz olduğu görülmektedir.

Dört meşruta odası olup, fevkani ve ahşap olan tekke – mescid,1942 yılında kısmen yanmış, iki mihrabı bulunan mabet (bu iki mihrap, tekkede iki tarikat postunun (celveti-Bektaşi ) bulunmasından mütevellid olabilir. En son 1958’de Zeynep Kamil Hastanesinin genişletilmesi sırasında yıktırılmış ve mezarlar nakledilmiş (Bkz. Edhem Ruhi Öneş, İstanbul Camileri – Kaybolmuş Camiler – shf.16, Basılmamış Çalışma).

22.Haşimî Osman Saçlı Emir Efendi Dergahı ve Camii:
Dergah, Kasımpaşa, Kulaksız’dadır. Dergahtan ilkin 1199/1784 tarihli tekke ve zaviyelerle ilgili mecmuada söz edilir. Mecmuadaki listede, Kasımpaşa civarındaki tekke ve zaviyeler sayılırken, “Kasımpaşa – Kulaksız da Seyyid Haşim Efendi Tekyesi” olarak yer almaktadır (Vakıflar Dergisi, XIII, S. 589).
Bayrami dergahı olarak kurulan bu tekkeden Hadikatu’l Cevamî’de şööyle söz edilir:
« Saçlı Emir Efendi Camii
Banisi, Es-Seyyid Osman Haşimî Sivasi’dir. Müderris iken tedrisi terk edip Bayramiyye tarikatından Gazanfer Efendi’den inâbe almıştır. Sonra hilafet alıp camii civarında bir tekke de bina edip vefatı 1003 zilhiccesinde vakî olmuştur. Cami-i şerif bitişiğinde kendine mahsus türbesinde medfundur. Ve meşihatı evladına şart eylemiştir (Şart-ı Vâkıf). Ve kendi vefatından sonra evlâdı Cafer efendi şeyh olmuştur. Bunların dahi vefatları, 1040 senesindedir. Pederi yanında medfundur. Bunun yerine ise oğlu Seyyid İbrahim Efendi postneşin olup bunlar
dahi 1099 tarihinde vefat edip pederleri yanında medfundur. Ve bunun yerine hemşirezadesi Gazanfer Efendi şeyh olmuştur. Bunlar dahi 1112 tarihinde vefat edip pederleri yanında medfundur. (Hadika C.2, S.18)
Zakir Şükrî Efendi’nin Mecmua-i Tekaya’sında ise bu dergahta şeyh olan ilk beş kişinin adı şöyle sıralanır.
1. Şeyh Seyyid Haşimi Osman Efendi, El-Sivasî, El-Bayramî SaçlıEmir Efendi Namıyla Meşhur. Vef. 11 Zilkâde 1003.
2. Şeyh Haşimi Osman Efendi Oğlu Şeyh Seyyid Cafer Efendi. Vef. 1040.
3. Şeyh Cafer Efendi Oğlu Şeyh Seyyid Tavil İbrahim Efendi. Vef. 1099.
4. Şeyh Seyyid Gazanfer-i Sani, Şeyh İbrahim Tavil Efendi Oğlu. Vef. 1112. (yukarıda alıntıladığımız Hadika’nın kaydına göre Şeyh Gazanfer Efendi Şeyh İbrahim Tavil’in oğlu değil hemşirezadesidir.)
5. Kerestecizade Şeyh Mehmed Ledûmi Efendi, El-Halveti, Karabaş Şeyh Ali Efendi Halifesi. Vef. 1120.

Bu listeye göre başlangıçta Bayramî olan bu tekke, sonradan Halveti olmuş, hem de aynı zamanda Şart-ı Vâkıf’ın hilafına (vakfiye şartlarına aykırı olarak ) , kurucu Şeyh Haşim Osman Efendi’nin soyundan olmayan biri (Kerestecizâde) şeyh olmuştur.
İlkin Bayrami olan dergah, sonradan Halveti ve en sonda da Kadiri tekkesi olmuştur. Ahmed Münib Efendi’nin 1307/1890 tarihli Mecmua-i Tekayasında da Haşimi Osman Efendi ve Emir Efendi adlarıyla Kasımpaşa’da Kulaksız mahallesinde Kadiri tekkesi olarak geçmekte, o dönemdeki şeyhin adı Hamdi Efendi olarak kaydedilmektedir.

S. Nüzhe Ergun’un kaydına göre bu tekkenin son şeyhi bir Bektaşi Babası olan Münci Baba’dır. Bu kayda göre asıl adı Şeyh Mehmed Süreyya olan Münci Baba, tekkenin kurucusu ve ilk şeyhi Osman Efendi’nin soyundan olup tekkenin son şeyhidir. Münci Baba, Çamlıca Nur Baba tekkesi şeyhi Nuri Babaya bağlanıp Bektaşi olmuş, babalık icazetini ise Nuri Baba’nın oğlu Ali Nutki Baba’dan almıştır. 1942’de vefat etmiştir.
Münci Baba’nın “Bektaşilik ve Bektaşiler”, “Tarikat-ı Aliyye-i Bektaşiyye” adları altında iki kez basılan – ilk 1330/1914’te, ikincisi de 1338/1921’de olmak üzere – Bektaşiliği savunan ve açıklayan kitabı vardır. Dergah ve camii Kulaksız, Kadı Mehmed Mah. Yeniçeşme Cad., 1419 ada 52 sayılı parselde yer almaktadır. R. Ekrem Koçu’ya göre Kulaksız Camii yanıp ibadet dışı kalınca dergaha bir minare ilave edilip camii haline getirilmiştir. Tekke-camiin çatısı ahşap iken 1985’te beton haline getirilmiş, 1986’da türbe ve hazire onarım görmüştür. Bu onarımlar sırasında esas eski camii binası da mabede katılmıştır. Türbe dergahın kurucusu, Haşimi Osman Efendi ile ahfadının kabirleri vardır. Türbe kubbeli olmayıp çatılıdır. Türbenin karşısında hazire mevcuttur. Tekke-camii halen ibadete açıktır. (Bkz. Edhem Ruhi Öneş, İstanbul Camileri, Basılmamış araştırma çalışması, 1988)


İstanbuldaki Bektaşi Tekkeleri -IV
 1199/1784 Tarihli İstanbul’daki Tekke, Zaviye ve Hankahlarla belgede yer alan Tekkeler

Etraf-ı Haseki Sultan
1. Davutpaşa’da Örük Baba Tekyesi Şeyhi Zeynel Abidin Efendi
Etraf-ı Haric-i Sûr
2. İdrisköşkü (Eyüp) civarında Karyağdı Baba Tekyesi
Nefs-i Üsküdar ve Etraf-ı O ve sevahil_i Anadolu
3. İnadiye ittisalinde Bandırmalızâde Haşim Efendi Tekyesi
4. Öküz Limanında Yarımca Baba Tekyesi 
[8] 
5. Nerdibanlı Karyesinde (Merdivenköy) Gadni Dede Tekyesi (Şahkulu Sultan)
Etraf-ıKasımpaşa ve Galata ve Tophane ve Sevahil-i Rumeli
6. Kasımpaşa’da Kulaksız’da Seyyid Haşimî Efendi Tekyesi
7. Karaağaç’ta Bektaşi Ali Baba Zaviyesi
8. Rumelihisarı’nda Durmuş Baba Tekyesi
9. Rumelihisarı’nda Şehitlerde Ali Baba Tekyesi
(Atilla Çetin, İstanbul’daki Tekke, Zaviye ve Hankahlar Hakkında 1199/1784 Tarihli Önemli Bir Vesika, Vakıflar Dergisi, XIII, Ankara, 1981. Shf 583-590):
Kuzguncuk İskelesi – Üsküdar İskelesi
20) Ve Öküz Limanı – 21) Bektaşi Dergahı

(Bostancıbaşı Defterleri, R. Ekrem Koçu, İstanbul Enstitüsü Mecmuası, Shf.89, Baha Matbaası, 1958, İstanbul)


Bandırmalızade Es-Seyyid Ahmed Münib Üsküdarî’nin 1307/1890 Tarihli Mecmua-i Tekaya’sında yer alan TEKKE VE ZAVİYELER

Devran-ı Mukabele Günü, Cuma
1. Bandırmalı Şeyh Yusuf Efendi veya Seyyid Haşim Baba Efendi Tekyesi – Üsküdar’da İnadiye Mahallesinde – Celveti, şeyhi: Fahreddin Efendi.
Devran-ı Mukabele Günü, Cumartesi
2. Yarımca Baba veya Paşa Limanı Tekyesi – Üsküdar’da Paşa Limanı nam mahalde – Kadiri, şeyhi: Mehmed Efendi.
Devran-ı Mukabele Günü, Pazar
3. Erdek Baba – Haseki’de Davut Paşa nâm mahalde – Kadiri, şeyhi: Âgâh Efendi.
Devran-ı Mukabele Günü,Çarşamba
4. Durmuş Dede – Rumelihisarı’nda – Şa’banî (Halveti), şeyhi: Nuri Efendi (Bu dergah ilk kurulduğunda, gülşeni olup sonra şabani olmuştur).
Devran-ı Mukabele Günü, Perşembe
5. Akbaba – Beykoz’da Akbaba Nâm mahalde – Nakşi , şeyhi: –––
6. Bademli – Sütlüce’de – Nakşi, Şeyhi: Münir Efendi.
7. Perişan Baba – Yedikule’de Kazlıçeşme’de – Nakşi, Şeyhi: Hasan Efendi (Baba).
8. Şahkulu Sultan – Nerdeban Köyü’nde – Nakşi, şeyhi: Mehmed Ali Efendi.
9. Şehitler – Rumelihisarı’nda – Nakşi, şeyhi: Nafi Efendi.
10. Tahir Baba – Çamlıca-i Kebîr de – Nakşi, şeyhi, Nuri Efendi.
11. Karaağaç – Karaağaç Nâm mahalde – Nakşi, şeyhi: Hasib Efendi.
12. Karyağdı – Eyüp’te Karyağdı Nâm mahalde – Nakşi, şeyhi: Salih Efendi.
13. Valide Sultan veya Emin Baba Tekyesi – Edirne Kapı Haricinde – Nakşi, şeyhi: Halim Efendi
14. Haşimi Osman Efendi veya Emir Efendi – Kasımpaşa’da Kulaksız mahallesinde – Kadiri, şeyhi: Hamdi Efendi.

-------------------------------------------------------------------------
[8] Öküz Limanı Tekkesi, Reşad Ekrem Koçu tarafından yayınlanan Bostancıbaşı defterlerinde de kaydedilmiştir.(1791-92 tarihli)

http://www.bektasi.net/istanbuldaki-bektasi-tekkeleri-4.html  alıntıdır..

Şekerpare Kadın türbesi..eyüp sultan

1_ekerpare



Burada tanıtacağımız türbe Eyüp Sultan, Sultan Reşad Caddesi, Beybaba Sokak ile Camii Kebir Caddesinin kesiştiği nokta da, Ferhat Paşa türbesinin karşı köşesinde yer alan Şekerpare Kadın Türbesidir. Bugün türbenin içinde iki erkeğe ait sanduka vardır. Bu sandukalar, Sultan İbrahim devri Bâbüssaâde ağalarından Abdurrahman Ağa ile yine Sultan İbrahim devri hazine-i hassa ağalarından Hasan Ağa'ya aittir. Fakat türbenin adı Şekerpare Kadın türbesi olarak bilinir. Ayrıca kitabesinde de aynı ada rastlanır. O halde bu garip olayın aslı nedir? Osmanlı Devleti 16. yüzyılda muhteşem yükselişin arkasından 17. yüzyılda bir duraklama çağına girmişti. Sultan I. Ahmed'in kısa süren saltanatının arkasından düzenin bozulmaya başladığı görülür. İşte bu dönemlerde (1640-8) tahtta Sultan İbrahim bulunmaktadır.
Şekerpare Kadın ise yabancı uyruklu genç bir cariye olarak girdiği sarayda yetişmiş, harem entrikalarını görmüş, anlamış ve bunların içinde nasıl zengin olunabileceğini kavramış, güzel ve zeki bir kadındır. Padişahı elde edebilecek etkinlikte işvebaz, kurnaz ve hırslı bir genç kadın olduğu söylenmektedir. Onun padişahın musahibelerinden olduğu da bilinmektedir. Musahib veya musahibe hükümdarların sarayda sohbet ettikleri kişilerdir. Şekerpare Kadın, işte bu güç ve karizması ile hem Sultan İbrahim'in gözdelerinden biri olmuş hem büyük bir servete erişmiş hem de bir konağa yerleştiği gibi ayrıca kendisi için Eyüp Sultan'da bir türbe yaptırmıştı. Ancak Sultan İbrahim'in saltanatının son yıllarında karışık bir takım entrikaların içine bulaşması ve Kösem Sultan ile aralarının açılması Şekerpare Kadın'ın sürgün edilmesine, nikâhlısı Musa Paşa'nın ise idamına sebep olmuştur.
Sultan İbrahim'in annesi Osmanlı tarihinin ünlü ve etkili kadınlarından olan Kösem Sultan, keskin zekâsıyla oğullarını etkisi altına aldığı ve bütün saraya nüfuzunu kabul ettirdiği bilinmektedir. Şekerpare Kadın ile Kösem Sultan'ın aralarının açılmasının sebebi bilinmez. Belki şekerpare'nin bir takım yolsuzluklara adının bulaşması, Kösem Sultan'ın ise kendinden başka bir kadının hâkimiyetine göz yummak İstemeyişi aralarındaki soğukluğun başlıca sebebi olsa gerektir.
Bu rekabetin sonucunda "Kudretli Valide" genç hasekiyi harem ağalarına dövdürmüş ve ondan sonra da oğlu Sultan İbrahim'den ferman çıkararak bütün mallarına el konularak sürgüne gönderilmesini karar altına almıştır. Bu karar o derece şiddetlidir ki genç kadının konağına kadar gidip gerekli bazı şeyleri almasına dahi izin verilmemiş ve olduğu gibi saraydan yola çıkarılmıştır.
Şekerpare Kadın'ın sürgüne yollanması ile birlikte onun sayesinde yükselen ancak 5-6 gün sadrazamlığı olan nikahlısı Kaptan-ı Derya Kara Musa Paşa da gazaba uğramış ve İstanbul'da Yedikule'ye hapsedilerek, Şekerpare'nin sürgüne gönderildiği zamanlarda orada idam edilmiştir. 17. yüzyılda başta Sultan II. Osman olmak üzere bazı vezirlerin Yedikule'de idam edildikleri bilinir.
Bütün serveti elinden alınan ve ancak haline acıyanların yardımlarıyla yaşamını sürdüren genç kadının çilesi esas buradan sonra başlıyordu. Şekerpare'nin sürgün yeri İbrim kalesi olmuştur. Bu Mısır'ın en güneyinde Osmanlı ülkesinin Habeşistan (Etiyopya) sınırındaki son kalesidir.
Şekerpare'nin burada ne kadar yaşadığı da bilinemez. Ancak o çağın içinde yaşamış olan Evliya Çelebi Şekerpare'nin bir süre sonra İbrim'den çıkarak Mısır'a yerleştiğini ve orada öldüğünü bildirir. Ölüm tarihinin kaç olduğu ve bir mezarının bulunup bulunmadığı hakkında da bir bilgi yoktur.
Şekerpare kadının mal varlığına el konulduğu sırada kendi adına yaptırdığı buradaki türbe'sine de el konularak satılmıştır. Abdurrahman Ağa ile yakın dostu Hasan Ağa bu türbeyi ortaklaşa satın almışlardır. Türbenin kitabesinden anlaşıldığına göre aralarında çok sıkı dostluk bağı vardır. Hasan Ağa Abdurrahman Ağa ile birlikte 1652 yılında öldürülmüştür. Ayrıca Sadr-ı Esbak Mustafa Nail Paşa'nın eşi olan Fatma Sultan da (1867) burada gömülüdür.
Alman şair ve edebiyatçısı Heinrich Heine bir yazısında "Her mezar taşının altında bir dünya tarihi yatar" demiştir. Gerçekten mezarlıklardaki binlerce mezar taşı bir vakitler yaşamış ve tarihe mal olmuş kişilerin hatırasını yaşatır.
Her ölü tarihte nam bırakmış bir kişi değildir. Fakat o kişi hayatta olduğu yıllarda bir tarih yaşamıştır. Basit bir mezar taşından daha önemli bir mezar anıtı olan türbe ise tabiatıyla içinde yatan kişi veya kişilerin tarih içindeki varlıklarını hayat hikayelerini daha ayrıntılı bir şekilde yansıtmaktadır.
Alman şairi Heine'nin sözü, Eyüp Sultan semtindeki Şekerpare kadın türbesinde bütün canlılığı ile kendisini göstermektedir. Bu türbe Osmanlı tarihinin entrikalarla, karmaşık olaylarla dolu bir döneminde yaşayan Şekerpare Kadın'ın ibret vesikası sayılabilecek trajik hayat hikâyesinin abidesi olarak İstanbul tarihindeki yerini almaktadır.
1957 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğünce yapılan imar hareketinden önce Türbe, senelerce marangoz atölyesi olarak kullanılmıştır. İmar sırasında türbenin yola bakan kısmındaki sebil kaldırılmıştır. 
Türbe üzerindeki kitabe şöyledir:

Çün Şekerpare Kadın türbesini mirinden
Nakd-i semen ile bey'itmek olundu ferman

İştirâ eylediler anı, bahasını virüp
İştirak üzre iki zâbit-i sahib-erkân

Birisi bab-ı saâdet ağası kim dinülür
Namına izzet ü ikram ile Abdurrahman

Birisi de ser-hazin Hasan Ağa odur
Kadr ile hâfız-ı emval-i Şehinşah-ı cihan

Oldular ol iki ağay-ı mükerrem zira
Birbirine meveddet ile misâl-i ihvan

Dâr-ı dünya vü ukbada Hüda Cevri
Birbirinden ayırmaya bihakk-ı Furkan

Aldılar türbeyi binellisekizde ikisi
Hak mahallinde ide her birine kasr-u cihan. 
Kaynaklar:
S. Eyice: Eyüp Sultan Sempozyumları, C. 9, s. 111-121, 2005.
R. Akakuş: Eyüp Sultan ve Kutsal Emanetler, s. 161-163, 1973.
Nidayi Sevim
HaberKültür.Net

ALEVİLİĞİN EN ESKİ BELGESİ: GUDEA SİLİNDİRİ

ALEVİLİĞİN EN ESKİ BELGESİ: GUDEA SİLİNDİRİ

Alevi mürşitleri Aleviliğin başlangıcını anlatırlarken: 'Ayin-i Cem ilk ne zaman ve nerede yürütülmüşse Alevilik de o zamanda ve o mekanda başlamıştır' derler.Bu mürşit sözünden hareketle kimileri ısrarla ilk Ayin-i Cem'in günümüzden bin dört yüz yıl evvel Arap Yarımadasında Hz. Ali'nin toprak damlı evinde yürütüldüğünü ve dolaysıyla Aleviliğin Hz.Ali ile başladığını öne sürüyorlar.
Elimizde Hz. Ali'nin evinde cem kurulduğuna, bağlama çalınıp, nefesler söylenip semah dönüldüğüne dair hiçbir kayıt yok. Bırakın Hz. Ali'nin bağlama çalıp, semah dönmesini, cem yürütmesini, elimizde Hz. Ali'nin Alevi erkanından, Alevi inancından haberdar olduğunu kanıtlayacak en küçük bir bilgi yada belge kırıntısı dahi yoktur.
Hurafeleri bir kenara bırakıp gerçeklerin ardına düştüğümüzde; Alevi inanışının temel taşı ve Aleviliğin yegane ibadet biçimi olan Ayin-i Cem törenine ait ilk yazılı belgeyi Paris Louvre müzesinde buluruz.Bu belge s 'Gudea Silindiri' olarak bilinen bir Sümer silindir tabletidir..
Sümer uygarlığının son reformisti, Lagaş şehir devletinin ünlü prensi Gudea tarafından MÖ.2125 yıllarında yazdırılan 50 cm boyunda 33cm çapındaki bu silindir tablet Alevi Ayin-i Cem töreninin uzak geçmişine ışık tutacak en eski yazılı belgedir.
Ayin-i Cem, Cem Evi’nin ayin için hazırlanması ile başlar, ayinde sunulacak yiyecekler, (lokma), içkiler (dem) ve Ayin-i Cem’i başlatacak çerağ(çıra-mum) hazırlanır. Sonra ayini yöneten pir (yada dede) törende hizmet görecek on iki hizmetliyi seçer.Ayin-i Cem çerağ uyarılması yada delil uyarılması adı verilen ritüelle başlar.
Gudea silindirinde önce dört-beş bin yıl önce Sümer'de yapılan törenin hazırlık safhası anlatılıyor
“…Gudea bir dizi ilahın yardımıyla tapınağı (cem evi) temizledi...törende (Ayin-i Cem) kullanılacak bütün yiyecekler (lokma) adak içkilerini (dem) ve tütsüleri (çerağ) hazırladı... Bunun ardından tapınağın (cem evi) gereksinimlerini karşılayacak bir gurup hizmetliyi (on iki hizmetli) atama işine geçti.” (parantez içlerini ben yazdım)
Sümer tabletinde bu girişten sonra törende görevlendirilen on iki hizmetlinin adları sayılıyor.
1. Kapıcı (gate keeper)
2. Kahya / Değnekçi (butler)
3. Nezaretçi /Gözcü (bailiff)
4. Silahtar (armaurer)
5. Müzisyen /zakir (musician)
6. Kuşbaz (game keeper)
7. Keçi Çobanı/Kurbancı (goatherd)
8. Dalyan Denetçisi (fisheries inspector)
9. Ulak /Peyik (messenger)
10. Tahıl Denetçisi (grain inspector)
11. Mabeyinci (chamberlain)
12. Arabacı (coachman)
Alevi Ayin-i Cem’inde yer alan On iki Hizmetli'nin adları şunlar
1. Pir Mürşit
2. Rehber
3. Gözcü (Yoklamacı)
4. Çerağcı (Delilci)
5. Zakir
6. Süpürgeci
7. Kurbancı (kimi bölgelerde Sofracı)
8. Saka
9. Peyik
10. Pervane (Semahcı)
11. Sucu-Kuyuccu
12. Kapıcı
Eski Çağda Sümer'de yapılan ayin ile bugün Anadolu'da halen yürütülen Alevi Ayin-i Cemleri arasındaki tek fark on iki hizmetlinin kimilerinde görülen farklı isimlendirmeler.Bu farklılıklar da;Anadolu’nun çeşitli bölgelerindeki Ayin-i Cem’lerinde on iki hizmetlinin isimlendirilmelerinde yer yer görülen farklılıklardan çok da fazla değil.
Lokma , dem, çerağ ve on iki hizmetli dışında Alevi Ayin-i Cem töreni ile Sümer töreni arasında bir benzerlik daha var; Sümer dini törenleri müzisyenlerin çaldığı “balag” adını verdikleri bir müzik aleti ile müzik eşliğinde yapılırdı. Bugün Anadolu’da Aleviler’in Ayin-i Cem’leri de müzik eşliğinde yapılıyor. Bu törende kullanılan müzik aletinin adı herkesin bildiği gibi “bağlama” dır.
ERDOĞAN ÇINAR - ALEVİLİĞİN GİZLİ TARİHİ

25 Şubat 2016 Perşembe

Cihan Dede Türbesi

Cihan Dede Türbesi 

AFYONKARAHİSAR -Şuhut 

 Afyonkarahisar İli Şuhut İlçesi Balçıkhisar Beldesi Tekke Mahallesinde türbesi vardır.
Cihan Dede Türbesi
Cihan Dede’nin kim olduğu konusunda herhangi bir bilgi yoktur. Anadolu ereni olarak anılmaktadır. Yeşil Eşikli Cihan Dede olarak anılmaktadır ve yöre halkı tarafındanCan Dede olarak da bilinmektedir.  
Cihan Dede Türbesi
Türbe ahşap malzemeden yapılmış olup herhangi bir mimari özelliği yoktur. Türbe yanında aşevi ve cemevi yapımı sürmektedir.

 Yörede bulunan Alevi vatandaşlarımızın ziyaret ettiği Cihan Dede’ye değişik dilekler için ziyaret edilmekte ve kurban adağında bulunulmaktadır.

MİRÂC (MİRÂC-NÂME)

MİRÂC (MİRÂC-NÂME) 
 
Mirâc: Ruh fezasında yükselmek ve “makam-ı mahmud”a ermektir. Hz. Muhammed’in “Habibullah” (Allah sevgisi) makamına yükselmesidir. Bu makam anneyle bebek arasında ki ilişki gibidir. Hiçbir beklenti olmadan salt şevkat, merhamet ve sevgi bütünleşmesine ermesidir. Hz. Muhammed, Cebrail vasıtasıyla Sidret-ül Münteha (Akıl boyutunun bittiği, aşk ile ulaşılan Allah’a en yakın makam) ya gelince, Cebrail: “Ben buradan ileriye geçemem, geçersem yanarım”. deyince; Peygamberimiz “Öyleyse sen yerinde kal. Ben ezelden bu aşk yoluna canımı kurban koymuşum. Yanarsam tek başına yanayım. Canını cananından sakınan, canını nasıl görebilir? Cananı uğrunda bu can feda olsun” der ve Allah’a yalnız gider. Dönünce de yatağının soğumamış olması bize neyi ifade eder? Tasavvufta Cebrail akıldır, yani Cebrail’in aklın ona vahyettiklerinin nereden geldiğini anlamak ve öğrenmek istiyordu. İşte İmam Cafer buyruğuna göre bu merak, Cebrail’i kırklar meclisine götürdü. Kırklar meclisi ile ilgili Yunus’a kulak verelim: Muhammed ile bile Mİ’RAC’a ağan benim Ashab-ı suffe’y ile yalıncak olan benim. Sabr ile kanaatı viribidim bunlara Kırk kişi bir gömlekten başın çıkaran benim. O kırkından birine neşteri çaldımıdı Kırkından kan akıtıp ibret gösteren benim. Adem peygamber ile Havva yaratılmadan Uçmak’tan sürülüben o müflis olan benim. Adımı YUNUS taktım sırrım âleme çaktım Bundan ileri dahi dilde söylenen benim. Yunus KIRKLAR: Rical-ül Gayp (Gayp Erenleri) alemidir. O takva sahipleri ki; gaybe (görünmeze) inanırlar. Namazı dosdoğru kılarlar. Verdiğimiz azıklardan yedirirler.[1] İşte bu erenler aleme düzen verirler. İnsanlara yardım ederler. MİRÂC: Semaya yükselme, madde aleminden mana alemine geçiştir. İSRA: Yürü anlamındadır (Gece yürüyüşü). Hz. Muhammed Mirâc dönüşü kırklara uğrar. Diğer bir kaynağa göre de Kırklar Meclisi, batın alemi karşılığı kullanılan, Velayet Makamı (Ermişlik Mertebesi)’dır.[2] Onun yalnız tevilini gözetirler. Onun tevili geldiği gün, daha önce onu unutanlar şöyle derler: İnan olsun, Rabbimizin Resulleri gerçeği getirmişlerdir. Acaba bizim için şefaatçılar var mı ki? Bize şefaat etsinler. Yahut daha önce yaptıklarımızdan başkasını yapalım diye geri gönderebilir miyiz? Öz benliklerini hüsrana ittiler. İftiralarına alet ettikleri, onlardan uzaklaşıp kayboldu.[3] Vahyin nereden geldiği Hz. Muhammed’de aşk olmuştu. (Kur’ân’ı nereden getiriyorsun?) Cebrail (A.S) perdeyi müsa’ade-i Resülullah’tan sonra kaldırıp bakınca o vakit Resulullah’ın vücudu nuraniyesinden alıp, vücudu unsuriyyesine getirdiklerini Resul-u Ekrem’e arz eder. Bunun açık anlamı şudur; “KENDİSİNDEN- KENDİSİNE” Çünkü tasavvufta Cebrail’in akıl olduğunu yazmıştık.[4] “Bütün varlıkların tesbihi o kudrettedir ki, kulunu gecenin birinde mescid-i haramdan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksaya yürütmüştür. Bu ayetlerden bir kısmını O kulumuza göstermek için.” [5]Kuran’ı Kerim’de geçen evvel, ahır, zahir, batın, hepsi o gönülde sultan imiş (Kaabe kavseyn-i ev edna) En yüksek ufuktadır o.[6] Sonra iyice yaklaştı ve sarktı.[7]Araları iki yay boyu kadar veya daha az kaldı.[8] işte Mirâc makamı burasıdır. Cem’lerde okunan Mirâclama bu yolculuğu sembolize eder. Cem’lerde mirâc, Kesret (Çokluk)’ten, Vahdet (Teklik)’e geçiştir. Mirâçtan Hz. Muhammed’in iki rekat namaz getirdiğine işaret edilir. Alevi ibadetinde, Mirâçlama okunurken, Muhammed ayağa kalktı deyince cemaat ayağa kalkar ve kıyama (Ayakta dik durmak) durur, eğiliben secde kıldı denilince rükuya (Elleri dizlere koyarak eğilme) durur ve oturunca secde yapar. Namazın şekliyle ilgili Kur’ân da üç emir vardır: Kıyam-Rükû-Secde Kıyam; uluhiyet (Allah), rukü; ahadiyet (Teklik), Secde; Adem makamıdır. Bizlerde bu şekilleri Mirâc okunurken şeklen uyguluyoruz. Adem olanlar da ibadetiyle Mirâca yükselebilmelidirler, akıl ve ruh boyutuyla yükselmelidirler. Muhammed’in Mirâc’ı Ali ile birlikte olmuştur. Mirâc’ın vuku bulduğu yere “Kaabe Kavseyn ev Edna.” (İki yayın çakıştırılarak tek oku atacak kadar yakınlık) makamı derler. Bu mirâc Hakikatı, her ikisinin de tefekkür halinde ruhen birbiriyle birleşmeleri keyfiyetinden ibarettir. Bildiriye göre Mi’rac ta Hz. Muhammed’e “Cebrail” önderlik etti, fakat, “Sidret-ül Münteha”dan ileri geçemeyerek, Muhammed’i orada kendi başına bıraktı. Bu rivayetin anlatmak istediği şudur; Cebrail demek akıl demektir, akıl ise, madde de,vücutta bulunduğundan yine maddeye göre tefekkür edebilir, yani, madde de, varlığın sınırını aşamaz. Başka bir deyişle, akıl da, bir bakıma maddidir, dolayısıyla sınırlıdır. İşte Hz. Muhammed de seyranını maddi aklının son sınırına kadar yaptı fakat, daha ileri gidemedi. Ancak daha ileri gitmek ve Hakikatı tamamıyla kavramak istemekle, bu sefer, aklını bırakıp onun yerine “O”na sarıldı ve ruh yoluyla, kalp yoluyla seyrana başladı. İşte Hz. Muhammed ruhu ile seyranda iken, karşısına bir aslan çıktı ve nereye gittiğini sordu, Muhammed de Hakk’a gittiğini ve birlikte gitmelerini teklif etti ve Muhammed bu Aslana iyice bakınca onun Hz. İmam Ali olduğunu anladı.. Bu suretle de Hakk’a beraberce gittiler. Mirâcın dış (zahiri) anlamda rivayeti budur. Fakat iç (batın) anlamda ortaya konmak istenen gerçek şudur: Hakikata tamamıyla ulaşma yolunda, Hz. Muhammed ile Hz. İmam Ali maddeten karşılaşıp ruhen birleşmişler ve Hakk’a birlikte ruh olarak ulaşmışlardır. Başka bir deyişle, Hakk kendini bilmek ve sevmek için Hz. Muhammed ve Hz. İmam Ali suretinde ve şahıslarında tecelli etmiştir ki onların ruhları birleşince tekrar aranan zat bulunmuş ve onunla tekrar birleşilmiş, bir olunmuş olur. Diğer bir değimle de Muhammed ve Ali birleşmesinden Hakk tecelli ederek; “Hakk-Muhammed-Ali” vasıl olmuştur. Mirâc keyfiyeti, kendi derecelerinde, ariflere, kamil insanlara da müyesserdir. Kendi derecelerinde sözümüzden maksat ise Hakikat yolundaki ilimleridir. Esasen, bütün maddi ve manevi ilimlerimizden asıl maksat da böyle ilahi bir seyran yapabilme kudretini kazanabilmemizdir. Buda insanın varlığını ve yokluğunu aynı zamanda bilebilmekle ve bütün zerrelerin kendi olduğunu görüp her şeyi, bütün varlığı o gözle görmekle mümkündür. Yani, kendi kendimizi her bir zerrenin kendi bilgisi ve görüşüyle görmekle mümkündür ki: “Ölmeden önce ölmek”de budur.[9] Bunları açıkladıktan sonra, Cebrail’in Hakiki manası nedir? diye sorarsak şunları söyleyebiliriz: Cebrail’in Hakiki manası Hz. Muhammed‘de vaki olan ilahi tecelli ve Hakk’ın tam zuhurudur ve Muhammed’in aklıdır. · Hz.Muhammed’in, kalbinin misali sureti, İsrafil’dir. · Hz. Muhammed’in,vehm’inin misali sureti, Azrail’dir. · Hz. Muhammed’in, Aklı’nın misali sureti, Cebrail’dir. · Hz.Muhammed’in, Himmet’inin misali sureti, Mikail’dir. Dil her şeyi tattığı için, Azrail’dir. Göz her şeyi gördüğü için, Mikail’dir. Kulak her şeyi duyduğu için, İsrafil’dir. Akıl her şeyi bildiği için, Cebrail’dir. (Vehm: Şüphe, tereddüt, korkudur. Himmet: Gayret etmek, çalışma, çabalama anlamındadır.) Hz.Muhammed’in gerçek anlamda Mirâcı budur. Mirâc madde aleminden mana alemine geçiştir. Diğer bir deyimle de “fakr” aleminden “fahr” alemine, geçiş yani, “Fahri Kainat” (Kâinatın efendisi) makamına erişmektir. Miracımıza devam edelim: Evvel emanet budur ki: Piri, rehberi tutasın Kadim erkâna yatasın Tariki müstakime. Dosdoğru yola gidebilmek için her insana bir yol gösterici yani bir rehber gerekir, çünkü, yola rehbersiz gidilmez. Rehber bilendir. Bilen kişiyle dost ol, çünkü, seni aydınlatır, bilgisiz kişilerle dost ol, çünkü sen onu aydınlatırsın. Bilmediğini bilmeyenlerden hemen uzaklaş, çünkü onlar aptaldır, seni de aptallaştırır.[10] Evet bilenlerle yol yürünür. Bilmeyen seni yolda bırakır. Onun için kişiye yolu bilen, menzile götüren bir rehber gereklidir. Muhammed belin bağladı Anda ahiri Cebrail İki gönül bir oluben Hep yürüdüler dergâha. Dergâha gidebilmenin yolu, gönüllerimizin birliğinden geçmektedir. Çünkü, kesretten (çokluktan) vahdete (tekliğe) geçiş ancak gönül birliğiyle olmaktadır. Doksan bin kelâm danıştı İki cihan dostuna Tevhidi armağan aldı Yeryüzündeki insana Kelam: sözdür, bilgidir, irfaniyettir. İrfan: İlâhi bir feyiz olarak kâinatın sırlarını bilme kudretidir, bilmek, tanımaktır, Allah’ın birliğini,tekliğini bilmektir. O şerbetten biri içti Cümlesi mest-ü hayran Mümin Müslim üryan büryan Hepsi de girdi semaha. Mest olma, serden geçmektir, kelamın bittiği andır. Artık O’ndan başka gönülde kimse kalmamıştır, aşk sarhoşu olunmuştur. Üryan, büryandır o. Tevhid olunmuştur. Bir vücutta ikilik olur mu hiç! Irmaklar deryada birleşmiştir. Gönül gerçek sahibinindir artık. Fani olan, baki olanına kavuşmuştur. İbadet yapmanın amacı da bu değil midir? Bunları belirttikten sonra gelelim yaşamımızda ki miraca. ALİ RIZA UĞURLU DEDE AŞK-I MAHABBET 4.BASKI [1] Bakara Sûresi,ayet 3 [2] Menakib-ül Esrar / Behçet-ül Ahar [3] A’râf Sûresi,ayet 53 [4] Zeynel Abidin Cümbüş; Aşkın anahtarı, Vahiy konusuna bak. [5] İsrâ Sûresi,ayet 1, [6] Necm (yıldız) Sûresi,ayet 7, [7] Necm (yıldız) Sûresi,ayet 8, [8] Necm (yıldız) Sûresi,ayet 9, [9] Prof. Dr. Cavit Sunar, Melamilik ve Bektaşilik, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fak. Yay. [10] Konfüçyüs 

Lokman-ı Perende’nin, Hacı Bektaş-ı Veli’ye “Hacı” demesi

Lokman-ı Perende’nin, Hacı Bektaş-ı Veli’ye “Hacı” demesi

Sultan İbrahim-al-Sani, Hacı Bektaş’ı tahsil ettirmek istedi, bilgin bir adam aradı. Bu şehirde dediler, bilgin, üstün, keramet sahibi bir adam vardır; türkistan’ın doksandokuzbin pirinin piri Hace Ahmed Yesevi’nin halifelerindendir; adına Şeyh Lokman-ı Perende derler; Bektaş’a, ancak o, hocalık edebilir, onu hoca tayin ederseniz en doğru iştir bu. Sultan İbrahim, Bektaş-ı Horasani’ye Şeyh Lokman-ı Perende’yi hoca tayin etti. Şeyh Lokman, Hacı Bektaş’a, bilginin evveline ait söz söylerken Hacı Bektaş, sonundan haber vermedeydi.

Bir gün, Lokman-ı Perende, mektebe gelince gördü ki iki er gelmiş, biri, Bektaş’ın sağında oturmada, öbürü solunda; ona Kur’an öğretiyorlar, mektep, yüzlerinin nuruyla nurlanmış. Lokman, içeriye girer girmez bunlar, kayboluverdiler. Lokman, bu hale şaşırıp kaldı; kendi kendine acaba bunlar kimdir diyordu. Hacı Bektaş, mübarek ağzını açıp hoca dedi, biliyor musun, o iki nurlu zat kimler? Lokman, ama dedi, bildir, kimlerdir? Bektaş, sağımda oturan iki cihan güneşi Ceddim Muhammed Mustafa idi, solumda oturan, Tanrı aslanı, inananların Emiri Murtaza Ali. Biri, gelip zahir bilgisinden, öbürü batın bilgisinden bahsederler. Kur’an’ı belletirler bana.Lokman-ı Perende, Bektaş’ın bu sözlerini duyunca pek sevindi, gidip babası Sultan İbrahim’e anlattı. Sultan İbrahim, işitince neşelendi, Tanrıya şükürler etti.

§ Lokman-ı Perende, Türkistan’ın, doksandokuz bin pirlerinin piri Sultan Hace Ahmed Yesevi’nin halifesiydi, perendelik hizmetini, ona,Muhammed-i Hanefi oğlu Ahmed Yesevi vermişti.

Lokman-ı Perende, bir zaman, cezbeye tutulmuştu, dağlarda gezerdi. İmam Cafer-al-Sadık, hırkasını, Bayezid-i Bıstami’ye vermiş, Lokman’a göndermişti. Bayezid, araya araya onu, bir dağ başında buldu, hırkayı verdi, imam’ın selamını söyledi ve hırkayı, Lokman’a giydirdi. Lokman, Cezbelendi, kalkıp namaza başladı, bir rik’at namazı, tamam ondört yılda kıldı; Bayezid de öndört yıl, ayakta durdu. Lokman’ın ikinci rik’ate kalktığını görünce  dayanamadı, yürüyüp gitti, imam Cafer’e vardı, Lokman’ın halini anlattı. İmam, Lokman, ikinci rik’atı kılıp bitirinceye dek dursaydın dedi, sende nasibini tam alırdın.

§ Lokman-ı Perende, birgün Bektaş’a bilgi öğretirken Bektaş’a dedi, dışarıya çık, bir ibrik su getir, abdest alayım. Bektaş, hocam dedi, bir nazar etseniz de mektebin içinde bir su çıkıp aksa, bizde dışardan su getirmeye muhtaç olmasak. Lokman, bizim buna gücümüz yetmez dedi. Bektaş, el kaldırıp dua etti, Lokman-ı Perende amin dedi. Bektaş, elini yüzüne sürüp secdeye kapandı. Hemen mektebin ortasından güzelim bir pınar çıktı, kapıya doğru akmaya başladı. Lokman-ı Perende, Hacı Bektaş’ın bu kerametini görünce sevinçle ya Hünkar dedi. Bu suretle Bektaş-i Veli’nin adı Bektaş Hünkar kaldı. Bektaş, secdeden kalkınca, gördü ki mektebin ortasından güzelim bir pınar çoşup akmada pınarın başında da susamlar bitmiş, latif çiçekler açmış. Bunu görünce tekrar secdeye vardı. Hünkar’ın kerametini Sultan İbrahim-al-Sani’ye haber verdiler. O da neşelendi. Tanrıya binlerce şükürler etti.

§ Lokman-ı Perende, hacca gitmişti. Tevaf etti, hac törenlerini yerine getirdi, Arafat’a çıkıp vakfeye durdu, yanındaki arkadaşlarına, bugün arife günü, şimdi bizim evimizde bişi pişirirler dedi. Lokman’ın sözü, Hünkar’a malüm oldu. Evde de gerçekten bişi pişirmedeydiler. Lokman’ın karısına, bir tepsiye bir kaç bişi koyun da verin bana dedi. Bir tepsiye bir kaş bişi koydular, Hünkar’a verdiler. Hünkar, tepsiyi aldı, göz yumup açıncayadek Şeyh Lokman’ı Perende’ye götürüp sundu.  Şeyh Lokman, bunu görünce hikmetini anladı. Arkadaşlarıyla bişiyi yedi, tepsiyi gizledi. Hac törenini bitirip Hicaz’dan döndü. Horasan’a yakın gelince bütün Nişabur halkı, Lokma-ı Perende’ye karşı çıktılar, haccın kutlu olsun dediler, mübarek elini öptüler. Lokman, Hacı dedi, Bektaş’dır, gidip Bektaş’ın elini öptü, kerametlerini bir bir haber verdi. Halk da bunu duyunca Bektaş’a baş eğdi,böylece adı, Hünkar Hacı Bektaş-al-Horasani oldu.

Hünkar H. B. Veli’nin Horasan Pirlerine nişan getirmesi
Lokman-ı Perende, hacdan dönünce Horasan erenleri, bir araya gelip Lokman’a hac kutlamıya geldiler. Mektebin ortasından akan pınarı görünce biz dediler, daima buraya gelir giderdik, bu pınar yoktu.Lokman Perende, Hacı Bektaş Hünkar’ın kerametidir bu dedi. Hacı Bektaş Hünkar kimdir dediler. Lokman-ı Perende, Hacı Bektaş Hünkar, bu azizdir dedi, Bektaş-ı gösterdi. Erenler, bu, henüz çocuk, ne münasebetle ve nasıl hacı oldu dediler. Lokman-ı Perende, Hacı Bektaş’ın kerametlerini birer birer anlattı, Kabe’de ibadet yaparken dedi, Bektaş da daima benimle ibadet yapardı. İbadet bitince kaybolurdu. Erenler, bu daha küçük bir çocuk, bu keremeti nereden bulmuş dediler. Hacı Bektaş Hünkar, mübarek ağzını açıp ben dedi, Kevser sakisi, alemlerin rabbi Tanrının arslanı, vilayet Padişahı, müminler emiri Hz.Ali’nin sırrıyım. Bizim aslımız, neslimiz odur, bu çeşit kerametler, bize mirastır. Bizden bunun gibi kerametlerin zuhuruna şaşılmaz, çünkü Tanrı nasibidir bu.

Horasan erenleri, eğer dediler, gerçekten Şah’ın sırrıysanız onun nişanları vardır, gösterin de görelim, tasdik edelim, inanalım. İmam Hz.Ali’nin bir nişanı buydu; mübarek avucunun ortasında güzel, yeşil bir beni vardı. Hz.Hünkar Bektaş-ı Veli, mübarek elini açıp gösterdi, baktılar ki avucunun ortasında güzelim bir yeşil ben var. Müminler emiri imam Hz.Ali’nin, mübarek anlında da güzel, yeşil bir ben vardı dediler. Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, mübarek anlını açıp gösterdi, anlında da yeşil, nurabi bir ben gördüler. Hepsi de, derviş-i dervişan, eksiklik ettik diye özür dilediler, keramet de ancak böyle olur dediler, teslim oldular. 

Kitap: Vilayetname
Hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı
Ekleyen: Seyyid Hakkı

BALTASI GEDİK Mahmut Baba

BALTASI GEDİK Mahmut Baba..elmalı
           Baltası Gedik Mahmut Baba hakkında kayıtlarda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Hemen Hemen her Bektaşi Şeyhinin Divan, şiir ve menkıbesinde adı geçer ancak, fazla bilgi bulunmaz. Bu gün Alanya'dan Fethiye'ye kadar olan şeritte yaşayan halkın önemli Dînî günlerde ziyaretgâhıdır.Buralardan zaman zaman günübirlik turlar düzenlenmektedir.             Balatası Gedik Mahmut Baba ile ilgili yaptığımız araştırmada, Abdal Musa ve Kaygusuz Abdal (Gaybî) ile aynı dönemde yaşadıkları anlaşıldığından, 1300'lü yılların son yarısında ve 1400'lü yılların ilk yarısında yaşadığı ortaya çıkmaktadır.Baltası Gedik Mahmut Baba, Abdal Musa Sultan'ın isteğiyle kurduğu Tekke, Cumhuriyet Dönemine kadar faaliyetine devam etmiş bir Elmalı Erenidir.            Baltası Gedik Mahmut Baba hakkında daha fazla bilgiyi, Elmalı Gökpınar Köyü'nden Yusuf Kırcan'ın hazırlamış olduğu Elmalı Söylenceleri adlı Facebook sayfasından edindik ve aşağıda sizlerle paylaştık. Elmalı Söylenceleri sayfasında gödüklerimize göre;

"Baltası gedik Mahmut Baba; Abdal Musa Hazretlerinin oduncusu, bir rivayete göre kardeşidir. 1300’lü yıllarda yaşamıştır.
Alanya Beyi’nin oğlu Gaybi, bir av sırasında Abdal Musa dergâhına gelir ve burada Abdal Musa Hazretlerine intisap eder. Alanya Beyi, oğlu Gaybi’nin Abdal Musa dergâhında zorla tutulduğunu zanneder. Adamlarını Elmalı’ya Abdal Musa Hazretlerinin üzerine gönderir. Hıristiyan Teke Beyi Kılağası İsa Elmalı’ya hareket eder. Bu haberi alan Abdal Musa Hazretleri de dervişleriyle onları karşılamaya çıkarlar.
Hıristiyan Teke Beyi Kılağası İsa’nın adamlarıyla Abdal Musa Hazretlerinin dervişleri bu günkü Elmalı’nın kuzeybatısındaki Baltası Gedik Türbesinin olduğu yerde karşılaşırlar. Savaşta Abdal Musa’nın oduncusu Mahmut Baba, Kılağası İsa’nın kafasını baltasıyla uçurur. Kılağası İsa’nın adamları da dağılırlar. Bu olaydan sonra Abdal Musa Hazretleri: 
—Beni ziyarete gelen önce seni ziyaret etsin, sonra bana gelsin! Diyerek Mahmut Baba’ya bu olayın olduğu yere dergâhını kurmasını söyler. (Anadolu Erenleri-Nezihe ARAZ)
Mahmut Baba dergâhını burada kurar. O zaman ki Elmalı’ya gelen Antalya yolu Baltası Gedik mevkiinden geliyordu. Bu gün Baltası Gedikte doğudan Elmalı’ya üç yol geldiği görülür. Bunlardan güneydoğudan gelen yol Gökpınar’dan, ortadan gelen yol Semahöyük’ten, üstten gelen yolda Bayındır’dan gelir. İşte ortadan gelen Semahöyük yolu Elmalı’nın eski Antalya yoludur.
Baltası Gedik dergâhı Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar açıktır. 1925 yılında çıkarılan Tekke ve Zaviyelerin kapatılması Kanunu’yla bu dergâhta kapatılmıştır. O günleri çocukluğunda yaşayan 1336 doğumlu bir zat 90’lı yıllarda şunları anlattı: 

— Oğlum, burada biz çocukken dervişler yaşardı. Dergâhın her tarafı meyve ağaçlarıyla doluydu. Dergâhın içinde şadırvanı, aşevi bulunuyordu. Şu koca meşenin altında dervişlerin mezarları yer alıyordu. Buradaki dervişlerin birinin adı “Çuldum puldum” idi. Üstü başı eski giysilerden olduğu için onu böyle çağırıyorlardı. Birisi ona “Çuldum puldum!” diye seslendi mi O da “Baltası Gedik’te buldum!” diye cevap veriyordu. Çuldum puldum ve iki dervişin mezarı türbenin üst(kuzey) tarafındadır. Dedi ve mezarların yerlerini gösterdi.
2000’li yılların başında Elmalı Belediyesi Baltası Gedik Türbesinde düzenleme çalışmaları yapıyordu. Türbenin etrafı dozerlerle açılırken, Türbenin kuzeyinde üç dervişin mezarı çıkmış. Ben de o anda oraya geldim. Kemikleri görünce hayretle:
— Bu mezarlar Çuldum puldum ve öteki dervişlerin mezarları, demek anlatılanlar doğruymuş. Dedim. Çalışanlara mezarların kimlere ait olduğunu anlattıktan sonra burayı neden kürüdüklerini sordum. Çalışanlar burada böyle mezarlardan haberleri olmadıklarını, bilmediklerini söylediler. Bu defa bana: 
— Madem sen biliyordun neden bize söylemedin dediler. Ben çevreme bakınıp benden yaşça çok büyük olanları görünce onların söylemeleri gerektiğini belirttim. Oradaki büyükler:
— Biz de bir şey bilmiyorduk. Dediler. Daha önce dervişlerle ilgili bana bilgi veren yaşlı kişinin söyledikleri doğru çıkmıştı. Belediye çalışanlarından Selahattin çavuş ve Zühtü Ağabey daha sonra dervişlerin mezarlarını başka yere aktardılar.
Bu gün buraya pek çok ziyaretçi gelmektedir. Elmalı’ya tepeden hâkim olması, soğuk suyu ve söğütlerin gölgesiyle beğenilen bir mesire yeridir. Yine Abdal Musa’yı seven Müslümanlar burada kurbanlarını kesmekte, dualarını ve ziyaretlerini yapmaktadırlar. Özellikle kadir gecelerinde ve Abdal Musa’yı anma şenliklerinde ziyaretçisi pek çok olmaktadır. (ELMALI SÖYLENCELERİ -Yusuf KIRCAN)".