KARIŞIK

5 Şubat 2016 Cuma

Pir Şücaeddin İlyas Türbesi

Pir Şücaeddin İlyas Türbesi




Yukarı Pirler Türbesi adıylada tanınan türbe, Pirler Parkı içerisindedir. Yakup Paşa Tekkesinin hemenüzerinde medfun bulunduğu yere 1482 yılında II.Bayezid tarafından inşa ettirilmiş olan türbesi, enine dikdörtgen planlı olup inşa kitabesi giriş kapısı üzerinde yer alır.“Yakin ve fena makam sahiplerinin önderi, ulu şeyhlerin kutbu, Gümüşlüoğlu diye bilinen Şeyh Şücaeddin Pir İlyas için bu türbe imar edildi. Allah onun aziz ruhundan bizi faydalandırsın. Bu bina 887 yılında yaptırıldı.” Pir Sücaeddin İlyas, damadı Pir Celaleddin Abdurrahman, torunu Pir Hayreddin Hızır Çelebi ve bunların aile efrâdı yatmaktadır.

Piri Baba..AMASYA

Piri Baba

-Abdulkadir Çimen'den-










Evliya Çelebi’nin Seyahatname adlı eserinden öğrenildiğine göre, Piri Baba, Ahmet Yesevi’nin izniyle Anadolu’ya gelip Merzifon’un kuzeyindeki yüksek tepeye yerleşmiş meczup tavırlı bir Yesevi dervişidir. Halk arasında yaygın pek çok menkıbesi vardır. Pir Dede’nin asitanesi Evliya Çelebi döneminde aşevi, tekke, derviş hücreleri ve iki yüzden fazla dervişiyle gelip geçene hizmet etmekte, bir irşad merkezi görevi yapmaktadır. Merzifon’da Nusratiye Mahallesi’ndeki zaviyesinden günümüze sadece camisi ve türbesi kalmıştır.
15. yüzyıla ait olduğu sanılan türbe, Horasan erenlerinden olan Piri Baba adına yapılmıştır. Eserin 1906 yılında Nakkaş İbrahim tarafından yapılmış olan kalem işi süslemeleri özellikle dikkati çeker.
Piri Baba türbesine gelen insanlar, her türlü dilekte bulunur ve dileklerin kabul olması için orada bulunan mumlukta bir mum yakarlar. Ayrıca Türbenin duvarına küçük taşlar yapıştırırlar. Özellikle tarımla uğraşan yöre halkı, her mahsulden sonra, mutlaka Piri Baba türbesini ziyaret edip, bir sonraki yılda iyi mahsul alabilmek için dua ederler. Çocukları olsun diye duaya gelenler, çocukları doğduktan sonra tekrar gelip Piri Baba’yı mutlaka ziyaret ederler.
Sanatkarların ustası olan Piri Baba’nın Türbesinde bir tekne ve teknenin yanında bir süpürge asılı olup ziyaretine gelenler, çocuklarını bu teknenin içine yatırıp dualarla süpürürler. Tekneye yatırılarak süpürülen çocuğun iyi bir sanatkar olacağına inanılır. Ayrıca çocukların kötü huylarından arınıp, iyi huylu ve çalışkan olacağına da inanılır.
Hakkında anlatılan başlıca menkıbeler şöyledir;
Bir gün dağlarda koyunlarıyla yaşayan Çoban Baba, kardeşi olan Piri Baba’yı ziyarete gider. Gitmeden önce, bir mendile süt sağıp mendilin uçlarını bağlar ve Piri Baba’nın yanına gelir. Çoban Baba mendili bir çiviye asar. Piri Baba ermişliğinin yanı sıra, hayatını devam ettirebilmesi için ayakkabı tamirciliği ile de uğraşmaktadır. Piri Baba kardeşi Çoban Baba ile sohbet ederken, bir bayan ayakkabısını tamir ettirmek için gelir. Piri Baba’ya ayakkabısını verir. Bu arada asılı olan mendildeki süt damlamaya başlar. Bunu gören Piri Baba Çoban Baba’ya dönüp, “kendine gel kardeş, kendine gel!” der ve sözüne şöyle devam eder . “Dağ başında herkes ermiş olur, iş burada olmaktır.” Çoban Baba mendilini alıp tekrar dağlarda koyun gütmeye başlar.
Piri Baba bazı efsanelerde ayakkabıcıdır. Bazı efsaneler de ozandır. Bazı efsanelerde de, Eski Hamam’da tellaktır.
"Piri Baba öğlene kadar erler ile yıkanırmış, öğleden sonra da avratlar ile yıkanırmış. Kendi halinde meczup bir veliymiş. Bazıları bu nasıl iştir diye Sultan Mehmet'e durumu arz ederler. Ama yine de Piri Baba'ya kimse dokunamazmış."
"Günlerden bir gün hamamda otururken, müşteriler hamamın terlemesinden yakınırlar. Buz gibi soğuk su damlalarının sırtlarına düşmesinden rahatsız olduklarını söylerler. Piri Baba parmağıyla tavanıişaret eder.
- Ya hamam! Terleme! Der. O gün bu gün, eski hamam terlemez."
Piri Baba sufilerin melameti dedikleri cinsten bir coşkun delidir. Onun Eski Hamam’da tellaklık yaparken gösterdiği pek çok kerametten söz edilir. Bunlardan birinde de şöyle denir.
Günlerden bir gün Eski Hamamın külhancısı ağır hastalanmış. Hamam sahibi de tasalanmı
ş. Hamamın haznesini yakmak, külhancılık öyle kolay bir iş değilmiş. Her babayiğit külhan ocağının karşısında sıcakta durup odun atmaya dayanamazmış. Hamam sahibi, hamamında tellaklık yapan Piri Baba'yla dertleşmiş.
- Ben şimdi nereden külhancı bulacağım. Zor durumdayım, diye yakınmış.
Piri Baba ustasını çok severmiş.
Hiç üzülme. Git sen de dinlen. Kırk gün bu hamamın sorumluluğu bana ait. Yalnız gözünün arkada kalmayacağına söz ver. Giderken dönüp arkana bakma bile. Kırk gün sonra çık gel. Ama sakın şaşıp yanılıp da kırk günden önce çıkagelme, sözünde durmazsan tüm çabam boşa gider. Diye hamam sahibine tembih etmiş. Hamam sahibi de:
- Bu deli oğlan bir şeyler kuruyor ama hadi hayırlısı. Dediğini bir yapalım bakalım, diye düşünmüş.
Gidip evine kapanmış. Yalnız her akşam üzeri hamama gelir, hasılatı Piri Baba'dan alırmış. Ama Piri Baba'ya verdiği sözü tutar, külhanı hiç dolaşmazmış. Günler günleri kovalamış. Eskiden eşeklerle katar katar odunlar her gün hamamataşınırken, artık hamama kimsenin odun getirmez olması hamamcının ilgisini çekmiş.
- Yahu, bu deli oğlan külhanı neyle yakar acep? İşin başına geçtiğinden beri hamama ne bir oduncu uğradı, ne de bir eşeğin sırtında odun yüküne rastladım. Bu oğlan külhanı neyle ısıtır acep? Diye meraklanır dururmuş.
Hamamcının merakı her gün biraz daha artmış. Günler de otuz dokuza dayanmış. "Otuz dokuz da bir, kırk da bir. Artık dayanamıyorum gidip bakacağım", demiş. Doğru külhana yollanmış. Bir de ne görsün? Su haznesinin altında bir tek mum yanmakta. Koca hamam bu mum ile ısınmakta.
Tam bu sırada içeriye Piri Baba girmiş:
- 39 gün bekledin de, bir gün bekleyemedin mi? Bir gün daha bekleseydin hamamı gaipten ısıtacaktım, demiş. Yani hamamcı bir gün daha bekleseymiş yer altından sıcak su fışkıracakmış ve hamam öyle çalışacakmış. Hamamcının aceleciliği ve merakı yüzünden Piri Baba'nın kerameti bozulmuş. Hamamcı çok pişman olmuş ama iş işten geçmiş. Hamamı mumla ısıttığını gelip görmeseymiş, Allah da ona kudretten sıcak su gönderecekmiş.
Halk arasında sıkça anılan bir ilahide:
Yükseklerde olur yaba
Savururlar kaba kaba
Merzifonda Piri Baba
Mevlam şu taşa bir can ver
şeklinde adının da geçmesinden yörede ününün nasıl yaygın olduğu da anlaşılmaktadır.
Nusratiye Mahallesinde bir sokağa Piri Baba’nınadı verilmiştir. 1977 senesinde restore edilen türbe Merzifon‘un en gösterişli türbelerindendir.

Evliya Şehri: Şam

Evliya Şehri: Şam

Dünya nimetlerine aldanmayıp, gerektiğinde her şeyi terkedebilmenin idrakini veren Laskiye'deki İbrahim Ethem'in kabri...


Şam, dualarınıza iştirak edecek zatların türbesini ziyaretle bitiremeyeceğiniz bir yer. Efendimiz'in torunu, Hz. Ali'nin (ra) ve Hz. Fatıma'nın (ra) kızı Sitti Zeynep (ra), Nureddin Mahmud Zengi, Mevlana Halid-i Bağdadi, Ebudderda (ra) ve Ebu Hureyre (ra) misafir olacağınız manevi noktalardan sadece birkaçı. Ama vakit yok, bekleyen var, yola çıkmak lazım... Halep'e doğru dönüşe geçmeden Osmanlı Padişahı Sultan Vahdettin'in mahzun türbesini ve yanındaki Sinan yapımı Süleymaniye Külliyesi de mutlaka ziyaret edilmeli...

Yönünüzü Türkiye'ye doğru döndüğünüzde ise Laskiye'ye İbrahim bin Ethem hazretlerinin kabrine uğrayıp dünyayı terk edişin ne olduğunu bir kere daha idrak etmek icap eder. Ardından Humus'ta Peygamberimiz'in "Hâlid Allah'ın kılıcıdır" buyurduğu ve hiç savaş kaybetmeyen Halid Bin Velid'in (ra) türbesi... Halep yolunda dokuz dönümlük bir Türk toprağına rastlayacaksınız. Kapısında Mehmetçiklerimizin nöbet tuttuğu Fırat Nehri'nin kenarındaki bu yerde Ertuğrul Gazi'nin babası Süleyman Şah'ın türbesi bulunmakta. Vatan toprağındaki bu kısa moladan sonra Halep'te istediğiniz gibi gezebilirsiniz. Halep Emevi Camii'nin içindeki Hz. Yahya'nın (as) babası Hz. Zekeriyya'nın (as) türbesini, Kerimiye Camii'ndeki Efendimiz'in mübarek ayak izini ziyaret edebilirsiniz. Eğer vaktiniz varsa Rakka şehrine de uğramalısınız. Çünkü burada Efendimiz'in gözbebeği olan ve "Ya Ammar, cennet senin kokunu özlemekte." dediği Ammar bin Yasir'in türbesi bulunuyor. Gözyaşlarınız sel olurken caminin diğer ucundan, adını çocukluğumuzdan beri ilahilerle ezberlediğimiz Veysel Karani Hazretleri çağırır sizi. Umarız ki Allah, kendileri gibi olamadığımız ama izlerini sürdüğümüz sahabelerin, büyük zatların hatırına kalbi taşlaşan bizlerin kalbini o insanların nuru ve bereketiyle taçlandırır.




















ZEYNELÂBİDÎN KAYSERÂNÎ

ZEYNELÂBİDÎN KAYSERÂNÎ


Anadolu’da yetişen büyük velîlerden. 1349 (H.750) yılında Medîne-i münevverede Rasas mahallesinde doğdu. Babası Seyyid Ahmed Şemsüddîn Efendi, annesi ise, Seyyid İzzeddîn Hasan Rıfâî’nin kızı Sâdiye Hanım’dır. Nesebi, yirmi dokuzuncu batında hazret-i Ali’ye ulaşmaktadır. Doğum yerine nisbetle Medenî, yerleştiği Kayseri şehrine nisbetle de Kayserânî denildi. 1414 (H.817) yılında Kayseri’de vefât etti. Kabri, Burhâneddîn Tirmizî hazretlerinin türbesi içinde olup, ziyâret edilmektedir.
Seyyid Zeynelâbidîn hazretleri, küçük yaşta babasından ve Medîne-i münevverenin meşhûr âlimlerinden ilim öğrendi. Evliyâdan feyz alıp, olgunlaştı. Allahü teâlânın sevgili kullarının sohbetlerinde, Resûl-i ekremin güzel ahlâkı ile ahlâklanıp âzâlarını Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymakla süsledi. Çok ibâdet eder, haram ve şüphelilerden pek sakınırdı. Mübârek pederinin vefâtından sonra Anadolu’ya doğru yola çıktı. 1397 senesinde Kayseri’ye geldi. O sıralarda Sivas ve Kayseri dolaylarının beyi olan Kâdı Burhâneddîn Ahmed Bey yeni vefât etmiş, Kayseri şehri de Osmanlı Türklerinin âdil idâresi ile şereflenmişti. Kayseri halkı ve idârecileri, şehirlerine yeni gelen, Resûl-i ekremin bu mübârek torununa izzet ve ikrâmda bulundular. Zeynelâbidîn hazretleri için bir dergâh ve ev inşâ ettiler. Yine Basra’dan gelip Kayseri’de yerleşen Seyyid Burhâneddîn Ahmed Efendinin mübârek kerîmesi Fâtıma Hanım ile evlendirdiler. Resûl-i ekremin iki kıymetli torununun ilim ve feyzinden istifâde için ellerinden geleni yaptılar.
Uzun boylu, buğday tenli ve güler yüzlü bir zât olan Seyyid Zeynelâbidîn, vefâtına kadar insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını öğretmekten, Resûl-i ekremin güzel ahlâkını tatbik etmekten ve Selef-i sâlihînin mübârek yolunu yaymaktan bir ân geri durmadı. Allahü teâlânın sevgili kulları ile sohbet etmekten çok hoşlanır, sâlihlerle bulunmaktan zevk alırdı. Söz ve kerâmetleri dilden dile nakledilirdi.
Seyyid Zeynelâbidîn hazretlerinin Fâtıma Hâtun’dan; Ahmed, Mûsâ ve Eyyûb isminde üç oğlu dünyâya geldi. Onlar da babalarının ilim ve feyzinden istifâde edip, üç günlük dünyâda, Allahü teâlânın rızâsını kazanmaya gayret ettiler. Her üçü de Kayseri’de yerleşip, orada vefât ettiler.
Zeynelâbidîn hazretlerinin menkİbe ve kerâmetlerinden bir bölümü, sevenlerinden Ahmed Remzi Dede tarafİndan Mir'ât-İ Zeynelâbidîn baŞlİklı bir manzûmede anlatılmıştır. Sekiz kasîdeden müteşekkil olan bu manzûmenin bâzı kıt'aları şöyledir:

Ehlullahın hâline vâkıf olan eshâb-ı din,
Feyz alıp fil-hâl elde eder irfân ve yakîn.
Arzulanan en üst menzile kavuşur şüphesiz,
Bende-i dergâh-ı ehlullâh olan merd-i güzîn.

Yüksek âlimlere ayak basar iclâl ile,
Âsitân-ı evliyâya eyleyen vaz’ı cebîn.
İsimlerini yâd eden elbet bulur feyz ü felâh,
Zikreden evsâfını elbet olur gamdan emîn.

Ey muhibbî evliyâ! Ey teşne-i feyz-i Hudâ,
Coşar deryâ-yı rahmet zikredilirse sâlihîn.
Gel ziyâretgâhın olsun kabr-i Zeynelâbidîn,
Hâzihi Cennetü Adnin fedhulûhâ hâlidîn.

KAYNAKLAR

1) Müselsil (Es’ad-ül-Medenî) Kayseri Râşid Efendi Kütüphânesi, No: 21377
2) Ravzat-ün-Nediyye fî Terâcim-i Silsile-it-Tâhiret-il-Es’adiyye (Mustafa Rüşdî Efendi), Râşid Efendi Kütüphânesi, No: 21377/2
3) Bergüzâr-ı Ahmed Remzi Dede
4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.13, s.171

Cüneyd-i Bağdadi Türbesi / TERME

Cüneyd-i Bağdadi Türbesi / TERME




Cüneyd-i Bağdadi Türbesi(Cinibadat) - Dibekli köyü, Terme / SAMSUN

Cini Bağdad adı ile de tanınır. Dibekli köyündedir. Biri yukarıda, diğeri aşağı düzlükte iki adet türbe vardır. Yapı olarak basittir. Sanatsal değeri yoktur. Türbe ile ilgili söylenti şöyledir;

İslam ordularıyla Samsun önlerine gelen Cüneyd adlı yiğit, düzlükte savaşırken kolunun yitirir. Savaşa savaşa bir tepede şehit düşer. Kolunun ve bedeninin düştüğü yerlere birer türbe yapılır. Daha sonra kol gövdenin yanına gömülür ama ertesi gün kolun eski yerine döndüğü görülür.

Türbede yatan şahıs hakkında değişik görüşler vardır. Bunlardan önemlisi, Cüneyd-i Bağdadi Hazretleridir ki, bu şahsın mezarının Irak’ta olduğu bilinmektedir. Bir görüş de, Bağdadi Haydar adlı bir emir olduğudur ki, Cüneyd-i Bağdadi’nin kelime anlamının Bağdatlı asker olduğu, askerin adının ise Haydar olduğu diğer ve türbe ve mezarlardaki şahısların Haydar’ın askerleri olduğu bir savaş esnasında şehit oldukları yolundadır.

En uygun görüş ise bu şahsın Canik Emiri Cüneyd Bey olduğudur. Cüneyd Bey Selçuklu soyundan olup, Kubadoğlu sülalesindendir ve dönemin Samsun hakimidir. Şehzade Çelebi Mehmet’in tekrar Osmanlı hükümdarlığını kurduğu sırada Cüneyd Bey’in serbest kalmasına izin vermiş fakat daha sonra Amasya Valisi Hamza Bey üzerine gönderilerek büyük mücadeleler yaşanmış, Cüneyd Bey sığındığı Terme dağlarında öldürülmüş ve oraya gömülmüştür. Diğer mezarlar ise Cüneyd Bey’in askerleridir. Türbede dokuz metre uzunluğunda sanduka vardır.

Türbe bugün bir adak ve ziyaret yeridir. İnanışa göre dileği olanlar türbeyi bir kez daha ziyaret etmek zorundadırlar.


Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri  Kimdir?
IX. asırda Bağdat; Bizans, İran ve Hint medeniyetlerinin kaynaştığı bir mozaik görünümündedir. Aynı zamanda, sosyal çalkantıların, isyanların fikir çatışmalarının da beşiğidir. Dönüşüm, her alanda kendini hissettirir.

Bu ortamda, Bağdat Okulu adını alan mistik bir hareket öne geçer ve asırlarca etkisini sürdürecek düşünce sisteminin temelleri atılır. Diğer tasavvuf okullarından çok farklıdır. En belirgin vasfı da, Allah ve insan meselesini ele alırken, delillere değil, tecrübeye ile amellere ağırlık verilmesidir. Ana konu Tevhid 'dir, o yüzden mensuplarına Tevhid Erbabı denir.

Sembolik ifadeler ve sufinin tasavvufi durumu üzerindeki tartışmalarla da yüzlerce yıl devam edecek  fikri oluşumun tohumları atılır. İşte, Cüneyd-i Bağdadi, Nuri ve Şibli gibi isimlerin yanında, bu okulun en önemli temsilcisi olarak karşımıza çıkar.

Bağdat 'ta doğup yetişen İbn Muhammed Ebu'l Al- Cüneyd Kasım'ın soyu, İran 'da çok eski bir kasaba olan Nehavend'den gelir. Yakın kuşak dedelerinin Irak'a ticaret nedeniyle gelen tüccarlar olduğu, kendisinin de İpek tüccarı anlamına gelen "hazzaz" lakabıyla anıldığı bilinmektedir. Dayısı, aynı zamanda da yetiştiricisi Seri de baharat ve tuz ticareti yapmaktadır.

Küçük yaşlarından itibaren ilim çevrelerinin içindedir Cüneyd. İmam şafii 'nin öğrencisi olan Ebu Sevr'den fıkıh dersleri alır, Hasan ibn Arefe'den ve başkalarından Hadis dinler, şeri ilimlerde iyice yetiştikten sonra tasavvufa yönelip dayısı Serî  as Sakatî 'nin , Haris al- Muhasibî'nin, ve Ebu Hamza al- Muhasibî'nin sohbetlerine katılır. Tasavvufla ilk teması, Seri'nin meclisinde olur. Şükür üzerine sohbet eden topluluğun önünde oyun oynadığı sırada birden bire Seri ona;

- Ey, çocuk, Şükür nedir diye sorar.O da,
- "Allah'ın nimetleriyle Allah 'a isyan etmemektir." diye cevap verince, Seri,
"Korkarım ki, senin Allah 'tan nasibin dilin olacaktır." der.

Bağdat okulunun kurucu sayılan  Seri'nin öğretim yöntemi, Sokrat'a benzetilmektedir. O da diyalog yoluyla, tasavvuf üzerine düşüncelerini dile getirmiş, tartışmalar ve soru-cevap yöntemiyle çevresindekilerin gerekli sonucu bulmalarına yardımcı olmuştur. Yeğeni ile arasındaki ilişki de Sokrates ile Eflatun'un ilişkisi gibidir. Herhangi bir yazılı eser bırakmamış, sözlerinin çoğu Cüneyd yoluyla bizlere ulaşmıştır.

Seri as- Sakatî'nin metoduyla yetişip olgunlaşan ve daha yirmi yaşındayken Ebu Sevr'in ders halkasında fetvalar vermeye başlayan Cüneyd-i Bağdadi'nin devrinin otoritelerinden ders almasının yanı sıra, yaşça kendisinden büyüklerde bile görülmeyen bir zekâ ve ilmî sorulara doğru cevaplar verme yeteneği, kısa zamanda ilerlemesine vesile olmuştur.
(…)

Allah'tan başka her şeyin ortadan kalktığı, kendisi dahil bütün eşyanın Kadim varlık karşısında yok olduğu şeklinde açıkladığı Tevhid anlayışını çok derinlere götürmüş, insanın ancak Tevhid hâlinin getirdiği sarhoşluktan (sekr) sonraki sahv (uyanıklık) hâline geçmekle tam kemâline erişeceğini söyleyerek birçok taşkınlığın önüne geçmiştir.".

Bunun tam tersini kabul eden, yani sekri, sahv'dan daha üstün bulan Beyazıd-ı  Bistami için:
"Ebu Yezid, hâlinin büyüklüğüne ve işaretinin yüceliğine rağmen, başlangıç hâlinden çıkamamıştır. Ondan kemâle ve nihayete delâlet edecek hiçbir söz işitmedim" der. Ama yine de ruhi yüceliğini takdir ederek  "Onun bizim aramızdaki durumu Cebrail'in diğer melekler arasındaki durumu gibidir" ifadesini kullanır.

Halk arasında çok sevilen ve popüler bir zat olan Ebu Yezid, tasavvufi bir teolojik sistem meydana getirmemiş, dini yaşayışı ve sezgisi ona, kendi duyular alemini, Allah'ın Vahdaniyeti şeklinde göstermiştir. Zira "en yüksek hâlinde bu dünya Uluhiyet kazanır; halbuki Cüneyd'in en yüksek hâlinde fâni dünya yok olmaktadır..."

Uyanıklığın cemiyete dönüp irşâd vazifesi için gerekli olduğunu düşünen Cüneyd, kendini öğretime ve eserlerine vermiş, birçok da talebe yetiştirmiştir. Bunların arasında, Curayri, Şibli, Hallac-ı Mansur, Ebû Saîd el Arabi, Ca'fer al-Huldi gibi önemli şahsiyetleri sayabiliriz.

Yazılı öğretimden çok, sözlü olanı tercih ettiğinden yazıları da dağınık risaleler halindedir, aynı zamanda derin fikirlerinin avam arasında yayılmasından hoşlanmadığı için, fazla eser vermekten kaçınmıştır.

Söylediği sözler, yaptığı tasavvufi tefsirler, klasik tasavvuf kitaplarında toplanmıştır. Kendisine atfedilen çok sayıda eserden bugün elimizde kalan, sadece Rasail ( mektuplar) dir. Bu mektuplar, İslam tasavvufu terminolojisinin gelişmesindeki seyri göstermesi bakımından da önemlidir.

Genellikle yazılarında kapalı bir uslup kullanması, fikrinin kelimelerle ifade edilemeyecek bir özellik taşımasındandır. Ayrıca,okuyucunun  durumunu da göz önüne aldığı için ihtiyatı elden bırakmaz,

"Lisanını zaptet, zamanının insanlarını iyi bil ve onlara bildiklerini söyle; bilmediklerini,anlamayacakları şeyleri söyleme. Zira bilmediğine düşman olmayan çok azdır" diyerek bunu başkalarına da tavsiye eder.

İtidal ve sadeliği hayatının her alanında sezilebilir. Ne yaşamdan kaçıp koyu bir zühde dalmış, ne de hayli yüklü olan servetinin yoluna engel olmasına izin vermiştir. Bazı sufilerin taşkın hallerine de sıcak bakmamış, ehli olmayanların eline sırların geçmesine razı olmamıştır.

Bütün dikkâtine,ılımlı  davranışlarına  rağmen,"küfür, dinsizlik ve zındıklık"la suçlanan Bağdat Okulunun diğer mensupları gibi, birçok defa suçlanır, karalanır,  iftiralara uğrar, hatta tutuklanır...

Bu da bilmediğine düşman olanların her devirde hiç değişmeden, görevlerini yerine getirdiğini gösteriyor.

Ne var ki, onlar tarihin karanlığına gömülüp unutulurken, fikir semamızın yıldızları kendiliğinden ışık vermeye devam ediyor.

Ne mutlu o ışıktan bir zerre alanlara ...


Ahmet F. Yüksel, Güliz Ok

Yunanistan..Dimetoka (Didimoteicho)Seyyit Ali Sultan Dergahı

Yunanistan..Dimetoka  

(Didimoteicho)

Seyyit Ali Sultan Dergahı









7 asırlık Seyyit Ali Sultan Dergahı hakkında da bilgi veren Bekirusta, “Gerçekten Batı Trakya’da dergahın tarihi yönden büyük bir önemi vardır. Her bir Batı Trakyalının buraları ziyaret etmesinde büyük yararlar var. Buradaki zat-ı muhterem, bu toprakları bize bahşeden kişilerdendir. Kendisi nur içerisinde yatsın. Bu topraklar, eğer bu kişiler olmasaydı belki de biz bugün burada olmazdık.” 

ÇANAKKALE SAVAŞI'NA GİDERKEN BURADA DUA EDİLMİŞ

Batı Trakya’da yayınlanan Rodop Rüzgarı Dergisi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim İbram da projeyi ilgi çekici bulanlardan. Kültür araştırmaları ile de tanınan Gazeteci İbram, şöyle konuştu: “Bu hakikaten ilginç ve güzel bir proje. Biz bunun bir örneğini bölgemizdeki Seyyid Ali Sultan Dergahı’nda görüyoruz. Hatta bu yüzyıllardan bu yana burada yaşatılmış bir durum. Yani aynı kompleksin içerisinde hem dergah hem cemevi bulunuyor. Yıllarca orada yaşayan insanlara hizmet etmiş. Hatta o bölgenin insanı Çanakkale Savaşı'na giderken o kompleks içerisinde yer alan cemevi ve camii ziyaret edip, orada dualar edip, Edirne'ye ve daha sonra Çanakkale cephesine sevk edilmişler. Yani bu, oradaki insanlar için gerek cemevi olsun gerek cami olsun böyle bir arada görülen bir durum. Bu durumu insanlar orada kabullenmiş. Bizim için alışık olduğumuz bir bir şey. Yeni değil. Bin sene, Seyyid Ali Dergahı’nın kurulduğundan bu yana 1300 yılların başından bu yana bu durumu yaşıyoruz.”

İsa Baba Türbesi

İsa Baba Türbesi




İsa Baba Türbesi, Balım Sultan zaviyesi bahçesinde yer almaktadır. Yapı karakteri bakımından Balım Sultan Türbesinden daha küçük boyutludur.

Türbede iki yatır bulunmaktadır. Bunlardan birinin İsa Baba’ya, diğerinin de eşine ait olduğu tahmin edilmektedir.

Sekizgen bir kasnağa oturan kübik örtüye sahip olan türbe, basık bir tavana sahiptir.

İsa Baba, belgelerde “Kılınç Baba” olarak da yer almaktadır ki türbenin bulunduğu semtte bu adla anılan bir tepe bulunmaktadır. Kendisi aynı zamanda “Ahi” ünvanına sahiptir.

İbni Melek Türbesi

İbni Melek Türbesi





Türbe, Tire Medresesi olarak ünlü Ferişteoğlu Medresesi bahçesinde yer almaktaydı. Medrese daha sonra yıkılmış, türbesi ise 1955 yılında Tire Belediyesi tarafından restore edilmiştir. Cumhuriyet Mahallesi, İbni Melek Caddesi üzerinde bulunan türbenin üstü açıktır.

Evliya Çelebi, 1671’de türbe içinde İbni Melek’in yanı sıra, Hüsam Dede ile Şeyh Şücaeddin’in bulunduğunu yazmıştır

Abalı Baba Türbesi / ANKARA / YENİMAHALLE

Abalı Baba Türbesi / ANKARA / YENİMAHALLE / Memlik Mahallesi

Türbenin Yeri: Abalı Baba Türbesi, Ankara İli, Yenimahalle İlçesi, Memlik (Köyü) Mahallesi girişindedir.
Abalı Baba Türbesi
Abalı Baba Türbe Girişi
Abalı Baba Kimdir: Hasan Veli olarak da bilinen Abalı Baba, Hacı Bayram-ı Veli ve Hüseyin Gazi Hazretleriyle aynı devirde yaşadığını hakkında anlatılan menkıbelerden bilmekteyiz. Horasan Ereni, keramet sahibi, mübarek bir zat olarak bilinmektedir. Yaklaşık olarak 1300-1400’lü yıllarda bölgeye gelip tekkesini kurmuştur. Duvarcı ustası olduğundan Tekkesinin inşaatında bizzat çalışmıştır. 
Abalı Baba Sandukalar
Dr. Münir Derman Türbesinin Kapısı
Türbenin Durumu: Türbesinin Abalı Baba’nın Tekkesine bitişik olduğu düşünülmektedir. Günümüzde tekke yıkılmıştır ve türbe kalmıştır. Türbe içinde Abalı Baba’nın sandukası, eşi ve üç çocuğunun sandukaları bulunmaktadır.
Türbenin karşısında 1989 yılında vefat eden ve Anadolu Köylerinden birinde defnedilmek istenenDr. Münir Derman Hazretlerinin türbesi bulunmaktadır.

Ziyaret Nedeni: Değişik dilekler ve istekler için, bazı ufak tefek sağlık sorunları için türbe ziyaret edilmektedir. Ayrıca yeni evli çiftler Mutlu Bir Evlilik Geçirmek için türbeyi ziyeret etmektedirler. Ziyarette türbe etrafında dönerek dualar okunur.
Ağaç Olan Odunlar...
Menkıbeler: 1-) Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri Abalı Baba’nın tekkesinin inşaatına başladığını duyunca ziyaretine gitmek ister. Yanında bir rivayete göre Gül Baba vardır, başka bir rivayete göre Hüseyin Gazi vardır. Hacı Bayram-ı Veli ve yanındakiler Memlük Köyüne kümes hayvanlarına binerek gelirler! Abalı Baba ziyaretçilerini karşılamak için tekkede kullandığı taşların veya duvarın üzerine binerek misafirlerini yolun başında karşılamıştır. Tekkede çalışan talebeler de, misafirleri karşılamaya inşaat malzemelerine binerek gitmişler…
Misafirlerini karşılayan Abalı Baba onlara süt ikram eder. Hacı Bayram-ı Veli “Gölgelik bir yer de yokmuş” deyince, Abalı Baba hemen davranıp ateşten yanan üç odun alıp toprağa doğru atar ve bu odunlar ağaca dönüşür. Bu ağaçların gölgesine geçerler. Bu ağaçlar kutsal kabul edilip kesilmezler. Ancak artık yaşlılıktan dolayı günümüzde kurumuşlardır.
Kimi ise bu ağaçların artık gölgelenecek adam kalmadığından kuruduğunu söylemektedir… 
2-) Yavuz Sultan Selim İran’a sefer düzenler. Kolağaları köy köy dolaşıp asker toplamaktadır. Tekkesinin inşaatında çalışan Abalı Baba’yı gören Kolağası seslenir: “Padişahın İran’a seferi var. Asker topluyoruz, sen de katıl” der. Abalı Baba elinden üç çubuğu yere atar ve çubuklar insan şekline bürününce “Haydi oğullar savaşa gidelim” der. Kolağası bu mucizeyi görünce “Aman sizler burada kalınız, sizin dualarınız bize yeter de artar bile” der ve oradan uzaklaşır.

Kaynakça: www.tekellüm.net / www.panoramio.com   

Taylan Köken

yatağan baba türbesi..serinhisar yatağan


yatağan baba türbesi..serinhisar yatağan


serinhisar ilçesine bağlı Yatağan Mahallesi’nde bulunan Yatağan Baba Türbesi, Selçuklu Dönemi eseridir. Yapı üzerinde Hicri 642 (Miladi 1244-1245) tarihi bulunmaktadır.
Türbe kare formlu ve kagir yapılıdır. Türbenin üzeri piramidal sac çatı ile örtülüdür. Yapının girişi kuzeydoğu cephesinin kuzey köşesindeki ahşap kapıdan sağlanmaktadır. Türbe; türbedar odası ve sanduka odası olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Türbedar odasında, kapının tam karşısında küçük bir pencere mevcuttur. Sanduka odasının kuzeydoğu cephesinde de dikdörtgen bir pencere vardır. Sanduka odasında birbirine bitişik vaziyette 3 sanduka yer almaktadır. Bu sandukalar Yatağan Baba’ya, eşine ve oğlu Murat Bey’e aittir. Sanduka odasının içinde, güneybatı duvarda bulunan sivri kemerli niş dikkat çekicidir.

sarı ismail türbesi ..tavas


Sarı İsmail Sultan Türbesi




tavas ilçesine bağlı Tekke Mahallesi’nde mezarlık içinde bulunan Sarı İsmail Sultan Türbesi, Hacı Bektaşi Veli’nin halifesi Sarı İsmail Sultan’a aittir. Sarı İsmail Sultan, 1260-1350 yılları arasında Tekke Mahallesi’nde yaşamış bir Türkmen dedesidir. Denizli’nin güney ve güneybatı bölgelerinin Türkleşme sürecinde etkin bir rol aldığı bilinmektedir. Bölgesinde yaşayan konar-göçer Türk topluluklarını sosyal ve düşünsel açıdan yönlendiren bir lider olarak tanınmaktadır.
Dikdörtgen planlı olan türbenin duvarları yığma taş tekniğiyle yapılmış, beton sıvalıdır. Yapı türbedar odası ve sanduka odası olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Sanduka odası ile türbedar odasını ayıran duvarda küçük bir dikdörtgen pencere bulunmaktadır. Aynı şekilde karşı duvarda da simetrik bir pencere yer almaktadır. Sandukanın sağındaki ve solundaki duvarlarda dikdörtgen formlu birer pencere mevcuttur. Sanduka odasına türbedar odasında bulunan kapıdan geçilmektedir. Sanduka odasının üstü serbest formlu ve kurşun kaplı bir kubbe ile örtülüdür. Türbenin giriş kapısının hemen yanında oldukça yaşlı bir ardıç ağacı yer almaktadır.
Sarı İsmail Sultan Türbesi, her yıl Türkiye’nin dört bir yanından çok sayıda ziyaretçiyi ağırlamaktadır.