KARIŞIK

11 Mart 2016 Cuma

Melayê Cizîrî Divanı ve Kürt Tasavvufu

Melayê Cizîrî Divanı ve Kürt Tasavvufu


Molla Ahmed-i Cezirî veya Molla-yı Ceziri (1570-1640), 15. yüzyılda yaşamış olan Osmanlı Kürt alim ve mutasavvıfı.  Asıl adı Ehmed olan alimin doğum tarihi hakkında kesin bilgiler mevcut değildir.

Kendisinin şiirinde belirttiğine göre Hicri takvime göre 974’te Cizre’de dünyaya gelmiştir.Miladi takvime göre 1566’a denk gelir. Dindar bir ailede büyümüştür. Diyarbakır, Bingöl, Hasankeyf gibi farklı yerlerde eğitim alan alim, imamlık görevini Diyarbakır’da yapmıştır. Diyarbakır’dan sonra Sırba, Hasankeyf ve Cizra’de imamlık yapmıştır ve hayatının sonuna kadar Cizre’de kalmıştır.
Alimin en önemli eseri Divan’ıdır. Divan’ının birden çok elyazması nüshaları mevcuttur. Bunlar arasında en eskisi Muhammed Tayyar Paşa-yı Amidi’nin 1131 Hicri tarihli el yazmasıdır. Bir diğer eski nüsha da Alman şarkiyatçı Martin Hartman (1851-1918) tarafından 1904 yılında Berlin’de Almanca bir önsözle birlikte tıpkıbasımı yapılan nüshadır. 2007 yılında alimin Divan’ı Kent Yayınları tarafında Türkçe olarak yayınlandı ve bu çalışmada eserin mevcut nüshaların tümü göz önünde tutularak hazırlanmıştır.
Bediüzzaman Saidi Kurdinin İstanbul’da kolunun altında taşıdığı, yanından ayırmadığı tek kitabı olduğu söylenir. Üstad, Mela Cizîrî hakkında ayrıca şöyle der: “Melayê Ciziri, Mevlânâ Celaleddin-i Rumi ve Mevlânâ cami aşk makamında birdirler. “
Kürt tasavvuf şiirinin en önemli temsilcisidir. Onun divan’ı geleneksel eğitim sistemi içinde temel derslerden biri olarak görülmüş, iyi şiirin standardı olarak benimsenmiş ve Mevlânâ, Hafız, gibi tasavvufçu alimlerle eşdeğerde görülmüştür. Böylece bir çok şair kuşağı tarafından rehber olarak takip edilmiştir. Hâlâ şiirleri sözlü olarak bile halkın arasında gezinmekte ve onun hayatı üzerinden efsaneler üretilmektedir.
Doğum tarihi bir çok spekülasyona neden olmuştur. Bazı araştırmacılar onun 1589 yılında, bazıları ise 1570’li yıllarda doğduğunu söyler. Bu tarihi çok daha erken zamanlara çekenler de vardır. nitekim araştırmacı Farhad Shakely “şairin doğumu ve ölümü hakkında verilen en erken ve en geç tarihler arasında tam olarak dört buçuk yüzyıllık bir aralık vardır” demektedir. Yine başka bir iddiaya göre Cizre sarayında prens ve prenseslere ders verirken yazmış olduğu aşk kasidelerini zamanın Cizre Miri yanlış yorumlamış ve önce Mela’yı idama mahkum etmiş sonra vazgeçip Diyarbakır’a sürgün ettirmiş. Diyarbakır’da kaldığı yedi yıl süre içinde Cizre’ye bir damla yağmur yağmadığı iddia ediliyor.
Cizîrî’nin nerede doğduğu da bir muamma olmasına rağmen onun Cizre bölgesinde yerleşik olan Botî aşiretine mensup olabileceğini söyler araştırmacılar. Hayat hikâyesinin belirli bir kayıt altına alınmaması, onun etrafında daha da mistik bir atmosferin oluşmasına neden olmuştur. İlk eğitimini babasından alan Cizîrî, daha sonra medreselerde geleneksel dini eğitimi almak üzere yola çıkar. Diyarbakır, Hakkâri gibi yerlerde eğitimini tamamlar ve daha sonra Diyarbakır’ın Sterebas köyünde o dönemin önemli alimlerinden Molla Taha’dan dini icazetini alır. Cizîrî’nin bazı şiirleri onun daha sonra Şam’a ve Irak’a gittiğini de bize işaret eder.
Cizîrî’nin hayatının kronolojisi etrafında örülen efsaneler onu şark’ın diğer alimleriyle yan yana getirir. Önceleri Kur’an eğitimi, daha sonra geleneksel eğitim sistemi, bilgi almak için çıkılan uzun yolculuklar ve camide vaiz olarak yada saray şairi olarak yapılan görevler. Nitekim Cizîrî’nin yaşamını bu kronolojiden ayıran ve onu biraz da Mevlânâ’ya yaklaştıran en önemli benzerlik ise aşkta yatmaktadır. Mevlânâ, Şems-i Tebrizi’yle karşılaştıktan sonra aşkın çeşitli boyutlarını yaşamaya başlar ve o zamana kadar sürdürdüğü geleneksel alimliği bir kenara bırakır. Cizîrî’de de aynı durum söz konusudur. Cizîrî’nin hayatının kırılma noktası onun Hasankeyf mirinin kızı Selma’ya olan aşkıyla başlar. O döneme kadar geleneksel bir din alimi olan Cizîrî, Selma’yla karşılaştıktan sonra aşk üzerine şiirler yazmaya başlar. Selma’nın aşkını ilahi bir aşka dönüştürür. ‘sureti öz’e yaklaştırır. Tasavvufi şiirlerinin de bu zamanda yazıldığı söylenir. Cizîrî, Divan’ında mela, melê ve nişanî gibi mahlaslar kullanmıştır.
Bu büyük şairin bilinen tek eseri divan’dır. bugüne kadar onun başka bir eserine de rastlanmamıştır. Nitekim elimizdeki divan da çok daha sonraları başkaları tarafından derlenip yayınlanmıştır. kendisi böyle bir derlemeye gitmemiştir. Ancak el yazmaları mevcuttur.
Melayê Cizîrî’nin divan’ı ilk defa 1904 yılında Berlin’de Martin Hartman tarafından basıldı. Daha sonra ise bugüne kadar en güvenilir kaynak olarak başvurulan kamışlı müftüsü Ahmedê Zivingî’nin bastırdığı ve derleyip toparladığı divan basıldı. Bu divan’da yüz yirmi şiir ve üç rubaiye forma bakılmaksızın, kafiyelerin son harfine göre alfabetik yer verildi. Bir başka önemli derleme kaynak ise Kürt şairlerinden Hejar’ın yayımladığı divan olmuştur. Yakın zamanda ise Celalettin Yöyler’in İstanbul Kürt enstitüsü tarafından basılan Şîroveya Diwana Melayê Cizîrî önemli bir kaynak olarak gösterilebilir. Diğer yandan şu anda elimizde bulunan ve Nûbihar yayınlarınca okuruyla buluşan Kürtçe ve Türkçe metin ise derli toplu bir şekilde Cizîrî’nin bütün şiirlerine yer vermektedir. Önemli bir başvuru kaynağı ise yine yakın zamanda Türkçeye çevrilen Melayê Cizîrî, sevgi ve güzelliğin şairi, kitabıdır.
Cizîrî’nin şiirlerinde tasavvufi konular ve imgeler başattır. Ama temel teması aşktır. Aşkın çeşitli halleridir. Şiirlerin temel öğeleri belli bir ahenk çerçevesinde tema ve fikirlerle örülmüş ve sembolik olana çoklukla yer verilmiştir. Güzellik kavramı ise Cizîrî’nin şiirlerinde aşkın hemen yanı başında yer alır. Cizîrî’nin güzelliğe bakışı, diğer sufi düşüncelerine benzer. Cizîrî de güzelliği tanrının sıfatlarından biri olarak tanımlar ve onu bu şekilde benimser, şiirlerinde işler. Evrenin bir ayna olduğunu ve tanrının suretini yansıttığını belirtir. Nitekim şair evrende var olan güzelliği ilahi bir güzelliğin simgesi olarak işler. Aşkta da aynı mecrada ilerlemiş ve Selma’ya duyduğu aşk zaman içinde öz’e duyulan bir aşka dönüşmüştür.
Cizîrî’nin şiirlerinde şarhoşluk imgesi de önemli bir yer tutmaktadır. Sarhoşluk ruhsal bir olgu olarak belirir şairde. Bu onun tasavvufi ve şiirsel dünyasının bir parçasıdır. Bu anlamda dönemin diğer kültürlerindeki örneğin Mevlânâ, Hafız gibi sufi şairlere benzerliği de söz konusudur. Sarhoşluğu ilahi güzelliğin bir sonucu olarak görür. Cizîrî’ye göre bu güzelliğe kavuşmanın yolu ruhsal terbiyeden geçer.
Diğer yandan Cizîrî’nin gazelleri ise onun mistik olana tutkusunu, ilahi aşkı ve felsefi düşüncesini işler. Şair birçok şiirinde aşkını ve kırılganlığını dillendirmek için sevgilisine seslenir. Tanrı kavramı etrafında hiçleşme ve onunla birlik olma tarzındaki tasavvufi değerler şiirlerinde kendini okura hemen sezdirmektedir. Onun şiirlerinde aşık ve maşuk öylesine bir olmuşlardır ki (hem bedenen hem ruhen) sevilen onu kendi suretinde, aynada gördüğü gibi tanır, bilir ve sever. Şair ayrıca şiirlerinde çeşitli metaforlara da yer verir. Bu metaforlar daha çok önemli şark şairlerinde görülen metaforlardır. Kafes, yeni ay, sevgilinin kaşları gibi… Cizîrî’nin şiirlerinde aşkın dışındaki temel konular da vardır. Astronomiden, tarihe, felsefe ve fizike kadar birçok konu onun şiirlerinde yer almıştır.
Cizîrî’nin, Kürtçenin bütün lehçelerinin yanı sıra Arapça, Farsça ve Türkçe de bildiği şiirlerinde belli olur. Bu dillerdeki kelimeleri şiirlerinde kullanmakta bir sakınca görmez. Araştırmacılar Cizîrî’nin, Cizre sınırları içinde bulunan medreseya sor’da (kızıl medrese) dersler verdiğini, öğrenciler yetiştirdiğini ve orada vefat ettiğini söyler. Farhad Shakely de buna değinir: “Cizîrî’nin hayatı ve şiiri bağlamında bir diğer önemli mesele onun kızıl medrese, medreseya sor, ile olan ilişkisinde yatar. Bu yapı şairin çağdaşı olduğu sanılan mir şerefler’den biri tarafından inşa edilmiştir. Söylendiğine göre, uzun süre sürgünde kaldıktan sonra II. Mir Şeref Cezire’yi ele geçirmek üzere yola çıktı, Allah’a dua etti ve şehre girdiği noktada bir cami inşa edeceğine söz verdi. Böylece kızıl medrese ve bir de cami inşa edildi. Cizîrî’nin kızıl medrese’de yaşayıp ders verdiği çok sık iddia edilen bir husustur.”
Melayê Cizîrî ve divan’ı hem Kürt edebiyatı hem de dünya edebiyatı için çok önemli bir eserdir. Yüzyıllardır dilden dile dolaşan ve hiç eskimeyen şiirler onun üstün şiir kalitesini de gösterir. Estetiğe önem vermesi, aşkı yüceltmesi ve onu bütünsel bir yere taşıması, dünyadaki diğer felsefi akımlardan haberdar olup bunları şiirine konu etmesi ve daha birçok nedenden dolayı onu Mevlânâ Celaleddin-i Rumi, Hafız ve Mevlânâ cami ile aynı merhalede görmeyi zorunlu kılar.”
Divanında toplam 140 şiir bulunan Ahmedê Cizîrî’nin eseri 2008 yılında Divan Osman Tunç tarafından Türkçe’ye kazandırıldı. Kürtçe ve Türkçe karşılıklı basılan eserin ilk sayısının tükendiği bildirildi.
Yazarı: Mela Ahmedê Cizîrî
Yayınevi: Nubihar Yayınları
Kürtçeden Çeviri: Osman Tunç
Sahife: 584
Melayê Cizîrî Divanından Seçmeler
şox û şengê zuhrerengê , dil ji min bir, dil ji min
awirên heybet pilingê , dil ji min bir, dil ji min
nazikê şêrînkelamê, dêmdurê gerden şemalê
çiçeka terhin î vala, dil ji min bir, dil ji min
sûrşêrînê nazenînê, kuştim û nakit yeqînê
wê bi çengala evînê dil ji min bir, dil ji min
ruhnîya çavên mela ye ew teceliya te daye
ya ji ehmed dil rewa ye, dil ji min bir, dil ji min
cilvelim, nazlım zühre renklim
kalp hırsızım, kalp hırsızım
güvercin heybetli bakışlım
kalp hırsızım, kalp hırsızım
nazlım, hoş sözlüm gerdan güzeli
terhin çiçeği boş yanında
yürek hırsızm, yürek hırsızım
dudak tatlısı nazlım
öldürdün beni emin ellerde
aşkın çengeli ile
yürek hırsızm, yürek hırsızm
mela’nın gözlerindeki aydınlıktır
vermiş olduğun o tecelliyi
ahmet’e yürek revadır
yürek hırsızım, yürek hırsızım
16. yy. – Melayê Cizîrî
“Sed şîşi li dil dane ji mihre me Mela
Lew her bi fixan misle ney û nay im ez”
“Bu gönül aşktan yüzlerce şiş ile dağlıdır Mela
Ney misali feryat figan koparman bundandır”
“Dil yek e işq-i yek bit aşiqan yek yar-i bes
Qible dê yek bit qulûban dilberek dildar-i bes
Min di benda zulfekê dil da bi destê pîrê işq
Lew di işqê da ko best ihram û yek zunnar-i bes
Gönül birdir aşk da bir olmalı, aşıklara bir sevgili yeter
Kıble de bir olmalı, gönüllere gönülçelen bir sevgili yeter
Bir zülfüne esir olup pir-i aşka verdim gönlümü
onun için aşk ihramını giyip zünnar bağlamak yeter”
“Ji ber hubba te lal im ez
Zeif im wek hîlal im ez.
Aşkından dolayı lal’im,
Zayıfim hilal gibiyim.”
“Ji ‘işqê lew Mela xeste ji herfa badeyê mest e
Ji hoş û ‘aqilî rest e li der goşên di meyxanê”
Mela bu aşkın elinden Hasta olmuş bade zevkinden mest olmuş
O,akıl ve şuurunu kaybetmiş, Meyhane köşelerinde kendinden geçmiş”
“Her lehze çi hacet ku bi nazan bikujî min
Cana jixwe qurbanê te me nazi çi hacet”
“Her dem naz ve işve ile beni öldürmeye gerek yok
Ey sevgili, zaten kurbanınım ben senin, bunca naz ve cilveye ne gerek var”
Di ‘işqê şeyxê sanî me bi dil behrê me’anî me
Li zî hicrin we zî qelbin şîfaun fî îşaratî
Di iklîmê suxen mîr im di şi’rê de cehangîr im
We ye’lû mewkibe’l-‘uşşaqi e’lamî we rayatî”
Aşkta ikinci Şeyhim, gönlüm manalar denizidir,
Akıl ve gönül sahipleri için işaretlerimde şifa vardır.
Söz ikliminde mîrim, şiirde cihangirim,
Aşıklar kafilesinde yükselir bayraklarım, sancaklarım!
“Canê Melê rûha Melê nûra ji qutret nuqte lê
Remzek nihîn da min welê nalî ji ber wek nay û def”
“Mela’nın ruhu, Mela’nın canı, nişanı taşıyan o nur
Gizli bir işaret verince bana, ney ve def gibi inledim adeta”
“Dil ji narê mecazî bi’l-heqîqet bû pereng
Naru qelbî fî hewahu mislu narin fi’l-ledîd”
“Gönüldeki mecazi ateş dönüştü gerçek ateşten bir cemreye
Kalbimdeki aşk tıpkı ateşin kızgınlığı gibidir demirde”
Di qidem da ezel û ‘eyné ebed herdu yek in
Sermedîyyet we dixwazit ne ezel bit ne ebed
Ferq e wahid ji ehed lê di meqamê semedî
Bi heqîqet ku yek in herdu çi wahid û çi ehed
Ezel ve ebed aynı şeydir kıdemiyette
Çünkü ezel ve ebed farkı yok sermediyette
Gerçi sözcüklerde farklıdır “vahid” ile “ehad”
Lakin gerçekte yoktur farkları birleştirir onları “
İnsan ber e ‘âlem durext sultan ji xelwet hate text
Pê zeyyinîn îqbal û bext dewlet ji bala tale da
Sultan ji bala hate xwar lahût bi nasûtê veşar
Peyweste bû nuqta medar dewra ‘urûcê ger we da
Âlem ağaç, insan onun meyvesi, gelip oturmuş sultan tahtına
Onunla süslenmiş ikbal, onunla bulmuş mutluluğu devlet
Yücelerden indi sultan olan insan, böylece lâhutu gizledi nasut
Âlemin merkezi oldu daima, böyle başladı yükseliş deveranı
Camid çi kin bi husnê ku wan nezer li xwar e
Xerteb’etên di ebleh çi nêrgiz û çi kerbeş
Duygusuz olanlar ne yapsın güzelliği, dûn bakışlıdır zaten onlar
Eşek tabiatlı olanlar nergizsle dikenli otun farkını anlamazlar
Bêzî dikit ji qencan ji remz û naz û xencan
Qedrê gulan çi zanit kerbeş divêt kerê reş
Duygusuzlar kaçmakta güzellerden, gamzelerle cilvelerden
Dikenli ottur siyah eşeğin istediği, ne anlar güllerin kıymetinden
Xaliba ehlê zemanî ma Mela ademî yin
Venemeyin ji kerê me’y reş û gayê te yî beş
Zamane insanları beni-adem mi acep Mela
Farkları yok çünkü siyah eşeğimizle senin gamsız öküzünden
Qesdê serçeşmeê heywanê heqîqet ke Nîşanî
Bi cehanê mebe mexrûr ku cehan ‘eynê serabe
Ab-ı hayat çeşmesine ulaşmayı gerçekleştir Nişanî
Mağrur olma dünyaya ki, dünya tamamiyle seraptır
Tu ji feslê here eslê ku di vê dêrê xerab
Were carek bike seyrê tu di etwarê hudûs
Teferruatı bırakıp fer’den asla geç ki bu köhne dünyada
Ta ki, olmayasın cehalete merkeb, yükü altında hudûsun
Mela her wî bibîn her wî eger her wî dinasî tu
Huwe’l-me‘bûd huwe’l-meşhûdu bel la xeyre fi’d-dareyn
Her daim onu gör Mela, eğer tanıyorsan onu
Odur mabud, odur meşhud, dareynde yok ondan gayrı mevcud

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.