KARIŞIK

12 Nisan 2019 Cuma

Miktat bin Esved türbesi..mersin

Miktat bin Esved türbesi..mersin



Peygamber'in bu vefalı sahabesi ve Hz. Ali'nin hakkının savunucusu hicri 33. yılında Hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Miktat, Fil yılının 16'sında yani Peygamber efendimizin (s.a.a) bi'setinden 24 yıl önce dünyaya gelmiştir. Babası Yemen bölgesinde yaşayan, Kende taifesinden Amr adında bir şahsiyetti, bu yüzden Miktat, Kendi olarak maruftu.[1]
Miktat, Allah Resulü'ne (s.a.a) ilk iman getiren ve imanını ilk açıklayan kimselerden idi. İslam'ın ilk dönemlerinde birçok zahmet ve zorluğa katlanmıştı, öyle ki ilk olarak Allah Resulü (s.a.a) tarafından Habeşistan'a hicret etmesi söylendi. Miktat Habeşistan'a hicret eden üçüncü grup Müslümanlar ile bir süre orada yaşadı, daha sonra Mekke'ye geri döndü, burada Resulullah'ın (s.a.a) hizmetinde bulundu. Allah Resulü'nün Mekke'den Medine'ye hicret etmesinden sonra, Miktat da Peygamber'in peşi sıra Medine'ye hicret etti, fakat ne zaman hicret ettiği tam olarak bilinmemektedir ama büyük bir ihtimalle; hicretin birinci yılında şevval ayında Ebu Ubeyde'nin seriyesine katılarak Medine'ye hicret etti. Miktat bu şekilde iki defa hicret ettiği için ona "Haceru'l-Hicreteyn" denilmekteydi.[2]
Miktat'ın Evliliği
Ebu Hayyun İmam Rıza (a.s)'dan şöyle rivayet etmiştir: "Cebrail Peygamber'in huzuruna vararak şöyle arz etti: Ey Muhammed! Allah sana selam ediyor ve şöyle diyor: 'Genç kızlar ağaç meyveleri gibidir. Meyve yetişince onu toplamaktan başka çare yoktur. Aksi takdirde güneş ve rüzgâr onu yok eder. Genç kızlar da buluğa erişince onları evlendirme dışında bir çare yoktur. Aksi takdirde fitneye düşmesi muhtemeldir.' Peygamber (s.a.a) ardından minbere çıktı, konuşma yaptı ve Allah'ın emrini tebliğ etti. Halk, "kime kocaya verelim?"diye sordu. Peygamber, "Onların dengi olan kimselere" diye buyurdu. Halk, "kimler denk sayılır?"diye sorunca da Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Müminler birbirinin dengidir." Daha sonra orada minberin üzerinde Zubeyr bin Abdulmuttalib'in kızı Zubaa'yı Miktat bin Esved ile evlendirdi."
Zubaa örnek kadınlardan, ilk Müslüman olanlardan ve diğer Müslümanlarla Medine'ye hicret edenlerden idi. O Peygamber efendimizden (s.a.a) on bir hadis nakletmiştir. Zubaa, tayife ve aile yönünden o zaman ki toplumun en önde gelenlerinden birisi idi, yine de Resulullah (s.a.a) onu Miktat ile evlendirdi ve sonrasında şöyle buyurdu:
"Ey insanlar! amcam kızı Zubaa'yı Mikdad ile evlendirdim ki evlilik işi kolaylaşsın ve mümin olan kimselere kızlarını versinler, evlilikte ailevi yönden üstünlüğü göz önünde bulundurmasınlar." [3]
Miktat ile Zubaa'nın evliliğinden iki çocukları oldu. Biri Kerime adında kız çocuğuydu ve babasından rivayet nakletmiştir, ama Mabed adında erkek olan diğer çocuğu Cemel savaşında Ayşe'nin yanında savaşmış ve o savaşta da öldürülmüştü.[4]
Miktat, Allah Resulünün (s.a.a) döneminde gerçekleşen bütün savaşlara katılmıştı ve en önde savaşarak; Allah, Resulü (s.a.a) ve İslam için canını ortaya koyuyordu. Onun Bedir ve Uhut savaşında göstermiş olduğu kahramanlıklar tarih sayfalarında parlamaktadır. O Müslümanların ilk süvarilerindendi, Bedir savaşında atlı olarak savaşan iki kişi bulunmaktaydı biri Miktat diğeri de Zubeyr'di.[5]
Uhut savaşında da çok önemli sorumlulukları yerine getirmiş ve canını ortaya koyarak biran olsun Resulullah'ı (s.a.a) terk etmemişti. çyle ki Müslümanlar yenilgiye uğramaya başladıklarında herkes Peygamber'i (s.a.a) savaşın ortasında yalnız bırakarak kaçmıştı. Savaştan kaçmayan ve Peygamber'i (s.a.a) koruyanlar sadece şu kimselerdi: Hz. İmam Ali (a.s), Talha, Zubeyr, Ebu Ducane, Abdullah b. Mesud ve Miktat.[6]
Miktat, Allah Resulünün (s.a.a) vefatından sonra, Resulullah'ın (s.a.a) vasiyetine vefalı kalan, hakkı, hakikati ve Hz. Ali'nin (a.s) vilayetini savunan sayılı kimselerin başında gelmektedir. Peygamber'in vefatından sonra yaşanan o üzücü olaylar ve hak İmam Ali'yi (a.s) yalnız bırakmalar Miktat'ın imanında zayıflık oluşturmadı, bu önemli anda Miktat, Salman ve Ebuzer ile Hz. Ali'den (a.s) el çekmediler ve imamlarını savunmaya, yanında yer almaya devam ettiler. Bu yüzden İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurmaktadır:
"İnsanlar Allah Resulünün (s.a.a) vefatından sonra, Peygamber'in (s.a.a) yolundan ve yönteminden döndüler, dönmeyen sadece üç kimse idi: Salman, Ebuzer ve Miktat."[7]
Faziletiyle İlgili Hadisler
Miktat'ın fazileti ve üstün ahlaki kemalleri hakkında geniş konular işlenmiş ve bu hususta birçok rivayet nakledilmiştir. şimdi onlardan bazılarına değinelim:
1. Peygamber'den (s.a.a) şöyle nakledilmektedir: "Yüce Allah bana dört kişiyi sevmemi emretti. Arz ettiler: Onlar kimlerdir. Resulullah üç defa buyurdu: Ali (a.s) onların ilkidir, diğer üçü ise; Ebuzer, Salman ve Miktat'tır."[8]
2. İmam Sadık (a.s) buyurdu: "Peygamber'den sonra yoldan çıkmayanları sevmek her Müslüman'a farzdır, onlardan bir kaçı; Salman, Ebuzer ve Miktat'tır."[9]
3. Enes b. Malik Allah Resulünün (s.a.a) şöyle buyurduğunu naklediyor: "Cennet ümmetimden üç kişiye müştaktır. Hz. Ali (a.s) kimler olduğunu sorunca, buyurdu: Allah'a yeminler olsun ki onların ilki sensin ve diğer üçü Salman, Ebuzer ve Miktat'tır."[10]
4. İmam Sadık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir: "İmanın on derecesi bulunmaktadır; Miktat sekizinci, Ebuzer, dokuzuncu ve Salman da onuncu derecededir."[11]
5. Müslüman hadis bilimcileri arasında kullanılan önemli kavramlardan biri de "Erkân-ı Erbe-a" tabiridir. Ki bu dört rükün; Salman, Ebuzer, Miktat ve Ammar'dan oluşmaktadır. Hadis ve tarih âlimleri masumlardan sonra en fazla övülen ve haklarında değişik hadislerde faziletleri bildirilen başlıca kimselerin bunlar olduğunu gördükten sonra, dinin sağlam temelleri olarak kabul edip bu dört şahsiyet için "Erkân-ı Erbe-a" tabirini kullanmışlardır.[12]
6. şia kelimesi Peygamber'den (s.a.a) sonra kullanılmaya başlanılan bir kavram değildir, bilakis Peygamber'imizin (s.a.a) döneminde kullanılmıştır ve ilk defa şia olarak tanınan kimseler: Salman, Ebuzer, Miktat ve Ammar Yasir'dir.[13]
7. Kuran'da Resulullah'ın (s.a.a) risaleti karşılığında istenilen tek şey onun Ehlibeyt'ini sevmektir. İşte Miktat bunu gerçekleştirmeyi başaran ve meveddet ayetine vefalı kalan kimsedir. Yüce Allah Kuran-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır:
" De ki: Ben, buna karşılık sizden, yakın akrabamı/Ehlibeytimi sevmeniz dışında bir ücret istemiyorum."[14]
Birçok Ehlisünnet ve şia âlimi bu ayetin tefsirinde Peygamber'in (s.a.a) çekmiş oldukları karşılığında Ehlibeyt'inin sevilmesi gerektiğini söylemişlerdir.
İmam Sadık (a.s) buyuruyor: "Bu ayet nazil olduğu zaman Resulullah (s.a.a) halka şöyle buyurdu: Yüce Allah benim için sizlere bir hak bırakmıştır, acaba onu yerine getirecek misiniz? Hiç kimse cevap vermedi. Ertesi gün Allah Resulü (s.a.a) aynı soruyu tekrarladı yine cevap vermediler, üçüncü gün de sordu yine halktan bir cevap alamadı. Sonra buyurdular: Benim üzerinizde olan hakkım; altın, gümüş gibi maddi şeyler değildir. Dediler: Peki, öyleyse nedir? Resulullah (s.a.a) meveddet ayetini okudu ve bu Allah tarafından nazil olmuştur diye buyurdu. Halk: Biz de kabul ediyoruz, dediler."
Hadisin devamında İmam Sadık (a.s) buyuruyor: "Allah'a yeminler olsun hiç kimse bu ayete vefa etmedi, ümmet içerisinden sadece yedi kişi vefa etti ki şunlardan ibarettir: Salman, Ebuzer, Miktat, Ammar, Cabir b. Abdullah Ensari, Resulullahın (s.a.a) evinde bulunan kölelerden biri ve Zeyd b. Ergem. İşte bu yedi kişi Peygamber'in (s.a.a) Ehlibeytine tamamen vefalı oldular, onları sevdiler ve böylece risaletin ücretini en iyi şekilde ödemiş oldular."[15]
8. Miktat, Peygamber'den (s.a.a) sonra defalarca hâkim olan rejimin karşısında durmuş, halifelerin hilafetine karşı gelmiş ve Ehlibeytin hakkını savunmuştur.[16]
Peygamber'in (s.a.a) bu vefalı sahabesi ve Hz. Ali'nin (a.s) hakkının savunucusu nihayetinde hicri 33. Yılda, yetmiş yaşında Cerf denilen bölgede hakkın rahmetine kavuşmuştur.[17]
🔴 NOT: Miktat bin Esved Türbesi Mersin'dedir .
🔵 Fotoğraflar Mersin'deki Türbeden çekilmiştir.
____________________________________
#Miktat #MiktatBinEsved #EhliBeyt #Mersin #Alevi #Türbe #Mikdad#Muğdad #MersinAlevi #ArapAlevisi #Nusayri #Caferi
[1] Muhammed Muhammed-i, Sima-i Miktat, s: 13, 23.
[2] Abdullah Mamakani, Kamusu'r-Rical, c: 9,s: 114.
[3] Allame Meclisi, Biharul Envar, c: 6,s: 779.
[4] şeyh Abbasi Kummi, Muntahal Amal, s: 161.
[5] Allame Emini, El-Gadir, c: 9,s: 116.
[6] Tabakatı İbni Sa'd, c: 3,s: 114. Bkz: Muhammed Muhammedi, Sima-i Miktat, s: 37.
[7] şeyh Abbasi Kummi, Muntahal Amal, s: 160.
[8] şeyh Abbasi Kummi, Muntahal Amal, s: 160.
[9] Allame Meclisi, Biharul Envar, c: 6, s: 779.
[10] şeyh Abbasi Kummi, Muntahal Amal, s: 160.
[11] Hayatul Kulub, c: 2,s: 883. Bkz: Muhammed Muhammedi, Sima-i Miktat, s: 60.
[12] Muhammed Muhammedi, Sima-i Miktat, s: 90-91. şeyh Abbasi Kummi, Muntahal Amal, s: 160.
[13] Muhammed Muhammedi, Sima-i Miktat, s: 91.
[14] şura: 23.
[15] Muhammed Muhammedi, Sima-i Miktat, s: 96.
[16] Muhammed Muhammedi, Sima-i Miktat, s: 122.
[17] Muhammed Muhammedi, Sima-i Miktat, s: 123.

9 Nisan 2019 Salı

Kırklar Dede türbesi ..amasya



Kırklar Dede Türbesi, Amasya İli Merzifon İlçesine çok yakın olan Bahçecik Köyü yolunda, mezarlığın bitimindedir. Merzifon halkı tarafından ziyaret edilen Kırklar Dede’nin kim olduğu konusunda ve yaşadığı dönem hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Türbenin üzeri açıktır. Yakın zamanda Merzifon Belediyesi tarafından mezar yenilenmiştir. Türbe eski zamanlarda özellikle yağmur duası için ziyaret edilirmiş. Merzifon’da kapı kapı dolaşılarak toplanan malzeme tekerlemelerle çoluk çocuk türbeye getirilir, burada bu malzemelerle yapılan yemekler topluca pişirilip hep beraber yenirmiş.
Menkıbeler: 
1-) Türbe başına gelip burada içen ve Kırklar Dede’den para isteyen bir kişinin rüyasına girerek onu bayağı rahatsız edip, korkuttuğu hikaye edilir.

Kaynakça: Abdülhalim Durma –Evliyalar Şehri Amasya -2003

Furuni Mehmed Dede..afyon




Sultan Divani hazretlerinin Çiltenan olarak adlandırılan 40 mürdindendir. Divan-ı Kebir getirmek için Sultan Divani ile beraber İran’a setahat etmiştir. Uzun süren yolculuk esnasında Acemistan topraklarında giderken dervişlerin yanındaki yiyecek bitip açlık tehlikesiyle karşılaştılar. Sultan Divani Hazretleri Mehmet Furuni Dedeye hitaben ” Ey Dervişi Tennur Mehmet Furuni Dede bu dervişlere kayıp cebinden ekmek bahşet ” diye emretti . Hak aşıkı Mehmet Dede ellerini Semaya kaldırıp dua etti. Hep birlikte el kaldırıp, Cenab-ı Hakka yalvardılar. Dua bittikten sonra Mehmed Dede kolunun altından sıcak pide çıkartarak derviş arkadaşlarına dağıttı. Bu hadiseden sonra Mehmed dedeye Furuni ismi verildi. Hicri 936 yılında vefat etmiştir. Kabri Mevlevihane camiinde Sultan divanı hazretlerinin yanındadır.

Devrane Sultan  türbesi..afyon





Hazreti Mevlana sülalesinden olup, Sultan Divani hazretlerinin Çiltenan olrak adlandırılan 40 mürdinden biridir. Sultan Divani ile İran seyahatine katılmıştır. Kabri şerifinin Devrane Sultan camii civarında olduğuna inanılır. Daha Sonra Afyon Belediyesi tarafından caminin 100 metre yakınında Kurtuluş caddesi ile istaklal caddesinin kesişiminde bir makam kabir yapılmıştır.

Kahraman Celal Baba türbesi ..kars




Türbesi Kars Kalesi'nin içerisinde bulunan Celal Baba'nın 12. yüzyılda Kıpçak-Gürcü istilasında Kars Kalesi'nde şehit düştüğü biliniyor. Anlatılanlara göre Celal Baba'nın kahramanlığı, kellesi koptuğu halde savaşmaya devam etmesinden geliyor ve bu yüzden de kalenin manevî sahibi olduğu söyleniyor. Celal Baba'nın mezarı çini kubbeli iken, 1878 yılından sonra Rus istilacıları tarafından tahrip edilmiş. 1879 yılından sonra Lala Mustafa Paşa tarafından onarılan türbe, tek katlı, güneydoğuya meyilli ve ahşap üzeri çinko yapılı, duvarları taştandır. Güneydoğu duvarı kale sur duvarıdır. Bu yapı sonradan hayırseverler tarafından yapılmıştır. Zemini beton, lahit kısmı 62 santimetre yüksekliğinde, tahta sanduka 106'a 200 santimetre boyutunda yapılmıştır. Yapı, mescit ve 'Lahit Odası' olarak paravana ile ikiye bölünmüştür. Önünde şu anda var olan, podyum kısmı 135 santimetredir ve önceki kubbeli binanın temelidir. Üzerindeki levhasında 'Kahraman Celal Baba burada yatar M.1239' yazıları sonradan asılmıştır. Türbenin iç yüksekliği 2 metre 40 santimetredir.

Erkeç Dede kabristanı..adana ..karaisalı



Erkeç dede’nin hayatıyla ilgili bilgilerimiz çok kısıtlıdır. Adana – Karaisalı – Çatalan barajından Kaledağı köyüne doğru giderken Köye 2 km kala sağ tarafta ağaçların arasındaki kabristan Erkeç dede kabristanı olarak ziyaret edilir. Erkeç dede’nin kabrinin kabristanda tam olarak nerede olduğu belli değil. Oradaki Halkla konuştuğumuzda O kabristanın yıllardır erkeç dede kabristanı olarak bilindiği ve insanlar tarafından tazim gösterildiğini belirttiler.

Erkeç Dede kabristanının 5 km uzağındaki Sofu Baba Türbesindeki bilgilere göre ; Seyfüddin Arif döneminde yetişen Nakşi Tarikayının sofilerinden olan Sofi Dede , Çoban Dede, Cabbar Dede , Bulamaç Dede , Bulut Dede , Erkeç Dede , Arapacı Dede adında 7 eren , Osmanlı Sultanı IV. Mehmet döneminde ( Miladi 1648 – 1687) Erzurum Horasan Bölgesinden oradan Malatya üzerinden Çukurova’ya kadar gelirler. Erkeç Dede de şu an bulunduğu bölgede kalır ve İslamiyeti doğru olarak irşad ve tebliğ etmek üzere vazife yürütür.

ALİ ZÜLFİKAR KABRİ..ADANA



Şeyh Ali Zülfikar Efendi’nin kabri şerifi ; Adana – Merkez’de Emniyet müdürlüğünün yanındaki Şıh Zülfü camii avlusundadır.
Şeyh Zülfo mescidinin banisi olan Şeyh Ali Zülfikar Efendi ; Tarikat-ı rifaiyye meşayıhındandır. Kabir taşındaki kitabe şöyledir ;
” Mürşidü’s Salikin Ve Gavsül Vasilin
Eş Şeyh ali Zülfü İbnuş Şeyh Es Seyyid
Müslim İbnu Muhammed Nam sahibul Hayrat Vel Hasenat ”
Şeyh Zülfo mescidi ile ilgili Adana Kültür Varlıkları envanterinde şu bilgiler vardır ;
”Kendi adıyla andan dergahın mescidi olan eser, küçük, fakat kunt ve sıcak bir mimarisiyle dikkati çekmektedir. Tamamen kesme taşlarla inşa edilen eser, üç adet sivri kemer gözünün her bir birer kubbeyle örtülü olan 2,80 genişliğindeki küçük bir son cemaat yeri ve içten içe 7,32 x 7,38 m. ölçüsündeki harimden meydana gelmektedir. Son cemaat yerinin kubbeleri iki yan tarafta “L” şeklindeki ayaklara, ortada ise Roma devri sütun başlıklarıyla dikkati çeken iki sütun üzerine oturmaktadır. Kubbeye geçiş için tromplardan istifade edilmiştir. Harimin kubbesinde de köşelerde tromplar kullanılmış, ve yine öncekiler gibi saç kaplama ile korunan bu kubbe de kirpi saçaklarla vurgulanmışür. Harimin bu büyükçe kubbesi ile, son cemaat yerinin kubbeleri arasında hafif bir boşluk bırakılmak suretiyle esere zarafet ve hareketli bir görünüş kazandırılmıştır. Mescit, kuzeyde ve güneyde iki, doğuda üç ve batıda bir pencere ile aydınlatılmaktadır. Doğu, batı ve güney duvarlarında ayrıca birer üst pencere ve yine batıda iki tane dolap nişi görülmektedir. Mihrap, kavsarasındaki mukarnaslarıyla dikkati çekmektedir.
Şeyh Zülfo veya Şeyh Zülfikar Mescidi’nde bezeme olarak dikkatimizi çeken en önemli unsur harimin kapısı ile üstteki kitabe arasına yerleştirilen Roma mimarisinden devşirilmiş bitkisel süslemeli bir levhadır.
Mescidin batısındaki minare yakın zamanda yenilenmiş olup, üzerindeki kitabe 24.6.1993 tarihini taşımaktadır.
Kitabe: Harimin kapısı üstüne yerleştirilmiş bir taş levha üzerine ikişerli dört satır halinde yazılı tamir kitabesi ne yazık ki yağlıboya ile berbat edilmiş olup şöyledir:
Huda Abdülmecid Han’ı muzaffer eylesün ya hu
Vezirinden Ziya Paşa sebeb tamîre ey mehru
Bi-hamdillah tamam oldı ibddethane-i dil-cü
Bina-yı mesdd-i Yortan Veli Dergdh-ı Ali bu
Bildd-ı Rüha’dır şeyhin…..
Nesebde Muslim oğlundan Rufai Şeyhi Şeyh Zülfü
Gafura hamd idüb Remzi, döküb cevher île incü
Didi ya Rab Şu hankahı, zülal nüra kıl memlü 1269 (1853)

Günümüz Türkçesiyle:
Allah, Abdülmecid Han’ı muzaffer eylesin
Vehimden Ziya Paşa tamire sebeb oldu
Allah’a şükürler olsun ki gönül açan dergah tamamlandı
Büyüce Yortan Veli Dergahı Mescidinin binası
Urfa Şehridir şeyhin….
Nesepçe Müslim oğlundan Rufai Şeyhi Şeyh Zülfi
Çalab’a hamd edip Remzi., inci ile cevher döküp
Dedi: Ya Rab Şu hanegahı pür nur île doltur
Şeyh Zülfikar Rufai Dergahı

Adana’da 5 Ocak Mahallesi 13. Sokakta, Askerlik Şubesi’nin kuzeyindeki aynı adla bilinen mescidin yanında olduğu anlaşılmaktadır. İlk yapılış tarihi belli olmayan Dergah’ın 1853 yılında tamir edildiğini ve eski adının Yortan Veli olduğunu, aynı adı taşıyan mescidin kitabesinden öğreniyoruz. Şeyh Ali Zülfikar için Adana Valisi Ziya Paşa’nın imar ettirdiği Dergah günümüze ulaşamamıştır. 1269 (1852) tarihli bir Şer’i Mahkeme sicilinden öğrenmekteyiz. Adana Şer’i Mahkeme Sicili’nin 67. Cilt, 141. sayfasına kayıtlı 1269 (1853) tarihli bir vakfiyesinin olduğu bilinmektedir.

5 Nisan 2019 Cuma



CİMCİME SULTAN TÜRBESİ  .ankara. haymana






Haymana’da ziyaretedilecek yerlerin başında Sultan Cimcime Hatun gelmektedir. Kaplıcaların şifa kaynağı olduğunu bulan ilk kişidir. Rivayete göre çocuğu olmayan bir aile Cimcime’yi saraydan evlat olarak almışlar. Cimcime Sultan’ı evlatları olarak büyütmeye başlamışlar. Cimcime Sultan gün geçtikçe gelişmiş büyümüş, aile Cimcime’yi öz evlatları gibi sevmiş bağırlarına basmışlardır. Bir müddet sonra aileninde bir kız çocukları dünyaya gelmiş. Saraydan aldıkları evlatlık ile öz kızları birlikte büyümüşler. Ailenin öz kızı evlatlık olan Cimcimeyi kıskanmaya başlamıştır. Annesiyle birlikte bu duyguya kapılarak Cimcime’yi evden uzaklaştırmaya karar vermişler. Evde huzuru bozulan baba çaresiz kalarak evlatlık Cimcime’yi evden çıkarıp bugünkü kaplıcanın sık orman ve ağaçlıktan ibaret olan sıcak    suyun
kaynağına getirmiş, uyutmuş, bırakmış ve hemen kaybolmuş. Korku içinde uyanan Cimcime Sultan’ı bir sıkıntı ve üzüntü almış. Cimcime Sultan’ın bütün vücudunu sivilceler kaplamış, kabuklu yaralar oluşmuş. Vücudunda oluşan sivilce yaraların ağrı ve sızılarına dayanamayan Cimcime yakınındaki yerde kaynayan sıcak suda yıkanmaya karar vermiş. birkaç defa yıkanınca sızıların geçtiğini görmüş. Yıkanmaya devam ettikçe yara, sızı ve sivilcelerin kaybolduğunu gören Cimcime Sultan, suyun yararına ve şifasına inanmış ve suyu  sahiplenmiş. Suyu etrafa tavsiye etmeye başlamış. Çok yararlı ve şifalı su olduğunu duyurmuş. Babası Cimcime’yi terk ettiği yere gelerek Cimcime’yi görmüş ve hayretler içinde kalmış. Cimcime’nin daha bir serpilmiş, eli yüzü nur içinde görmüş, bakakalmış, şaşırmış; ‘’ kızım ne olduki değişi verdin?’’ demiş. ’’Şu kaynak suyunda yıkandım böyle oldum, iyileştim.’’ demiş. o gün bu gündür suyun şifa kaynağı olduğu bilinmiş ve binlerce hastaya deva olmuştur. Günümüzde de Cimcime Sultan’a şifa olan bu sular hepimize şifa dağıtmaya devam etmektedir.

Yağmur Dede Türbesi . suriye . Afrin ..Mabeta 







Afri’nin Mabeta kasabası Alevi inancına mensup insanların yoğunlukta yaşadığı bir yerleşke. Kürt Alevi yurttaşlar yüz yıllar öncesinden Maraş, Adıyaman, Malatya  kentlerinden göç ederek buraya yerleşmişler. Göçle beraber kutsal değerlerini de beraberinde taşımışlar.
Türkiye ile Suriye sınırının uzun zaman önce kapanması ile beraber akrabalarından uzaklaşmışlar. İnançlarından da uzaklaşmış olsalar da Alevi değerlerini korumaya, onu yaşatmaya devam ediyorlar. Bu kutsal değerlerinden biri de Yağmur Dede inanışı ve Türbesi.
TÜRBE 30 YIL ÖNCE MABETA’DA YAŞAYAN ALEVİLER TARAFINDAN İNŞA EDİLMİŞ
Yağmur Dede tepe üzerine kurulu Mabeta kasabasının hemen batı ucunda bulunuyor. Yağmur Dede Türbesi  yaklaşık 30 yıl önce Mabetalı Alevilerin kendi imkanları ile inşa edilmiş. Mezarın üzerini örten iki odalı bir yapı bulunuyor. Bir kısmı mutfak olarak kullanılırken, bir kısmı da türbenin üzerini kaplıyor. Türbenin üzerinde küçük bir kubbe bulunuyor. Türbeyi kaplayan odanın dış duvarları dilek taşı olarak bırakılmış. Duvardaki küçük oyuklara insanlar dilek tutarak taşlarını tutturmaya çalışıyorlar. Taş tutarsa dileklerinin yerine geleceğine inanıyorlar.
KUTSAL MEŞE AĞAÇLARINI KESENLERİN İFLAH OLMAYACAKLARINA İNANILIYOR
Kapıdan içeri girerken orada bulunan meşe ve zeytin ağaçlarından yapılan küçük kazık haline getirdikleri dal parçaları yere çakılıyor. Bu da dileklerin tutması için yapılan bir ritüel. Türbenin etrafında üç dört tane yüz yıllık meşe ağaçları  bulunuyor. Ağaçlardan biri türbenin üzerini tamamen dalları ile kaplamış durumda. Bir ağacın dalları dilek çaputları ile donatılmış. Bu ağaçları kesmek ise yasak. Zira ağaç kesen kişinin iflah olmayacağına inanılıyor. Bu meşe ağaçlarının dikkat çeken bir yanıda yörede sadece tek türbe etrafında bulunması. Bu yerleşkede başka bir alanda meşe ağacı bulunmuyor. Binanın hemen önünde çok eski zamanlarda yapılmış bir su kuyusu bulunuyor. Bu kuyudan hem içmek, hemde yemek yapmak için su ihtiyaçlarını karşılıyorlar.
KESİLEN KURBANLARLA YAĞMUR VE SAĞLIK NİYAZ EDİLİYOR
Türbenin içerisinde bir mezar bulunuyor. Bu mezarın Yağmur Dede’ye ait olduğuna inanılıyor. Yağmur Dede’nin kim olduğuna ve nereden geldiğine yönelik bir bilgileri bulunmasada, yörede yaşayan halk yağmur dedenin kerametine inanıyorlar.
Türbenin içerisinde mezarla birlikte Alevi inancının temelleri olan Hz.Ali ve diğer Alevi kutsallarının resim ve tasvirleri bulunuyor. Bu resimler arasında  Hz. Ali ve 12 imamlar, Hacı Bektaş-ı Veli,  Hz. Ali’nin Hayber önlerinde olduğunu tasvir eden resim, ayrıca  Arapça bir bez üzerine yazılmış  Hz. Hüseyin yazısı ve Zülfikar  resmi bulunuyor.
Türbe hakkında bilgi veren Mabeta Alevilerinden Muhammet Ali Çoli, Yağmur Dede Türbesi’ni şöyle anlatıyor:
” Yağmur Dede köyün hemen yan tarafında. Mabeta genel olarak Aleviliği ile bilinir. Yağmur Dede’ye  genel olarak  her yıl gelinir, onun dışında da mevsim kurak geçerse Yağmur Dede ziyaret edilir. Allahın ve Yağmur Dede’nin izni ile kestiğimiz kurbanlarla  yağmur niyaz ederiz. Yağmur Dede’ye yağmur istemeye gelmeden önce tüm köylü ve kasabalı kendi aralarında para, bulgur, yağ, tuz biriktirerek kurban alır. Bu yardımda herkes eşit değildir, herkes kendi imkanına göre katılır. Kurban kesildikten sonra Yağmur Dede’den ricada bulunuruz “Bize yağmur yağdır” diye. Kesilen kurban ve yapılan yemek burada yenilir. Yağmur duasının dışında her cuma da gelinir. Hastası olanlar şifa dilemeye, çocukları olmayanlar çocuk dilemeye gelirler. Bu niyazda bulunanlar kurbanlarını keserler. Hem burada, hemde isterlerse köyde dağıtırlar. Ama kurbanlar illa burda Yağmur Dede huzurunda kesilir”

VAYLOĞ DEDE.. türbesi malatya



VAYLOĞ DEDE..  türbesi    malatya



Babası Şah Veli Dede’nin torunu Deli Mürteza Dede’dir. Anası aynı soydan Cenefer dedelerden İnsaf Anadır. Vayloğ Dede 1895 tarihinde Mezirme Köyü’nde doğmuş. Babası, dedesinin adı olan Mustafa adını koymuş. Osmanlı Devleti’nin son yıllarıdır. Halk harplerden bıkmış, usanmış. Erkeklerini harpte kayıp ettiği için insan gücü kalmamış. Ülke kıtlık ve yoksulluğa düşmüş. Böyle bir zamanda çocukluğu ve gençliği geçen Mustafa okumamış. Tarla ve bahçe işlerinde babasına yardımcı olmuş.
Vayloğ Dede ile ilgili anlatımlar şunlardır:

Denizli'de bir kadının rüyasına girer. "Adım Vayloğ. Hekimhan'ın Mezirme Köyü'ndenim. Ocağıma geleceksin." der. Çocuksuz olan kadın kocasıyla birlikte Hekimhan'a gelir. Mezirme'yi ve Vayloğ Dede'yi sorarken, çarşıda bizzat dedenin kendisiyle karşılaşır. Kadın "işte rüyamda gördüğüm adam bu" diyerek Vayloğ Dede 'nin elini öper. Birlikte köye giderler. Bir kurban alıp keserler. Kadın kocasıyla Denizli'ye döner ve ileride bir çocuk sahibi olduğu öğrenilir.
Vayloğ adı ile şu söylence anlatılmaktadır:

Vayloğ Dede, Arguvan'ın Dolaylı Köyü'nde sohbette bulunmaktadır. Arapkirli boyacı Karabet de o sırada aynı köydedir ve Abidin adlı birinin misafiridir. Karabet Abidin Efendi'ye " bizi de (görgüye) sohbet toplantısına kabul ederler mi ? " diye sorar. Abidin " bırakmazlar " der. Ermeni Karabet o akşam rüyasında üç kişinin semah döndüğünü görür. Sabahleyin Abidin'e gördüğü rüyayı anlatır. Abidin " bir çuval buğdayı al Vayloğ Dede'nin yanına git " der. Karabet buğdayı alır, Vayloğ Dede'nin kaldığı eve gider. Dedeyi kahvaltı ederken bulur.

Karabet, "Vayloğ Dede bir Allah Allah de " ricasında bulunur. Vayloğ Dede dua eder, bir lokma ekmeği Karbaet'e uzatır ve " al bu da semah dönen üç sofunun olsun " der. Karabet, Vayloğ Dede'nin elini bir kez daha öper.

İğdir Köyü’nden Cılış’ın Hürü kadının oğlu İsmail asker kaçağıdır, yakalanmış Keban’a götürülmektedir. İsmail, Jandarmalar arasında giderken anası arkalarında döşünü yumruklayarak ağlayıp sızlanmak-tadır. Keban yolu Mezirme’den Deli Mürteza’ların kapısının önünden geçmektedir. Anası Hürü kadın arkalarından türkü ile karışık Vay …. Loğ …. Vay …. Loğ… İsmairim yeni ev yaptırdın. Kapısı kurulmadı, tarlan sürülmedi, Benim hallerim ne olacak Vay………………….. Log………………….. Vay …. Log… diyerek döşünü yumruklayıp ağlamaktadır. Bunu gören Küçük Mustafa Hürü Ana’nın peşine takılmış. Onunla beraber Vay …. Loğ …. Vay … Loğ …. diyerek döşünü yumruklayıp peşi sıra gitmektedir. Bu olaydan sonra döşünü yumruklayarak Vay …. Loğ …. Vay …. Loğ … kelimesini dilinden düşürmemiş. Halk Küçük Mustafa’yı döşünü yumruklayarak Vay …. Loğ …. Vay ……………. Loğ … diyerek söylemeye başlamış. Vayloğ örede yaygın bir ad haline gelmiş.

Bir taraftan da Karadirek tekkesinde Görüm ve Cemi ayinlere katilarak deyişler ve mersiyeler söylenmesini Cem birleyip görüm yap-masmi öğrenmiş. Dedeliğe başlamış. Halk kendisine Vayloğ Dede demeye başlamış. Kendi köyünden Hasi’nin Kızı Emine Hanim’la evlenmiş. Bu evlilikten Zeynep, İlyas, Fatma, Zöhre ve İnsaf adlı çocukları olmuş.

Geçim zorlaşınca Hasan Çelebi tarafından Karagüney köyüne göçer. Orada tarla edinir, yerleşir. Vayloğ Dede saf okur-yazar olmayan deli dolu bir insandır. Karagüney köyünde istediği yaşamı bulamaymca 1952 yılında Mezirme köyüne geri döner.

Babası Deli Murtaza’nın ölümünden sonra Vayloğ Dede taliplerini görüp – sormak için dedeliğe başlar. Taliplerden aldığı hakullahın bir kısmını köyün fakir fukarasına dağıtırdı. Hekimhan – Hacılar Köyü’nde, Arguvan – Kızık Köyü’nde kaynayan Abdal Musa pilavına elini daldırarak, kazanı karıştırmasını, içerisinden bir lokma eti çıkarması ve elinin yanmaması. Çocuğu olmayan kadınlara dua ederek çocuk sahibi olmaları. Pekçok kadının onun duası ile çocuklarının olduğuna inanılır. Bunlar erkek olan çocuklarına Mustafa adını verirler. Bu çocuklardan Vayloğ Dede’nin sakat gözü, çalık parmağının izleri görülmektedir. Bazılarında ise divanelik özelliği vardır. Bu çocuklara “Vayloğ Nazarlaması” adı verilmektedir.

Başkalarının düşüncelerini okuma, gaipten haber verme, nefes evladı verme gibi konularda mucizeleri olduğuna inanılan Vayloğ Dede herkesle içli dışlı olması, babacan davranışları ve ünlü ‘İçindeki babayı çıkar” deyimini kullanması ile tanınır.

Soyunun Hz. Ali’ye dayandırılması nedeniyle “Ocakzade” olması evinin ve mezarının ziyaret edilmesi gelenekselleşmiştir. Ziyarete gelenler, genellikle kurbanla gelirler ve niyaz ederler. Ziyarete gelen hastaların **** bulması, taliplerin kalbinden geçenleri bilmesi ile Arguvan, Hekimhan, Malatya ve Sivas çevresinde büyük bir üne kavuşur.
Adı İstanbul, İzmir ve Hatay’a kadar yayılır. Vayloğ Dede artık derman arayanlann dermangâhı olmuştur Evi ziyarete gelenlerle dolup, taşmaya başlamıştır. Dede köy çeşmesinin yanına yeni bina yaptırarak ziyarete gelenleri rahat ettirmeye, daha çok ziyaretçiyi kabul etmeye çalışıyordu. Yurdun dört bir yanından Alevisi, sünnisi, felçli, ağrı çeken hastalarını, çocuğu olmayan kadınların çocuk istemeleri ile gelen ziyaretçilerle dolup taşmaya başlamıştır. Çocuksuz kadınlar çocuk sahıbi olmuş, adlarını Vayloğ koymuşlardır. Bu çocuklar yaşamaktadır. Vayloğ Dede’nin yaptıklarını gören yüzlerce insan vardır. Hepsi canlı bir tanıktır.

Artık Vayloğ dede köy köy gezmez, taliplerin istediği ve gelip götürmeleri ile gider. Görüm işlerini yapar, tekrar evine bırakırlar. Dede kendini dine adamış özünü Allah’a bağışlamıştı. Halk dedelere dolu dolu gelmeye başlamış, Dede’nin duasını almak için ziyaretlere gelmeye başlamışlar.Ayrıca Yusuf oğlu Muzuk Abidin ve Divane adı ile anılan Divane Dede Çorum – Sivas – Tokat ve Amasya taraflarında dedelik yapardı. Kızkardeşi Satı, aynı köyden Süleyman’la evlenmişti. 1971 tarihinde Ballıkaya Köyü’nde 76 yaşında vefat eden Vayloğ Dede Orta mezarlığa defnedilir.

Daha sonra Dede’nin sevenleri bir Türbe yaptırarak Vayloğ ailesini türbe içine aldılar Halk artık Vayloğ Dede’nin türbesine ziyarete gelmeye başladılar. Aşırı ziyaretçi kalabalığı karşısında türbe yetersiz kaldı. Bu durumu gören talipleri yeni köyün batısına adına yakışır adak kesim yeri, lokma pişirme ve yeme yeri, türbesi ve hasta yatırma yeri, erkek ve kadın tuvaletleri ile modern bir türbe yaptırdılar. 1998 tarihinde Dede’nin naaşı nakledildi. Halk gruplar halinde adaklan ile gelen ziyaretçilerle dolup taşıyor.

28 Mart 2019 Perşembe

Kusem İbn Abbas türbesi. özbekistan semerkand


Kusem İbn Abbas türbesi.özbekistan semerkand









Özbekistan – Semerkand’da Büyük Şehir kabristanın içinde

‘ Şah-ı Zinda ”Özbekler Hz. Kusem İbn Abbas ‘ni Şah-ı Zinda (Yaşayan Sultan) olarak adlandırırlar . Bunun Sebebi ise ; Kusem hz.’i 7. yy da İslamı yaymak için geldiği Semerkand’da Çilehanesinde ibadet ederken Zerdüştler tarafından kafası kesilerek şehit edilmiştir. Çilehanesinde bulunan kuyuya düşen Kusem hz’i ; Özbeklere göre ölmemiş hep o kuyuda ibadet etmekte ve Özbekleri korumaktadır.
Hz. Peygamber (asv)’in amcası Hz. Abbas’ın oğludur. Annesi Ümmü’l-Fazl Lübâbe bint Haris el-Hilâliyye, Hz. Hatice (r.anha)’den sonra Müslüman olan ilk kadın olup Resûl-i Ekrem (asv)’in hanımlarından Meymûne (r.anha)’nin kız kardeşidir. Resûlullah (asv) kendisine benzetilen Kusem’i arkadaşlarıyla oynarken görmüş ve bineğinin arkasına bindirmişti.
Kusem, Hz. Peygamber (asv)’in cenazesi yıkanırken hazır bulunmuş, cesedi sağa sola çevirmiş, Resûlullah (asv)’ı kabrine yerleştirmiş ve kabirden en son o çıkmıştı. Bu sebeple Resûl-i Ekrem (asv)’e en son dokunan kişi olarak tanınır.
Kusem, Hz. Hüseyin (ra)’in süt kardeşiydi. Hz. Peygamber (asv)’den ve babasından, ayrıca kardeşi Fazl ve Talha b. Ubeydullah’tan hadis rivayet etmiş, kendisinden Hânî b. Hânî, Abdülmelik b. Muhammed b. Amr ve Ebû İshak es-Sebîî rivayette bulunmuştur.
Hz. Ali (ra)’in hilâfeti döneminde Mekke valiliğine tayin edilen Kusem, onun ölümüne kadar bu görevini sürdürdü. Kusem’in Medine valiliği yaptığı da söylenmiştir. Mekke’deki idarî görevleri yanında hac emirliği yaptı (38/658) ve fetvalar verdi.
Hz. Muâviye (ra)’in 39 (659) yılında Yezîd b. Şecre er-Ruhâvî’yi hac emîri olarak tayin etmesine karşı çıktı. Bunun üzerine Yezîd b. Muâviye kumandasında 3000 kişilik bir ordu Mekke’ye doğru hareket etti. Kusem, ordunun Mekke’ye girmesini engellemek için halka çağrıda bulunduysa da gerekli destek ve yardımı sağlayamadı. Yezîd herhangi bir mukavemetle karşılaşmadan Mekke’ye girdi. Kusem, hac emirliğine Yezîd b. Şecre er-Ruhâvî dışında birinin getirilmesi isteğini tekrarladı. Ebû Saîd el-Hudri’nin görüşü doğrultusunda hac idaresine Şeybe b. Osman getirildi.
Kusem, Muâviye döneminde Horasan Valisi Saîd b. Osman b. Affân’ın kumandasında Horasan civarındaki fetihlere katıldı. Savaşta gösterdiği kahramanlık karşılığında ganimetten bin hisse ayrılması teklif edildiyse de ganimetlerin beşe taksim edilip diğer kişilerin hakları verildikten sonra kendisine pay ayrılması gerektiğini belirtti. Fazilet ve takva sahibi olan Kusem, Saîd b. Osman’la birlikte Semerkant seferine katıldı (56/675) ve Semerkant’ta şehid oldu. Merv’de vefat ettiği de belirtilmiştir. Mezarı zamanla ziyaretgâh haline gelmiş, etrafına cami ve medrese yapılmıştır.
Semerkantlılar arasında “şâh-ı zend” (yaşayan sultan) olarak anılan Kusem’in mezarına Bâbür devrinde Mezarşah adı verilmiştir. (bk. TDV. İslam Ansiklopedisi, Kusem b. Abbas md.)

19 Mart 2019 Salı

HOCA İSHAK İSMAİL ATA TÜRBESİ..KAZAKİSTAN


HOCA İSHAK İSMAİL ATA TÜRBESİ


Kazakistan – Güney Kazakistan – Turbat kasabası

XIV. yüzyılda Taşkent ile Sayram arasındaki İspicab’da halkı irşad ile meşgul olmuştur. XIV. Yüzyılın ortalarında yazılmış olan “Hadikatu’l-Arifin”, hem genel anlamda tasavvuf, hem de ilk Yesevi şeyhlerinin düşüncelerini günümüze aktaran en eski eserlerden biridir. Kabri İspicab’ın (isficab) Hüziyan nahiyesinin Türbet diye anılan kasabasındadır. Bu kasaba bugün Kazakistan’ın güneyinde, Çimkent ile Taşkent arasındaki Kazıgurt ilçesinin doğusunda olup Turbat diye anılmaktadır. Emir Timur, mezarının üzerine bir imaret inşa ettirmiştir. Hadikatü’l-Arifî’ne göre silsile geriye doğru şöyle gider: İsmail Ata, İbrahîm Ata, Süksük Ata, Süfi Muhammed Danişmend, Hakim Ata, Ahmed Yesevî. Günümüzde mezarı. Güney Kazakistan Bölgesi’nde Lenin merkezinin Turbat köyünde yer almaktadır.

BABACI HATUN TÜRBESİ ...TARAZ KAZAKİSTAN

BABACI HATUN TÜRBESİ ...TARAZ ...KAZAKİSTAN





Türklerin Orta Asya’da İslamiyeti kabul etmeden önce mezar geleneği İslamın kabulünden sonra kısmen de olsa aynı geleneği devam etmiştir. Kabir üstüne anıt-mezar yapmak düşüncesi İslami inançlarla örtüşmemesine rağmen, 9. yüzyıldan itibaren mezar anıtları inşa edilmiştir. İslam dünyasında bilinen ilk türbe, Abbasiler döneminde (9. yüzyılın sonu) Halife Muntasır adına yaptırıldığı kabul edilen Kubbetü’s-Süleybiye’dir (Yetkin 1984: 71). Karahanlılar Devleti’nin kurucusu (960 – 1211) Satuk Buğra Han’ın ilk olarak İslamiyeti kabul ettiği bilinmektedir. Satuk Buğra Kağan’ın oğlu Harun Buğra Han 960 yılında İslam dinini devletin resmi dini olarak ilan etmiştir (Barthold 1963: 315-316-318). 10. yüzyıldan itibaren Müslümanlığın Türkler arasında yaygınlaşarak güçlenmesine rağmen mezar geleneği değişmekle birlikte ölen önemli kişilerin mezarlarını anıtlaştırma düşüncesi devam etmiştir. Bu anlayışla birlikte yeni inançlar ve âdetler bölge şartlarına göre farklı biçimde mezar türleri ortaya çıkmıştır. Basit tipteki mezarlarla birlikte ünlü kişilerin mezarlarını anıtsallaştırma yoluna gidilmiştir. Bu mezar geleneğinin Karahanlı, Gazneliler ve Büyük Selçuklularda da devam ettiği görülmektedir. Horasan ve Türkistan coğrafyasında, 10. yüzyıldan itibaren türbe veya mezar yapı örneklerine rastlanmaktadır. Türbe mimarisi esas olarak 11. ve 12. yüzyılda Gazneliler, Karahanlılar ve Büyük Selçuklular dönemlerinde günümüzdeki Azerbaycan, İran, Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan topraklarında yaygınlaşmıştır. Bu dönemlerde Buhara (Özbekistan) şehrinde Samanilere ait en erken tarihli kübik gövdesi kubbeyle örtülü, tuğla malzemeli İsmail Samani (907) türbesidir (Tuncer 1986: 13, Cezar 1977: 112-115).

16 Mart 2019 Cumartesi

Alihan Baba Türbesi.. İzmir – Tire

 Alihan Baba Türbesi.. İzmir – Tire









Alihan Baba Türbesi.. İzmir – Tire İlçesinde Yeni camiinin güneyinde Alihan sokak’da
Aydınoğulları ile Horasandan gelen Alihan Babaya aittir. Evliya Çelebiye göre Alihan Baba Tire ve çevresinde bazı yapılar ile vakıflar yapmıştır.
Alihan Zaviyesi, her ne kadar vakıf kayıtlarında ve sicillerde Beylik Döneminin erken isimlerinden olan Alihan Baba Sultan üzerine kayıtlı ise de büyük olasılıkla daha önceye uzanmaktadır. Zira, Alihan’ın babası Ahi Mehmet’in de bir zaviyesi vardır. Ve bu zaviye oğlu Alihan’a kalmıştır. Bu zaviye, Beylikler Devrinden günümüze ulaşmış en önemli ve en eski zaviyedir. İki katlı bir yapı olup Alihan Sokak’ta bulunan zaviyenin alt katı türbedir. Zaviye girişi güney cephedendir. Alt kat güney batı köşesine yerleştirilen beş basamaklı merdiven oldukça dardır. Merdivenden sonra ana mekan öncesi tonoz yapılı bir girişe ulaşılmaktadır. Girişin kuzey yönünde mihrabi görüntülü bir ocaklık vardır. Batı duvarında önceleri pencere olma olasılığı bulunan bir niş yer almaktadır. Giriş bölümünün doğusunda bir kemer vardır. Kemerin kuzey ve güney cephelerinde derinlikli, oldukça uzun ve dar birer ışıklık bulunmaktadır. Zaviye kare plana yakın bir şemaya sahiptir. Kuzey ve doğu cephesi evlerle çevrili olan zaviyenin batı ve güneyinden yol geçmektedir. Türbede Alihan’ın oğlu Hoca Hasan yatmakta, ancak halk bu türbeye Alihan Türbesi demektedir. Türbe kare planlı olmakla birlikte zaviyenin batıdan sokulmasıyla planı dikdörtgensel bir görüntüye dönüşmektedir. Türbe kapısı doğu yönündendir. Güney ve doğuda mazgal tipi birer pencere yer almaktadır. Bina, dış cepheden farkedilemeyen konut tipi bir görüntü içermektedir. Türbede 1330 yılında ölen Hoca Hasan’ın dışında kitabesiz bir mezar daha vardır ki, muhtemelen Hoca Hasan’ın eşine aittir. Alihan’ın Tire halkı içinde hala yaşayan inançlara kaynaklık ettiği söylenebilir. Mesela, eşyalarını kaybedenler,
Ali Dede, veli dede
Üç kulhüvallahi bir elham adağım olsun Kayıbımı buluver Alhan Dede
.”
diyerek, Alihan Dede’den yardım isterlerdi. Hatta, Tireliler, 1916 yangınının tüm Tire’yi yok etmesini onun önlediğine inanırlar.
Alihan’ın Tire’deki merkez zaviyesi dışında, Orta Medrese ile Kırtepe ve Yeğenli zaviyeleri de vardır. Şehri ikiye ayıran Tabakhane Deresinin önemli sayıdaki köprüleri Alihan adına 1334 tarihini taşımaktadır. Evliya Çelebiye göre Aydınoğulları ile Horasan’dan gelen Alihan Baba Sultan Tire ve Aydın’da birçok eser yaptırır. Aydın’daki külliye Alihan Camii, Alihan Medresesi ve oğlu İsmail için inşa ettirdiği türbeden oluşur. Aydın’da da Tire’de olduğu gibi Alihan Türbesi olarak bilinen yapıda diğer oğlu Şeyh İsmail yatmaktadır. 1391 tarihli kitabeye sahip olan bu türbe Alihan sokakta yer almaktadır.

9 Mart 2019 Cumartesi

Kırklar Makamı (İsmail Efendi)

Kırklar Makamı (İsmail Efendi)



Erzincan Merkeze bağlı Çağlayan Beldesi'nde Kırklar Makamı (İsmail Efendi) Hz. Türbesi, Girlevik Şelalesi’nin güneydoğusundadır. Munzur Dağı’nın eteklerindeki bu mekân, gözlerden uzaktır. Aşağıdan bakıldığında görülmesi oldukça güçtür ancak ziyaretgâh, hâkim bir noktadadır.

Hasan Emmi (baba) türbesi -Nevşehir

Hasan Emmi (baba) türbesi -Nevşehir



Yazları kış, kışları yaz meyvesi getirdiği rivayet edilir.
Hasan Emmi türbesi
Nevsehir - Göreme yolu üzerinde bir türbe vardi. Nevsehir Belediyesi, sehrin çikisindaki yolu genisletme gayesiyle, bazi tadilâtlar yapti. Bu arada yolun genisletilmesi ve gidis - gelisli bir yolun yapilmasina da karar verilmisti.
Yol yapimi türbenin bulundugu yeri de' içine aliyor ve türbenin yikilmasi icab ediyordu. Fakat bir gün Belediye Baskanina bir sikâyet geldi.
azi isçiler ellerinde kazma oldugu halde türbeyi yikmak istiyorlar, fakat yikamiyorlardi.
Bu hâdise üzerine halk ve belediye baskani türbenin bulundugu mevkie geldiler ve elleriyle türbeyi yikmak istediler.
Fakat Allah Teâlâ, onun yikilmasina müsaade etmedigi takdirde nasil yikacaklardi.
Türbeyi yikmak için kazmayi alip da elini kaldiran isçilerin elleri, halkin bakislari arasinda havadan inmiyor ve adam yikmaktan vazgeçip geri çekildigi zaman ise, hiçbir sey yokmus gibi eski haline avdet ediyordu.
Bu durum karsisinda, Belediye türbeyi yikmaktan vazgeçti ve gidis - gelisli yol türbenin sagindan ve solundan verilerek türbe iki yolun ortasinda kaldi.
Hasan Emmi türbesi olarak bilinen bu türbe yikilamayan türbelerin içinden sadece bir tanesidir. Bunun gibi birçok türbe yol yapimlarinda olsun, bazi tasfiye hareketlerinde olsun, oldugu yerleri muhafaza etmisler ve yikimlarina müsaade etmemislerdir. Bunlardan birisi de Balikesir'deki Hasan Baba türbesidir.
Hasan Baba Türbesi de, Hasan Baba Çarsisinin yapimi zamaninda, bir türlü yikilamamis ve oldugu yerde çarsinin ortasinda kalmistir.