KARIŞIK

20 Eylül 2017 Çarşamba



SİNÂN-I ÜMMÎ türbesi ..antalya elmalı





SİNÂN-I ÜMMÎ (Ö.1067/1657)
    Tam adı Yûsuf Sinân-ı Ümmî olup, daha çok “Ümmi Sinan” veya “Sinân-ı Ümmî” olarak tanınmıştır. Hüseyin Ayvansarayî (ö.1201/1787) Muhammed Nûru’ l –Arabî (ö.1305/1887) ve Bursalı Mehmed Tâhir’ in (ö.1924) onun adını Muhammed şeklinde yanlış vermelerinden dolayı bu hata bazı eserlerde günümüze kadar süregelmiştir. Elmalı’ da doğan Sinân-ı Ümmî’ nin doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, bazı verilerden hareketle, 1563-1567 yılları civarında doğduğu tahmin edilmektedir.
Kendi ismini de verdiği bir şiirinde doğup büyüdüğü Elmalı’ dan dan şöyle söz eder:
"İsm-i a’zam bî-nişân ü lâ-mekân şehrindedir.
Şehr-i Elmalı Ümmî Sinân okurlar adıma
Yine bir muhammesinin son bendinde de şöyle der:
Gerçi adımdır Sinân-ı Ümmî aceb dîvâneyim
Girmişem meydan-ı aşka baş açık merdâneyim
Aşk elinden câm-ı nûş ettim bugün mestaneyim
Hayr u şerden geçtiğimden sâkin-i meyhâneyim
Geçmezdim dildârın aşkından câna olsun vedâ"
Tahsil hayâtı ve âilesi hakkında pek bir bilgi sâhibi olamadığımız Yûsuf Sinân’ ın Şeyh Süleyman (Hakîrî) (ö.1128/1716) ve Selâmi Halil adında iki oğlunun bulunduğu ve her ikisinin de babasından hilâfet alarak tekke şeyhi oldukları bilinmektedir. Döneminde tarîkati ve tekkesiyle bir yandan halka belli seviyede dini bilgileri öğretmesinin yanında, tâlipleri tasavvuf yolunda irşâd etmiştir. Bir taraftan halka vaaz ve nasihatlerde bulunurken, diğer yandan tekkesinde müridleri Hakk’ a vuslata hazırlayan ahlâkî ve mânevi bir eğitim vemiştir. 25 Cemâziye’ l Âhir 1067 Salı gecesi / 9-10 Nisan 1657 târihinde Elmalı’ da vefât eden Sinân-ı Ümmî’ nin kabri, kendi adıyla anılan câmiin kıble tarafına bitişik konumdaki türbededir. 1926’ da yıktırılan eski türbenin yerine 1959 yılında yenisi yapılmış olup, günümüzde bir ziyâret yeri işlevini sürdürmektedir. Halvetiyye’ nin Ahmediyye kolu silsilesi, Yiğitbaşı Velî, Vâhib-i Ümmî ve şeyhi Eroğlu Nûri’ den sonra Sinân-ı Ümmî’ ye geçer. Her ne kadar bir kaynak, müridi Niyazî-i Mısrî’ nin tarikat silsilesini verirken, onun üstadını Emirzâde eş Şeyh Ahmed Efendi olarak veriyorsa da başka hiçbir eser bu bilgiyi doğrulamaktadır. Esâsen bizzat kendisi, manzum olarak yazdığı silsilenamesinde şeyhini Eroğlu Nûri olarak vermektedir.
Ol dahi fehm eyle Şemsüddin’ e telkin eyledi
Anın içün bu taikat ehlinin merdânıdır
Ol dahi Vehhâb-ı Elmalu’ ya telkin eyledi
Anın içün ol Muhammed nûrunun mihmânıdır
Ol dahi bil anı Eroğlu’ na telkin eyledi
Anın içün zatı Hak’ da erdiği rahmandır
Ol dahi bil kim Sinân Ümmî’ ye telkîn eyledi
Anın içün kurulan sâdıkların meydânıdır..

     Aynı silsileyi daha sonra mensûr olarak tekrar yazan müridi Niyazi-i Mısrî, Uşak’ ta ilk karşılaşmasında söylediği beyitlerde Sinân-ı Ümmî’ den şöyle söz eder:
“Aşkın meyine ben kana geldim
 Şevkin nârına hoş yana geldim
 Şem-i tevhidi gördüm yakmışlar
 Gitti karârım pervane geldim
 …
Ümmi  Sinân’ ın hâk-i pâyine
Sürmeğe yüzüm sultâna geldim
Yaramı bildim yârimden imiş
Bunda Niyâzî Lokman’ a geldim”
Bir başka şiirinde de şunları söyler:
“…Mâyenin zevkin alamaz şol kim
Şeyhi hak bilmez, yok riâyâtı
Şehr-i Elmalı, cânda bulmalı
Ümmi Sinan’ dır şöhret-i zatı
Hubbu cânımda, sırrı zatımda
Savar üstümden her beliyyatı
Şeyhini hak bil ey Niyazi kim
Pîr yüzündedir Hak hidâyâtı” Sinân-ı Ümmî’ nin Eroğlu Nûri’ ye intisâbı kesin olmamakla birlikte, Niyazi’ nin İrfan Sofraları adlı eserini istinsah eden halifesi Kârî-i Mısrî Mustafa Efendi’ nin kaydettiği bir nota göre, Halvetîlikte usûl sayılan yedi esmâyı Vahib-i Ümmî’ nin halifesi Mazhar Sultan’ dan ikmal eylemiştir. Sinân-ı Ümmî ile Niyazî-i Mısrî arasında geçen bazı menkıbevi hallerin yanı sıra, Elmalı’ da Sinân-ı Ümmî’ ye izafe edilen çeşitli menkıbeler de bulunmaktadır. Yıl 1655. Yani bundan 350 küsur yıl kadar önce… Günlerden Ramazan’ a bir gün kala… Yer Elmalı… Mehmed Mısri 39 yaşındadır. 9 yıl kadar şeyhi Sinân-ı Ümmî’ den irşad ve terbiye alan Mısri’ nin yine mürşidinin izniyle kısa bir süreliğine ayrıldığı Elmalı’ ya ikinci dönüşüdür. “-İyi ki döndün, evladım!” der, Ümmi Sinan Hz. : ”Ben de Ramazan’ ın ilk günü öğle namazı için câmiye gelen cemaate, orucun fazîletlerini lâyıkıyla anlatacak birini arıyordum. Artık sen vaaz edersin…” Ertesi gün, şeyhinin emrini yerine getirmek üzere, Elmalı’ nın Ulu Camii hükmündeki Ömer Paşa Camii’ ne doğru Sinân-ı Ümmî dergâhı’ ndan yola koyulmadan önce Mısri, mürşidinden destûr almak üzere huzuruna vardığında, dört can yoldaşını da (Kütahyalı Gülâboğlu Muhammed Askerî, Uşaklı Muslihuddin Mustafa, Ahmed Derviş ve Kütahyalı Çavdaroğlu Müfti Derviş) onun yanında bulur: “-Dört arkadaşın da seninle beraber gidip vaazını dinleyecek… Ha, aklımdayken (yanında duran somunu Mısri’ ye uzatarak) vaazdan sonra, camî avlusunda ki çeşme başında oturup, bu somunu suya katık eder, afiyetle yersin…” der, Ümmi Sinan. Her ne kadar bu emirden derin bir hayrete düşmüşse de Mısrî, bu yaşına gelinceye kadar, mürşid-i kâmilin emir ve tavsiyelerine hiç tereddütsüz, harfiyen ve derhal uyması gerektiğini; bu işin sonunda kendisinin hikmetini bilemeyeceği manevi bir fütuhatın gerçekleşebileceğini az buçuk öğrenmişti. Evet, bir Ramazan günü, hem de orucun faziletleri hakkında vaaz ettikten sonra, çıkıp cami avlusundaki çeşme başında ekmek yiyip içmek, olacak iş değildi. Mutlaka bir hikmeti olmalıydı; ama neydi? Demek ki, imtihanı gerçekten büyük olacaktı! Neden sonra zihnindeki tereddütleri atıp: “-Emredersiniz, Sultanım!” diyebildi. Oruçla ilgili, gönüllere nüfuz eden, dokunaklı ve etkileyici vaazı cemaat tarafından büyük bir dikkat, beğeni ve hayranlıkla dinlenen Mısri, camiden çıktıktan sonra, oruçlu olmasına rağmen mürşidinin emrini tereddütsüz yerine getirmeye koyulur: Şadırvana varır, tasını suyla doldurur ve yere bağdaş kurup oturur. Şeyhinin verdiği ekmeği yemeye başlar. Durumu görenler, onun zındıklığına hükmedip üzerine yürürler; türlü hakaretler ve tükürükler yağdırırlar. İş, onu tartaklamaya, sille tokat dayağa kadar varınca; olup biteni onun hemen yanı başında izlemekte olan dört can yoldaşı imdadına yetişir. Mehmed Mısri ortalarında olduğu halde beş can yoldaşı, Ümmi Sinan Dergâhı’ na uzanan yokuşu soluk soluğa tırmanırken, arkalarından da gazaba gelmiş kalabalık onları kovalamaktadır. Nihayet, ona en iyi cezayı şeyhinin vereceğini düşünerek dergâhın kapısına dayanan kalabalık, Sinân-ı Ümmî’ Hz.‘nin gür sesiyle irkilir:“-Demek Ramazan günü güpegündüz oruç bozmak, yiyip içmek ha! Bilerek oruç yemenin cezası nedir? İki ay oruç tutmak… Atın bunu hücresine! İki ay boyunca oruç tutacak!” Derviş Mehmed, sınavının ne denli çetin olduğunu işte o zaman anlamıştır. İki ay boyunca yemeden, içmeden çektiği tasavvufi riyazet ve mücâhede ile nefsinin son arzu, hevâ ve heves kırıntılarını da kazıyıp atmayı başarabilecek midir acaba? ! İki ayın sonunda Ümmi Sinan Hz. dört gözde müridini ve diğer dervişleri de yanına alarak Mısri’ nin hücresine gelir:
“-Mehmed Mısrî, nasılsın?” hitabına:
“-Sağlığınıza duacıyım şeyhim!” cevabını alan Ümmi Sinan Hz.:“-Bakıyorum da daha ölmemişsin (nefsin ölmemiş)! Sana kırk gün daha halvet, Mehmed Mısrî" buyurur. İmtihanın çetinliği bir kat daha artmıştır. Aynı minvâl üzere geçecek bir kırk günlük riyazete daha can mı dayanır? Dört can yoldaşının bundan hiçbir şüpheleri yoktu. Mısrî, bu çetin sınavı da başaracak ve nefsiyle giriştiği 100 günlük savaştan sapasağlam, belki de daha diri çıkacaktı. Buna yürekten inanıyorlardı. Eskiden beri o, kırkı günlük çile ve halvetin azlığından yakınmaz mıydı hep? ! Nihayet 100 günde doldu. Yüzüncü günün akşamı, namazdan sonra Sinân-ı Ümmî Hz. , doğruca Mısri’ nin hücresine yürüdü. Arkasında oğlu Süleyman, dört can yoldaşı, bütün dervişler ve en geride de durumu merak eden Elmalılar… Hücrede ses soluk yoktu, adeta. Ümmi Sinan Hz. , kapıyı hafifçe aralayıp içeri seslendi:“-Mehmed Mısrî, nasılsın? !” Üç kez aynı sesleniş… Ancak üçüncüsünden sonra, içeriden cılız bir inleme sesi duyulabildi: “-Hû!” herkes derin bir nefes almıştı. Sinân-ı Ümmî Hz. , kapıyı iyice açtı, yürüdü; arkasından da oğlu ve dört er onu takip etti. Mısri, kıbleye dönük, yüzükoyun yatıyordu. Başta şeyh hazretleri ve oğlu olmak üzere dört can yoldaşı atıldılar; onu tutup yerden kaldırdılar. Çok bitkin olan Derviş Mehmed’ in gözleri kapalıydı ve yürüyemiyordu. Şeyhi, o bilinen gür sesiyle: “-Yürü evladım Mehmed Mısri!” dedi. “-Ölmeden önce öldün, şükür! Yürü!” İlk gün sadece su içebildi Mısri, ertesi gün yoğurtlu çorba ve üçüncü gün bunun içine katılmış biraz ekmek içi… Üçüncü günden sonra gözleri açılmış, tam kendine gelebilmişti. Mısri halvete girdikten sonra şeyhi Sinân-ı Ümmî, kırk koyun aldırarak onları besiye çektirmişti. Dördüncü günden itibaren kırk gün boyunca birer birer kesilerek Niyazi’ ye, dervişlere ve hatta bütün Elmalı halkına kebap oldu, ziyafet oldu, bayram oldu… Niyazî-i Mısri, tıpkı Elmalı’ ya gelmeden önceki hayatında olduğu gibi, şeyhinin “-Yürü!” emrini verdiği o günden sonra da arayışına devam edecek, hep yürüyecekti. O cezbeli, coşkun, kabına sığmayan can için Anadolu toprakları bile dar gelecek ve nihayet ömrünü ege adalarından biri olan Limni’ de noktalayacaktı. Evet, Niyazî-i Mısrî bu çetin imtihandan alnının akıyla çıkmıştı. Elmalı’ da Ümmi Sinan Dergâh’ ında aldığı 9 yıllık manevi terbiyeyi, 100 günlük bu çetin, ama bir o kadarda faydalı ve erdirici oruç sınavını, halvet ve riyazet mücadelesini başararak taçlanmış; mürşidine kayıtsız şartsız teslimiyetin meyvelerini mânen devşirmiş ve icazetini şeyhinin elinden alıp Elmalı’ dan ayrılmıştı. O, alnının akıyla imtihanı başarmıştı; ama herkes, bu süreçte onun kadar başarılı mıydı acaba? ! Yolda dökülenler, tökezleyenler, yanlışa düşenler ve kaybedenler yok muydu? Tâ başa dönecek olursak: Ramazan günü ortalık yerde yiyip içen biri, işin iç yüzü araştırılmadan, sebebi sorulmadan, mutlaka azarlanmalı, yüzüne tükürülmeli, hakarete maruz bırakılmalı, tartaklanmalı, mıdır? Böyle yapmak, Müslümanlığın bir gereği midir? Ya da böyle yapmazsak Müslümanlıktan mı çıkarız? Nitekim, en çok sevdiği, en gözde müridini bu tür bir cilveyle ödüllendiren Sinan-ı Ümmi Hz.,görünürde onun cezasını, İslam’ ın kurallarına uygun bir şekilde “iki ay oruç tutmak” olarak ilan etmiş bunu vurgulamıştır. Ama işin iç yüzü göründüğü gibi değildir. Şeyh Hz. , takip eden kırk günde Mısrî’ nin tam kemale, manevi olgunluğa ermesi için, tasavvufi eğitim yöntemlerinden biri olan kırk günlük halveti uygulamıştır. Aslında bu, tatlı bir cilveleşmenin âdetâ ibretlik bir oyun halinde sergilenmesinden ibarettir.

19 Eylül 2017 Salı

Hz. Ebu Mucin (Hançer-i Güzel)türbesi ..diyarbakır





İyaz Bin Ganem (r.a.) komutasındaki İslam ordusuyla Diyarbakır’ı fethe gelen sahabelerden olduğu rivayet edilir. Hakkında kaynaklarda çok fazla bilgi bulunmamaktadır. Halk arasındaki inanışa göre ; Hançer lakabı daha Müslüman olmadan önce kılıcının güzelliği ve bunu iyi kullanmasından, gayrimüslimken Hz.Ali ile kılıçla dövüşmede beraber kalması, güreşte Hz.Ali’ye yenilmesi ve bunun üzerine Müslüman olması ile ilgili kıssaya dayanmaktadır.
1316/1898 tarihli Salnâme-i Diyarbekir’de, Diyarbakır’da kabri bulunan peygamber, sahâbe ve evliyâya ait türbelerin anlatıldığı kısımda Hançer Güzel (r.a.)’ın sahâbe değil, “eizze-i kirâmdan” yani evliyadan olduğu belirtilmiştir.

19 Ağustos 2017 Cumartesi

Yedi Kardeşler Türbesi -II / ADANA 

-Karataş -Küçükkarataş Köyü


İki adet Yedi Kardeşler Ziyareti vardır. Bahsi geçen ziyaret Adana ili Karataş ilçesi Küçükkarataş Köyündedir. 
Yedi Kardeşler Kimdir:  Yöre halkının çok tanrılı bir dine inandığı bir dönemde al­tı kardeş, halkı tek tanrılı bir dine davet etmişler. Bu kardeşlere sadece bir çoban inanmış. Yöre halkı, altı kardeş ile onlara inanan çobanı öldürüp, palamut ormanlarının içine altısını da gömmüşler. Sonra halk Allah'ın bir olduğuna inanınca, bu yedi kişinin kıymetini bilmiş ve şimdiki türbelerini yaptırmışlar. Bundan dolayı buraya Yedi Kardeş Ziyareti deniliyor.
Türbeye gelenler çocuk sahibi olmak için ve çeşitli hastalıklardan şifa bulmak için ve çeşitli sıkıntılarından kurtulmak için ziyaret ederler. Ziyarete gelenler mum adağında bulunurlar ve günlük yakarlar.

Menkıbeler: 1-) Yedi Kardeşler Türbesinde ise yedi ermiş kardeşin bir gün uyurken üzerlerine nur iner. Kısa bir süre sonra aynı yerde aynı anda ölen kardeşlerin bulunduğu yere türbe yapılmıştır.

2-) Yedi Kardeşler Ziyareti ile ilgili olarak anlatılan yaygın bir efsaneye göre de Kıbrıs Barış Harekâtı'nın başladığı gece, yedi tane olan mezarlardan yeşil sarıklı yedi kişinin Kıbrıs yönüne uçtuğu görülmüştür. Savaşın devam ettiği günlerde de yedi yeşil sarıklı kişinin, çarpışmaların en ateşli yerlerinde savaştığı görülmüştür.

Kaynakça: Yrd. Doç. Dr. Nilgün Çıblak – Çukurova’da Halk Hekimliği ve İlgili Uygulamalarda Eski Türk İnançlarının Etkileri / Yard. Doç. Dr.  Refiye Şenesen – Adana’da Ölüme ve Mezara Bağlı Efsaneler / Prof.Dr Erman Artun – Adana Halk Hekimliğinde Atalar Kültü / Yrd.Doç.Dr. Zekiye Çağımlar - Adana ve Çevresinde İnsana Bağlanan Umudun Yatırlar ve Ziyaretler Boyutu /www.turkmedya.com 

Baba Erenler Türbesi / ANKARA 

ALTINDAĞ – Karapürçek Mahallesi


Baba Erenler TürbesiBaba Erenler Türbesi, Ankara İli, Altındağ İlçesi, Karapürçek (Köyü) Mahallesinde, Karapürçek Eski Caminin yanındadır.
Horasan Ereni olarak kabul edilen velimizdir. Kim olduğu konusunda herhangi bir bilgi yoktur.

Türbe altıgen planlı yığma ve kesme taştan inşa edilmiştir. yuvarlak kubbesi kurşun kaplıdır. Günümüzde restore edilmiş bir türbedir.
   
Kaynakça: www.ankarasevdam.net  

Mahmut Seydi Türbesi / ANTALYA 

ALANYA – Mahmutseydi Mahallesi


Mahmut Seydi Türbesi
Mahmut Seydi Türbesi
Mahmut Seydi TürbesiMahmut Seydi Türbesi, Antalya İli, Alanya İlçesi, Mahmutseydi (Köyü) Mahallesi yakınındadır.
Mahmut Seydi’nin Horasan’dan bölgeye gelen yedi evliyadan biri olduğu söylenmektedir. Mahmut Seydi bölgeye gelerek eski adı Onas olan köye yerleşmiş ve zaviyesini kurmuş burada İslam’ı yaymıştır. Seyyid Harun Veli’nin öğrencisi ve ahfadından olduğu söylenmektedir. Yaşadığı dönem ve ölüm tarihi bilinmemesine rağmen 1461 yılındaMahmut Şeydi adına düzenlenmiş vakfiyesi kayıtlarda görülmektedir. Köylüler soylarının Mahmut Seydi’den geldiğini söylemektedirler. Mahmut Seydi Konya Hadim İlçesi Dedemli Kasabasında medfun olan Seyyid Bayram’ın kızı ile evlenmiştir.   
Deretürbelinas Köyünde medfun olan Mahmut Yusuf Narabi Mahmut Seydi’nin kardeşidir.
Türbe üç bölümden oluşan, dikdörtgen planlı, yığma moloz taştan inşa, çatısı kiremit örtülü bir türbedir. Türbe mutfak, ibadet odası (eskiden zaviye yeri olarak kullanılmış) ve sandukanın bulunduğu üç bölümden oluşmaktadır. Mahmut Seydi’nin asası sandukaya dayalı olarak durmaktadır. Türbeyi Hamdullah Emin Paşa yaptırmıştır.

Özellikle çocuğu olmayan kadınlar ve çeşitli hastalıkları ve dilekleri olanlar tarafından ziyaret edilen bir türbedir. Kurban adağı türbe yanında gerçekleştirilip, etler fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılmaktadır.

Menkıbeler: 1-) Türbeyi yaptıran Hamdullah Emin Paşa Mısır’da görevde iken, onu tanıyan zengin bir Mısır’lının rüyasında bir evliya görünür. Zengin Mısırlı Mahmut Seydi sandukasının üstüne örtülmek üzere işlemeli güzel bir halı hediye eder. Türbeyi yenileyen Emin Paşa sandukanın üzerine bu hediyeyi koyar. Dönemin Alanya Kaymakamı 1932 yılında iki ilkokul çocuğuna bu halıyı çaldırır. Halı kayıplara karışır, fakat halıyı çalan çocuklar yıllardır belirsiz bir hastalıktan muzdariptir.
2-) Türbe ağaçlık bir alandadır. Fakat türbe etrafındaki ağaçlar kutsal kabul edilip kesilmezler. Kesenin rüyasına giren evliya odunları geri istemektedir.   

Kaynak: Metin Türktaş –Alanya ve Köylerindeki Türbe Yatır ve Adak Yerleri -1997 / Ahmet Çaycı –Alanya Mahmud Seydi Külliyesi / www.facebook.com

Kınalı Türbesi / ANTALYA 

ELMALI – Eskihisar Mahallesi



Kınalı TürbesiKınalı Türbesi, Antalya İli, Elmalı İlçesi, Eskihisar (Köyü) Mahallesi Kınalı Mevkiinde yer almaktadır.
Eskihisar Köyü gelenek ve görenekleri bakımından Oğuz/Türkmen boylarından biri tarafından kurulmuş olmalıdır. Köy yakınındaki Kınalı Türbesi 6 Mayıs tarihinde Hıdrellez Törenleri kapsamında köylüler ve çevreden gelenler tarafından topluca ziyaret edilmektedir. Hakkında başka herhangi bir bilgi yoktur. 

Türbe betonarmeden kare plana yakın inşa edilmiştir. Çatısı kiremit kaplıdır.

Kaynak: www.nedir.antoloji.com / www.panoramio.com (Resim için Sayın Ahmet Duran Dora Beye teşekkür ederim.)

Ehli Hatun Türbesi / AMASYA

Merkez – Kurşunlu Mahallesi


Ehli Hatun Türbesi
Ehli Hatun türbesi, Amasya İli merkezi Kurşunlu Mahallesi, Yuvam Sokaktadır.
Ehli Hatun Kimdir: Dilek Hatun veya Kuyulu Evliya olarak da anılan Ehli Hatun Amasya Emiri Şadgeldi Paşazade Divitdar Ahmet Paşa’nın kızıdır. Türbe 1467 yılında tamamlanmıştır.

Türbe bir evin içindedir. Bahçe kapısından girilince bir avluda mermer sandukalar bulunmaktadır. Ehli hatun türbesi bir oda içindedir, yanında ziyaretçilerin namaz kılması için de bir oda bulunmaktadır. Bahçede “Dilek Kuyusu” adı verilen bir kuyu vardır. Ehli Hatun Türbesi Hazire olarak 1991 yılında Vakıflar tarafından tescil edilmiştir.   

Hayır duası için, değişik dilekler için ziyaret edilmektedir. Türbe özellikle kadınlar tarafından, haftanın her günü ama yoğun olarak Cuma günleri ziyaret edilir. Türbe ayrıca evlenmemiş kızların kısmeti açılsın diye, çocuk isteği için ziyaret edilir.
Ziyaretçiler namaz yerinde iki rekat namaz kıldıktan sonra, dua edilir ve adak adanır. Sonra yine dualar okunduktan sonra, ziyaretçi başını kuyuya sokar. Kuyuda bir ışık görürse dileğinin olacağına inanılmakta, eğer bir şey görmezse olamayacağına delalettir. Sadece çocuk isteyenler kurban adağında bulunurlar, diğer istekler için dini adaklar gerçekleştirilir.

Menkıbeler: 1-) Ehli Hatun sandukası yanında yatmak isteyenleri uyutmazmış.
2-) Sağlığında kedileri çok seven Ehli Hatun türbedarını kedilere kötü davranması üzerine yedi gece rüyasına girerek görevliyi türbeden uzaklaştırmış.

Kaynakça: www.kurumsal.kulturturizm.gov.tr / www.aksiyon.com.tr / Abdülhalim Durma –Evliyalar Şehri Amasya -2003 / Rahime Özdoğan –Amasya’da Adak Yerleri İle İlgili Halk Anlatıları -2006
Ali ve Hasan Baba Türbeleri (Safranbolu) 




Karabük Safranbolu ilçesi Çavuş Mahallesi’nde, Kemer Ağzı Sokağı’nda bulunan bu türbenin yapım tarihini belirten bir kitabesi bulunmamaktadır. Ancak türbenin batısında 1871-1872 tarihli bir kitabe vardır. Bu kitabedeki tarih türbenin yapılışını açıkça belirtmemekle beraber, yine de türbenin XIX.yüzyılda yapıldığına işaret etmektedir. 

Türbe dikdörtgen planlı olup, üzeri ayna tonozla örtülmüştür. Kesme taştan yapılan türbenin dış köşeleri pahlanmış, içeride ise bunların yerine nişler konulmuştur. Türbe içerisinde Hasan Baba, şeyh Ali Baba ve Hasan baba’nın oğlu gömülüdür.

4 Ağustos 2017 Cuma

Seyit Battal Gazi Torunları Türbesi - (Bornova)






İzmir Bornova ilçesinde Büyük Caminin kuzeybatısında bulunan bu türbenin yapım yılını ve kime ait olduğunu belirten bir kitabe bulunmamaktadır. Yapı üslubundan Aydınoğulları döneminden, XIV. yüzyıldan kaldığı sanılmaktadır. Değişik zamanlarda yapılan onarımlarla özelliğinden kısmen de olsa uzaklaşmıştır.

Türbe kesme taş ve tuğlanın almaşık biçimde sıralanmasından meydana gelmiş olup, sekizgen bir plan düzeni göstermektedir. Üzeri kasnaklı ve kiremitli bir kubbe ile örtülmüştür. Türbenin batı cephesindeki giriş kapısı ana yapıdan bir metre öne doğru taşırılmış, sivri tuğla kemerli dikdörtgen bir bütün halindedir. Girişin iki yanına birer mukarnaslı mihrapçık yerleştirilmiştir. Buradan basık kemerli bir kapı ile girilen türbede üç taş sanduka bulunmaktadır. Burada gömülü olan kişilerin kim oldukları da bilinmemekle beraber SEYİT BATTAL GAZİ nin torunları olan ALİŞİR - BEŞİR - ve NEZİR HAZRETLERİ nin olduğu söylenmektedir. Türbenin içerisi birer duvar atlayarak üç pencere ile aydınlatılmıştır.
Erenler Ninesi Pir Sultan Mezarı
 Peşrefli köyü – ( Tire )






PEŞREFLİ köyü İzmir ilinin Tire ilçesine bağlı Tire,nin doğusunda Tire ile Gökçen beldesi arasındadır.
Erenler Ninesi Mezarı Peşrefli köyü isminin verildiği Erenler tepesindedir. Pir Sultan ninesi Peşrefli köyü Piri Veli Beşe ve Ödemiş Birgi’de yatan kardeşlerin anneleri olduğu söylenmektedir. Pir Veli gibi senenin belli günleri mezar yerinin biraz altında yapılmış hayır yerinde kurbanlar kesilir, hayır yemekleri yapılır, dilekler dilenir.
Pir Veli Beşe Türbesi – Peşrefli köyü – ( Tire )







PEŞREFLİ köyü İzmir ilinin Tire ilçesine bağlı Tire,nin doğusunda Tire ile Gökçen beldesi arasındadır. 
Pir Veli Ünlü İslam fıkıhçısı ve devrimcisi Şeyh Bedreddin’in yeğenidir. Bedreddin’in ağabeyi İsmail’in oğludur.
Türbe Köyün bir buluşma yerini tarif eden ve buluşma yeri anlamına gelen Tokat semtinde yatan Ata mezarı ve başındaki kara selvi, bize orada yatan kişinin en az 600 yıllık olduğunu göstermektedir. Kara Selvinin altında yatan atanın adı yörede Beşe Veli (Pir Veli) olarak bilinmektedir. Beşe öz Türkçe bir kelime olup Atmaca anlamına gelmektedir. Peşrefli, belki de yüzyıllar ötesinden bize ulaşan Beşe Veli'den de türemiş olabilir.
Pir Veli, yüzyıllardır Peşrefli'nin dini sosyal hayatı içinde insanları etkilemiş, bu yönüyle de köydeki hayatla birlikte bu güne dek manevi varlığını koruyabilmiş önemli bir kişiliktir. Bugün mezarının bulunduğu Tokat mevkiinde, yüzyıllardır yağmur duaları ve şükür yemekleri düzenlenmektedir. Ayrıca ölü doğmuş ya da doğumdan kısa sonra ölmüş bebeklerin Pir Veli'nin kabri çevresine gömüldüğü de bir gerçektir. Pir Veli ismi; köydeki ataların anlatımlarına sinecek kadar kabul görmüş bir temizlik simgesi olarak bilinir. Peşrefli Köyünde Pir Veli adına bir de mescid olduğu belirtilmektedir. Mescid daha sonraları temelden yıkılarak yeniden yapılmıştır.

Pir Mansur Türbesi ..süleymaniye


Pir Mansur Türbesi Güney Kürdistan’ın Süleymaniye şehrinde yer alır. Türbe her yıl 100 binlerce ziyaretçinin gelip dileklerde bulundukları bir yerdir.


Pir Mansur’un geçmişi hakkında pek bilgi olmazken Kak Ahmedi Süleymani’nin soyundan olduğu rivayet edilir..



Türbeyi marjinal kılan bir özelliği duvarlarının tümünün yeşile boyanması ve gelen ziyaretçi kadınların ellerine kına sürüp dua etmeleridir.

Pir Mansur Türbesi hakkında pek bilgi bulunmadığı gibi Süleymaniye ve çevre illerinden olan kadınların sık sık gelip ziyaret ettikleri bir mekan haline gelmiştir.

Pir Mansur Türbesine gelen kadınlar dilek tutma esnasında ellerini kına ile boyayıp duvara sürmeleri ziyaretgah’a farklı bir anlam kazandırmıştır. Kadınların neden bu şekil davrandıkları bilinmediği gibi bir gelenek olarak nesilden nesile aktarılmıştır.



Pir Gaib Baba Türbesi..adilcevaz





Çayır Mahallesi’nde, Paşa Cami yanındadır. İnsanlar, uzun ve sağlıklı bir ömür için, yeni gelinlerin ayaklarını açmak ve kayıp eşyalarını bulmak için buraya gelirler. Türbeye para, yüzük gibi cisimler bırakılır. (Para bırakılarak zenginlik, yüzük bırakılarak iyi bir kısmet dilenir.)

Bu zat’a Pir Gaib isminin verilmesiyle ilgili olarak şöyle bir kıssa anlatılır: Bir savaş sırasında Müslüman askerler kafir askerler tarafından kuşatılır. Bunun üzerine gölden yeşil sarıklı zatlar çıkar ve kafir ordusunu püskürttükten sonra tekrar göle dönerler. Fakat içlerinden biri burada kalıp göle geri dönmemiş. Bu kişide gaip’ten gelen Pir Gaib Baba imiş.

Bu mezarın üzerinde halkın “Kara Ağaç” dediği ağacın, Pir Gaib’in asası olduğu ve bu ağacın tek bir dalının bile koparıldığında, koparan kişinin başına birçok musibet geleceğine inanılır.

Pir Gaib Babanın türbesinin hemen yanındaki, 500 yıllık, 5-6 metre genişliğindeki ağacın yıkılması üzerine derme çatma türbenin yıkıldığını gören Hacı İlyas Köstekçi Urfa’dan getirttiği taşlarla türbeyi yeniden inşa ettirip bu kahraman zata bu dünyada hak ettiği değerin verilmesine öncülük ederek huzur içinde yatmasını sağlamıştır.

Kaynak: Pir Gaib Baba Türbesi

http://www.adilcevaz13.com/pir-gaib-baba-turbesi-771h.htm  alıntıdır..

Ferhad Baba Türbesi..eyüp .istanbul






Ferhad Baba Türbesi

Bıçakçı Baba Türbesi
Açık türbe olup, Bıçakçı Eyüp Sokağı üzerinde ve Düğmeciler Mektebi Sokağı'nın karşısındaki 39 kapı Nolu evin bahçesindedir. Set üzerindeki bahçenin gerisinde olup etrafı, bir duvarla çevrilmiştir. İçinde üçü servi olmak üzere beş ağaç vardır.
Bıçakçı Baba'nın şahideleri dört köşe köfeke taştır. Yanında aynı biçim bir kabir daha bulunmaktadır. Üzerlerinde yazı ve tarih yoktur.
Bıçakçı Baba'nın Fatih'in bıçakcıbaşısı olduğu ve İstanbul'un fethinde bulunduğu söylenmektedir. Adı Ferhad imiş. Fetih sırasında şehid olup buraya gömülmüş ve BıçakçıBaba adına burada bir de mescit yaptırılmış, fakat 186O'lıtarihlerde yıkılmış. Fatih ve Eyüp vakfiyelerinde adı yoktur.
Fakat 12-Ca. 1242 (12-12-1826) tarihli bir ilanla Bıçakçı Ferhad Mescidi vakfına mütevveli tayin edildiği görülmektedir.
Kaynak (Gezi notu) (Koçu, İst. Ans. 5/2744) (Osm. Arş Muallim Cevdet Tas. Evkaf Def. No. 17034)

Ahmet Pir Edirnevi Türbesi

istanbul..eyüp




Ahmet Pir Edirnevi Türbesi
Feshane Caddesi üzerinde olup her iki tarafı mezarlıktır. Bunların yanında ve sağ tarafında Mehmed Vusuli Efendi ve Hubbi Hatun Türbeleri, sol tarafta Zal Mahmud Paşa Medresesi ve camii bulunmaktadır.
Arka tarafındaki bostanın sonunda ise, Nakkaş Hasan Paşa'nın eşsiz türbesi bulunmaktadır. Türbe, kara planlı olup üç sıra tuğla ve bir sıra kesme taştan, pek muntazam bir şekilde yapılmıştır. 1957'de restore edildi. Alt üst pencereli olup çatısı ahşaptır. Mermer söveli kemerli kapısı üzerinde bir ayet-i kerime bulunmaktadır. Cadde tarafında klasik demirli bir hacet penceresi vardır. İçinde bir tek kabir mevcuttur. Sonradan konulmuş kitabesinde şunlar yazılıdır:
Tecvid müellifi karabaş Ahmed
Efendi Hazretleri'nin kabridir.
Hadika Yazarı şu bilgiyi veriyor.
"Anayola bakan Debbağhâne tarafında özel türbede medfun olan Pir Ahmed Edirnevi, Bayramiye tarikinden Ömer Sikkini hülefâsından olduğu La'li-Zâde Abdülbaki Efendi Sergüzeşt adlı kitabında ayrıntılı olarak anlatmaktadır. Lakin araştırmama göre Pir Ahmed Pir Ali Aksariyî Hz. nin halifelerindendir. Ahmed Efendinin vefatı 1001 (1592) tarihindedir.
Pir Ahmed Efendi Melâmiye-i Bayramiye'den olup silsilesi Ömer Sikkini'ye varır.
Pir Ali Aksariyi, Oğlan fieyhi namıyla maruf İsmail Maşukf'nin babası ve şeyhi olup, Ayaş'ta medfun Bünyâmin Ayaşî'nin halifesidir. Ayaşî, 926(1520) tarihinde vefat etmiştir.
Ve Ömer Sikkini (ölm. 880 (M. 1475) nin halifesidir."
Pir Ali Aksarayi'nin vefatı 935 (1528) tarihinde olup kabri Aksaray'daki türbesindedir. Oğlu, İsmail Maşuki'yi halifesi fieyh Ahmed Edirnevi ile İstanbul'a göndermiştir. Fakat bir müddet sonra bazı sözlerinden dolayı, 935 (1528) tarihinde, Atmeydanı'nda, Çınarlı Mescid önündeki Çukur Çeşme (Üçler Çeşmesi) yanında, şeyhülislamdan fetva alınmak suretiyle, 19 yaşında olduğu halde şehid edilmiştir. Kabri, Rumelihisarı'nda Kayalar Mescidi haziresindedir.
Edirneli Pir Ahmed Efendinin bir ilahisi vardır. Tamam olmayan bu eser, tekkeler kapanıncaya kadar, bütün tekkelerde özel bestesiyle söylenirdi, ki şudur:
Hakka giden yol bu yoldur
Cümlenin maksudu oldur
Tevhid eden gör ne kuldur
Böyle bir Allahımız var
Bilir cümlenin halini
Aşıklar verir cemâlini
Zeval ermez kemâlime
Böyle bir Allahımız var
Bir aşık ile dols olalım
Gitdi aklım ben mest olalım
Bu yolda gayet pest oldum
Böyle bir Allahımız var.
Ahmed Üryan gir Meydâne
Afveder bakmaz iyyâne
Terket canı yana, yane
Böyle bir Allahımız var.
Türbenin kapısı üzerindeki ayet, Hâmid'indir.
Türbenin sağ tarafındaki hazirede şu zevatın şahideleri vardır.
985 (1577). Cafer Efendi fieyhülislam Ebû's-su'ud Efendinin amcası Abdünnebi Efendinin oğlu ve Anadolu kadıaskeri, hac dönüşü Üsküdar'daki bahçesinde otururken vefat etti. lim bir zat idi. Taşı dört köşe köfekedir. (Si. Osm. 2/70)
1151 (1738). Zal Paşa İmamı Ahmed Efendi
1182 (1768). Debbag Mehmed Ağa. Tabbakhane bu hazirenin karşısında idi.
1217 M. 17 (Mayıs-1802). Devletlu ismetlu Esma Sultan başaağası Bilal Ağa. Esma Sultan Sarayı Defterdar İskelesi civarında idi.
1219 B 27 (Emik-1804). Sadrı esbak Muhsin-Zâde telhizcisi ser müteferrikan-i dergâh-ı li İbrahim Bey.
1221 (1806). Debbağ Süleyman Ağa
Türbe solundaki hazirede ve büyük hacet penceresi arkasında:
1257 B 13 (Eylül-1841). Şeyhülvüzerâ Hüsrev Paşa kethüdası Yahya Bey.
1264 (1848). Yahya Bey'in eşi Şerife Ayşe Hanım.
1308(1890). Raif Bey.
Yahya Bey Yalısı bahsine bakınız.
Kaynak: (Hadika 1/253) (A. Gölpınarlı, Melamilik S: 46)

İmam Bakır  Türbesi..urfa


Harran'ın 3 km. kuzeydoğusunda İmam Bakır Köyü'nde 12 İmamdan beşincisi olan Ebu Ca'fer İmam Muhammet Bakır'a atfedilen bir türbe ve bitişiğinde onun adını taşıyan bir cami yer alır. Halife Hz.Ömer zamanında (miladi 639'da) Urfa ve Harran'ın fethi savaşına katılan Ebu Ca'fer İmam Muhammet'in kopan bir parmağının buraya gömülerek üzerine türbenin yapıldığı ve köye "İmam Bakır" adı verildiği rivayet edilir