KARIŞIK

21 Haziran 2016 Salı

Kureyş Baba Türbesi (Boyalı Köyü – Sincanlı – Afyon)

Kureyş Baba Türbesi 

(Boyalı Köyü – Sincanlı – Afyon)




Kureyş Baba Türbesi, Afyon'dan İzmir'e giden karayolunun takriben 15. kilometresinde sola saparak ayrılan yol üzerindeki, Sincan'lıya bağlı Boyalı Köyü'ndedir. Kureyş Baba Türbesi, hemen yakınındaki Hanikâh ve Eyvan Türbe ile birlikte üçlü bir yapı grubu teşkil etmektedir.

Plan Ve Kesit:
Kureyş Baba Türbesi, kübik bir kâide üzerinde yükselen taştan sekizgen bir gövdenin tuğladan ehrâmi bir külâhla örtülmesinden mürekkeb iki katlı bir yapıdır. Eserin üst kat girişi güney kenarında açılmış olup, buraya, tamamen yenilenmiş, iki yönlü sekiz basamaklı bir merdivenle çıkılır. Taşkın sivri kemerli giriş açıklığı duvar sathından 0.22 m. Dışa çıkıntı yapan dikdörtgen bir çerçeve içine alınmıştır. Çerçevenin yüzü, benzerlerini, Tercan Mama Hatun Türbesinde, Divriği Sitte Melik Türbesinde, Alay Handa ve Kayseri Darüşşifasında bulduğumuz, kesişen sekizgenlerin vücuda getirdiği bir örnekle süslenmiştir. Kapı kemerinin üstünde 0.38 m. x 0.50 m. ölçülerinde dikine konulmuş, 0.18 m. Derinlikli ve dikdörtgen şekilli bir niş vardır ki, etrafı dar mâil bir silmeyle kuşatılmış bu nişin bir kitâbe yuvası olması büyük bir ihtimâl ise de kitâbeye ait hiçbir iz mevcut değildir. 1.48 m. x 0.71 m. ebadındaki kapıdan geçilince, sekiz kenarlı üst kat salonuna girilir. Duvarları çok muntazam kesme taşlarla kaplı iç mekân yarım küre bir kubbe ile örtülmüştür. Tuğla örgülü kubbe yuvarlağına, köşelere oyulmuş mukarnas yuvası şeklinde zarif küçük trompcuklarla sekizgen gövde onaltıgene çevrilmek üstteki daha basit yuvalarla da yirmidört kenarlı bir poligon elde edilmek suretiyle intikal sağlanmıştır. İç mekân doğu ve batı kenarlarında açılmış iki mazgal penceresi ile aydınlanmakta olup, kareye yakın dikdörtgen şekilli bu pencereler dışa doğru daralıp küçülürler. Üst kat zemini, yüzleri değişik desenlerle süslü tuğlalarla döşelidir. Kırılan kısımlar, tuğla tarzında çimento ile kaplanmıştır. Bu kat, tahrib olmuş ve sonradan çimento ile kaplanmış, bir sanduka ihtiva eder. Sandukanın güney kenarı, tuğla ile şekillendirilmiş baklavalarla süslenmiştir. Yine bu kenarda, firûze renkli çini parçaları, çimento içine gömülmüştür. Orijinal şekliyle çinili olduğu söylenen sanduka ne yazık ki, buna delâlet edecek izlerden dahi mahrûm bulunmaktadır. Eserin alt katına, üst kata çıkışı sağlayan merdiven sahanlığı altında açılmış düz atkılı, 1.20 m. x 0.77 m. ölçülerinde dikdörtgen şekilli bir kapıdan geçilerek girilir. Cenazelik dört kollu haçvari bir plâna sahiptir. Her kenarı 2.90 m. olan merkezi kare çapraz tonozla, kollar sivri beşik tonozla örtülmüştür. Kare mekânın örtüsü, kolların örtüsüne ve duvarların örgüsüne nisbetle daha temiz bir işçilik gösterir. Girişin bulunduğu güney kolu hariç diğer üç kolun dip duvarları ortasında, 0.25 m. x 1 m. ölçülerinde, dışa doğru daralıp küçülen üç mazgal penceresi vardır. Döşemesi taş olan cenazelikte sanduka yoktur. Ancak, Aksaray Selime köyündeki Selime Sultan Türbesinde olduğu gibi, yıkanmış on bir adet kafatası bulunmaktadır. Kureyş Baba Türbesi, dışta, profilli bir silmenin sınırladığı kübik bir kâide üzerinde yükselir. Kâidenin köşelerindeki üçgen şekilli çıkıntılar çok basık üçgen prizmaları halinde yükselirler. Tamamen kesme taşla kaplı sekizgen gövdenin, giriş açıklığının bulunduğu, güney kenarı dışındaki, cepheleri, 2.27 m. x 2.07 m. ölçülerinde, sathî dikdörtgen şekilli nişlerle hareketlendirilmiştir. Duvar satıhları gibi nişlerin içleri de muntazam kesme taşlarla kaplıdır. Kornişin altında takriben 0.40 m. genişlikte, gövdeyi çepeçevre dolaşan bordür, giriş açıklığının çerçevesini süsleyen sekizgenlerin kesişmesinden doğan dörtlü düğüm motiflerinin tekrarı ile doldurulmuştur. Bir oyuk ve bir kaval silmenin vücut verdiği korniş üzerinde tamamen tuğla örgülü ehrâmi külâh yükselir. Hem üst kata hem de alt kata ait mazgal pencereleri, dışarıya küçük ve basit birer dikdörtgen göz şeklinde açılırlar. İki renkli taş kaplaması, tuğladan külâhı ile Kureyş Baba Türbesi, Konya ve havalisinde örneklerine sıkça rastlayacağımız bir tip olarak karşımıza çıkar.

Ölçüler Ve Nisbetler:
Üst Kat İç Kenar Uzunluğu: 1.96 m. – 2.05 m.
Üst Kat Dış Kenar Uzunluğu: 2.84 m. – 2.87 m.
Üst Kat Dahili Alanı: 19.44 m2.
Üst Kat Harici Alanı: 39.44 m2.
Üst Kat Harici Alanın Dahili Alanı Oranı: 1 : 2
Alt Kat İç Kenar Uzunluğu: 2.90 m. – 1.00 m.
Alt Kat Dış Kenar Uzunluğu: 7.45 m. – 7.44 m.
Alt Kat Dahili Alanı: 20.01 m2.
Alt Kat Harici Alanı: 55.42 m2.
Alt Kat Harici Alanın Dahili Alana Oranı: 1 : 2.7
Alt Kat Harici Alanın Üst Harici Alanına Oranı: 1 : 1.4

İnşa Tekniği:
Kureyş Baba Türbesinde taş ve tuğla ortaklaşa kullanılmıştır. Tuğla sadece üst katın hem iç hem de dış örtüsünde kullanılmış olup, yapının diğer bölümlerinde muntazam taş kaplamalar dikkati çeker. Kubbe yuvarlağına intikal küçük tromcuklarla sağlanmıştır. Alt katta tatbik edilen haçvari plan muhtelif devirlerde ve değişik bölgelerde tatbik edilmiş bir plân şeklidir. Konya'da yan yana birkaç türbede birden bu plânın tercih edildiğini müşahede ediyoruz.

Tezyinat:
Türbede süs kapı çerçevesi ile korniş altındaki bordürde toplanmıştır. Her ikisinde de, birbirini kesen sekizgenlerin meydana getirdiği dört düğümlü motif tekrarlanmıştır. Ayrıca, çoğunlukla kemerli olarak gördüğümüz duvar satıhlarını karakterlendiren nişler, burada kareye yakın dikdörtgen şekillidirler. Eserin üst katında bulunan sandukanın çinili olduğu rivâyet edilmektedir. Şayet bu doğru ise Kureyş Baba Türbesinde çini tezyinatın da bulunduğunu kabul etmek icab edecektir.
Yapının Bugünkü Durumu:
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce 1970 yılında gerçekleştirilen restorasyon sırasında kâidenin taş kaplamasının büyük bir kısmı yenilenmiş eksik silmeler tamamlanmış, yıkık tuğla külâh tuğla tarzında yenilenmiştir. Türbe bugün oldukça iyi bir durumdadır.

Eserin Kitâbeleri:
Güney kenardaki giriş açıklığının üzerinde bulunan kitâbe yuvası, bugün boştur. Burada bulunması gereken kitâbeden rivâyet şeklinde dahi günümüze ulaşmış bir haber yoktur. Çinili sandukanın "Hacı Mehmed bin İlyas bin Oğuz" şeklinde bir ibareyi ihtivâ ettiği şeklinde bazı söylentilerin olduğunu bilmemize rağmen bunu tevsika yarayacak delillerden mahrum bulunmaktayız.

Bânî:
Türbenin Kureyş bin İlyas bin Oğuz isminde, biri tarafından inşa ettirildiği rivâyet edilmekte ve eser de ismini bundan almaktadır.

Eserin Tarihlendirilmesi:

Türbenin bânîsi olma ihtimalini kabul ettiğimiz Kureyş bin İlyas bin Oğuz Karacivan köyündeki tekkeyi (ribat) 607/1210 – 1211 yılında yaptırmış, kardeşi de Afyon'daki Altıgöz köprüsünü 606/1209 – 1210 yılında tamir ettirmiştir ki, türbenin de bu yıllarda yaptırdığını kabul ediyoruz. Esasen kapı çerçevesini ve korniş altı bordürünü süsleyen motifler, erken devir karakterli olup, benzer tezyinatı Divriği'deki Sitte Melik Türbesinde (590/1193 – 1194), Kayseri Darüşşifasında (602/1205 – 1206) ve Konya'daki Taş Mescitte (612/1215 – 1216) bulmaktayız. Bu husus, Kureyş Baba Türbesinin 13. asrın başlarında yapıldığını teyid eder mâhiyettedir.

Sultan Baba..sinop

Sultan Baba..sinop


    

     Örcün Köyü tarihinin en önemli isimlerinden bir tanesi Sultan Baba’dır.Zat’ın ismi İbrahim Ethem olup lakabı Sultan Baba’dır.Fatih Sultan Han zamanında Sinop’tan gelerek şuanki türbenin bulunduğu yere yerleşmiş ve ormanlık olan bu alanları açarak bir zaviye evler hamam, hamamcık yaptırmış ve bağlar yetiştirmiştir. 
 
     Sultan Baba Türbesi’nin teşekkülünde bir “harç” vazifesi gören kerâmetler, “Sultan Baba” adının verilişine de vesile olur. Padişah’ın kızı çaresiz bir hastalığa yakalanır. Rüyasında Derviş Baba’yı görür. Bir başka rivayete göre kerâmetleriyle tanınan Derviş Baba’ya gitmesi salık verilir. Derviş Baba, rüyasında gördüğü yollardan geçerek Örcün’e gelen Sultan’ı sağlığına kavuşturur. Bunun üzerine Padişahın kızı, Derviş Baba’ya, “Siz, benim Baba Sultanımsınız” der ve “Baba Sultanım” diye hitap eder. O günden sonra Derviş Baba, “Baba Sultan” adıyla anılır.
 
     Padişah, kızının iyileşmesine çok sevinir. Derviş Baba’ya kızıyla gelerek, kendinden bir istekte bulunmasını söyler. Derviş Baba, bir zaviye, bir küçük ev ve bir hamam istediğini belirterek; bunların yerini işaret eder. Bu işaret öylesine etkilidir ki, eliyle işaret ettiği yerlerin ağaçları birden bire sapsarı olur. Bir rivayete göre de sapsarı ağaçlar yemyeşil olur.
 
     Sultan Baba’nın hastalıkları iyileştirmek, vücut arızalarını gidermek gibi biyolojik mahiyetteki kerâmet motiflerinin yanında; bereket, az yiyecekle çok kişiyi doyurma keramet motifi de velî hüviyetine dahil edilebilir. Sultan Baba, bir gün, zaviyesine uğrayanların, yoldan gelip geçenlerin ve köy halkının yemesi için küçük bir kazan pilav pişirtir. Gelenler arasında dişi ağrıdığı için pilavı yiyemeyen bir adam vardır. Sultan Baba, parmağını adamın ağrıyan dişinin üzerine koyar ve ağrı hemen kesilir. Pilav, onca insan tarafından yenmesine ve birçok kişiye de dağıtılmasına rağmen hiç bitmez.
 
     17 Ağustos 1999 Marmara depreminin merkez üssü olan Gölcük’te, çok büyük kayıplar verilirken; Gölcük’ün köyü Örcün’de hiç bir kaybın olmamasını halk, Sultan Baba’ya ve onun, “felaketlere mâruz kalanlara çok uzaklardan müdahale ile kurtarma” kerâmetine bağlamaktadır.
 
     Rivayete göre, Sultan Baba, depremde türbesinden çıkarak denizden gelen dev dalgaları eliyle durdurmuş ve denizin Gölcük’ü tümden yutmasını engellemiştir. Deprem gecesi Sultan Baba ve Türbenin mezarlığındaki bütün evliyalar ayağa kalkarak dua etmiş, topluca namaz kılmışlardır.
 
     Sultan Baba Türbesi’nin yedi yıl türbedârlığını yapan ki, eşi de kendinden önceki türbedârdır, Fatma Günel’e, . Cihan Harbi’nin biteceğini, kocasının da ihtiyat askerliğinden döneceğinin müjdesini rüyada Sultan Baba vermiştir.
 
     Sultan Baba Türbesi’nin şimdiki türbedârı Ahmet Özyar, kendisi için imkân dahilinde olmayan Hacc’a gideceğini Sultan Baba’dan öğrenmiş ve gitmiştir.
 
     Köye on beş yıl önce yerleşen Hazal Kına’nın yedi kızı vardır. Eşinin ısrarla erkek çocuk istemesine rağmen,olmayacağı düşüncesiyle kendisi istemez. Rüyasında kendini Sultan Baba’nın elindeki taslardan su içerken görür.Buna bir anlam veremez, çok geçmeden hamile kalır ve bir erkek çocuk dünyaya getirir.


Sultan Baba Türbesi’ne ziyaretçilerin gidiş nedenleri şöyledir:

*Çocuk sahibi olmak,
*İstediği cinsiyette çocuğa kavuşmak. 
*Çocuğa ad vermek, kırklı çocuğun kırkını uçurmak.
*Sünnet olacak çocuğun sünnetinin rahat geçmesini sağlamak.
*Lise ve üniversiteye giriş sınavlarında başarılı olmak.
*Askere sağ salim gitmek ve dönmek,
*Evlenmek, evlenememişlerin kısmetini açmak,
*İyi bir nişanlılık ve iyi bir evlilik geçirmek (evlenecekleri gün gelin ve damat türbeye gelirler)


Kaynaklar

BAHÂEDDİN-İ VELÎ Hz. TÜRBESİ

BAHÂEDDİN-İ VELÎ Hz. TÜRBESİ






Günümüzde birilerini ya da bir yerleri görmeye gitmek, asıl anlamıyla da Arapça olan ziyaret kelimesi, ziyaret eden ve ziyaret etmek ile aynı anlamı taşımaktadır, bu manada ziyaret kelimesi, çok kullanılan oldukça da yaygın olan adak kelimesi ile yan yana kullanılmaktadır, farklı isteklerin, arzuların, dileklerin gerçekleşmesi için gidilen, halkın kutsal saydığı mekanlarda adak yerleridir, bu kutsal mekanlar yatır mezarları, türbeler şeklinde olduğu gibi, değişik farklı inançlara bağlı kutsal alanlarda olabilmektedir, bunlar su gözeleri, dağlar, ağaçlar, kayalar, çalı topluluğu ve taş yığınları olabilmektedir.
İslam coğrafyasında özellikle Anadolu topraklarında, hemen hemen her ilde, her ilçede, her kasabada, her köyde, türbe ve yatır ziyaretleri  kültürü, çok güçlü bir şekilde varlığını sürdürmektedir, İslamla ilgisi olmayan ama, eski Türk şaman inançlarından yada diğer batıl  inançlardan kaynaklanan, bazı gelenekler yada hurafeler olabilmektedir, çaput bağlamak, mum yakmak vs.
 Bu anlamda Konya’nın Bozkır ilçesine bağlı, yeni adıyla Ferhatlar, eski adıyla Bahatlar olan mahallede, halkın kutsal saydığı yerler vardır, bunların başında da üç yüz yıl önce bu köyde yaşayan, halen maneviyatı ile dertlerine çare arayanların akın akın geldiği, Bahâeddin-i Velî Hazretlerinin Türbesi bulunmaktadır.
Bahâeddin-i Velî Türbesinin tarihi hakkında, resmi hiçbir resmi bilgi ve belge bulunmamaktadır. Bahâeddin-i Velî hazretlerinin köyün ilk yerleşimcilerinden olduğu ve onun alim bir zat olduğunu bilenler, çeşitli sebeplerle bu köye yerleşmişlerdir ve köye onun adına izafen Bahatlar denmiştir. Bahâeddin-i Velî kelime olarak dinin güzelliğine eren, o dinin güzelliğine sahip olan, İslam dininin bütün güzelliğine ermiş kişi demektir. 
Hazretin türbesinin bulunduğu yer, diğer mahallelerde olduğunun aksine, ne cami haziresinde ne de mahallenin güney batısında bulunan mahalle mezarlığında değil, köyün tam kuzeyinde farklı bir yerde  mahallenin harman yeri denen mevkiinin hemen altında sade bir  türbede ailesiyle birlikte meftundur.  Kalp gözü açık olan Allahın veli kulları vardır. Bu zatlar kabirdeki insanların hallerini görüp onlarla konuşabildikleri gibi, hayattaki insanların manevi hallerini de görebilirler. böyle kalp gözü açık Allah dostunun Bahatlar Camiinde inzivaya çekildiğinde kızıl sakallı bir veliyle görüştüğünü söylemiştir, köyümüzün kurucusunun da bu veli olduğu ve şemali hakkında bu şekilde bilgimiz olmuştur. Türbenin dört bir tarafı, mahallelinin tahıl ekip kaldırdığı tarlalar tarafından  adeta kuşatılmıştır, bundan yaklaşık 150 yıl önce Mustafa & Fatma adlı ailenin olan bu tarla, ailenin tek çocuğu olan Ayşe adlı kızına kalmış, bu yurt kızı da evlenince türbenin bulunduğu tarla yavalar sülalesine geçmiştir,  daha önceleri de ziyaret edilen türbe, bundan sonra tarla sahipleri tarafından gezdirilmeye başlanmıştır, Ocak Evi önceleri 1 iken, sonraları 2 ye çıkmış, Ocak Evi daha sonları 10 un üzerine çıkmıştır, son zamanlarda dışarıya göç ve dış evlilikler sonrası bu sayı 4 e düşmüştür, ama gene de dışarıya gidenlerin ve göçenlerin hakları, birincil yakınları tarafından kullanılmaktadır.
Yakın zamanlara kadar türbede çeşitli kerametler görüldüğü birinci şahıslar tarafından anlatılmaktadır, türbeden çalı ve ağaç kesenlerin çeşitli hastalıklara yakalandığı, etrafında çevrili taşları yerinden çekenlerin geceleri uyutulmadıkları, önemli gün ve gecelerde Türbede Kandil Işığının sabahlara kadar yandığı, yaşayanların anlattıkları kerametlerdir, günümüzde nesilden nesile anlatılan fazla bir menkibeleri bilinmemektedir, ama şunu da unutmamak gerekir, tarihimiz hayal ürünü değil bilakis gerçeklerin bir tezahürüdür.
Günümüzde yaşayan Alimlerinde, Bahâeddin-i Velî hazretlerinin büyük bir zat olduğunu teyit etmişlerdir, bu sebepledir ki 2000 yılında tarlaların içinde olan bu türbe, Şevikler ailesi tarafından dört tarafıda betonarme duvarla koruma altına alınmıştır,
Türbenin dış duvarı 11*13 mt uzunluğundadır, Türbenin iç kısmında taşla çevrili alanı ise  4,5*6,5 mt dir, türbenin içinde erik, yabani armut, aşılı armut, ardıç ağaçları ile, köylünün karamlık ve böğürtlen diye adlandırdığı çalı bitkileri vardır. Bahâeddin-i Velî Türbesine yıln 12 ayı, özellikle de yaz aylarında çevre mahalleler, ilçeler  ve Konya merkez olmak üzere, yurdun çeşitli illerinden ve de, Avrupa da yaşayan gurbetçilerden, yüzlerce aile gelip burayı ziyaret etmekteler.
Konyanın 120 km güneyinde kalan, araçla 1.30 saat mesafesi olan Bozkır ilçesinin, kuzey batısında kalan, Bozkır İlçesi - Seydişehir İlçesi Yolunun 8. km sinde, sağ tarafta bulunan mahallenin, içinden geçilerek harman denen mevki ye kadar araçla gidilen, sadece 100 mt lik bir mesafeden yürüyerek ulaşılan bu türbeye, çocuğu olmayan aileler, çocuğu olup da düşen aileler, çocuğu olup fakat fazla yaşamayan aileler, daha sıklıkla ziyaret etmektelerdir, ziyarete gelen ailelerle birlikte, Ocak Evi yetkilileri nezaretinde, türbeye hazırlıklı bir şekilde gidilir, Hazret ve aile efradı ziyaret edilir, dualar okunur, Türbenin etrafı en az 3 kere dolanılır, Türbede yatan zatın hürmetine dilek ve arzular  Allahu Teala dan istenir, köşedeki namazgahta 2 rekat namaz kılınır, Türbeden biraz toprak alınır, toprak hem yenir hem de suyla karıştırılarak içilir, Ocak Evinden de biraz lavaş türü ekmek alınır, Ocak Evinden alınan diğer eşya olan mıh, demircide dövdürülerek kolye yaptırılır, boyna yada bileğe takılır, çocuğu düşen aileler ve çocuğu olup ta fazla yaşamayan aileler ise, bunlardan başka her gün küçük parçalar halinde çiğ et yutarlar, biiznillah eğer istekleri, arzuları, dilekleri yerine gelmişse ve de, adak adamış iseler  türbeyi tekrar ziyaret ederler ve adaklarını yerine getirirler, daha önceleri ziyarete gelen aileye, koşu gemi takılması, nal verilmesi gibi eski batıl inançlar unutulsa da, ağaçların ve çalı bitkilerin dallarına çaput bağlamak, mıh vermek ve çiğ et yutmak gibi inançlar, halen devam etmektedir.
Evliya kültürüne bağlı olarak türbeleri ve yatırları ziyaret etmek, onlara dua etmek, mezarlarının çevresini temiz tutmak ve güzelleştirmek, geçmişimizi unutmamak, geleceğimize ışık tutmak, maneviyatımızı daha güçlü kılmak, onlara olan saygımızı ve sevgimizi belirtmek, kendimize, köyümüze, kültürümüze ve coğrafyamıza sahip çıkmaktır, bizi biz kılan en büyük değerdir.
Tarihi eserler ve mezarlıklar toplumların tapusudur, Bahâeddin-i Velî  ve Hu Dede hazretlerinin türbelerini ihya etmek bulunduğumuz coğrafyamızı sahiplenmektir. Derneklerimizin amacı; Bahatlar'ın evlatlarının ve Bahatlar’a gönül verenlerin birlik, beraberlik, dayanışma ve yardımlaşmalarını sağlamak; Bahatlar’la ilgili bilgi ve
belgelerin araştırılıp açığa çıkarılmasını; türbe, yatır,tarihi eser ve kutsal sayılan yerlerin bakım ve onarımlarını yapmak; oraların öğretilerini günümüz koşullarına uygun bir şekilde yaşatarak yeni kuşaklara aktarıp yarınlara taşımak en büyük arzumuzdur,  Bahâeddin-i Velî  ve Hu Dede hazretlerinintürbelerinin de onlara olan saygının ifadesi olarak uygun şekilde restore edilerek, bulundukları makamlarının çevresi, insanların yaya veya araçlarıyla rahatça dolaşabilecekleri yol haline getirilmesi, yanlarına çeşmelerin yapılması, 1er adet bayan ve erkek tuvaleti yapılması, kurban kesme yerinin yapılması, çevrelerinin ağaçlandırılması Bahatlar’a gönül vermiş insanların geçmişimize borcudur, asırlardır türbelerin etrafına her hangi bir hizmetin yapılmadığı aşikardır, Bahatlar’ın o yüce maneviyatını yaşatmak için Bahâeddin-i Velî  ve Hu Dede hz.Vakfını kurup daha kurumsal ve güzel işler yapmaktır

20 Haziran 2016 Pazartesi

Cimcime Sultan Türbesi ANKARA / HAYMANA / Merkez

Cimcime Sultan Türbesi

ANKARA / HAYMANA / Merkez


Cimcime Sultan Türbesi
Cimcime Sultan TürbesiCimcime Sultan Türbesi, Ankara İli Haymana İlçesi merkezindedir.
 Cimcime “Çimmek, Yunmak”tan yıkanmak anlamındadır. Sevimli küçük kızlara da Cimcime denilmektedir.

Evlatları olmayan bir aile tarafından saraydan alınarak büyütülen bir kız çocuğudur. Ailenin daha sonra bir kız çocuğu daha olur. Cimcime Sultan’ı kıskanan öz çocuk annesiyle birlik olup Cimcime Sultan’ı evden uzaklaştırır. Muhtemelen bu duruma sıkılan Cimcime Sultan’ın vücudunda yaralar, siğiller çıkmaya başlar. Haymana Kaplıcalarının olduğu yere gelip sıcak sularda hızla iyileşen Cimcime Sultan artık burada yaşamaya karar vermiştir. Etrafına da bu kaplıcaların faydalarını anlatmış ve burayı tanıtmış. Ölünce de buraya yakın gömülmek istemiştir.     

 Türbe ilçe merkezinde üstü açık sanduka biçiminde bir mezardır. Türbe restore edilip üzeri bir çatıyla örtülmüştür.

Türbe özellikle hayır duası için ve değişik rahatsızlıklarına şifa bulmak isteyenler tarafından ziyaret edilmektedir. Dilek adayanlar dileğinin olması için türbe üstüne mendillerini bırakır, mendil sabah kadar düşmezse dileklerinin olacağına inanılır.

Kaynakça: www.haymana.bel.tr / Halil İbrahim Bıçak –Tarih İçinde Haymana -1986

Alışoğlu Türbesi ANKARA / KALECİK / Merkez

Alışoğlu Türbesi

ANKARA / KALECİK / Merkez


Alışoğlu Türbesi
Alışoğlu Sandukası
Şifa Arayanların Geceleri Uyuduğu Yer 
 Alışoğlu Türbesi, Ankara İli Kalecik İlçesi merkezinde Kale Mahallesindedir.

 Alıçoğlu, Alişoğlu, Alışoğlu Horasan’dan bölgeye gelen Nakşibendi Şeyhidir. Alişoğlu Ali Efendi olarak da anılmaktadır. Horasan’da eğitimini tamamlamış ve askeri hakim olmuştur. Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin akrabasıdır. Kayseri’de hakimlik yaparken, Hacı Bayram tarafından Kalecik’de hakimlikle görevlendirilmiştir.

Alışoğlu Türbesi dikdörtgen planlı, kerpiçten yapılmış, iki odalı basit bir türbedir. Türbede üç sanduka bulunmaktadır. Sandukalar Alişoğlu, eşi ve kızına aittir. Türbe Alişoğlu tarafından 1231 yılında yaptırılmıştır.
Türbe Koruma Kurulu kararıyla 1.Derece Anıt Eser olarak 1981 yılında Alıçoğlu Türbesi olarak tescillenmiştir 
Halkın ulu bir kişi olarak nitelendirdiği Alışoğlu hayır duası için ziyaret edilmektedir. Türbe özellikle bel, yel ve romatizma ağrıları için ziyaret edilmektedir. Türbede gece yatılarak şifa aranmaktadır.
       
Kaynakça: www.kalecik.com.tr / Dr. Yaşar Kalafat –Diyanet İşleri Başkanlığı Arşivine Göre Horasan Eri Olarak Bilinen Anadolu Yatırları-I ( www.dergiler.ankara.edu.tr ) /www.envanter.gov.tr

Kazancı Baba Türbesi ANKARA / KALECİK / Merkez

Kazancı Baba Türbesi

ANKARA / KALECİK / Merkez


Kazancı Baba Türbesi
Kazancı Baba Türbesi
Kazancı Baba TürbesiKazancı Baba Türbesi, Ankara İli Kalecik İlçesi merkezinde Ahi Kemal Mahallesi Karkıncıbaba Sokaktadır.
Kazancı Baba Rufai Şeyhi olup, Fatih Sultan Mehmet’in Tüfekçibaşı’dır. Karkıncı Baba olarak da anılan şeyh hakkında detaylı bir bilgi yoktur.

 Kazancı Baba Türbesi kare planlı, taş ve tuğla malzemeyle inşa edilmiş, 15 yüzyıl yapısıdır. Türbe 1969 yılında restore edilmiş ve bu kümbeti andıran türbe önüne bir giriş odası ilave edilmiştir.
Türbe Koruma Kurulu kararıyla 1981 yılında 1.Derece Anıt Eser olarak tescillenmiştir.
       

Yediler Tekkesi..Kıbrıs

Yediler Tekkesi..kıbrıs
























Lefkoşa sokaklarında dolaştığım bir vakit ara sokaklarda kaybolduğumu düşünürken gözüme Yediler Tekkesi levhası ilişmişti. Tekke yazısını görür görmez yaklaştım ama içeri giremedim, çünkü kapalı idi. Sadece pencereden gördüm. Bulunduğu sokağa da adını veren Yediler Tekkesi maalesef dikkat edilmezse görülmeyecek bir şekilde öylece duruyor.Önceleri böyle değilmiş, oldukça geniş sayılabilecek bir arazinin ortasında bir tekke imiş burası. Şimdi geriye kala kala küçük bir ön avlu ve yedi mezarın bulunduğu küçük bir hücre kalmış. Kuzey kapısındaki avlu girişine sıra sıra dükkan yapılıp kiralandığı için tekkenin bütünlüğü iyice bozulmuş, tekkeye benzer bir şey kalmamış ortada. Ancak yakınına gelince fark edilen içinde yedi sandukanın bulunduğu tek odalı bir hücre var. Buna da şükür. 1571’de, Lefkoşa’nın fethi sırasında sokak aralarında yapılan savaşlarda şehit olan yedi Türk askerinin, bir rivayete göre yedi kardeşin mezarı imiş burası. Buraya kadar normal. Asıl ilginç olan bu yedi şehit askerin geceleri atlarıyla bölgeyi dolaşıp asayişi temin ettiğine dair olan söylence. Herkese görünmezlermiş, sadece gölgesi hafif olanlara görünürlermiş.

Çok eskiden burada Venedikli bir zengine veya asile ait bir ev varmış burada. Şehrin merkezinde bir yerde zaten. Belki de bu evi ele geçirirken şehit düştüler ve şehit düştükleri yere de defnedildiler.Tekke veya türbe 1955’lerde o kadar bakımsız ki Lefkoşa Belediyesi bir ara yıkmak istemiş burayı. Ancak dönemin Kıbrıs Müftüsü Dana Efendi’nin müdahalesiyle yıkılmaktan kurtulmuş.Eskiden türbenin bakımı ile ilgilenen türbedarın kaldığı bir kaç oda bulunurmuş çevrede. Şimdi ise yaşlı bir hanım ilgileniyor türbe ile. Anahtarı onda, ancak onu evinde bulabilirseniz içeri girebilirsiniz. Zar zor bulabildik teyzemizi, şükür.Yakın zamana kadar, yakın dediysek 20-30 sene öncesine kadar, bazı yaşlı teyzeler özellikle Perşembe ve Cuma günleri gelip ibadet ederlermiş, tespih ve zikir çekerler, adaklarını dağıtırlarmış burada. Dilekler kabul edildiği zaman mum yakma, yeşil renkli bezler örtme adeti varmış ama artık unutulmuş. Şimdilerde çok az kişi tarafından biliniyor ve ziyaretçileri de iyice azaldı. Bir de çıkmaz sokak gibi bir yerde olduğu için ancak benim gibi kaybolanların tesadüfen bulabilecekleri bir yapı.Şimdilerde iyice unutulmuş bu yapının küçük ama özellikli bir mimarisi var. Kuzeye bakan avluya çıkan kapı kapatıldığı için girişler tek taraftan güney tarafından. Basık kemerli bir kapı girişi var yola bakan. Girer girmez hemen solda bir mihrap var. Çok sağlam olmayan bir çatının örttüğü doğu duvarının önünde sarı taştan yapılmış yan yana dizili yedi mezar var. Batı duvarında ise basık kemerli iki pencere var.

KIRK-KIZLAR türbesi..niksar

KIRK-KIZLAR türbesi..niksar




Kırk Kızlar türbesi Efsanesi
Bir zamanlar Niksar'da dünya malina düşkün,zalim bir vali yaşamaktadir.Niksar halki
 zulümden bezmiş,yoksulluk içinde yaşam sürmeye çalişmaktadir.valinin iyi yürekli
 güzel kizi da babasinin zulmüne dayanamaz.Kirk kiz arkadaşiyla bir çete kurar.Erkek elbiseleri giyip sik sik valinin sarayini basip ele geçirdiklerini yoksul halka dağitirlarmiş.
Valinin en akilli adamlari,en güçlü askerleri çeteyi yakalayamaz. Çünkü kiz babasinin planlarini önceden haber almakta,hazirlanan tuzaklara düşmemektedir.Aradan uzun
 bir zaman geçer.kizin dadisi işi anlar,koşup valiye duyurur.

Valide kirik kizla birlikte kizini yakalatir,başlarini vurdurur. Büyük bir gömüt kazdirilir 
ve hepsi buraya gömdürülür daha sonra halk bu gömütün üstüne bir türbe yaptirir.

Eser cedit mahallesi kırkkızlar sokağında bulunmaktadır. Banisi ve inşa tarihi belli değildir. Ancak üslûp özellikleri itibariyle XII. Yüzyılın ilk çeyreğine tarihlenmektedir.Kümbetin inşası ( H.617-M.1220 ) tarihine yakın bir tarih 
olarak gösterilmektedir.
Kümbet Anadolu’da az sayıda bulunan tuğla işçiliğine sahiptir. İçte ve Dışta sekizken plândır. İki katlı olan yapının alt kısmında mumyalık yer alır, Girişi, kuzey doğu cephesindedir.

18 Haziran 2016 Cumartesi

ŞEYH HALİL ZİYARETİ ve MESCİDİ..silvan

ŞEYH HALİL ZİYARETİ ve MESCİDİ..silvan




Gazi Caddesi üzerinde aynı adı taşıyan mezarlığın içindedir. Türbenin çevresi dört duvarla çevrilidir. Giriş kapısı sağlamdır. Çatısı yıkılmış olup üstü açıktır.

Silvan'da sahabelerce namazın ilk kılındığı yer olduğu söylenir.
Mescidin içindeki Türbenin Halil adlı sahabeye ait olduğu rivayet edilsede gerekli araştırma yapılmamıştır.
Türbenin içinde bulunan namazgahın duvarları üzerinde taşı yapışan kişinin tuttuğu dileğin yerine geleceğine inanılır.
Ayrıca ağlayan bebeklerin ziyaret yerine getirildiğinde sustuğu ve ağlamadığı inancı yaygındır.
Özellikle perşembe günleri yoğun insan kalabalıkları toplanır.

SAHABE MUHAMMED ZİYARETİ..silvan

SAHABE MUHAMMED ZİYARETİ..silvan



Bazı kaynaklarda Silvan'ın fethi sırasında eğitim vermek için on sahabenin Silvan'da bırakıldığı yazılmaktadır.Günümüzde bazılarının yeri belli değildir.
Yeri belli olan türbelerden biri Silvan Kalesinin Güney tarafında Burcuşah Kapısının karşısındaki sur dışındadır. Şehit düştüğü rivayet edilen sahabe türbesinin üzerinde çeşitli yazıt ve kabartmalar vardır. Ayrıca çevre düzenlemesi sırasında türbenin yanında kazı sonucu bulunan taş parçalarının üzerinde altı köşeli yıldız kabartması bulunmuştur.
Çarşamba günleri yoğun ziyaretçi akınına uğrayan türbe ve çevresinin koruma altına alınması gerekmektedir.

Hızır Aleyhisselam'ın Türbesi...antakya

Hızır Aleyhisselam'ın Türbesi...antakya




Hızır, Arapçadaki imlasıyla el-Hadır kelimesi, hemen hemen bütün kaynaklarda bir isim değil, lakap olarak değerlendirilmiştir. 
Bu kelimenin bazı kaynaklarda da; el-Hadr, el-Hıdır şeklinde kaydedildiği görülürse de, doğrusunun; 
el-Hadır olduğu kabul edilmiştir. 
Bu kelimenin Türklerde Hızır veya nadiren Hıdır, İranlılarda ise; ''Khezr'' şeklinde kullanıldığı bilinmektedir. 
El-Hadır kelimesinin yine Arapçadaki el-Ahdar manasına geldiğini belirten Ocak, bu kelimenin de yeşil, yeşilliği çok olan yer manasına geldiğini ifade eder. 
Hızır'ı işaret eden özelliklerden birisi de oturduğu yerlerin veya dokunduğu yerlerin hemen yeşillenmesidir. 
Bu yüzden Hatay'daki Hızır Türbelerinde her ne kadar beyaz renk hakimse de bazı yerlerinin ''kapı, pencere'' ve bazı sandukaların yesil olduğu gözden kaçmamaktadır.
Hızır'ın kimliği konusunda çesitli inanışlar mevcuttur. 
Bazıları Nebi olarak kabul ederken veli veya melek olduğunu düşünenler de vardır. 
Darda ve zorda kalan, sıkıntıya düşen herkesin yardımına koşan ve insanları sıkıntılardan kurtaran Hak'la Hak olmus Veliyullah'tır. 
Hızır; ''Nusayri inançlarına göre sıkıntılarda, ibadetlerde hep yardıma çağrılır.'' 
Hızır; gittiği her yerde mutluluk, sağlık, bolluk verirken zor durumda kalanların yardımına koşarak insanların dileklerini yerine getirir. 
Kalbi temiz, iyiliksever insanlara daima yardım eden, dertlere derman olan, hastalara şifa veren ve bitkilerin yeşermesine ve yaşamasına vesile olan yine Hızır'dır.
Hıdır aleyhisselam enbiya zincirinin altın halkalarından biridir: 
Kısas-ı enbiyada, Peygamberler tarihinde Resulullah'ın ceddi olan Hz.İbrahimden sonra yaşamış bir nebidir... 
Musa peygamberle yolculuk eden ve O'nu sabır sınavından geçiren yoldaşıdır... 
Avrasya hakimi İskender Zulkarneyn'in ordu komutanlarından biridir. 
İskender Zulkarneynin teyzesi oğludur ki; 
cesedini tufana kadar muhafaza edip, Nuh tufanından sonra sular çekilince defnetmiştir.
Adem babanın Kabil soyundan ilk nesil torunudur... Hz. İbrahimin çağdaşı olup, Nemrut zulmünden sonra birlikte Babili terk etmişler...
Ancak temel öğretimize göre; "Baki olan yalnız Allahtır". 
Her insan gibi Hıdır da doğmuş, büyümüş, var oluş-yaratılış misyonunu tamamlamış ve ölmüştür. 
Her şeye gücü yeten Allah, O'nun ruhuna kıyamete kadar bazı özellikler bağışlamış. 
Hıdır, istediğinde insan şeklinde görünebildiği, istediği coğrafyaya ve istediği zaman ulaşabildiği gibi tüm zahiri ve Batıni ilimlere de vakıftır. 
Her lisanı konuşabilir:
Battal Gaziden Bektaşi gülbanklarına kadar sayısız hikayelerde Hızır motifi yer alır.
Musa ve Hızır'ın buluştuğu yerin yani; ''Mecma'ül- Bahreyn'in'' ''Samandağ'' olduğuna inanılmaktadır. Türbenin girişinde bununla ilgili bilgi verilmiştir. Samandağ'ın, Asi nehrinin denize dökülen yer olması, ''Mecma'ül- Bahreyn'in'' insanların kabulünde burası olmasını kuvvetlendirmiştir. 
Hızır makamlarının bazıları yer olarak Asi nehrinin kıvrımlarını takip eder. 
Bu türbe, Hatay'da bulunan Hızır Türbelerinin en önemlisi olarak kabul edilir. 
Türbe, orta Anadolu, Azerbaycan ve Afganistan'da gördüğümüz eski Türkmen yatırlarına benzer. 
İnanca göre Hıdırın dünyada görüldüğü ve konakladığı kabul edilen her yerde bir ziyaretgahı vardır.
Hızır, Musa buluşmasının inanısa göre bu iki türbenin olduğu yerde geçmesidir. 
Kuran'da anlatılan bu buluşma hikayesi ''60-82. ayetler'' ile Samandağ'da anlatılan hikaye arasında biraz farklılıklar olmakla beraber anlatılan hikayenin kaynağının semavi kitaplar olduğu görülür.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde ve Şeria nehrinin denize döküldüğü yerde Hızır Aleyhisselama ait bir "Ziyaretgah-ı Hasu Amme" vardır. 
Cebel-i Lübnan eteklerinde Hıdır ziyareti, 
Baku şehrinin banliyösünde "Hızır-ı Zinde Ziyaretgahı", Edirne ve Kırklarelinde Hızır ziyaretleri, Mudurnuda Hıdırlık kayası, Çorumda Hızırlık ziyaretgahı, Şam, Sayda ve Semerkantta Hızır makamları, Anadolunun en uzun nehri Kızılırmak kollarından biri olan Hıdır suyu, Afyon ve Akşehirde Hıdırlık tepeleri, Denizlide Hıdırlık Sultan ziyareti, Kütahyada Hızırlık dağı ve Hızırlık tekkesi, 
Giresun sahilinde Hızırlık kayalıkları... 
Ve daha nice şehir girişlerinde ve tarihi olaylara damgasını vuran kalelerde "Hızır Kapıları" ve Hızır Camilerine rastlıyoruz. 
Anadoluda Yunus Emrenin makamı yedi yerdeyse Hızır Aleyhisselam'ın yetmiş yerdedir. 
Gılgamış Destanı, Hindu geleneği, İskender hikayeleri, Kıtab-ı Mukaddes, Yahudi efsaneleri ve Eski Ahit denilen Tevrat; Hızır Aleyhisselamı konu alır.
Kaynak; antakyacity.com.

Yel Baba Türbesi ..adıyaman

Yel Baba Türbesi ..adıyaman



Adıyaman'ın ziyaret edilen yerlerinden biridir Yel Baba Türbesi. Merkeze bağlı olan Musalla Mahallesi'nde bulunmasından dolayı kolay bir ulaşıma sahiptir. 

Etrafı demir korkuluklarla çevrili olan Yel Baba Türbesi, yöre halkı tarafından sürekli ziyaret edilmektedir. Türbenin bulunduğu yapı ilk zamanlar bir köylüye aitti. Evin sahibi rüyasında burada bir zat yattığını görünce evini türbeye çevirmiştir. Türbeye vücuduna yel girmiş insanlar tarafından ziyaret edilmektedir. Ziyarette bulunan kişiler türbe üzerindeki taşları vücuduna sürerler. Adıyaman'da yapacağınız gezilere dahil edebilirsiniz.

16 Haziran 2016 Perşembe

ZENGÎ ATA türbesi özbekistan..taşkent


 ZENGΠ   ATA  türbesi

özbekistan..taşkent


Türkistan'ın büyük velîlerinden Hoca Ahmed Yesevî’nin ilk halîfesi olan Mansur Ata’nın torunu olan Tac Hoca’nın oğludur. Mansur Ata ise Ahmed Yesevî’nin tasavvuf yolundaki ilk mürşidi olan Arslan Baba'nın oğlu olarak bilinmektedir. Bu durumda Arslan Baba’nın da torununun torunu olmaktadır. Babası Tâc Hoca gibi dedesi Abdü'l-Melik Ata da Yeseviyye silsilesi meşayıhindendir.

Mansur Ata'nın ölümü, H. 594 (M. 1197-98) olarak, Zengî Ata’nın babası Tâc Hoca’nın vefatı ise H. 596 (M. 1199-1200) (Hazînetü’l Asfiyâ, c. I, s. 535) verilir.

Arslan Baba'nın, Zengî Ata vasıtasıyle gelen sülalesi efradından Müzekkir-i Ahbâb adlı tezkirenin yazarı Seyyid Hasan Hoca Nakibü'l-Eşraf-ı Buhâri, kendi ceddi Abdü'l-Vehhab Hoca'nın maddi-manevî silsilesini şöyle  (Müzekkir-i Ahbâb s. 299-300) kaydetmiştir:

Arslan Baba --> Mansur Ata --> Abdülmelik Hoca --> Tac Hoca --> Zengî Ata -->  Sadr Hoca --> Harun Hoca --> Yahya Hoca  --> Süleyman Hoca --> Abdul-Vehhab Hoca

Yeseviyye tarikatının en önemli tarihi kaynağı olan Cevahirü'l-Ebrâr min Emvaci'l-Bihâr kitabının yazarıHazinî de, kendisini Mansur Ata evladından dolayısıyle Arslan Baba neslinden olarak göster­mektedir (Cevahirü'l-Ebrâr min Emvaci'l-Bihâr, s. 231).

Zengî Atâ, uzun yıllar dedesi ve babasından zâhir ve bâtın ilimlerini öğrendi. Ahmed Yesevî halîfelerinden Süleyman Hakîm Ata’nın hizmetine girerek ilim ve feyzinden istifâde etti. Taşkent’te ikâmet eder, Taşkent halkının hayvanlarına çobanlık yapardı.

Ahmed Yesevî’nin tasavvuf yolundaki ilk mürşidi olarak Arslan Baba, Yeseviyye tarikatındaki çok önemli bir kişi olmanın yanında  tarihi bir şahsiyettir ve koyu renkli Arab, siyah ırktan olduğu için, soyundan gelen Zengî Ata gibi  evladının da tenlerinin  koyu renkli oluşları ile ilgili bazı menkıbeler   teşekkül etmiştir.

Menkıbeye göre Zengî Ata, Taşkend dağlarında sığır güden kalın dudaklı, zenci bir çobandı; kendini ve ailesini çobanlık ücreti olarak Taşkendlilerden aldığı beş-on para ile geçindirirdi. Ömrü daima kırlarda geçtiği için, namazı da kırlarda, ovalarda kılar ve namazdan sonra cehri zikir yapardı. Zikre başladığında  menkıbeye göre, bütün sığırlar otlamayı bırakırlar, Zengî Ata’nın etrafında bir halka teşkil ederek Zengî Ata’nın zikrini dinlerlerdi.

Mürşidi olan Süleyman Hakîm Ata, 1186 (H.582) yılında vefât edip, Harezm’de Akkurgan’a (Bağırgan’a) defnedildi. Ahmed Yesevî’nin halifelerinden Süleyman Hakim Ata'nın birçok halîfesi arasında en tanınmışı olan Zengî Ata, Taşkend'de bulunurken, mürşidi Hakim Ata'nın vefatını haber aldı ve derhal Harezm'e giderek kabrini ziyaret ederek ailesine ta'ziyelerini sundu. Menkıbeye göre Zengî Ata Arab kökenli  Arslan Baba'nın evladından olduğu için siyah tenli, o zamanki değerlendirmelere göre  çirkin denebilecek bir adamdı. Nikah için şer'an beklenilen müddet bittikten sonra, ölen mürşidi Süleyman Hakim Ata'nın manevî işa­retiyle, dul kalan zevcesi Anber Ana'yı istedi. Anber Ana ilk başta Hakim Ata’dan sonra her ne kadar evlenmek istemediyse de, nihayet Zengî Ata'nın gösterdiği bir keramet neticesinde nikaha razı olmayı mecburi gördü.
Menkıbeye göre Hakim Ata çok esmer renkli olduğu için, Anber Ana birgün nasılsa, "Keşke eşim siyah olmasaydı!" diye düşünür. Kerâmet nuru ile bunu anlayan Hakim Ata, "Tiz ola ki benden siyaha musahib olasın!" diye dua eder. Hakikaten, biraz sonra Hakim Ata ölür ve Zengi Ata gelip, Anber Ana'nın dest-i izdivacını taleb eder. Anber Ana yüzünü hiddetle döndürüp, "Ben Hakîm-Ata'dan sonra kimseye varmam, hele böyle zencî'ye.." diye reddeder; fakat boynu o vaz'ıyette kalır. O zaman Zengî Ata haber yollayarak, vaktiyle, ölen eşi ve kendisinin mürşidi  Hakim Ata  ile aralarında geçen vakı'ayı hatırlatır. Anber Ana bu izdivacın sırf bir keramet mahsulü olduğunu anlayınca ağlar ve zaruri razı olur (Reşahat tercemesi, s. 16-17).
Hakim Ata Kitabı bu menkabeyi başka bir şekilde göste­riyor : Hakim Ata kara renkli olduğu halde, Anber Ana beyaz tenli ve güzeldi. Birgün, Hakim Ata gaslederken Anber Ana yatağında idi; Buğra Han'ın kızı iken bu kara adama düşmesindeki hikmeti düşündü. Hakim Ata'ya bu düşünce ma'lûm oldu; "Sen beni beğenmiyorsun amma, benden sonra, dişinden başka beyazı olmayan  bir karaya düşeceksin!" dedi. Anber Ana pişman olup ağladı; lakin iş işten geçmişti. Hakîm Atâ vefâtına yakın, Harezm’de ilim tahsîl etmekte olan oğulları Muhammed Hoca ile Asgar Hoca’yı çağırttı ve onlara dedi ki, "Ölümümden sonra ‘kırk aşı'nı verirken gün-doğusundan Ka'be ahalisinden kırk Abdal gelecek; aralarında bir gözü zayıf ve ayağının biri aksak bir“Kara Abdal” vardır. Ananızı, evlenmesi için beklemesi lazım gelen iddet süresi sona erince ona nikahlayın!". Hakikaten, Ata'nın vefatından kırk gün sonra Abdallar geldiler; fakat içlerinde kara Abdalyoktu. Çocuklar onu sorup geri kaldığını anladılar ve çağırttılar. Onun adı Zengî idi. Babalarının vasiyetine göre, analarını Zengî'ye nikahladılar. Bu Zengî'nin veliliğini o zaman kimse bilmezdi. Zengî Baba, karısını alıp kendi vilayeti Taşkend’e çekilip gitti. Anber Ana, eski kocasının kerameti eseri olarak bu Zengî'den çok sıkıntı çekti; lakin ona tahammül eder ve başka kadınlara da bu hususta nasihatte bulunurdu (Hakim Ata Kitabı).

Zengî Ata  Silsilesinin Teşekkülü Menkıbesi

Zengî Ata, birgün dağda çalılıklar arasmda koca bir yük dikenli çalı toplayıp evine götürmek üzere iple bağlıyordu; o aralık önüne dört genç adam çıktı. Selam verdiler, selamlarını aldı ve nereden gelip nereye gittiklerini sordu. Gençler o zamanın ilim merkezi Buhara'da bir medresede tahsil ile meşgul iken Hak tarîkına sülûk niyetiyle yola düştüklerini, kendilerini irşada muktedir bir şeyh aradıkları ve Taşkend’e gelene kadar böyle birisine rastlayamadıklarını anlattı. Buhara'dan şeyh aramak üzere yola çıkarak Taşkend’e kadar gelmiş olan bu dört genç, sonraları dört büyük halîfesi olacak olan Uzun Hasan Ata, Seyyid Ahmed Ata, Sadr Ata, Bedr Ata idi.  Zengî Ata onlara: "Biraz durun, dünyanın dört tarafını koklayayım. Nerede kamil mürşid kokusu alırsam size bildireyim!" dedi. Gençler sevinçle Zengî Ata’nın vereceği müjdeyi beklediler. Zengî Ata, yüzünü dört tarafa çevirerek kokladı ve sonunda : "Sizi tasavvuf yolunda kemale erdirmeğe kadir benden başka kimse yoktur!" dedi.
Zengî Ata'nın sözü üzerine dört gençten önce Uzun Hasan ile Sadr Zengî Ata’yı mürşid olarak kabullendiler ve intisabdaki bu öncelikleri nedeniyle, tasavvufî kemal mertebesine daha önce erdiler. Seyyid Ahmed az-çok tahsil görmüş ve seyyid olmakla soyca saygın olduğu halde, böylesi bir siyah sığır çobanının kendisini irşad etmeğe kalkmasını biraz garibsedi ise de o da Zengî Ata’ya biat etti. Fakat başlangıçta gönlünden geçirdiği o gurur duygusu irşad yolunu kapadı, bütün gayretinden mücahedelerinden hiçbir fayda görmüyordu. Sonunda, Seyyid Ahmed Anber Ana'ya yalvararak, bu hususta Zengî Ata nezdinde aracı olmasını istedi. Anber Ana, Seyyid Ahmed’e yardımını va'detti ve dedi ki : "Sen bu gece kendini bir siyah keçeye sarıp Zengî Ata'nın yolu üzerine bırak; o, seher zamanında taharete çıktığı zaman seni o halde görüp acısın!". Hakikaten, o akşam çok iyi kalbli Buğra Han'ın kızı olarak asil bir kadın olan Anber Ana, eşi Zengî Ata’ya Seyyid Ahmed'i niçin layık olduğunu gördüğü inayetine mazhar etmediğini sordu. Zengî Ata Anber Ana'ya gülümseyerek, kendisini ilk gördüğü zaman Seyyid Ahmed'in kalbinde nasıl bir gurur uyanmış olduğunu anlattı; lakin Anber Ana'nın nezdindeki şefaatı vesilesiyle Seyyid Ahmed'in o ilk kusurunu afvettiğini söyledi. O gecenin ertesinde; sabahın seher vaktinde Zengî Ata taharet için evinden dışarıya çıktığı zaman, yolu üstünde siyah bir şeyin yattığını gördü. Ne olduğunu anlamak için ayağıyle dokununca, Seyyid Ahmed yüzünü gözünü mürşidi Zengî Ata'nın ayağına sürerek af diledi. Zengî Ata bu candan özür dilemesine karşılık Seyyid Ahmed'e o kadar iltifat etti ki, bütün maksudu o anda kendisine münkeşif oldu (Reşahattercemesi (s. 17-19). ) Seyyid Ata, Anber Ana'nın vasıta olması ile, şeyhinin afvına mazhar olduktan sonra, manen çok ilerlemiş, çağdaşı olan Nakşbendiyye ulusu Hâce Azîzan ünvanı ile tanınan Ali Ramitenî “Pîr-i Nessâc” ile birçok sohbetlerde bulunmuştur.
Zengî Ata'nın üçüncü ve dördüncü halîfeleri olan Sadr Ata ile Bedr Ata için de benzer bir rivayet nakledilmektedir. Sadr Ata ile Bedr Ata’nın isimleri Sadreddin Muhammed ve Bedreddin Muhammed'dir. Bu iki candan arkadaş eğitimleri için Buhara'da bulundukları zaman medresenin aynı hücresinde otu­rurlar, aynı dersleri ta'kip ederler, birbirlerinden hiç ayrılmazlardı. Zengî Ata'ya mürîd olduktan sonra Sadreddin'in mertebesi yükseliyor, buna karşılık Bedreddin'inki daima geride kalıyordu. Sonunda, Bedreddin bundan müteessir olarak ağlaya ağlaya Anber Ana'ya geldi ve halini anlattı. Anber Ana da, kocasının gönlü ferah bir zamanında Bedreddin'in üzüntüsünü izah etti. Zengî Ata gülerek dedi ki, "Benimle ilk defa görüştüğü zaman, Bedreddin, içinden, “Bu deve dudaklı zencî haddinden fazla iddia eder”, diye düşünmüştü. Şimdiye kadar feyz alamamasmın sebebi budur; lakin madem ki sen vasıta oluyorsun, ben de o kusurunu afvettim!" Hakikaten, bundan sonra bu iki arkadaşın sülukdaki seyirleri de birbirinden farksız oldu (Reşahâttercemesi (s. 20-21).
Zengî Ata’nın hatırası Türkistan mutasavvıf şairleri tarafından asırlarca terennüm olunmuştur.Türkistanlı Şems isminde bir şairin Zengî Ata'ya hitaben musammat tarzında yazılmış bir Münacât'ı, Yesevî'nin Divân-ı Hikmet'inde basılmıştır :

Ol Seyyid-i âdem hakkı yâ Zengî Baba himmeti
Ol mefhâr-i âdem hakkı yâ Zengî Baba himmeti

matla'iyle başlayan bu aruz vezni ile yazılmış eser, Prof. Dr. Fuad Köprülü’ye göre nazım bakımından çok kusurludur (Divân-ı Hikmet, İstanbul baskısı, s. 285) .

Prof. Dr. Fuad Köprülü’ye göre Zengî Ata'nın memleketlisi Kemmî Taşkendî'nin,

Dergeh-î Hak pâsbânı Hazret-i Zengi Ata
Sırr-ı gaybî râzdâni Hazret-i Zengî Ata

İrdiler zahir siyeh-fam-ü likin bâtınen

Tabtılar nûr-ü ziya'nı Hazret-i Zengî Ata

 

Turfa bir keşf-i kerâmet görgüzüb dehr ehliga

Aldılar Anber-Ana'nı Hazret-i Zengi Ata


parçalarını içine alan medhiyesi edebi yönden Türkistanlı Şems’in manzumundan daha üstündür (Mecmuâ-i Hazini, Taşkent taşbasması, s.47).

Zengî Ata'nın ölüm tarihi H. 656 (M. 1258-59) olarak verilmiştir. Zengi Ata'nın vefatı, Hazinetü'l-Asfiya (c. I, s. 539)’ya göre de aynıdır.
 Yaşadığı kasabada vefât edip, oraya defnedilen buünlü Yesevî şeyhinin kabri, Taşkend şehrinden sekiz mil uzakta Semerkand yolunun onbirinci kilometresindedir. Schuyler, Türkistan Seyahatnamesi tercemesi (s. 189).Reşahat'ta da Zengî Ata’nın mesken ve medfeni Şaş (Taşkend) olmak üzere kayıtlıdır (s. 16)

Zengî Atâ’nın kabri Türkistan’da herkes tarafından bilinir ve ziyâret edilirdi.  Türkistan’ın ünlü ve tanınmış mutasavvıfı Nakşbendiyye ulusu Hoca Abdullah Ahrar, Zengî Ata hakkında büyük bir saygı besler ve kabrini her ne zaman ziyaret ettiğinde, kabrin içerisinden cehri olarak “Allah-Allah” zikrini işittiğini söylerdi. Reşahattercemesi (s. 16). Hazini de, bu meşhur rivayeti zikreder.

Kemmî Taşkendî'nin bahsedilen Zengî Ata medhiyesindeki,

"Eylegaylar ta mematîdan beri  vird-i zeban
Allah Allah Rabbenâ’nı Hazret-i Zengi Ata"

beyti de buna işarettir.

Yesevîye silsilesi, sonraki asırlara bilhassa Zengî Ata'nın halifelerinden Seyyid Ata ile Sadr Ata’dan gelen farklı  silsileler vasıtası ile intikal etmiştir.
Daha uzun süreyle  Yesevîlik yolunu devâm ettiren Sadr Ata halîfeleri Eymen Baba, Şeyh Ali, Mevdud Şeyh şeklinde sıralanır. Mevdud Şeyh’in iki meşhûr halîfesi vardı. Bunlar; Hoca Abdullah ve Kemâl Şeyh idi. Hoca Abdullah’ın halîfesi Hadım Şeyh, onun da halîfesi Cemâlüddîn Buhârî’dir. Reşahât adlı kaynak kitabın yazarı Safi, Yesevilik konusundaki bilgileri Cemâlüddîn Buhârî’den nakletmiştir.
1) Hakîm Atâ Kitabı
2) Hazînet-ül-Asfiyâ
3) Cevâhir-ül-Ebrâr min Emvâc-il-Bihâr (Hazînî)
4) Reşahât Ayn-ül-Hayât (Safî)