5 Haziran 2016 Pazar
KİRZİLİ HASAN BABA TÜRBESİ
Labels:
KİRZİLİ HASAN BABA TÜRBESİ
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
ŞEYH HASAN BABA TÜRBESİ (Erzincan-Kuzkışla)
ŞEYH HASAN BABA TÜRBESİ (Erzincan-Kuzkışla)
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Şeyh Ulaş – Samsun
Şeyh Ulaş – Samsun
Bafra’ya 12 kilometre güneyinde bulunmaktadır. Burada yatan ve Şeyh Ulaş adıyla bilinen zatın ismine binaen bulunduğu Köye aynı ad verilmiştir
Halk arasında “Şeyh Ulaş” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihihakkında kesin bilgi edinilememektedir. Mahallinden edinilen bilgilere göre ise 1485 tarihli Osmanlı arşivlerindetürbede medfun olan Şeyh Ulaş’ın bölgede tekkesinin bulunduğunun yazdığı söylenmektedir.
Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe son yıllarda betonarme olarak yeniden inşa edilmiştir. Çatısı betonarme olup içi ve dışı sıvalıdır. İçerisinde Türbeye ait sanduka bulunmaktadır.
Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Şeyh Ulaş hakkında çeşitli rivayetler anlatılmaktadır. Mahallinden edinilen rivayetlerde Şeyh Ulaş’a ait tekke ve zaviyesinde yolculara, fakir vekimsesizlere yemek ve erzak yardımında bulunduğu, Osmanlı İmparatorluğu’nun da Şeyh Ulaş’ın bu hizmetine karşılık zaviyeyi vergiden muaf tuttuğu ve nakdi destekte bulunduğu anlatılmaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaretedilmektedir.
Labels:
Şeyh Ulaş – Samsun
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
ışık saçan horasanlı
Horasan’ın eşki başkenti Nişabur, bilgeleri, şairleri, yazarlarıyla ünlü. Dünya edebiyatının iki büyük ustası Ömer Hayyam ve Feridüddin Attar bu şehirde, Hacı Bektaşi Veli ise yakınlarında doğmuş. Okurumuz Mevlüt Maşalacı geçen yıl baharda gitti, izlenimlerini yazdı.
Nişabur İran’ın kuzeydoğusunda, Binalud Dağı’nın güney eteklerinde verimli, düz bir araziye kurulmuş. Ülkenin ikinci büyük şehri Meşhed’e 125 kilometre uzaklıkta. Tarım ve hayvancılıkta bölgede önde geliyor. Her gün taze süt ve her çeşit meyve buradan diğer şehirlere gidiyor. Fiyatlar, özellikle de et diğer şehirlere göre çok daha ucuz. Lüks bir restoranda beş kişi kebap yedik, yanında salata, ayran dahil toplam 17,5 TL ödedik! Üstelik bize eşlik eden şoför ve rehberimizden ücret almadılar...
Konya’nın kardeşi
Meşhed’den Nişabur’a giderken 20 kilometre mesafede Füsencan köyüne giriyoruz. Burası Hacı Bektaşi Veli’nin doğum yeri. Doğduğu evi arıyoruz. Bahçenin içindeki yeni bir yapı gösteriliyor. Kapısını çaldığımızda, içeri alınmamak hayal kırıklığı yaşatıyor. Köylülerle sohbet edip dalından ikram edilen kirazlardan yedikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Yol boyunca koyun sürülerine rastlıyoruz. Hepsinin başında bir çoban, en az beş köpek var.
Nişabur tarih boyunca Horasan bölgesinin kültür ve ticaret merkezi olmuş. İpek Yolu üzerinde. Sasaniler döneminde altın devrini yaşamış. Horasan bölgesinin Arapların eline geçmesinden sonra önemini kaybetmiş. Safaviler devrinde yine önemi artmış. Ardından Selçuklu sultanlarının ikamet yeri olmuş. Selçuklu’nun ilk hükümdarları Tuğrul ile Çağrı Bey, Nişabur’da hutbe okutturarak 1038’de bağımsızlıklarını ilan etmişler. 13’üncü yüzyılda ise deprem ve Moğolların saldırılarında şehir büyük yıkıma uğramış.
Konya, Nişabur’un kardeş şehri. Özbekistan’ın Buhara, Türkmenistan’nın Merv şehri de.
Nişabur tarih boyunca Horasan bölgesinin kültür ve ticaret merkezi olmuş. İpek Yolu üzerinde. Sasaniler döneminde altın devrini yaşamış. Horasan bölgesinin Arapların eline geçmesinden sonra önemini kaybetmiş. Safaviler devrinde yine önemi artmış. Ardından Selçuklu sultanlarının ikamet yeri olmuş. Selçuklu’nun ilk hükümdarları Tuğrul ile Çağrı Bey, Nişabur’da hutbe okutturarak 1038’de bağımsızlıklarını ilan etmişler. 13’üncü yüzyılda ise deprem ve Moğolların saldırılarında şehir büyük yıkıma uğramış.
Konya, Nişabur’un kardeş şehri. Özbekistan’ın Buhara, Türkmenistan’nın Merv şehri de.
Hayyam’ın yanı başında
Nişabur şairleri, mutasavvıflarıyla ünlü. Bizi şehre çeken de bu özelliği. Ömer Hayyam, Feridüddin Attar, Hacı Bektaşi Veli, Muhammed Gaffari burada doğan ünlü isimler.
Şair olarak tanıdığımız Ömer Hayyam, aynı zamanda evreni anlamaya çalışan meraklı bir matematikçi, astronom, filozof. Bu nedenle muhafazakarlıktan uzak durmuş. 1131’de, 82 yaşında öldüğünde geriye rubailerinin dışında astronomi, matematikkonusunda eserler ve Celali Takvimi’ni bırakmış. Miladi ve Hicri takvimlerden çok daha hassas bir takvim bu...
Hayyam’ın mezarı kent yakınlarında çok güzel, geniş bir parkta. Parka giden yolda yarım küre şeklindeki binasıyla Aflak Namaye adlı rasathane dikkat çekiyor. Ömer Hayyam’ın mezarına yakın yapılması bir vefa örneği olsa gerek...
Hayyam’ın mezarı park alanını İmamzade Mahruk Türbesi’yle paylaşıyor. Ağaçlar altına dinlenme yerleri, çocuklar için oyun alanları yapılmış. Park her daim kalabalık. İran’da iç turizm çok hareketli; benzinin litresi 30 kuruş, seyahat bu nedenle lüks değil. Parkta dinlenen, alışveriş eden, namaz kılan, yemek yiyenlere kuş cıvıltıları eşlik ediyor. Çevrede hediyelik satan pek çok mağaza var. Tezgahlarda kentte çıkan firuze taşından takılar ağırlıkta. Firuzenin barışı, huzuru temsil ettiğine, baş ağrısından sinir rahatsızlıklarına pek çok soruna iyi geldiğine inanılıyor.
Hayyam’ın mezarının üzeri ilginç ve güzel seramiklerle kaplanmış. Yüksekliği yaklaşık 10 metre.
Şair olarak tanıdığımız Ömer Hayyam, aynı zamanda evreni anlamaya çalışan meraklı bir matematikçi, astronom, filozof. Bu nedenle muhafazakarlıktan uzak durmuş. 1131’de, 82 yaşında öldüğünde geriye rubailerinin dışında astronomi, matematikkonusunda eserler ve Celali Takvimi’ni bırakmış. Miladi ve Hicri takvimlerden çok daha hassas bir takvim bu...
Hayyam’ın mezarı kent yakınlarında çok güzel, geniş bir parkta. Parka giden yolda yarım küre şeklindeki binasıyla Aflak Namaye adlı rasathane dikkat çekiyor. Ömer Hayyam’ın mezarına yakın yapılması bir vefa örneği olsa gerek...
Hayyam’ın mezarı park alanını İmamzade Mahruk Türbesi’yle paylaşıyor. Ağaçlar altına dinlenme yerleri, çocuklar için oyun alanları yapılmış. Park her daim kalabalık. İran’da iç turizm çok hareketli; benzinin litresi 30 kuruş, seyahat bu nedenle lüks değil. Parkta dinlenen, alışveriş eden, namaz kılan, yemek yiyenlere kuş cıvıltıları eşlik ediyor. Çevrede hediyelik satan pek çok mağaza var. Tezgahlarda kentte çıkan firuze taşından takılar ağırlıkta. Firuzenin barışı, huzuru temsil ettiğine, baş ağrısından sinir rahatsızlıklarına pek çok soruna iyi geldiğine inanılıyor.
Hayyam’ın mezarının üzeri ilginç ve güzel seramiklerle kaplanmış. Yüksekliği yaklaşık 10 metre.
Kuşların efendisi
Parka bir kilometre uzaklıkta bir başka önemli yazar son uykusuna yatmış: Hayyam’ın çağdaşı Feridüddin Attar. 1119’de bir attarın oğlu olarak dünyaya gelmiş yazar. Çocukluğunda babasının yanında ilaç, esans, parfüm satmış, medresede eğitim görmüş. Rivayete göre başına gelen bir olay tüm yaşamını değiştirmiş...
Bir gün bir derviş dükkanın kapısından geçerken içeri bakıp iç çeker. Attar nedenini sorduğunda “Yüküm hafif, hırkamdan başka bir şeyim yok. Dünya pazarından kolayca geçerim. Sen bu yükle ne yaparsın” diye cevap verir. Geçip gitmenin anlamı sorulduğunda hırkasını çıkarıp başının altına koyar, orada son nefesini verir. İşte bu olaydan sonra Attar kendisini Tanrı’ya ulaşmaya adar. Servetini dağıtır. Arayışını kuşların Kaf Dağı’na yolculuğunu anlattığı Mantıku’t Tayr / Kuşların Dili’nde ölümsüzleştirir. Batı ve Doğu dünyasından pek çok yazarı etkiler eserleriyle. 10 yaşında babasıyla kapısını çalan Mevlana’nın yeteneğini ilk keşfeden de odur. Üstadın kendisine ithaf ettiği kitap Esrarname’yi hayatı boyunca yanından ayırmaz Mevlana. Bu büyük yazar 70 yaşında, Moğol işgali sırasında kılıçla can verir, öldüğü yere gömülür.
Sabar kasabası yakınındaki mezar güzel bir yeşillik bir alan içinde. Mayıs ortasındaki ziyaretimizde türbeyi çevreleyen ağaçlardaki dutlar olmuştu. Çimlerin üzerine dökülen dutların tadı hâlâ damağımda.
Anıta girişte hemen sağda, İran’nın çok bilinen ressamlarından Muhammed Gaffari‘nin anıt mezarı var. 1845’te Kaşan’a bağlı bir köyde doğmuş Gaffari. Dönemin ünlü ressamlarından amcası Samiul-Mulk ile Tahran’a gelip medrese eğitimi görmüş. Resme devam edip kısa sürede Şah Nasuruddin Kaçar’ın dikkatini çekmiş. Başyapıtlarından her biri için saraydan yüklü parayla ödüllendirilmiş. Bir süre sonra Avrupa’nın yolunu tutmuş. Dönüşünde Irak’a yerleşen ressem “Uyuyan Arap”, “Kerbela Meydanı” gibi meşhur eserlerden sonra 1940’ta, 95 yaşında öldüğünde Attar’ın yanına gömüldü.
Parka bir kilometre uzaklıkta bir başka önemli yazar son uykusuna yatmış: Hayyam’ın çağdaşı Feridüddin Attar. 1119’de bir attarın oğlu olarak dünyaya gelmiş yazar. Çocukluğunda babasının yanında ilaç, esans, parfüm satmış, medresede eğitim görmüş. Rivayete göre başına gelen bir olay tüm yaşamını değiştirmiş...
Bir gün bir derviş dükkanın kapısından geçerken içeri bakıp iç çeker. Attar nedenini sorduğunda “Yüküm hafif, hırkamdan başka bir şeyim yok. Dünya pazarından kolayca geçerim. Sen bu yükle ne yaparsın” diye cevap verir. Geçip gitmenin anlamı sorulduğunda hırkasını çıkarıp başının altına koyar, orada son nefesini verir. İşte bu olaydan sonra Attar kendisini Tanrı’ya ulaşmaya adar. Servetini dağıtır. Arayışını kuşların Kaf Dağı’na yolculuğunu anlattığı Mantıku’t Tayr / Kuşların Dili’nde ölümsüzleştirir. Batı ve Doğu dünyasından pek çok yazarı etkiler eserleriyle. 10 yaşında babasıyla kapısını çalan Mevlana’nın yeteneğini ilk keşfeden de odur. Üstadın kendisine ithaf ettiği kitap Esrarname’yi hayatı boyunca yanından ayırmaz Mevlana. Bu büyük yazar 70 yaşında, Moğol işgali sırasında kılıçla can verir, öldüğü yere gömülür.
Sabar kasabası yakınındaki mezar güzel bir yeşillik bir alan içinde. Mayıs ortasındaki ziyaretimizde türbeyi çevreleyen ağaçlardaki dutlar olmuştu. Çimlerin üzerine dökülen dutların tadı hâlâ damağımda.
Anıta girişte hemen sağda, İran’nın çok bilinen ressamlarından Muhammed Gaffari‘nin anıt mezarı var. 1845’te Kaşan’a bağlı bir köyde doğmuş Gaffari. Dönemin ünlü ressamlarından amcası Samiul-Mulk ile Tahran’a gelip medrese eğitimi görmüş. Resme devam edip kısa sürede Şah Nasuruddin Kaçar’ın dikkatini çekmiş. Başyapıtlarından her biri için saraydan yüklü parayla ödüllendirilmiş. Bir süre sonra Avrupa’nın yolunu tutmuş. Dönüşünde Irak’a yerleşen ressem “Uyuyan Arap”, “Kerbela Meydanı” gibi meşhur eserlerden sonra 1940’ta, 95 yaşında öldüğünde Attar’ın yanına gömüldü.
İmam Rıza fenomeni
Kademgah köyü, Nişabur - Meşhed otoyolunun 25’inci kilometresinde. Özelliği 12 ehlibeyt imamından sekizincisi İmam Rıza’nın bu köye uğrayıp konaklamış olması. Köy bu sayede çok sayıda ziyaretçi çekiyor. İmam Rıza, köye 100 kilometre uzaklıktaki Meşhed’de gömülü. Türbesi çok büyük, bakımlı, korunaklı bir alanda. Meşhed’in ülkenin ikinci büyük şehri olmasında bu türbenin önemli payı var. Her gün farklı kentlerden binlerce İranlı, Şii kökenli Ortadoğulu şehre geliyor, Meşhedi lakabı alıyor. İşte bu yolculukta önemli bir durak Kademgah. Geniş, güzel bir bahçede İmam Rıza’nın konakladığı yer bulunuyor. Çahar Bağ (Dört Bahçe) aynı zamanda İmam Rıza’nın ayakizi olduğuna inanılan siyah bir taşa ev sahipliği yapıyor. Elini yere sürüp su çıkardığı, içtiği pınara uğruyor gelenler. Pazardan satın aldıkları bidonu doldurup abdest alıyor. Pınarın suyundan içiyor.
Labels:
ışık saçan horasanlı
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
3 Haziran 2016 Cuma
ŞEYH BAHRİ TÜRBESİ..konya
ŞEYH BAHRİ TÜRBESİ..konya
Hüyük 1210 yıllarında Horasan’dan Konya’ya göç eden Şeyh İdris ve kardeşi Şeyh Bahri tarafından kurulmuştur. Söz konusu şahıslara ait türbeler halen İlçe merkezinde mevcuttur.
ŞEYH BAHRİ TÜRBESİ: Şeyh Yahşi isminde bir mutasarrıf tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Yapım tarihi tam olarak tespit edilememekle birlikte; Fatih’in 1946 yılında yaptırdığı Karaman eyaleti vakıflarının tahririnde bu zaviyenin adı da geçmektedir. Uzluk zaviyenin adını “Bahşayiş” şeklinde okumuştur. Zaviyenin tasarrufu Abdül Ali adında bir kişinin üzerindedir. Bu zaviyenin tasarrufu, Sultan Mehmet’in hükmü ile Bahşayiş bin Ali üzerindedir. Zaviyenin gelirleri arasında bağ, bahçe, kovan yani arı ve koyun vergisi bulunmaktadır. Günümüzde zaviye tamamen ortadan kalkmış durumdadır. Ancak eski cami yanında Şeyh Bahşi’ye ait olduğu söylenen bir mezar bulunmaktadır. Mezar üzerine birkaç yıl önce mermerden sanat değeri olmayan küçük bir türbe yaptırılmıştır.
Zaviyenin mutasarrıfı Şeyh Sadık’ın beratı yenilenmiştir. Şeyh sadık görevinden feragat edince yerine Şeyh İsmail atanmıştır. Şeyh İsmail’in feragati üzerine 1769 tarihinde oğlu Şeyh İbrahim ve emmisinin oğlu Şeyh Bahşi bin İsa zaviyedarlık görevine atanmıştır.
ŞEYH İDRİS TÜRBESİ: şeyh idris tarafından yaptırılan tekkenin vakıflarının tasarrufu, fatih dönemine ait vakıf tahrir defterine göre, Şeyh İdris’in evlatları elindedir. II: Beyazıt dönemine ait defterde ise zaviyenin gelirleri arasında üç çiftlik yaklaşık 200 dönüm tarlası, bağ, bahçesi, kovan yani arıları, değirmen ve koyun vergisi sayılmaktadır. Tasarrufu ise Şeyh İdris’in evladına aittir. Günümüzde zaviye tamamen ortadan kalkmış durumdadır. Ancak eski caminin elli metre kadar uzağında şeyh İdrise ait olduğu söylenen bir mezar bulunmaktadır. Mezar üzerine birkaç yıl önce mermerden bir türbe yaptırılmıştır.
Labels:
ŞEYH BAHRİ TÜRBESİ..konya
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Şeyh Seyyid Omuzu Güçlü Türbesi
Şeyh Seyyid Omuzu Güçlü Türbesi
|
Büyük veli Şeyh Seyyid Omuzu Güçlü Hazretleri M.1310-1390 (H.700-800) yılları arasında bugünkü Sürtme Köyü sınırları içerisinde kendinden sonra Omuzu Güçlü mezrası olarak adlandırılan yerde yaşamıştır. M.1230’lu yıllarda Sincar bölgesinden gelen, bugünkü Sürtme, Kızılören ve etraf oba arazilerini de içine alacak şekilde kendilerine vakfedilerek bu yöreye yerleştirilen Seyyid Muhammed Kadiri Hazretlerinin neslindendir ve Seyyiddir.[1]
Seyyid hazretleri uzun yıllar yöre halkını irşat etmiş, vefatını müteakip zaviyesi yakınlarına defnedilmiştir. Yüz yıllar boyunca irşat vazifesi nesli tarafından devam ettirilmiş, çevre araziler de türbenin ve zaviyenin giderleri için vakfedilmiştir. Yoksul kimselerin de bu vakfiyelerden hisse aldığını arşiv kaynaklarından öğrenmekteyiz [2]
Bu büyük velinin türbesinde daima meskun kimseler bulunmakta idi.[3] Zaviye şeyhi ve seyyidler avarız vergisinden şehzade beratıyla muaf tutulmuşlardı.[4] Yine Bu dönemde Ali fakih oğlu Seyyid Hasan’ın zaviyenin şeyhi olduğunu ve bu zaviyeye hizmet edenlerden seyyid Omuzu Güçlü hazretlerinin neslinden gelen bir kimsenin Bağdat’ta bulunduğunu öğrenmekteyiz. [5]
Yüzyıllar boyunca mevcudiyetini muhafaza eden Şeyh Seyyid Omuzu Güçlü Zaviyesi ve bunun meşrutalarından bugün sadece şeyh hazretlerine ait türbe ayakta kalabilmiştir. Nitekim 700 yılı aşkın bir zamandır yöre halkı tarafından ziyaret edilen bu ehl-i beyt mürşidin türbesi 12 metre uzunluğunda, 3 metre yüksekliğinde, 7 metre enindedir. Sarı kesme kefek taştan iki kemer ile 40 m_’lik bir alan üzerine bina edilmiştir. Önü bahçelidir. Bunun yanında türbenin Kuzey ve Batı yönünde yüzü geçkin fakat yerleri belirsiz hale gelmiş derviş kabirleri vardır.
Hastalıkta, sıkıntılı hallerde, kuraklığın ve darlığın baş gösterdiği dönemlerde yöre halkı bu büyük velinin kabrini ziyaret edip dua ederler. Birçok kimsenin bu türbeden şifa bulduğunu yöre halkı ve bu türbeyi ziyaret edenler rivayet etmektedir.
[1] VGA VD:599 sr:146; VD:734 sr:165,167; VD:730 sr:52
[2] VGA ŞD:226 sr:610 [3] BOA TD:33 s:168 [4] BOA MAD TD:20 vr:93b [5] BOA TD:976 s:122
Seyyid Muhammed (Mehmet Usta) Efendi Hazretlerinin Şeyh Seyyid Omuzu Güçlü (Muhammed bin Ali) Hazretlerinin Türbesi’nin tadilatı ve Mescidinin açılışında irad etmiş olduğu hutbe
Elhamdü lillahi rabbi’l-alemin ve’s-saltu ve’s-selamu ala rasulina muhammedi’v-ve ala alihi ve sahbihi ve sellim
Euzu billahi mineşşaytanirracim bismillahirrahmanirrahim
“ya eyyühellezine amenü’z-kürullahe zikan kesira” sadakallahu’l-Azim
Ya İlahe’l-Alemin, habibin ve edibin Muhammed (s.a.v) Efendimiz Mekke’den gizlice Medine’ye hicret ederken Kuba’da misafir kaldı.
Oradan ayrılıp hicret yurduna giderken böyle bir ıssız yerde cuma namazı farz oldu. Garibâne ve mahzun bir halde cumayı eda ettiler.
Biz de bu dağlar arasında, Omuzu Güçlü Hazretlerinin yanı başında bir Cuma eda ediyoruz. Bu dağlar ve taşlar çok sevinçlidir.
Çünkü Omuzu Güçlü Hazretleri yıllarca ve yıllarca mahzun, garibane bekler iken kabrinin yanı başında Cuma namazı kılan bir cemaat buldu.
Ya Rabbi, Sen Şahitsin, meleklerin de şahit, bu dağlar ve taşlar da şahittir ki rızay-ı ilahi için, cumanın farzını eda etmek ve böylece senin rızana muvafık olabilmek için burada toplandık.
Habibin ve Edibin Peygamber (s.a.v) Efendimiz Hira dağına giderken dağların ve taşların selamını işitiyor, sağına soluna bakınıyor, bu seslere ve nidalara taaccüp ediyordu. Şimdi bizler de bu dağların ve taşların seslerini işitiyoruz. Onlar bizlerin burada bulunmasından sevinç duyuyor. Onlar da zikir yapıyor.
Ya Rabbi bizi uzak bir yerde bırakmadın, dönderdin, dolaştırdın Evlad-ı rasul olan, nesli peygamber olan, Habibinin sülalesinden ve soyundan olan Omuzu Güçlü’nün yanı başına getirdin. Burada Cuma namazını kılmayı ve kıldırmayı nasip eyledin. Böylece bizleri haşir ve cem eyle. Bizleri mahşerde Habibinin neslinin cemaatının içinde haşreyle.
|
Labels:
Şeyh Seyyid Omuzu Güçlü Türbesi
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Sümbül Baba Zaviyesi, Tokat
Sümbül Baba Zaviyesi, Tokat
Sümbül Baba Zaviyesi, Tokat
Tokat Gazi Osman Paşa Caddesinde bulunan bu dergâh, Muinüddin Pervanenin kızı Safiyeddin'in bağışladığı bir köle olan Hacı Sümbül tarafından 1292 yılında yaptırılmıştır. Bunu belirten Selçuklu sülüsü ile yazılı kitabesinde Sultan II. Mesut zamanında yapılan bu dergâhın mescit ve türbe bölümlerinin olduğu da belirtilmiştir.Evliya Çelebi, Sümbül Baba'nın Hacı Bayram-ı Veli'nin öğrencisi ve Hacı Bektaş-ı Veli'nin de halifesi olduğunu yazmıştır.
Zaviyenin Giriş Kapısı
Kesme ve moloz taştan yapılan bu dergâh Selçuklu mimarisinde çok az görülen simetrik olmayan bir yapı örneğidir. Giriş kapısı son derece gösterişlidir. Mavi renkli mermerlerden yapılmış, stalaktitli bir bordür portalin çevresini kuşatmaktadır. Bu bordür içerisinde kenger yaprakları ve çeşitli rölyefler dikkati çekmektedir. Bu kapıdan biri kubbeli ders verilen mekân olmak üzere iki bölüme girilmektedir. Ayrıca dergâh içerisinde üzeri kubbeli Sümbül Baba'nın türbesi bulunmaktadır.
Labels:
Sümbül Baba Zaviyesi,
Tokat
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Ebu İshak Kazeruni Türbesi ve Zaviyesi
Ebu İshak Kazeruni Türbesi ve Zaviyesi
Ebu İshak Kazeruni Türbesi ve Zaviyesi, Konya ilinin Selçuklu ilçesinde yer almaktadır. Ebu İshak Kazeruni'nin gerçek ismi İbrahim bin Şehriyarî'dir. 352/963 yılında Şiraz civarında Kazerûn'da doğmuştur. Doğduğu şehirde 426./ 1035 yılında vefat etmiştir. Ebu İshak Kazeruni Zaviyesi Karamanoğlu Mehmet Bey zamanında ve onun emriyle, Ebu İshak İbrahim Kazerûnî adına yaptırılmıştır. Zaviyenin yapım tarihi, zaviyenin kitabesinde 821 / 1418 olarak gösterilmiştir. Zaviyedeki türbede Kazerûnî tarikatının halifelerinden Karamanoğlu devri meşâyihindan Şeyh Hacı Hasan metfundur
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
2 Haziran 2016 Perşembe
Sinân-ı Ümmî Türbesi.antalya
Sinân-ı Ümmî Türbesi.antalya
Tam adı Yûsuf Sinân-ı Ümmî olup, daha çok “Ümmi Sinan” veya “Sinân-ı Ümmî” olarak tanınmıştır. Hüseyin Ayvansarayî (ö.1201/1787) Muhammed Nûru’ l –Arabî (ö.1305/1887) ve Bursalı Mehmed Tâhir’ in (ö.1924) onun adını Muhammed şeklinde yanlış vermelerinden dolayı bu hata bazı eserlerde günümüze kadar süregelmiştir. Elmalı’ da doğan Sinân-ı Ümmî’ nin doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, bazı verilerden hareketle, 1563-1567 yılları civarında doğduğu tahmin edilmektedir.
Kendi ismini de verdiği bir şiirinde doğup büyüdüğü Elmalı’ dan dan şöyle söz eder:
"İsm-i a’zam bî-nişân ü lâ-mekân şehrindedir.
Şehr-i Elmalı Ümmî Sinân okurlar adıma
Yine bir muhammesinin son bendinde de şöyle der:
Gerçi adımdır Sinân-ı Ümmî aceb dîvâneyim
Girmişem meydan-ı aşka baş açık merdâneyim
Aşk elinden câm-ı nûş ettim bugün mestaneyim
Hayr u şerden geçtiğimden sâkin-i meyhâneyim
Geçmezdim dildârın aşkından câna olsun vedâ"
Tahsil hayâtı ve âilesi hakkında pek bir bilgi sâhibi olamadığımız Yûsuf Sinân’ ın Şeyh Süleyman (Hakîrî) (ö.1128/1716) ve Selâmi Halil adında iki oğlunun bulunduğu ve her ikisinin de babasından hilâfet alarak tekke şeyhi oldukları bilinmektedir. Döneminde tarîkati ve tekkesiyle bir yandan halka belli seviyede dini bilgileri öğretmesinin yanında, tâlipleri tasavvuf yolunda irşâd etmiştir. Bir taraftan halka vaaz ve nasihatlerde bulunurken, diğer yandan tekkesinde müridleri Hakk’ a vuslata hazırlayan ahlâkî ve mânevi bir eğitim vemiştir. 25 Cemâziye’ l Âhir 1067 Salı gecesi / 9-10 Nisan 1657 târihinde Elmalı’ da vefât eden Sinân-ı Ümmî’ nin kabri, kendi adıyla anılan câmiin kıble tarafına bitişik konumdaki türbededir. 1926’ da yıktırılan eski türbenin yerine 1959 yılında yenisi yapılmış olup, günümüzde bir ziyâret yeri işlevini sürdürmektedir. Halvetiyye’ nin Ahmediyye kolu silsilesi, Yiğitbaşı Velî, Vâhib-i Ümmî ve şeyhi Eroğlu Nûri’ den sonra Sinân-ı Ümmî’ ye geçer. Her ne kadar bir kaynak, müridi Niyazî-i Mısrî’ nin tarikat silsilesini verirken, onun üstadını Emirzâde eş Şeyh Ahmed Efendi olarak veriyorsa da başka hiçbir eser bu bilgiyi doğrulamaktadır. Esâsen bizzat kendisi, manzum olarak yazdığı silsilenamesinde şeyhini Eroğlu Nûri olarak vermektedir.
Ol dahi fehm eyle Şemsüddin’ e telkin eyledi
Anın içün bu taikat ehlinin merdânıdır
Ol dahi Vehhâb-ı Elmalu’ ya telkin eyledi
Anın içün ol Muhammed nûrunun mihmânıdır
Ol dahi bil anı Eroğlu’ na telkin eyledi
Anın içün zatı Hak’ da erdiği rahmandır
Ol dahi bil kim Sinân Ümmî’ ye telkîn eyledi
Anın içün kurulan sâdıkların meydânıdır..
Kendi ismini de verdiği bir şiirinde doğup büyüdüğü Elmalı’ dan dan şöyle söz eder:
"İsm-i a’zam bî-nişân ü lâ-mekân şehrindedir.
Şehr-i Elmalı Ümmî Sinân okurlar adıma
Yine bir muhammesinin son bendinde de şöyle der:
Gerçi adımdır Sinân-ı Ümmî aceb dîvâneyim
Girmişem meydan-ı aşka baş açık merdâneyim
Aşk elinden câm-ı nûş ettim bugün mestaneyim
Hayr u şerden geçtiğimden sâkin-i meyhâneyim
Geçmezdim dildârın aşkından câna olsun vedâ"
Tahsil hayâtı ve âilesi hakkında pek bir bilgi sâhibi olamadığımız Yûsuf Sinân’ ın Şeyh Süleyman (Hakîrî) (ö.1128/1716) ve Selâmi Halil adında iki oğlunun bulunduğu ve her ikisinin de babasından hilâfet alarak tekke şeyhi oldukları bilinmektedir. Döneminde tarîkati ve tekkesiyle bir yandan halka belli seviyede dini bilgileri öğretmesinin yanında, tâlipleri tasavvuf yolunda irşâd etmiştir. Bir taraftan halka vaaz ve nasihatlerde bulunurken, diğer yandan tekkesinde müridleri Hakk’ a vuslata hazırlayan ahlâkî ve mânevi bir eğitim vemiştir. 25 Cemâziye’ l Âhir 1067 Salı gecesi / 9-10 Nisan 1657 târihinde Elmalı’ da vefât eden Sinân-ı Ümmî’ nin kabri, kendi adıyla anılan câmiin kıble tarafına bitişik konumdaki türbededir. 1926’ da yıktırılan eski türbenin yerine 1959 yılında yenisi yapılmış olup, günümüzde bir ziyâret yeri işlevini sürdürmektedir. Halvetiyye’ nin Ahmediyye kolu silsilesi, Yiğitbaşı Velî, Vâhib-i Ümmî ve şeyhi Eroğlu Nûri’ den sonra Sinân-ı Ümmî’ ye geçer. Her ne kadar bir kaynak, müridi Niyazî-i Mısrî’ nin tarikat silsilesini verirken, onun üstadını Emirzâde eş Şeyh Ahmed Efendi olarak veriyorsa da başka hiçbir eser bu bilgiyi doğrulamaktadır. Esâsen bizzat kendisi, manzum olarak yazdığı silsilenamesinde şeyhini Eroğlu Nûri olarak vermektedir.
Ol dahi fehm eyle Şemsüddin’ e telkin eyledi
Anın içün bu taikat ehlinin merdânıdır
Ol dahi Vehhâb-ı Elmalu’ ya telkin eyledi
Anın içün ol Muhammed nûrunun mihmânıdır
Ol dahi bil anı Eroğlu’ na telkin eyledi
Anın içün zatı Hak’ da erdiği rahmandır
Ol dahi bil kim Sinân Ümmî’ ye telkîn eyledi
Anın içün kurulan sâdıkların meydânıdır..
Aynı silsileyi daha sonra mensûr olarak tekrar yazan müridi Niyazi-i Mısrî, Uşak’ ta ilk karşılaşmasında söylediği beyitlerde Sinân-ı Ümmî’ den şöyle söz eder:
“Aşkın meyine ben kana geldim
Şevkin nârına hoş yana geldim
Şem-i tevhidi gördüm yakmışlar
Gitti karârım pervane geldim
…
Ümmi Sinân’ ın hâk-i pâyine
Sürmeğe yüzüm sultâna geldim
Yaramı bildim yârimden imiş
Bunda Niyâzî Lokman’ a geldim”
Bir başka şiirinde de şunları söyler:
“…Mâyenin zevkin alamaz şol kim
Şeyhi hak bilmez, yok riâyâtı
Şehr-i Elmalı, cânda bulmalı
Ümmi Sinan’ dır şöhret-i zatı
Hubbu cânımda, sırrı zatımda
Savar üstümden her beliyyatı
Şeyhini hak bil ey Niyazi kim
Pîr yüzündedir Hak hidâyâtı” Sinân-ı Ümmî’ nin Eroğlu Nûri’ ye intisâbı kesin olmamakla birlikte, Niyazi’ nin İrfan Sofraları adlı eserini istinsah eden halifesi Kârî-i Mısrî Mustafa Efendi’ nin kaydettiği bir nota göre, Halvetîlikte usûl sayılan yedi esmâyı Vahib-i Ümmî’ nin halifesi Mazhar Sultan’ dan ikmal eylemiştir. Sinân-ı Ümmî ile Niyazî-i Mısrî arasında geçen bazı menkıbevi hallerin yanı sıra, Elmalı’ da Sinân-ı Ümmî’ ye izafe edilen çeşitli menkıbeler de bulunmaktadır. Yıl 1655. Yani bundan 350 küsur yıl kadar önce… Günlerden Ramazan’ a bir gün kala… Yer Elmalı… Mehmed Mısri 39 yaşındadır. 9 yıl kadar şeyhi Sinân-ı Ümmî’ den irşad ve terbiye alan Mısri’ nin yine mürşidinin izniyle kısa bir süreliğine ayrıldığı Elmalı’ ya ikinci dönüşüdür. “-İyi ki döndün, evladım!” der, Ümmi Sinan Hz. : ”Ben de Ramazan’ ın ilk günü öğle namazı için câmiye gelen cemaate, orucun fazîletlerini lâyıkıyla anlatacak birini arıyordum. Artık sen vaaz edersin…” Ertesi gün, şeyhinin emrini yerine getirmek üzere, Elmalı’ nın Ulu Camii hükmündeki Ömer Paşa Camii’ ne doğru Sinân-ı Ümmî dergâhı’ ndan yola koyulmadan önce Mısri, mürşidinden destûr almak üzere huzuruna vardığında, dört can yoldaşını da (Kütahyalı Gülâboğlu Muhammed Askerî, Uşaklı Muslihuddin Mustafa, Ahmed Derviş ve Kütahyalı Çavdaroğlu Müfti Derviş) onun yanında bulur: “-Dört arkadaşın da seninle beraber gidip vaazını dinleyecek… Ha, aklımdayken (yanında duran somunu Mısri’ ye uzatarak) vaazdan sonra, camî avlusunda ki çeşme başında oturup, bu somunu suya katık eder, afiyetle yersin…” der, Ümmi Sinan. Her ne kadar bu emirden derin bir hayrete düşmüşse de Mısrî, bu yaşına gelinceye kadar, mürşid-i kâmilin emir ve tavsiyelerine hiç tereddütsüz, harfiyen ve derhal uyması gerektiğini; bu işin sonunda kendisinin hikmetini bilemeyeceği manevi bir fütuhatın gerçekleşebileceğini az buçuk öğrenmişti. Evet, bir Ramazan günü, hem de orucun faziletleri hakkında vaaz ettikten sonra, çıkıp cami avlusundaki çeşme başında ekmek yiyip içmek, olacak iş değildi. Mutlaka bir hikmeti olmalıydı; ama neydi? Demek ki, imtihanı gerçekten büyük olacaktı! Neden sonra zihnindeki tereddütleri atıp: “-Emredersiniz, Sultanım!” diyebildi. Oruçla ilgili, gönüllere nüfuz eden, dokunaklı ve etkileyici vaazı cemaat tarafından büyük bir dikkat, beğeni ve hayranlıkla dinlenen Mısri, camiden çıktıktan sonra, oruçlu olmasına rağmen mürşidinin emrini tereddütsüz yerine getirmeye koyulur: Şadırvana varır, tasını suyla doldurur ve yere bağdaş kurup oturur. Şeyhinin verdiği ekmeği yemeye başlar. Durumu görenler, onun zındıklığına hükmedip üzerine yürürler; türlü hakaretler ve tükürükler yağdırırlar. İş, onu tartaklamaya, sille tokat dayağa kadar varınca; olup biteni onun hemen yanı başında izlemekte olan dört can yoldaşı imdadına yetişir. Mehmed Mısri ortalarında olduğu halde beş can yoldaşı, Ümmi Sinan Dergâhı’ na uzanan yokuşu soluk soluğa tırmanırken, arkalarından da gazaba gelmiş kalabalık onları kovalamaktadır. Nihayet, ona en iyi cezayı şeyhinin vereceğini düşünerek dergâhın kapısına dayanan kalabalık, Sinân-ı Ümmî’ Hz.‘nin gür sesiyle irkilir:“-Demek Ramazan günü güpegündüz oruç bozmak, yiyip içmek ha! Bilerek oruç yemenin cezası nedir? İki ay oruç tutmak… Atın bunu hücresine! İki ay boyunca oruç tutacak!” Derviş Mehmed, sınavının ne denli çetin olduğunu işte o zaman anlamıştır. İki ay boyunca yemeden, içmeden çektiği tasavvufi riyazet ve mücâhede ile nefsinin son arzu, hevâ ve heves kırıntılarını da kazıyıp atmayı başarabilecek midir acaba? ! İki ayın sonunda Ümmi Sinan Hz. dört gözde müridini ve diğer dervişleri de yanına alarak Mısri’ nin hücresine gelir:
“-Mehmed Mısrî, nasılsın?” hitabına:
“-Sağlığınıza duacıyım şeyhim!” cevabını alan Ümmi Sinan Hz.:“-Bakıyorum da daha ölmemişsin (nefsin ölmemiş)! Sana kırk gün daha halvet, Mehmed Mısrî" buyurur. İmtihanın çetinliği bir kat daha artmıştır. Aynı minvâl üzere geçecek bir kırk günlük riyazete daha can mı dayanır? Dört can yoldaşının bundan hiçbir şüpheleri yoktu. Mısrî, bu çetin sınavı da başaracak ve nefsiyle giriştiği 100 günlük savaştan sapasağlam, belki de daha diri çıkacaktı. Buna yürekten inanıyorlardı. Eskiden beri o, kırkı günlük çile ve halvetin azlığından yakınmaz mıydı hep? ! Nihayet 100 günde doldu. Yüzüncü günün akşamı, namazdan sonra Sinân-ı Ümmî Hz. , doğruca Mısri’ nin hücresine yürüdü. Arkasında oğlu Süleyman, dört can yoldaşı, bütün dervişler ve en geride de durumu merak eden Elmalılar… Hücrede ses soluk yoktu, adeta. Ümmi Sinan Hz. , kapıyı hafifçe aralayıp içeri seslendi:“-Mehmed Mısrî, nasılsın? !” Üç kez aynı sesleniş… Ancak üçüncüsünden sonra, içeriden cılız bir inleme sesi duyulabildi: “-Hû!” herkes derin bir nefes almıştı. Sinân-ı Ümmî Hz. , kapıyı iyice açtı, yürüdü; arkasından da oğlu ve dört er onu takip etti. Mısri, kıbleye dönük, yüzükoyun yatıyordu. Başta şeyh hazretleri ve oğlu olmak üzere dört can yoldaşı atıldılar; onu tutup yerden kaldırdılar. Çok bitkin olan Derviş Mehmed’ in gözleri kapalıydı ve yürüyemiyordu. Şeyhi, o bilinen gür sesiyle: “-Yürü evladım Mehmed Mısri!” dedi. “-Ölmeden önce öldün, şükür! Yürü!” İlk gün sadece su içebildi Mısri, ertesi gün yoğurtlu çorba ve üçüncü gün bunun içine katılmış biraz ekmek içi… Üçüncü günden sonra gözleri açılmış, tam kendine gelebilmişti. Mısri halvete girdikten sonra şeyhi Sinân-ı Ümmî, kırk koyun aldırarak onları besiye çektirmişti. Dördüncü günden itibaren kırk gün boyunca birer birer kesilerek Niyazi’ ye, dervişlere ve hatta bütün Elmalı halkına kebap oldu, ziyafet oldu, bayram oldu… Niyazî-i Mısri, tıpkı Elmalı’ ya gelmeden önceki hayatında olduğu gibi, şeyhinin “-Yürü!” emrini verdiği o günden sonra da arayışına devam edecek, hep yürüyecekti. O cezbeli, coşkun, kabına sığmayan can için Anadolu toprakları bile dar gelecek ve nihayet ömrünü ege adalarından biri olan Limni’ de noktalayacaktı. Evet, Niyazî-i Mısrî bu çetin imtihandan alnının akıyla çıkmıştı. Elmalı’ da Ümmi Sinan Dergâh’ ında aldığı 9 yıllık manevi terbiyeyi, 100 günlük bu çetin, ama bir o kadarda faydalı ve erdirici oruç sınavını, halvet ve riyazet mücadelesini başararak taçlanmış; mürşidine kayıtsız şartsız teslimiyetin meyvelerini mânen devşirmiş ve icazetini şeyhinin elinden alıp Elmalı’ dan ayrılmıştı. O, alnının akıyla imtihanı başarmıştı; ama herkes, bu süreçte onun kadar başarılı mıydı acaba? ! Yolda dökülenler, tökezleyenler, yanlışa düşenler ve kaybedenler yok muydu? Tâ başa dönecek olursak: Ramazan günü ortalık yerde yiyip içen biri, işin iç yüzü araştırılmadan, sebebi sorulmadan, mutlaka azarlanmalı, yüzüne tükürülmeli, hakarete maruz bırakılmalı, tartaklanmalı, mıdır? Böyle yapmak, Müslümanlığın bir gereği midir? Ya da böyle yapmazsak Müslümanlıktan mı çıkarız? Nitekim, en çok sevdiği, en gözde müridini bu tür bir cilveyle ödüllendiren Sinan-ı Ümmi Hz.,görünürde onun cezasını, İslam’ ın kurallarına uygun bir şekilde “iki ay oruç tutmak” olarak ilan etmiş bunu vurgulamıştır. Ama işin iç yüzü göründüğü gibi değildir. Şeyh Hz. , takip eden kırk günde Mısrî’ nin tam kemale, manevi olgunluğa ermesi için, tasavvufi eğitim yöntemlerinden biri olan kırk günlük halveti uygulamıştır. Aslında bu, tatlı bir cilveleşmenin âdetâ ibretlik bir oyun halinde sergilenmesinden ibarettir.
“Aşkın meyine ben kana geldim
Şevkin nârına hoş yana geldim
Şem-i tevhidi gördüm yakmışlar
Gitti karârım pervane geldim
…
Ümmi Sinân’ ın hâk-i pâyine
Sürmeğe yüzüm sultâna geldim
Yaramı bildim yârimden imiş
Bunda Niyâzî Lokman’ a geldim”
Bir başka şiirinde de şunları söyler:
“…Mâyenin zevkin alamaz şol kim
Şeyhi hak bilmez, yok riâyâtı
Şehr-i Elmalı, cânda bulmalı
Ümmi Sinan’ dır şöhret-i zatı
Hubbu cânımda, sırrı zatımda
Savar üstümden her beliyyatı
Şeyhini hak bil ey Niyazi kim
Pîr yüzündedir Hak hidâyâtı” Sinân-ı Ümmî’ nin Eroğlu Nûri’ ye intisâbı kesin olmamakla birlikte, Niyazi’ nin İrfan Sofraları adlı eserini istinsah eden halifesi Kârî-i Mısrî Mustafa Efendi’ nin kaydettiği bir nota göre, Halvetîlikte usûl sayılan yedi esmâyı Vahib-i Ümmî’ nin halifesi Mazhar Sultan’ dan ikmal eylemiştir. Sinân-ı Ümmî ile Niyazî-i Mısrî arasında geçen bazı menkıbevi hallerin yanı sıra, Elmalı’ da Sinân-ı Ümmî’ ye izafe edilen çeşitli menkıbeler de bulunmaktadır. Yıl 1655. Yani bundan 350 küsur yıl kadar önce… Günlerden Ramazan’ a bir gün kala… Yer Elmalı… Mehmed Mısri 39 yaşındadır. 9 yıl kadar şeyhi Sinân-ı Ümmî’ den irşad ve terbiye alan Mısri’ nin yine mürşidinin izniyle kısa bir süreliğine ayrıldığı Elmalı’ ya ikinci dönüşüdür. “-İyi ki döndün, evladım!” der, Ümmi Sinan Hz. : ”Ben de Ramazan’ ın ilk günü öğle namazı için câmiye gelen cemaate, orucun fazîletlerini lâyıkıyla anlatacak birini arıyordum. Artık sen vaaz edersin…” Ertesi gün, şeyhinin emrini yerine getirmek üzere, Elmalı’ nın Ulu Camii hükmündeki Ömer Paşa Camii’ ne doğru Sinân-ı Ümmî dergâhı’ ndan yola koyulmadan önce Mısri, mürşidinden destûr almak üzere huzuruna vardığında, dört can yoldaşını da (Kütahyalı Gülâboğlu Muhammed Askerî, Uşaklı Muslihuddin Mustafa, Ahmed Derviş ve Kütahyalı Çavdaroğlu Müfti Derviş) onun yanında bulur: “-Dört arkadaşın da seninle beraber gidip vaazını dinleyecek… Ha, aklımdayken (yanında duran somunu Mısri’ ye uzatarak) vaazdan sonra, camî avlusunda ki çeşme başında oturup, bu somunu suya katık eder, afiyetle yersin…” der, Ümmi Sinan. Her ne kadar bu emirden derin bir hayrete düşmüşse de Mısrî, bu yaşına gelinceye kadar, mürşid-i kâmilin emir ve tavsiyelerine hiç tereddütsüz, harfiyen ve derhal uyması gerektiğini; bu işin sonunda kendisinin hikmetini bilemeyeceği manevi bir fütuhatın gerçekleşebileceğini az buçuk öğrenmişti. Evet, bir Ramazan günü, hem de orucun faziletleri hakkında vaaz ettikten sonra, çıkıp cami avlusundaki çeşme başında ekmek yiyip içmek, olacak iş değildi. Mutlaka bir hikmeti olmalıydı; ama neydi? Demek ki, imtihanı gerçekten büyük olacaktı! Neden sonra zihnindeki tereddütleri atıp: “-Emredersiniz, Sultanım!” diyebildi. Oruçla ilgili, gönüllere nüfuz eden, dokunaklı ve etkileyici vaazı cemaat tarafından büyük bir dikkat, beğeni ve hayranlıkla dinlenen Mısri, camiden çıktıktan sonra, oruçlu olmasına rağmen mürşidinin emrini tereddütsüz yerine getirmeye koyulur: Şadırvana varır, tasını suyla doldurur ve yere bağdaş kurup oturur. Şeyhinin verdiği ekmeği yemeye başlar. Durumu görenler, onun zındıklığına hükmedip üzerine yürürler; türlü hakaretler ve tükürükler yağdırırlar. İş, onu tartaklamaya, sille tokat dayağa kadar varınca; olup biteni onun hemen yanı başında izlemekte olan dört can yoldaşı imdadına yetişir. Mehmed Mısri ortalarında olduğu halde beş can yoldaşı, Ümmi Sinan Dergâhı’ na uzanan yokuşu soluk soluğa tırmanırken, arkalarından da gazaba gelmiş kalabalık onları kovalamaktadır. Nihayet, ona en iyi cezayı şeyhinin vereceğini düşünerek dergâhın kapısına dayanan kalabalık, Sinân-ı Ümmî’ Hz.‘nin gür sesiyle irkilir:“-Demek Ramazan günü güpegündüz oruç bozmak, yiyip içmek ha! Bilerek oruç yemenin cezası nedir? İki ay oruç tutmak… Atın bunu hücresine! İki ay boyunca oruç tutacak!” Derviş Mehmed, sınavının ne denli çetin olduğunu işte o zaman anlamıştır. İki ay boyunca yemeden, içmeden çektiği tasavvufi riyazet ve mücâhede ile nefsinin son arzu, hevâ ve heves kırıntılarını da kazıyıp atmayı başarabilecek midir acaba? ! İki ayın sonunda Ümmi Sinan Hz. dört gözde müridini ve diğer dervişleri de yanına alarak Mısri’ nin hücresine gelir:
“-Mehmed Mısrî, nasılsın?” hitabına:
“-Sağlığınıza duacıyım şeyhim!” cevabını alan Ümmi Sinan Hz.:“-Bakıyorum da daha ölmemişsin (nefsin ölmemiş)! Sana kırk gün daha halvet, Mehmed Mısrî" buyurur. İmtihanın çetinliği bir kat daha artmıştır. Aynı minvâl üzere geçecek bir kırk günlük riyazete daha can mı dayanır? Dört can yoldaşının bundan hiçbir şüpheleri yoktu. Mısrî, bu çetin sınavı da başaracak ve nefsiyle giriştiği 100 günlük savaştan sapasağlam, belki de daha diri çıkacaktı. Buna yürekten inanıyorlardı. Eskiden beri o, kırkı günlük çile ve halvetin azlığından yakınmaz mıydı hep? ! Nihayet 100 günde doldu. Yüzüncü günün akşamı, namazdan sonra Sinân-ı Ümmî Hz. , doğruca Mısri’ nin hücresine yürüdü. Arkasında oğlu Süleyman, dört can yoldaşı, bütün dervişler ve en geride de durumu merak eden Elmalılar… Hücrede ses soluk yoktu, adeta. Ümmi Sinan Hz. , kapıyı hafifçe aralayıp içeri seslendi:“-Mehmed Mısrî, nasılsın? !” Üç kez aynı sesleniş… Ancak üçüncüsünden sonra, içeriden cılız bir inleme sesi duyulabildi: “-Hû!” herkes derin bir nefes almıştı. Sinân-ı Ümmî Hz. , kapıyı iyice açtı, yürüdü; arkasından da oğlu ve dört er onu takip etti. Mısri, kıbleye dönük, yüzükoyun yatıyordu. Başta şeyh hazretleri ve oğlu olmak üzere dört can yoldaşı atıldılar; onu tutup yerden kaldırdılar. Çok bitkin olan Derviş Mehmed’ in gözleri kapalıydı ve yürüyemiyordu. Şeyhi, o bilinen gür sesiyle: “-Yürü evladım Mehmed Mısri!” dedi. “-Ölmeden önce öldün, şükür! Yürü!” İlk gün sadece su içebildi Mısri, ertesi gün yoğurtlu çorba ve üçüncü gün bunun içine katılmış biraz ekmek içi… Üçüncü günden sonra gözleri açılmış, tam kendine gelebilmişti. Mısri halvete girdikten sonra şeyhi Sinân-ı Ümmî, kırk koyun aldırarak onları besiye çektirmişti. Dördüncü günden itibaren kırk gün boyunca birer birer kesilerek Niyazi’ ye, dervişlere ve hatta bütün Elmalı halkına kebap oldu, ziyafet oldu, bayram oldu… Niyazî-i Mısri, tıpkı Elmalı’ ya gelmeden önceki hayatında olduğu gibi, şeyhinin “-Yürü!” emrini verdiği o günden sonra da arayışına devam edecek, hep yürüyecekti. O cezbeli, coşkun, kabına sığmayan can için Anadolu toprakları bile dar gelecek ve nihayet ömrünü ege adalarından biri olan Limni’ de noktalayacaktı. Evet, Niyazî-i Mısrî bu çetin imtihandan alnının akıyla çıkmıştı. Elmalı’ da Ümmi Sinan Dergâh’ ında aldığı 9 yıllık manevi terbiyeyi, 100 günlük bu çetin, ama bir o kadarda faydalı ve erdirici oruç sınavını, halvet ve riyazet mücadelesini başararak taçlanmış; mürşidine kayıtsız şartsız teslimiyetin meyvelerini mânen devşirmiş ve icazetini şeyhinin elinden alıp Elmalı’ dan ayrılmıştı. O, alnının akıyla imtihanı başarmıştı; ama herkes, bu süreçte onun kadar başarılı mıydı acaba? ! Yolda dökülenler, tökezleyenler, yanlışa düşenler ve kaybedenler yok muydu? Tâ başa dönecek olursak: Ramazan günü ortalık yerde yiyip içen biri, işin iç yüzü araştırılmadan, sebebi sorulmadan, mutlaka azarlanmalı, yüzüne tükürülmeli, hakarete maruz bırakılmalı, tartaklanmalı, mıdır? Böyle yapmak, Müslümanlığın bir gereği midir? Ya da böyle yapmazsak Müslümanlıktan mı çıkarız? Nitekim, en çok sevdiği, en gözde müridini bu tür bir cilveyle ödüllendiren Sinan-ı Ümmi Hz.,görünürde onun cezasını, İslam’ ın kurallarına uygun bir şekilde “iki ay oruç tutmak” olarak ilan etmiş bunu vurgulamıştır. Ama işin iç yüzü göründüğü gibi değildir. Şeyh Hz. , takip eden kırk günde Mısrî’ nin tam kemale, manevi olgunluğa ermesi için, tasavvufi eğitim yöntemlerinden biri olan kırk günlük halveti uygulamıştır. Aslında bu, tatlı bir cilveleşmenin âdetâ ibretlik bir oyun halinde sergilenmesinden ibarettir.
Labels:
Sinân-ı Ümmî Türbesi.antalya
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
KÜTAHYA AKÇAALAN BELDESİ TÜRBELERİ
KÜTAHYA AKÇAALAN BELDESİ TÜRBELERİ
Yaşlılar köyün batısına Datçaalanı diyorlar. Datçaalanı köyün ilk kurulduğu yer imiş. Yine yaşlılar Akçaalan’ı üç kabilenin kurduğunu, bunların: 1)Yörükler 2) Abdallar 3) Türkmenler olduğunu söylüyorlar. Yörükler köy kurulalı beri Sünni geleneği sürdürüyorlarmış. Köy içindeki yerleşim saydığımız kümelere göre değil. Yörük, Abdal , Türkmen her sokakta karışık oturuyorlar. Karşılıklı kız alıp veriyorlar. Türkmen ve Abdal diye adlandırılan gruplar Alevi. Köyde Karadonlu Can Baba türbesinin dışında çok sayıda türbe , mâkam ve ziyaret yeri var. Akçaalan’lı Aleviler Işık Ali ocağına bağlı olduklarını söylüyorlar. Işık Çakır’ın türbesi ise Kütahya Hisarcık ilçesi Işıkçakır köyünde . Işık Çakır Hacı Bektaş dergahına bağlı diyorlar.
Akçaalan Beldesindeki Türbeler
1) Karadonlu Can Baba
Akçaalan Beldesindeki Türbeler
1) Karadonlu Can Baba
Beldenin Doğu tarafı girişinde Kasaba mezarlığına bitişik Karadonlu Cihan Baba Türbesi bulunmaktadır. 1970 Gediz depreminde hasar gören türbe ve çevresi Hacı Mustafa TANRIKULU önderliğinde yeniden imar ve inşa edildi. Daha sonraları imece usulü, Akçaalan Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği tarafından türbe etrafına çeşitli sosyal tesisler yapıldı.
Türbenin yanında bulunan ardıç ağacı türbenin simgesi haline gelmiştir, ve denilir ki; Ardıç ağacının dikilmesiyle kasaba yerleşiminin başladığına kanaat getirilmiş. Fakat ardıç ağacının yeşil halini ne gören ne duyan olmaması kasabanın tarihinin çok eski zamanlara dayandığını kanaatini güçlendirmiş ve kasabanın simgesi haline gelmiştir. Ardıç ağacının kurumuş hali korumaya alınmıştır.
Ardıç ağacının kurumuş köklerinin etrafında bulunan çeşmenin kırk gözlü taş çanaklarından içilen suyun korku sonucu olan rahatsızlıklara iyi geldiği söylenmektedir.
Karadonlu Cihan Baba, Hacı Bektaş Veli’nin dergahında postnişinlik yapmış ve Gediz ve çevresinde İslamiyetin yayılmasına yardımcı olmuş, bir savaş sırasında şehit edilerek şimdiki bulunduğu yere defnedilmiş Veli bir zattır.
Karadonlu Cihan Babanın mezarının birden fazla yerde olduğu söylenmektedir.
Kore savaşında Türk Askerlerine yardım ettiğinden ve Cihan Baba kendi ağzından yaşadığı yeri askerlere tarif ettiği ve yardım alan askerlerin Cihan Baba’ya savaş sonrası teşekkür etmeye geldiklerinde şaşkınlıkla Türbe ile karşılaştıklarını ve şok olduklarını kasaba halkı anlatır durur.
2) Doğru Baba
Türkiye’nin genel dini yapısı gereğince nasıl ki bazı istek ve umutlar için Türbelerde kurban kesilir ve adaklar yapılırsa bu gelenek ve görenekler Akçaalan kasabasında devam etmektedir. Her sene kurbanların kesilip adakların yapıldığı bu diğer türbe Akçaalan kasabasına 3 Km. uzaklıkta bulunan Doğru Gazi Türbesidir. Türbenin bulunduğu alanın tamamı meşe ağaçlarıyla çevrili 40 dönümlük bir mevkiii kaplamakta olup, yaz aylarında, bol suyunun olduğu bu tepeye gelinerek hem türbe ziyareti yapılır hem de kebaplar çevrilerek piknik yapılır. Doğru Gazi tepesinden çevreye bakılınca tüm köy ve kasabalar görülmekte ve gün batımı seyretmenin tadına doyulmayan ender mesire alanlarından biridir. Akçaalan Muharebesinde ve Doğru (GAZİ) Baba Türbesine Ait Anlatılan Hikaye ; Bu tepenin eteklerinde Yunan Kuvvetleri ile çarpışa sırasında, düşman kuvvetleri bozguna uğramış ve kaçarlarken 11 kişilik düşman süvarisi arkalarına bakmışlar, bir de ne görsünler, yalnız bir Türk kahramanı var. Hemen geri dönmüşler, Doğru Gaziye hücum etmişler, orada bir saatten fazla savaşmışlar. Doğru Gazi bunlardan yedi düşman askerini öldürmüş, fakat kendisi de tan yedi yara almış artık kılıç sallayacak takati kalmayınca şimdiki yattığı tepeye doğru, sarp ve dik yerlerden çıkmaya başlamış.Bir aralık sağ kalan dört düşman askeri Gaziye yaklaşmışlar, tam o sırada yaralı cengaverimizin eyerinin kolanı kopmuş, eyer atın sırtından kaymış, kendisi de yere düşmüş, eyeri almaya, kolanı bağlamaya da vakit kalmamış, hemen silkinip bir elle kanlı kılıncına dayanmış, bir elini göğe kaldırmış, önce çok sevdiği eyeri için şu duayı okumuş;
BULANDI GÖZLERİM, DALDI UMMANA
YA EĞER! TAŞ KESİL KALMA DÜŞMANA
YOLLANDIM GİDERİM, ULU RAHMAN'A..
YA EYER! TAŞ KESİL KALMA DÜŞMANA !
ALLAHIN HERŞEYE KADİRSİN KADİR
EYERİ DÜŞMANIN GÖZÜNDEN YETİR !
ÖZÜNDEN BİRİNCİ DİLEĞİM BUDUR
YA EYER TAŞ KESİL KALMA DÜŞMANA !
duası biter bitmez eyer hemen taş kesilip kayalara yapışmış ve duası Allah katında kabul olmuştur.
Eyer taş kesildiği tepede o zamanki yerinde halen durmaktadır.
3) Ali Baba
3) Ali Baba
Kayacık Kasabası karşı tepesinde bulunmaktadır.
4) Namaz Dağı
5) Tekke
6) Meyis Dede
7) Pir Mahmut (Mehmet –Ahmet)
Beldenin Kuzeyinde ve Dere Sevindik köy yolu üzerinde bulunmaktadır
8) Araplar Tekkesi (Âşık Paşa Köyü Yakınında)
9) Tuzla Dede
Ziyaret Yerleri
KAPSAL EBE : Doymak Mevkiinde bir taş yığınının bulunduğu yerin adı. Kapsal Ebe askerlere su taşıyan , genç, güzel ve ermiş bir kadındır. Akçaalan’da her ziyaret yerinden bir sülale sorumlu. Kapsal Ebe ziyaret yerine Taşkınlar sülalesi bakıyormuş. “Kapsal Ebe su başında oturur, /Her geleni ayağına getirir” dizeleri Akçaalan’lı canların bugün de semahlarında geçiyor.
SARI KIZ : 1970 Depreminde yıkılan Semitler köyünün batısında Sarı Kız denilen mevkiide Sarı Kız adlı bir ziyaret yeri var. Ziyaret yeri bir taş yığını, bir çeşme ve meşelikten ibaret. Sarı Kız ziyaret yerinin birkaç yüz metre doğusunda Akçaalanlı'ların Madan Dede adını verdikleri bir taş yığını var. Sarı Kız söylenceye göre kendi ziyaret yeri ile Madan Dede ziyaret yeri arasında dolaşan genç ve güzel bir kızmış. Gediz Çayının çıktığı bu mevkiide , çıplak olarak suya girip kaybolmuş. Eğer bir çocuk Sarı Kız ziyaret, yanında uyursa Sarı Kız o çocuğu çalarmış yani çocuk ölürmüş. Çocukları çalınmasın diye anneler burada çocuk uyutmazlarmış. Akçaalanlı'lar her güz diğer türbe ve ziyaret yerlerine yaptıkları gibi Sarı Kız’a da adaklar adar kurbanlar keserlermiş. Ayrıca Hıdırellez’i de burada, Sarı Kız’ın makamında kutlarlarmış. Ama gördüğüm kadarıyla Malatya Hekimhan’da , Antalya Karatepe’de , Kayseri Sarı Kız’da, Domaniç Sarı Kız’da, Kaz Dağları'nda ve Anadolu’nun daha bir çok yerinde olduğu gibi Sarı Kızımız hep yalnız. Ayrıca Gediz’în Murat Dağında bir kaplıcaya da Sarı Kız deniyormuş. Akçaalan’a Sarı Kız’ın ruhu sinmiş. Köyün içinde Doğru Gazi Caddesi yakınlarında bir evin duvarında mum yakılan oyuk için de Sarı Kız mekanı diyorlar. Bu mekan yeri Sarı Kız’ın asıl mekan yeri bilinmez ama Anadolu insanının sevecen yüreğinde hayli çok mekan yeri var. Bu oyuğun bulunduğu ev 1970 depreminde yıkılmış. Sarı Kız yaşayan Akçaalanlı'ların sık sık düşlerine girdiği için onlar da devamlı adak adar kurban keserlermiş. Sarı Kız’ın bir tarafında Madan Dede bir tarafında da Mehmet Dede ziyaret yerleri var. Onlar da birer meşe koruluğu. Sarı Kız ziyaret yerine Akçaalanlı Karaloğlan ile kaplı Karaaliler bakıyorlarmış. Akçaalanlılar koruyup kollasalar , onlardan medet bekleseler de , adaklar adayıp, kurbanlar kestikleri ziyaretler yerlerinin çoğunun dününü unutmuşlar. Acı gerçek bu. Köy içinde ve çevresinde her koruluk , her ulu ağaç bir dede adı taşıyor. Dede adıyla doğayı korumanın ne güzel örneği bu. Çevreciler de koruluklara birer eren adı bulsalar iş kolaylaşacak gibi.
Akçaalan’da 15 ziyaret yerinin hiçbirisinde mezar ya da türbe yok. Bu da biz de, bu köyde yaşayan ve sevilen , toplum üzerinde iz bırakan dedelerin anısı yaşasın diye bir ulu ağacın , bir koruluğun korunduğu kanısını uyandırıyor. Böylece o dedenin adı ile birlikte doğal çevre de korunmuş ve yaşatılmış oluyor. İşte zaman zaman zındık ve mühlit sayılan Anadolu Kızılbaşlarının bulduğu Hak’ça ve Halk’ça güzel bir çözüm.
Buralara dokunan iflah olmuyor, dertten kurtulmuyor.
SELVİ YEREN : Büyük olasılıkla Yaren sözcüğünün değişmesi ile oluşsa gerek. Akçaalan- Yeşilova arasında bir taş yığını ve Ulu çam ağaçları
KARAARDIÇ : Semitler mevkiinde ulu bir ardıç ağacının çevresindeki meşelik
HÜSEYİN DEDE : Yine Semitler mevkiinde yaşlı çam ve meşe ağaçları.
BALIPBA DEDE : Yayla mevkiinde , çam ve meşe ağaçları arasındaki taş yığını
YEREN DEDE (YAREN): Akçaalan’da iki ayrı yerde Yeren Dede adlı ziyaret yeri var. Birisi köy içinde köy girişinde diğeri köyün güneyinde Selim yaylasına yakın bir yerde çam ağaçları ve taş yığını. Akkaya köyü yakınlarında üçüncü bir Yeren Dede ziyaret yeri olduğunu da söylüyorlar. Güçlü Ahi’lik bağı olasılığı akla geliyor.
HARDAL DEDE : Hanım Bunarı (pınarı) mevkiinde çam ağaçları arasında bir taş yığını.
HACİM DEDE : Hanım Pınarı yakınındaki çam ağaçları arasıdaki taş yığını.
SALIF DEDE : Semitler mezarlığında meşelik içinde bir taş yığını.
ILDIRŞIK DEDE : Batak deresi mevkiinde çam ağaçları arasında bir taş yığını.
KIRAN DEDE : Köyün batı ucunda yaşlı bir çam ağacı ve taş yığını.
DOĞRU GAZİ : Türkistan’dan Anadolu’ya gelen
Türkmenlerden asıl adı Kara Bali olan Murat Gazi Gediz yakınlarındaki Murat Dağında bir türbede gömülüdür. Murat Dağında şehit olmuştur. Germiyanoğulları’nın Beyi Umur Bey’e bağlı birlikler Balca Ovası’nda Bizans Nikola ile yapılan bu savaş ,Akçaalan ve Çayköy yöresinde yapılmıştır. Gediz’in alınması sırasında bir ulu olarak yaşayan. Türkmen Velisi’dir Doğru Gazi. Bu savaşta 10’dan fazla Bizanslı savaşçının arasında kalan Doğru Baba var gücü ile savaşır ancak yaralanır. Yaralı ve bitkin bir halde kan kaybederken
Hacı Bektaş Veli’yi düşte görür gibi sisler arasında görür. Melekler Doğrul Baba’yı Doğru Baba Dağı’nın zirvesine götürür ve gömerler. Türbesi o tepenin başındadır. Akçaalan’ın merkezinde Tekke adlı bir türbe bulunmaktadır. Bu Türbede yatan eren kişi Haydar Gazi’dir. Türbenin duvarında Doğru Gazi sokak levhası bulunur. Akçaalan’lılara doğruya Doğru Gazi’nin yolundan gidilir der gibi türbenin köşesini süslüyor o levha...
BİR SEYYAH GÖZÜYLE AKÇAALAN.ALINTIDIR.
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Kaşıkçı Dede (Kaşıklı Dede)çanakkale
Çanakkale İli Eceabat İlçesi Kilitbahir Köyü’ndeki Kalelerin yapımında çalışan insanların yemek yemesi için gerekli olan kaşıklarda sorumlu kişi olduğu sanılmaktadır.
Devamlı üzerinde dikili vaziyette kaşık bulunan bir kabirdir.Konuşamayan yada geç konuşan çocuklar için kabir üzerinden bir kaşık alınıp yerine bir başka kaşık konursa ve alınan kaşıkla çocuğa yemek yedirilirse çocuk konuşur.Bu inanç bilinmeyen bir zamandan beri devam etmektedir. Memleketin dört bir yanından yoğun bir ziyaretçisi vardır.
Devamlı üzerinde dikili vaziyette kaşık bulunan bir kabirdir.Konuşamayan yada geç konuşan çocuklar için kabir üzerinden bir kaşık alınıp yerine bir başka kaşık konursa ve alınan kaşıkla çocuğa yemek yedirilirse çocuk konuşur.Bu inanç bilinmeyen bir zamandan beri devam etmektedir. Memleketin dört bir yanından yoğun bir ziyaretçisi vardır.
Aklına gelir ve yolu üzerindeki kilitbahir köyüne uğrar o nur yüzlü ihtiyarı bir göreyim der.Bir kaç kişiye sorar.Sorduğu şahıslar köyde öyle birisinin olmadığını söylerler.Sonra yaşlı bir köylü Ladikli Ahmetin imadına yetişir.Ahmet duydukları karşısında donup kalır.Duyduğu şeyler öyle kolay kolay inalınacak cisten şeyler değildir.
Çünkü kaşıklı dede oralı olmasına oralıdır da kilitbahirde evi değil yüzlerce sene önce yatırıldığı mezarı vardır sadece! Öğrenirki kaşıklı dede bir Allah dostu olup ermiş bir kişidir. Kaşıklı dedenin 1462 yılında Fatih sultan Mehmet KİLİT BAHİR kalesini yaptırırken fatihin askerlerine nefis yemekler yapan aşçıbaşı olduğunu öğrenir.Fatih Sultan Mehmedin çok sevdiği ve ondan çok dua alan Kaşıkçı dede ölüncede buraya defnedilir.
Ladikli Ahmet uyanık bir delikanlıdır.Kaşıkçı dedenin kabri başına gelir ve şöyle der.
“testiyide suyuda senide anladım der.Demekki bu savaşta dedenin mesleğine uygun bir iş
verilmiş diye düşünür.Savaş hatıratlarına bakıldığı zaman Türklerin su ile ilgili bir sıkıntısına rastlanmamaktadır.Düşman askerlerinin hatıratlarına bakıldığı zaman susuzluk konusunda çok feryat ettikleri görülmektedir.
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
HAYDAR BABA TÜRBESİ
HAYDAR BABA TÜRBESİ
HAYDARPAŞA..KADIKÖY
Türbe, eski Haydarpaşa Mesiresi'nde ve şimdiki Haydarpaşa tren istasyonunun hemen arkasında demir yolları arasındadır. Bu açık türbe, halk arasında, Haydar Baba Türbesi adıyla bilinmesine rağmen, türbede medfun olan kişi, Abdullah isimli bir zattır.
Türbe, eski Haydarpaşa Mesiresi'nde ve şimdiki Haydarpaşa tren istasyonunun hemen arkasında demir yolları arasındadır. Bu açık türbe, halk arasında, Haydar Baba Türbesi adıyla bilinmesine rağmen, türbede medfun olan kişi, Abdullah isimli bir zattır.
Türbe yakıştırma adını, Haydar Paşa'nın (öl. 1595) Kanunî devrinde (1520-1566) yaptırmış olduğu ve sonra kendi adı ile anılan 'Hadâik-i Sultaniye' den almıştır. Bu padişah bahçesinin ortasında, adını yine bahçeyi yaptıranın isminden alan, Mehmet Efendi'nin, Haydar Paşa Camii ismiyle anılan bir camii vardı. Türbe işte bu camiin yanında idi.
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
FENÂYÎ ALİ EFENDİ TÜRBESİ ÜSKÜDAR
FENÂYÎ ALİ EFENDİ TÜRBESİ
ÜSKÜDAR
Türbe, Çavuşbaşı Semtinde ve Boybeyi Sokak üzerindeki Fenâyî Tekkesi Mescidi avlusundadır.
Türbe, Çavuşbaşı Semtinde ve Boybeyi Sokak üzerindeki Fenâyî Tekkesi Mescidi avlusundadır. 1281 (1864) tarihinde, Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa'nın eşi Mısırlı Zeynep Hanım tarafından bir sene evvel vefat edip bu tekkenin hazîresine gömülen, annesinin ruhu için, cami ile beraber ihya etmiştir.
Türbe ve camiin tamirine annesi tarafından başlandığı fakat onun ani vefatı üzerine Zeynep Hanım tarafından tamamlandığı rivayet edilmektedir. Dikdörtgen şeklindeki türbe, sekiz köşelidir. Duvarları kârgir, çatısı ahşap olup içten hafif kubbelidir. İçinde 1158 (1745) tarihinde vefat eden Şeyh Fenâyî Ali Efendi'nin ahşap sandukası bulunmaktadır. Pek harap durumda iken, 1990 senesinde mükemmel surette yeniden yapılmış ve sandukası önüne de 16 mısralı bir manzume yerleştirilmiştir. Fenâyî Ali Efendi 1123 (1711)'de Sadrazam Baltacı Mehmet Paşa idaresindeki Osmanlı Ordusuna müridleriyle beraber katılarak Prut Seferi'ne iştirak etmiştir. Bu Osmanlı-Rus savaşı sırasında kendisinin ve dedegânın taşıdığı bayraklardan biri vefatından sonra sandukası üzerine serilmiştir. Bu bayrak ve gönderleri bugün de türbesindedir. Türbenin sol tarafındaki duvar üzerine 1062 (1652) tarihli ve kitâbeli Kâbe-i Muazzama'nın, bir büyük çini üzerine yapılmış resmi yerleştirilmiştir.
Bunun ve tavanı süsleyen 10 kollu avizenin Zeynep Hanım tarafından hediye edildiği söylenmektedir. Bunlardan ayrı olarak Ali Efendi'nin kullandığı el değirmeni de bir sepet içinde muhafaza edilmektedir. Fenâyî Ali Efendi, Hüseyin adlı bir zatın oğlu idi. Manisa'ya hicretinde Hâki Baba Mahallesi'ndeki bir evde oturmuş ve bu mahallede bir de cami yaptırmıştı. Vakfının ilk mütevellisi Ahmet oğlu Mehmet namında biri idi. Onun vefatından sonra, Üsküdar'daki tekkenin şeyhlerinin vakfın mütevellisi olmaları şartı vardı.
Vakfiye, 15 Şaban 1120 (30 Ekim 1708) tarihlidir. Manisa'daki Fenâyî Camii bugün de mevcut olup, şehir merkezinden oldukça uzaktır. İzmir Caddesi ile Koparan Sokağı'nın birleştiği yerde iken 1961'de yeniden yapılmış ve eski şirin durumu ile bir alâkası kalmamıştır. Kitâbesi ve hazîresi yoktur. Önünde, kitâbesi bulunmayan, Yaylasuyu Çeşmesi mevcuttur. Suyu, karşısındaki dağın Seyiryeri'nden gelmektedir. Burası, Bursa'nın Bakacak'ı gibidir. Cami civarında Çınarlıkuyu Kırkahvesi bulunmaktadır.
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
ASADAR BABA TÜRBESİ..üsküdar
ASADAR BABA TÜRBESİ..üsküdar
Bu açık türbe, Bülbüldere semtinde ve Feyziye Camii'nin avlusu yanında ve Selânikliler Sokağı'nın sol tarafında ve iki çatallı ulu bir çınar ağacının yanındadır.
Bu açık türbe, Bülbüldere semtinde ve Feyziye Camii'nin avlusu yanında ve Selânikliler Sokağı'nın sol tarafında ve iki çatallı ulu bir çınar ağacının yanındadır. Türbede Celvetî sikkeli bir şâhide bulunmaktadır. Üzerinde şu kitâbe vardır:
Asadar Baba Pir Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri'nin Asadarı. Lillâhi'l-Fatiha Sene 1038 (1628-29) Türbenin etrafını beton bir vibet çevirmiş olup hâlâ ziyaret edilir. Hüdâyî Hazretleri, 3/4 Safer 1038 (2/3 Ekim 1628) tarihinde vefat ettiğine göre, esas ismini bilmediğimiz Asadar Baba'nın da aynı yılda vefat ettiği anlaşılmaktadır.
Eskiden "yürümesi geç kalmış çocuklar getirilip etrafında gezdirilir, bu ziyaretten sonra yürüdükleri" söylenirdi. Bu ulu çınarın altında 1908 tarihinden evvel bayram yeri kurulurdu.
Labels:
ASADAR BABA TÜRBESİ..üsküdar
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
FATMA HANIM SULTAN TÜRBESİ üsküdar
FATMA HANIM SULTAN TÜRBESİ
üsküdar
Bu muhteşem açık türbe, Hüdâyî Aziz Mahmud Efendi Camii'nin sağ tarafında ve kesme taş bir kaide üzerindedir. Devrinin güzel bir örneği olan türbe, kare plânlı ve sekiz poligonal mermer sütunludur.
Bu muhteşem açık türbe, Hüdâyî Aziz Mahmud Efendi Camii'nin sağ tarafında ve kesme taş bir kaide üzerindedir. Devrinin güzel bir örneği olan türbe, kare plânlı ve sekiz poligonal mermer sütunludur. Sütun başlıkları baklavalıdır. Sütunların arası güzel desenli pirinç şebekedir. Şebekelerin üzerinde sütunlara bindirilmiş mermer ayna taşları vardır. Bu taşların üzerinde ve köşelere yakın yerde kabartma rozetler bulunmaktadır. Buraya bir de güneş saati yerleştirilmiştir.
Türbenin üzeri demir kafestir. Hiç bir yerinde kitâbesi yoktur. Mezarlık tarafına açılan kapısı yine pirinçtendir. 1894 zelzelesinde türbenin taşları yerinden oynamış ve bu yüzden sütun başları hizasında demir bir kuşak geçirilmiştir. Türbenin sağ tarafında, İzzi Efendi'nin küçük açık türbesi ile Sadrazam Rusçuklu Hasan Paşa'nın kabri vardır. Türbede, Kaya Sultan'ın 1140 (1727-28) tarihinde vefat eden kızı Fatma Sultan medfundur. Fatma Hanım Sultan'ın annesi Kaya Sultan, IV. Murat'ın kızıdır. 1632'de dünyaya gelmiş ve henüz 14 yaşının içinde iken 1646'da Melek Ahmet Paşa ile evlendirilmiştir.
İlk çocuğu AŞfe Hanım Sultan'ı 1649'da dünyaya getirmiştir. 1064 (1653-54) tarihinde küçük yaşta vefat eden AŞfe Hanım Sultan, Şehzadebaşı Camii hazîresine gömülmüştür. Kocası ile çok mesut bir hayat süren Kaya Sultan, fazla heyecandan 1655 tarihinde Üsküdar'da Paşalimanı mevkiindeki muhteşem sarayında 7 aylık çocuğunu düşürmüş ve bu düşük çocuk Mihrimah Sultan Camii avlusundaki türbeye gömülmüştür. (Mihrimah Sultan Camii Türbesi bahsine bakınız.) 15 Şubat 1659 tarihinde Eyüp'teki yalısında Fatma Hanım Sultan'ı doğururken, son kalması neticesinde, cahil ebelerin elinde feci surette can vermiş ve Eyüp'ten kayık ile getirilen cenazesi "Ayasofya türbelerinden, kilisenin eski vaftizhanesi olan ve sonradan cami yağhanesi halinde kullanılan kubbeli binaya, Sultan I. Mustafa (öl. 1639) ve Sultan İbrahim'in (1640-1648) yanına gömülmüştür. Yanında, Üsküdar'da bir sarayı bulunan Bayram Paşa'nın eşi Hanzâde Sultan'ın sandukası vardır.
Fatma Hanım Sultan, 68 yaşında olduğu halde, annesinden intikal eden sarayında vefat ederek bu türbeye gömülmüştür. Sicill-i Osmânî'de ve diğer kaynaklarda adı yazılı değildir. Hayatı hakkında da bir bilgimiz yoktur. Kaya Sultan'ın 1657-1661 tarihlerinde vefat ettiği ileri sürülmüştür ki, yanlıştır. Evliya Çelebi eserinde, Melek Ahmet Paşa'nın Kaya Sultan'ın vefatından 20 gün sonra Padişah tarafından Bosna Eyaleti'yle İstanbul'dan uzaklaştırıldığını ve bir hafta Topçular'daki sarayında oturduktan ve gereken hazırlıkları yaptıktan sonra 20 Cemaziyelâhir 1069 (15 Mart 1659)'da hareket ettiklerini yazmaktadır.
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
SÜT BABA TÜRBESİ üsküdar
SÜT BABA TÜRBESİ
üsküdar
Türbe, Kapıağası semtinde, Karacaahmet Sultan Türbesi'nin arkasında, Nuhkuyusu Caddesi üzerinde ve Mehmet Çavuş Sokağı ile Arakiyeci Sokağı arasındadır
Türbe, Kapıağası semtinde, Karacaahmet Sultan Türbesi'nin arkasında, Nuhkuyusu Caddesi üzerinde ve Mehmet Çavuş Sokağı ile Arakiyeci Sokağı arasındadır. Tam karşısında 1206 (1791-92) tarihinde yaptırılan Mihrişah Valide Sultan Çeşmesi ve eskiden semtin Kuyubaşı ismiyle anılmasına vesile olan mermer bilezikli kuyu ve ayrıca 15 m yüksekliğinde bir su terazisi bulunmaktadır.
Türbe Nuhkuyusu Caddesi'ne açılan bir çıkmaz sokak üzerinde ve bu sokağın sol tarafındadır. Sağ tarafında ise İbrikdar Hüseyin Ağa'nın 1206 (1791-92) tarihinde yaptırmış olduğu ve kendisinin de medfun bulunduğu bir namazgâh bulunmaktadır. Bu çıkmaz yoldan, bugün yerinde bir taşçının bulunduğu ahşap Şeyh Hafız İsmail Efendi Tekkesi'ne gidilirdi. Set üzerindeki bu açık türbenin içinde Selim Sultan Dede ile Nenesi Dede'ye ait iki kabir vardır.
Labels:
SÜT BABA TÜRBESİ üsküdar
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)