KARIŞIK

4 Mart 2016 Cuma

Elif Efendi Tekkesi

ELİF EFENDİ TEKKESİ


Tekke arsasının batısındaki hazirede M. Elif Efendi dışında tekkenin bütün postnişinleri, ayrıca tekkenin bina eminliğini yapan Tophane Müşiri Seyyid Mehmed Paşa gömülüdür.
Elif Efendi Tekkesi, Beyoğlu, Sütlüce Mahallesinde, Elif Efendi Sokağında bulunmaktadır. Tekkenin bânisi Sa’dî tarikatından Hasırîzade Şeyh Mustafa İzzî Efendidir. Mısır’ın Delta bölgesindeki Damanhur şehrinden, “Hasırcı Hoca” lakaplı Şeyh Halil Efendinin oğlu olan M. İzzî Efendi aynı zamanda Eyüp’teki Taşlıburun Tekkesi Postnişini Şeyh Süleyman Sıdkı Efendinin damadı ve halifesidir. Mürşidinin ölümünden sonra Taşlıburun Tekkesinden ayrılarak Sütlüce’ye taşınmış, burada kiraladığı bir evde ikamet etmiştir. Bir müddet sonra bu ev ile çevresinde bir miktar arazi satın alarak 1199/1784’te kendi tekkesini kurmuş, 1201/1876’da da vakfiyesini düzenlemiştir. Bu ilk tesisin mütevazı ölçülere sahip bir zaviye olduğu tahmin edilebilir. Nitekim kuruluşundan kısa bir süre sonra, muhtemelen 19. yy’ın başlarında, bâninin kardeşi olan Saray hasırcıbaşısı el-Hac Emin Ağa’nın delaletiyle III. Selim tarafından genişletilerek tamir ettirilmiştir. Hasırîzade Tekkesi II. Mahmud tarafından 1231/1815 veya 1252/1836’da iki kere yeniden inşa ettirilmiş, bu arada yapıya bir hünkâr mahfili eklenmiş, sonuçta söz konusu tekke tam teşekküllü bir tarikat kuruluşu niteliğine kavuşmuştur.HARAP OLDU, ONARILDI
Zamanla harap olan tekke binaları II. Abdülhamid döneminde, bir önceki inşa döneminden yalnızca cümle kapısı geriye kalmak kaydıyla, yeni baştan yaptırılmıştır. Bu arada dikkati çeken bir hususta bu son yapıların, tekkenin postnişini Şeyh Mehmed Elif Efendi (ö. 1927) tarafından tasarlanmış olmasıdır. Tekkelerin kapatılmasından (1925) sonra kullanılmayan ve Vakıflar İdaresi’nin mülkiyetinde bulunan tevhidhane– türbe binası giderek harap düşmüş, türbe kısmı çökerek tarihe karışmıştır. Şeyh M. Elif Efendinin oğlu Şeyh Yusuf Zâhir Efendinin damadı olan tarihçi, yazar Mithat Sertoğlu’nun delaletiyle, 1960’ların başında tevhidhane Vakıflar İdaresi tarafından tamir ettirilmiş, ancak onarımdan sonra yine kendi haline terk edildiğinden hızla harap olmaya başlamıştır. Son yıllarda Osmanlı eserlerine ve özellikle metruk tekkelere musallat olan hırsızlar tarafından tevhidhanenin bazı kitabeleri ve süsleme ayrıntıları çalınarak antikacılara ve koleksiyonculara satılmıştır. Harem ve selamlık bölümlerinden oluşan ve Hasırîzade ailesinin mülkiyetinde bulunan ahşap konak 1970’lere kadar mesken olarak kullanılmış, 1983 yazında, bir elektrik kazası sonucunda yanarak bütünüyle tarihe karışmıştır. Tekke bugün İstanbul İl Özel İdaresinin katkısıyla yeniden restore edilmiş ve Safa Vakfı hizmetlerini buradan yürütmeye başlamıştır. Sonuna kadar Sa’dî tarikatına bağlı kalan tekkenin meşihatı, Şeyh M. İzzî Efendi’nin neslinden gelen ve “Hasırîzadeler” olarak tanınan ailenin tasarrufunda kalmıştır. Tekkenin kurucusu ve ilk şeyhi M. İzzî Efendidir. M. İzzî Efendinin oğlu ikinci postnişin Şeyh Süleyman Sıdkı Efendi “Şeyh Sülün” lakabı ile tanınır. Fatih – Çarşamba’daki Murada Molla Tekkesi şeyhi ve aynı semtteki Mesnevîhane Tekkesinin bânisi mesnevihan Şeyh Mehmed Murad Efendiden Mesnevi okuyarak icazet almış, ayrıca Mevlevî ve Nakşıbendî tarikatlarına da intisap etmiştir. Hasırîzade Tekkesinin tarihinde Mevlevî tarikatı ile olan yakınlık ve Mesnevi eğitimi S. Sıdkı Efendi ile başlamış ve sonuna kadar devam etmiştir. Tekkenin üçüncü postnişini Şeyh Ahmed Muhtar Efendi, S. Sıdkı Efendinin en küçük oğludur. Geçen yüzyılın en ünlü mesnevihanlarından Hatuniye Tekkesi şeyhi Hasan Hüsameddin Efendiden Mesnevi okumuş, Şazelî tarikatından hilafet almıştır. Şair olan A. Muhtar Efendi 1879’da oğlu Mehmet Elif Efendiye yerini bıkarak hacca gitmiş, dönüşte de oğlunun bu görevde bırakmıştır. S. Sıdkı Efendinin en büyük oğlu İsmail Paşa askerlik mesleğini seçmiş, ortanca oğlu Şeyh Hasan Rıza Efendi ise küçük kardeşi A. Muhtara Efendi ile birlikte tekkenin postuna oturmuş, ancak çok cezbeli bir yaratılışa sahip olduğundan 1864’te şeyhliği bırakarak Üsküdar’da bir evde inzivaya çekilmiştir.
ELİF EFENDİ
Tekkenin son postnişini Şeyh Mehmed Elif Efendi (ö. 1927) A. Muhtar Efendinin oğludur. 1907’de Meclis-i Meşayih reisliğine getirilen Mehmed Elif Efendi, İstanbul tekkelerinin son döneminde derin bilgisi, sohbetinin güzelliği, örnek ahlâkı ve sanatsever kişiliği ile ün yapmıştır. Döneminin ileri gelen âlimlerinden dinî ilimleri tahsil etmiş, Yenikapı Mevlevîhanesi postnişini Osman Salahaddin Dede Efendiden (ö. 1887) Mevlevî tarikatı hilafeti ve Mesnevihanlık icazeti almış, Zeki Dede ile Rakım Efendiden ta’lik hat meşk etmiştir. Tasavvufa ilişkin birçok risale kaleme alan M. Elif Efendinin Osmanlıca ve Farsça kasideleri ile gazellerini içeren bir de divanı bulunmaktadır. Babası gibi Şazelî tarikatından da hilafet almış olan M. Elif Efendinin şeyhliği süresince Hasırîzade
Tekkesi parlak bir kültür hayatına sahne olmuş, devlet adamları ve saray mensupları tekkedeki ayinlere, mesnevi derslerine ve sohbetlere devam etmişlerdir. M. Elif Efendinin tekkenin ayin günü olan çarşamba günleri, öğle namazından sonra tevhidhanede bir saat kadar mesnevi okuttuğu, bundan sonra Sa’dî ayinin icra edildiği, çoğu zaman Mevlevî semaının da yapıldığı bilinmektedir. Tekkelerin kapanmasında az önce büyük oğlu Yusuf Zâhir Efendiye hilafet vererek İstanbul’da Sa’dî tarikatının âsitanesi olan Abdüsselâm Tekkesinin meşihatına tayin etmiş, ayrıca kendi tekkesinde de, mesnevi derslerinden sonra hareme çekilerek ayinlerin idaresini oğluna terk etmiştir.
TEKKENİN MİMARİSİ
Haliç’e (batıya) doğru alçalan tekke arsasının güneybatı köşesinde yer alan cümle kapısı kesme küfeki taşı ile örülmüştür. Ampir üslubunu yansıtan kapı yanlardan pilastrlar kemerin üzerine, beyzî bir madalyon içindeki II. Mahmud tuğrasını iki eşit parçaya ayırdığı 1252/1836 tarihli manzum kitabe yerleştirilmiştir. Söz konusu kitabenin metni Şeyh S. Sıdkı Efendiye, ta’lik hattı ise Arabzade Mehmed’e aittir. İstinat duvarları ile setlere ayrılmış olan arsanın, batı yönünde yer alan ve en alçakta kalan setine, kuzey – güney doğrultusunda gelişen ve harem, selamlık, mutfak bölümlerini barındıran ahşap bina yerleştirilmiştir. Kâgir bir bodrum üzerinde yükselen ve harem kanadında bir çatı katı ile donatılmış bulunan yapının güney kesimi selamlığa, kuzey kesimi hareme tashih edilmiş, birbirine, köprü şeklinde tasarlanmış bir mabeyin odası ile bağlanan bu iki kanadın arasına, küçük bir avlunun gerisine, tekkenin mutfağı yerleştirilmiştir. Bu yapının önündeki ve arkasındaki bahçeler de, haremlik–selamlık taksimatına bağlı olarak, tuğla örgülü duvarlarla ikiye ayrılmış, önündeki duvarın selamlık bahçesi tarafında, dönemin modası olan yapay kayalıklar ile bir havuz tasarlanmıştır.
19. yy ahşap sivil mimarisinin özelliklerini yansıtan bu binada, gerek harem gerekse de selamlık bölümlerinde orta sofalı plan tipi uygulanmış, çeşitli boyutlardaki odalar ve helalar, bölümlerin ekseninde yer alan sofalara açılmış, zemin kattaki ve üst kattaki sofaları birbirine bağlayan merdivenler çift kollu olarak tasarlanmıştır. Kuzeye açılan selamlık girişi ile batıya bakan harem girişinin üzerinde, dört yer alır. Selamlık girişinin üzerindeki çıkma şeyh odasına aittir. Bu odanın yanında da Şeyh M. Elif Efendinin özel kütüphanesini barındıran “kitap odası” bulunmaktadır. Kitabeli ana girişin açıldığı taşlık, camlı ahşap bölmelerden ışık almakta, bir dağılım merkezi niteliğinde olan bu mekândan tevhidhaneye, şerbethaneye, zâkirbaşı odasına ve hünkâr mahfili merdiveninin altındaki ardiyeye geçilmektedir. Zemini mermer kaplı, duvarları da raflarla donatılmış olan şerbethaneden tevhidhaneye bir servis penceresi açılmakta, ayrıca kadınlar mahfiline geçit veren harem kapısını izleyen küçük hol ile şerbethane arasında bir dönem dolap bulunmaktadır. Musıkî aletlerinin ve ayin giysilerinin muhafaza edildiği, “zâkirbaşı odası” olarak anılan küçük oda hünkâr girişi ile de bağlantılıdır. Güney cephesinde çıkıntı yapan mihrap nişi, ortadaki büyük, yanlardaki küçük boyutlu 3 adet silindirden oluşmaktadır. Silindirlerin kesişme çizgileri burmalı ahşap sütunçeler yerleştirilmiştir. Mihrabın sağında (batı) bahçeye açılan 2 pencere, solunda da (doğu) yıkık türbeye açılan bir kapı ile diğerlerinden daha geniş bir pencere vardır. Tevhidhanenin batı duvarında, taşlığa açılan bir kapı ile bir pencere, ayrıca şerbethanenin servis penceresi, kuzey duvarında ise, harem bahçesine baktığı için yüksekten başlayan 3 adet pencere bulunmaktadır. Doğu duvarı ile bu yöndeki sokağın istinat duvarı arasına, içeriye sızabilecek nemi önlemek amacıyla, ince uzun dikdörtgen bir ardiye yerleştirilmiştir. Mihrabın yanında duran ahşaptan mamul, ajurlu mesnevi kürsüsü ile sade görünümlü sakal-ı şerif muhafazası da paramparça durumdadır. Üst katta, mihrabın önünde yer alan ve üzeri boş bırakılmış olan sütün açıklığı dışında ayin mekânını sınırlayan sütunlar ile duvarların arasındaki alanın güneybatı kesimi hünkâr mahfiline, geriye kalanı da kadınlar mahfiline ayrılmıştır. Aralarında bir kapı ile bağlantı kurulmuş olan bu fevkani mahfiller, korkuluk duvarlarına oturan ahşap kafeslerle donatılmıştır. Hünkâr mahfiline ait olan kafes birimleri diğerlerine oranla daha seyrek olup icabında pencere gibi açılıp kapanabilecek şekilde imal edilmiş ve oymalı ahşap hotozlarla taçlandırılmıştır.
Üst katın batı kesimini işgal eden, hünkâr kasrı niteliğindeki bölüm bir sofa ile buna açılan iki odayı ve bir hela-abdestlik birimini barındırır. Büyük boyutlu ve hünkârın dinlenmesine, icabında şeyhefendi ile görüşmesine tahsis edilmiş bulunan oda, yapının giriş cephesinde, hünkâr girişinin üzerinde, dökümden mamul süslü konsollara oturan bir çıkma yapmaktadır. Daha küçük boyutlu olan diğer oda ise hünkârın maiyetine ayrılmıştır. Kuzey yönünde tevhidhaneye bitişen, doğu ve güney yönlerinde istinat duvarları ile kuşatılmış olan türbenin batıya (bahçeye) açılan bir dizi dikdörtgen pencere ile aydınlandığı ve bu yöne doğru meyilli bir çatı ile örtülü olduğu bilinmektedir. Çatı çöktükten sonra ahşap sandukaların yerine betondan basit kabirler ve Latin harfli küçük mermer kitabeler konmuştur.
Tekke arsasının batısındaki hazirede M. Elif Efendi dışında tekkenin bütün postnişinleri, ayrıca tekkenin bina eminliğini yapan Tophane Müşiri Seyyid Mehmed Paşa gömülüdür. Türbenin batısında, tevhidhanenin güneyinde yer alan sarnıcın üzeri, zamanında sohbet mahalli olarak kullanılan bir sofa şeklinde düzenlenmiş, tam ortasına, mermerden yontulmuş bir bilezik oturtulmuştur. Şerit kabarmaları ile bezeli olan sarnıç bileziği de çalınmıştır. Türbenin üzerinde yer aldığı setle bu sofa arasında Şeyh H. Rıza Efendinin eşi Zeliha Samiye Hanım (öl. 1855) ile Şeyh A. Muhtar Efendinin eşi Fatma Baise Hanıma (öl. 1895) ait iki mezar bulunur.
SÜSLEMELER
Cephelerine yalın bir ifadenin egemen olduğu tevhidhane binasının barındırdığı mekânlarda, II. Abdülhamid döneminin, giderek Türk kökenli unsurların bünyesinde barındıran eklektik zevkine uygun süslemeler bulundurmaktadır. Zemin kattaki mahfillerin duvarları panolara taksim edilerek bunların içi, yeşil ve sarı renkte taş kaplamaları taklit eden boyamalarla doldurulmuş, ahşap sütunlar da yeşil porfiri hatırlatacak şekilde boyanmıştır. Mihrapta, yeşil ve kırmızı zeminler üzerinde, kûfi yazıdan bozma örgülü motiflerin arasında besmele ile “ yâ Mâbud” ibareleri, ayrıca rûmi ve palmet motifleri görülmektedir. Üst kattaki sütunların üzerinde uzanan yatay kuşak, alternatif olarak kare ve dikdörtgen kartuşlara bölünmüş, karelerin içine 8 kollu yıldızlar, köşeleri rumîlerle dolgulanmış dikdörtgenlerin içine de kûfi besmeleler yerleştirilmiştir. Ayin bölümünün tavanında, kenarlarında da buna paralel “L” biçiminde, üçgenlerle sonuçlanan dört adet kartuş bulunmakta, bunların içinde de beyaz, siyah yeşil ve kırmızıyla resmedilmiş örgü motifleri, yıldızlar, şemseler yer almaktadır.
Yapıdaki diğer bütün tavanlarda çıtalarla meydana getirilmiş taksimattan başka herhangi bir bezemeye rastlanmaz. Hünkâr mahfili ile buna bağımlı birimlerin duvarında, dikdörtgen panolar içinde, rumîlerle dolgulanmış şemseler ve köşebentler görülmektedir. Hasırîzade Tekkesi’nde teşhis edilen bezemelerin en ilginci kadınlar mahfiline ait kafeslerin üzerine resmedilmiş olan hurma ağaçlarıdır. Osmanlı süsleme sanatında, diğer birtakım bikri motiflerine oranla pek az kullanılmış olan bu motifin varlığı, hurmanın Sa’dî tarikatının erkânında önemli bir sembolik yerinin olmasıyla açıklanabilir. Özellikle bu bağlamda “hurma tekbirlemek” olarak adlandırılan tarikata giriş (biat/intisap) töreninde dervişlere şeyhleri tarafından tekbirle hurma yutturulması, söz konusu bezemeyi anlamlı kılmaktadır.
Kaynak: Prof. Dr. Baha Tanman TDV İslam Ansiklopedisi

2 Mart 2016 Çarşamba

DEMİR GÖMLEK TÜRBESİ

DEMİR GÖMLEK TÜRBESİ


Karaman il merkezinde Koçak Dede Mahallesinde eskiden mezarlık olan, şimdi park şeklinde düzenlenmiş alandadır. Yapı dış biçimiyle özellik taşımaktadır. Sekizgen gövdenin sekizgen bir kasnakla yükseltilmesi bir yeniliktir. Külahın iyice basıklaşarak kubbeyi anımsatacak biçimde oluşturulması, kubbeli dış örtüye geçişte bir aşama olmaktadır. Girişin önünde yeralan iki sütunlu ve büyük bir olasılıkla kubbeli revak Osmanlılarla ilişkinin yoğunlaştığını göstermektedir.  Yapının altında cenazelik katı bulunduğuna dair herhangi bir iz bulunmamaktadır. Kümbet bütünüyle kesme taşla inşa edilmiştir. Yalnız içte kubbe kaba yonu taşla örülmüş ve üzerleri badanalanmıştır. Dışta kubbeyi örten külah,  bugün harçli moloz taş şeklindedir. Büyük bir olasilikla çevredeki diger yapilar gibi, kesme taş kaplamali oldugu düşünülebilir.  Yapı genelde yalındır. Süs, kesme taşin dogal görüntüsü içinde, mimari elemanların düzeninde aranmıştır.  Sekizgen gövdeyi ve kasnağı dış bükey ve iç bükey kavisli taş silmeler sarmakta, kapı ve pencereler ise 45°'lik açılar yapan pahlı silmelerle çerçevelenmiştir. En süslü eleman yapinin girişinde bugün bulunmayan, revak kemeri üzengi taşlaridir. Bunlar mukarnaslarla süslenmişlerdir. Türbe Karamanoğlu Emirlerinden Eminüddin Bey adına yapılmıştır.

Tönge Dede Türbesi / AMASYA

Tönge Dede Türbesi / AMASYA –Gümüşhacıköy –Gümüş Beldesi

 Tönge Dede Türbesi, Amasya İli, Gümüşhacıköy İlçesi, Gümüş Kasabası, Irgat Mahallesi, Demircioğlu Sokaktadır.
Tönge Dede Türbesi
Türbe dikdörtgen planlı yarı taştan, yarı bağdadi tarzda inşa edilmiştir. Türbenin üzeri kiremitle kaplıdır. Türbe içinde Tönge Dede’nin sandukası bulunmaktadır. Türbe 1993 yılında Koruma Kurulu tarafından Türbe/Anıt olarak tescillenmiştir.

Mahmut Seydi Türbesi / ANTALYA / ALANYA

Mahmut Seydi Türbesi / ANTALYA / ALANYA 

Mahmutseydi Mahallesi

Mahmut Seydi Türbesi, Antalya İli, Alanya İlçesi, Mahmutseydi (Köyü) Mahallesi yakınındadır.
Mahmut Seydi Türbesi
Mahmut Seydi Kimdir: Mahmut Seydi’nin Horasan’dan bölgeye gelen yedi evliyadan biri olduğu söylenmektedir. Mahmut Seydi bölgeye gelerek eski adı Onas olan köye yerleşmiş ve zaviyesini kurmuş burada İslam’ı yaymıştır. Seyyid Harun Veli’nin öğrencisi ve ahfadından olduğu söylenmektedir. Yaşadığı dönem ve ölüm tarihi bilinmemesine rağmen 1461 yılındaMahmut Şeydi adına düzenlenmiş vakfiyesi kayıtlarda görülmektedir. Köylüler soylarının Mahmut Seydi’den geldiğini söylemektedirler. Mahmut Seydi Konya Hadim İlçesi Dedemli Kasabasında medfun olan Seyyid Bayram’ın kızı ile evlenmiştir.   
Deretürbelinas Köyünde medfun olan Mahmut Yusuf Narabi Mahmut Seydi’nin kardeşidir.
Mahmut Seydi Türbesi
Mahmut Seydi Türbesi
Türbe üç bölümden oluşan, dikdörtgen planlı, yığma moloz taştan inşa, çatısı kiremit örtülü bir türbedir. Türbe mutfak, ibadet odası (eskiden zaviye yeri olarak kullanılmış) ve sandukanın bulunduğu üç bölümden oluşmaktadır. Mahmut Seydi’nin asası sandukaya dayalı olarak durmaktadır. Türbeyi Hamdullah Emin Paşa yaptırmıştır.

Özellikle çocuğu olmayan kadınlar ve çeşitli hastalıkları ve dilekleri olanlar tarafından ziyaret edilen bir türbedir. Kurban adağı türbe yanında gerçekleştirilip, etler fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılmaktadır.

Menkıbeler: 1-) Türbeyi yaptıran Hamdullah Emin Paşa Mısır’da görevde iken, onu tanıyan zengin bir Mısır’lının rüyasında bir evliya görünür. Zengin Mısırlı Mahmut Seydi sandukasının üstüne örtülmek üzere işlemeli güzel bir halı hediye eder. Türbeyi yenileyen Emin Paşa sandukanın üzerine bu hediyeyi koyar. Dönemin Alanya Kaymakamı 1932 yılında iki ilkokul çocuğuna bu halıyı çaldırır. Halı kayıplara karışır, fakat halıyı çalan çocuklar yıllardır belirsiz bir hastalıktan muzdariptir.
2-) Türbe ağaçlık bir alandadır. Fakat türbe etrafındaki ağaçlar kutsal kabul edilip kesilmezler. Kesenin rüyasına giren evliya odunları geri istemektedir.   

Kaynak: Metin Türktaş –Alanya ve Köylerindeki Türbe Yatır ve Adak Yerleri -1997 / Ahmet Çaycı –Alanya Mahmud Seydi Külliyesi / www.facebook.com

Akşebe Sultan Türbesi / ANTALYA / ALANYA Kale Mahallesi

Akşebe Sultan Türbesi / ANTALYA 

ALANYA

Kale Mahallesi

Akşebe Sultan Türbesi, Antalya İli, Alanya İlçesi, Kale Mahallesinde yani Alanya Kalesinde Süleymaniye Camisinin 100m kuzeybatısında yer alır.
Akşebe Sultan Mescidi ve Türbesi
Akşebe Sultan Planı
Akşebe Sultan Kimdir: Selçuklular Döneminde kaleyi fetheden komutandır. Hakkında başka bir bilgi yoktur. 

Türbe ve Cami bitişiktir. Kesme taştan ve tuğladan inşa edilmiştir. Mescid girişinde bulunan kitabeye göre Alaaddin Keykubat Döneminde 1230 yılında Akşebe Sultan tarafından yaptırılmıştır. Türbe içinde dört sanduka bulunmaktadır, fakat kimlere ait olduğu bilinmemektedir. Akşebe Sultanın çini kaplı sandukasının çalındığı söylenmektedir. Mescidden ayrı olarak üst bölümü yıkılmış bir minare de mevcuttur.

Türbe özellikle fıtık rahatsızlığından muzdarip olanlar tarafından ziyaret edilmektedir. Ziyarete gelen bayanlar tavuk, erkekler ise horoz keserek dileklerinin olmasını bekler. Akşebe Sultan Cuma günleri haricinde haftanın her günü ziyaret edilir. Özellikle de Çarşamba günleri gelinmektedir. Cuma günü ise Evliyanın namaza gittiği düşünülmekte, bu yüzden ziyaret edilmemektedir.

Kaynak: Metin Türktaş –Alanya ve Köylerindeki Türbe Yatır ve Adak Yerleri -1997

1 Mart 2016 Salı

SALİH BEDREDDİN NOYAN DEDEBABA

Salih Bedreddin NOYAN Dedebaba


Samsun’lu emekli subay İsmail Hakkı Noyan ve İstanbul’lu Refia Noyan’ın oğullarıdır. 1328 Rumî (1912) de, babasının ordu hizmetinde bulunduğu Serez’de doğmuştur.[ Noyan Dedebaba Serez’de doğruğu için, Şeyh Bedreddin’e nisbet edilerek, ona Bedreddin adı verilmiştir]. Ama bir aylık iken Serez’den Anadolu’ya göçüp, burada büyümüştür. 10 Şubat 1958 Pazartesi günü akşamı, Ankara’da Ali Nâcî Baykal Dedebaba’dan nasîb alarak ikrâr-bend olmuştur. Müsahibi (yol kardeşi) eski Bursa Mebusu Doktor M. Talat Simer Bey’dir. Dîvân-ı muhâsebât (Sayıştay) murakıblarından Kâzım Arslantüre de rehberliğini yapmıştır. O gecenin hâtırası olarak, aydınlatıcısına (mürşîdine) şu şiiri kaleme yazmıştır:
250239_150269758375523_1975052_nDôst!.Huzûr-u Yâr’da [1] yoğ olduk serâb olduk bugün
Dôstuna dôst, münkîre sonsuz azâb olduk bugün.
     Biz koruk’tan hâm iken, tatsız iken, bû aşk ile
     Yana kavrula bu hâl üzre şerâb [şarap] olduk bugün.
Sûz-u dil, Sûz-u dilârâ, Sûzinâk’ten[2] dem çeküb
Nağme-i uşşâk ile şevk-u turab olduk bugün.
     Zümre-i Nâcî’den olduk mürşîdim “Baykal” diyüb
     Biz Erenlerden nasîb aldık turâb [toprak] olduk bugün.
Sundu câm-ı kevser’i Şâh-i vilâyet [Hazret-i Alî] al diyüb
Genc-i mahfî’den [gizli hazineden] harâb-ender-harâb olduk bugün.
     Mushaf-ı dîdâr-ı yâr’dan bulduk âyât-ı kemâl
     Hakk’a mi’râc eyleyüb mir’ât-ı Rabb [Tanrı aynası] olduk bugün.
Bir hakiyr Âşık Noyan’ız nâm ü şânı terk idüb
Nûra garkolduk güzelden âfitâb [güneş] olduk bugün.
Kendisine Ali Nâci Dedebaba Erenlerin 21 Şubat 1959 tarihli mektuplarıyla dervişlik payesi tevcih edilmiştir. Bu mektupta, “Dervîşlik tâc ve hırkanızı giydirmek hizmet-i fâhiresini (övülünecek hizmeti) Yunus Baba erenlerimize tevdi’ (veriyorum) ediyorum, mubârek bâdâ (olsun) sultânım efendim” diye yazmışlardı. Hazırlıklar yapılarak 6 Mayıs 1959 Çarşamba ve Hıdrellez günü Turgutlu’da Mücer-red Ali Rıza Baba Dergâh-ı Şerîfi’nde dervîş kısvelerini giyindi. Aynı gece, rahmetli Mücerred Ali Rıza Baba’nın yeğeni Mehmed Özbektâş’ın ve nasîb alan annesi Refia Noyan Bacı’nın rehberliğini de yaptı.
19 Temmuz 1959 Pazar günü sabahı aynı dergâhta mersiye okumuş ve akşamına açılan meydânda, bel oğlu Kurtcebe Noyan’a rehberlik etmiştir. 29 Eylül 1959 Salı günü Ankara’da, Alî Nâcî Baykal Dedebaba tarafından Baba’lık icâzet-nâmesi törenle kendisine verilmiş ve Aydın Dedekuyu Dergâhı Şerîfi Post-nişîni olmuştur. Bektâşîlik tarihinde bu icâzetnâmenin bir özelliği şudur ki, Lâtin harfleriyle, yani yeni Türk harfleriyle yazılmış ilk icâzetnâmedir. Büyük çift yapraklı bir kâğıdın iç sahifelerinin bir tarafına teberrüken Arab harfleriyle, karşı tarafına da yeni Türk harfleriyle yazılmış ve her iki taraftaki icâzetnâme metinleri de ayrı ayrı imzalanıp mühürlenmiştir.
Rahmetli Ali Nâcî Dedebaba’nın kızlarında kalan özel defterlerinde şöyle bir kayıt vardır: “Bir celse-i nûrânûr’da 27/28 Temmuz 1959 Pazartesi’yi Salı’ya bağlayan gece Hazret-i Pîr’in emir ve teblîği: ”Bedri Bey’i çok beğeniyorum. Aşkolsun O’na. Ders alınacak âdemdir. Çiçeği burnunda, kokusu tâze, idrâki geniş. Ben ondan uzakta değilim, Hü.”. [3]
2 Nisan 1960 Cumartesi günü Alî Naci Baykal Dedebaba tarafından kendisine Hilâfetnâme verilerek halifelik pâyesi ile görevlendirilmiştir. Bu hilâfetnâme de, icâzetnâmesi gibi, ilk defa yeni Türk harfleriyle yazılmış bir hilâfetnâmedir. Büyük bir tabaka kâğıdın iki iç sayfasından bir tarafına Lâtin harfleriyle, diğer tarafına Arap harfleriyle yazılmış ve her iki taraf da ayrı ayrı imzalanıp, mühürlenmiştir. Bu hilâfetnâmenin altında Alî Nâcî Baykal Dedebaba, Horasan’lı Ali Baba Dergâhı (Kandiye) Post-nişîni Mücerred Halife Cafer Sadık Bektâş Baba, Turgutlu Mücerred Ali Rıza Baba Dergâhı Post-nişîni Halife Yunus Ölmez Baba, İstanbul Çamlıca Dergâhı Post-nişîni Halife Ahmed Necmeddin Alpgüvenç Baba, İzmir Balpınarı Dergâhı Post-nişîni Halife Faiz Tuncer Baba, Yakova Bektâşî Dergâhı Post-nişîni Kâzım Bakali Halife Baba, Meydân Evi Post-nişîni Kâzım Arslantüre Baba, Turgutlu Kandıra Baba Dergâhı Post-nişîni Mümtaz Bababalım Baba, Tire Arappınarı Dergâh-ı Şerîfi Post-nişîni Hasan Hulki Cân Baba, İzmir Karadutlu Dergâhı Post-nişîni Ali Sâkii Pektaş Baba, Manisa Revak Sultan Dergâhı Post-nişîni İbrahim Taşkıran Baba’ların imza ve mühürleri vardır.
O sırada Ankara’da bulunan Alî Naci Baykal Dedebaba, sol ayağındaki damara ait beslenme bozukluğundan rahatsız idiler. Kendisini hastahaneye yerleştirdikten sonra, mevcut diğer Babagân ile Hazret-i Pîr’e ziyaret maksadıyla Hacıbektaş’a kadar gidildi. Orada, günün koşulları elverdiği ölçüde, halifelik erkânı yerine getirildi, birkaç gün orada kalındı.
13 Temmuz 1960 Çarşamba günü Alî Nâcî Baykal Dedebaba erenlerin Hakk’a yürümesi üzerine derhâl uçakla Aydın’dan Ankara’ya gitmiş ve mürşîdinin son hizmetlerini eliyle ifa etmiştir. Alî Nâcî Baykal Dedebaba 15 Temmuz 1960 Cuma günü Ankara’da Asrî Mezarlık’ta sırlanmışlardır. Bu Hakk’a yürüyüşten sonra Ankara’daki Muhibbân, Dervîşân ve Babagân ile, dışarıdan gelmiş olanlar toplanarak bir vesika tanzim ve imza ederek ve oy birliği ile, mevcut halifeler arasından, Halife Noyan Baba’yı, Dedebaba olarak seçmişlerdir. Bu belgeyi İstanbul, İzmir, Mersin, Denizli, Manisa, Söke, Turgutlu, Alaşehir ve diğer birçok yerde bulunan Babagân ve Dervîşan imzalamış, mühürlemişlerdir.
Aydın’a dönüşten sonra, uygun bir zaman beklenmiş, 25 Eylül 1960 Pazar günü, kendi eliyle kurbanlarını tığlayarak, Babalar, Dervîşler ve Muhibbân’ın yoğun katılımıyla meydân açılmış, erkân ile Dedebabalık Töreni yapılıp, kendisine biat edilmiştir. Bu merasime Ankara’dan, kendilerinin rehberleri olan Kâzım Arslantüre Baba da gelmişlerdir. Çeşitli illerden kalabalık bir topluluk bu törene katılmıştır.
Noyan Dedebaba, Dedebaba makamına ulaşmış ilk tıp doktorudur. “En’el Aşk” adlı 1955 de yayınlanmış 250 sayfalık tasavvuf şiirleri kitabı, “Aşk Risâ-lesi” adlı 1959 da yayınlanmış [4] 382 sayfalık tasavvufî kitabı, müze olarak açılması sağlanan Pîr-Evi’ni ve Hacıbektaş’taki diğer kutsal yerleri tanıtan Hacıbektaş’ta Pîr-Evi ve Diğer Ziyaret Yerleri adlı yüz sayfalık kitabı yayınlanmıştır. Bunlardan başka birçok gazete ve dergide iki yüze yakın yazısı yayınlanmıştır.
O, Bektâşîliğin sadece tasavvufî bir yol olmadığı, tam bir Türk İslâmiyeti, Türk’ün asıl İslâmiyeti olduğu düşüncesinde idi. Bu yol’un bütün dünyanın insanlarını biraraya getirecek ve dünya cennetini gerçekleştirecek nitelikte sağlam esasları bulunduğunu söylerdi.
Ney üfleyen, kemân ve Türk sazı çalan Bedri Noyan Dedebaba’nın birçok şiirleri Nebil oğlu Hakkı, Hayri Yenigün, Ali Rıza Avni, Sabri Akçagül, Tanburi Lâika Karabey gibi besteciler tarafından bestelenmiştir. Genç yaşında Hakk’a yürüyen Besteci Necib Celâl Antel’in bütün bestelerinin sözleri Bedri Noyan’ındır.
Noyan Dedebaba güzel yağlı boya resim ve kristal üzerine minyatür yaptığı gibi, sülüs ve ta’lik yazısı da güzel olan bir hattât idi. Her işte, sol ve sağ elini eksiksiz kullanırdı. Her iki eliyle de, aynı rahatlıkla yazı yazabilir, resim yapabilirdi. Operatör olarak yaptığı ameliyatlarında da her iki elini rahatça kullanır ve bundan çok kolaylık gördüğünü söylerdi.
26 Haziran 1961 Pazartesi günü Aydın’da yapılan Ayn-ül-cem’de kardeşi, yarbaylıktan emekli Sabahattin Noyan’a nasîb vermiş idi. Böylece annesi ve oğlunun rehberliğini, kardeşinin mürşîdliğini yapmış olduğunu anlatmak üzere şu parçayı yazmış idi:
Oğlumun annesi oldumsa ne var,
Annemi doğurdum huzûr-ullâhta.
Bir erkek kardeşten alınca ikrâr
Onun da Baba’sı oldum bu râh’ta.
                     Dostlar bilir bunu zâhir ne anlar,
                     Zorluk var gafile bunu izâhta.
                     NOYAN, altı def’a doğdum her bahâr
                     El ele vererek Pîr’le dergâhta.
[Bu nefesi herkesin anlayacağı hale şöyle getiririz:
Bektaşîlikte, Bektaşîliğe giren kişinin annesi rehberi, yani yolgöstericisidir. Babası ise aydınlatıcısı, yani mürşidididir. Noyan dedebaba oğlu Kurtcebe Noyan nasip alırken onun rehberi, dolayısıyla annesi olmuş (babası asla olamaz)/ Annesine de rehberlik ettiği için, “annemi doğurdum Tanrı huzurunda” demektedir. Bektaşîler Meydan Evi’nde Tanrı’nın hazır ve nazır olduğuna inanırlar. Bu nedenle Bektaşîliğe giren kişiyeFetih Sûresi’nin 10. âyetini okuyarak, “ bana verilen söz Allah’a verilmiş olur. Benim elimin üzerinde Allah’ın eli vardır” denilir/ Noyan Dedebaba merhum kardeşi Sabahaddin Noyan’ın aydınlacıcısı yani mürşidi olmuş, bu nedenle “erkek kardeşimin babası oldum” demektedir.
“Bu anlattıklarımı ancak Bektaşî olanlar bilir, Bektaşî olmayanlar [zâhirler] bunları anlayamaz./ Bedri Noyan Pîr’le el ele vererek dergâhta altı kez doğdu ( 1- Anasından 2- Bektaşiliğe girince rehber ve aydınlatıcısından 3- Derviş olunca 4- Baba olunca 5- Halife baba olunca 6- Dedebaba olunca altı kez ölmüş ve yeniden dünyaya gelmiş veya boyut değiştirmiş ya da miraca ermiş [Ş. Keçeli]]
Noyan Dedebaba, Pîr-Evi adı verilen Hacı Bektâş Velî Dergâhı’nın müze olarak açılışında (16 Ağustos 1964 Pazar) açılış konuşmasını yapmaya davet edilmiş ve bu konuşmayı yapmış; bundan sonra her yıl aynı günde yapılan Hacı Bektâş Velî’yi Anma Törenleri’nde yine birçok yıl konuşma yapmıştır.
1964 tarihli konuşmalarında Hacı Bektâş Velî’nin kişiliğini, Bektâşiliğin Türk toplumundaki önemini, bu yolun düşünüş ve inanışının öteki dünya ulusları üzerindeki etkilerini anlatmış; Üniversitelerin ve bilim adamlarımızın bu konu üzerine eğilmeleri gereğini, anma törenlerinde Hacıbektâş ilçemizde bilimsel kongreler kurulmasını, Pîr-Evi kitaplığının “Hacı Bektâş Velî ve Bektâşilik Enstitüsü” hâline getirilmesini, Bektâşî-Alevî folklorunun, müzik ve sema’larının bütün dünyaya tanıtılması için organize olmak gerektiğini açıklamıştır.
Bektâşîlik-Alevîlik konusunda istanbul’da yayınlanan “Yeni Gazete”de 1966 yılı Haziran’ında iki ay kadar süren seri yazılar yazmıştır.
Ankara’da Büyük Sinema’da, İzmir’de Fuar içindeki büyük bir pavyonda yapılan Hacı Bektâş Velî Anma Gecelerinde konuşan Dr. Bedri Noyan Dedebaba’yı binaların dışına taşan binlerce kişilik bir topluluk dinlemiştir. Malatya, Sivas, İstanbul’da bu gibi toplantılar için en başta aranan bir hatîp olarak tanınmakta idi.
Ayrıca dört bin sayfadan fazla tutan ve bu konuyu enine, boyuna, derinliğine inceleyen “Bütün Yönleriyle Alevîlik-Bektaşîlik” adlı yedi ciltlik büyük bir kitabını yıllarca gece-gündüz çalışarak tamamlamıştır.
1955 te tasavvuf şiirleri ve nefes’lerinin bir bölümünü içinde topladığı En’el-Aşk isimli 230 sayfalık bir kitap da yayınlamıştır. Bektâşî Ahlâkı ve Türk-İslâm tasavvufunu da Aşk Risâlesi adlı 382 sayfalık bir kitap olarak 1959 yılında yayınlamıştır.
Yayınladığı tüm kitaplarını sürekli bedelsiz olarak, konu ile ilgili kimselere, dostlarına ve her isteyene göndermiştir.
Tıp fakültesi öğrencisi iken de şiirlerinin bir bölümünü “Pınar Yolu” adlı bir kitapta yayınlamıştır (1934).
Dr. Veli Behçet Kurdoğlu, “Şair Tabîbler” adlı kitabında kendisine yer vermiştir.24
Noyan Dedebaba mesleğinde de değerli bir doktor olup, İstanbul Tıp Fakültesi öğretim üyeliği yapmış, Türk Oto-Larengoloji Cemiyeti asîl üyeliğine seçilmiş ve berâtı kendisine verilmiştir. Bir çok tıbbî makale, etüd ve araştırmaları “İstanbul Tıp Fakültesi Mecmuası” ve diğer tıbbî dergilerde yayınlanmıştır. Bir çok kongrede tıbbî tebliğlerde bulunmuştur.
Diyarbakır ve Aydın Halkevlerinde uzun yıllar Halkevi Başkanlığı, Aydın Lisesi Okul-Aile Birliği ve Okul Koruma Derneği Başkanlığı, Aydın İleri Türk Musikisi Derneği Başkanlığı, Aydın Çocuk Kütübhanesi Koruma Derneği Başkanlığı, Aydın Kültür Derneği Başkanlıklarında da bulunmuştur.
İlk yazılarını, 1927 tarihinde Samsun Ahalî Gazetesi’nde ve diğer dergilerde yayınlayan Noyan Dedebaba, Samsun’da lise son sınıfta iken (1930) arkadaşlarıyla Yürüyüş adlı bir dergi çıkarmıştır. Diyarbakır’da Karacadağ dergisinin ve Aydın’da Cıvıltı çocuk gazetesinin sahibi olarak bunların yayınlanmasında çalışmıştır. 1968 yılında, Aydın Gazeteciler Cemiyeti tarafından kırk yıllık basın mensubu olması ve Aydın gazetelerinde de sık sık yazılar yayınlaması dolayısıyla Basın Şeref Üyeliği Berâtı, bir tören düzenlenerek kendisine verilmiştir.
1970 yılında, Fransa’nın Strasbourg Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Türkoloji Enstitüsü’nün Dînler Tarihi Araştırmaları Merkezi tarafından 26 Haziran 1970 de tertiplenen Altay Etüdleri ve Türkoloji kongresine onur üyesi olarak davet edilmiş ve bu kongrede Şamanizm ve Bektâşîlik, Bektâşîlik ve Masonluk konularında mevzuunda iki bilimsel bildiri de sunmuştur.
İstanbul’da yayınlanan “Musiki Mecmuası”nda Klasik Türk Musikisi hakkında yazılar yazmış, İzmir radyosunda bu konuda konuşmalar yapmıştır. 1970 yılında da İstanbul’da Mûsikî ve Nota dergisinde Bektâşîlikte Musiki, Sima’ başlığı altında uzun bir araştırması yayınlanmıştır.
İstanbul’da Türk Folklor Araştırmaları dergisinde de yazıları yayınlanmıştır.
İlk defa Bektâşîlik düşünüş ve inanışlarını bilimsel yönden sistemli bir şekilde inceleyip, ortaya koymak gibi bir çalışmayı Noyan Dedebaba başlatmış ve yürütmektedir. Onun zamanına kadar Bektâşî, Alevî olduğunu söylemekten kaçınanlar, çekinenler onun yayınları ve konuşmaları ile bunun gizlenecek değil, onur duyulacak bir durum olduğunu anlamışlardır.
“Hacı Bektâş Velî İncelemeleri Derneği, Arşiv ve Kitaplığı” adı ile bir dernek kurmak için de hazırlıklar yapmakta idi.
Haziran 1975 de istanbul’da yapılan Uluslararası Birinci Türk Folklor Kongresine katılmış ve Bektâşî ve Alevîlerde Hukuk Düzeni (Düşkünlük), konulu bir tebliğ sunmuştur.
Sabahattin NOYAN [5]
 Noyan Dedebaba 6 Kasım 1997 Perşembe günü (Regaip Kandili) Hakk’a yürümüştür. Görkemli, erkâna uygun bir cenaze töreni sonunda Aydın’da oğlu Ateş’in yanına sırlanmıştır. [6]



[1] Hûzur-u yâr: Bu tamlamanın Türkçesi Sevgili huzurunda demektir. Fakat burada Yâr sözcüğü ile Tanrı ve aydınlatıcı (mürşid) kasdedilmiştir. Çünkü nasip töreninde mürşidin (aydınlatıcının) elinin üzerinde Tanrı’nın eli vardır. Bakınız: Fetih Sûresi 48. âyet [Ş. Keçeli]
[2] Bu üç tamlama ile Klasik Türk müziğindeki makamlar anlatılmaktadır. Bu makamların tamamı yakıcıdır [Ş. Keçeli]
[3] Ali Naci Baykal Dedebaba, zaman zaman yüzlerce yıl önce yaşamış Erenlerle bağlantı kuruyor ve onlardan mesaj alabiliyormuş. Nitekim  Bütün Yönleriyle Bektâşîlik ve Alevîlik  adlı eserin 9. cildindeNevruz Bölümünde Şehitlerin Başbuğu İmam Hüseyin’le 1959 yılında yaptığı görüşmenin tutanağı yayınlanmıştır.
Burada Hacı Bektâş Velî Hazretleri’nin mesajı aktarılmaktadır [Ş. Keçeli].
[4] Aşk Risâlesi  adlı kitabın Şerhli Baskısı yayınlanmıştır. Bakınız: Doç. Dr. Bedri Noyan, Aşk Risâlesi, Derleyen Şakir Keçeli, Ardıç Yayınları, Ankara 2013 [Ş. Keçeli]
[5] Hakk’a yürüyen ruhunun sevinçli ve mutlu olmasını dilediğiz Sabahattin Noyan Bektaşî Halifebabası’dır ve Bedri Noyan Dedebaba’nın kardeşidir. O yarbaylıktan emeklidir. Ayrıntılı bilgi için bakınız: Bütünh Yöneleriyle Bektâşîlik ve Alevîlik c. 6. [Ş. Keçeli]
[6] Şakir Keçeli.
Köşeli ayraç içindeki bütün açıtlamalar Şakir Keçeli’ye aittir.

ABDAL KUMRAL

ABDAL KUMRAL





Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında yaşamış mücahid ve akıncı bir derviştir. Efsanevî bir şahsiyete sahiptir. Bir rivayete göre Şeyh Edebali, Osman Gazi'nin padişah olacağını haber verdiğinde, durumu Osman Bey'e ileten ve müjdelik olarak kılıcını alan der­viştir. Başka bir rivayete göre ise Osman Bey'in padişah olacağını, Ermeni Derbendinde rastladığı "Kırklar"dan birinden işitmiş, müjdeyi Osman Bey'e iletince Kumral Abdal'ın bu müjdeyi işittiği Emreni Derbendi'nde kendisine bir zaviye yaptırıp bu zaviyenin gelirlerini karşılamak üzere köyler ve tarlalar vakfetmiştir. Kumral Abdal'ın Yenişehir taraflarında yaşadığı ve Osman Gazi'nin ora­da onun için zaviye yaptırdığı belirtilir. Her iki yerde de yaşadığı ve iki ayrı yerde kendisi için zaviye yaptırıldığı şeklindeki rivayetlere bakarak, onun deği­şik yerlerde savaşmış ve değişik beldelerde gönülleri aydınlatacak faaliyetlerde bulunmuş bir Alperen olduğunu kabul edebiliriz.