KARIŞIK

1 Mart 2016 Salı

SALİH BEDREDDİN NOYAN DEDEBABA

Salih Bedreddin NOYAN Dedebaba


Samsun’lu emekli subay İsmail Hakkı Noyan ve İstanbul’lu Refia Noyan’ın oğullarıdır. 1328 Rumî (1912) de, babasının ordu hizmetinde bulunduğu Serez’de doğmuştur.[ Noyan Dedebaba Serez’de doğruğu için, Şeyh Bedreddin’e nisbet edilerek, ona Bedreddin adı verilmiştir]. Ama bir aylık iken Serez’den Anadolu’ya göçüp, burada büyümüştür. 10 Şubat 1958 Pazartesi günü akşamı, Ankara’da Ali Nâcî Baykal Dedebaba’dan nasîb alarak ikrâr-bend olmuştur. Müsahibi (yol kardeşi) eski Bursa Mebusu Doktor M. Talat Simer Bey’dir. Dîvân-ı muhâsebât (Sayıştay) murakıblarından Kâzım Arslantüre de rehberliğini yapmıştır. O gecenin hâtırası olarak, aydınlatıcısına (mürşîdine) şu şiiri kaleme yazmıştır:
250239_150269758375523_1975052_nDôst!.Huzûr-u Yâr’da [1] yoğ olduk serâb olduk bugün
Dôstuna dôst, münkîre sonsuz azâb olduk bugün.
     Biz koruk’tan hâm iken, tatsız iken, bû aşk ile
     Yana kavrula bu hâl üzre şerâb [şarap] olduk bugün.
Sûz-u dil, Sûz-u dilârâ, Sûzinâk’ten[2] dem çeküb
Nağme-i uşşâk ile şevk-u turab olduk bugün.
     Zümre-i Nâcî’den olduk mürşîdim “Baykal” diyüb
     Biz Erenlerden nasîb aldık turâb [toprak] olduk bugün.
Sundu câm-ı kevser’i Şâh-i vilâyet [Hazret-i Alî] al diyüb
Genc-i mahfî’den [gizli hazineden] harâb-ender-harâb olduk bugün.
     Mushaf-ı dîdâr-ı yâr’dan bulduk âyât-ı kemâl
     Hakk’a mi’râc eyleyüb mir’ât-ı Rabb [Tanrı aynası] olduk bugün.
Bir hakiyr Âşık Noyan’ız nâm ü şânı terk idüb
Nûra garkolduk güzelden âfitâb [güneş] olduk bugün.
Kendisine Ali Nâci Dedebaba Erenlerin 21 Şubat 1959 tarihli mektuplarıyla dervişlik payesi tevcih edilmiştir. Bu mektupta, “Dervîşlik tâc ve hırkanızı giydirmek hizmet-i fâhiresini (övülünecek hizmeti) Yunus Baba erenlerimize tevdi’ (veriyorum) ediyorum, mubârek bâdâ (olsun) sultânım efendim” diye yazmışlardı. Hazırlıklar yapılarak 6 Mayıs 1959 Çarşamba ve Hıdrellez günü Turgutlu’da Mücer-red Ali Rıza Baba Dergâh-ı Şerîfi’nde dervîş kısvelerini giyindi. Aynı gece, rahmetli Mücerred Ali Rıza Baba’nın yeğeni Mehmed Özbektâş’ın ve nasîb alan annesi Refia Noyan Bacı’nın rehberliğini de yaptı.
19 Temmuz 1959 Pazar günü sabahı aynı dergâhta mersiye okumuş ve akşamına açılan meydânda, bel oğlu Kurtcebe Noyan’a rehberlik etmiştir. 29 Eylül 1959 Salı günü Ankara’da, Alî Nâcî Baykal Dedebaba tarafından Baba’lık icâzet-nâmesi törenle kendisine verilmiş ve Aydın Dedekuyu Dergâhı Şerîfi Post-nişîni olmuştur. Bektâşîlik tarihinde bu icâzetnâmenin bir özelliği şudur ki, Lâtin harfleriyle, yani yeni Türk harfleriyle yazılmış ilk icâzetnâmedir. Büyük çift yapraklı bir kâğıdın iç sahifelerinin bir tarafına teberrüken Arab harfleriyle, karşı tarafına da yeni Türk harfleriyle yazılmış ve her iki taraftaki icâzetnâme metinleri de ayrı ayrı imzalanıp mühürlenmiştir.
Rahmetli Ali Nâcî Dedebaba’nın kızlarında kalan özel defterlerinde şöyle bir kayıt vardır: “Bir celse-i nûrânûr’da 27/28 Temmuz 1959 Pazartesi’yi Salı’ya bağlayan gece Hazret-i Pîr’in emir ve teblîği: ”Bedri Bey’i çok beğeniyorum. Aşkolsun O’na. Ders alınacak âdemdir. Çiçeği burnunda, kokusu tâze, idrâki geniş. Ben ondan uzakta değilim, Hü.”. [3]
2 Nisan 1960 Cumartesi günü Alî Naci Baykal Dedebaba tarafından kendisine Hilâfetnâme verilerek halifelik pâyesi ile görevlendirilmiştir. Bu hilâfetnâme de, icâzetnâmesi gibi, ilk defa yeni Türk harfleriyle yazılmış bir hilâfetnâmedir. Büyük bir tabaka kâğıdın iki iç sayfasından bir tarafına Lâtin harfleriyle, diğer tarafına Arap harfleriyle yazılmış ve her iki taraf da ayrı ayrı imzalanıp, mühürlenmiştir. Bu hilâfetnâmenin altında Alî Nâcî Baykal Dedebaba, Horasan’lı Ali Baba Dergâhı (Kandiye) Post-nişîni Mücerred Halife Cafer Sadık Bektâş Baba, Turgutlu Mücerred Ali Rıza Baba Dergâhı Post-nişîni Halife Yunus Ölmez Baba, İstanbul Çamlıca Dergâhı Post-nişîni Halife Ahmed Necmeddin Alpgüvenç Baba, İzmir Balpınarı Dergâhı Post-nişîni Halife Faiz Tuncer Baba, Yakova Bektâşî Dergâhı Post-nişîni Kâzım Bakali Halife Baba, Meydân Evi Post-nişîni Kâzım Arslantüre Baba, Turgutlu Kandıra Baba Dergâhı Post-nişîni Mümtaz Bababalım Baba, Tire Arappınarı Dergâh-ı Şerîfi Post-nişîni Hasan Hulki Cân Baba, İzmir Karadutlu Dergâhı Post-nişîni Ali Sâkii Pektaş Baba, Manisa Revak Sultan Dergâhı Post-nişîni İbrahim Taşkıran Baba’ların imza ve mühürleri vardır.
O sırada Ankara’da bulunan Alî Naci Baykal Dedebaba, sol ayağındaki damara ait beslenme bozukluğundan rahatsız idiler. Kendisini hastahaneye yerleştirdikten sonra, mevcut diğer Babagân ile Hazret-i Pîr’e ziyaret maksadıyla Hacıbektaş’a kadar gidildi. Orada, günün koşulları elverdiği ölçüde, halifelik erkânı yerine getirildi, birkaç gün orada kalındı.
13 Temmuz 1960 Çarşamba günü Alî Nâcî Baykal Dedebaba erenlerin Hakk’a yürümesi üzerine derhâl uçakla Aydın’dan Ankara’ya gitmiş ve mürşîdinin son hizmetlerini eliyle ifa etmiştir. Alî Nâcî Baykal Dedebaba 15 Temmuz 1960 Cuma günü Ankara’da Asrî Mezarlık’ta sırlanmışlardır. Bu Hakk’a yürüyüşten sonra Ankara’daki Muhibbân, Dervîşân ve Babagân ile, dışarıdan gelmiş olanlar toplanarak bir vesika tanzim ve imza ederek ve oy birliği ile, mevcut halifeler arasından, Halife Noyan Baba’yı, Dedebaba olarak seçmişlerdir. Bu belgeyi İstanbul, İzmir, Mersin, Denizli, Manisa, Söke, Turgutlu, Alaşehir ve diğer birçok yerde bulunan Babagân ve Dervîşan imzalamış, mühürlemişlerdir.
Aydın’a dönüşten sonra, uygun bir zaman beklenmiş, 25 Eylül 1960 Pazar günü, kendi eliyle kurbanlarını tığlayarak, Babalar, Dervîşler ve Muhibbân’ın yoğun katılımıyla meydân açılmış, erkân ile Dedebabalık Töreni yapılıp, kendisine biat edilmiştir. Bu merasime Ankara’dan, kendilerinin rehberleri olan Kâzım Arslantüre Baba da gelmişlerdir. Çeşitli illerden kalabalık bir topluluk bu törene katılmıştır.
Noyan Dedebaba, Dedebaba makamına ulaşmış ilk tıp doktorudur. “En’el Aşk” adlı 1955 de yayınlanmış 250 sayfalık tasavvuf şiirleri kitabı, “Aşk Risâ-lesi” adlı 1959 da yayınlanmış [4] 382 sayfalık tasavvufî kitabı, müze olarak açılması sağlanan Pîr-Evi’ni ve Hacıbektaş’taki diğer kutsal yerleri tanıtan Hacıbektaş’ta Pîr-Evi ve Diğer Ziyaret Yerleri adlı yüz sayfalık kitabı yayınlanmıştır. Bunlardan başka birçok gazete ve dergide iki yüze yakın yazısı yayınlanmıştır.
O, Bektâşîliğin sadece tasavvufî bir yol olmadığı, tam bir Türk İslâmiyeti, Türk’ün asıl İslâmiyeti olduğu düşüncesinde idi. Bu yol’un bütün dünyanın insanlarını biraraya getirecek ve dünya cennetini gerçekleştirecek nitelikte sağlam esasları bulunduğunu söylerdi.
Ney üfleyen, kemân ve Türk sazı çalan Bedri Noyan Dedebaba’nın birçok şiirleri Nebil oğlu Hakkı, Hayri Yenigün, Ali Rıza Avni, Sabri Akçagül, Tanburi Lâika Karabey gibi besteciler tarafından bestelenmiştir. Genç yaşında Hakk’a yürüyen Besteci Necib Celâl Antel’in bütün bestelerinin sözleri Bedri Noyan’ındır.
Noyan Dedebaba güzel yağlı boya resim ve kristal üzerine minyatür yaptığı gibi, sülüs ve ta’lik yazısı da güzel olan bir hattât idi. Her işte, sol ve sağ elini eksiksiz kullanırdı. Her iki eliyle de, aynı rahatlıkla yazı yazabilir, resim yapabilirdi. Operatör olarak yaptığı ameliyatlarında da her iki elini rahatça kullanır ve bundan çok kolaylık gördüğünü söylerdi.
26 Haziran 1961 Pazartesi günü Aydın’da yapılan Ayn-ül-cem’de kardeşi, yarbaylıktan emekli Sabahattin Noyan’a nasîb vermiş idi. Böylece annesi ve oğlunun rehberliğini, kardeşinin mürşîdliğini yapmış olduğunu anlatmak üzere şu parçayı yazmış idi:
Oğlumun annesi oldumsa ne var,
Annemi doğurdum huzûr-ullâhta.
Bir erkek kardeşten alınca ikrâr
Onun da Baba’sı oldum bu râh’ta.
                     Dostlar bilir bunu zâhir ne anlar,
                     Zorluk var gafile bunu izâhta.
                     NOYAN, altı def’a doğdum her bahâr
                     El ele vererek Pîr’le dergâhta.
[Bu nefesi herkesin anlayacağı hale şöyle getiririz:
Bektaşîlikte, Bektaşîliğe giren kişinin annesi rehberi, yani yolgöstericisidir. Babası ise aydınlatıcısı, yani mürşidididir. Noyan dedebaba oğlu Kurtcebe Noyan nasip alırken onun rehberi, dolayısıyla annesi olmuş (babası asla olamaz)/ Annesine de rehberlik ettiği için, “annemi doğurdum Tanrı huzurunda” demektedir. Bektaşîler Meydan Evi’nde Tanrı’nın hazır ve nazır olduğuna inanırlar. Bu nedenle Bektaşîliğe giren kişiyeFetih Sûresi’nin 10. âyetini okuyarak, “ bana verilen söz Allah’a verilmiş olur. Benim elimin üzerinde Allah’ın eli vardır” denilir/ Noyan Dedebaba merhum kardeşi Sabahaddin Noyan’ın aydınlacıcısı yani mürşidi olmuş, bu nedenle “erkek kardeşimin babası oldum” demektedir.
“Bu anlattıklarımı ancak Bektaşî olanlar bilir, Bektaşî olmayanlar [zâhirler] bunları anlayamaz./ Bedri Noyan Pîr’le el ele vererek dergâhta altı kez doğdu ( 1- Anasından 2- Bektaşiliğe girince rehber ve aydınlatıcısından 3- Derviş olunca 4- Baba olunca 5- Halife baba olunca 6- Dedebaba olunca altı kez ölmüş ve yeniden dünyaya gelmiş veya boyut değiştirmiş ya da miraca ermiş [Ş. Keçeli]]
Noyan Dedebaba, Pîr-Evi adı verilen Hacı Bektâş Velî Dergâhı’nın müze olarak açılışında (16 Ağustos 1964 Pazar) açılış konuşmasını yapmaya davet edilmiş ve bu konuşmayı yapmış; bundan sonra her yıl aynı günde yapılan Hacı Bektâş Velî’yi Anma Törenleri’nde yine birçok yıl konuşma yapmıştır.
1964 tarihli konuşmalarında Hacı Bektâş Velî’nin kişiliğini, Bektâşiliğin Türk toplumundaki önemini, bu yolun düşünüş ve inanışının öteki dünya ulusları üzerindeki etkilerini anlatmış; Üniversitelerin ve bilim adamlarımızın bu konu üzerine eğilmeleri gereğini, anma törenlerinde Hacıbektâş ilçemizde bilimsel kongreler kurulmasını, Pîr-Evi kitaplığının “Hacı Bektâş Velî ve Bektâşilik Enstitüsü” hâline getirilmesini, Bektâşî-Alevî folklorunun, müzik ve sema’larının bütün dünyaya tanıtılması için organize olmak gerektiğini açıklamıştır.
Bektâşîlik-Alevîlik konusunda istanbul’da yayınlanan “Yeni Gazete”de 1966 yılı Haziran’ında iki ay kadar süren seri yazılar yazmıştır.
Ankara’da Büyük Sinema’da, İzmir’de Fuar içindeki büyük bir pavyonda yapılan Hacı Bektâş Velî Anma Gecelerinde konuşan Dr. Bedri Noyan Dedebaba’yı binaların dışına taşan binlerce kişilik bir topluluk dinlemiştir. Malatya, Sivas, İstanbul’da bu gibi toplantılar için en başta aranan bir hatîp olarak tanınmakta idi.
Ayrıca dört bin sayfadan fazla tutan ve bu konuyu enine, boyuna, derinliğine inceleyen “Bütün Yönleriyle Alevîlik-Bektaşîlik” adlı yedi ciltlik büyük bir kitabını yıllarca gece-gündüz çalışarak tamamlamıştır.
1955 te tasavvuf şiirleri ve nefes’lerinin bir bölümünü içinde topladığı En’el-Aşk isimli 230 sayfalık bir kitap da yayınlamıştır. Bektâşî Ahlâkı ve Türk-İslâm tasavvufunu da Aşk Risâlesi adlı 382 sayfalık bir kitap olarak 1959 yılında yayınlamıştır.
Yayınladığı tüm kitaplarını sürekli bedelsiz olarak, konu ile ilgili kimselere, dostlarına ve her isteyene göndermiştir.
Tıp fakültesi öğrencisi iken de şiirlerinin bir bölümünü “Pınar Yolu” adlı bir kitapta yayınlamıştır (1934).
Dr. Veli Behçet Kurdoğlu, “Şair Tabîbler” adlı kitabında kendisine yer vermiştir.24
Noyan Dedebaba mesleğinde de değerli bir doktor olup, İstanbul Tıp Fakültesi öğretim üyeliği yapmış, Türk Oto-Larengoloji Cemiyeti asîl üyeliğine seçilmiş ve berâtı kendisine verilmiştir. Bir çok tıbbî makale, etüd ve araştırmaları “İstanbul Tıp Fakültesi Mecmuası” ve diğer tıbbî dergilerde yayınlanmıştır. Bir çok kongrede tıbbî tebliğlerde bulunmuştur.
Diyarbakır ve Aydın Halkevlerinde uzun yıllar Halkevi Başkanlığı, Aydın Lisesi Okul-Aile Birliği ve Okul Koruma Derneği Başkanlığı, Aydın İleri Türk Musikisi Derneği Başkanlığı, Aydın Çocuk Kütübhanesi Koruma Derneği Başkanlığı, Aydın Kültür Derneği Başkanlıklarında da bulunmuştur.
İlk yazılarını, 1927 tarihinde Samsun Ahalî Gazetesi’nde ve diğer dergilerde yayınlayan Noyan Dedebaba, Samsun’da lise son sınıfta iken (1930) arkadaşlarıyla Yürüyüş adlı bir dergi çıkarmıştır. Diyarbakır’da Karacadağ dergisinin ve Aydın’da Cıvıltı çocuk gazetesinin sahibi olarak bunların yayınlanmasında çalışmıştır. 1968 yılında, Aydın Gazeteciler Cemiyeti tarafından kırk yıllık basın mensubu olması ve Aydın gazetelerinde de sık sık yazılar yayınlaması dolayısıyla Basın Şeref Üyeliği Berâtı, bir tören düzenlenerek kendisine verilmiştir.
1970 yılında, Fransa’nın Strasbourg Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Türkoloji Enstitüsü’nün Dînler Tarihi Araştırmaları Merkezi tarafından 26 Haziran 1970 de tertiplenen Altay Etüdleri ve Türkoloji kongresine onur üyesi olarak davet edilmiş ve bu kongrede Şamanizm ve Bektâşîlik, Bektâşîlik ve Masonluk konularında mevzuunda iki bilimsel bildiri de sunmuştur.
İstanbul’da yayınlanan “Musiki Mecmuası”nda Klasik Türk Musikisi hakkında yazılar yazmış, İzmir radyosunda bu konuda konuşmalar yapmıştır. 1970 yılında da İstanbul’da Mûsikî ve Nota dergisinde Bektâşîlikte Musiki, Sima’ başlığı altında uzun bir araştırması yayınlanmıştır.
İstanbul’da Türk Folklor Araştırmaları dergisinde de yazıları yayınlanmıştır.
İlk defa Bektâşîlik düşünüş ve inanışlarını bilimsel yönden sistemli bir şekilde inceleyip, ortaya koymak gibi bir çalışmayı Noyan Dedebaba başlatmış ve yürütmektedir. Onun zamanına kadar Bektâşî, Alevî olduğunu söylemekten kaçınanlar, çekinenler onun yayınları ve konuşmaları ile bunun gizlenecek değil, onur duyulacak bir durum olduğunu anlamışlardır.
“Hacı Bektâş Velî İncelemeleri Derneği, Arşiv ve Kitaplığı” adı ile bir dernek kurmak için de hazırlıklar yapmakta idi.
Haziran 1975 de istanbul’da yapılan Uluslararası Birinci Türk Folklor Kongresine katılmış ve Bektâşî ve Alevîlerde Hukuk Düzeni (Düşkünlük), konulu bir tebliğ sunmuştur.
Sabahattin NOYAN [5]
 Noyan Dedebaba 6 Kasım 1997 Perşembe günü (Regaip Kandili) Hakk’a yürümüştür. Görkemli, erkâna uygun bir cenaze töreni sonunda Aydın’da oğlu Ateş’in yanına sırlanmıştır. [6]



[1] Hûzur-u yâr: Bu tamlamanın Türkçesi Sevgili huzurunda demektir. Fakat burada Yâr sözcüğü ile Tanrı ve aydınlatıcı (mürşid) kasdedilmiştir. Çünkü nasip töreninde mürşidin (aydınlatıcının) elinin üzerinde Tanrı’nın eli vardır. Bakınız: Fetih Sûresi 48. âyet [Ş. Keçeli]
[2] Bu üç tamlama ile Klasik Türk müziğindeki makamlar anlatılmaktadır. Bu makamların tamamı yakıcıdır [Ş. Keçeli]
[3] Ali Naci Baykal Dedebaba, zaman zaman yüzlerce yıl önce yaşamış Erenlerle bağlantı kuruyor ve onlardan mesaj alabiliyormuş. Nitekim  Bütün Yönleriyle Bektâşîlik ve Alevîlik  adlı eserin 9. cildindeNevruz Bölümünde Şehitlerin Başbuğu İmam Hüseyin’le 1959 yılında yaptığı görüşmenin tutanağı yayınlanmıştır.
Burada Hacı Bektâş Velî Hazretleri’nin mesajı aktarılmaktadır [Ş. Keçeli].
[4] Aşk Risâlesi  adlı kitabın Şerhli Baskısı yayınlanmıştır. Bakınız: Doç. Dr. Bedri Noyan, Aşk Risâlesi, Derleyen Şakir Keçeli, Ardıç Yayınları, Ankara 2013 [Ş. Keçeli]
[5] Hakk’a yürüyen ruhunun sevinçli ve mutlu olmasını dilediğiz Sabahattin Noyan Bektaşî Halifebabası’dır ve Bedri Noyan Dedebaba’nın kardeşidir. O yarbaylıktan emeklidir. Ayrıntılı bilgi için bakınız: Bütünh Yöneleriyle Bektâşîlik ve Alevîlik c. 6. [Ş. Keçeli]
[6] Şakir Keçeli.
Köşeli ayraç içindeki bütün açıtlamalar Şakir Keçeli’ye aittir.

ABDAL KUMRAL

ABDAL KUMRAL





Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında yaşamış mücahid ve akıncı bir derviştir. Efsanevî bir şahsiyete sahiptir. Bir rivayete göre Şeyh Edebali, Osman Gazi'nin padişah olacağını haber verdiğinde, durumu Osman Bey'e ileten ve müjdelik olarak kılıcını alan der­viştir. Başka bir rivayete göre ise Osman Bey'in padişah olacağını, Ermeni Derbendinde rastladığı "Kırklar"dan birinden işitmiş, müjdeyi Osman Bey'e iletince Kumral Abdal'ın bu müjdeyi işittiği Emreni Derbendi'nde kendisine bir zaviye yaptırıp bu zaviyenin gelirlerini karşılamak üzere köyler ve tarlalar vakfetmiştir. Kumral Abdal'ın Yenişehir taraflarında yaşadığı ve Osman Gazi'nin ora­da onun için zaviye yaptırdığı belirtilir. Her iki yerde de yaşadığı ve iki ayrı yerde kendisi için zaviye yaptırıldığı şeklindeki rivayetlere bakarak, onun deği­şik yerlerde savaşmış ve değişik beldelerde gönülleri aydınlatacak faaliyetlerde bulunmuş bir Alperen olduğunu kabul edebiliriz.

Bolca Nine. babaeski

Bolca Nine.
babaeski



İlimiz Babaeski İlçesi’ne bağlı Mutlu Köyünde bulunan bolca nine türbesi her yıl Mayıs ayını ilk haftasında ziyaretçi akınına uğruyor. Günübirlik gelen ziyaretçilerin yanı sıra Bolca Nine türbesi etrafındaki mesire alanlarında açtıkları çadırlarda konaklayan vatandaşlarda oluyor. Bolca Nine ziyaretleri her yıl Hıdrellez Bayramı olan 6 Mayıs tarihinden sonraki Cuma günleri gerçekleşiyor.
Mutlu Köyündeki Bolca Nine Türbesine gerçekleşen ziyaretler sayesinde köy halkı da bereketli günler geçiriyor.
6 Mayıs tarihinden itibaren kapılarını ziyaretçilerine açacak olan Bolca Nine türbesinde de hazırlıklar son hızıyla devam ediyor. Bolca Nine Türbesine gerçekleşecek olan ziyaretlere az bir zaman kalırken Bolca Nine Türbesi görevlileri, köy halkı ve mahalle muhtarlığı da ummalı bir çalışma içerisine girmiş durumda. Bolca Nine Türbesi etrafındaki alanlar ve mesire yerleri temizlenip, eksik olan yerler onarılmaya başlamış durumda. Yine 6 Mayıs günü tarihinde Bolca Nine türbesi etrafında hediyelik eşya, giyim, yiyecek ve bunun gibi stantlar açılarak satışlar gerçekleşecek.
Bolca Nine Türbesi’ne adak adayan vatandaşların kurban kesecekleri yerlerde hazırlanmaya başlamış durumda.
Bolca Nine Türbesi görevlileri ile yaptığımız söyleşide “Her yıl Mayıs Ayı bu türbe çok kalabalık olur. Bolca Nine türbesini ziyaret edenler kendilerine bereket gelsin diye türbeye bereket parası atarlar. Ayrıca şeker alan insanlar burada şekerleri dağıtırlar. Kurban alan vatandaşlar kurbanları burada keserek adak olarak dağıtırlar ve dualarını ederler. Bolca Nine Türbesi’nde dualar okuyup dilek dileyen vatandaşlar duaları kabul olsun diye şeker baklava gibi yiyecekleri türbeye gelen ziyaretçilere ikramda bulunurlar. Bolca Nine Türbesinde ziyaretini tamamlayan vatandaşlar, pikniklerini de bitirip akşam saatlerinde evlerine dönerler.”dediler.
Buraya Türkiye’nin her yerinden gelenler var. Mayıs ayı boyunca Bolca Nine türbesini çok sayıda kişi ziyaret ediyor. Buranın bakımını her yıl köy halkı ve muhtarlığımız ile birlikte bizler gerçekleştiriyoruz.” dediler. 
Bolca Nine Türbesi’nin girişinde Bolca Nine ile ilgili iki rivayet’in yazdığı bir tabela bulunuyor. Bu tabela üzerinde yer ilk rivayete göre; Bolca Nine 15. yüzyıl içinde Fatih Sultan Mehmet Edirne’ye giderken askerleriyle birlikte burada konaklamış.
Bu konaklama esnasında bu kabirde yatan hatun kişi tarafından, bir yemek kazanından o kadar çok kişiyi doyurmayı başarması, askerleri hayrete düşürmüş. Askerler yemeğin yetmeyeceğini söylemesi üzerine, nine “Yeyin evlatlarım bolca bolca yeyin” demiş ve yemek hepsine yetmiş ve artmış bile. Bu hikmetli olay padişaha anlatılınca Fatih Sultan Mehmet yaşlı ninenin elini öper ve derki “Senin adın Bolca Nine olsun.” O zamandan beri bu kişinin adı Bolca Nine olarak kalmıştır. Ikinci rivayete göre ise; Bu yaşlı nine Padişaha der ki “atlarınızın kazıkları mola yerinde kalsın” ve bu isteği kabul edilir. Sabah olup kalkıldığında kazıkların yeşerdiği fark edilince Bolca Nine’nin ermiş olduğuna hükmedilmiştir.”

Eskici Mehmed Dede



Bursa’da Tahtakale’den yukarı doğru çıkıldıkça, Üç Kurnalar Veled-i Veziri Camisinin az aşağısında bu mübarek zat’ın türbesi bulunmaktadır.
Eskici Mehmed Dede aslen Amasyalı olup babasının adı Hüsam’dır. 1618 yılında vefatı ile söz konusu yere defni yapılmıştır.Şu anki mezarın bir türbe içerisinde olduğu kaynaklarca ifade edilir. Türbe çeşitli nedenlerden dolayı muhtelif kereler yıkılmıştır. Eski kayıtlarda Üftade Hazretleri‘nin müridlerinden olduğu ve Aziz Mahmud Hüdai‘nin irşad olmasına vesile olduğundan bahsedilir.Mehmed Dede‘nin bazen Bedestende ticaret ile uğraştığı,bazen de eskicilik mesleğini yaptığı söylenir. Zaman zaman ise dünyevi işlerden elini eteğini çekerek tamamen manevi hayat ile meşgul olduğu ifade edilir.Halk arasında kerametlerine dair bir çok menkıbe de anlatılan Eskici Mehmed Dede‘nin Üftade Hazretleri ile aralarında geçen ve sonrasında dönemin Bursa Kadısı görevini yürüten Aziz Mahmud Hüdai‘nin irşad olmasına vesile olan menkıbesi oldukça meşhurdur. Eskici Mehmet Dedeye ait olan mezar taşında, Hz. Üftade müridlerinden Hüdayi Mahmut Dede’yi irşad eden Eskici Mehmet Dede 988/1580 diye yazılıdır.Diğer mezar taşında ise Türbedarı Mehmet Emin Efendi, 1888 / 1246 Sefer ayının 24. günü yazmaktadır.
Eskici Mehmed Dede Türbesi şuanda fotoğrafta görüldüğü gibi bir haldedir.
Eskici Mehmed Dede Türbesi

29 Şubat 2016 Pazartesi

Habib Baba Türbesi..

Habib Baba Türbesi..

erzurum





Ali Paşa Mahallesi’ndedir. Diğer bir adı da Timurtaş Baba olan Habib Baba Türbesini Erzurum’daki askeri komutanlardan Müşir Kemal Paşa 1844 yılında yaptırmıştır. Timurtaş Baba için yaptırılan türbeye dört yıl sonra vefat eden Habib Baba defnedilmiştir. Türbe, mescid ve mezarların yer aldığı iki bölümden oluşmaktadır.

Eyyup Peygamber Türbesi ş.urfa

Eyyup Peygamber Türbesi

ş.urfa






Eyüp Peygamberin metfun olduğu kabir Şanlıurfa'nın 80 km doğusunda Nebi Eyüp olarak bilinen bir köydedir.

EYYUP NEBİ KÖYÜ PEYGAMBER MEZARLARI (TÜRBELERİ)
Urfa-Mardin karayolu'nun 85. km.sinden ku­zeye sapan asfalt yolun 16. km.sindeki Eyyup Nebi Köyü"nde Eyyup Peygamber, Eyyup Peygamber"in hanımı Rahime Hatun ve Elyesa Peygamber'in me­zarları bulunmaktadır. Bu köyün 400 yıldan beri Eyyup Nebi Köyü adıyla anıldığı vakfiyesinden an­laşılmaktadır.

Eyyup Nebi Köyü'ndeki peygamber türbeleri yüzyıllardan beri kutsal günlerde ve bayramlarda, yöredeki binlerce kişi tarafından ziyaret edilmekte­dir. Bu önemli inanç merkezinde, son yıllarda Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi  Okutmanlarından Mehmet Oymak'ın danışmanlı­ğında, Turizm Bakanlığı ve Şanlıurfa Valiliği'nce geniş ölçekli bir çevre düzenlemesi ve türbe restorasyonları gerçekleştirilmiş; her üç türbe arasında yaya yollarıyla bağlantı sağlanarak türbeler alanı ihata duvarlarıyla köy yerleşmesinden  ayrılmış ve ağaçlandırılmıştır. Eyyup Peygamber türbesinin batı yakınında bulunan ve O'nun otururken yas­landığına inanılan büyük bazalt taş, bu proje içer­sinde korumaya alınmıştır.

Eyyup Peygamber Türbesi
Şanlıurfa'ya 100 km. mesafede, Viranşehir ilçe sınırları içersindeki Eyyup Nebi Köyü'nde bulunan Eyyup Peygamber'in türbesi, köyün kuzey yönün­deki höyüğün güney eteğinde, kendi adıyla anılan caminin doğusundaki mezarlık içersindedir. Oldukça harap bir durumda olan türbe, son yıllarda Şanlıurfa Valiliği'nce tek kubbeli, beşgözlü revaklı ve revakların üzeri üç kubbe ile örtülü ola­rak yeniden inşa edilmiştir.
H. 1336 (m. 1918) tarihli Diyarbakır Vilâyet Salnâmesi'nde, türbenin kubbesinin çinko ile kaplandığı ve hademesine maaş bağlandığı kayıtlıdır.
Rahime Hatun Türbesi
Eyyup Peygamberin ağır hastalığı ve uğradığı musibetler,sırasında Ona büyük bir şefkat ve sabırla bakan hanımı Rahime Hatun'un mezarı Eyyup Peygamber türbesinin yaklaşık 500m kuzeybatısındadır. Kare planlı tek kubbeli bu mütevazi mezar anıtı köydeki diğer türbeler gibi geçtiğimiz yıllarda Şanlıurfa Valiliği'nce restore edilmiştir.

Cabir El-Ensar Camii ve Türbesi

Cabir El-Ensar Camii ve Türbesi




 Şanlıurfa
Cabir El-Ensar Camii ve Türbesi
Harran’ın 20 km. kuzeyindeki Cabir el-Ensar (Yardımcı) Köyünde Cabir Bin Abdullah’a (Cabir el Ensar'a) ait bir türbe (meşhed) ve yanında yine O’nun adını taşıyan bir cami bulunmaktadır.
Beşgen Mihrap duvarı olan üstü üç kubbe ile örtülü olan caminin doğusuna bitişik,dördüncü kubbeli Cabir el ensar hazretlerinin türbesi vardır.
Türbenin kuzey cephesi pencere pahlarındaki altı şeritli örgü motifi, çevresindeki kesişen daireler arasına yerleştirilmiş palmet ve lotüslerden oluşan bordür, portal üzerinde aşağıya sarkar vaziyetteki sapları örgülü palmet dizileri Şanlıurfa mimarisi taş süsleme sanatı içerisinde tek örnek olmaları bakımından önem taşımaktadır.
Cabir el-Ensar’ın hicretten 16 yıl önce (miladi 607) yılında Medine’de doğmuştur.Hz Peygamber efendimiz ile birlikte bir çok savaşa katılan hz peygamberin vefatından sonra 697 yılında Hz Ömer zamanında başta Harran'ın Şam'ın ve Urfa'nın fethi için bu bölgeye gönderildiği islam ordusunun kumandanı ve resulullahın sancaktarı olarak savaşıp şehit olduktan sonra burada medfun olduğu şehit düştüğü defnedildiği yere de bu türbenin (meşhed) ve caminin yapıldığı kaynaklarda geçmektedir.
Cabir el-Ensar türbe ve camii orijinal şeklini muhafaza etmekte olup 1992 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğünce restore ettirilmiştir.

Hayat El Harrani Türbesi (Harran)

Hayat El Harrani Türbesi (Harran) 






Şanlıurfa ili, Harran ilçesinde bulunan bu türbe, XII.yüzyılda Harran’da yaşamış ve 1185 yılında aynı yerde ölmüş bir İslam alimi olan Şeyh Yahya Hayat El Harrari’ye aittir. İbn-i Cübeyr Onunla ilgili bazı bilgiler vermektedir: 

“Allah bu şehri dindar, iyi kişilerin oturduğu, kendini Allah’a adamış seyyahların uğradığı bir yer yapmış. Bu kişilerden Ebü’l Berakat Hayat bin Abdülaziz’i kendi ismini taşıyan mescidin zaviyesinde ziyaret ettik. Onda zahitlerde gördüğümüz halleri gördüm. Şeyh Ebü’l Berakat’ın yanına vardık. 80 yaşını aşmıştı. Bizimle el sıkıştı, bize hayırlı dualarda bulunup oğlu Omar’ı görmemizi tavsiye etti.” 
İbn-i Cübeyr’in vermiş olduğu bu bilgilerden, şeyhin ölümünden önce burada kendisine ait bir mescit ve zaviyenin bulunduğu da anlaşılmaktadır. 

XVII.yüzyılda Harran’a gelen Evliya Çelebi de bu türbeden söz etmiştir: 

”Şeyh Yahya Ziyaret Yeri, Harran dibindedir. Kutupluğa ayak basmış ulu sultandır. Harran Kalesi’nin yanında çöl tarafında büyük bir kubbe içinde metfundur. Çöl Arapları bu sultana son derece bağlıdırlar hatta Araplar arasında mühim bir mesele için yemin ettirmek icap etse de Basra, Lahsa, Umman, Cezayir, Kurna’dan gelip bu sultanın üzerine Yahya Hayati’nin başı için deyip duvara el sürse Allah’a yemin etmiş gibi sayılır.” 



Şeyh Yahya Hayat el Harrani’nin türbesi camisinin yanındadır. Cami ve türbe değişik zamanlarda onarım görmüş ve bazı değişikliklere uğramıştır. İlk yapılışında kare planlı tromplu bir kubbe ile örtülü olan türbenin doğu tarafına sonraki yıllarda kubbeli ikinci bir bölüm daha eklenmiştir. Talbot Rice sandukanın bulunduğu kubbeli mekânın Eyyubiler zamanında yapıldığını ileri sürmüştür. 

Cami ile türbe birbirinden bir duvarla ayrılmıştır. Bu duvara iki onarım kitabesi yerleştirilmiştir. Kitabelerden birinde Şeyh Hayat İbn Kays’ın ismi ve Ebcet hesabı ile h.882 (1399); diğer kitabede ise cami ve makamın h.1168 (1755) tarihlerinde onarıldığı yazılıdır.

GÜNEYDOGUDA PEYGAMBER NESLİ

GÜNEYDOGUDA PEYGAMBER NESLİ


Arapça sâde fiilinden türetilmiş olup sahip, melik, efendi, büyük bir topluluğu idare eden, kendisine itaat edilen kişi anlamlarına gelen seyyid ile yine Arapça şerufe fiilinden türetilmiş olup yüksek konumda olan, onur ve asalet sahibi kişi anlamlarına gelen şerifkelimeleri terim olarak İslam dünyasının her yerinde Hz. Peygamberin soyundan gelen kimseler için kullanılır.1 Bununla birlikte, tarihi kayıtlar bize seyyid ve şerîf kavramlarının kapsamının muhtelif zaman ve fırkalara göre değişik şekiller aldığını, Fatımîler döneminde (910-1171) ise seyyid deyiminin Hasan ve Hüseyin'in evladına tahsis edilmiş olduğunu, daha sonra da Hasan evladına şerif ve Hüseyin evladına da seyyid denildiğini göstermektedir.2 Günümüzde Güneydoğu Anadolu'da hem Hasan hem Hüseyin evladı için seyyid kavramı kullanılmaktadır.

Seyyidlerin Bölgeye Gelişleri:

Değişik zaman ve vesilelerle İslam dünyasının her tarafına dağılan seyyidlerin Güneydoğu Anadolu bölgesine de gelip yerleştikleri görülmektedir. Bölgedeki seyyidlerin göçlerinin Bağdat'tan gerçekleştiği ve bunun orada yaşayan bir hükümda­rın yaptığı zulümlerden kaynaklandığı, Güneydoğu Anadolu'da halk arasında yaygın bir kanaattir. Kimi seyyid ailelerinin Harun Reşid döneminin tekabül ettiği miladi sekizinci yüzyılın sonları ile dokuzuncu yüzyılın başlarında Bağdat'tan bölgeye göç ettikleri anlaşılmaktadır. Abbasi halifeliğinin Moğollar tarafından ortadan kaldırıldığı 656/1258 yılına yakın veya onu izleyen tarihlerde de Bağdat'tan bölgeye kimi seyyid göçlerinin olduğu görülmektedir.3
Seyyidlerin bölgeye gelişlerini tek bir olaya bağlamak ve belli bir tarihle sınırlandırmak doğru değildir. İslamlaşma sürecinde bölgedeki Arap fetihleri neticesinde kimi seyyidler göç etmiş olabilir. Özellikle Abbasiler döneminde gerek Harun Reşîd döneminde, gerekse Moğol istilasını müteakip dönemde bölgeye önemli miktarda bir seyyid göçünün gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Bu göçlerin gerçekleşmesinde Şam'ın4 kuzeyinde ve Bağdat'ın da kuzeybatısında yer alan Güneydoğu Anadolu'nun buralara yakın bir konumda olmasının ve Şam ile Bağdat'ı bölgeye bağlayan işlek ticari yolların mevcudiyetinin de büyük etkisi olmuştur. Bu özelliğinden dolayı bugünkü Güneydoğu Anadolu bölgesi, Batı Anadolu ve Trakya'ya yerleşen seyyidler için bir geçiş noktası olmuştur. Bölgeye gelen seyyidlerin kültürel yapılarında zamanla büyük değişiklikler ol­muştur. Siirt ve Mardin gibi daha Emeviler zamanında buralara göç etmiş olan Bekr b. Vail'in soyundan gelen Arap kabileleri arasına yerleşenler dil ve geleneklerini koruya­bilmiş iseler de Erzurum ve Erzincan'a göç edenler Türkleşmiş, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da kalanlar ise Kürtleşmişledir.5

Bölgedeki Seyyid Profili:

1. Bölgenin seyyid profilinde göze çarpan en önemli öğe Becirman seyyidleridir. Halk arasında anlatıldığına göre Midyat yöresindeki Gir Beş mevkiine gelen ataları Seyyid Bilal'e, Arba Beyi (günümüzde Midyat'a bağlı bir köy) tarafından adı geçen mevki hibe edilir ve orada bir köy kurulur. Kendilerinden vergi alınmadığı için köye vergisiz anlamında Becirman adı verilir. Günümüzde Batman/Gercüş'e bağlı olan bu köyün adı Cumhuriyet döneminde Vergili olarak değiştirilir. Seyyid Bilal'in mezarı bu köydedir. Halk arasında anlatıldığına göre, Seyyid Bilal'in Şeyh Hasan ve Seyyid Ahmed adlarında iki kardeşi; Seyyid Ali, Seyyid Nasır, Seyyid Mirza, Seyyid Hacı Murad, Seyyid Hacı Haşim, Seyyid Kiça ve Seyyid İsmail adlarında 7 çocuğu vardı. Becirman seyyidlerinin bu isimlere nisbet edilen yedi kolu bulunmaktadır.
Becirman seyyidleri zamanla etrafa dağılırlar. Günümüzde Gercüş, Dargeçit, Nusaybin, İdil, Kızıltepe, Midyat Cizre ve Silopi civarında önemli miktarda Becirman seyyidleri yaşamaktadır.
Son yıllarda hızlı bir nüfus artışı sonucu il olan Batman şehir merkezine başta Becirman seyyidleri olmak üzere önemli bir seyyid nüfus akın etmiştir.

2. Bölgenin seyyid profilinde göze çarpan bir diğer öğe de, seyyid oldukları söylenen şeyh aileleridir. Seyyidler ve şeyhler arasında şüphesiz çok özel bir ilişki bulunmaktadır. Bunda seyyidlerin zühd ve takvaya meyyal olmaları, ehl-i tasavvufun öteki Müslümanlara nazaran Ehl-i beyt'i daha ziyade sevmesi6 ve seyyid birinin seyyid olmayandan daha hayırlı olduğu düşüncesinden hareketle, bir seyidin seyyid olmayan şeyhe biat etmemesi gerektiği ve böyle bir durumun seyyidlere layık olmadığı şeklindeki düşünceler7 etkili olmuştur.
Mevlânâ Halid'in halifesi Seyyid Taha en-Nehrî'nin ve Seyyid Sıbğatullah el-Arvasî'nin Nakşibendilikteki konumu ve bunların halk arasında seyyid olması8, bu aileyi bölgenin en kutsal görülen ailelerinden biri haline getirmiştir.
Şeyh Mahmud Nedim, Şeyh Güzel Barslan, Mu­hammed Şerif Sükuti, Kuddusi Münir ve Şeyh Sadık Diyarbakır'da yaşamış olan seyyid şeyhler olarak bilinmektedir.

Sosyal Yaşamda Seyyidliğin Etkileri:

Bölgedeki seyyidlerin sosyal statülerini belirleyebilmek için XVII. yüzyılda Bit­lis Emirliği örneğinden hareket edeceğiz.  
Seyyidlerin bölgedeki bu statülerini daha da belirgin hale getirmek amacıyla bu emirlikteki sosyal yapı ile ilgili şöyle bir sınıflandırmaya gidebiliriz.
1.Siyasi Elit: Bunlar Cumhuriyet öncesinde beyler ve ağalar, Cumhuriyet sonra­sında ise sadece ağalardır.
2.Dini Elit: Bunlar hem Cumhuriyet öncesi hem de sonrası için şeyhler, molla­lar ve seyyidlerdir.      
Öncelikle seyyidlerin siyasi elit ile özel bir ilişkilerinin olduğuna dikkat çekme­miz gerekir. Bitlis beylerinden Ebdal Han Osmanlı Paşası tarafından beylikten uzaklaştırılınca yerine geçecek oğlunun, aralarında Bitlis seyyidlerinin de bulunduğu özel bir meclis tarafından seçilmesi,9 beylerin seçiminde seyyidlerin önemli bir role sahip olduklarını göstermektedir. Seyyidlerin bu beylere ahlakî konularda da danışmanlık yapmış olmaları gerektiği hususu da gözden ırak tutulmamalıdır. Bölgedeki diğer beyliklerde de farklı olmayan bu yapının, hemen hemen Cumhuriyet dönemine kadar sürdüğünü söyleyebiliriz.
Seyyidler Cumhuriyet öncesinde ve sonrasında, sözleşmeli olarak toprak ağala­rının yanlarında barınan kimi insanların ağalar nezdindeki sorunlarının çözümünde de arabuluculuk görevi yapmışlardır. Seyyidler ağaların kendi aralarındaki anlaşmazlıklarının çözümünde de önemli roller üstlenmişlerdir. Seyyidler, kutsal sayılan yeşil bir simge sayesinde birbirleriyle çatışan, birbirlerini öldürmek hırsı ile bilenen insanları çatışmadan vazgeçirebilmişlerdir. Seyyidler sadece büyük çaplı çatışmaları durdurmakla kalmaz, kişisel husumet­leri de sona erdirir, küsleri barıştırırlardı.
Seyyidlerin sosyal yaşam içerisindeki bu etkinliğini gösteren hususlar;
l. Zevv Etkinlikleri: Seyyidliğin sosyal yaşam içerisindeki etkinliğinin en önemli tezahürü, türbeleri etrafından oluşturulan, sosyal ve kültürel bir mahiyet alan etkinliklerdir. Zew adı verilen bu etkinliklerde, senede bir defa belli bir yerde ve belli bir zamanda ölmüş seyyid için bir ziyafet merasimi tertib edilmektedir. Güneydoğu Anadolu'da en ünlü zew etkinliği Seyyid Bilal'in anısına Becirman köyünde yapılanı­dır.
Normal zamanlarda affedilmeyen kimi davranışlar, zew etkinliklerinde kendisi için zew düzenlenen şahsın hatırına affedilmeye başlanmıştır. Bu bağlamda kız kaçırma olayına gösterilen tolerans zewlerin en bariz özelliklerinden biri olmuştur. Bölgedeki diğer zewler de hemen hemen bu çerçevededir. Birçok kimse için zevvler psikolojik açıdan rahatlamaya bir vesile olmaktadır. Bu etkinliklere katılanlar bir yükümlülükten kurtulmuş olduklarını düşünmektedirler.
2.Seyyidlerle ahiret kardeşliği tesisi yoluna gidilmesi. Kaynağını Hz. Muhammed (sav)'in muhacirler ile ensar arasında tesis ettiği "Muâkât"tan aldığını düşündüğümüz bu gelenek uyarınca, bölgede bazı kimseler kendilerinden daha üstün gördükleri seyyidlerle ahiret kardeşliği tesisi yoluna gitmektedirler. Seyyidlerle ahiret kardeşliği tesisinin en önemli nedeni, onların ahirette kendile­rine şefaatçi olacakları şeklindeki inançtır. Ahiret kardeşliğinin tesisi çok basit bir merasimden ibarettir. Seyyid kişi, kar­deşlik talebinde bulunan kimseye "Ben seni kendime ahiret kardeşi olarak kabul ettim." der, sonra birer Fatiha okunur ve böylece manevi kardeşlik başlar ve bu durum ölünceye kadar devam eder.
3.Seyyidlerin adları ile yemin edilmesi. Seyyidlerin sosyal yaşam içerisindeki et­kinliğini gösteren bir diğer önemli husus, günlük hayatta onların adları ile yemin edilmesidir. Yemin eden seyyidin kendisi de olabilir.
4. Seyyidlerin isimlerinin çocuklara verilmesi de toplumda sıklıkla görülen bir husustur.
Konuyu asıl önemli kılan husus şüphesiz ki teseyyüd hadisesidir.

Teseyyüd Hadisesi:

Abbasiler'den başlamak üzere Osmanlılar'a gelinceye kadar geçen bütün Müs­lüman devletlerde, seyyidlere Hz. Peygamberin soyundan geldikleri için farklı bir muamelede bulunulduğu bilinen bir husustur. Seyyidlere devlet tarafından maaş bağlanması  (ganimet ve  fey gelirlerinden belli bir pay almaları), vergiden muaf  tutulmaları ve askere alınmamaları bu kabilden sayılabilir.10  Seyyidlere tanınan bu tür ayrıcalıklardan yararlanmak için bir çok insanın teseyyüd teşebbüsünde bulunduğu tarihi bir gerçek olarak ortada durmaktadır. Nitekim II.Bayezid devrinde Nikabet teşkilatının yeniden ihdasının nedenlerinden biri de seyyidlik iddiasında  bulunan kimselerin varlığı olmuştur.11 Osmanlılar döneminde sıkı takibat ve teftişlere rağmen yalancı şahitlerle ve çeşitli yollarla ele geçirilen sahte siyadet hüccetleri (bir kişinin nikabet teşkilatından seyyid olduğuna dair bir belge alması) ile seyyid olduğunu iddia edenler olmuş, diğer yandan bir siyadet hüccetinin geçerliliğine delil olsun diye sahte tomarlar (bahrü'l-ensablar), siyadet silsileleri/şecereleri tertib edilmiştir.12
Müteseyyidlere mani olmak, haksız yere neseb iddiasında bulunanları ve seyyidler arasına  sızmak isteyenleri araştırıp, benzerlerini böyle bir teşebbüsten vazgeçirecek bir ceza ile cezalandırmak Nikabet Teşkilatı'nın başında yer alan Nakibu'l-Eşraflarm görevleri arasında yer almıştır.13  Her ne kadar günümüzde seyyidlere devlet tarafından bir takım ayrıcalıklar tanınmıyorsa da, güneydoğuda seksenli yıllara kadar devam eden şeyh-ağa temelinde­ki geleneksel yaşam tarzı içerisinde yerini bulan seyyid saygınlığından yararlanmak isteyen bazı kimseler seyyid oldukları iddiası ile ortaya çıkmaya başlamışlardır. Bu gibilerine tanıklık eden insanlar hala yaşamaktadır. Bölgedeki bazı Hristiyanlar'ın (Süryani ve Ermeni) Müslüman olduklarında, geçmişteki durumlarının kendileri üzerinde meydana getirdiği ezilmişlik psikolojisin­den kurtulmak ve bir rahatlama içerisine girmek için seyyid olarak ortaya çıkmış oldukları yaşayan tanıkları tarafından dile getirilen bir husustur.
Bir seyyidlik alameti olarak Osmanlı imparatorluğunun başından beri yaygın olan yeşil renk aynı zamanda bir teseyyüd aracı olarak da kullanılmıştır.
Bölgedeki seyyidlerin şecerelerine gelince, çoğunlukla seyyidlerde her hangi bir şecereye (nesebname, silsile, soykütüğü) rastlanmamaktadır.14 Birçok seyyid şecerelerinin var olduğunu ancak kendilerinde bulunmadığım ya da falanca yerde bulunduğunu ifade etmektedir. Cumhuriyet döneminde seyyidleri denetleyen ve teseyyüdü önlemeye çalışan bir kurum olmadığı için, seyyidlerin de ellerinde şecere bulundurma, şecerelerini güncelleştirme, ya da siyadet hüccetleri edinme gibi bir durumları söz konusu olmamıştır. Nikabet teşkilatının caydırıcılığının zirvesinde olduğu Osmanlı döneminde bile teseyyüd hadisesinin önüne geçilememişken, bu konuda hiçbir denetimin olmadığı Cumhuriyet döneminde teseyyüd hadisesinin önüne hiç geçilemeyeceği açıktır.
Peki seyyid ve müteseyyidlerin iç içe girdiği günümüzde gerçek seyyidlerin müteseyyid olanlarından ayıklanması mümkün müdür? Bu sorunsalın çözümünde başvurulacak ilk merci Osmanlı dönemindeki ilgili kayıtlardır. Bilindiği gibi Osmanlı döneminde her hangi bir nedenden dolayı (şecerelerin kaybolması ya da tutulmamış olması gibi) seyyidliklerini ispat etmek isteyenler; ya İstanbul'da bulunan Nakîbu'l-Eşraf'a ya da diğer yerlerdeki Nakîbu'l-Eşraf vekillerine müracat ederek, İstanbul'daki Nikabet Teşkilatı Merkez Dairesinde nakîbu'l-eşrafların tutmuş oldukları Türkiye'deki tüm seyyid ve şeriflerin isimlerini havi sadat defterlerindeki kayıtların esas alınmasıy­la, siyadetlerini ispat  edebiliyorlardı.15