KARIŞIK

18 Şubat 2016 Perşembe

Hasan Basri ( Korucuk ) Türbesi

Hasan Basri ( Korucuk ) Türbesi
[Resim: battalgazi-11.jpg]
Battalgazi merkezde bulunan sekizgen şeklindeki türbe son yıllarda yapılan çalışmalar ile hem bir türbe ziyareti,hemde bir piknik yapmayı sağlayacak şekilde düzenlenmiştir. Türbe sekizgen şeklinde yapılmıştır.Son zamanlarda belediyenin büyük gayreti ve emeği ile muhteşem bir görüntüye kavuşan türbe aynı zamanda bir piknik,bir mesire yeri olarak düzenlenmiştir.

Hasan Basri Türbesi, Battalgazi ilçesinin Fırat Nehri kenarında aynı adı taşıyan köyünde iken, bulunduğu alanın Karakaya Baraj sularının altında kalması nedeniyle Battalgazi ilçesinin Kırklar tepesinde yaptırılan türbeye nakledildi. Tarihi eserleri görmek üzere il içi ve il dışından ziyaretçilerin akınına uğrayan ilçenin en çok ilgi gören yeri ise Korucuk olarak da adlandırılan Hasan-i Basri Türbesi.

Halk arasında Basra'dan gelen manasında "Hasan-i Basri" denilen Türbe, Battalgazi'nin önemli tarihi eserlerinden birini oluşturuyor. İlkbahar yaz dönemleri arasında ziyaretçilerin en uğrak yeri olan Hasan-i Basri Türbesinde kimi vatandaşlar dilek diliyor dua ediyor kimileride namaz kılıyor.

KARACAOĞLAN



Büyük bir halk şairi olan Karacaoğlan'ın hayatı üzerine yapılan araştırmalarda kesin bir bilgi yoktur. Son yıllarda yapılan araştırmalarda ve şiirlerinde yapılan incelemelerden onun 1606 da doğmuş  1670 yılında ölmüş olduğu tahmin edilmektedir. Her nekadar doğduğu yer bilinmiyorsa da öldüğü ve mezarının bulunduğu    yer bellidir. Kendisinin Güney Anadolu'da yaşayan Türkmen aşiretinden olduğu daha doğrusu İçel'li olduğu muhakkaktır.Şiirlerinden anlaşıldığı kadarıyla kendisi pek çok yer gezmiş,aşkı ve tabiat sevgisini yaşadığı hayatı, çağının konuşma dili ile öz türkçe olarak işlemiş ve anlatmış bir halk şairidir.
Bugün kesin olarak bilinen bir şey varsa o da mezarının İçel'in Mut İlçesi'ne bağlı Karacaoğlan Köyü'ndeki Karacaoğlan tepesinde Karacakız tepesi ile karşı karşıya olduğudur.
Mezar 1997 yılında anıt mezar haline getirilerek Kültür Bakanı İstemihan Talay tarafından ziyarete açılmıştır. Karacaoğlan aynı zamanda tarihte heykeli dikilen, bilinen ilk ozandır. Hemşehrimiz Heykeltraş Prof.Hüseyin GEZER tarafından yapılan Karacaoğlan heykeli 8 Haziran 1973 günü ilçemize dikilmiştir.

Yörede onun şiirlerinden pek çoğu halk arasında söylenir bazıları türküleştirilmiştir:
Dört kitaptan başlayalım elife
Bir isim yazılmış kuldan ziyade
İbrişim saçında eğmeli zülüf
Sırmalar karışmış telden ziyade
Eğdirme kaşını, bakmam yüzüne
Ben gibi ataşlar düşsün özüne
Yemesem, içmesem baksam yüzüne
Şekerden kaymaktan, baldan ziyade
 Kaşların göz ile eyliyor cengi
Söyleşir yavrular, koç yiğit dengi
Çiçekte, meyvede yoktur menendi
Laleden kırmızı gülden ziyade
 Aşık da aşığı zor ile yıkmaz
Ölse de aşığın hiç sırrı çıkmaz
Benim gönlüm olur olmaza akmaz
Akıttım gönlümü selden ziyade
 Karacoğlan der ki, yurdun tazele
Gönül bir çift şahin, konmuş gazele
Çirkin bana kurban, ben de güzele
Can sever güzeli, maldan ziyade

Çeşitli kaynaklara göre Kozana bağlı Feke İlçesi'nin "Gökçe" köyünde, "Mamalı" da, "Binbuğa"da, "Erzurum"da "Zobular"da, "Gökçeli"de, "Varsak da, hatta "Belgrad"da doğduğu öne sürülmüştür. Fakat, kanımızca en sağlam ve eski kaynak, Akşehirli Ahmet Hamdi Efendi'nin hatıra defteri olup, inandırıcı delillere dayanmaktadır. Hamdi Efendi, Varsak köyünde 1876 da hatıra defterine şu satırları kaydetmiştir: "Malum ola ki Karacaoğlan Varsak karyesinde dünyaya gelüp babası Türkmen aşiretinden Kara İlyas, fakir-el hal olmağla sayd-ü şikarla taayyuş eder olup 1013 (M .1604) tarihinde Kozan dere-beylerinden Hüsa m Beyin sayıl namıyle tut-kap asker devşirdiği hengamda İlyas dahi tutulup götürülerek orada gaip olduğu için lakapları Sayıloğlu kaldığı ve el- yevm karyei mezbur hanedanı Sayılzade Mehmet Efendi'den anlaşılmıştır. Karacaoğlan'ın ismi Hasan olup öksüz büyümüş. Vechen karayağız ve fakir çocuğu olduğu için buna Karacaoğlan denülüp böylece anıldığı. Karacaoğlan delikanlı iken munis ve zeyrekliği hasebiyle ol vaktin karye ağalarından serdengeçti Osman Ağa Karaca Oğlan'ı evlatlık şekliyle diğer fakir bir aile kızıyle teehhül ettirmiş ise de kız hor ve çirkin olduğundan Kara caoğlan babası gibi Sayıl askerliğine tutulacağını anlayup yirmi dört yaşında Varsak'tan firarla mekanın gaip ederek, encam Maraş'ta Zülgaroğlu (Zülkadir olacak) Hüsam Bey' in himayesinde altı sene teehhül ümidiyle kalıp, teehhül ümidi münkesir olunca ora-dan müfarekatla yine geşt-i diyara başlayıp on dokuz sene sonra vatanına gelmişse de fazla barınamayıp elli beş yaşında Tarsus tarikıyla tekrar geşt-i diyara derban olduğu (1)", kayıtlıdır. Han Mahmut adli halk hikayesinde ve diğer bazı anlatımlarda Karacaoğlan'ın Tarsus'ta Karaca Kız adındaki bir yörük beyi'nin kızına aşık olduğu, vermedikleri için kızın, arkasından da Karacaoğlan'ın Kırklar mağarasına, bazı kaynaklara göre de Eshab-ı Kehf Mağarasına çekilerek orada öldüğü rivayet olunur. İshak Refet Işıtman ise, 1933 yılında yayınladığı Karacaoğlan adlı eserinin 33. sayfasında "Şairin menkıbeleri arasında Karaca Kız adlı birisini sevdiği söylenir ve ölünceye kadar bu sevginin devam ettiği, fakat birbirlerine kavuşamadıkları, en sonunda Karacaoğlan'ın bir tepeye, Karaca Kız'ın da onun karşısındaki bir tepeye gömüldükleri anlatılır. Bu tepeler Çukurovada imiş", demektedir. Bizim görüşümüze göre buradaki Çukurova'dan Çukur Köyü'nün anlaşılması gerekir. Zira Çukur köyü (şimdi Karacaoğlan) Karaca Kız ve Karacaoğlan Tepeleri'nin düzlüğündedir. Fuat Köprülü'nün araştırma yaptığı dönemlerdeki ulaşım imkanları dikkate alınırsa, Mut İlçesi dahi belli çevre dışında bilinmezken Çukur köyünün bir araştırmacı için bilinmesi elbette mümkün değildir. Esasen şimdiki Çukur (Karacaoğlan) köyü 1286 yıllarında Sarıkavak beylerinden Hacı Kadir ağa zamanında eski yerinden nakledilmiştir. Karacaoğlan tepesinin birkaç kilometre kuzey batısına düşen eski Çukur içme ve kullanma sularını sarnıçlardan sağlayan bir kıraç yayladır. Sarıkavak beylerinin yaylası olan bu köyün 8 kilometre kadar doğuya nakledilmesinin bir de hikâyesi vardır. Rivayete göre köyün çobanı, sürünün içinden bir tekenin sık sık ayrılarak sakalı ıslanmış şekilde geriye döndüğünü görür ve merakla takip eder. Görür ki şimdiki köyün hemen yakınında bir kaynak vardır ve teke tesadüfen bulduğu bu kaynaktan içgüdüsüyle şaşırmadan gidip, suyunu içtikten sonra dönmektedir o Bundan sonra sadece yazları oturulan eski çukur su kaynağına yakın yerde yeniden iskân sahası haline getirilir. Köy devamlılık kazandıktan sonra halk Karacaoğlan mezarını adeta ziyaretgâh haline getirmiş, ona evliyalık izafe etmiş, tepenin adına zamanla Erenler Tepesi de denmeye başlanmıştır.

Servergazi Türbesi

Servergazi-Türbesi-1

Servergazi Türbesi, Merkezefendi ilçesine bağlı Gerzele Mahallesi’nde bulunmaktadır. Dağ yamacına yakın bir noktada konumlanmış olan türbenin çevresi büyük çınar ve meşe ağaçları ile kaplıdır. Türbe binası 1992 yılında yapılmıştır.
Türbenin içerisinde Denizli’yi fetheden Selçuklu komutanı Servergazi’ye ve onun bir askerine ait toplam 2 sanduka mevcuttur. Türbe binası sekizgen formlu, yığma taş yapılıdır. Duvarları içeriden beton sıvalıdır. Kapının bulunduğu duvar hariç, tüm duvarlarında oldukça uzun, yuvarlak formlu birer pencere bulunmaktadır. Doğu duvarında ise oldukça uzun, yuvarlak formlu bir kapı vardır. Yapının pencere ve kapıları ahşaptan yapılmıştır. Türbenin üzeri piramidal çatıyla örtülüdür. Çatının zirve noktasında metal alem bulunmaktadır.
Servergazi Türbesi, yalnızca Denizli’nin değil, Türkiye’nin önemli inanç turizmi merkezlerinden biridir. Her yıl çok sayıda kişinin ziyaret ettiği Servergazi Türbesi’nin çevresi mesire alanı olarak da kullanılmaktadır.
Fotoğraf ve Metin için Kaynak ;Denizli Kültür Envanteri , Denizli Belediyesi , 2014 , sy 68

Servergazi-Türbesi-3
Servergazi-Türbesi-2

SARIKIZ EFSANESİ










SARIKIZ EFSANESİ

Çok uzun yıllar önce bu dağda güzelliği dillere destan bir kız yaşarmış, Sarıkız derlermiş onun adına, uzun sarı saçlarından ötürü, tüm köy delikanlıları aşıkmış bu Sarıkız'a... fakat onu çekemeyenler onun hakkında bir dedikodu uydurmuşlar, sözde Sarıkız kötü yola düşmüş, başka başka insanlarla yatıp kalkıyormuş diyerek, Sarıkız bu söylentilerin yalan olduğunu biliyor ama babasının bu söylentilerden etkilenmesini de gururuna yediremiyormuş, çareyi dağın zirvesine kaçmakta bulmuş. Bir zaman sonra Sarıkız'ın babası söylentilere dayanamayıp kızını öldürmek için dağa çıkmış, bir de bakmış Sarıkız orada kazları besliyor ve davranışlarından hiç de kötü yola düştüğü anlaşılmıyormuş, bir baba için evladını öldürmek kolay değil tabiki, önce bir namaz kılayım demiş ve Sarıkız'dan abdest alması için su istemiş, Sarıkız ibriği tuttuğu gibi aşağıdan suyu almış ve babasına uzatmış, babası nereden buldun demeden ağzına aldığı suyun tuzlu olduğunu anlamış ve oracıkta bayılmış. Sarıkız dağın zirvesinden uzandığı gibi denizden ibriğini doldurmuş.

BİR BAŞKA VERSİYON

Kaz dağlarında çok güzel bir kız yaşarmış ve adına da Sarıkız derlermiş, gel zaman git zaman Sarıkız'ın güzelliğini çekemeyenler onun hakkında kötü yola düştü diyerek dedikodu yaymaya başlamışlar ve onu lanetli ilan etmişler, babası da Sarıkız'ı alarak Kaz dağının zirvesine bırakmış. Sarıkız dağda dolaşırken yanına bir kaz gelmiş ve ona birkaç yumurta vermiş Sarıkız bunları saklamış ve bir süre sonra kaz yavruları yumurtalarından çıkıp büyümüşler. Günler günleri aylar ayları kovalamış bir gün kar ve tipiden yolunu şaşıran iki yabancı Sarıkız'ın yaşadığı zirveye sığınmak zorunda kalmış. Sarıkız bu yabancıları kurtarmış, beslemiş ve sağlıklarına kavuşturmuş. Bu yabancılar dağdan indikten sonra köy halkına "Kaz dağlarında çok güzel, ermiş bir kız yaşıyor" demişler. Bu sözler Sarıkız'ın köyüne, anne ve babasına ulaşmış. anne ve baba çocuklarına duydukları özleme daha fazla dayanamayarak Sarıkız'ın yanına gitmişler. Sarıkız zirvede onları bekliyormuş sevgi ve hasretle kucaklaşmışlar, bir ara baba kızından su istemiş, Sarıkız hemen şimdi diyerek avuçları ile babasına su içirmiş, babası suyu nereden aldın deyince de "elimi uzattım, denizden aldım" demiş, anne ve baba böylece kızlarının gerçekten ermiş olduklarını anlamışlar ve geri dönmüşler...



BİR BAŞKA SARIKIZ VERSİYONU DAHA...

Sarıkız'ın babası yaşlanınca Hacc'a gitmek ister ve kızını Güre köyünde bir imam ailesine emanet eder. Uzun süren Hac zamanında köy delikanlıları kıza evlenme teklifinde bulunurlar. Kız bu teklifleri kabul etmeyince bunu gurur meselesi sayarak yorumlar üretmeye başlarlar. Yorumlar kısa zamanda dedikoduya ve iftiraya dönüşür. Baba Hac'dan dönünce dışlanır ve kızını öldürmeye karar verir. evden çıkınca kıza bozuk yumurta atanlar olur. Bu nedenle çocuklar ona "Sarıkız" adını verirler. Köyün kenarına çıkıldığında Sarıkız kendisine hakaret edenlere bunun yanlış olduğunu kabul ettiremeyince beddua eder. Baba ile Sarıkız şimdiki Sarıkız tepesine çıktıklarında Baba abdest almak için kızından acele su ister. Ancak verilen suyun tuzlu olduğunu gören Baba tatlı su ister. anında verilen tatlı sudan şüphelenen Baba, niçin tuzlu su verdiğini sorar. Kız da "acele ettiğin için, denizden alıverdim" cevabını verir. bu durum karşısında kızının ermiş olduğunu anlayan Baba pişman olur. Kızına "kızım ben sana inanmamakla büyük hata ettim, senden özür dilesem beni affedersin ama senin yüzüne bakacak halim kalmadı, en iyisi sen burada beni bekleyedur ben şöyle bir gezip geleyim" diyerek kızı yalnızlığa terkeder. Baba görünmez olunca dağın üzerine korkunç derecede siyah bir bulut çöker. Günler sonra Baba'nın ölmüş bedenini dağın zirvesinde bulurlar...

KAZ DAĞI ADI İLE İLGİLİ BİR SÖYLENCE

Fatih Sultan Mehmet'e gemi kerestesi biçmek üzere Düden yaylasında konaklayan Tahtacı Türkmen'leri Kaz avlusunda adeta resimleşmiş kaz tüylerini görünce merakları üzerine kendilerine efsaneler anlatılır. Orta Asya şamanizm inançlarına göre kazı kutsal saymaları nedeniyle bu dağı da kutsal sayarak İda dağını Kazdağları olarak değiştirirler. Sarıkız türbesi olan yere Sarıkız, Baba türbesi olan yere Baba tepesi, kaz tüylerinin bulunduğu yere Kaz avlusu ve dağın bu bölümüne de Babadağı adını verirler. Kutsal saydıkları bu türbeler için her yıl Ağustos ayının 15 ile 30'u arasına rastlayan bir hafta sonunda tepeleri ziyaret edenler oralarda, etmeyenler de bulundukları yerlerde olmak üzere cumartesi günü Sarıkız'a, pazar günü Baba'ya ve pazartesi günü de Şahtaşlarına olmak üzere üç gün hayır yapılır. Yöredeki bazı köyler yalnız Sarıkız'a hayır yapmaktadır.



Hırka-i Şerif ..

Hırka-i Şerif 



hırka-ı şerif ile ilgili görsel sonucu


İstanbul, Fatih İlçesi'nde Fevzi Paşa ana caddesinden aşağı giden Hırka-i Şerif Caddesi'nin bitiminden başlayan Keçeciler Caddesi üzerinde, Atikali semti sınırları içinde Hırka-i Şerif Mahallesi'nde yer alan ve Fatih'in maneviyatını yansıtan camii. İstanbul'un dini folklorunda çok önemli bir yere sahip olan bu camii Hz.Muhammed (s.a.v)'in Üveys el-Karani'ye (Veysel Karani Hazretlerine) hediye ettiği hırkanın (Hırka-ı Şerif) muhafaza ve ziyaret edilmesi için 1851'de Padişah Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılmıştır.

İslam kaynaklarında hayrü't-tabıin ya da reisü't-tabıin olarak anılan Üveys el-Karani Hazretleri'nin vefatından sonra kardeşinden devam eden Üveysi sülalesi elinde kalan Hırka-ı Şerif 17. yy'ın başlarında, ailenin o tarihteki reisi Şükrullah Üveysi tarafından I. Ahmed'in fermanı gereğince İstanbul'a getirilmiştir.

İstanbul'a yerleşen üveysi ailesinin, Hırka-i Şerif Camii'nin kuzey yönünde, az ilerisinde bulunan Akseki Kemaleddin Mescidi'nin karşısındaki bir evde ikamet ettiği, hırkanın bu evde ziyaret edilmeye başlandığı, Sadrazam Çorlulu Ali Paşa'nın hırkanın muhafazası için kagir bir hücre ile bitişiğinde bir çeşme ve imaret inşa ettirdiği, daha sonra Şeyh Osman Üveysi zamanında 1725'te ilk defa bir vakfın tesis edildiği bilinmektedir.I. Abdülhamid 1780'de, şimdiki caminin kuzeyinde, avlu üzerinde bulunan ufak kagir hücreyi inşa ettirerek ziyaretlerin burada devam etmesini sağlamış, Küçük Hırka-i Şerif Dairesi veya Eski Hırka-i Şerif Odası olarak anılan bu hücre II. Mahmud tarafından 1812'de yenilenmiştir.

Abdülmecid bu kutsal emanetin şanına layık bir camii ve ziyaret mahalli yaptırmaya karar verince çevredeki birçok bina kamulaştırılarak yıktırılmış, 1847'de başlayan inşaat 1851'de sona ermiştir.

Hırka-i Şerif'in muhafazasına ve ziyaretine mahsus birimlerle, ayrıca hünkar mahfili ve geniş kapsamlı bir hünkar kasrı ile donatılan camiden başka bu yapının çevresinde, Üveysi ailesinin en yaşlı erkek bireyi (reisi) ile ailesi için bir meşruta, bu kişinin reşit olmaması halinde kendisine vekalet edecek olana mahsus vekil dairesi, hırka-i şerifi korumakla görevli bir bölük jandarma için kışla (halen Hırka-i Şerif İlköğretim Okulu olarak kullanılan bina) ve görevliler için çeşitli odalar da inşa edilmek suretiyle bir külliye meydana getirilmiştir.

Cami 8 köşeli, tek kubbelidir. Mahfelleri, hünkar daireleri, Hırka-i Şerif odası vardır. Mihrap, minber, kürsü rokoko mozaik taştır. Caminin hatları Hattat Mustafa Efendi'nindir.

Cami'in bulunduğu mahallenin ismi Fatih Belediye Meclisinin 2008 yılında almış olduğu bir karar ile Muhtesip İskender Mh, Keçeci Karabaş Mh ve Mimar Sinan Mahalle'lerinin birleştirilmesi ile Hırka-i Şerif Mahallesi olarak değişmiştir.


Türabi Baba Türbesi, Beyoğlu, İstanbul



İstanbul ili Beyoğlu ilçesi, Kasımpaşa’da Camii Kebir Mahallesi, Türabi Baba Caddesi üzerinde bulunan bu türbe XIX. yüzyılda yapılmıştır.

Mehmet Türabi Efendi, Tersane-i Amire’de çalışan Osmanlı gemicilerinden olup, aynı zamanda Kadiri Tarikatının da şeyhi idi. 1812 yılında ölmüştür. Daha önce Kasımpaşa’da Kadiri Tarikatına ait bir tekke yaptırmış ve tekkesinin yanına da türbesini eklemiştir. Bu tekke XX. yüzyılın ortalarında yanmış, kalan bölümleri kum ve tuğla deposu olarak kullanılmış, 2004 yılında da tamamen yıktırılmıştır.

Günümüze gelen türbe, dikdörtgen planlı, düz çatılı bir yapıdır. Duvarları moloz taş ve tuğladan örülmüştür. Cephesinde tuğla dizileri peşpeşe sıralanmış ve bu da yapıya bir orijinallik katmıştır. Türbenin Haliç’e yönelik cephesinde bir çeşme, onun her iki yanında da üçer penceresi vardır. Ayrıca giriş cephesinde kapının yanı sıra üç penceresi daha bulunmaktadır. Türbenin diğer cepheleri iki yanındaki yapılara bitişiktir.
Türbenin içerisinden tavan eski gemi direklerinden yapılmış desteklere dayanmaktadır. Burada tersaneden çıkmış demir raylar kullanılmış ve böylece hiçbir yapıda görülmeyen bir iç düzenleme ile burada karşılaşılmaktadır.

Türabi Baba’nın mezarı ahşap bir şebeke ile çevrilmiştir. Türbe içerisinde Şeyh Mehmet Türabi Efendi’nin, Şeyh Ahmet Efendi El Kadiri (1832), Şeyh Seyit Halil Kadiri (1851), Şeyh Ali Kuzu El Kadiri (1861), Şeyh Hasan Rıza El Kadiri (1876), Şeyh Ali Rıza Efendi ile Kadırga Mimarı Mustafa Ağa (1599) ile kimliği bilinmeyen altı kişiye ait toplan on üç mezar bulunmaktadır.

Türbe duvarı üzerindeki çeşme, kitabesinden öğrenildiğine göre Sultan II. Abdülhamit devri (1876–1909) deniz amirali Şükrü Paşa tarafından onarılmıştır.

Türbe İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetiminde olup, ziyarete açıktır.

17 Şubat 2016 Çarşamba

Şah Sultan Türbesi, Eyüp, İstanbul



İstanbul Eyüp ilçesi, Defterdar Caddesi üzerinde bulunan Şah Sultan Türbesini, Şah Sultan sağlığında, sıbyan mektebi ve sebilden oluşan yapı topluluğu içerisinde 1800 yılında Mimar İbrahim Kâmil Ağa’ya yaptırmıştır.

Şah Sultan, Sultan III. Mustafa’nın (1557–1574) Mihrişah Sultan’dan doğan kızıdır. Sultan III. Selim’in de (1789–1807) kardeşidir. Şah Sultan 3 yaşında, Vezir Bahir Köse Mustafa Paşa ile 1764 yılında nişanlanmıştır. Bahir Köse Mustafa Paşa’nın 1765 yılında azledilerek idam edilmesinden sonra Şah Sultan ikinci kez, Nişancı Mehmet Paşa ile 1768 yılında sadrazam olması ile nişanlanmıştır. Nişancı Mehmet Paşa’nın 1769 yılında öldürülmesinden sonra bu kez amcası Sultan I. Abdülhamit (1774–1789) tarafından Nişancı Seyit Mustafa Paşa ile evlendirilmiştir. Şah Sultan 42 yaşında 1802 yılında ölmüş ve yaptırmış olduğu türbesine gömülmüştür.

Şah Sultan’ın Yeşildirek’te çeşmesi (1792), Eyüp’te Zal Mahmut Paşa Türbesi yanında da yapı topluluğu bulunmaktadır.

Türbe içten daire planlı, dıştan kare planlı bir yapı olup, üzeri kubbe ile örtülüdür. Türbenin dış görünümünde köşelere yerleştirilen dört ağır paye ve bunların üzerindeki kuleler yapıya dıştan da kare plan görüntüsü vermiştir. Barok ve ampir üslubundaki türbenin üst pencerelerinde alt ve üstü yarım yuvarlak kemerler ve köşe kulecikleri de başlıca özelliğidir. Kubbe kasnağında bulunan profilli askı kemerlerinin ise taşıyıcı bir fonksiyonu bulunmamaktadır.

Türbenin girişinde üç bölümlü bir revak bulunmaktadır. Bu revak ortada kubbe, iki yanda da ayna tonozlarla örtülmüştür. Türbenin avlu kapısında iki sıra halinde Mustafa İzzet Efendi’nin 1800 tarihli kitabesi bulunmaktadır.
Kitabe:
Cevher-i ser-tâc-ı iffet zib ü ferr saltanat
Reymak İsmet-sarây devlet-i din-i mübin
Şah Selim saltanat-ı pirâyenin hemşiresi
Şah Sultan bint-i merhum Mustafa Han-ı Güzin
Mihrişâh Kadın ki odur mader-i pür şefkati
İsmeti nûr ile bulmuştu ziyâ rûz-ı zemin
Ânı Sultan Mustafa İkinci Kadın eyleyüb
Devletinde görmüş idi rağbeti ol Nâzenin
Çıkdı elden Hümâ uçdı firaz-ı serâr âh
Girdi hayfa halk-ı âlem matem oldu hazin
Kıldı efrat riâyet işte Hak madere
Yapdı âli türbe-i kabri enverde müstahkem metin
Yapdı hem bir mekteb-i rânâ cıvar-ı türbede
Halkı hüsn-ü âlem arası ider hayret karin
Şâd ider merhûmenin rûhun çüsavt bülbülün
Da’im etfâl okudukça anda Kur’an-ı mübin
Gel du’ai hayre âğaz it gönül ihlas ile
Hayr olan da’vâtı redd etmez mucib’üs-sa’in
Mihrişaâh Kadın riyâzı cenneti idüb mekkar
Cilvegâhı ola Yâ-Râb Gülşen-i huld-ı berin
Yazdı İhyâ hâme mûciz-ı beyân bir beyt kim
Mündericdir ânda garâ iki târih-i Güzin
Şâh Sultan yaptı zibâ türbei vâlâyı nev-1215
Mihrişâh Kadın’a adn ola bu mevâyı berin
1215 (1800).

Türbenin iki kat pencereleri arasında iki korniş ile katlar belirlenmiştir. Buradaki pencerelerin alt ve üst kemerleri birbirlerinden çok farklı bir görünümdedir. Üst pencereler oldukça derin bir niş içerisindedir. Bunların üzerlerine basık kemerli bir alınlık ile kornişler yerleştirilmiştir. Ayrıca üst pencereler birbirlerinden oldukça geniş silmelerle ayrılmış ve vitraylı camlarla da bezenmiştir. Alt kat pencereleri ise düz başlıklı, oldukça ince duvar payeleri ile birbirlerinden ayrılmıştır. Bu pencerelerin basık kemerli alınlıkları bulunmaktadır.

Türbenin içerisi kalem işleri ile bezenmiştir. Alt ve üst pencereler arasına Hattat Mustafa Rakım’ın ağabeyi Hattat İsmail Zühtü Efendi’nin 1806 tarihli imzalı bir ayet kuşağı çepeçevre dolanmaktadır.

Türbede Şah Sultan, Şah Sultan’ın annesi Mihrişah Sultan ve Şah Sultan’ın eşi Mustafa Paşa’nın (1812) sandukaları bulunmaktadır.

Mimar Sinan Türbesi, Eminönü, İstanbul


İstanbul ili Eminönü ilçesinde, Süleymaniye yapı topluluğunun yanı başında Salis ve Rabi Medreselerinin köşesinde, Fetva Yokuşu ile Mimar Sinan Caddesi’nin kesiştiği köşede bulunmaktadır.

Mimar Sinan 1556 yılında Süleymaniye Külliyesini tamamladıktan sonra bu türbeyi yaptırmıştır. Türbenin yanında bulunan Mimar Sinan’ın evi ile sıbyan mektebi günümüze gelememiştir. Mimar Sinan türbesini kendi mülkü olan arsasının en uç noktasına yapmıştır. Yaptığı her eserde yeni değişiklikler deneyen Mimar Sinan bunu kendi türbesinde de uygulamıştır.

 Mimar Sinan Türbesi, Eminönü, İstanbul
Süleymaniye Külliyesi içerisinde bulunan Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan türbeleri ile kendi türbesi karşılaştırıldığında bu türbenin oldukça basit ve mütevazı bir görünümdedir. Büyük olasılıkla Mimar Sinan, Kanuni Sultan Süleyman gibi bir padişahın yanına gösterişli bir türbe yapmaktan kaçınmıştır. Bununla beraber türbesini mimari yönden son derece ahenkli ölçülerle, adeta bir yüzük taşı gibi bulunduğu üçgen alanın en uç noktasına oturtmuştur.
Türbe yontma köfeki taşı ile mermerden yapılmıştır. Mimar Sinan Caddesi’ndeki avlu duvarına on bir, Fetva Yokuşu’na da geometrik şebekeli beş mermer pencere açılmıştır. 1940 yılında yapılan onarım sırasında buradaki avlu duvarları yıkılmış, lotus ve palmetlerden meydana gelen bir frizle sonuçlanarak yeniden yapılmıştır. Bazı eski resimler avlu duvarının onarım öncesi durumu ile ilgili bazı fikirler vermektedir. Bunlara göre muntazam olmayan kaba yontma taş duvar üzerine yine taş bir friz geçirilmiş ve bunu pencere dizisi izlemiştir. Orijinal pencere dizisi ile bugünkü pencereler arasında bazı farklılıklar bulunmaktadır.
Mimar Sinan’ın mermer sandukasının önündeki hacet penceresinin üzerine yekpare mermerden bir kitabe yerleştirilmiştir. Bu kitabe sülüs yazılı on beş kartuşlu Nakkaş Sai’nin eseridir.

Kitabe:
“Ey iden bir iki gün dünya sarayında mekân
Cay-i asayiş değildir âdeme milk-i cihan
Han Süleyman’a olub mimar bu merdi Güzin
Yapdı bir cami verir Firdevsi âlâdan nişan
Emri şahile kılub su yollarına ihtimam
Hızr olub abıhayatı âleme kıldı revan,
Çekmece cisrine bir tâkı muallâ çekdi kim,
Aynıdır âyinei devranda şekli Kehkeşan
Kıldı dört yüzden ziyade mesçidi âli bina,
Yapdı seksen yerde cami bu aziz kârdan.
Yüzden artuk ömr sürdü akıbet kıldı vefat
Yatuğu yeri Hüda kılsın anın bagı cinan
Rıhletinin Sâi-i dâi tarihini
Geçdi bu demde cihandan pîri mimaran
Sinan 996.”

Mimar Sinan’ın mermer sandukasının üzeri birbirine sivri kemerlerle bağlanmış altı sütunun taşıdığı bir tonoz ile örtülmüştür. Kemer ayaklarının masif görünüşleri keskin hatlarla, köşelerde de sütuncuklarla gizlenmek istenmiştir. Türbenin üzerini örten tonozun ön kısmı da kubbemsi bir şekilde dışarıya taşırılmıştır.

Sandukanın baş ve ayak taşları yekpare mermerdendir. Baş taşının üzerindeki burma kavuğu da son derece sanatkârane biçimde yontulmuştur.

Türbe içerisinde üç mezar daha bulunmaktadır. Bunlardan ikisinin kime ait olduğu bilinmemektedir. İbrahim Hakkı Konyalı soldaki mezarın Mimar Sinan’ın ikinci karısı Gülruh Hatun’a, sağdakinin de torunu ve aynı zamanda vakfının mütevellisi Derviş Çelebi’ye ait olduğunu ileri sürmüştür. Türbe içerisindeki üçüncü mezar Neo-Klasik devrin öncülerinden Mimar Ali Talat Bey’e aittir. Ali Talat Bey 19 Ekim 1922’de öldüğünde arkadaşları onu hayran olduğu Mimar Sinan’ın yanına gömmüşlerdir. Bu mezarın üzerine kendi arzusu ile de ismini belirten bir kitabe konulmamıştır. Türbenin ucuna da Mimar Sinan tarafından yapıldığı sanılan bir sebil yerleştirilmiştir.

Mimar Sinan’ın Türbesi 1938 yılında İstanbul Vakıflar Başmimarı Vasfi Egeli tarafından onarılmıştır.

Karaca Ahmet Türbesi, Üsküdar, İstanbul



 Karaca Ahmet Türbesi, Üsküdar, İstanbul
İstanbul Üsküdar ilçesi, Aşçıbaşı Mahallesi, Karaca Ahmet Caddesi’nde bulunan Karaca Ahmet’in türbesinin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Yalnızca Karaca Ahmet Dergâhının bir odasında korunan manzum kitabede 1595 yılında Safiye Sultan tarafından yanındaki dergâh ile birlikte yaptırıldığı yazılıdır. Günümüze gelebilen türbe Matbah-ı Amire Emini Ziya Bey tarafından eşi Fehmiyye Hanım’ın ruhu için 1866 yılında yaptırılmıştır. Dergâh ve türbe 1878 yılında Karaca Ahmet Dergâhı tarafından onarılmıştır. Bu türbe bir makam olup, Karaca Ahmet’in gerçek türbesi Manisa’nın 5 km. kuzeybatısındaki Horoz köy’ünde bulunmaktadır. Karaca Ahmet’in Manisa-Menemen yolu üzerinde, Horozköy tren istasyonuna 1 km. uzaklıkta bir makamı daha bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Afyon’un 36 km. kuzeyinde, Karacaahmet Köyü’nde, Akhisar-Sındırgı yolu üzerinde Akhisar’a 15 km. uzaklıktaki Karaköy’de, Uşak-Eşme karayolu yakınındaki Karacaahmet Köyü’nde de makamları bulunmaktadır.

Karaca Ahmet hakkında kesin bilgi bulunmamaktadır. Horasan Sultanlarından Süleyman-ı Horasani’nin oğlu olup, XIV. yüzyılda yaşamıştır. İstanbul’a gelerek bugünkü Karaca Ahmet dergâhını kurmuştur. Hacı Ahmet Yesari’nin müritlerinden olup, Sarı Saltuk ve Yunus Emre gibi tanınmış bir din ulemasıdır. Aynı zamanda devrinin önemli bir hekimi olup, tedavi sırlarını oğlu Eşref Sultan’a, o da kendi oğullarına öğretmiştir.

Karaca Ahmet Türbesi tekke ve sebilden meydana gelen, köfeki taşından dikdörtgen planlı bir yapı içerisinde yer almaktadır. Dergâhın giriş cephesinin sağ kesiminde türbe, sol kesiminde de tekke ve her ikisi arasında da sebil yer almaktadır. Türbenin cephesinde iki, yanında bir, tekkenin solunda da bir tane olmak üzere üç pencere ile aydınlatılmıştır. Türbe girişinin üzerindeki 1866 tarihli kitabede türbenin Matbah-ı Amire Emini Ziya Bey tarafından onarıldığını belirtilmiştir.

Türbe bağdadi tekniğinde yapılmış, üzeri basit bir kubbe ile örtülmüştür. Karaca Ahmet’in sandukası ahşaptandır. Türbenin duvarlarında Allah, Muhammed ve dört halifenin isimleri yazılıdır. Ayrıca Karaca Ahmet’in olduğu sanılan kolsuz bir hırka, hırka kuşağı, takke, zikir tespihi ve çeşitli şifa tasları ile yazma Kuran-ı Kerimler bir vitrin içerisinde teşhir edilmektedir.

Türbe günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetiminde olup, ziyarete açıktır.

Hatice Turhan Sultan Türbesi, İstanbul


Hatice Turhan Sultan Türbesi, İstanbul
İstanbul Eminönü ilçesinde, Safiye Sultan’ın 1598’de yapımını başlattığı, Kösem Sultan’ın girişimlerine karşılık yarım kalan ve sonra, Hatice Turhan Sultan tarafından 1665’te tamamlanan Yeni Cami Külliyesi’nin bir bölümünü oluşturan Hatice Turhan Sultan Türbesi 1663 yılında yapılmıştır. Mimarı Yeni Cami’nin de mimarı olan Mustafa Ağa’dır. Yeni Cami’nin güneyinde yer alan türbe ile cami arasında bir yol geçmektedir. Türbe Valide Sultan adına yapılmışsa da, daha sonra buraya Sultan IV. Mehmet ve padişah ailesinden bazı kişiler gömülmüştür. Hatice Turhan Sultan, Sultan İbrahim’in eşi, Sultan IV. Mehmed’in de annesidir.
Hatice Turhan Sultan Türbesi'nin İçi, İstanbul
Mimari yönden Sultanahmet Türbesi’ne benzeyen bu türbe kare planlı bir mekân ile türbenin ön cephesinde 15.00x15.00 m. ölçüsünde bir revaktan meydana gelmiştir. Bu revak kırmızı ve beyaz taşların alternatifli olarak örülmesinden meydana gelen sivri kemerler ve duvara bitişik payelere dayanmaktadır. Revakın orta bölümü pandantifli bir kubbe ile örtülmüştür. Revak çini süslemeli ve kalem işi süslemeler ile bezelidir. Buradaki beyaz zeminli dikdörtgen panoların ortalarına kırmızı ve soluk yeşil renkte şemseler yapılmış ve içleri çiçek demetleri ile doldurulmuştur. Panoların köşelerinde ise kırmızı renkte dolgu motifleri bulunmaktadır.
Türbe kapısının sağ tarafında mealen “Ey kapılar açan Allahım, bize hayırlı kapılar aç” yazısı yer almaktadır.
Türbe kesme taşlardan yapılmış revakın yer aldığı cephe dışında iki sıra pencere ile aydınlatılmıştır. Bunlardan alt sıra pencereler dikdörtgen mermer söveli olup, demir lokmalı parmaklıkları vardır. Üst sıra pencereler sivri kemerli alçı şebekelidir.
Türbenin içerisi çini ve kalem işleri ile bezenmiştir. Burada İznik işi çinilere yer verilmiştir. Pencerelerin üzerindeki yazı kuşağı ile sonuçlanan bölümün üzerindeki duvarlara ve yapıyı örten kubbe klasik malakâri süslemelerle bezelidir. Buradaki orijinal bezemeler 1959 yılında yapılan restorasyon sırasında ortaya çıkarılmıştır. Klasik madalyon ve rozetlerden oluşan bu bölümdeki kalem işleri orijinal kalem işlerinin tekrarı olarak XIX.-XX. yüzyıl arasında yapılmıştır. İç mekânı çepeçevre kuşatan çini kuşakta Mülk suresinin 1.30. ayeti yazılıdır. Türbenin batı duvarı içerisine iki satırlık talik yazılı bir kitabe bulunmakta olup, bu kitabe Sultan IV. Mehmet’in türbeye gömülmesi sırasında buraya konulmuştur.
Hatice Turhan Sultan'ın Sandukası, İstanbul
Kitabe:

“Mehemmed Han-ı Rabi ibn-i İbrahim-Ferruh-dem
Onunla bulmuştu izz ü şevket tahtı Osmanî
Hitab’ı ircil ahir erince canib-i Hak’tan
Müşerref eyledi ruhu revanı bağ-ı rıdvanı
Kemal üzre bulup kadr-ü ayarın ehl-i İrfanın
Müsahip eylemişti Fenn-i abd-i senahanı
O yerde yattığınca Hazret-i Hak eyleye daim
Serir-i ma’delette Gazi Sultan Mustafa Hanı”

Türbenin önündeki revakın sağ tarafına Sultan III. Ahmet zamanında bir kütüphane yaptırılmıştır. Ayrıca türbenin yanına sonradan Havatin ve Cedid Havatin denilen iki türbe daha yapılmıştır.

Türbede, Sultan IV. Mehmed, Hatice Turhan Sultan’ın yanı sıra Sultan II. Mustafa, Sultan III. Ahmet ve Sultan I. Mahmut gömülüdür. Bunların yanı sıra III. Ahmet’in kızları Sabiha, Rukiye ve Naile Sultan, III. Ahmet’in oğulları Mehmet, Abdülmelik, Mustafa, Murat; Sultan II. Mustafa’nın oğulları Şehzade Süleyman, Şehzade Ali, Şehzade Mehmet, Şehzade Hasan, kızları Emetullah ve Fatma sultanlar; III. Ahmed’in kadınlarından Zeynep Kadın olmak üzere 44 mezar bulunmaktadır.

Cennet Efendi Türbesi, Üsküdar, İstanbul


 Cennet Efendi Türbesi, Üsküdar, İstanbul
İstanbul Üsküdar ilçesi, Gülfem Hatun Mahallesi, Aziz Mahmut Hüdai Sokak’ta bulunan bu türbe giriş kapısı üzerindeki kitabesinden öğrenildiğine göre 1870 yılında Cennet Efendi adına yaptırılmıştır.


Cennet Efendi XVII. yüzyıl şair ve edebiyatçılarındandır. Aziz Mahmud Hüdai Efendi’nin müridi olmuştur. Simav zaviyesinde şeyhlik yapmış, Aizi Mahmud Hüdai dergâhında şeyh Mesud Efendi’nin ölümü üzerine şeyh olmuştur. 11 Ocak 1665’te ölmüştür. Cennet Efendi’nin Tevelliye isimli risalesi tefsirleri ve Fena-i mahlası ile yazdığı İlahiyat Divanı bulunmaktadır.

Cennet Efendi Türbesi 1961 yılında yanındaki ahşap bir evde çıkan yangın sonucu yanmış, günümüze yalnızca duvarları gelebilmiştir. Bugün açık mezar şeklindeki bu türbenin duvar kalıntılarından cephesinde beş penceresinin olduğu anlaşılmaktadır. Bu yıkımdan günümüze yalnızca giriş kapısı üzerindeki talik yazılı Mehmet Mısrî imzalı mermer kitabe gelebilmiştir.
Kitabe:
Rabi’a Hanım olub sahibe-i hayr-ü kerem
Eyledi Hakk yoluna cüd ü semâhat icrâ
Ya’ni bu Cennet Efendi’nin idüb türbesini
Sarf-ı nakd ile bina kıldı mezarın ihyâ
Kıl ziyâret geh gelüb ravza’yı Centtet’dir bu
Şeme-i hak ıtırnâki virir kalbe safâ
Mevlevi nezri ile Şemsi Didim târihin
Rabi’a Cennet’e yaptırdı makâm-ı ulyâ
Nemeka Mehmed Mısrî 1287 (1870).

Türbe içerisinde Cennet Efendi ve akrabalarına ait sekiz mezar bulunmaktadır.

Baba Cafer Türbesi, Eminönü, İstanbul


İstanbul ili Eminönü ilçesi, Zindankapı’da Zindan Hanı içerisinde olan türbe, asıl ismi Seyyit Cafer olan ve halk arasında Baba Cafer olarak tanınan Seyyit Cafer’e aittir. Seyit Cafer’in yaşamı ile ilgili kesin bilgi bulunmamaktadır. Onunla ilgili Evliya Çelebi Seyahatnamesi ile Hafız Hüseyin’in Ayvansaray-i Mecmua-i Tevarih isimli eserinde bazı bilgiler bulunmaktadır. Bunlara dayanılarak Baba Cafer’in Bağdat doğumlu ve İmam Hüseyin soyundan olduğu, Sıddıkiye Tarikatına mensup olduğu öğrenilmektedir.

Abbasi halifelerinden Harunu Reşit (789–809) döneminde Baba Maksut ile birlikte İstanbul’a Müslümanlar ile Bizanslılar arasındaki gerginliği gidermek amacı ile gönderilmiştir. İstanbul’da o zamanlar Bizanslıların egemenliği altında olup, Kocamustafapaşa’da da bir Müslüman mahallesi bulunuyordu. Baba Cafer ile birlikte gelen heyet bu Müslümanlarla Bizanslılar arasındaki anlaşmazlığı gidermek amacı ile İstanbul’a gelmiştir. Baba Cafer Kocamustafapaşa’da birçok Müslüman’ın öldürüldüğünü, cesetlerinin gömülmesine izin verilmediğini görmüş ve bunun üzerine Bizans İmparatoru I. Nikeforos’un huzuruna çıkarak gördüklerini anlatmıştır. İmparator Baba Cafer’in söylediklerini dinlemiş, ancak “Allah’a inanan insanların böyle gaddarlık yapamayacağını” söylemesi üzerine imparator kızmış ve onu zindana attırmıştır. Baba Cafer ile birlikte gelen Baba Maksut İmparatoruz yola getirmiş ve bütün Müslüman şehitlerinin gömülmesini sağlamıştır.

Kaynaklara göre Baba Cafer zindanda bazı kerametler göstermiştir. Baba Cafer’in ölümü ile ilgili bir takım rivayetler bulunmaktadır. Bunlardan birine göre; İmparator tarafından zehirletilmiş, diğeri; kendi eceliyle ölmüş, bir diğeri de Bizans askerleri tarafından öldürüldüğüdür. İmparator Baba Cafer’in cesedini zindana gömdürmüş, bu arada zindancının Müslüman olup, Ali ismini aldığını öğrenince de onu da öldürerek Baba Cafer’in yanına gömdürmüştür.

Baba Cafer’in kerametlerinin çokluğundan söz edilir. Bunlardan birine göre Bizans İmparatoru Nikeforos’un emriyle zincirlenmiş, bir süre sonra zindancı zincirin olmadığını görmüş ve onu tekrar zincire vurmuştur ancak, bu zincir de yok olmuştur.

Baba Cafer Türbesi, İstanbul şehir surlarının Haliç kulelerinin bitişiğinde bir zindan içerisindedir. Türbe dikdörtgen planlı, tahta zeminli olup, üzeri beşik tonozla örtülüdür. Türbenin içerisine Zindan Han’dan dar ve demir bir kapıdan girilmektedir. Bu kapı 1990 yılında Zindan Hanı’nın restorasyonu sırasında kapatılmıştır. Türbe içerisinde bir su kuyusu bulunmaktadır. Aydınlatılması beş küçük mazgal deliği ile sağlanmıştır. Sultan II. Mahmut zamanında bu türbe onarılmış ve bunu belirten bir kitabelerden biri demir kapının arkasına, diğeri de sokak kapısının üzerine konulmuştur.
Demir kapının arkasındaki kitabe:
“Şâh-ı kerrar şiyem Hazret-i Sultan Mahmud
Hüsn-i hulk ile odur fahr-i mülûk-i İslâm
Devr-i Fatih geçeli işbu makam-ı Rûşen
Olmamışken himem (tevsi’ine?) mazhar-i tâm
Kıldı tecdidine ferman o müceddid unvan
Câ’fer’in rühunu şâd eyledi ber vech-ı merâm
Öyle Câ’fer ki Hassan tenine kılınmış idi
Tâbiin ahdi şehidâ bu mahal içre niyâm
Gel de ihlâs ile ol cay-i icâbettir bu
Sübhagerdâni dua şâh-i Cihan’a müdâm
Âlem oldukça nazargâh-i velî agâh
Dâim itdün şeh-i devran-ı Hüda-yi Alâm
Bende-i sâdıkı Es’ad dedi zibâ tarihi
Merkad-i Câ’feri yapdı ne güzel şah-i enam.
1250 (1834–1835).”

Sokak Kapısı üzerindeki kitabe;

”Merkadi Hazreti Cafer radiyallahü anhü
1298 (1881)
Gel ziyaret kıl niyaz et Câferül-ensâriye
Müptelâyi derd olanlar biavnillah olur hoş
Gerek ekdar gerek emraz nedenlü hüznü endişe
Nâmurâdı bernürâd ider iden eyle gûş
Kıraat eyle üç ihlâs dahi surei Fâtiha
Bu âli Ali Babayı saksın eyleme ferâmûş
Eğer mü’min eğer gayri alub bir katre âbından
Hâsılı câhi necatden her kim eylerse nûş.”

Türbe içerisinde Baba Cafer ile Zindancı Ali’nin sandukaları bulunmaktadır. Günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetiminde olup, ziyarete açıktır.

Ali Rıza Efendi Türbesi, Üsküdar, İstanbul

 Ali Rıza Efendi Türbesi, Üsküdar, İstanbul
İstanbul Üsküdar ilçesi, Sultantepe’de Münir Ertegün Sokağı’nda, Özbekler Tekkesi’nin yanındaki mezarlığın önünde bulunan bu türbenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Günümüze gelen türbe yenilenmiş olmasına rağmen XIX. yüzyılın sonlarına ait olduğu sanılmaktadır.

Ali Rıza Efendi’nin kim olduğu konusunda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Türbe üzerinde sonradan yerleştirilmiş kitabede Ali Rıza Efendi’nin 15 yaşında öldüğü yazılıdır.

Türbe yığma taştan ahşap çatılı olup, arka ve sağ cephesinde bir hacet penceresi vardır. Halk arasında Hacı-Hoca Türbesi olarak bilinen türbenin içerisinde bir ahşap sanduka bulunmaktadır. Hacı-Hoca ismi ile tanınan Semerkantlı Şeyh Abdullah Efendi’nin bu türbe ile bir bağlantısı yoktur.

Karadavut İzmiti Hazretleri (Davutkadı Hazretleri)


Karadavut Hazretleri Türbesi

Kara Davut İzmiti yada Davutkadı olarak ta bilinen Kara Davut, ünlü bir Türk din bilginidir.Müeyyetzade ve Mevlana Lütfi gibi dönemin ünlü alimlerinden dersler almıştır.Bursa Kadısı olarak çeşitli yerlerde müderrislik yapan Davut Kadı, 934 Hicri (1527) yılında bu görevden alınmıştır.
Daha sonra Bursa vakıflarını incelemiş, kontrol etmiş, Vakıf malları onun yaptığı tespitlerle işlem görmüştür.Tasavvuf ve din konularında da çalışmış ve çoğunluğu kendinden önceki bilginlerin çalışmalarının yorumları niteliğinde eserler yazmıştır.948 Hicri (1541) yılında Bursa’da vefat etmiştir.
Adını alan Davut Kadı semtinde yine adını alan Davut Kadı camisi mevcuttur.
Başlıca Eserleri;
  • Telhis-i Takrir-i Kavanin ( Yasaların Yazdırılması Üstüne Özet )
  • Şerh-i Delail-i Haytat (Duaların Açıklanması )
  • Haşiye Eş-Şerh İş-Şemsiye ( Şemsiye Yorumuna – ek – )
  • Şerh-i Kaside-i Nuriye ( Nuriye Kasidesinin Yorumu )
Yukarda yazdığım kitabi bilgiye ek olarak bir de artık şehir efsanesi midir bilemem, Can Bayatarkadaşım anlattı, Davutkadı Türbesinin olduğu yerde bir ev varmış ve evde kalanlar sürekli rahatsız oluyorlarmış.Sebebini merak ediyorlar ve buralarda yaşayan zaten semte adına veren Davut Kadı Hazretlerinin yatırı olduğunu düşünüyorlar.Bir gece Kara Davut Hazretleri evde kalanların rüyasına giriyor ve olaylar evin yıkılması ve yatırın bulunması ile son buluyor.Bu hikayeyi orda yaşayanlardan da dinleyeceğim doğru mu gerçek mi hep beraber öğreneceğiz :)
Türbe Yeşilyayla caddesin de yer alan Yıldırım Bayezit Heykelinin tam üstünde yer alan yokuş yukarı yolda bulunmaktadır.

Karadavut Hazretleri Türbesi

AT MEZARI TÜRBESİ..karacaahmet



İstanbul ili Üsküdar ilçesi, Karaca Ahmet Türbesi’nin yakınında bulunan bu mezarın Karaca Ahmet Sultan’ın atına ait olduğu söylenmektedir. İbrahim Hakkı Konyalı da bu mezarın Rum Paşazade Nişancı Hamza Paşa’ya ait olduğunu belirtmiştir. Türbenin kitabesi bulunmamaktadır. 

Hamza Paşa, Sultan III. Murad (1574–1595) devri Sadrazamlarından olup, Reisülküttaplık ve Nişancılık görevlerinde bulunmuştur. 1585 yılında Sadrazam olmuş, üç kez Nişancılık ve Anadolu Beylerbeyliği yapmıştır. Sultan I. Ahmet (1603–1617) tarafından ilk nişancılığından 1591 tarihinde azledilerek Köstendil Sancak Beyliğine atanmışsa da bunu kabul etmemiştir. Sultan III. Mehmet’in (1595–1603) tahta geçmesi üzerine Anadolu Beylerbeyliği ile taltif edilerek paşa unvanı verilmiştir. Bundan sonra ikinci kez Nişancı olmuş, III. Mehmet tarafından yeniden azledilmiştir. En son Sultan I. Ahmet tarafından bir kez daha Nişancılığa getirilmiş ve 1604–1605 yılında yeniden azledilmiştir. Bundan bir yıl sonra 1606 yılında da ölmüştür. 

Türbe Klasik Osmanlı mimari üslubunda açık türbe şeklindedir. Yapım tarihi ve mimarı kesinlik kazanamamıştır. Birbirlerine yuvarlak tuğla kemerlerle bağlı altı granit sütunun taşıdığı altıgen kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Kubbeye geçiş pandantiflerle sağlanmıştır. Sütunlar arasında demir şebeke ve türbeye giriş kapısı bulunmamaktadır. 

Türbe içerisinde Hamza Paşa’ya ait olduğu sanılan bir mezar bulunmaktadır