KARIŞIK

9 Şubat 2016 Salı

Oruç Baba

Oruç Baba

istanbul-evliyalari-01-oruc-baba
İstanbul ve Ramazan denince akla ilk gelenlerdendir. Özellikle Ramazan’ın ilk günü mahşeri bir kalabalık kaplar Topkapı Şehremini’nde bulunan türbenin sokağını. Oruç Baba’nın yüzü suyu hürmetine Allah’tan ne dilerlerse bir yıl içinde gerçekleşeceğine inanan ve dileği olanlar, yedi ya da on bir kişiden zeytin, sirke veya şeker alarak burada açarlar ilk oruçlarını.

Seyyid Hasan Basri Türbesi .AFYONKARAHİSAR .

Seyyid Hasan Basri Türbesi 

/ AFYONKARAHİSAR -İscehisar -Seydiler Beldesi

Seyyid Hasan Basri Türbesinin Yeri: Afyonkarahisar İlinin İscehisar İlçesine bağlı olan Seydiler Beldesi Cumhuriyet Mahallesinde camisi ile bitişik türbesi vardır.
Seyyid Hasan Basri Türbesi
Türbe Tabelası
Seyyid Hasan Basri Kimdir: Seydiler kasabasına ismini veren Seyyid Hasan Basri ve arkadaşlarıdır. Halep’te öğrenim gördükten sonra, Hacı Bektaşı Veli’nin yanına gelen Hasan-ı Basri burada eğitimini tamamlayıp arkadaşları, Yargeldi SultanHayran Balı Sultan ve Karaca Ahmet Sultan ile birlikte Afyonkarahisar’a gelip burada dağılırlar ve kendi zaviyelerinin kurarlar. Hasan-ı Basri’nin Kadiri tarikatına mensup olduğu belirtilmektedir.
Bektaşi menakıplarında adı Karaca Ahmet Sultan ile birlikte adı anıldığından Hasan-ı Basri’nin 13.yüzyılın sonu veya 14.yüzyılında başında yaşadığı düşünülmektedir. 1333 tarihli icazetnameye göre asıl adı Hasan bin Basri bin Habib’dir.    
Seyyid Hasan Basri Türbesi
Türbenin Durumu: Türbe camiye bitişiktir. Ahşap tavanlı türbe yine iki adet ahşap direk ile desteklenmektedir. Türbede Hasan-ı Basri’nin sandukasının haricinde bu zaviyede görev almış arkadaşlarının sandukaları bulunmaktadır. Türbede Hasan-ı Basri, eşi ve oğlunun türbesinin haricinde yedi tane arkadaşının türbesi bulunmaktadır. Türbede dört adet sancak bulunmaktadır. Ayrıca gelen hastanın türbede gecelemesi için de bir yatak bulunmaktadır.
Türbenin yanındaki hazirede değişik dönemlerden kalma arkeolojik devşirme taşların da kullanıldığı mezarlar bulunmaktadır.   
Seyyid Hasan Basri Türbesi
Seyyid Hasan Basri Türbesi
Seyyid Hasan Basri Türbesi
Seyyid Hasan Basri Türbesi
Seyyid Hasan Basri Türbesi
Ziyaret Nedeni: Genellikle kedi köpek ısırması üzerine ısırılan kişi türbeyi ziyarete getirilir. Türbedar tarafından türbeden alınan toprakla ovalanan kişiye, perhiz verilir ve tuz yedirilir. Hayvan tarafından ısırılan kişinin, eğer ısırılmadan kısa zaman sonra türbeye getirilirse iyileşeceğine inanılır.
Türbeye bayılma ve benzeri rahatsızlıkları olan hastalar getirilir. Hastalar günün her saati kabul edilir. Hastaya tekkenin görevlendirdiği hastabakıcılar bakar. Hasta suya baktırılır, üşüyüp üşümediği sorulur. 
Türbeye Hasan-ı Basri hazretlerinin torunları bakmaktadır. Gelen hastaya kadınsa kadın, erkekse erkek görevli eşlik eder. Kuduz tedavisinde şu ilginç uygulama yapılır: Ağustos ayının başında 10 gün kadar tekkeye 1cm büyüklüğünde Kuduz Böceği denilen böcekler gelmektedir. Bu böcekler sadece Tekke görevlileri tarafından toplanır ve kaplara konularak ölmesi beklenir. Ölünce güneşte kurutulan böcekler, tedavi için toz haline getirilir.
Hayvanlar ısırılan kişiler tedavi için tekkeye gelir. Muayene edildikten sonra tedavi genellikle bir gün sürer ve yeterli sonuç alınamazsa tedavi üç güne çıkarılır, sonra yanına terkipten verilerek hasta evine gönderilir. Tedavide, hasta Hasan-Basri’nin sandukası yanında dua ettirilir, tekke suyunun içine bir fiske Kuduz Böceği tozu, türbe toprağı karıştırılır ve hastaya üç yudumda içirilir. Sonra yağsız, tuzsuz çorba mayasız ekmekle beraber hastaya verilir. Hasta tedavisi iyileşinceye kadar aynı şekilde devam eder.       
Menkıbeler: 1-) Bektaşi Menakıbına göre Seyyid Hasan Basri, Karaca Ahmet Sultan,Yargeldi Sultan (Akşemsettin) ve Hayran Veli Sultan arkadaştırlar. Eğitimlerini tamamlayıp Afyon’a gelirler ve dolaşırlarken susarlar ve namaz vakti gelmiştir. Karaca Ahmet Sultan asasını yere vurur ve yerden su fışkırır. Çıkan su ile işlerini hallederler. Bu suyun çıktığı yere bir çeşme yapılır. Bu çeşme bugün Olucak Çeşmesi’dir.
2-) Bu menkıbe diğer versiyonunda ise Hasan Basri ve askerleri Afyon’dan dönerlerken askerlerinden birisi yolda rahatsızlanır. Karın ağrısı çeken askeri görünce Hasan Basri asasını yere vurur ve topraktan “acı su” fışkırır. Bu suyu içen askerin karın ağrısı hemen geçer. İşçehisar’ın doğusunda iki tepe arasında bu su hala kaynamaya devam etmektedir.

Kaynakça: Nihat Aytürk – Bayram Altan – Türkiye’de Dini Ziyaret Yerleri- Altanoğlu – 1992 / Abdulhalim Durma –Evliyalar Şehri Afyonkarahisar -2009.

Seyyid Cemal Sultan Türbesi /

Seyyid Cemal Sultan Türbesi /


 AFYONKARAHİSAR -İhsaniye -

Seyyid Cemal Sultan Türbesinin Yeri: Afyonkarahisar İli İhsaniye İlçesine bağlı Döğer Beldesine 5km uzaklıktaki bir tepenin yamacında türbesi vardır.
Seyyid Cemal Sultan Türbesi
Seyyid Cemal Sultan Kimdir: Hacı Bektaşi Veli’nin halifelerindendir. 1280 senesinde doğmuş, 1365 senesinde vefat etmiştir. Türbede bulunan yazıtta Peygamberimizin 16. torunu ve Musa-i Sani’nin çocuğu olduğu belirtilmektedir. 
Seyyid Cemal Sultan’ın Afyon, Kütahya ve Eskişehir’de Kemal Sultan olarak  anılmakta ve bilinmektedir. Derviş Cemal Ocağı’nın kurucusudur.  

Türbenin Durumu: Türbe 2011 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğünce restorasyonu tamamlanmış ve halkın ziyaretine açılmıştır. Türbe kesme taştan yapılma olup 700 yıllık bir geçmişe sahiptir. Türbe iki bölümden oluşmuştur. Birinci bölümde Mehmet ve Ahmet adındaki iki kişinin mezarı bulunmaktadır. İkinci bölümde ise Seyyid Cemal Sultan’ın mezarı bulunmaktadır. Türbenin bahçesinde sekiz tane üstü açık mezar bulunmaktadır ve bunlardan biri Gözcü Bal’a aittir.
Türbe Restorasyon Yapılırken
Restorasyon Sonrası Türbe
Ziyaret Nedeni: Her yıl 15 Mayısta düzenlenen Seyyid Cemal Sultan Anma Etkilikleri türbede yapılmaktadır. Yöre halkı ve çevre illerden gelenler tarafından sıklıkla ziyaret edilmektedir.  
Seyyid Cemal Sultan’ın vefat ettiği yer Döğer Kasabası Çakırlar Mevkii olduğu için türbeÇakırlar Tekkesi olarak da anılmaktadır. Alevi-Bektaşi yurttaşlarımız tarafından ziyaret edilen türbede kurban kesilir, adak adanır ve Cem törenleri yapılır.

Menkıbeler: 1-) Hacı Bektaşi Veli’nin en sevdiği halife olarak anılan Seyyid Cemal Sultan’ı tüm halifelerinin en önünde tutarmış ve sık sık sırtını sıvazlayarak “Cemal’imdir, Cemal’imdir, Cemal’imdir” diyerek sevgisini belirtirmiş.

Abalı Dede .ankara







Abalı Dede .ankara
Abalı Dede'nin 1351 yılında o gunku adı Memluk olan Memlik'te doğdugu, 1426 yılında da yine doğduğu yerde 77 yasındayken ebediyete irtihal ettiğini, bütün hayatını ibadet, hayır ve hasenetten sonra bina yapımı, tamiri işleriyle devam ettiğini, tarihi kaynaklardan ögrenmis bulunuyoruz.  Bina yapımı işleriyle ilgilenirken, ABA (Sayaktan yapılmış , yakasız uzun üstlük) giydiği icin ABALI DEDE adını almıştır. Hasan Veli Abalı Baba, Yüce Allah'ın sevgili kullarından olduğuna inanılan keramet sahibi mübarek bir zattır.  


Türkiye’nin neredeyse her köyünde “Horasan eri” olarak anılan “Allah dostları”nın kabirleri veya adına yapılmış türbeleri vardır. Bu ulu kişilere “gazi”, “derviş”, “dede”, “baba”, “seydâ”, “velî”, “şah”, “şeyh”, “ermiş”, “seydî”, “sultan” ve “seyyid” gibi  ünvanlar verilir ve dualar bu kutlu kişilerin makamlarında yapılır. Allah rızası için kurbanlar bu makamlarda kesilir.  Hasta olanlar, muradı olanlar, bu makamları ziyaret ederek bu ulu kişilerin ruhaniyetlerinden istimdat umarlar.  




Abalı Baba Türbesi, psikolojik rahatsızlıkları olan kişiler tarafından sıkça ziyaret edilir. 
Anadolu’da yaygın olan “ocak tedavi” merkezidir.  


Abalı Baba, türbede üç evladı ve hanımı ile birlikte medfun... 




Bir rivayete göre; Abalı Baba, Hacı Bayram-ı Veli ile buluştuklarında sohbet esnasında, gelenlerden biri şöyle der; Ya Mübarek yerin hoş güzel, havadar fakat gölgeliğin yokmuş der, Abalı baba hemen yerinden kalkıp ocaklarda yanmakta olan üç meşe palamut ağacını alır, ayrı ayrı yerlere diker ve pürlen ya mübarek dediğinde o uçları yanmakta olan ağaçlar Allah'ın izniyle yemyeşil gölgelikli ağaçlar olurlar, gölgesinde yemeklerini yerler. 
Ağaçlar hala orada bulunuyor fakat kurumuş... 


8 Şubat 2016 Pazartesi

Hızır Aleyhisselam ve Samandağ Türbesi

Hızır Aleyhisselam ve Samandağ Türbesi (Ziyaret)

Hz. Hızır Türbesi









Hızır Kelimesinin Anlamı ve Hızır’ın Kimliği
Hızır, Arapçadaki imlâsıyla el-Hadır kelimesi, hemen hemen bütün kaynaklarda bir isim değil, lakap olarak değerlendirilmiştir. Bu kelimenin bazı kaynaklarda da el-Hadr, el-Hıdır seklinde kaydedildiği görülürse de, doğrusunun el-Hadır olduğu kabul edilmiştir. Bu kelimenin Türklerde Hızır veya nadiren Hıdır, İranlılarda ise Khezr şeklinde kullanıldığı bilinmektedir. El-Hadır kelimesinin yine Arapçadaki el-Ahdar manasına geldiğini belirten Ocak, bu kelimenin de yeşil, yeşilliği çok olan yer manasına geldiğini ifade eder. ( Ocak 1990, 59–60)
Hızır’ı işaret eden özelliklerden birisi de oturduğu yerlerin veya dokunduğu yerlerin hemen yesillenmesidir. Bu yüzden Hatay’daki Hızır Türbelerinde her ne kadar beyaz renk hâkimse de bazı yerlerinin (kapı, pencere) ve bazı sandukaların yesil olduğu gözden kaçmamaktadır.
Hızır’ın kimliği konusunda çesitli inanışlar mevcuttur. Bazıları Nebi olarak kabul ederken veli veya melek olduğunu düşünenler de vardır. Darda ve zorda kalan, sıkıntıya düşen herkesin yardımına koşan ve insanları sıkıntılardan kurtaran Hak’la Hak olmus Veliyullah’tır. Hızır, Nusayri inançlarına göre sıkıntılarda, ibadetlerde hep yardıma çağrılır. Hızır, gittiği her yerde mutluluk, sağlık, bolluk verirken zor durumda kalanların yardımına koşarak insanların dileklerini yerine getirir. Kalbi temiz, iyiliksever insanlara daima yardım eden, dertlere derman olan, hastalara şifa veren ve bitkilerin yeşermesine ve yaşamasına vesile olan yine Hızır’dır.
Hıdır aleyhisselam enbiya zincirinin altın halkalarından biridir. Kısas-ı enbiyada-Peygamberler tarihinde Resulullahın ceddi olan Hz. İbrahimden sonra yaşamış bir nebidir... Musa peygamberle yolculuk eden ve Onu sabır sınavından geçiren yoldaşıdır... Avrasya hakimi İskender Zulkarneyn'in ordu komutanlarından biridir. İskender Zulkarneynin teyzesi oğludur ki; cesedini tufana kadar muhafaza edip, Nuh tufanından sonra sular çekilince defnetmiştir.
Adem babanın Kabil soyundan ilk nesil torunudur... Hz. İbrahimin çağdaşı olup, Nemrut zulmünden sonra birlikte Babili terk etmişler...
Ancak temel öğretimize göre "Baki olan yalnız Allahtır". Her insan gibi Hıdır da doğmuş, büyümüş, var oluş-yaratılış misyonunu tamamlamış ve ölmüştür. her şeye gücü yeten Allah, Onun ruhuna kıyamete kadar bazı özellikler bağışlamış. Hıdır, istediğinde insan şeklinde görünebildiği, istediği coğrafyaya ve istediği zaman ulaşabildiği gibi tüm zahiri ve Batıni ilimlere de vakıftır. Her lisanı konuşabilir.
Battal Gaziden Bektaşi gülbanklarına kadar sayısız hikâyelerde Hızır motifi yer alır.
Hatay'da ve Dünya'da Hıdır Ziyaretleri
Musa ve Hızır’ın buluştuğu yerin yani “Mecma’ül- Bahreyn”in “Samandağ” olduğuna inanılmaktadır. Türbenin girişinde bununla ilgili bilgi verilmiştir. Samandağ’ın, Asi nehrinin denize dökülen yer olması, “Mecma’ül- Bahreyn”in insanların kabulünde burası olmasını kuvvetlendirmiştir. Hızır makamlarının bazıları yer olarak Asi nehrinin kıvrımlarını takip eder. Bu türbe, Hatay’da bulunan Hızır Türbelerinin en önemlisi olarak kabul edilir. Bu türbe etrafında çesitli inanışlar vardır.
İskenderun-Antakya karayolunun sağında, Bedirge ile Topboğazı arasında küçük bir Hıdır makamı vardır. Bakras köyünün Amik ovasına açılan ilk tepesi üzerindedir. Etrafı kireçle çırpılmış, dört köşe minyatür kubbelidir. Aynı şekilde İskenderundan Karaağaç istikametinde ve Arsuza kadar müteaddit Hıdır ziyaretleri vardır. Esas konumuzun materyali ise Samandağ sahilindedir. Orta büyüklükte taş-kerpiç karışımı dairevi bir yapıdır. Orta Anadolu, Azerbaycan ve Afganistan'da gördüğümüz eski Türkmen yatırlarına benzer. İnanca göre Hıdırın dünyada görüldüğü ve konakladığı kabul edilen her yerde bir ziyaretgâhı vardır.
Bu türbeler arasında en önemlileri Samandağ ilçesinde ve Harbiye Beldesinde bulunan türbelerdir. Bu türbelerin en önemli özelliği Kehf süresinde geçen Hızır-Musa bulusmasının inanısa göre bu iki türbenin olduğu yerde geçmesidir. Kuran’da anlatılan bu bulusma hikâyesi (60–82. ayetler) ile Samandağ’da anlatılan hikâye arasında biraz farklılıklar olmakla beraber anlatılan hikâyenin kaynağının semavi kitaplar olduğu görülür.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde ve Şeria nehrinin denize döküldüğü yerde Hızır Aleyhisselama ait bir "Ziyaretgah-ı Hasu Amme" vardır. Bunlardan başka Anadolu ve Ortadoğu Hızır-Hıdır ziyaretgahlarıyla doludur.
Cebel-i Lübnan eteklerinde Hıdır ziyareti, Baku şehrinin banliyösünde "Hızır-ı Zinde Ziyaretgahı", Edirne ve Kırklarelinde Hızır ziyaretleri, Mudurnuda Hıdırlık kayası, Çorumda Hızırlık ziyaretgahı, Şam-Dımışk, Sayda ve Semerkantta Hızır makamları, Anadolunun en uzun nehri Kızılırmak kollarından biri olan Hıdır suyu, Afyon ve Akşehirde Hıdırlık tepeleri, Denizlide Hıdırlık Sultan ziyareti, Kütahyada Hızırlık dağı ve Hızırlık tekkesi, Giresun sahilinde Hızırlık kayalıkları... Ve daha nice şehir girişlerinde ve tarihi olaylara damgasını vuran kalelerde "Hızır Kapıları" ve Hızır Camilerine rastlıyoruz. Anadoluda Yunus Emrenin makamı yedi yerdeyse Hızır Aleyhisselam'ın yetmiş yerdedir. Gılgamış Destanı, Hindu geleneği, İskender hikâyeleri, Kıtab-ı Mukaddes, Yahudi efsaneleri ve Eski Ahit denilen Tevrat; Hızır Aleyhisselamı konu alır.

7 Şubat 2016 Pazar

Zincirkıran Mehmet Bey Türbesi, Muratpaşa, Antalya


Zincirkıran Mehmet Bey Türbesi

Muratpaşa, Antalya


 Yivli Minare ve Camii, Muratpaşa, Antalya
Antalya'nın Muratpaşa İlçesinde Yivli Minare’nin avlusunda yer alan Zincirkıran Mehmet Bey Türbesi'nin hemen yanında yer almaktadır.
1377 yılında yapılmıştır.
Aynı zamanda Mevlevihane’nin doğusundaki küçük bir terasta bulunan bu türbe, sekizgen planlı olup, kesme taştan yapılmıştır.
Türbenin içerisi giriş kapısı dışındaki yedi duvarda birer dikdörtgen pencere ile aydınlatılmıştır.
Türbenin üzeri Selçuklu kümbetleri üslubunda sekizgen, piramidal taç bir külahla örtülmüştür.
Güneybatı kenarındaki türbe giriş kapısı beden duvarlarından dışarıya doğru hafif bir çıkıntı meydana getiri ve çevresi profillerle kuşatılmıştır.
Dikdörtgen girişin içerisinde, yay biçiminde kapısı bulunmaktadır.
Bu kapının kemer taşları üzerinde iki satırlı kitabesi ve üç de rozeti vardır.
Kitabede:
“Allah’tan başka her şey helâk olucudur.
Devlet, dini ve dünyanın savaşçısı, âlim ve fikirlerin terbiyecisi büyük emir Mehmet Yunus Bey oğlu Mehmet’e
779 h. (1377) senesi Şaban ayının sonlarında merhum ve mâfur.
Emirzade Ali için-Allah kabrini nurlandırsın, şu şerife kubbenin inşasını emir etti.
Mülkü halkı, ebedi olsun”.
Giriş kapısındaki taştan halka Mehmet Bey’e unvanından ötürü kopardığı zincirler için sembolik olarak konulmuştur.
Türbenin içerisi sıva ile kaplıdır.
Köşelerdeki küçük trompcuklarla kubbeye geçilir.
Böylece türbenin içerisi kubbe, dışarısı da piramidal taş külahlıdır.
Türbenin içerisinde Zincirkıran Mehmet Bey’in sandukası ile birlikte iki sanduka daha bulunmaktadır. Kaynaklarda çinili olduğu yazılı olan bu sandukalar bugün çinisizdir.

Ebu Derda Türbesi, Bartın




Ebu Derda Türbesi, Bartın





 Ebu Derda Türbesi, Bartın
Hz. Peygamberimizin Sancaktarı Ebu Derda Hazretlerine ait olduğu söylenir. Ancak; tarihi kaynaklara göre, Hicretin 50. yılında İstanbul’un kuşatılması sırasında bu bölgeden geçerken buralarda bir süre kaldığı tahmin edilen Ebu Derda Hazretleri hatırasına sonradan bir türbe yapıldığı ve burasının manevi bir makam olarak kabul edildiği olasıdır.

 Türbenin belgelenemeyen bir rivayete göre Bartın Müftülerinden Toscuoğlu Hacı Rıfat Efendi tarafından yaptırıldığı söylenmekte, yılı bilinmemektedir. Eldeki kaynaklardan, takriben yüz yıl kadar önce tamamen yandıktan sonra onarıldığı anlaşılmaktadır.
 Günümüze sadece bir taş lahidi ulaşan ve yanında küçük bir cami ile kavşak suyu çekmesi ve bir kuyu bulunan türbe, manevi makam olarak hayli ziyaretçi çekmektedir. 

Mızraklı Dede türbesi

                       Mızraklı Dede türbesi





Bozyaka semtinde, Türbe Caddesindedir. Şu an İZSU su deposunun altında kaldığını duydum. Bu yatırla ilgili bir hikaye aşağıya çıkarılmıştır.

En önemli romancı-larımızdan, `Çalıkuşu `nun yazarı Reşat Nuri Güntekin`in yurt izlenimlerini anlattığı `Anadolu Notları `nı uzun yıllar sonra tekrar okudum. İki cilt halinde yayınlanan `Anadolu Notları ` 1930`lu yıllarda kaleme alınmıştır. Güntekin bu kitapta köylünün parayla ilişkisinden, gönül çelen tuluat tiyatrolarına, otel manzaralarından rakı muhabbetlerine, Anadolu insanına ilişkin keskin gözlemlerde bulunur. İnsan her çağda farklı noktalara odaklandığından aşağıdaki anekdotu çoktan unutmuştum. Tekrar okuduğumda şaşırarak hatırladım. Paylaşmak isterim: Reşat Nuri `nin çocukluk günleri. 1889 doğumlu olduğuna göre 19`uncu asrın son yıllarındayız. Küçük Reşat Nuri , sütninesinin İzmir Dübekbaşı`ndaki evinde yaşamaktadır. Mahalle sakinlerinin arasında Şehnaze Hanım ve gümrük katibi kocası da vardır. Aptesinde namazında, melek gibi bir adam olan katip, günün birinde bayramlık kıyafetlerini giyip evden ayrılır. Bir daha da dönmez! `Eyvah herif evlendi` diye bir yaygara kopar. Gerçekten de gümrük katibi Damlacık taraflarında yaşayan genç bir dulla evlenmiştir. Olacak iş değildir. Mahallenin kadınları, adama büyü yapıldığına karar verir. Bir yandan büyüyü bozmak için hazırlıklara girişilirken, işini sağlama almak isteyen Şehnaze Hanım Mızraklı Dede `ye bir tavuk adar. Ve şimdi dikkat: Bu arada... Yani tavuğu adarken... Bir yandan dualar okur... Ama aynı anda da, en hafifi `edepsiz` olmak üzere, `evliya ` sayılan Mızraklı Dede `ye olmadık hakaretler eder. Sadece o mu? Şehnaze`ye eşlik eden diğer kadınlar da Mızraklı Dede `ye küfür müfür, dümdüz gitmektedir. Daha önce birçok camiye, türbeye giden, dualar eden Reşat Nuri `nin tüyleri, bu manzara karşısında diken diken olur. Olacak iş midir? Bir evliyaya nasıl hakaret edilir? Hem hakaret edip, hem de nasıl yardım istenir? Neler olup bittiğini sütninesine sorar. O da... Mızraklı Dede `nin bir boş anında başka bir evliyaya küfrettiğini... Bu yüzden bütün ömrü boyunca vicdan azabı çektiğini... Ölürken de, `Benim adımı ananlar, bana da öyle küfretsinler ki istediklerini yapayım` dediğini, anlatır... Hem İslami, hem de rasyonel açıdan yaklaşıldığında gerçekten de saçma, abuk sabuk bir hurafe, bir batıl itikat bu. Ama olayın `dini` değil de, `folklorik` boyutuna bakıldığında ne kadar müthiş, ne kadar renkli, ne kadar tuhaf bir olay değil mi? `Ancak kendisine küfredildiğinde, bir adağı yerine getiren evliya `! İnsan zihninin olağanüstü yaratıcılığı! Şaşırtıcı bir tersine çevirme.

İmamı Caferi Sadık Tayyar Türbesi İZMİR

İmamı Caferi Sadık Tayyar Türbesi İZMİR

İzmir Konak Kubilay Mah. 1021 Sk.da İmam Cafer-i Sadık isimli türbedir.

İmam Cafer-i Sadık,Hicri 83 yılında Medine'de doğdu, 148 (m. 765)'de orada vefat etdi. "Sadık" lakabıyla meşhur olan İmam Cafer b. Muhammed, Ali'nin torununun torunudur. Muhammed Bâkır'ın oğlu ve Mûsâ Kâzım'ın babasıdır. Oniki imamın altıncısıdır.Cafer-i Sadık'ın şii öğretisine göre en büyük özelliği tam bir öğretmen rehber olmasıdır. Şiilik öğretisine göre, 148. yılında Abbasi halifesi Mansur'un emriyle zehirletilerek şehid edilmiştir. İzmirle aslında hiç bir ilgi ve alakası yoktur. Fakat bu ismi nasıl aldı ve burada yatan kişi gerçekte kimdir bilemiyoruz. Ama kesinlikle bu isimle alakası yoktur.



Örneğin “12 İmamın Başı İmam Caferi Sadık Tayyar Hazretlerinin Türbesi’’ levhasının asılı olduğu tarihi binada gördüklerim çok ilginçti. Türbeye bir aile yerleşmiş.


Mahalleliden duyduklarıma göre, Bir Japon turist fotoğraf çekerken, orayı işgal edenlerce dövülmüş.

Güzel Baba..KARAKOÇAN

Güzel Baba:
Tüm Anadolu abdallarında olduğu gibi Güzel Baba`nın hayatı hakkında da kesin bilgiler mevcut değildir. Yöre halkının sevgisini kazanmış saygın bir kişiliğe sahip olduğu anlaşılmaktadır. Rivayetlere göre Pir Cemal Abdal`ın kardeşidir. Halk arasında kendisine duyulan saygıdan dolayı ölümünden sonra mezarı ve çevre ormanı korunmuştur.(Meşe ormanından ağaç kesilmesi halk arasında günah olarak nitelendirilmektedir.) Bazı düzenlemelerle hem bir ziyaret yeri, hem de bir mesire yeri olarak kullanılmaktadır

Pir Cemal Abdal..karakoçan

PİR CEMAL ABDAL HAZRETLERİ



Selçuklu döneminde 1160-1230 yılları arasında yaşadığı tahmin edilmektedir. Pir Cemal Abdal Orta Asya’ dan Anadolu’ya gelen Yesevi şeyhlerinden biridir. Anlatılan rivayetlere göre Mevlana Celalettin Rumi’nin babası Bahaeddin Veled ’le birlikte Belh yöresinden kalkarak önce Erzincan’a daha sonra, Pir Cemal Abdal’la aynı oymaktan olan Okçu Yusuf ve kardeşleri olan Hamza, Bahadır, Çakbey, Kızıl ve Şevti ile birlikte bugünkü Okçular Köyüne geldiği ve buraya yerleşmelerine ise Sultan Alaaddin Keykubat’ın aracılık ettiği söylenir. Pir Cemal Abdal’ın Üçbudak Köyü’ndeki ev kalıntısından kalan izlere halen rastlamak mümkündür.
İlçemizin kuzey batısında bulunan Üçbudak Köyü’nde medfundur. Mezarı son yıllarda mermer bir sanduka içine alınmıştır. Bu mermer sandukanın etrafı demir bir kafesle çevrilidir.

KIRKLAR SULTAN HZ. TÜRBESİ




         Bir hadiste peygamber efendimiz Hz Muhammed Mustafa (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır. ‘ benim kabrimi ziyaret eden beni ziyaret etmiş gibidir’ buradan yola çıkarak onu ve onun velilerini ziyaret etme onu ziyaret etmek gibidir çünkü Resulullah velilerin, evliyaların, bu gibi insanların gönüllerinde gezer. Bende bundan dolayı türbe ziyaretlerine önem vermekteyim ve sizlerle gittiğim, duyduğum ama gidemediğim, bunun gibi bir çok türbeyi paylaşmak istiyorum!

         Kabir ziyaretine gittiğimizde öncelikle kabir ehline selam vermek gerekir. Kabrin yanına gelerek ‘اَلسَّلامُ عَلَيْكُمْ دَارَ قَوْمٍ مُؤْمِنينَ وَاِنَّا اِنْ شَاءَ اللّهُ بِكُمْ لاَ حِقُونَ   (Esselamü aleyküm ya Ehle-daril kavmilmüminin! İnna inşaallahü an karibin biküm lahikun)  bu şekilde selam vermek sünnettir.

          Kırklar sultan Hz. Peygamber efendimizin soyundan gelen seyyid bir zat olup kabri Kanuni Sultan Süleyman zamanında keşfedilmiştir. O dönemim şeyhlerinden Kemal Efendi tarafından keşfedilmiş olup, üstün keramet sahibi bir kimse olduğu rivayet edilmektedir. İnsanların düşüncelerini okuyabildiği ‘Ledun’ ilmine sahip olduğu ve Hızır As’ın talebelerinden olduğu rivayet edilmektedir. İmam-ı Azam Hz. Peygamberlerin kerametlerinin hak olduğu gibi velilerin kerametlerinin de hak olduğunu bildirmişlerdir.

           Kırklar Sultan Kabri bir çok kimse tarafından bilinmemektedir ancak Beykoz için ayrı bir öneme sahiptir. Kabrin temizliği her gün nöbetleşerek gönüllü insanlar tarafından yapılmaktadır. Beykoz’un Dereseki köyünde bulunan kabir, Yüşa Peygamber Hz. Türbesine yaklaşık 15 dakikalık mesafede bulunmaktadır. Kırklar sultan Hz ile ilgili çok fazla bilgiye sahip olamamakla beraber, hemen yol kenarında bulunan bu kabri samimi niyetlerinizle, edep ve saygıyla ziyaret etmenizi ve oranın manevi havasından feyiz almanızı tavsiye eder, Dualarınızın kabul olmasını niyaz ederim… ( Arkadaşlar world'de yazdığım ve oradan kopyaladığım için bu şekilde çıkıyor kusura bakmayın)



AŞIKLI SULTAN TÜRBESİ...

AŞIKLI SULTAN TÜRBESİ...
 Diğer bilinen adı ilede AYAĞI YANIK TÜRBE.... Kastamonuda bulunan yüzlerce türbe arasında en dikkat çekenidir.. Bizzat kendimde gittim gördüm... Sandukanın ayak kısmı açık 
[​IMG]


[​IMG]

Honsalar Mahallesi, Kale kapısı Mevkiinde, Kümbet Sokağında yer almaktadır. Ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmeyen bu türbe Kastamonu’nun en önemli kentsel efsanelerinden birini oluşturmaktadır. Mimari uslüb açısından Selçuklu dönemi eseridir. Türbenin içinde beş adet sanduka vardır. İskeletler sandukaların içindedir.2. Sandukada Mağripli Mehmet ağa, 3. sandukada Âşıklı Sultan metfundur. Diğer sandukalardaki zatlar bilinmemektedir. Türbeye de ismini veren Âşıklı Sultan’ın çürümemiş bedeninin ayak tarafı camekân içersinde gösterilmektedir.
Bu türbeye ait birbirine benzer birkaç söyleşi bulunmaktadır. Âşıklı Sultan’ın kendisi Bizans’ın elinde bulunan Kastamonu’yu ve kalesini ele geçirmek için gelen Türk birliklerinin komutanıdır. Savaş sırasında şu anda Türbesinin bulunduğu yerin yakınlarında şehit düştüğü için buraya gömülmüştür. Cumhuriyetin ilk yıllarında türbe ve civarında çıkan bir yangın sırasında, kendisi dönem valisinin uykusuna girerek “Ben yanıyorum, kalk yangını söndür” der. Bunun üzerine vali hemen uyanarak bölgedeki yangının söndürülmesini sağlar.
Söylencenin kaynağı ve anlatımını ise türbeye bir gelenek şekilde bakıcılık yapan bir aileden gelen yaşlı türbedar bir kadından gelmektedir. “Çok seneler evvel bir yangın olmuş ki bu çevrede çok büyük, insanlar yangını söndüremeyince evliyadan yardım istemişler. Bunun üzerine evliya mezar şeklindeki kabrinden ayaklarını çıkarmış ve yangın sönmüş. Halk şükran borcunu ödemek için kendisine bu türbeyi yapmışlar. Ve o zamandan bu yana da ismi Âşıklı Sultan olarak anılmış”
Âşıklı Sultan’ın bir diğer söylencesi ise yine oldukça eskilerden gelmekte ve yukarıda anlatılanlardan oldukça farklıdır. Çok önceleri yatırın sadece belden yukarısı kapalı imiş. Açık olan tarafta ise elleri de görünmekte imiş. Ellerinden birinde yatırın yüzüğü bulunmaktaymış. Yatırın bulunduğu türbede o zaman yeterli koruma olmadığından, yabancı birisi tarafından bu yüzük alınmak istenir. Bu kişi tam yüzüğü cesedin elinden çıkarmak üzereyken Âşıklı Sultan ellerini kapatıp yumruk şekline getirmiş. Bu olaya şahit olan yabancı kısa bir süre sonra ruhsal dengesini kaybederek ölmüş. Bu olaydan hemen sonra ise güvenlik nedeni ve yatırın rahatsız edilmemesi için sanduka ayak seviyesine kadar kapatılmış. 1919 yılı anılarını anlatan Dr. Emin Sağlar, türbeye iki arkadaşıyla birlikte gittiğinde 3 sanduka gördüklerini belirtir. Ayakları dışarıda olan sandukayı meraktan açtıklarında, 1.70 m boyunda bir insan cesedi ile karşılaşırlar. Karnı iman tahtasına kadar açılmış ve 2 cm. eninde şerit bezlerle doldurulmuş ve sarılmış olduğunu görünce bunun tahnitli yani mumyalanmış bir ceset olduğunu anlarlar. Cesedin başının üzerinde yer alan bir deri üzerinde çini mürekkebi ile “Mağripli Mehmet Ağa” yazmakta ve hemen altında ise ölüm tarihi hicri olarak 7 yüz ile başlayan bir rakam yazmaktadır. Dr. Sağlar diğer iki sandukanın boş olduğunu belirtir.
Mağripli Mehmet Ağa’nın kullanmış olduğu lakabından “Mağrip” dolayı Kuzey Afrika kökenli bir Arap olabileceği de düşünülebilir.
Bir diğer söyleşide, Âşıklı Sultan Türbesini milyonlarca kişi ziyaret etmiş ama ziyaretçilerden birisi farklıdır. Çok sık gelir Âşıklı Sultan Türbesi’ ne... Saatlerce dua eder... Ve bir gün... Sayısız ziyaretine, onca duaya rağmen bir türlü isteği yerine gelmediği için âşıklı Sultan’ ı suçlar. Vakit gece yarısını geçtiğinde, Âşıklı Sultan Türbesi önüne gelir ve 
---Sen evliya olsan, dualarım karşılık bulurdu. Eğer ermişsen kurtar bakalım kendini...
diyerek türbeyi ateşe verir.
Zamanın valisi yatağında uyumaktadır. Bir müddet sonra, kan ter içinde yatağından fırlar vali. Rüyasında, Âşıklı Sultan kendisine; “ Ben yanıyorum! Kalk, beni kurtar!” der. Ancak vali bu manevi işareti anlamaz ve sıradan bir rüya olarak değerlendirir. Tekrar uykuya dalar. Fakat Âşıklı Sultan yine karşısındadır ve yangını söndürüp kendisini kurtarmasını istemektedir validen… Vali ikinci ikazı da dikkate almaz. Hayırdır İnşallah, diyerek tekrar uykuya dalar. Bu sefer Âşıklı Sultan daha sert bir ifadeyle seslenir valiye, rüyasında; Kalk beni kurtar dedim sana! Yanıyorum! Bu sefer aklı başına gelir valinin! Yaptırdığı tetkikte gerçektende türbenin yanmakta olduğunu öğrenir. Derhal müdahale edilir ve kısa sürede yangın söndürülür. Fakat Âşıklı Sultan’ın ayak kısmı yanmıştır. Bu olaya izafeten halk tarafından, türbe “Yanık Evliya” olarak anılmaya başlar. Yangının izleri hem Âşıklı Sultan’ın ayaklarında hem de türbenin duvarlarında hala bellidir.
Söylencelerdeki ortak nokta ise önemli bir yangının olduğudur. Ancak bir araştırmacının belirttiği gibi, cesedin açıkta olan ayakları üzerinde görülen karartıların yangın nedeniyle değil, mumyalanmış cesette zamanla karbon eksilmesinden kaynaklandığını belirtmek gerekir.
Türbe ve Kastamonu açısından belki de en önemli noktalardan birisi mumyalanmış bir cesedin varlığıdır. Klasik Türk mimarisinde yer alan anıtsal mezarların açılımında; mezarın yer aldığı bir alt kat (oturtmalık), simgesel nitelikteki sandukanın bulunduğu ziyarete açık üst kat (gövde), ve bir perdeden oluşmaktadır. Toprak altında kalan oturtmalık bölümüne yaygın olarak mumyalık da denmektedir. Bu adın yaygınlaşmasının nedeni, ölülülerin mumyalanma geleneğinin Orta Asya’dan bu yana Anadolu’da da uzun bir süre kullanılmış olmasıdır. ​

tevekkül sultan.. silifke

tevekkül sultan.. silifke


























Taş köprünün hemen yanındaki türbe hakkında yazılı herhangi bir kaynak bulunmamaktadır. Selçuklu hanedanlarından birine ait olduğu rivayet edilen mezarın üzerindeki çatı daha sonradan ilave edilmiştir.

Çeçe Sultan Türbesi..gerze

Çeçe Sultan Türbesi..gerze


İlimiz Gerze ilçesi Çeçe Sultan köyünde bulunan türbe Selçuklular döneminden kalma bir yapıdır. Türbe dikdörtgen planlı, tek katlı ve tek mekanlı bir yapıdır. Kesme taştan yapılmış kemerli bir kapısı vardır. Kapı üzerinde Selçuklu Dönem yazı sitilinde yazılmış bir kitabesi vardır.

Türbe içinde Çeçe Sultan ve akrabalarına ait olduğu sanılan sekiz adet mezar bulunmaktadır. Türbe binası aynı zamanda camii olarak kullanılmaktadır. Hıdrellez kutlamaları her yıl burada yapılmakta, türbe ziyaret edilerek adaklarda bulunulmaktadır. Türbenin Çepni Türkleri Beyi Tayboğa ‘nın kardeşi Mehmet Çeçe Bey ‘e ait olduğu düşünülmektedir.

Horasan’dan gelen Mehmed Çece Bey’in babası Seyyid Abdullahu Ekber Hazretleri, Dedesi 12 imamdan biri olan Seyyid İmam Musa Kazım(RA) Hazretleridir.

Araştırmalara göre MS.. 1071 yılında Büyük Selçukluların Malazgirt Savaşı'ndan sonra İslam Dini'ni yaymak amacıyla Çeçe Sultan'ın bir grup mücahitle birlikte Anadolu 'ya akınlar düzenlediği anlaşılmaktadır. Öyle ki, türbesinde bulunan kılıç ve sancak da (çalındığı beyan edimektedir) bunu kanıtlamaktadır. Çeçe Sultan Türbesi'nin nasıl ve ne zaman yapıldığı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Yalnız türbe içinde Çeçe Sultan'ın kendi ve çocuklarının tabutu ile eşyaları korunmaktadır. Mimari yapısı yontma ve yığma taşlardan yapılmış ve harcı kurudukça sertleşen bir çeşit kum ve kireç karışımı olan Çeçe Sultan Türbesi'nin kapısında tarihi bir geyik boynuzu ile anlamı henüz çözülememiş dekoratif yazılar bulunmaktadır. Türbenin önünde yıllar öncesinden günümüze kadar gelmiş silindir şeklinde bir ''Dilek Taşı'' da ziyaretçilerin ilgisini çekmektedir. 

Çece Sultan’ın Soy ağacı;



Seyyid Muhammed Hz.nin künyesel Soy şeceresi Peygamberimizin soyundan olup, aşağıda ad ve künyeleri bulunan aslı neslinden künyeler ile gelmiştir:



Halife İmam Hz. Ali bin Ebu Talip ve Hz. Fatıma-tüz-Zehra R.A (Cennet kokusu ve meyvesi)

Kerbela şehidi İmam Hüseyin Cennet efendisi,

İmam Şehid Zeynel Abidin (Ali Asgar) Hz,

Bini İmam Şianın imamlarından Seyyid Mehmed Baki Hz.

Bini İmam Seyyid Hüseyin Hz.

Seyyîd İmam Musa Kazım Hz.

Seyyid Abdullah (Abdullah Ekber Hz.)

Seyit Muhammed Cece Sultan El Mehmedi Meşuru Mehmet Cecebey Hazretleri.



Peygamberimizin soyundan gelen torunları Hz. Hasan ve Hüseyin’in soylarından erkeklere Seyyid, bayanlara Seyyide, Hz. Hasanın soylarından erkeklere Şerif, bayanlara Şerife denilir.



Çeçe Sultan Türbesinde görev yapanlara 1259 senesinde verilen berat fermanı


Yedi senesi zilhicenin onyedinci günü üzere olup vahi umumi olunarak kaideri meriye saltanati seniyeden olduğun tecrid bent biraren, Kastamonu - Sinop - Gerze nahiyesindeki vaki Çeçe sultan vakfının zaviyesi vazifesi ile zaviyeden zaviye ciheti mutasarrylar olduğundan iş bu seyyid Hüseyin banisi ve Mustafa ve Muhammed hasan olan berat hittahıdar olunmakta rica naşi tahriri olunmaktadır, olunmakta ciheti merbure birraen 1259 senesi üçüncü günü mucibince beratı şerif taat olunarak baabinde satr olan ferman alisanı vechle bu beratı tahrirle yummuna hurra ve mieteyin sebine ve tira liseneti saniye receb şehri.