19 Ocak 2016 Salı
Seyyide Zeynep Camii Ve Türbesi
Seyyide Zeynep Camii Ve Türbesi
Burada Peygamber Efendimizin (S.a.v) Torunu, İmam-I Ali Ve Hz. Fatıma'nın Kızları, İmam-I Hasan Ve Hüseyin'in Kızkardeşi Hz. Zeynep Yatmakta.
Cami Her Ne Kadar Ayasofya Gibi Cami Olmaktan Çıkartılmış Ise De Namaz Kılanlara Kimse Ses Etmiyor. Türbenin Içine 5 Ton Altın Katıldığı Söylenen Büyük Bir Kubbesi Var. Hz. Zeynep (R.a.) Kerbela Vakasını Bizzat Yaşamış, Bütün Yakınlarının Ölümünü Izlemiş, Çok Cefalar Çekmiş En Yüksek Manevi Makamlara Sahip Hanımlar Arasında. Bu Sebeple De Her Milletten Pek Çok Kişi Ziyaretine Koşuyor.
Labels:
Seyyide Zeynep Camii Ve Türbesi
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Hızır Suyu
Hızır Suyu
Rivayete göre, Ardıçalan köyüne bağlı olan Yeşilova (eski adı: Birestik) mezrasında Şehsüvaroğullarından Mahmut Beyin bir konağı varmış. Konak, Ardıçalan köyünün kuzeyindeki tepenin eteğinde imiş.
Anlatıldığına göre, Mahmut Bey’in beyliği zamanında, Birestik’teki konağında misafirleriyle yemek yerken kapıya bir atlı gelir. Mahmut Bey, atlıyı sofraya buyur eder ve hizmetçisine de atı yemlemesini söyler. Hizmetçi kendisine söyleneni yaptıktan bir süre sonra atın önüne koyduğu yemin at yedikçe arttığını fark eder. Diğer taraftan, misafirlerle birlikte yemek yiyen atlı, aniden yerinden kalkıp ‘Şehsüvaroğlu Hüseyin Bey şu anda çok darda ona yardım etmem gerekir’ diyerek izin ister ve atına atlayıp oradan ayrılır. Çevredekiler bu şahsın Hızır olduğuna inanırlar. O andan itibaren onun suyundan içtiği çeşmenin önemi artar ve kutsal görülmeye başlanır.[18]
Bölge insanı tarafından Çorakdere Suyu diye de bilinen Hızır Suyu’ndan içilme nedenlerini şu şekilde sıralamamız mümkündür:
-Onlara göre bu su, çeşitli hastalıklar için şifadır.
-Hamile bir bayan doğumunun kolay olması için banyo yaptığı suya bu sudan katarak yıkanır.
-Yeni doğan çocuklar, iyi huylu olsun diye buradan getirilen su ile yıkanır.
-Ardıçalan ve Gelintarla köylülerinden cilt hastalıkları, özellikle de egzama için bu suya gidildiği, bu suda banyo yapıldığı, suyun kaynadığı yerde yetişen iğde ağacına çaput bağlandığı, dilek tutulduğu ve buradan alınan çamurun yaranın olduğu yere sürüldüğü anlatılmaktadır. Bütün bunlar, şifa niyetiyle yapılmaktadır.
Labels:
Hızır Suyu
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Hızır’ın Taşı ve Hızır’ın Çeşmesi
Hızır’ın Taşı ve Hızır’ın Çeşmesi
Altınca köyü sınırları içinde yer alıp köyün kuzeydoğusunda bulunan Şah Tepesi üzerinde köylülerin Hızır ile irtibatlandırdıkları iki tane ziyaret yeri bulunmaktadır.
Hızır Taşı: Hızır’ın taşı diye bilinir. Hızır’ın çeşmesinin yanındadır. Burası, Şah Tepesi’nin kuzeydoğusunda zirveye yakın bir yerdedir. Köylülerden aldığımız bilgilere göre, Hızır (as) burada konakladığında, şaha kalkan atı nallarını kayaya vurunca, atın ayak izleri kayaya çıkar. Hızır'ın atının ayak izlerini üzerinde taşıdığından dolayı, köylüler bu taşı kutsal kabul etmişler ve ondan medet ummaya başlamışlardır.
Bu taşı dilek taşı olarak gören bu insanlar, burayı ziyaretleri esnasında ellerine aldıkları taşları Hızır’ın Taşı’na tutturdukları zaman istedikleri şeye kavuşacaklarına inanmaktadırlar. Ayrıca bu çevrede çocuğu olmayan veya düşük yapan kadınların da burayı ziyaret ettikleri belirtilmektedir.
Hızır Çeşmesi: Hızır’ın Çeşmesi diye bilinen bu ziyaret yeri, aynı yerde yani şah tepesinin kuzeydoğusunda, Hızır Taşı’nın yanındadır. Köylülerden aldığımız bilgilere göre, Hızır, atını sulamak için burada konaklamış ve atını suladıktan sonra yoluna devam edip gitmiştir. Burada yaşayan insanlar,bu sudan içmenin insanlara şifa ve mutluluk getirdiğine inanmaktadırlar. Onlara göre bu su, dermansız dertlere devadır. O nedenle insanlar, sevdikleri kişilerle buraya gelip adı geçen çeşmenin suyundan içerler. İçilen suyun insana sağlık ve mutluluk getireceğine inanırlar.
Bu çeşmenin ziyaret edilme nedenleri arasında, İnsanların çeşitli sıkıntı ve ihtiyaçları esnasında bu çeşmeye gelip burayı ziyaret ederek kurbanlar kesmelerini, sonrasında da dua ve niyazda bulunmalarını belirtebiliriz. Buraya gelenler, dilek ve arzularını bildirerek Hızır (a.s)'ın manevi şahsiyetiyle Allah'tan yardım isterler. Burada dilek tutup Hızır’ın taşına çaput bağlarlar. Köylüler, eskiden buraya yağmur duası için de gidildiğini belirtmektedirler.
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Geley Tepesi ve Gürlan Baba
Geley Tepesi ve Gürlan Baba
Kele Tepesi Ziyareti olarak da bilinen Geley Tepesi Ziyareti, Karacaören ile Cerit arasında yer almaktadır. Konum olarak Karacaören'e girişte sağ tarafta ve Gürlan Baba ziyaretinin karşısındadır Bir tepe üzerinde olan bu ziyaret, bir ağaçtan ibarettir. Şu anda kurumuş vaziyette bulunan ağaç, önceki yıllarda yıkılmış ve daha sonra gelen ziyaretçiler tarafından tekrar olduğu yere dikilmiştir. Buranın özellikle yaz aylarında ziyaretçisinin olduğu belirtilmektedir. Buraya gelen ziyaretçiler, dilek tutup ip bağlarlar ve bu şekilde istedikleri şeye kavuşacaklarına inanırlar.
Karacaören’nin güneydoğusundaki bir tepenin üzerinde (Geley Tepe’sinin karşı tarafında) yer alan ve Hırcibil diye de bilinen Gürlan Baba ziyareti de vardır. Gürlan Baba’nın mezarının da çok sık olmamakla beraber ziyaret edildiği belirtilmektedir.
Karacaören nahiyesinde bulunan bir başka ziyaret de Karacaören'den bakıldığı zaman Ali Baba Ziyareti’nin bulunduğu dağın sağ tarafında kalan tepenin üzerindeki Tek Mezar Ziyareti dir. Buradaki mezarın bir askere ait olduğu söylenmektedir. Bir rivayete göre de bu tepede, burada savaşırken şehit olan yedi kahraman asker yatmaktadır. Ali Baba ve Gürlan baba’yı ziyaret edenlerin Tek Mezar ziyareti’ne de uğradıkları verilen bilgiler arasındadır.
Anlatıldığına göre, Gürlan Baba ve Tek Mezar Ziyaretini genellikle eklem ağrısına yakalananlar ile evlenecek yaşa gelmiş kız ve erkeklerin ya evlenmeden önce ya da evlendikten sonra burayı ziyaret ederek dilek tutup adak adadıkları ve dileklerinin gerçekleşmesi halinde tekrar burayı ziyaret ederek adak kurbanı kestikleri anlatılmaktadır.
Labels:
Geley Tepesi ve Gürlan Baba
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Ahmet Dede Suyu...boganak
Ahmet Dede Suyu
Ahmet Dede Suyu
Ahmet Dede suyu, Boğanak köyü girişinde sol tarafta yer alır. Anlatıldığına göre, şu anda suyun aktığı yer, Ahmet Dede diye bilinen zatın mezarının bulunduğu yerdir. Mezarın, defineciler tarafından altın aramak amacıyla söküldüğü belirtilmektedir. Şu anda bahsedilen yerde sadece Ahmet Dedenin Suyu vardır. Köylüler Ahmet Dede’nin kimliği konusunda detaylı bilgiye sahip değiller. Bilinen bu şahsın ermiş birisi olduğudur.
Edindiğimiz bilgiye göre, eskiden buranın ziyaretçisi daha fazla imiş. Eskiler, Ahmet Dede suyunu şifa niyetiyle içerlermiş. Havalar kurak gittiği ve yağmur yağmadığı zaman, halk buraya gelir, Ahmet Dede’nin mezarının başında yağmur duası yaparlar ve bereket getirmesi için suya para atarlarmış. Günümüzde suya para atma adetinin dışında diğerleri uygulanmamaktadır.
Anlatıldığına göre, bugün bu ziyaret yerine çocuk sahibi olmak isteyen kadınlar giderek suya bir yumurta atıp o sudan içerler ve bu şekilde çocuklarının olacağına inanırlar. Ayrıca sık sık düşük yapan kadınların da buraya gelerek şifa amacıyla bu sudan içtiklerinden bahsedilmektedir
Labels:
Ahmet Dede Suyu..boganak
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Ali Baba..karacaören
Ali Baba
Burası, İlçeye bağlı Karacaören nahiyesinin güneydoğusunda yer alan bir
tepenin üzerinde yer almaktadır.9 Ziyaret yeri olarak kabul edilen bu yerde ulu bir
çınar ve 8-10 metre kadar aşağısında da bir mezar bulunmaktadır. Günümüzde Ali
Baba deyince bu ağaç akla gelmektedir. Kimilerine göre kutsal olan ağaç, kimilerine
göre de kutsiyet ağaçta değil, ağacın yakınında yatan ermiş kişide yani Ali
Baba'dadır. Ancak Ali Baba ağacın ismi olmuştur.
Anlatıldığına göre buraya yakın çevre köylerden birinde görev yapan bir
öğretmen, insanların Ali Baba ile ilgili anlattıklarını ciddiye almayıp gülerek alay eder
ve köylülerin bu kutsal çınarın dibinde Ali Babanın yattığını söylemelerine inanmaz.
Hatta bir gün o çevrede yaşayan insanları bu düşüncelerinden vazgeçirmek için adı
geçen ziyaret yerine gider ve ulu ağacın dibine büyük abdestini yapar. Bunun üzerine
kısa bir süre sonra öğretmenin ağzı eğilir. Öğretmen yanlış yaptığını anlar. Ağacın
bulunduğu yere gider ve Ali Baba’nın maneviyatından af dileyerek tövbe edince ağzı
düzelir.10 Köylüler arasında anlatılan bu tip efsanelerin zamanla buranın kutsiyetini
artırdığı belirtilmektedir.
Ali Baba’nın ziyaret edilme nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
-Burası, genel olarak daha önceden adanan kurbanların kesildiği bir yer
olarak bilinmektedir. Kesilen adak kurbanının eti, buraya gelenlerle birlikte yenir ya
da kurbanı kesen şahıs, kendi köylerinde bulunan yakınlarına dağıtmak üzere
yanında köye götürür.
-Burayı ziyarete gelenler, ziyaret esnasında dualar okuyup dilek tutarlar.
Ziyaretçilerin, dileklerinin gerçekleşmesi için Ali Baba ağacının dallarına ip ve çaput
bağladıkları, bolluk ve bereket getirmesi için ağacın kavuğuna para attıkları görülür.
-Buraya gelen ziyaretçilerin, bir şükür ifadesi olarak adı geçen ağacın
dibinden toprak alıp yedikleri, ayrıca bunu şifa,
Burası, İlçeye bağlı Karacaören nahiyesinin güneydoğusunda yer alan bir
tepenin üzerinde yer almaktadır.9 Ziyaret yeri olarak kabul edilen bu yerde ulu bir
çınar ve 8-10 metre kadar aşağısında da bir mezar bulunmaktadır. Günümüzde Ali
Baba deyince bu ağaç akla gelmektedir. Kimilerine göre kutsal olan ağaç, kimilerine
göre de kutsiyet ağaçta değil, ağacın yakınında yatan ermiş kişide yani Ali
Baba'dadır. Ancak Ali Baba ağacın ismi olmuştur.
Anlatıldığına göre buraya yakın çevre köylerden birinde görev yapan bir
öğretmen, insanların Ali Baba ile ilgili anlattıklarını ciddiye almayıp gülerek alay eder
ve köylülerin bu kutsal çınarın dibinde Ali Babanın yattığını söylemelerine inanmaz.
Hatta bir gün o çevrede yaşayan insanları bu düşüncelerinden vazgeçirmek için adı
geçen ziyaret yerine gider ve ulu ağacın dibine büyük abdestini yapar. Bunun üzerine
kısa bir süre sonra öğretmenin ağzı eğilir. Öğretmen yanlış yaptığını anlar. Ağacın
bulunduğu yere gider ve Ali Baba’nın maneviyatından af dileyerek tövbe edince ağzı
düzelir.10 Köylüler arasında anlatılan bu tip efsanelerin zamanla buranın kutsiyetini
artırdığı belirtilmektedir.
Ali Baba’nın ziyaret edilme nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
-Burası, genel olarak daha önceden adanan kurbanların kesildiği bir yer
olarak bilinmektedir. Kesilen adak kurbanının eti, buraya gelenlerle birlikte yenir ya
da kurbanı kesen şahıs, kendi köylerinde bulunan yakınlarına dağıtmak üzere
yanında köye götürür.
-Burayı ziyarete gelenler, ziyaret esnasında dualar okuyup dilek tutarlar.
Ziyaretçilerin, dileklerinin gerçekleşmesi için Ali Baba ağacının dallarına ip ve çaput
bağladıkları, bolluk ve bereket getirmesi için ağacın kavuğuna para attıkları görülür.
-Buraya gelen ziyaretçilerin, bir şükür ifadesi olarak adı geçen ağacın
dibinden toprak alıp yedikleri, ayrıca bunu şifa,
Labels:
Ali Baba..karacaören
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Üçler Tepesi..karacaören imranlı
Üçler Tepesi
Karacaören nahiyesinin güneyinde bulunan bir tepedir. O çevrede burası,
Ahr-i Cibril tepesi adıyla da bilinmektedir. Bu tepenin, bölgede yaşayanlar tarafından,
sıkça ziyaret edildiği, özel gün ve gecelerde oruç tutanların, oruçlarını bu tepede
açmayı tercih ettikleri belirtilmektedir. Bu bağlamda, adı geçen ziyaret yerine gitmek
isteyenler, evden bir şeyler hazırlayıp ziyaret tepesine çıkarlar. Oruçlarını orada
açarak yerler, içerler ve tekrar evlerine dönerler. Ayrıca adakta bulunanların, istekleri
yerine geldiği zaman, bu ziyaret tepesine çıkarak orada kurban kestikleri ve orada
bulunan ziyaretçilerle beraber yedikleri nakledilmektedir.
Karacaören nahiyesinin güneyinde bulunan bir tepedir. O çevrede burası,
Ahr-i Cibril tepesi adıyla da bilinmektedir. Bu tepenin, bölgede yaşayanlar tarafından,
sıkça ziyaret edildiği, özel gün ve gecelerde oruç tutanların, oruçlarını bu tepede
açmayı tercih ettikleri belirtilmektedir. Bu bağlamda, adı geçen ziyaret yerine gitmek
isteyenler, evden bir şeyler hazırlayıp ziyaret tepesine çıkarlar. Oruçlarını orada
açarak yerler, içerler ve tekrar evlerine dönerler. Ayrıca adakta bulunanların, istekleri
yerine geldiği zaman, bu ziyaret tepesine çıkarak orada kurban kestikleri ve orada
bulunan ziyaretçilerle beraber yedikleri nakledilmektedir.
Labels:
Üçler Tepesi..karacaören imranlı
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Seyit Ali Dede .....Bahadun
Seyit Ali Dede
Bahadun (Sarıçubuk) köyünün mezarlığı içinde yer alan Seyit Ali Dede'nin
mezarı, Şeyh Bahattin Bayram Dede türbesinin yakınındadır. Bayram Dede'yi
ziyarete gelenler, Seyit Ali Dede'yi de ziyaret ederler.
Seyit Ali Dede, Şir-î Şirvan ocağına mensup bir ocak-zade ve dededir.
Kendisi Ekrekçimen doğumludur. Hayatı çobanlıkla geçmiş ve bir vesileyle geldiği
Bahadun köyünde 1943 yılında vefat etmiştir. Onun vefatından buyana mezarı yöre
halkı tarafından ziyaret edilmekte ve dilekler dilenip adaklar adanmaktadır.26
Yörede Seyit Ali Dede'ye atfen Geyiklerden süt sağması, kaynayan kazanın
içerisindeki etleri eliyle karıştırması, ocakta yanan odunu ağzına alıp söndürmesi ve
delikli bir sepete sağdığı sütün yere dökülmemesi gibi bir çok kerametlerden
bahsedilmektedir.
Bir rivayete göre, “Seyit Ali Dede’nin geyikleri varmış. Her gün sabahleyin
ormana gider, geyikleri sağar, evine helkelerle süt getirirmiş. Hanımı da sütlerin
nereden geldiğini hiç merak etmezmiş. Köylüler ise, koyunu ve ineği olmayan Seyit
Ali Dede’nin evine süt getirmesini iyi karşılamazmış. Bir gün Dede’nin hanımına bu
sütlerin nereden geldiğini sormuşlar. Demek ki bizim koyunlarımızı sağıyor, demişler.
Kadın akşam olunca suçlamaları Seyit Ali Dede’ye söylemiş. Dede de hanımına:
-Dağdaki geyikleri sağıyorum. Onların sütünü getiriyorum, demiş.
Fakat hanımı buna inanmamış. Akşam yatağa yatınca Dede’nin gömleğini
kendi gömleğine düğmelemiş. Sabaha doğru Dede yatağından kalkmış, bir kuş gibi
demir parmaklı pencereden süzülerek gitmiş. Kadın, Dedenin pencereden çıkıp
gitmesine hayret etmiş...
Seyit Ali Dede, sırrını öğrenen hanımına kızmış:
-Gözün kör olsun demiş.
Kadının gözleri anında kör olmuş.
Seyit Ali Dede, ertesi gün sağdığı geyikleri köye getirmiş. Koyunların sağım
yerinde, geyiklerini sağıp sağdığı sütleri helkelere doldurmaya başlamış. Köylüler,
dedenin kerametini görünce, yaptıklarına pişman olmuşlar ve dededen özür
dilemişler.
Dede, yedi yıl daha geyiklerini sağmış. Ölümüne yakın bir zamanda eşini
yanına çağırmış, tekrar gözlerini açmış. Köylülerden helallik alıp Hakk’a yürümüş.
İnanışa göre o günden sonra her Cuma akşamı dağdan üç geyik iner.
Dedenin mezarındaki kurumuş otları ayaklarıyla temizleyip ziyaret yerini terk
ederlermiş. Geyikler diz çöküp dedenin mezarına niyaz ederlermiş.27
Köy sakinleri, bu ziyaret yerinin bulunduğu tepeyi ve Seyit Ali Dede’nin
mezarlığını, genellikle köy halkının ziyaret ettiğini, burada dua ettiklerini, dilekler
dilediklerinin, kabul olması için de mezarın parmaklıklarına çaput bağlayıp adak
adadıklarını ve bu şekilde yaptıklarında kabir ehli kişilerin istediklerini gerçekleştirme
konusunda kendilerine yardımcı olacağına inandıklarını aktarmaktadırlar.
Labels:
Seyit Ali Dede Bahadun
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Haydar Baba ..imranlı
Haydar Baba ..imranlı
Karataş köyünün kurucusudur. Dedelerinin Türkmenistan'dan gelerek Tunceli'nin Ovacık İlçesine yerleştiği, bir müddet kaldıktan sonra oradan ayrılarak Erzincan'ın Refahiye ilçesinde ikamet ettiği ve en sonunda ailesiyle birlikte yaklaşık üç asır önce Karataş'a gelip yerleştiği anlatılmaktadır. İnanca göre, Haydar Baba, Horasan erenlerinden birisi olup bu bölgede irşat görevini yerine getirirken şehit düşmüştür. Haydar Baba ziyareti, Karataş köyü sınırları içinde yer almaktadır. Köyün mezarlığından kuzeybatı istikametine doğru yaklaşık 2 km. uzaklıktaki tepenin üzerindedir. Köyden konuştuğumuz bazı yaşlılar, bu tepe üzerinde daha önceleri bir yatırın varlığından ve insanların Perşembe günleri burayı ziyaret edip kurban kestiklerinden bahsetseler de su anda mezar bulunmamaktadır. Sadece Düldülün Ayağıadli bir tas ile birkaç tane ardıç ağacı vardır. Ancak burayı ziyaret etme ve zaman zaman ziyaretçilerin burada kurban kesme âdeti devam etmektedir. Burayı ziyarete gelenler, Düldülün Ayağı adli tasa üzerindeki izden dolay hürmet gösterirler. Burası daha çok çocuğu olmayan kadınlar, felçli hastalar, uyku problemi olanlar ve yolculuğa çıkacak kişiler tarafından ziyaret edilir. Anlatıldığına göre, bir defasında burada bulunan ardıç ağaçlarından birine yıldırım düşer ve ağaç belinden kırılarak eğilip köprü vaziyetini alır. Günümüzde ise, buraya gelen ziyaretçiler köprü vaziyetini alan bu ağacın altından dilek tutup geçmeye çalışırlar. Geçebilenler dileklerinin kabul olacağına inanırlar. Ayrıca adi geçen ağaca çaput bağlayanlar ile düldülün ayağındaki at ayağı izini öpenlerin de olduğundan bahsedenler vardır.
Karataş köyünün kurucusudur. Dedelerinin Türkmenistan'dan gelerek Tunceli'nin Ovacık İlçesine yerleştiği, bir müddet kaldıktan sonra oradan ayrılarak Erzincan'ın Refahiye ilçesinde ikamet ettiği ve en sonunda ailesiyle birlikte yaklaşık üç asır önce Karataş'a gelip yerleştiği anlatılmaktadır. İnanca göre, Haydar Baba, Horasan erenlerinden birisi olup bu bölgede irşat görevini yerine getirirken şehit düşmüştür. Haydar Baba ziyareti, Karataş köyü sınırları içinde yer almaktadır. Köyün mezarlığından kuzeybatı istikametine doğru yaklaşık 2 km. uzaklıktaki tepenin üzerindedir. Köyden konuştuğumuz bazı yaşlılar, bu tepe üzerinde daha önceleri bir yatırın varlığından ve insanların Perşembe günleri burayı ziyaret edip kurban kestiklerinden bahsetseler de su anda mezar bulunmamaktadır. Sadece Düldülün Ayağıadli bir tas ile birkaç tane ardıç ağacı vardır. Ancak burayı ziyaret etme ve zaman zaman ziyaretçilerin burada kurban kesme âdeti devam etmektedir. Burayı ziyarete gelenler, Düldülün Ayağı adli tasa üzerindeki izden dolay hürmet gösterirler. Burası daha çok çocuğu olmayan kadınlar, felçli hastalar, uyku problemi olanlar ve yolculuğa çıkacak kişiler tarafından ziyaret edilir. Anlatıldığına göre, bir defasında burada bulunan ardıç ağaçlarından birine yıldırım düşer ve ağaç belinden kırılarak eğilip köprü vaziyetini alır. Günümüzde ise, buraya gelen ziyaretçiler köprü vaziyetini alan bu ağacın altından dilek tutup geçmeye çalışırlar. Geçebilenler dileklerinin kabul olacağına inanırlar. Ayrıca adi geçen ağaca çaput bağlayanlar ile düldülün ayağındaki at ayağı izini öpenlerin de olduğundan bahsedenler vardır.
Labels:
Haydar Baba ..imranlı
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
YAHYA EFENDİ TÜRBESİ
YAHYA EFENDİ TÜRBESİ
Dolmabahçe Sarayı’yla bu bölgeye yerleşen Osmanlı yönetimi, buraları neredeyse bir saraylar ve bunlara bağlı köşkler deryasına çevirmiş. Yıldız Parkı’ndaki Yıldız Sarayı da bunlardan biridir. Saray, Padişah III. Selim’in annesi Mihrişah Sultan için yaptırılmış. Daha sonra II. Abdülhamit burayı Osmanlı İmparatorluğu’nun ana sarayı olarak kullanmış. Bu saray kompleksi, Boğaziçi’nin sahil şeridinden başlayarak kuzeybatıya doğru yükselip sırt çizgisine kadar tüm yamacı kaplıyor. Yıldız Parkı, - otomobil trafiğine açılmış olmasına karşın- hâlâ güzel pek çok özelliğini koruyor. İnsanı kent gürültüsünden kopartan tılsımlı koruluk içine yerleşmiş saraylar, köşkler, yönetim, koruma ve saray servis yapılarının pek çoğu günümüzde lokanta ve benzeri hizmetler veriyor.
Yıldız’da Yahya Efendi’nin zarafet örneği türbesi vardır. Kanuni Sultan Süleyman’ın sütkardeşidir, ancak karakterleri gibi yolları da ayrılmış. Yahya Efendi, Anadolu yakasındaki Hazreti Yuşa, Üsküdar’daki Aziz Mahmud Hüdai ve Sarıyer’de Telli Baba’yla birlikte Boğaziçi’nin dört koruyucusundan biri olduğuna inanılan bilgindir. Halk arasında anlatılan öykülerinden biri Yahya Efendi’nin Yıldız’daki türbesi gibi zariftir: Yahya Efendi, Hızır’la arkadaştır. Kanuni Sultan Süleyman, ona, kendisini Hızır’la tanıştırması için durmaksızın ısrar eder. Padişah ve Yahya Efendi bir gün bir sandalla Boğaziçi’nde gezmeye çıkar. Sandalda bir üçüncü kişi daha olur. Bu kişi padişah Süleyman’ın parmağındaki paha biçilmez yüzüğü uzun süre inceledikten sonra, “Yüzüğünüze bakmam için bana verir misiniz” der. Yüzüğü alır ve denize atar.
Kanuni alı al, moru mor olur ama kendisini tutmayı da başarır. Sandal, Kuruçeşme’ye yanaşınca Yahya Efendi’nin arkadaşı, elini deryaya daldırır ve denize attığı yüzüğü çıkarıp padişaha verir. Karaya çıktıklarında Yahya Efendi “Yanımızdaki zat Hızır Aleyhisselam’dı” der. Kanuni “Neden bana tanıtmadın? Oysa onu tanımayı ne kadar istediğimi biliyordun” diye sitem ederek sağına soluna bakınır ama adam yok olmuştur. Yahya Efendi’nin yanıtı can yakıcı bir tuhfedir (armağan): “O kendisini tanıttı ama sen tanıyamadın.”
Denizin kenarındaki Mevlevi Tekkesi’nin yıkılmasından sonra yaptırılan Çırağan Sarayı halka kapalı. Geçirdiği bir yangından sonra yapılan onarımlar da zaten bu yapıya özgünlük kazandıran süsleri, öğeleri handiyse büsbütün silmiş.
Yıldız’da Yahya Efendi’nin zarafet örneği türbesi vardır. Kanuni Sultan Süleyman’ın sütkardeşidir, ancak karakterleri gibi yolları da ayrılmış. Yahya Efendi, Anadolu yakasındaki Hazreti Yuşa, Üsküdar’daki Aziz Mahmud Hüdai ve Sarıyer’de Telli Baba’yla birlikte Boğaziçi’nin dört koruyucusundan biri olduğuna inanılan bilgindir. Halk arasında anlatılan öykülerinden biri Yahya Efendi’nin Yıldız’daki türbesi gibi zariftir: Yahya Efendi, Hızır’la arkadaştır. Kanuni Sultan Süleyman, ona, kendisini Hızır’la tanıştırması için durmaksızın ısrar eder. Padişah ve Yahya Efendi bir gün bir sandalla Boğaziçi’nde gezmeye çıkar. Sandalda bir üçüncü kişi daha olur. Bu kişi padişah Süleyman’ın parmağındaki paha biçilmez yüzüğü uzun süre inceledikten sonra, “Yüzüğünüze bakmam için bana verir misiniz” der. Yüzüğü alır ve denize atar.
Kanuni alı al, moru mor olur ama kendisini tutmayı da başarır. Sandal, Kuruçeşme’ye yanaşınca Yahya Efendi’nin arkadaşı, elini deryaya daldırır ve denize attığı yüzüğü çıkarıp padişaha verir. Karaya çıktıklarında Yahya Efendi “Yanımızdaki zat Hızır Aleyhisselam’dı” der. Kanuni “Neden bana tanıtmadın? Oysa onu tanımayı ne kadar istediğimi biliyordun” diye sitem ederek sağına soluna bakınır ama adam yok olmuştur. Yahya Efendi’nin yanıtı can yakıcı bir tuhfedir (armağan): “O kendisini tanıttı ama sen tanıyamadın.”
Denizin kenarındaki Mevlevi Tekkesi’nin yıkılmasından sonra yaptırılan Çırağan Sarayı halka kapalı. Geçirdiği bir yangından sonra yapılan onarımlar da zaten bu yapıya özgünlük kazandıran süsleri, öğeleri handiyse büsbütün silmiş.
Labels:
YAHYA EFENDİ TÜRBESİ
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
TELLİ BABA TÜRBESİ
Rumeli Kavağı’nda antik çağdan beri yerleşim olduğu biliniyor. Antikçağda burada İason’un yaptırdığı bir Kybele ve Serapis tapınağı bulunduğu birçok kaynakta yer alır. Geçmişte bir balıkçı köyü olan yerleşim, bugün de balık kültürüyle söz ettirir kendinden Fakat bütün bunlardan ve öteki bütün efsanelerinden daha çok bilineni Telli Baba’dır. Günün hemen her anı bu türbenin önü çiçekli, kurdeleli gelin arabalarıyla ve ağırlığını kadınların oluşturduğu evlenmek için dilekte bulunmaya gelen insanlarla doludur. Telli Baba’nın kimliği hakkında tam olarak bir bilginin olmaması buraya olan ilgiyi azaltmak bir yana daha da artırıyor. Türbede yatan hakkında çeşitli rivayetler var. Bunlardan birine göre asıl adı İmam Abdullah Efendi olan Telli Baba, Fatih devrinde orduda tabur imamı iken şehit olmuş; 80 yıl önce hastalıklı bir genç kadının onu rüyasında görmesiyle birlikte mezarı ortaya çıkarılmış. O günden sonra iyileşen genç kızın peşinden birçok insan bu türbeyi ziyaret etmiş.
Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdai, Beykoz’da Hazreti Yuşa, Beşiktaş’ta Yahya Efendi ile birlikte Boğaz’ın dört bekçisinden biri olduğuna inanılır. Ancak burada Boğaziçi’nin başka bir efsanesi, tılsımlarından biri daha var. Rumeli Kavağı’nın ilerisindeki Garipçe köyü, handiyse antikçağdaki Gyropolis adını sürdürüyor. Mitolojinin çıkarcı tanrıları tarafından lanetlenmiş mağrur kral Phineus burada yaşamak zorunda bırakılmıştır. Kuş gibi kanatları olan tuhaf yaratık harpiler, kralın yiyeceklerini çalıyor, kirletiyor ve onu açlığın pençesinden çıkamaz hale getiriyorlar. Altın Post’un arayıcısı kahraman Argonotlar bu yaratıkları bir daha buraya uğrayamayacak biçimde korkutup kovmuşlar. Phineus’un onlara akıldan, öğütten, deneyimden vereceği başka şeyi olmadığı için o da borcunu böyle ödemiş. Zira, Argonotlar Boğaz’ın en tehlikeli, en çetrefil yeri olan Karadeniz’in ağzından içeri girmek zorundadırlar. Denizin buradaki zalimleşebilen cilveleri bir yana, bir de Symplegadlar, yani çarpışan kayalar vardır. Aralarından bir gemi geçmeye kalktığında, bu iki kaya iki kıyıdan hızla birbirilerine kenetlenir ve aralarındaki gemiyi tuz-buz edermiş. “Bu kayalara geldiğinizde, önden bir güvercin uçurun” demiş Phineus; “kuşu ezmek için birleşen kayalar geri çekilmeye başladıklarında, onlar yeniden birleşmeye zaman bulamadan siz de geminizi hızla sürün ve geçin.”
Biri Anadolu Kavağı’nda öteki Rumeli’de olan karşılıklı bu iki kaya bugün de yerlerinde. Arogonotlar efsanesi Karadeniz’de devam ettiğine göre, Phineus’un öğüdü yerini bulmuş sayılıyor. Bu efsane İstanbul Boğazı’nın zorluklarının bir imgesi olarak da okunabiliyor…
Labels:
TELLİ BABA TÜRBESİ
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
18 Ocak 2016 Pazartesi
Şâhkulu Bektâşi Dergâhı
Şâhkulu Bektâşi Dergâhının Son Babagân Postnişinleri Ve Bektâşîlerin Zor Yılları (1826-1953)
Şevki Koca
Değerli okurlarım; bu naciz çalışmamızda sizlere tüm cumhuriyet tarihimiz boyunca çeşitli nedenlerle deşifre edilmemiş bulunan Bektâşîlik tarihinin paronayal bir dönemine ilişkin özgün bilgileri aktarmak arzusundayız. Özellikle yaşanan tüm hadislerin, stratejik konumu dolayısıyla tam merkezinde bulunan Şâhkulu (Nerdiban veya Merd-i iman) Tekyesinin, 1804-1953 yılları arasında hizmet gören postnişin lâhikası çerçevesinde yansıtacağım oldukça özet ve biyografik kronogramları dikkatlice takip ettiğinizde, 1826 yılından günümüze değin yaşanan; hüzün, kırgınlık, hüsran, yeis ve gizlilik içindeki karanlık yılları ve trajedik disiplini çok net değerlendirebileceğinizden eminim. Çoğu zaman beşeri siyasetin kaçınılmaz rüzgârlarından ve yine dönem, dönem şâhsi ihtirâs ve çıkar ilişkilerinden sarhoş düşmüş, hatta “esir-i nefs” olmuş, deyim yerinde ise taklidi Bektâşîlerin içine düştükleri dramatik duruma ibretle hayret edeceksiniz!..
Şâhkulu Dergâhının son devirlerine ilişkin ve yazılı metin haline gelmiş bütün çalışmalar genellikle, Ehlibeyt dostu, ünlü araştırmacı merhum Cemâlettin Server Revnakoğlu’nun Galata Mevlihanesine vakfettiği ve Şâhkulu Dergâhının son dönemine ilişkin belgelere havi kodeks’i baz alınarak realize edilmiştir. Oysa bu dosya, dışarıdan bir bakış açısı olmaktan maâda oldukça eksik ve yanlış bir istifin sonucunda, hem tashihe muhtaç ve aynı zamanda içeriden açınımlara gereksinim duymaktadır.
Bu yazımız vesilesi ile bu alanda çalışmalar yapacak akademisyenlere yeni bir veri tabanı oluşturacak ölçüde ve spekülatif olmayan nesnel zenginler sunacağımız kanısındayız. Öte yandan belirtmeden de geçemeyeceğim. Söz konusu bu içerikle ilgili yeni bir çalışma da değerli dostum, Selçuk Üniversitesi öğretim üyelerinden Sn. Dr. Hülya Küçük tarafından bu yıl yayımlanan “The Role Of Bekteshısın Turkey’s Natıonal Struggle” isimli eserde sunulmuştur. Konu ile ilgili araştırmacılara spesifik perspektifler açabilecek mahiyette taze bir soluk olarak önermek arzusundayım. Diğer yandan arşivimizden seçtiğimiz özgün fotoğraflar ile konumuzu pekiştirmeyi amaçladık. Hak erenler daim yardımcımız olsun.
Şâhkulu Dergâhının Son Postnişinleri (*)
(1804-1953)
Görev Yılları Vefât
1. Mehmet Ahîr Baba 1804-1826 1839
2. Hacı Ahmet Nûr Baba 1840-1849 1850
3. Halil Revnâki Baba 1849-1850 1850
4. Ali Tûrabi Baba 1850-1851 1869
5. Üsküp’lü Hacı Sâdık Baba 1851-1853 1853
6. Hacı Hasan Baba 1853-1856 1857
7. Kesriye’li Hacı Ali baba 1857-1863 1863
8. Mehmet Ali Hilmi Baba 1863-1885 1907
9. Mustafa Yesâri Baba 1885-1908 1908
10. Ahmed Burhan Baba 1908-1918 1918
11. İbrahim Feyzî Baba 1918-1921 1927
12. Mehmed Tevfik Baba (1’nci geliş) 1921-1922 (…..)
13. Ahmed Nuri Baba 1922-1924 1924
14. Mehmed Tevfik Baba (2’nci geliş) 1927-1935 1939
15. Pepe Niyâzi Baba 1935-1936 1936
16. Prizren’li Behûl Baba 1936-1941 1971
17. Hasan Tahsin Baba 1941-1953 1953
Postnişinlerin Biyografi ve Tevelüd’leri
Mehmed Âhir Baba:
1804 yılında nasbedildiği, Şâhkulu postnişinliğinden 1826 yılında (II. Mahmud dönemi) Bektâşî Tarîkatının yasaklanması ile ayrılmış ve Şeyh ül İslâm Tahir Efendi fetvası mucibince İzmir’in Tire ilçesine sürgün edilmiştir. 1839 yılında Hakk’a yürümüş olup, muhiblerince Tire’nin bilinen iki Bektâşî dergâhından birisi olan ve Erbain Dağı eteklerinde, Bozdağ yaylası kurbindeki Baba Sultân ismiyle maruf Tekye’nin hazeresine defnolunmuştur. Bugün yıkıntı halindeki dergâhın harab kabristanında ki kitâbesiz ve elfi taç’lı kabir kendisinindir. Baba Sultân dergâhının bir diğer ismi de “Arap Pınarı” tekyesidir. Bu dergâhın faâliyetine Abdülhamid dönemi yeniden izin verilmiş olup bu yıllardaki postnişini Hacı İbrahim Baba’dır. (V. 1889) Daha sonra Hacı Hüsnü Baba (V. 1916) hizmet görmüştür. (Bu zâtı, Mehmed Ali Perişan Dedebabadan icâzetli ve 1894 yılında Hakk’a yürümüş olan Sturga’lı şair Hüsnü Baba ile karıştırırlar.) Bu dergâha Hacı Hüsnü Babadan sonra Mora-Yenişehirli Hacı Ahmed Baba (V. 1924) ve daha sonraları şair Cevdet Şimşir (Aşki) Baba postnişin olarak nasbedilmiştir. Son postnişini ise Ahmet Sırrı Dedebaba’dan 1951 yılı icâzet alan Hasan Hulki (Can) Baba olup 1967 yılında Hakk’a yürümüştür. Fıkralara konu olmuş Can Baba bu zâttır.
Hacı Ahmed Nûr Baba:
Kayıtlarda Ahmed Santuri Nûr Baba olarak da yer alır. Mücerred Baba’dır. Abdülmecid Han’ın zevcesi Bezm-i âlem Vâlide Sultân’ın kişisel karizması ile Şâhkulu postnişinliğine nasbolunmuştur. Esasen sarayın Cuma vaizi iken, Seyyid Nebi Dedebaba’dan el alır. Nakşibendi kökenlidir. Bilinenlerin Aksine bu dergâh hizmete, Halil Revnâki Baba dönemi değil, Hacı Ahmed Nur Baba eli ile 1840 yılında açılmıştır. Dokuz yıl postnişinlik yapan Hacı Ahmed Baba, 1849 yılında Hakk’a yürümüş olup, kabri Şâhkulu dergâhı hazeresindedir. Derviş Selim tarafından hazırlanan kabir kitâbesi aşağıdaki gibidir.
Ya Hû
“Cedd-ü evlâd-ı Resul’ım bende-i Ali-i abâ
Hamdülillah gine anlardan bana oldu devâ
Fani dünyadan geçüp etdim beka’ya irtihâl
Al-i evlâd-ı Resul’e canımı kıldım fedâ
Şâhkulu Sultân’ile Mansur Baba darındayım
Anların sermestiyem etmez katarından cüdâ
“Merdiman” dergâhının çün bani-i sâniy’yesidir
Rûh-u Pak-i şâd’ola hem hep gelen etsün duâ
Çıkdı bir nûr arşa Selim söylegil tarihini
Lücce-i envâr-ı dosta gitti Hazret-Ahmed Baba”
H. 1266 (M. 1850)
Hacı Halil Revnâki Baba:
Halil Revnâki Baba 1849 yılında, Çorum’lu Hüsnü Dedebaba tarafından Şâhkulu Postnişinliğine nasbedilmiştir. Esasen Halveti tarîkatı kökenlidir. Bu hizmet’te bir yıl kalarak Hakk’a yürümüştür. Dönemin Halveti Şeyh’lerinden Avcızade Mümtaz Efendi’nin ısrarıyla, bir Halveti Şabani Tekyesi olan Silivrikapı-Emirler semtinde mûkim “Seyyid Nizam” camiinin kurbindeki hazereye 1850 yılında defnolunmuştur. Dönemin şeyh ül islâmı olan, Arif Hikmet Efendi nezâretinde kılınan cenâze namâzına 1’nci Abdülmecid’in katıldığı kayıtlıdır. Halil Revnâki Baba’nın kabrini ihtiva eden hazerede bugün neredeyse hiçbir örneği kalmayan üç adet Yeniçeri kabri de bulunmaktadır. (İnşallah korunalar. Ş. K.)
Halil Revnâki Baba’nın kabir taşındaki Bektâşî başlığı alışılmışın dışında (12 dilimli olmayıp) dört dilimli, “Ethemi-Yesevi” taç biçimindedir. Öte yandan sanırım bir izansız meczûp tarafından da 12 dilimli Teslim taşı motifi kazınmış durumdadır. Kabir şâhidesinde aşağıdaki ibareler yazılıdır.
Hü Dost
“Tarîkat-ı A’liyye-i nâzenîn’den
Mürşid-i agâh ve vasl-ı illâllah
Bende-i Ali aba, Sahib-i illâ edep
Vel haya, Esseyid Halil Revnâki Baba
Kaffe-i ehl-i imânın ervâh-ı şerifleri
Şâd-u handân ola”
H. 1267 (M. 1850)
Hacı Ali Türâbi Baba:
Mücerred Bektâşîlerdendir. Usûlen Nakşibendi icâzeti de almıştır. Aslen Yanbolu’ludur. Şâhkulu postnişinliğinde bir yıl kalabilmiş, 1851 yılında Çorum’lu Hüsnü Dedebaba’nın Hakk’a yürümesi üzerine ittifakla Dedebaba seçilerek, Hacı Bektâş ilçesindeki Pirevine taşınmıştır. Kendisi hurûfi öğelere son derece egemen önemli bir Bektâşî şairidir. Ankara, Maârif Kitaphanesinde A13/26 Dosya no ile kayıtlı bir Divân’ı bulunmaktadır. Bu divân, muhiblerinden Halim Derviş tarafından Hicri 1269 yılında derlenmiştir. Nevruziyeleri çok meşhurdur. Bektâşî kültür geleneğinde Türâbi mahlaslı birçok şair mevcuttur. Bunların en meşhuru, genelde hurûfi-meşrep nefesler yazan ve 1951 yılında Tire’de Ahmed Sırrı Dedebaba’dan Babalık icâzeti alan ve 1961 yılında Hakk’a yürüyen Kula’lı Mehmed Ercan Türâbi’dir ki “Türab-i Sâni” ismiyle bilinir. Nefesleri genellikle Hacı Ali Türâbi Baba ile birbirine karıştırılır. Diğer yandan Hacı Ali Türâbi dedebaba 1869 yılında Hakk’a yürümüş olup kabri Pirevi-hazret avlusunda medfûndur. Abdullah Baba tarafından hazırlanan kabir kitâbesi aşağıdaki gibidir.
Hü Dost
“Şerbet-i mevt-i içirdi akıbet devrân bana
Vakt-ü sa’ât erdi mühlet vermedi bir an bana
Var ümidim kat’ı dest etmen dutup damenini
Merhâmet şefkât kılar elbet Şâh-ı Merdân bana
Mahlasım derler Türâbi namıma el-hacc Ali
Postnişinlik hizmetin Hakk eyledi ihsân bana
Vüsatin elde iken şöyle dedi tarihini
Hame destinde işâret eyledi bir can bana
Şerm’sarım rû-siyah cürmümle Şâh’ım el-aman
Pir-i Hünkârım meded kıl eyle bir dermân bana”
H. 1285 (M. 1869)
Üsküp’lü Sadık Baba
Hacı Sadık Baba, Yanbollu Türâbi Dedebaba tarafından Şâhkulu Dergâhı postnişinliğine getirilmiştir. Ancak bu hizmette fazla kalamamış ve 1853 yılında Hakk’a yürümüştür. Usulen Nakşibendi icâzeti de almıştır. Dervişlik ve Babalık dönemleri Arnavutluk’taki en eski Bektâşî Tekyelerinden olan Jirokastro’daki Asım Baba (Zall) dergâhında geçmiştir. Halen bu dergâhta adına yapılmış bir merkad (nazarlama) bulunmaktadır.
Hacı Sadık baba’nın görevde bulunduğu yıllarda Şâhkulu dergâhının fiziksel arazisi büyütülmüş ve dergâh, dünyada bulunan sadece beş büyük dergâhta yapılabilen mücerred dervişlik ritüelini uygulamaya bu dönemde hak kazanmıştır.
Mücerred Babalardan olan Sadık Baba’nın kabri Şâhkulu dergâhı hazeresinde olup, teslim taşı motifli özgün örneklerden biridir. Şâhide’si dervişlerinden kerimi tarafından yazılmış olup, aşağıdaki gibidir.
Ya Hû
“Pişiva-yı ehl-i irfân muktedâ-yı salikiyn
Vakıf-ı sırr-ı tarîkat çaker-i al-i aba
Arif-i billah-ı devran mürşid-i agah idi
Salik-i râh-ı hakikat’dır muhibb-i Mürtezâ
Hanigah-ı âlemin kıldı şikeste camını
Nûş’edüp peymane-i ukba’yı oldu rehnümâ
Ah-u matem’di işi her dem imâman aşkına
Aşina’yı ravza-yi Şâh-ı Şerif-i Kerbelâ
Hac-ı Bektâş Veli’nin bende-i hass-î idi
Zikr-i eyvallah ile itdi yolunda can fedâ
Katre-i rahmet-i Kerim-i fevt’inin tarihidir
Hac-ı Sadık Baba’ya oldu mekân bağ-ı safâ
H. 1269 (M. 1853)
Hacı Hasan Baba
Bu zât aslen İstanbul’lu olmasına rağmen, 1868 yılında dedebaba olan Selânik’li Hasan Baba ile karıştırılmıştır. Aslen Nakşibendi kökenli, mücerred Bektâşî Babalarındandır. İleride arz edeceğim Mehmed Ali Hilmi Baba’nın mürşididir. Sultân Abdülmecid Han’ın yakın dostlarındandır. 1853 yılında getirildiği Şâhkulu postnişinliğinde ancak üç yıl kalabilmiş ve 1856 yılında Hakka yürümüştür.
Bugün Merdivenköy’de bulunan ve dergâhın vakfı içindeki camii’ye meşhuta yaptırarak, onarımını sağlamıştır. Kabri Şâhkulu Dergâhı hazeresinde olup kabir kitâbesi Girit’li Derviş Saffet tarafından hazırlanmış olup, aşağıdaki gibidir.
Ya Hû
“Gel nefir ah eyleme ya-hû acûz-u çarh’a yuf
kıldı cevherveş bu yeri hak-i kabr içre nihân
Masiva’dan el çeküp, kesmişti baş hırkaya
Etdi bu dergâhta vahdet’le ibadet çok zaman
Eyledi isbat makbul-u erenler olduğun
Şâhkuluveş bir aziz’in duttu kurbinde mekân
Kevser-i Rahmet ile rûh-u revanın şad’edûb
Şafi-i edsün Aliy’yel Mürtezâ-yı müstean
Himmet-i Pir’an ile Saffet dedim tarihini
Hanigah olsun Hasan Baba’ya ulyâ-yı cihan”
H. 1274 (M. 1857)
Kesriye’li Ali Baba
İstanbul’lu Hacı Hasan Baba dönemi dergâhın aşçı babasıydı. Mücerred babalardandır. Mehmet Ali Hilmi Babanın nasibi sırasında rehberlik yapmıştır. 1857 yılında postnişinliğe getirilmiş olup 1863 yılında Hakk’a yürümüştür. Kabri Şâhkulu hazeresinde olup, şâhidesi Derviş Saffet tarafından yazılmıştır. Kitâbe aşağıdaki gibidir.
Lâ-mevcûda illâ Hû
“Çalış terk-i sivaya varlığın ifna edüp yâ Hû
Değildir çünki Baki kimseye bu Tekiyye-i Bâki
Vücudun aşk-ı Hak’ıla işte mahvetti Ali Baba
Firak-u matemi ağlattı bil’cümle muhibbânı
O şems-i evci himmet saye-i evlâd-ı Zehra’da
Çerağ etmişdi çok cüyendegan-ı nûr-u irfânı
Tarîkatında ederdi iktifa asâr-ı eslâfa
Şuyûh-u salikân içre aransa ender akranı
Erenler mûin-i Şâhkulu Sultân ola yarab
Bu zât-ı ekremin her kim olursa Fatihanı
Oku tarihini yazdı münacat eyleyûb saffet
Ede Şafi-i Ali Baba’ya Mevlâ şir-i yezdânı”
H. 1280 (M. 1863)
Mehmed Ali Hilmi Baba
Hilmi Baba 1863 yılında Selânik’li Hacı Hasan Dedebaba tarafından Şâhkulu postnişinliğine getirilmiştir. Babası tarafından Şâhkulu postnişinliğine getirilmiştir. Babası Sultânahmed Camii’nin “Vaiz-i avam”ı olan Hafız Osman Nuri Efendidir. Hafız Osman, ayni zamanda bir Bektâşî Babası da olan, Olukbayır (Çırçır) Nakşibendi Tekyesinin o dönemki şeyhi Seyyid Mustafa Baba Efendi’den (V. 1854) Nakşibendi icâzeti almıştır. Aynı yıl, dönemin Şâhkulu postnişini İstanbul’lu Hacı Hasan Baba’dan, eşleri olan Hacı Emine Şerife Hanım ile birlikte Bektâşîye’den de el alırlar. Hafız Osman uzun yıllar saray imâmlığı yapmıştır. Aslen Arnavutluğun, Zavalan yöresinin tanınmış eşrafındandırlar. Hafız Osman Efendi, oğlu Mehmet Ali Hilmi Baba’dan bir yıl daha uzun yaşamış olup kabirleri eşi Emine hanım ile, Göztepe Gözcü Baba hazaresinde yan yanadır. Emine hanım 1898 ve Hacı Osman efendi 1908 yılında vefât etmişlerdir. Mehmed Ali Hilmi Baba ise çocuk yaşlarda Üsküdar, Balaban Nakşibendi dergâhına bağlanmış ve çok yüksek düzeyde şeriat ve tarîkat ilimleri tahsil etmiştir. On beş yaşında Şâhkulu Postnişini İstanbul’lu Hacı Hasan Baba’dan el alarak Bektâşî olmuştur. 1857 yılı olan bu tarihteki rehberlik hizmetini, aşçı Ali Baba yapmıştır. Hızla terakki etmiş ve 1861 yılında mücerred dervişlik almıştır. 1862 yılında Türâbi Ali Dedebaba’dan dönemin türbedarı Hacı Mehmed Tahir Baba’nın rehberliğinde Babalık icâzeti almış ve 1863 yılında Şâhkulu Tekyesi postnişinliğine nasbedilmiştir. 1870 tarihinde, Hacı Hasan Dedebaba’dan dönemin türbedarı Mehmed Yesâri Babanın rehberliğinde Halifelik Mehmed Yesâri Babanın rehberliğinde Halifelik icâzeti almış ve tarihe yirmi sekiz yaşında halife baba olan ilk Bektâşî olarak geçmiştir. Öte yandan bilindiği gibi Hünkâr Hacı Bektâşî Veli Hazretlerinin Diyar-ı Rum’a geldikleri tarihlerde yirmi altı yaşında olduğu bilinmektedir.
1875 yılında Selânik’li Hasan Dedebaba’nın Hakk’a yürümesi üzerine bu göreve Eryek (Erikli) Baba Dergâhı postnişini Konya’lı olarak bilinse de aslen İşkodra’lı olan, Hafız Mehmed Ali Perişan Baba, Dedebabalığa getirilir. Perişan Baba, Bektâşîliğin 1826’dan önceki orijinal kimliğini savunan ve Dedebabalık kurumunun Osmanlı Saray yönetimince denetlenip, yönlendirilmesinden oldukça rahatsız bir kişiliğe ve seyr-ü sülûk’a sahiptir. Bu aşamada saray yönetimiyle sıcak ilişkileri olan Mehmed Ali Hilmi Baba, Perişan Baba’nın Dedebabalığını kabul etmeyerek, Bektâşî tarîkatında ki ilk ayrılığın maâlesef temelini atar. Giderek yakın dostu II. Abdülhamid’in de saray desteğini arkasına alan Hilmi Baba, Dedebabalık makamının kendisine verilmesini talep eder. Bu durum karşısında, Nakşibendi tandans’lı bir Bektâşîliğin ortaya çıkmasından ürken Mehmed Ali Perişan Dedebaba, H. 1300 yılı sonunda; Dedebabalıktan, Hilmi Baba lehine sarf-ı nazar ederek, eski mekân-ı olan Kazlıçeşme Eryek Baba dergâhına yerleşir. H. 1301 yılında yeniden Hacı Bektâş-Pirevine dönüş yapan Perişan Baba, Nevrûz ayında burada Hakk’a yürür ve Hazret avlusuna defnedilir. Ancak her şeye karşın Bektâşîlik bu tarihten sonra iki ayrı tasavvufi zeminde hareket ederek, Perişan Baba izleyicileri “Vahdet-i Mevcûd” öte yandan Hilmi Baba izleyicileri ise “Vahdet-i Vücûd” prensiplerini şiar edinirler.
Bu gizli çekişme günümüzde dahi farklı bir formatta devam etmektedir. Perişan Baba ekolünde olanlara “Harâbâtî”, Hilmi Baba ekolünde olanlara “Müteşerri” denilir. Konumuzla doğrudan ilişkisi olmaması nedeniyle bu mevzû ile ilgili olarak bu kadarıyla iktifâ etmek istiyorum. (Bu hadiseler ile ilgili Musfassal bilgiler, fakîr tarafından yayımlanan 1999 tarihli “Koca Turgut Baba” Divânının 301- 364 sahifelerinde mahfûzdur.)
Mehmet Ali Hilmi Baba Şâhkulu postnişinliğinde 22 yıl ve Dedebabalık postunda 22 yıl aralıksız hizmet vermiştir. Özellikle Kur’an, Hadis, kelâm, fıkıh gibi konularda uzman bir kişiliktir. Büyük bir mutasavvıf ve şairdir. Arapça, Arnavutça ve Fransızca’ya oldukça hakimdir. Başta Şâhkulu olmak üzere Balkanlarda, Mısır’a kadar birçok Bektâşî Dergâhı ya onun eliyle tamir olmuş veyahut yeniden hizmete girmiştir. Ünlü şair Edib Harâbî’nin mürşididir. Balım Sultân erkânnâmesinin eski hükümlerinin saray yönetimini rahatsız etmesi üzerine, saray Mabeyninde görevli Dervişlerinden Sıtkı İstanbuli’ye 1876 yılında yeni bir Bektâşî Erkânı hazırlatmıştır. Mehmed Ali Hilmi Baba Erkânı olarak bilinen bu mevzuat, esasen Derviş Sıtkı’nın hazırladığı düzenlemenin taslak malzemesidir. Hilmi Baba, saray yönetimiyle mutlak bir uyumu amaçlayarak, kadim erkânnâme içinde yer alan Alp-eren gelenek ve Fütüvvete ilişkin tercüman ve gülbankların çoğunu ayıklamıştır. Ancak bir el yazma nüshâsının fakîr’de de olduğu bu erkânnâme bugün için hiçbir Bektâşî ihvanınca uygulanmamaktadır.
Hilmi Baba’nın divânı, vefâtı sonrasında Şâhkulu dergâhı aşevi babası olan Filibeli Abidin Ahmed Mehdi Baba tarafından 1908 yılında yayımlanmıştır. Ancak bu divânda birçok nefes ve tarih-i tevellüd eksiktir. (Bu nutukların çoğu fakîr’de mahfûzdur.) öte yandan Ahmed Mehdi Baba 1910 yılında Girid, Horasanlı Ali Baba Dergâhına postnişin olarak nasbedilmiş olup, 1929 yılında burada Hakk’a yürümüştür.
Bu arada kardeşi olarak bilinen “Arif Baba” ise, aynı gün nasip aldığı, yol kardeşidir. Çanakkale, Akbaş dergâhı postnişinlerinden olup, 1888 yılında Hakk’a yürümüştür. Kabri Şâhkulu Dergâhı Hazeresinde olup, Hilmi Baba tarafından yazılan kitâbesi aşağıdaki gibidir. Tesbit olunması açısından arzediyorum.
Hû Dost
“Masiva’dan el çeküp hem bezm-i fani’den ayak
İrci-i gülbangini çekdi olup gamdan rehâ
Postnişin iken Akbaş Baba dergâhının
Geldi işbû hanigâha eyledi azm-i bekâ
Mürşid-i agah idi hem arif-i billah idi
Sadıkan-ı pir-i aşka olmuş idi reh-nümâ
Emr-i Hak’la yatdı kurb-ı Şâh-ı Sultânda
Daderi Hilmi Dede’yle mader-i aytdı bana
Hac-e Bektâş Veli’ye bende-i Sadık idi
Şefi-i mahşerde olsun hamse-i al-i aba
Çıkdı üçler söyledi Hilmi Dede tarihini
Canını, canana verdi aşk ile Arif Baba”
H. 1305
Mehmed Ali Hilmi Dedebaba, 1895 yılında Pirevini bırakarak, Şâhkulu Dergâhına çekilmiştir. Ancak, İstanbul’da dönemin siyasi rüzgârlarından nasibini alarak özellikle “İttihad ve Terakki” cemiyeti mensûbu olan Bektâşîlere karşı katı bir tutum içinde olmuştur.
1907 yılında Hakk’a yürüyen Hilmi Baba, dergâhın kış meydanının yola bakan cephesine defnedilse de bir süre sonra cesed-i mübarekesi buradan çıkarılarak nakl-i kubur ile Göztepe-Gözcü Baba tepesinde toprağa verilmiştir. Şâhkulu dergâhındaki kabrinin metan gazı patlamasıyla çöktüğü ve kemiklerinin etrafa dağıldığına dair bir rivâyet olsa da doğru değildir. İşin esası, Abdülhamid sonrası iktidara gelen İttihat ve Terakki mensubu Bektâşîler kabrini burada istememişlerdir. Kabri halen Gözcü Baba tepesindeki hazere içinde, Sancaktar Baba, Yörük Baba, Gözcü Baba kabirlerinin yanındadır.
Mehmet Ali Hilmi baba buraya sağlığında bir köşk yaptırmış olup, 1960 yıllarına kadar, kıpti asıllı ince Hüseyin Baba ikâmet etmiş idi. Öte yandan Hilmi Baba sağlığında Merdivenköy esnafıyla ve eşrafıyla bir vakıf senedi ihdâs etmiş olup, dergâhın günümüzdeki onarımı bu sened saikiyle yapılabilmiştir. Bu arada dostlarımızın ricâsı üzerine bir açıklamayı da burada ifade etmek istiyorum. Kendisinin farmason olduğuna dair bir iddia varsa da esasen bu şâhıs isim benzerliği olan Girid’li Mehmed Ali Beybaba isimli bir başka Bektâşî olup, mesleği doktorluktur. (Bkz. Far-Masonluk-Haydar Rifat-1934-Teşvikiye) Müverrihler genellikle bu iki Mehmed Ali’yi karıştırırlar.
Zihni derviş tarafından yazılmış olan, Hilmi Baba’nın kabir kitâbesi aşağıdaki gibidir. Derviş Zihni ise 1956 yılında Hakk’a yürümüş olup, kabri Çamlıca’dadır.
Hû Allâh
Yazdı evc-i kâinata gelip kudret kâf-u nûn
Yok katrede oldu peydâ küll-i şey’ün turceûn
Kendine kendini mirât etdi eşya koydu ad
Semme vecehüllahı seyr’etmek çün hep müminiyn
Her eser oldu müessirden ayân merd-i Hakk
Künt-ü kenz’in sırrını fehm’etdi andan hazirûn
Gerçi abdiyetle zahir oldu fahr-ı enbiyâ
Âlem-i kûdsiyyet-i mana’da hatta daimûn
Kalb-i Âdem’dir tecelligâh-ı Rab’bül âlemiyn
Kim ki vâkıfdır bu sırra oldu ehl-i fâizün
Her mezâhirde sıfât-ı Hakk’ı isbât eyleyen
Oldu bi-şekk cennet-i irfân içinde halidûn
Nûş edince câm-ı mevti aşk ile Hilmi Dede
Gûş idenler diyeler ânâ ileyh-i râcî’ûn
H. 1324 ( M. 1907)
(*) Şâhkulu Dergâhının Babagân Postnişin profili, tarafımızdan ilk kez açıklanmaktadır. Konu ile ilgili müverrih ve akademisyenlere analitik anlamda rehberlik edeceği kanaâtindeyim.
Mustafa Yesâri Baba
Mehmed Ali Hilmi Baba’nın 1885 yılında Dedebaba olması üzerine; Mustafa Yesâri Baba, Şâhkulu postnişinliğine getirilmiştir. 22 yıl postnişinlik yapmıştır. Şâhkulu Dergâhı Mansûr Baba hâzaresine düzenleme getirmiş ve büyük ölçüde tarhib olan Mansur Baba türbesini tamir ettirmiştir. Türbede bugün görülen kitâbeyi yazmış olup, aşağıdaki gibidir.
Hüv’el Bakî
“Harâba müşrif olmuşdı bu türbe çün dil-i uşşak
Görüp Yahya Ağa namında bir merd eylemiş ihyâ
Gelüp Rûm’a beraber Şâhkulu ile bunda kalmışdır
Zaman-ı asrının Mansur’udur bu zât-ı hemtâ
Ketebe Mustafa Yesâri Baba. H. 1299”
Mustafa Yesâri Baba Şâhkulu Dergâhı aşçı postundan yetişmiştir. Bir dönem Pirevinde Kilerevi Babalığı ve türbedar’lık görevlerinde de bulunan ve Mehmet Ali Hilmi Baba’nın Halifelik erkânında rehberlik eden, Batum’lu şair Mehmed Yesâri Baba ile karıştırılır. Mehmed Yesâri Baba’ya ait nefesler genellikle Mustafa Yesâri’ye ait olarak gösterilir. Mehmet Yesâri Baba, ömrünün son yıllarında Sinop, Hakerenler dergâhında postnişinlik yapmış mücerred Babalardan olup, Sinop Zeytinlik mezrasında toprağa verilmiştir. Tokatlı Gedâyi Baba tarafından yazılmış olan kabir kitâbesi aşağıdaki gibidir.
Hü Dost
“İşitti irci-i savt’ın çekildi dar-ı kesretten
Erişdi vahdete azm-i keh-i dar-ı beka etdi
Nice yıllar kiler-i hanigah-ı Hazret-i Pir’de
Edüp Sıdk’ile hizmet Hakk’a tahsil-i rızâ etdi
Zaman-ı postnişinlik geldi amma olmadı kısmet
Çerağ-ı ömrünü bad-ı ecel geldi fena etdi
Erenler hizmetinde şöyle pir-i natûvan oldu
Tariyk-i nâzenînde namını fevkal’ula etdi
Batum’lu Yesâri’nin şöhreti kaldı bu âlemde
Yetişdi menzil-i maksuduna terk-i siva etdi
Çıkûb bir er Gedâyi söyledi amma dûta tarih
Yesâri Hazret-i Pir’ine canını feda etti”
H. 1297
Şâhkulu postnişini olan Mustafa Yesâri Baba ise aslen Filibeli olup, 80 yaşlarında, Tselya-Pharsala (Yunanistan) Durbali (Reni) dergâhına postnişin olarak atanmıştır. Ancak ömrü yetmeyen Yesâri Baba, 1909 yılında yolculuk esnasında Golos kentinde Hakk’a yürümüş ve burada defnedilmiştir. Öte yandan bu elim hadise üzerine Durbali dergâhı postnişinliğe Bubzi’li Tahir Baba (vefât: 1919) getirilmiştir. Araştırmacılar bu Tahir Baba’yı halen Şâhkulu dergâhı, Mansur Baba hazeresinde yatmakta olan ve Yunanistan’da bulunan (Avengelista) katerin Bektâşî dergâhının postnişinlerinden Gostivar’lı Koca Tahir Baba ile karıştırırlar. Koca Tahir Baba 1956 yılında Hakk’a yürümüş olup, 1965’de Hakk’a yürüyen Kaygusuz Postnişini Ahmed Sırrı Dedebaba’nın çağdaşıdır.
Öte yandan Golos’ta medfûn Mustafa Yesâri Baba’nın kabir kitâbesi maâlesef bulunamamıştır.
Ahmed Burhan Baba
Ahmed Burhan Baba, Mehmed Ali Hilmi Dedebaba’nın vasiyyeti esas alınarak, 1908 yılı sonunda Şâhkulu Postnişinliğine getirilir. Mürşidi, Durbali Tekyesinin postnişinlerinden Premeti’li Bayram Babadır. (v. 1904) Mehmet Ali Hilmi Dedebaba’dan Babalık almıştır. Postnişinlik dönemi, ileride arzedeceğim gibi Yalvaç’lı Topal Tevfik Baba’nın tacizleri içinde geçmiştir. Bektâşîler kendisini Hafız Burhaneddin Baba ismiyle anarlar. Yalvaç’lı Topal Tevfik Baba’nın hırs, menfaât ve riyâ temeline dayalı kariyerist saldırılarından bîzâr olmuş ve üzüntüden görme problemleri yaşamıştır. Bir ara dergâhtan ayrılmaya dahi karar vermiş olsa da, ihvanın devreye girmesi ile bir nevi inzivaya çekilmiş ve pasif postnişinlik hizmetinde bulunmuştur. Şimdi sizlere ihvanından, Mora Yenişehir’li Hatice Bacı erenlerin günümüze belge olarak ulaşan ve Ahmed Burhan Baba’ya yapılan haksızlıkları irdeleyen uzun destanından bazı beyitler aktarmak istiyorum.
Hü Dost
“Şâhkulu Sultân bülbülü, sensin bu dergâhın gülü
Senin hecrinle ah-u eyvah, Hacı Ahmed Burhan Baba
Mehmed Ali Hilmi Dede, sen olmuşsun ona bende
Himmet etmiş sana hemde, Hacı Ahmed Burhan Baba
Düşmanların etti merak, vermediler sana durak
Dergâhtan ettiler ırak, Hacı Ahmed Burhan Baba
Bunlar biz dervişiz derler, mangırı çokça severler
Hakk’a karşı diş bilerler, Hacı Ahmed Burhan Baba
Kimi softa kimi molla, kimisi lenk-i har amma
Bunlardan saklasın Mevlâ, Hacı Ahmed Burhan Baba
Mehmed Ali Hilmi Dedebaba’nın son nefesindeki vasiyyeti gereği Ahmed Burhan Baba Şâhkulu postnişinliğe getirilmiştir. Dergâhın aşçı babası ve Sami mahlaslı Mehdi Baba bir nefeslerinde bu vasiyete değinmiş ve Ahmed Burhan Baba ile kavgaya giren Tevfik Babayı kastederek aşağıdaki beyitleri yazmıştır.
Hû Dost
“Hanigâh-ın bani-i sânisi meşhûr-el-enâm
Vasıl-ı kurb-u Ali merhum Hilmi Dede Baba
Bir vasiyyet eyledi ulviyetin izhâr edib
Canişini olmağa çün sezâ Ahmed Baba
Hamdülillah posta geçdi işte bu zât-ı kerim
Makdemiyle oldu sadıklar uyûn-u rüşenâ
Asitân-ı hazret-i Pir-i olurken rûy-u mal
Bir gürûh hasedler etti ihtilâfa ictira
Niyyet-i fasidleri bir şeyi intac etmeden
Der’kaâb oldu medetres rûh-u pak-u Mürteza
Karh-ı Haydar’la olup makhûr-u mahzûl cümlesi
Postuna Ahmed Baba oldu şerefsâr Sâniyâ
Çâker-i Al-i aba Sami dedi tarihini
Şâhkulu postunda kaim yûm ile Ahmed Baba”
H. 1324
Hacı Ahmed Burhan Baba mücerred Baba idi. Özellikle Derviş Sıdkı Stanbüli tarafından Balım Sultân erkânnâmesine girmiş olan, Nakşibendiliğe özgü Seyr-i Sülük remizlerini mevcûd erkânnâmelerden tek, tek ayıklayarak, nâzenîn Bektâşîlik yoluna büyük hizmetler vermiştir. 1918 yılında Hakk’a yürüyen Ahmed Burhan Baba, Şâhkulu dergâhının hazeresine defnedilmiş olup, kabir kitâbesini Midilli’li Haydar Baba yazmıştır. Haydar Baba ise ilerleyen yıllarda Girid-Kandiye dergâhına postnişin olarak nasbedilmiştir. Ahmed Burhan Baba’nın kabir kitâbesi aşağıdaki gibidir.
Allah Hû Dost
Çekti üsretgah-ı âlemden etek el pir iken
Etdi cam-ı ömrünü mevte sunup azm-i baka
Şâh-ı Merdânın kulu olmuş idi kûtb-u kâinat
Hac-ı Bektâş Veli’nin bendesiydi bi-riyâ
Postnişin-i Asitâne-i Şâhkulu Sultân idi
Etdi rûh-u dergâh-ı Al-i abâ’ya ilticâ
Şüphesiz erdi huzûr-u Mürteza’ya şevk’ile
Kıldı İhsan-ı şefaat çünk-i fahr-ı Enbiya
Haydari tarih-i cevherdanına pay etdi hat
Nûş-u kevser etdi Haydar’dan Hacı Ahmed Baba
H. 1336
İbrahim Feyzi Baba
Aslen Bulgaristan’ın Filibe Vilâyetindendir. İhvan arasında Küçük İbrahim Baba olarak bilinir. 1918 yılında Şâhkulu postnişinliğine nasbedilmiştir. Genellikle, 1912-1921 yılları arasında Dedebabalık yapan Tepedelen-Yanya’lı Hacı Feyzi (Feyzûllah) Baba ile karıştırılır. Son derece ılımlı ve mûnis yaradılışlı bir insan-ı kâmil olması nedeniyle, Yalvaç’lı Topal Tevfik Babanın rezâletlerine dayanamâz ve kendi arzusuyla Şâhkulu postnişinliğinden sarf-ı nazar eder. Önceleri memleketi olan Filibe Tatar-viranı denilen yörede bulunan Ballı Baba Tekyesine yerleşse de metrûk haldeki bina’da duramaz ve buradan Elbasan-Cefâi Baba dergâhına geçer. 1923 yılında Hakk’a yürüyen İbrahim Feyzi Baba, buraya defnedilir. Bugün ise talan edilen Tekyenin kabristanında bulunan kabir kitâbesi tarib olsa da, ismini ihtiva eden bölüm korunaklı olup, aşağıdaki gibidir.
“Hatt-ı üstâdanesin yazdı Necmî Kethüdâ
Hak-i Yezdân oldu Şâh-ı Hazret-i Feyzi Baba”
Elbasan-Cefâi Baba Dergâhının son postnişini ise önceleri Bağdat-Kâzımiye dergâhı postnişini iken daha sonraları Elbasan’a geçen ve Denizli’li ünlü Asım Giritlioğlu Baba’nın mürşidi, mücerred halife Selman Cemâli Baba’dır. Selman Cemâli Baba, Şehitlik Tekyesi postnişini Nâfi Baba’dan icâzetlidir. Ünlü araştırmacı Yazar Birge 1933 yılında Cefâi Baba dergâhına uğramış ve Selman Cemâli Babadan Bektâşîye intisabı görmüştür. Selman Cemâli Baba uzun saçlarından dolayı Saçlı Cemâl Baba olarak bilinir. Selman Cemâli Baba 1943 yılında Hakk’a yürümüştür.
Mehmed Tevfik Baba
Çocuk felci nedeniyle sol ayağı ve sol kolu özürlü kalmıştır. Bektâşîler arasında Topal Tevfik olarak anılır. Bu şâhıs; hırs, riyâ, yalan, hile, ihtirâs, desise, komplo, menfaat, vs. gibi tüm olumsuz fiil ve sıfatların bir insanda nasıl bir arada olabileceğinin tipik bir örneği olarak dünyaya gelmiş gibidir. Yaşamı boyunca siyasal, sosyal, kültürel, hukûki ve şehevi ahlaksızlığın batağında yüzmüş, hiç bir etik değer tanımaksızın özellikle nâzenîn Bektâşîlik ülküsüne ve özgür insanlık idealine günümüzde dahi kapanması zor, onmaz yaralar açmıştır. Gerek merhum Noyan Dedebaba ve gerekse merhum Turgut Koca Baba, bu zât’ın Hacı Bektâş Veli’nin kurmuş olduğu bu tasavvuf okuluna vermiş olduğu tahribatı yakinen bildikleri halde tüm Bektâşîler’in toptancı bir yaklaşımla zarar görmelerini amaçlamaları nedeniyle hiçbir yazı ve söylemlerinde söz etmemişlerdir. Onların yaşamları süresince sürdürdükleri suskunluklarının, bugün için hiçbir anlamı kalmadığı gibi özellikle bir özeleştiri mekânizmasını yaşama geçirme gerekliliğine giderek daha fazla inanmam nedeniyle, cumhuriyet tarihi boyunca değinilmemiş hadise ve şâhıslara bu vesile ile yer vereceğim. Yalvaç’lı olan Tevfik Baba’nın asıl ismi Mehmed’dir. Tarîkat içinde entrikacı niteliğinden dolayı Tilki Tevfik sıfatıyla yad’edilirdi. Mürşidi, Hafız Ahmed Burhan Baba’dır. Dönemin tanınmış kadiri tarîkatı şeyhlerindendir. Rumelihisar- Şehitlik dergâhı postnişini Nâfi Baba’dan aynı gün mücerred dervişlik ve Babalık icâzeti almıştır. Özellikle Saray yönetiminden baskı gören Nâfi Baba bu muhteris ve fırsatçı şâhsın histerik tavrından ürkerek kendisini o dönemler faâliyeti sona erdirmiş bulunan ve müntesibi kalmayan Edirnekapı-Kuyubaşı semtindeki metrûk bir Tekye olan Emin Baba dergâhına seccadenişiyn olarak nasbeder. Ancak bu tekyede oturulamayacağını sezen Tevfik Baba, saray ve Bab-ı Meşayıh emrince dönemin yasaları gereği ehl-i sünnet postnişin olarak Şâhkulu Dergâhına atanır. Burada o dönemler Yakova’dan muhacir olarak gelmiş bulunan ve adem Vechi Baba’dan nasibli Şâni Efendi’ye dervişlik vererek ve özellikle Şâni Efendi’nin Arnavut kimliğinden ırkçı bir yaklaşımla yararlanarak genellikle bu dönem Şâhkulu Dergâhında yoğun olarak bulunan Arnavut kökenli muhibler üzerinde mutlak bir etkinlik sağlar. Bununla da kalmaz, bu arada “Meclis-i Meşayıh” adı ile bilinen ve II. Mahmud’dan bu yana Bektâşî Dergâhlarına Nakşi Şeyhi atayan resmi devlet kuruluşunun başında bulunan yakın dostu Şeyhislâm Musa kâzım Efendinin tavassutu ile (Musa Kâzım Efendi, Nakşibendi şeyhi, mason ve Bektâşî olan ilginç bir kişilik ve anne tarafından Tevfik Baba’nın akrabasıdır.) dönemin Üsküdar, Nakşibendi dergâhı postnişini Hasan Hüsnü Efendi’den, Nakşibendi şeyhi olduğuna dair bir icâzetnâme alır. (Bu Hüsnü Efendi daha sonraları “İttihat ve Terakki” cemiyetinde Tekye ve zaviyeler baş müfettişi olarak görev yapmıştır.) Topal Tevfik bu aralar siyasete de girerek saray yanlısı olarak bilinen “Hürriyet ve ihtilaf” partisinin kadroları arasında yer alır. Öte yandan, kuruculuğunu İskilip’li Atıf Hoca’nın yaptığı ve ileride cumhuriyet karşıtı bir rol üstlenecek olan ve içinde birçok tarîkat mensubu ve farmasonları da barındıran “Tarîkat-ı Salâhiye” isimli cemiyetin “kırklar” adı ile anılan yönetim kadrosunda aktif rol üstlenir. Bu arada muhbirlik damarı tutarak, Şâhkulu postnişini Ahmed Burhan Baba’yı “İttihat ve Terakki” yanlısı olmakla jurnal eder. Ahmed Burhan Baba sarayca fişlenerek tehlikeli şâhıs görülmesi üzerine yönetimce takibata alınır. Ahmed Burhan Baba Bektâşîlerin bu nedenle zarar görmesinden ürkerek postnişinlikten ayrılmak istese de Hacı Feyzullah Baba’nın ricasıyla sıkıntılar içinde hizmete devam eder. Tevfik Baba, özellikle Şâhkulu Dergâhının müdavimlerinden olan, Şair Edib Harâbî Baba, Çanakkale’li Recai Baba, ünlü Rubâici Muhiddin Raif derviş, Kesriye’li Sıtkı gibi münevver Bektâşîleri Dervişi Şâni Efendiyi kullanarak dergâha sokmamaya çalışır. Dergâh bu dönemler neredeyse cahil softaların uğrak mekânı haline gelir. Edib Harâbî’nin Türbedar Mehmet Baba’dan Çamlıca’lı Nuri Baba rehberliğinde almış olduğu babalık icâzeti üzerinde şaibe yaratarak (özellikle Nuri Babanın Hakk’a yürümesi üzerine) Babalığının geçerli olmadığını iddia eder. Bunun üzerine Edib Harâbî, (alışılmışın dışında bir özveriyle) Ali Nutki Baba’dan, Babalık erkânını yeniden görmek zorunda kalır. Harâbî’yi dergâhtan uzaklaştıramayan Yalvaç’lı Tevfik Baba, koyu bir “ittihatçı” olan Edib Harâbî’yi bu kez Şâhkulu Dergâhında saray karşıtı faâliyetlerde bulunduğu jurnaliyle ihbar eder. Bunun üzerine bir Deniz Subayı olan Harâbî, o zamanlar Osmanlı sınırları içinde bulunan Meis adası Liman müdürlüğüne sürgün gönderilir. Harâbî bu durumu aşağıdaki nefesiyle, Tevfik Baba’nın şâhsında tel’in eder.
Fitne-Fûcûrsun
“Ben ehl-i tariykim diye davalar edersin
Bir hırka giyip heyet-i dervişle gezersin
Lâkin biliriz biz seni her boku yersin
Noksan seni halketti Hüdâ çünkü bodursun
Lânet sana mecrâ-yı fesad-fitne fücûrsun
Tân eyledi çün hükm-ü kazaya-ya Harâbî
Şimden’gerû bilmiş olasın sen de fedâyı
Bu beyt ile yad’eyleyelim Tevfik Babayı
Noksan seni halk’etti Hüdâ çünkü bodursun
Lânet sana mecr’a-yı fesad-fitne fücûrsun”
Harâbî, özellikle Hafız Ahmed Baba’yı taciz ederek Şâhkulu dergâhından uzaklaştırmaya çalışan Topal Tevfik’i ayağındaki özrü bahane ederek, aşağıdaki dörtlükle hicveder.
Hû Dost
“Hilmi’ye peyrev olmak
Haddin midir Harâbî
Hiç şâhsuvarı takip
Mümkün müdür Topale”
Harâbî Baba 1917 yılında Hakk’a yürümüştür. Tevfik Baba 1916 yılında Hırka-i Şerif’de ikâmet eden Harâbî’ye çok sevdiği bir zât olan Bayram Dervişi aracı kılarak yeniden barışmak ister. Derviş Sâni ile birlikte gelen, Derviş Bayram çok üstelese de Tevfik Babayla barışmayan Harâbî, Derviş Sâniye aşağıdaki hicvi verir.
“Derviş Sâni-i şenaat’ten Topal Tevfik’e nezirdir”
Barışma
“Mürşidin it, sen onun yavşağısın
Harâbî yavşağı itten ayırma
“Bayram” gelmiş küslük olmaz diyorlar
Dayan Edib yavşaklarla barışma”
Derviş Sâni, Topal Tevfik’in 1939’da vefâtı üzerine Şâhkulu Dergâhında barınamamış, İzmir Balpınar Dergâhı postnişini tabur imâmı Ali Ulvi Babaya bağlanarak 1951 yılında vefât etmiş ve İzmir Kozluca mezarlığında toprağa verilmiştir. Tanrı taksiratını affetsin.
Bu sıralar Şâhkulu postnişini olan Ahmet Burhan Baba 1918 yılında Hakk’a yürür ve yerine Filibe’li Küçük İbrahim Feyzi Baba nasbedilir. Bunun üzerine Topal Tevfik’in yeni hedefi İbrahim Feyzi Baba olur. Özellikle saray yönetiminin Tevfik Babayı kendisine yakın görmesi üzerine İbrahim Feyzi Baba postnişinlikten sarf-ı nazar eder. Dönemin Dedebabası Salih Niyâzi Baba gelen baskılara dayanamayarak Topal Tevfik’i 1922 yılında, Şâhkulu postnişinliğine tayin eder. Topal Tevfik Baba meşihatte kaldığı 1922-24 yılları arasında hemen her hizmet için maddi çıkar teminine başlar. Dergâha çivi çakmak şöyle dursun ne kadar Kadiri ve Nakşi kökenli softa varsa, derviş adı altında dergâha doluşur. Tevfik Baba siyasetin yeni rüzgârlarını ölçerek derhal “İngiliz Muhibler Cemiyeti”ne de üye olur. Ancak cumhuriyet rejiminin tesisi ve 677 sayılı yasa gereği 1924 yılında karanlık geçmişi nedeniyle hükümetçe görevden alınır ve “Tarîkat-i Salâhiyye” cemiyetti üyesi olarak tutuklanır. Yeni cumhuriyet hükümetince Salih Niyâzi Dedebaba’dan cumhuriyetin kuruluşundaki hizmetleri göz önüne alınarak Şâhkulu Dergâhına, yeni rejime sadık bir postnişin atamasını isterler. Salih Niyâzi Dedebaba bunun üzerine Kütahya Armağan Baba dergâhı postnişini Ahmed Nuri Babayı Şâhkulu Postnişini olarak nasbeder. Ancak Topal Tevfik’in serüveni burada bitmez ve ileride anlatacağım gibi 1927 yılında cumhuriyet hükümetince yeniden Şâhkulu postnişini olarak atanır.
Ahmed Nuri Baba
Aslen Filibe’lidir. Kendisinin hafızlığı vardır. Mücerred Babalardandır. Dervişliği Durbali Baba dergâhında geçmiştir. Köse olmamasına rağmen, alafranga sakalından ötürü Köse Nuri ismiyle yer almıştır. Şâhkulu dergâhının 1953 yılında Hakk’a yürüyen son postnişini Hafız Tahsin Baba’nın dedesi olan Hafız Nurettin Baba’nın kardeşidir. 1924 yılında Tekirdağ’ın Kızılcıkdere köyünde, Derviş Mehmed Ali’nin Babalık töreninde hastalanarak burada Hakk’a yürümüştür. Kütahya’lı bilinir. İstiklâl savaşı esnasında, kısaca (M.M.) adı ile bilinen Kuva-i Milliye’nin istihbarat örgütünde görev almıştır.
Mehmed Tevfik Baba
Şâhkulu Dergâhı Köse Nuri Babanın 1924 yılındaki ani vefâtı üzerine 1927 yılına kadar postnişinsiz kalmıştır. Öte yandan 1924 yılında Tarîkat-ı Salâhiyye Cemiyeti üyesi olarak suçlanan Tevfik Baba, 1925 yılında Ankara-İstiklâl mahkemesine yargılanmak üzere çıkarılır. Duruşmalar esnasında gizli celse talep eden Tevfik Baba burada herkesi şaşırtan bir ifşaâtta bulunur. 1918 yılında o güne kadar yanında olduğu saray yönetiminden çark eden Tevfik Baba’nın, İngiliz Muhibler cemiyyetinde bulunduğu dönem içinde, Gazi Paşa’nın istihbarat birimi olan M.M (Milli Mücadele) teşkilatında görev yaptığı ortaya çıkar. Üstüne üstlük burada aktif ajanlık yaparak daha önce dostluk yaptığı birçok zevatı ihbar ettiği özellikle M.M’in başkanlığını yapan Çengelköy’lü Yarbay Hüsamettin Ertürk Baba erenlerin şâhadetiyle belgelenir. Bunun üzerine cezalandırılması bir yana Topal Tevfik Baba’ya bir de İstiklal madalyası verilir. Ayrıca cumhuriyet hükümetince Şâhkulu dergâhında oturması için resmi bir izin belgesi de temin edilir. 1927 yılında Şâhkulu postuna yeniden oturan Tevfik Baba, 1930 yılında Salih Niyâzi Dedebaba’nın yurtdışına sürgün edilmesi sonrası hızlı bir cumhuriyetçi kesilir. Yönetimin güvendiği ideologlardan Etnolog Naci Kum (Atabeyli)’a yanaşarak, Üsküp’lü Süleyman Türâbi Baba’dan (rehberliğini yaparak) Bektâşî intisabı almasını sağlar. 1931 yılında yanına aldığı, tabur imâmı Ali Ulvi Baba’ya, Üsküp’lü Süleyman Türâbi Baba’ya ve İnce Hüseyin Baba’ya “Dedebaba” sıfatıyla halifelik icâzeti verir. Bununla da kalmaz, Bektâşîlerin tüzüğü olan Balım Sultân erkânnâmesine el atarak Kadiri ve Nakşi öğelerini monte eder. Ahlaki konumu itibarıyla da zaâf içinde olan Tevfik Baba 1932 yılı gazetelerine Beykoz Rezâleti manşetiyle de kapak olur. Davetli olduğu Beykoz Gregoryan Kilisesinin mahseninde adı çıkmış bir Ermeni kadınıyla uygunsuz durumda yakalanır. Günümüzün “Müslüm Gündüz”ü gibi lanse edilen Tevfik Baba’nın bu durumundan oldukça zor durumda kalan Bektâşî Babaları, kendisi de bir Bektâşî olan Kâzım Özalp paşanın olayı örtmesiyle rahat bir nefes alırlar. Ancak 1935 yılında bu kez Davutpaşa rezâleti adı altında ve aynı mahiyetli bir yeni olayla gündeme gelen Tevfik Baba’nın karakol kayıtlarına geçmesi üzerine dönemin milletvekili Hakkı Tarık Us tarafından kendisine o günün jargonuyla “deli raporu” alınır. Bu aşamada devreye giren tanınmış Bektâşî Babaları (Dedem Hüseyin Kâzım Baba, Şaban Sırrı Baba, Ekrem Ramazanoğlu Baba, Yusuf Fahir Ataer Baba, Hüseyin Hüsnü Erdekut Baba, Yaşar Baba, Ercan Türâbi Baba, Tahir Baba) aralarında imza toplayarak Topal Tevfik’in Şâhkulu postnişinliğini iptal ettirirler. 1935 yılında sakalları kesilerek, Bursa’nın Mustafakemâlpaşa (Kirmasti) ilçesinde bulunan on haneli Garipçe-tekke köyüne, harabe halinde bulunan Garipçe Baba dergâhına sürgün edilir. 1939 yılında vefât ederek bu dergâhın hazeresine defnedilir. Kabri oldukça bakımlıdır. Tevfik Baba’nın postnişinlik serüveni burada sona erer. Yalvaç’lı Topal Tevfik 1933 yılında ünlü araştırmacı Birge ile Şâhkulu dergâhında görüşmüşlerdir.
Pepe Niyâzi Baba
Aslen Girid’lidir. 1935 yılında Postacı Ali Baba tarafından postnişin olarak nasbedilmiş olsa da, 677 sayılı yasanın ek maddeleri gereği dergâhın postnişinleri ile akrabalık bağının olduğunu kanıtlayamaması üzerine, 1936 yılında buradan çıkarılmıştır. Konuşurken kekelemesi nedeniyle kendisine Pepe lâkabı takılmıştır. Yaşamının son günlerinde kendisine Hazreti Musa dedirtmesiyle ünlüdür.
Behlül Baba
Aslen Prizrenli’dir 1936-1941 yılları arasında dergâhta ikâmet eylese de resmi postnişin değildir. İnadiye Dergâhının son postnişini Halife Yusuf Fahir Ataer Baba’nın tensipleri ile buraya dikilmiştir. 1941 yılında, Yunanistan Katerin dergâhından ziyârete gelen Halife Koca Tahir Baba’ya densizlik yapması üzerine Yusuf Fahir Ataer Baba tarafından, dergâhtan uzaklaştırılmıştır. Uzun yaşamış olup 1971 yılında Hakk’a yürümüştür. Kabri Zuhuratbaba mezarlığındadır. Fakîr kendisiyle görüşmüştüm.
Hafız Tahsin Baba
Şâhkulu Dergâhının son resmi postnişinidir. Dedesi Nurettin Baba, son postnişinlerden Köse Nuri Babanın kardeşidir. Babası Saray Mızaka-i Hümayun teşkilatından reislik yapmış olan tanınmış bestekâr Şekerci Cemil Efendidir. Ataları Filibe asıllı olmasına rağmen İstanbul doğumludur. Hürriyet ilânı yıllarında Sultân Reşad’ın tahtan indirilmesi esnasında, saraya olan mensubiyetleri gereği ailece Mısır’a sürgüne gönderilirler. Ahmed Burhan Baba’dan nasiplidir. Mısır’da Girid asıllı Meryem Gülsüm Bacıyla evlenmiştir. Pırlanta isimli bir tek kızları olmuştur. Kahire, Mukattam Dergâhı postnişini Halife Mehmed Lütfi Baba’dan, dervişlik ve Babalık icâzeti almıştır. 1930 yılında kısa bir süre Mısır’a uğrayan Salih Niyâzi Dedebaba’dan Halifelik icâzeti alıp, Şâhkulu postnişinliğine getirilmiştir. İcâzetnâmesinde Halife Halim Baba ve Halife Said Seyfi Baba’nın mühürleri mevcûddur. Bu icâzetnâmenin noter onaylı bir süreti, bir meseleden dolayı üsküdar Asliye Hukuk mahkemesi arşivlerinde bulunmaktadır. 1931 yılında, cumhuriyet hükümetine ilettiği dilekçesinde, Türkiye’ye dönüş talebi ailesinin Sultân Vahidet’tin tarafından sürgün edildiği dikkate alınarak, 1935 yılında yeniden yurda girişine izin verilir. 1939 yılına değin Elmalı-Abdal Musa dergâhında ikâmet eder. Tesadüfen burayı ziyâret eden Fevzi Çakmak paşa ile görüşürken, Hafız Köse Nuri Baba’nın akrabası olduğunu bildirerek, Şâhkulu dergâhına yerleşme izni ister. 677 sayılı yasanın ek maddelerinin akrabası olduğunu belgeleyenlerin, tarîkat hizmeti yapmama koşulu ile dergâhlarında ikâmet edebilecekleri hükmüne dayanarak, 1941 yılında Çakmak Paşa’nın riyâsetiyle Şâhkulu Dergâhına yerleştirilir. Yüksek düzeyde Kur’an bilgisi olan Tahsin Baba aynı zamanda hafızhan idi. Çakmak Paşa Tahsin Baba’ya Üsküdar Emniyet Amirliğinde polis olarak da bir kadro sağlar. Hafız Tahsin Babanın da başına bu kez Yalvaç’lı Topal Tevfik’in halifelerinden Postacı Ali Baba musallat olur. (Postacı Ali Baba, 1923 yılında Girid’den mübadele ile Türkiye’ye gelmiştir. Ali Nutki Baba’dan nasib almıştır. Babalık icâzetnâmesini Eyüp-Karyağdı Baba dergâhının son postnişini zakir Yaşar Babadan alsa da burada anlatamayacağım gayr-ı etic bir nedenle icâzetnâmesi Yaşar Baba tarafından iptal edilmiştir. Bunun üzerine Yalvaç’lı Topal Tevfik Baba’dan 1934 yılında yeni bir Babalık icâzeti alır. 1950 yıllarında vefât etmiş olup, kabri Eyüp kabristanındadır.)
Hafız Tahsin Babanın dergâha gelişiyle buradaki iptidâi çıkarları zedelenen Ali baba, üzülerek söylemeliyim ki Merdivenköy’ün bazı Arnavut esnafıyla işbirliği yaparak, Tahsin Babayı gelen Bektâşî muhiblerinin gözünden düşürmek için, Babalık icâzeti olmadığına dair bir söylenti yayarlar. Tahsin Baba, celâlli bir Bektâşî Babasıydı. Hayatı boyunca kimliğini ispat etmiş ahlâk sahibi Bektâşîlerle dostluk etmiştir. Tahsin baba çıkan söylentilerden sonra Postacı Ali Fethi Baba ve şurekasını dergâhtan tamamen uzaklaştırmıştır. İşler giderek zıvanadan çıkmış ve maâlesef kendini bilmeyecek kadar gözü dönmüş birisi tarafından, Tahsin Babanın sabahları yemeği alışkanlık haline getirdiği sütlacının içine gizlice alçı tozu konulmuş ve nefessiz bırakılmak suretiyle şehid edilmiştir. Üstüne üstlük dergâhta yalnız başına ikâmet eden Tahsin Babanın eşleri olan Meryem Gülsüm Bacıyı korkutarak kaçırmak amacıyla dergâhın Baba meşhutası yakılmak istenirken ölçü kaçırılmış ve yangın büyüyerek tüm dergâhı sarmıştır. Tüm yapı kısa bir sürede harabeye dönmüş ve tabir-i câiz ise “yorgan gitmiş ve kavga da bitmiştir.” (Dergâh, 1962, yılında bir kez daha kundaklanmıştır.) Meryem Gülsüm Anabacı ise 1972 yılında üç-beş bileziğine tamahan, dergâhın bekçisi tarafından katledilmiştir. Hafız Tahsin Baba ve Meryem Gülsüm Anabacının kabirleri, merhum Babam Turgut Koca Baba tarafından yaptırılmış olup kabir kitâbeleri yine Turgut baba tarafından yazılmıştır.
Halife Tahsin Babanın Şâhkulu Postnişinliği esnasında icâzet verdiği Babalar şunlardır:
Bursa’lı Veli Baba
Orhangazi’li Davûd Baba
Firüzköy’lü Ahmed Baba, Babaeski’li Halil Baba
Silivri’li Hasan Baba
Silivri-Fenerköy’lü Küçük Ahmed Baba
Sinop’lu Asım Baba
Davutpaşa’lı Mahbûp Baba
Kısaca Şâhkulu Dergâhının postnişinlik serüveninde yer alan, son postnişini Hafız Tahsin baba olmuştur. Hafız Hasan Tahsin Baba, genellikle Çamlıca’da kahvehane işleten İvaz Fakih Dergâhı postnişinlerinden Seyyid Hasan Tahsin Baba ile karıştırılır. Hafız Tahsin Baba’nın soyadı Başpehlivan’dır. Kısacası Şâhkulu Dergâhının postnişinlik serüveni Hafız Tahsin Baba’nın 1953 yılında Hakk’a yürümesiyle son bulmuştur.
Sonuç
Değerli okurlarım sizlere bilinmeyen bir devrin perde ardındaki hadise ve gelişmelerini oldukça özet bir disiplik ve epistomoloji ekseninde aktarmaya gayret eyledim. En geniş anlamda, bir insanlık, fazilet ve ahlak yolu olan nâzenîn Bektâşîlik metaforunda dahi maâlesef Tarîkat aşamamasından, mağrifete batıni bir yol bulamamış nice taklidi iman sahibiyle karşılaşmanız olasıdır. Gönül arzu eder ki sizlere dikensiz bir gül bahçesi sunabileyim; ancak ademoğlunun olduğu her cemiyette iyeler olduğu gibi, kötüler de var olacaktır. Hazret-i Pir cümlemizi münkir, münafık şerrinden uzak eyleye…
Sözlerimi merhum Turgut Koca Baba’nın bir nefeslerinden üç dörtlükle tamamlamak istiyorum.
Hû Dost
Gel esiri olma hurâfelerin
Akıl yollarıdır bu din-i mübin
On sekizbin âlem senin tasvirin;
İnsanı remz eder bütün deyimler
Gerçekler gönülde meydan açtılar
Mâsiva bendini kırıp geçtiler
Ali sofrasından aşkı içtiler
Rızâ’dan yapılmış lokma yiyenler
Turgut Baba eşk-i didem kurumaz
Sevdâlı başların karı erimez
Manâ ile ölmez, ölse çürümez
Bir nefes’de üç kez Allah diyenler”
(*) Şâhkulu Dergâhının Babagân Postnişin profili, tarafımızdan ilk kez açıklanmaktadır. Konu ile ilgili müverrih ve akademisyenlere analitik anlamda rehberlik edeceği kanaatindeyim. (Ş. K.)
Cem Dergisi, Ağustos, Eylül 2002
Kaynak: Şevki Koca, Bektaşilik ve Bektaşi Dergahları, CEM Vakfı Yayınları, Aralık 2005, İstanbul; Sayfa: 247-275
Labels:
Şâhkulu Bektâşi Dergâhı
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)