KARIŞIK

6 Ağustos 2018 Pazartesi

KÜTÜKLÜ BABA TÜRBESİ( TEKKESİ) İSKEÇE



Bu efsane, İskeçe’de yaşanmıştır. Oldukça ilginç bir efsanedir. İskeçe’de, Sünnetçi Köyü yakınlarında Boru Gölü’nün batısında “Kütüklü Tekke” diye anılan bir tekke vardır. Yöre halkı bu tekkeyi ve başından geçenleri iyi bilir. Birde Tekkenin, civarında üç yüz dönüm kadar bir ormanı varmış. Bu ormandan hiçbir Allahın kulu bir çöp dahi götüremezmiş. Ormanda oldukça da fazla sayıda arı yaşarmış. Olacak bu ya, hırsızlar bir gece tekkenin yanında ki kovanlardan göz koydukları iki kovan arıyı alıp gitmişler. Yürümüşler, yürümüşler, yürümüşler… Epeyce yürüyüp tekkeden uzaklaştıklarına kanaat getirince durup soluklanmaya karar vermişler. Tenha bir yerde durmuşlar. Arkalarına dönüp birde bakmışlar ki, tekke de hemen yanı başlarında. Molaları umduklarından kısa sürmüş. Hayret ve şaşkınlık ve birazda korku içerisinde yollarına bir kez daha devam etmişler. Bu seferinde de yine saatlerce yürümüşler, yürümüşler… Bir yerde daha durup yeniden dinlemeye karar vermişler. Yine arkalarına dönüp bakmışlar. Bir de ne görsünler, tekke yine yanlarında, onları yine takip etmiş. Hırsızların korku ve şaşkınlıkları artmış. Olanlara bir anlam veremeyip şaşırıp kalmışlar. Biraz daha yürümüşler. Yorulduklarında bir mola daha vermişler. Yine arkalarına baktıklarında tekkeyi bir kez daha yanlarında görünce korkuları had safhaya ulaşmış. Anlamışlar ki, işin esrarı çaldıkları kovanlarda. Aralarında istişare edip kovanları çaldıkları yere bırakmaya karar vermişler. Hemen geri dönüp kovanları ait oldukları yere koymuşlar. Koşar adımlarla, nefes nefese, korku ve telaş içerisinde bulundukları yerden ayrılmışlar. Az sonra durup arkalarına tekrar korku ve panik içerisinde son bir kez daha bakmışlar. Bu seferinde tekkeyi yanlarında göremeyince deriiin bir nefes almışlar. Bir daha hırsızlık yapmamaya azm-ü cezm-i kast eyleyerek koşar adımlarla köylerinin yolunu tutmuşlar. Bir daha hırsızlık yapmak bir yana, kendilerine ait olmayana el uzatmamışlar, uzatanlara da mani olmuşlar.
Kütüklü Tekke ile ilgili bir başka efsane de şu: “Gereviz’den yani tekkenin en yakın köylerinde bir Rumun biri, gitmiş, Tekkenin içinde bir mezar var tabi, Demiş: “Şu mezarı ben kazayım da bunun içinde para vardır. Kazmışlar, kazmışlar, bir iki boy kazmışlar, para çıkmamış. Fakat tekkenin eşik taşı varmış, mermerden yapılmış, dörtköşe, gayet güzel bir taş. Taş hoşuna gitmiş Rumun birisinin. “Alayım bunu bari” demiş “Gideyim hayvan damına, hayvan alnına koyayım bunu eşik taşı yapayım” almış götürmüş evine adam, koymuş dama, eşik taşı yapmış. Fakat o akşam yatmış. Rüyasında onun bütün gece durmadan “Taşı yerine götür, öleceksin” diye dermiş. Tekke Baba velhasıl Rum bütün gece sıkıntıdan uyuyamamış. Ertesi günü işine gitmiş. Ama o gördüğü rüya aklından hiç çıkmamış. Akşam gene olmuş, yatmış yatağına, gene sıkıntı almış, bir türlü uyuyamazmış. İlle “Taşı yerine götür” diye Kütüklü Tekke Baba söylermiş rüyasında. Sabah olmuş ikinci geceyi de hiç uyumadan geçirmiş. Bütün gece onu düşünmüş. Demiş: “Bu akşam da onu görürsem bakalım ne yapçam.” Üçüncü akşam da yatmış, gene bütün gece “Taşı yerine götür.i.. Taşı yerine götür”. Bütün gece gene söylenmiş sıkıntıdan. Rum bütün gece hiç uyuyamamış. Ertesi günü kalkmış İskeçe’ye doktora gitmiş, doktor bakmış, demiş: “Sen bi kötülük mü yaptın ne varsa aklında karik o vaadini yerine getir.” O da doktora anlatmış. Doktor demiş: “Sen taşı al yerine götür yoksa başka türlü uyuyamazsın.” Rum dönmüş doktordan, gelmiş köyüne. Almış taşı, götürmüş tekkeden çıkardığı yere. Daha âlâ daha güzel koymuş ve mezarı da biraz öteberi gömmüş.
Fakat bugünkü tekke tabi eskisine nazaran harabe durumda. Tekke denecek yanı yok yani.

Kütüklü Baba Tekkesi, 15. 16. yüzyıla uzanan bir mezar yapısıdır. Bu anıt Vistonida Gölü’nün batı kıyısında, Trakya’da İskeçe İli’ndeki Selino’nun kuzeybatısındadır. Antik Anastasiupoli – Peritheorio’ya yakındır. Bölgenin Türkçe konuşan halkı arasında Kütüklü Baba Tekkesi olarak, Yunanlar arasında ise Tekke olarak bilinir. Bu binaya mezar anıtı olan türbe değil de dervişlerin manastırı olan tekke demek yanlıştır. Bu yanlış 1826 yılında Sultan 2. Mahmut tarafından yıkılana kadar bir tekke olmasından ileri gelmektedir. Sultan Mahmut, o dönemde üyeleri Bektaşi derviş gruplarına dâhil olan Yeniçerilerin birliklerini dağıtma mücadelesi vermiştir. Başka bir söylentiye göre Kütüklü Baba Osmanlı askeri Gazi Evrenos’un dağınık güçlerinde olan bir dervişmiş ve orduda olduğu dönemde bu binayı yaptırmış. Bugün Evrenos Paşa’nın kurduğu binanın arşivleri bulunmamaktadır. Mimari yapısına göre (sekizgen) 15. yüzyılda veya 16. yüzyıl başlarında inşa edildiği tahmin edilmektedir. Günümüzde sadece kubbeli tavanlı ve taştan yapılmış türbesi kalmıştır. İçinde yeşil kumaşlarla kaplı olarak çilecinin mezarı bulunmaktadır; ayrıca da bir ön salonu vardır. BEKTAŞİLİK sembolleri kılıç ve külahı kabartma olarak görebilirsiniz. Büyük ihtimalle eski bir Hristiyan tapınağının harabeleri üzerine inşa edilmiştir. Günümüzde bu bina yörenin Müslüman ve Hristiyan sakinleri için bir ibadethane görevi görmektedir. Müslümanlar için Kütüklü Baba’nın türbesidir; binanın doğu kısmı ise Hristiyanlar tarafından Agios Giorgos Kilisesi haline getirilmiştir.

30 Temmuz 2018 Pazartesi

 MUHAMMET GANİ BABA  TÜRBESİ  sivas







Köyümüze adını veren Eğrisu Yaylası ile ilgili köy büyüklerince anlatılan hikayeyse şöyledir: Eğrisu'lu Bektaşi Babası Gani Baba, Hacı Bektaş'taki eğitimini tamamladıktan sonra köyüne döner. O döneme kadar akıl-fikir ve hastalarına dua almak için Divriği Müftüsüne giden insanlar, o bölgede çok sevilen Gani Baba'ya gitmeye başlarlar. Bundan çok rahatsız olan Divriği Müftüsü Gani Baba'yı halkın gözünden düşürmek için bir plan yapar. Bir adamını Gani Baba'ya gönderir. Adam itinin hasta olduğunu ve bir muska yazmasını rica eder. Gani Baba 3 koç getirirsen yazarim der. Müftü koçların parasını karşılar ve adamını tekrar Gani Baba'ya gönderir. Koçları alan Gani Baba muskayı yazar kimsenin okumaması gerektiğini söyler ve adamı gönderir. Bu duruma çok sevinen Müftü hemen Kadı'ya haber gönderir ve şöyle der; “Anzahar köyünde bir Bektaşi para karşılığında insanların manevi duygu ve değerlerini hayvanlara uyguluyor.” Derhal Kadı'nın adamları Gani Baba'yı alıp İstanbul'a götürür ve yargılarlar. Son sözü sorulan Gani Baba muskanın Kadı'nın huzurunda açılıp okunmasını ister. Kadı padişaha bu konudan söz eder ve davayı izlemek ister misiniz der. Mahkeme günü gelir padisahın huzurunda Kadı muskayı açar ve muskada yazanları okur;

Tamah ettim etine

Muska yazdim itine

Tutarsa da tutmazsa da

Ta oglumun s...ne.”

Hayretler içinde kalan padişah kim şikayet ettiyse onu bana getirin der ve Divriği Müftüsünü görevden alır. Bir süre misafir ettiği Gani Baba'ya köyüne döneceği zaman bir isteği olup olmadığını sorar. Gani Baba Osmanlı Hazinesine ait Eğrisu yaylasını ister. Bunu kabul eden Padişah fermanla Eğrisu yaylasını Gani Baba'ya verir.

Nalıncı Mehmet Türbesi

kasımpaşa...istanbul





unkapanı’nda, eski Cibali Tütün Fabrikası’nın arkasında, Haraçzade Camii karşısındadır. Nalıncı Baba’nın asıl adı, Muhammed Mimi Efendi’dir. Bergamalıdır. 1592’de vefat etti. Cenaze hizmetlerini bizzat padişah gördü ve onu evine defnetti. Kabri üzerine bir kubbe, önüne bir çeşme koydurdu. Bir tekke ile adını yaşattı…
Bir gazetede Nalıncı Mehmet Türbesi ile ilgili hikayeleştirilmiş şu metine rastladım.
Murat Han (3. Murat) o gün bir hoştur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister, sonra
vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:
– Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?
– Akşam garip bir rüya gördüm.
– Hayırdır inşallah.
– Hayır mı, şer mi öğreneceğiz.
– Nasıl yani?
– Hazırlan dışarı çıkıyoruz.
Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki padişah hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri ve kararlı adımlarla Beyazıd’a çıkar, döner Vefaya. Zeyrekten aşağılara sallanır. Unkapanı civarlarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatli bakınır. İşte tam o sıra, orta yerde yatan bir ceset gözlerine batar. Sorarlar ‘Kimdir bu?’ Ahali Aman hocam hiç bulaşma.’ derler, Ayyaşın, meyhur’un biri işte!’- Nereden biliyorsunuz?- Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz. Bir başkası tafsilata girer. ‘Biliyor musunuz?’ der, Aslında iyi sanatkârdır. Azaplar Çarşısı’nda çalışır, nalının hasını yapar. Ancak kazandıklarını içkiye, fuhşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem nerede namlı mimli kadın varsa takar peşine.’ Hele yaşlının biri çok öfkelidir: ‘İsterseniz komşulara sorun.’ der, ‘Sorun bakalım, onu bir kere olsun cemaatte gören olmuş mu?’ Hasılı mahalleli döner ardını gider. Bizim tebdil-i kıyafet mollalar kalırlar mı ortada. Tam vezir de toparlanıyordur ki padişah önünü keser.
– Nereye?
– Bilmem. Bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
– Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem. Ama biz gidemeyiz. Öyle veya böyle tebaamızdır. Defnini tamamlasak gerek.
– İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.
– Olmaz. Rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
– Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
– Mollalığa devam. Naaşı kaldırmalıyız en azından.
– Aman efendim. Nasıl kaldırırız?
– Basbayağı kaldırırız işte.
– Yapmayın etmeyin sultanım, bunun yıkanması paklanması var. Tekfini, telkini…
– Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
– Şurada bir mahalle mescidi var ama…
– Olmaz. Vefat eden sen olaydın nereden kalkmak isterdin?
– Ne bileyim Ayasofya’dan, Süleymaniye’den. En azından Fatih Camii’nden.
– Ayasofya ile Süleymaniye’de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii’ni iyi
dedin. Haydi yüklenelim.Ve gelirler camiye. Siyavuş Paşa sağa sola koşturur kefen, tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa. Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki naaş ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur aydınlanır alnında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin ona keza. Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine hayli vardır daha. Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır
‘Sultanım’ der, Yanlış yapıyoruz galiba’.
– Nasıl yani?
– Heyecana kapıldık, cenazeyi sorup araştırmadan getirdik buraya, Kimbilir hanımı vardı belki,
belki de yetimleri?
– Doğru. Öyle ya. Neyse, sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim.
Vezir cüzüne, tesbihine döner, padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar
soruşturur, nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler, sanki bu vefatı bekler gibidir. ‘Hakkını helal et evladım.’ der, ‘Belli ki çok yorulmuşsun.’ Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar.ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, belki hatıralara dalar. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından. ‘Biliyor musun oğlum?’ diye dertli dertli söylenir, ‘Bizim efendi bir âlemdi vesselâm. Akşamlara kadar nalın yapar, ama birinin elinde şarap şişesi görmesin, elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya.’
– Niye?
– Ümmet-i Muhammed içmesin, diye.
– Hayret.
Sonra malum kadınların ücretini öder eve getirirdi. ‘Ben sizin zamanınızı satın aldım mı, aldım.’ derdi. Öyleyse şimdi dinleseniz gerek…’ O çeker gider, ben menkıbeler anlatırdım onlara. Mızraklı İlmihal, Hüccet-ül İslâm okurdum.
– Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki.
– Milletin ne sandığı umurunda değildi. Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi. ‘Öyle bir imamın
arkasında durmalı ki…’ derdi, ‘Tekbir alırken Kâbe’yi görmeli.’
– Öyle imam kaç tane kaldı şimdi.- İşte bu yüzden Nişanca’ya, Sofular’a uzanırdı ya. Hatta bir gün ‘Bakasın Efendi!’ dedim, ‘Sen böyle böyle yapıyorsun; ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada’.
– Doğru öyle ya?
– ‘Kimseye zahmetim olmasın!’ deyip mezarını kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. ‘İş mezarla bitiyor mu?’ dedim. ‘Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?’
– Peki o ne dedi?
– Önce uzun uzun güldü, sonra Allah büyüktür hatun.’ dedi, ‘Hem padişahın işi ne?’

Hüseyin Abdal Ocağı ..sivas








Hüseyin Abdal Ocağı
Seyyid Hüseyin’in türbesi Çamşıhı Köyü’ndedir. Çamşeyhı Dedeleri bu ocağabağlıdır. Bu ocak mensuplarının soyu Mengücekliler’e dayanır. Bu soyun ulusu Ahmet Mengücek Gazi, Alp Aslan’ın komutanlarındandır. Seyyid Abdulaziz’in oğludur. Seyyid Abdulaziz, Büyük Selçuklu ailesinin danişmendi ve Şahzedelerin öğretmenidir. Seyyid Abdulaziz de Seyyid Abdulgani’nin oğludur. O da Nişabur Dergahı Piri Seyyid Ubeydullah’ın oğludur.


Seyyid Mengücek Gazi, 1072 yılında Erzincan Kemah merkezi Mengücek Beyliği’ni kurdu. 1115 yılında ölünce yerine oğlu Seyyid İshak geçti. Seyyid İshak da 1142 yılında ölünce yerine oğlu I.Davud Şahgeçti.diğer oğlu Seyyid Süleyman da Divriği Beyi oldu. Davut Şah’tan sonra yerine Mengüçek beyi olan oğlu Behram Şah’dır. 62 yıl beylik yaptı. Behram Şah ölmeden önce büyük oğlu II.Davut Şah’ı veliaht gösterdi. Küçük oğlu Muzaferettin Muhammed Şah’ı da Şebinkarahisar (Köğonya) beyliğine atadı.


Muzaferettin Muhammed, Sarı Saltık, Ağuiçen ve Hacı Bektaş Veli
 ile birlikte Ahmet Yeseviüniversitesinde okudu. Moğol istilasından sonra Anadolu’ya dönünce, babası Behram Şah onu Şebinkarahisar beyliğine atadı. Alaattin Keykubat, 1228 yılında Mengücek Beyliği’ni ortadan kaldırınca, Muzaferettin Muhammed’i Kırşehir’e; ağabeyi II.Davud Şah’ı da Akşehir’e sürdü. Divriği merkezli Mengücekler ise, 1252 yılında ortadan kaldırıldılar.


Divriği Merkezli Mengücekli Seyyidler’in bir bölümü Osmanlı döneminde mezhep değiştirerek Sünnileştiler. Bunlardan Seyyid Hasan Madı ve oğlu Osman Ağa, IV.Murat döneminde valilik yaptılar. 


İşte Divrigili Mengücekler’den gelen Seyyid Hüseyin, Çamşıhı Köyü’ne yerleşerek orada gelenek ve inançlarını sürdürdü. Orada vefat etti.


Ağuiçenli Dedeler, Hüseyin Abdallılar’a “vekil dedelik”
 görevini verdiklerini iddia ederler ki, bu doğru değil. Ağuiçenli dedeler, onlar Mürşit’leri olabilirler.


Vekil dedelik sistemi, Alevilik’te yaygın olarak vardır ve tarih boyunca uygulanmıştır. Dede, uzak bir bölgede oturuyorsa, taliplere sık sık gidemiyorsa, talipler arasında yolu-erkanı en iyi bilen “Kamil” bir talibi “Vekil”olarak tayin eder. Dede’nin gidemediği, bulunamadığı zamanlarda, onun görevlerini Vekil Dede yürütür. Bu biraz da zorunluluktu.


Şöyle ki: devlet, eğemen Sünni mezhebin şeriat yargısıyla yargılandığı için, Aleviler de kendi içinde kendi yargı sistemini kurmuşlardı. Onların yargıçlığını da Dedeler ve cemaati yapıyordu. Uyuşmazlığı çözen kurum Dedelik Kurumu olduğu için, dede’nin hazır bulunmadığı zamanda Vekil dede bu işlevi görüyordu.


O günün savaş koşulları, Boy’ların bir yerden bir yere göç etmesi veya devlet tarafından sürgün edilmesi, herhangi bir bölgeye zorunlu ikamet edilmesi sonucunda, Asıl Dede ile talipler arasında kopukluklar yaşanmasına neden oluyordu. Asıl dede, taliplerine bir kaç kuşak gidemez, hatta bir daha hiç bağ da kuramıyabilirdi. Böyle bir durumda, Vekil Dede, bir kaç kuşak dedelik yapınca, Asıl Dede’nin yerine geçiyor. Kendisi veya kendisinden sonra gelen soyu hakiki “Dede” olduklarını, “Ocakzade” olduklarını ileri sürüyorlar. Çoğu zaman uyduruk bir Soyağacı (secere) de elde ediyorlardı.


Zorulu göçler veya sürgünler sonucu, yer değiştiren kimi Türkmen boyları da Ocak değiştirmişlerdir. Eski ocakları ile, (eski dedeleri ile) bağ kurmayınca, yeni bir ocağa bağlanmışlar.


Ama Hüseyin Abdal Ocağı, gerçek bir ocaktır. Hüseyin Abdallılar da Vekil dede değiller. Kimileri onların Karakesiciler’den geldiklerini, Karakesiciler’in de Karadonlu Can Baba’dan geldiklerini iddia ederler ki, bu da doğru değildir. 


Onların bilinen soy ağacı şöyledir:

1-Hz.Ali

2-İmam Hüseyin

3-İmam Zeynel Abbidin

4-İmam Muhammed Bakır

5-İmam cafer-i sadık

6-İmam Musa-i Kazım

7-İmam Ali-ül Rıza 

8-İmam Muhammed Taki

9-Seyyid Musa Araç

10-Seyyid Muhammed (874 yılında Nişabur Dergahı Piridir.)

11-Seyyid Yahya

12-Seyyid Cafer

13-Seyyid Hüseyin

14-Seyyid Ubeydullah

15-Seyyid Abdulgani
           ↓                                           
16-Seyyid Muhammed Buhari                 16-Seyyid Abdulaziz
                                                                                  
                                                                       17-Mengücek Gazi (1072-1115)
                                                                                  
                                                                       18-Seyyid İshak (1115-1142)
                                                                                 
(Divri)                                                          (Kemah)

I.Seyyid Süleyman (1142-1181)              19-I.Seyyid Davut (1142-1162)
           ↓                                           
Muzaffer Şah (1181-1197)                                   20-Behram Şah (1162-1225)
                                                                              
II.Süleyman Şah (1197-1231)                   Kemah              Şebinkarahisar
                                                                   II.Davut Şah      Muhammed Şah
Ahmet Şah (1231-1245)
           
Melik Şah (1245-1252)

=Seyyid Hakkı=

Kaynak: Veli Saltık-Alevi ocakları 
KOCA LEŞKER  TÜRBESİ ....ERZİNCAN .BAĞIŞTAŞ
KOCA LEŞKER OCAĞI


Koca Leşker’in ziyaretgahı Erzincan’ın Bağıştas İstasyonu yakınlarında ve Fırat’ın yakınındadır. Türbenin yakınında oldukça eski mezarların bulunduğu bir mezarlık bulunmaktadır. Ayrıca buraya kurban ve lokma hizmetlerini görmek üzere bir yer yaptırılmıştır. Koca Leşker ile Koca Seyyid’in aynı evliya olduğunu ifade eden dedesoylular vardır. Ancak bu iki yerde yani hem Sün Köyü’nde Koca Seyyid’in türbesinin ve hem de Bağıştaş yakınında Koca Leşker’in türbesinin olması bu durumu karmaşık hale getirmektedir.
 
 
 
Koca Leşker Tekkesi Erzincan ilinin en ünlü ve en önemli tekkesi olarak yüzyıllardır ününü günümüze kadar sürdürmektedir. Ayrıca Koca Leşker Bağıştaş Köyüne de ayrı bir şahsiyet kazanmıştır.Soyu imam Zeynel evladı Muhammed Asgar ın oğlu olup doğum tarihi henüz belli değildir.
Koca Leşker yatırı Bağıştaş köy merkezine 2 km uzaklıkta bulunan merzarlıktadır.Ayrıca Koca Leşker HORASAN ERENLERİ ndendir.Hoca Ahmed Yesevi den nasip alan derviş lere HORASAN ERENLERİ denir.Bir diğer Horasan Erenleri ve yerleştikleri yerler ise şöyledir.
KOCA LEŞKER Erzincan İliç Bağıştaş ta ,HÜNKAR HACI BEKTAŞ VELİ→ Kırşehir de
 BABA İLYAS →Amasya da,SEYİD BABA →Divriği Ziniski de,TAPTUK EMRE→Eskişehir de.ABDAL MUSA→önce Bursa da sonra Antalya Elmalı Tekke köyünde,
AHİ EDEBALİ→Kırşehir ve Eskişehir de
KARACA AHMET SULTAN→ önce Manisa Akhisar Aydında daha sonra Afyon İhsaniye Karaahmet köyünde son olarak Üsküdar İstanbul da
BURAK BABA→Bigadiç de ,HIZIR SAMUT→Bozork ta,SULTAN SUCAATTİN VELİ →eskişehir de ,HACI SULUTAN →Uşak ta ve KARADOLULU CAN BABA → Divriği de yerleşim kurmuştur.
Bu baba erenler bir süre Dersimde kalırlar ayrıca bu zatlar la o bolgede sarıoğulları askerleri denilmektedir.
Seyit baba savaşarak ziniski ye gelir ve burada şehir düşer aynı şekilde Koca Leşker de savaşarak Bağıştaş a kadar ilerler ve burada şehit düşer Seyit Baba ve Koca Leşker aynı soydandır Erikli köyde yatırı bulunan Koca Saçlı ailesinin en büyüğü Seyit baba ortancası ve Ağar köyünde yatırı bulunan Ağar Baba ise ailenin en küçüğüdür ayrıca Koca Leşker seyit baba Koca Saçlı ve ağar baba Hünkar Hacı Bektaş Veli nin Halifelerinden dir.Bu ocağa bağlı dedelerin Sivas Kangal Minare kaya köyünde ,Çorum da amcazadeleri bulunur Koca Leşker köyü şimdiki ismi Minarekaya dır ve Sivas ın Kangal ilçesine bağlıdır.
Koca Leşker Bağıştaşı Seyit Baba Ziniski yi fethetmek için yola çıkarlar.ve tarafları yenerler ama şehit düşerler Koca Leşker ve Seyit Baba yatırları bölgenin en çok adak ve kurban verdikleri yerlerdir. Ayrıca Koca Leşker Peygamberi mizin soyundan gelmektedir Hz. Hüseyin in soyundan gelenler
“Seyyit” denir Koca Leşker bu nedenle Seyittir Dededir ve evliya dır.
Koca Leşker Bir Alp erendir Derviş tir Kemah Dersim bölgelerini Rumlardan kurtarmıştır .Kendisi gibi şehit olanlar etrafına gömülmüştür. Koca Leşker in torunu da dedesi gibi şehit düşmüştür.ve mezarı dedesi nin ynaındadır.bunlar imam Zeynel Abidin soyundan .İmam Zeynel Abidin in oğlu İmam Hasan Asger in oğulları Bunlar dost 4 kardeşler 1- Koca Seyyit.2-Mirşehit,3-Seyit Merçek,4- Köse Seyit olmak üzere kardeşler Koca Seit in oğlu olup esas adı Muhammed Koca Leşker. Bunların oğulları Muhammed Koca Leşker in üç oğlu var.İsmail,Teko Ağa,Tayfur Ağa olarak geçer Kangaldakiler. Cafar ve Gekko nun soyundan gelir Bağıştaştaki. Çorumdaki İsmail ağa nın soyundan gelir . Bunlar kardeş çocukları idi.
Ozan Fakir Edna’dan
 
Deli gönül gussalanub gam yeme
İnşallah dumanım yer Koca Leşker
Gönül intizardır her dem yoluna
Bize hayırlısın ver Koca Leşker
 
Koca Leşker sen Kırkların birisin
Kırkların birine neşter urursun
Selman Faris’dedir kanın görürsün
Bir damla kan geldi al Koca Leşker
 
Selman geldi Şeydallah’dan yarsalar
Şeydallahın bir araya koysalar
Bir üzüm danesi vardır ezseler
Ezen el senindir er yüce Leşker
 
Engür ezdi ol Kırklara içirdi
Kanad verdi pervaneye uçurdu
Üryan biryan ettü dara geçürdü
Anlara bir himmet kıl Koca Leşker
 
Koca Leşker seher yerde oturur
Fırat suyu badei saha getürür
Gönüle erenlere…..yetürür
Gün…..           Koca Leşker
 
SultanAğu cana çıkışır başı
Nice erler vardır yareni eşi
Seyid İsmail, Seyid Halil sırdaşı
Taze fidan bitti gül Koca Leşker
 
Fakir Edna’m eder çağlasam aksam
Furat suyu gibi yüzüne baksam
Üstadım Hatayi2den çıksam
Dilerim muradım ver Koca Leşker
 
 
Kaynak: Bektaşi Şairleri s: 40 - 41