BÜKLÜ DEDE DERGAHI ..erzincan
pülümür erzincan karayolundan cankurtaran mevkinde sola saparsanız büyükçeşmeden sonra yolu takip ederseniz büklü dede dergahına ulaşırsınız.Pülümür İlçesinin Doğanpınar Köyü' nde bulunmaktadır. Ermiş dede olup, çocuğu olmayanlar, çocuğu olupta ölenler, derdi, dileği olan herkesin dileklerin yerine gelmesi inancıyla uğrayıp niyaz dağıttıkları, kurban kestikleri ve dua ettikleri bir ziyaretgahtır.16. yy da yaşamıştır ve soyu kayıtlar altında olup Düzgün Baba ya kadar ulaşmaktadır..
büklü dede nin soy seceresi
SEYYİD MAHMUD HAYRANİ HAZRETLERİNİN SOY SECERESİ
Seyyid Mahmud Hayrani Hazretleri İmam Musa-i Kazım soyundan gelmektedir. İmam Musa-i Kazım’ın evlatları’nın isimleri aşağıda sıralanmıştır:
1-Kazım
2-İsmail
3-Cafer
4-Harun
5-Hasan
6-Hüseyin
7-Ahmed
8-Hüseyin
9-Abdullah’il Ekber
10-İshak 11-Abdullah
12-Zeyd
13-Hasan
14-Fazl
15-Selma
16-Hatice
17-Aişa
18-Emine
19-Hesene
20-İbrahim’al-Mükerrem Mücab (Hacı Bektaş Veli ile Mahmud Hayrani’nin atası)
21-Aişe
22-Seleme
23-Meymune
24-Ümmü Gülsüm
25-Ayn-i Ali
26-Zeyn-i Ali
27-Ali bin Musa Rıza (8. İmam)
On İki İmamlardan yedincisi olan İmam Musa-i Kazım’ın oğlu Seyyid İbrahim’al- Mükerrem Mücab, Seyyid İbrahim’al- Mükerrem Mücab’ın oğlu Seyyid Musa Sani, Seyyid Musa Sani’den üç evlat dünyaya geldi; ilki İbrahim Sani, ortancı evladı İbrahim Mükerrem, üçüncü evladı İbrahim Mücab’dır. İbrahim Sani’nin evladı Hünkâr Hacı Bektaş Veli’dir. İbrahim Mücab İran ve Irakta ki dedelerin atasıdır. İbrahim Mükerrem’in bir oğlu vardır, adı Seyyid’tir. Seyyid’in oğlu Seyyid Mahmud Hayrani’dir.
Eğer ki soy şeceresini daha ayrıntılı ele alacak olursak şöyledir:
1. İbrahim Peygamber
2. İsmail Peygamber
3. Adnan
4. Muet
5. Nizam
6. Muzer
7. İlyas
8. Mudrike
9. Muzeyme
10. Kenan
11. Nezer
12. Malik
13. Fikri
14. Galip
15. Ceviyi
16. Kaap
17. Mekki
18. İzulap
19. Kusay
20. Abdulmenaf ile Abdulsemes bunlar ikiz ve yapışık olarak dünyaya geldiler, kılıç ile birbirinden ayırdılar. Abdülmenes’ten Ebusufyan ve onun oğlu Maviye dünyaya geldiler. Abdülmenaf’tan Haşim, Haşim’den Abdulmutalip dünyaya geldi.
1. Haris
2. Ebu Talip
3. Ebu Lehep
4. Gaydak
5. Mukavim
6. Dirar
7. Zübeyir
8. Abbas
9. Hamza
10. Abdullah, Abdullah’tan 571 de Hz Muhammed dünyaya geldi. Ebu Talip’ten Hz. Ali 598 de Kâbe’de dünyaya geldi. Hz. Muhammed’den Hz. Fadime dünyaya geldi. 624 de Hz. Ali Hz. Fatma ile evlendi. Hz. Ali ve Hz. Fatıma’dan İmam Hasan ve İmam Hüseyin dünyaya geldiler. İmam Hasan’ın soyu Hasanu’l- Müsenna ve Zeyd’den devam etmiştir. Bu soydan gelenlere "Şerif" denilmektedir. İmam Hüseyin'in erkek evlatları İmam Zeynel Abidin dışındakiler Kerbela'da şehid edilmiş olup soyu İmam Zeynel Abidin'den devam etmiştir. Bu soydan gelenlere "Seyyid" denilmektedir. İmam Hüseyin’den İmam Zeynel Abidin, İmam Zeynel’den İmam Muhammed Bakır, İmam Muhammed Bakır’dan İmam Caferi Sadık, İmam Caferi Sadık’tan İmam Musa-i Kazım, İmam Musa-i Kazım’ın 37 evladı dünyaya geldi.13 kız 24 erkek. Birinci oğlu İmam Rıza Şah Horasan, İmam Rıza’nın oğlu İmam Muhammed Taki, İmam Muhammed Taki’nin oğlu Ali’yyün Naki, İmam Naki’nin oğlu İmam Hasan-ül Ali Askeri Gazi, İmam Askeri’nin oğlu İmam Muhammed Mehdi Sahip Zaman, işte bunlar imamlardır.
Seyitlere gelince İmam Musa-i Kazımın Diğer evlatları
1. İmam Musa Kazım
2. Seyit Mehmet
3. Seyit İbrahim Mücab
4. Seyit Hasan
5. Seyit Mehmet Sani
6. Seyit Mehdi
7. Seyit Hüseyin
8. Seyit İbrahim Us Sani
9. Seyit Mehmet Halis
10. Seyit İsak
11. Seyit Musa-ı Sani
12. Seyit İbrahim Sani oğlu Hacı Bektaş Veli
13. Seyit İbrahim Mükerrem oğlu Seyit Mahmut El-kebir ( Hacı Kureyş )
15. Seyyid Kıl
Hacı Seyyid Kureyş’in, Seyyid Kıl adında bir oğlu vardır. Eşi genç yaşta ölmüştür. Hacca gittiğinde mısırlı dul bir kadını eş olarak almıştı ve beraberinde getirmiştir. Bu kadının ilk evliliğinde iki oğlu vardır. Bu evlatlarını beraberinde getiriyor. Bu çocuklar Seyyid olmayıp, halk arasında “Mısırlıoğulları” denilirler. Bu çocuklar yaş itibariyle Seyyid Kıl’dan büyük oldukları için, Seyyid Kıl’a eziyet ediyorlardı. Seyyid Kıl da bu eziyet yüzünden Tunceli’ye hicret etmiştir.
Seyyid Kıl, Abdal Musa kızı ile evleniyor ve dört çocuğu dünyaya geliyor: Zeli, Celi, Aşkar ve Seyyid Haydar (Düzgün Baba) bu dördü de sır oluyorlar. İkinci hanımı olan Lolan’lı bir kızı Seyyid Kıl’a veriyorlar bundan altı oğlu dünyaya geliyor.
1. Seyit Kıl
2. Seyit İsmail
3. Seyit Mav
4. Seyit Dursun
5. Seyit Rıza
6. Seyit Kamil
Seyyid Kâmilin oğlu Seyyid Kureyş’tir ki buna Küçük Kureyş derler. Küçük Kureyş’in: Hüseyin-Gazi-Gülüm-Ali adında dört evladı vardır. Bu evlatlardan Kureyşan ocağı dört kola ayrılmıştır. Gaziyan’lar, Aliyanlar, Gülümler, Hüseyinler ve bunlardan devam eden Kalyanlar, Hemolar, Çinolar, Kudanlar Tunceli’de kaldılar ve Anadolu’nun her yanına dağıldılar.
MEVLANA AŞIĞI SEYYİD MAHMUD HAYRANİ
(?- 1268)
Muhyiddin tarafından M. 1475’te yazılan “ Hızırname” isimli el yazması menakıbnamede, Seyyid Mahmud Hayrani, devrin velileri içinde sayılır. Manzum olan bu kitabın “Beyan-ı Cemm’iyet’i-kübra ve Sohbet-i Evliya” faslında şu isimler sayılır: “Seyyid Mahmud Hayrani, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Melik Gazi, Sultan Şuca, Emir Seyyid, Sultan Veled, Fakih Ahmed, Şemsi Tebrizi, Selahaddin Zerkob, Seyyid Sarı Saltuk”…
Bu kitapta, bu ulu kişiler birbirlerinin mürşidi gösterilmiştir.
Mevlana dergâhına kapılanıp onun aşk potasından nasip alan Velilerden birisi de Seyyid Mahmut Hayrani’dir. Hayrani, Harran’dan Anadolu’ya göçmüş ve Konya’ya gelip yerleşmiştir. Bir süre Hazreti Mevlana’nın yanında kalmış, onun hizmetinde bulunmuş ve ondan feyz almıştır.
Mevlâna’nın aşk kapısına tapulandıktan ve ondan feyz aldıktan sonra, "destur" istemiş; Akşehir'e giderek, orada "inziva"ya çekilmişti. Yüreğinde kaynayan aşk volkanı O’nu rahat bırakmamış, aşkla dağlara düşmüş, bir süre başıboş dolaştıktan sonra, meczup bir halde yine Akşehir’e dönmüştür. Mevlâna, çok sevdiği ilâhi sırlarla bezenmiş bu coşkun dervişini sık sık sormuş, O'ndan haberler almış, habercilerle hal ve hatırını sormuştu.
Yine bir gün Akşehirli Şeyh Sinaneddin Konya'ya gelerek Mevlâna'nın ziyaretinde bulunmuştu. Mevlâna O'na:
— Ne var. Ne yok. Seyyid Mahmud'umuz ne halde? Diye sormuştu. Şeyh Sinaneddin:
— Onu tilki gibi sacı sakalına karışmış bir halde, bir köşede pinekler gördüm. Sizin âleminize gözleri kapalıydı.
Mevlâna bu sözlere sadece gülümsemiş, hiçbir şey söylememişti. Şeyh Sinaneddin, birkaç gün sonra Akşehir'e dönmüş. Seyyid Mahmud'u çarşının ortasında uyur görmüştü. Yanına yaklaşarak ayağıyla dürttü. Gözlerini açan Seyyid Mahmud karşısında Şeyh Sinaneddin'i görünce:
— Ey Sinaneddin. Biz, hür insanların sultanı Mevlâna'mızın devrinde tilki olmayı canımıza minnet biliriz. Ama sen daha bunu anlayamamışsın. Dedi ve tekrar uykusuna daldı.
Şeyh Sinaneddin hayretler içindeydi. Tekrar Konya'ya geldiği zaman Mevlâna ona:
— Âlemde kalbi uyanıklar çoktur, bilinmez, demiş ve ateşli gazellerinden birini okumuştu.
Seyyid Mahmud Hayranı vefat ettiği zaman Mevlâna çok üzülmüştü. Akşehirliler ona güzel bir türbe yaptırdılar. Mezarının üzerine de ahşap işleme bir sanduka yerleştirmişlerdi. Sandukanın üzerine Mevlâna'nın halk arsında beğenilen en güzel gazelleri yazılmıştı.
Seyyid Mahmud Hayranî'nin Akşehir'deki türbesi, daha sonra yapılan Mevlâna Türbesine örnek olmuş, belki de her ikisi aynı mimarın elinden çıkmıştır.
Mevlâna hayranları, yüzyıllar boyunca Konya'da Mevlâna Türbesini ziyaret ettikten sonra. Karaman'daki Mevlâna'nın annesine ait Mader-i Mevlâna Türbesini, Akşehir'deki Seyyid Mahmud Hayranı Türbesini de ziyareti gelenek haline getirmişlerdir. Seyyid Mahmud Hayranî. Kaynağını Mevlâna’dan alan bir cezbenin devrinde timsalidir
24 Ağustos 2016 Çarşamba
Labels:
BÜKLÜ DEDE DERGAHI ..erzincan
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
13 Ağustos 2016 Cumartesi
1489 da Horasan’ın Karaman’da doğmuştur.1567 de Anadoluya gelerek Ankara’nın Keskin ilçesine bağlı Hasan Dede köyünde zaviyesini kurmuştur. 1596 da ölmüştür. Türbesi bu zaviyededir.
Horasan doğumlu olan Hasandede 1489-1596 yılları arasında yaşamış, babası İslam Hukukcusu Şeyh Yakup Fakıh ve annesi Ümmü Azizedir. Hasandede’nin Halil İbrahim ve Mustafa adında iki oğlu ve Ümmühan adında da bir kızı vardı.
Hasandede’nin ailesi Oğuz boylarından Ustaclu topluluğuna bağlıdır. Soyu 12. İmamlardan 9. İmam olan Muhammet Taki’ye çıktığı tereddütsüz inanılmaktadır. Hasandede’nin Hz Muhammed ve Hz Ali soyuna dayanması bazı Arap yazarlar ve İran araştırmacıları tarafından karşı çıkılsada gerçekdir. Emevi dönemi katliamalarından kurtulmak için seyyid evlatları 681 yılı itibariyle Horasan, Türkistan’da bulunmuş olmaları bir rastlantı olmasa gerek. Katliamdan kaçan Ehlibeyt evlatları zamanla Türkistan topraklarında evlililik yaparak Türk toprakları üzerinde yeşeren bir nesil olmuştur. 1071 Malazgirt savaşından sonra Anadolu kapıları Türklere açılınca Türkmen aşiretleri Anadoluya göç ederlerken Ali evladı dedelerde Anadoluya gelmişlerdir.Uzun zaman Türklerle beraber yaşadıkları için gelenek, görenek, örf ve adetleri Türkleşmiştir. İşte Hasandedenin ataları soyuda m.s. 818 yılındandan 1515 yılına kadar Horansan da Ustaclu olan Türkmen aşiretiyle kaynaşmıştır.
Çaldıran 1514, Mercibadık 1515, Ridaniye 1516 ve Mısır Kahire 1517 savaşlarından sonra Osmanlı hazinesi çökmüş, halk rüşvete bağlanmış devlet erkanının maaşını öder durumdadır. Boy boy yükselen ayaklanmalar ve sonra merkezi hükümet Halifelik görevi ve ünvanını da Araplardan alması bardağı taşıran en son damla olduğunda Türkmen boyları arasında savaş başlayıp (Başbakanlık Arşivleri) 1526 da ilk katliam ve daha sonra 1540 Erzincan,Terzcan daki toplu katliamı Yavuz Sultan Selim vahşetinden sonra Hasandede 1526 daki ilk katliamdan sonra Horasandan gizli bir ordu kurarak Karamanalı dergahgından Anadoluya hareket eder. Cebeli, Bereket, Adana çevresini gezmiş, Kadirli ilçesi Elbistli köyüne yerleşmişdir.
Henüz 25 yaşında olan Hasandede, önce Hacı Bektaşa uğradığında, dergah postnişini Balım Sultandır. Hasandedenin başarılarını öğrenen Balım Sultan Hasandede ye himmet ederek bazı emanetleri ve tahta kılıcı verir. Hoca Ahmet Yeseviden Hacı Bektaş Veliye intikal eden emanetler ve tahta Kılıcı Hasandedeye Alevi edep ve erkanına göre teslim eden Balım Sultan Hasandedeyi Türk aşiretleri ve Türkmenlerin kurtarıcısı olarak ilan eder. Tıpkı Bedehşan kafirlerine Hoca Ahmet Yesevi nin evladı Kutbetdin Haydar (Haydar Sultan) gönderdiği gibi Balım Sultan da Hasandedeyi Çukurovaya gönderip oradaki huzur ve refahı sağlamasını salık verir.
Kanuni S. Süleyman, Hasandedenin Anadoluda olduğunu, Ahmet Yesevi, Hacı Bektaşdan sonra en fazla saygı duyulan Türkmenlerin piri oladuğunu öğrenir fakat nerede yaşadığına ait bilgisi yoktur. Gizli diplomatlar aracılığıyla 1531 yılında Padişah Hasandedeyi makamına davet eder. Hasandede arkasına Kırşehir, Ankara ve Eskişehir Türkmen aşiretlerinden Bayındır, Kını aşireti, Eymürler, Çavundur ve Kızık boyları, Yıvalılar, Kargınlar, Alayundlar, Iğdırlılar, Dadurga aşireti, Yazır, Salur, Yüregiller, Afşarlar, Belekler, Bedrikler, Beydililer, Tabanlu Namlı Bayatlu, Emünlü, Dengizler, Karkular, Karahanlular gibi daha değişik aşiret boyları Hasandedeye eşlik edip Halife Padişaha çıkarlar. Halife Kanuni S. Süleyman hürmetle karşıladığı Hasandedeye Kayseri, Sivas, Maraş, Adana ve Antep gibi yörelerdeki Türkmen boylarının ayaklanmasını önlemesini rica eder.
Hasan Dede Camisi’nin batı duvarı bitişiğinde yan yana duran iki türbedir. Bu türbelerin camiye bitişik ve büyük olanında Şeyh Hasan Dede diğerinde ise evlatları Mustafa, Halil İbrahim ve Ümmühan’ın sandukaları bulunur. Kesme taş duvarlı ve sekiz köşe duvar üzerine oturtulmuş kubbeden oluşur. Camiinin hemen önünde yeşillikler içinde bir şadırvan bulunmaktadır. Güllerle süslenmiş bahçenin içinde ise Hasan Dede torunlarının mezarları bulunmaktadır. Türbenin girişinde bulunan onarım yazıtı Hicrî 1312(1894) tarihlidir. Hasan Dede Camii Kanuni Süleyman zamanında Mimar Sinan tarafından yaptırılmış ve onarımmıda 1894’lerde elden geçirilimştir. (Antraploğ Halkbilimci Güler Özden Gökbulut)
Labels:
HASAN DEDE DERĞAHI ankara
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Şahkulu Sultan Tekkesi..istanbul..merdivenköy
Kadıköy İlçesi’nde, Merdivenköy Mahallesi’nde yer alan ve İstanbul’un çevresindeki en eski dergahlarından Şahkulu Sultan Tekkesi, bazı kaynaklara göre, 1329’da Osmanlıların galibiyeti ile sonuçlanan Pelekanon meydan savaşını müteakip Orhan Gazi tarafından bir Ahî zaviyesi olarak kurulmuştur.. Bu meyanda, söz konusu savaştan sonra Orhan Gazi İzmit Körfezi’nin kuzey kıyısını, Üsküdar’a kadar fethettiğinde, Bizans İmparatoru III. And- ronikos’un, Şahkulu Sultan Tekkesi’nin yerinde bulunan av köşkünde sulh müzakerelerinin yapıldığı, bu görüşmeler sırasında, Orhan Gazi’nin, sulh şartları arasında, av köşkünün Ahîlere verilmesini istediği ve bu şartı Bizanslılara kabul ettirdiği, Orhan Gazi’nin dedesi olan Şeyh Ede- bâli’nin yeğeni Ahî Ahmed’in zaviyenin ilk şeyhi olduğu ileri sürülmektedir. Gerek söz konusu zaviyenin, gerekse de “Abda- lân-ı Rum” ve “Gaziyân-ı Rum” zümrelerine mensup olan, ancak menkıbelerine ve hatıralarına daha sonra Bektaşî’lerin sahip çıktığı birtakım savaşçı-kolonizatör dervişlerin (Sancakdar Baba, Mansur Baba, Semerci Baba, Mâh Baba, Gözcü Baba, Yörük Baba, Gül Baba, Eren Baba, Garipçe Baba, Buhur Baba, Kartal Baba, Balcı Baba) aynı yıllarda Kartal-Üsküdar ekseninde tesis etmiş oldukları zaviyelerin, daha ziyade Bizans’ı gözetlemekle yükümlü, ileri karakol niteliğinde kuruluşlar oldukları söylenebilir.
Ankara bozgunundan (1402) sonra, Gebze’nin batısındaki Osmanlı topraklarının Emir Süleyman Çelebi tarafından II. Manuel Palaeologos’a terk edilmesi sonucunda, civarında bulunan diğer zaviyelerle birlikte, burası da ortadan kaldırılmış, Bektaşî geleneğine göre bu sırada, tekkenin banisi ve ilk şeyhi olarak kabul edilen Şahkulu Sultan ile çevredeki zaviyelerin, “40 erenler” olarak anılan şeyhleri şehit edilmişlerdir. Bu olaydan kısa süre sonra I. Mehmed (Çelebi) bu bölgeyi yeniden Osmanlı topraklarına katarak Şahkulu Sultan Tekkesi’ni ihya etmiştir. Tekkeye adını vermiş olan, “Şahkulu Sultan” veya “Şahkulu Baba” olarak anılan şeyhin hayatı ve kimliği hakkında bilinenler Bektaşî mitolojisindeki birçok başka sima gibi, hemen bütünüyle menkıbelerin müphem verilerinden ibarettir. Bazı araştırmacılar, Bektaşî geleneğinde Horasan kökenli bir veli olarak kabul edilen Şahkulu Sultan’m, aslında II. Bayezid döneminde vuku bulan Şah İsmail yanlısı ayaklanmanın başı olup Osmanlı tarihçilerinin “Şeytan Kulu” olarak adlandırdıkları Kızılbaş şeyhi olduğunu iddia etmektedir. Şahkulu Sultan Tekkesi muhtemelen 15. yy’ın sonlarında veya 16. yy’m ilk çeyreğinde eski ağırlıklarını yitiren Ahilerden yeni teşkilatlanan, kendilerine bağlanan Yeniçeri Ocağı’nın da etkisiyle gitgide güçlenen Bektaşîlere intikal etmiştir. Bundan sonra Şahkulu Sultan Tekkesi Bektaşîliğin İstanbul’daki âsitanesi, ayrıca bu tarikatın Osmanlı topraklarındaki bütün tekkeleri içinde en önemlilerinden birisi olarak varlığını sürdürmüştür. Bazı kaynaklarda, Ba- bagân (mücerred) koluna bağlı Bektaşî tekkeleri arasında Şahkulu Sultan Tekke- si’nin Kırşehir’deki pir evinden ve Dimeto- ka’daki Seyyid Ali Sultan Tekkesi’nden sonra üçüncü sırayı işgal ettiği bildirilmekte, diğer bazı metinlerde ise bu tekkeye “âsitane-i saniye” ve “ikinci pir evi” denildiği görülmektedir.
Osmanlı başkentini Anadolu’ya bağlayan yolun üzerinde bulunan Şahkulu Sultan Tekkesi’nin Devlet-Ordu-Bektaşîlik ilişkilerinde ve teşrifatta özel bir yeri vardı. Bu meyanda pir evinden İstanbul’a gelen dedebabalar İstanbul’daki Bektaşî ricali ve Yeniçeri Ocağı’nm ileri gelenleri tarafından, gösterişli bir merasimle Şahkulu Sultan Tekkesi’nde karşılanır, burada bir müddet dinlendikten sonra İstanbul’a nakledilirler, Kırşehir’e dönüşlerinde de yine bu tekkeden uğurlamrlardı. 1826’da Yeniçeri Ocağı ile birlikte Bektaşî tarikatının da lağvedilmesi üzerine Şahkulu Sultan Tekkesi Bektaşîlerden Nakşibendîlere devredilmiş, o tarihteki postnişini Âhir Meh- med Baba dört dervişi ile beraber Tire’ye sürülmüştü. Bu hengâmede tekkenin yık- tırılmasa bile en azından tahribe uğradığı tahmin edilebilir. Bilindiği gibi 1826’dan tekkelerin kapatıldığı 1925’e kadar Bektaşîlik resmen mülga sayılmış, Tanzimat’tan ve özellikle bu tarikata yakınlığı olduğu bilinen Abdüla- ziz’in tahta çıkmasından (1861) sonra Bektaşîlere devletçe müsamaha gösterilmeye başlanmış ve “Nakşibendî” adı altında kendi geleneklerini sürdürmelerine göz yumulmuştur, Bu arada Şahkulu Sultan Tekkesi’nin de bir durgunluk devresinden sonra geçen yüzyılın ortalarından itibaren yavaş yavaş canlandığı ve Bektaşîler nez- dindeki eski önemini kazandığı gözlenmektedir. Tekkenin günümüze intikal etmiş olan yapıları bu ikinci kuruluş devrine aittir. Özellikle bu dönemin postnişin- lerinden Mehmed Ali Hilmî Dedebaba’ mn(->) (ö. 1’907) meşihatı (1863-1907) boyunca Şahkulu Sultan Tekkesi yoğun bir imar faaliyetine sahne olmuştur.
Cümle kapısında bulunan 1291/1874-75 tarihli kitabe tekkeyi oluşturan bütün binalar için geçerli bir ihya kitabesi olmadığı gibi, tekkenin çekirdeğini teşkil eden meydan evi ile buna bağlı büyük aşevi-“kiler evi” çamaşırhane-hamam kanadının mimari özellikleri, ayrıca tekkenin tarihçesine ilişkin bilgiler bu bölümlerin 19. yy’m ortalarında inşa edildiğini göstermektedir. M. Ali Hilmi Dedebaba’mn 1286/1869-70’te ikinci kere pir evini ziyaretinden dönüşünde tekkeyi tamir ettirdiğini ve genişlettiğini matbu divanındaki biyografisinden öğreniyoruz. İkametgâh bölümü meydan evinin kuzeyine bu tarihten sonra, cümle kapısındaki kitabenin işaret ettiği 1291/ 1874-75’te eklenmiş olsa gerektir. Aynı şekilde cümle kapısından başka bunun yanındaki bölümlerin (kapıcı can hücresi, bacılar mahfili, at evi) bu tarihte inşa edildiği, meydan evinin, büyük aşevi-“kiler evi” çamaşırhane-hamam kanadının da aynı tarihte esaslı bir onarım geçirerek son şeklini aldığı tahmin edilebilir. 19. yy’m dördüncü çeyreğinde de imar faaliyetinin devam ettiği, 1309/1892’de bir “zenbûr evi” (arı kovanı) ve 13’13/189Ğ’da da şeyh odası niteliğinde bir mekânın inşa edildiği anlaşılmaktadır.
1925’te kapatıldıktan sonra mülkiyeti Vakıflar İdaresi’ne intikal eden Şahkulu Sultan Tekkesi bir müddet son postnişin Haşan Tahsin Baba’nm ve bazı dervişlerin meskeni olarak kullanılmış, bu son kuşağın vefatını müteakip terk edilerek harap olmaya başlamıştır. Günümüze ulaşamamış olan bazı bölümlerin bu devirde ortadan kalktıkları bilinmektedir. 1965 civarında Vakıflar İdaresi tekkenin bir kısmını (meydan evi ile buna bitişik olan bazı bölümleri) restore ettirmiş, ancak herhangi bir fonksiyon verilmediğinden yapılar yeniden harabiyete yüz tutmuştur. Son yıllarda kurulan Şahkulu Sultan Külliyesi’ni Onarma ve Yaşatma Derneği tekkeyi aslına uygun biçimde tamir ettirerek Bektaşî kültürünün yaşatıldığı bir merkez haline getirmiş bulunmaktadır.
İstanbul’da Bektaşîliğin en parlak temsilcisi olan Şahkulu Sultan Tekkesi yeni- çerilik-Bektaşîlik bağından kaynaklanan askeri, siyasi öneminin yanısıra Bektaşî edebiyatı ve musikisinde de önemli bir yere sahiptir. Özellikle Bektaşîlerden başka diğer tarikat ehli arasında da sevilen ve sayılan, bir müddet Kırşehir’deki pir evinde dedebabalık yapacak kadar nüfuzlu olan şair ve bestekâr M. Ali Hilmi Dedebaba’mn meşihatı sırasında Şahkulu Sultan Tekkesi verimli bir kültür hayatına sahne olmuştur. Ayrıca haziredeki mezarlardan da görüleceği üzere, mensupları arasında devlet ricalinden birçok kimsenin bulunduğu bu tekke “aristokrat” havalı İstanbul Bektaşîliğini temsil etmekteydi.
Kaynaklarda çeşitli başka adlarla da (Gadnî Dede, Hamdi Baba, Merdivenköy, Şahkulu Baba, Şeyh ıMehmed Ali Baba) anılan Şahkulu Sultan Tekkesi’nin ayin günü perşembe idi. Mücerred erkânının uygulandığı tekkede, Dahiliye Nezareti’nin R, 1301/1885-86 tarihli istatistik cetvelinde 30 erkeğin ikamet ettiği belirtilmiştir. Vak’a-i Hayriye’den (1826) önceki dönemde adları tespit edilebilen postnişinler Mustafa Baba (ö. 1682), Yusuf Baba (ö. 1685), Mürşid Ali Baba (ö. 1697), Hacı Feyzullah Efendi iö. 1761), Mahmud Baba (ö. 1793), İsmail Baba (o. 1796), Ali Baba (ö. 1813) ve Âhir Mehmed Baba’dır. Vak’a-i Hayriye’ den kısa bir süre sonra tekkenin Halil Rev- nakî Baba (ö. 1850) tarafından canlandı- rıldığı rivayet edilmekte fakat ikinci bâni olarak genellikle Ahmed Baba (ö. 1849) kabul edilmektedir. Daha sonra meşihat görevini üstlenen postnişinler ise Hacı Sadık Baba (ö. 1852), Hasan Baba (ö. 1857),
Ali Baba (ö. 1863), Mehmed Ali Hilmi De- debaba (ö. 1907), Filibeli Mustafa Yesarî Baba, Ahmed Burhan Baba, Hacı Ahmed Baba (ö. 1918), Ubeydullah Baba, Filibeli İbrahim Fevzî Baba, Ahmed Nuri Baba, Yalvaçlı Mehmed Tevfik Baba ve Merhaba Tahsin Baba’dır.
Şahkulu Tekkesi bütün Bektaşî âsitane- leri gibi şehrin dağdağasından uzak, mesire niteliğinde, asude bir mevkide, geniş bir arazi içinde yer alır. Günümüzde tekkenin arsası doğuda imam Ramiz. (l’ekke Altı) Sokağı, batıda Mania Yolu, güney ve kuzeyde ise komşu parsellerle çevrilidir. İmam Ramiz Sokağı’nm ötesinde Şahkulu Tekkesi’ne bağlı olanların gömülü bulunduğu geniş bir mezarlık doğuya doğru uzanır.
Tekkenin cümle kapısı kuzeyde, bugünkü İstanbul-Ankara otoyolu yönünde yer alır. Cümle kapısının dışında, ulu bir çınarın altında tekkeye bağımlı olan Mâh Baba Çeşmesi bulunmaktadır. Bu çeşmenin yanında günümüze ulaşamamış bir namazgah ile tekkeyi ziyarete gelenlere selamlık vazifesi gören bir kahvehanenin var olduğu bilinmektedir. Cümle kapısından tekkenin bahçesine girildiğinde sağda “kapıcı can” hücresi ile kadınların ağırlandığı bacılar mahfili sıralanır. Aynı sırada yer alan üçüncü birimin de ahırların bakımı ile yükümlü olan at evi babasına ait olduğu tahmin edilebilir. Söz konusu mekânların arkasında kuzey yönündeki çevre duvarı boyunca tekkenin at evi (ahır) uzanır.
Cümle kapısının soluna, kuzey-güney doğrultusunda tekkenin en önemli bölümlerini barındıran ana bina yerleştirilmiştir. Bu bölümler kuzeyden güneye doğm, tekkede yaşayan mücerred babalara ve dervişlere (canlara) mahsus iki katlı ikametgâh, bu kanadın içinde gündelik yemeğin pişirildiği küçük aşevi, ayinlerin icra edildiği meydan evi, özel günlerde kullanılan büyük aşevi ve bununla iç içe bulunan çamaşırhane, “kiler evi”, hamam, aşevi babası ile “kiler evi” babasının hücreleridir. Ana bina kuzey ve doğu yönlerinde daha ziyade babaların gömülü olduğu bir hazire ile kusatılmıstır.,Sahkulu Sultan’ın acık türbesi de bu hazirededir. Ana binanın batı yönünde ise bahçeye nazır setler üzerinde havuzlar ye çardaklar göze çarpar. Bu kesimde, cümle kapısının tam karşısında, tekkeye gelen hatırlı misafirlerin ağırlandığı, şeyh odası niteliğinde bir mekânın bulunduğu bilinmektedir. Ayrıca tekkenin bahçesinde ekmek evinin (fırın), zenbûr e- vinin (arı kovanlarını barındıran yapı), koyun ve inek ağıllarının ve kozahanenin duvar kalıntıları, çeşitli bostan kuyuları ve bir su kulesi görülmektedir.
Tekkerin yakınındaki Çemenzar mevkiinde ise kuruluşundan beri tekke ile bağlantılı olan ve M. Ali Hilmi Dedebaba tarafından 1307/1889-90’da tamir ettirilen GözcyJBaba makamı ve haziresi bulunmaktadır. Göztepe semtinin adını bu makamdan aldığı unutulmamalıdır, Yine bu mevkide tekke sakinleri tarafından yazlık ikametgâh olarak kullanılan büyük bir ahşap köşkün yer aldığı malumdur.
Önünde atlar için düşünülmüş uzun yalağı ile tipik bir kır çeşmesi olan Mâh Baba. “Çeşmesi’nin aynataşmda ve musluk yerinde’teslim taşı kabartmaları dikkati çeker. Tepede Iİ. Âbdüİhamid’in tuğrası ve 1315/ 1897 tarihi yer almaktadır. îki mısralık.manzum kitabenin, sülüsle yazılmış olduğu sezilmekte ise de günümüzde okunması imkânsızdır.-
Namazgâh bütünüyle ortadan kalkmıştır.. Buradan getirildiği anlaşılan 1161/1748 tarihli mihrap taşı yakın tarihe kadar meydan evinin duvarına dayalı olarak durmakta taşın üst kesiminde Lale Devri üslubunu anımsatan kabartmalar bulunmaktaydı.
Cümle kapısının dikdörtgen açıklığı kesme küfekiden sövelerle kuşatılmıştır. Düşey çubuklarla ve dairevi madalyonlarla donatılmış olan yan sövelerin üst bitiminde teslim taşı kabartmaları yer alır. Üst söve başlığının tam ortasına da Bektaşîlerce kutlu ‘sayılan ve “Hacıbektaş taşı.” olarak adlandırılan oniksten bir teslim taşı kakılmıştır. Üst söve başlığı yanlarda pilastr- larla kuşatılmış, üst sınırı bir silme kuşağı ile belirtilmiş, silmenin üzerine oturan kitabe levhası bileşik kemer görünümünde bir alınlığın içine alınmış, yanlara, pilastr- larm hizasına, dikdörtgen prizma biçiminde, üstlerinde birer kürenin bulunduğu babalar yerleştirilmiş, alınlığın tepesine alem olarak “horasanî” denilen tipte bir Bektaşî tacı oturtulmustur. Sülüs hatla yazılmış olan manzum kitabe 1291/1874-75 tarihlidir.
Boyutları en geniş yerinde 47×32 m’yi bulan ana binanın kuzey kesimi iki katli
ikametgâh bölümüne tahsis edilmiştir. “L” planlı bir kitle oluşturan ikametgâhın duvarları tuğla ile örülmüş, pencerelerin büyük çoğunluğu ile kapılar sepet küpü kemerlerle donatılmıştır. Alaturka kiremit kaplı bir çatı île ortülü olduğu bilinmektedir. 1960larda vuku bulan bir yangın sonucunda söz konusu kanat harap olmuş, son yıllarda yalnız cepheleri eski haline uygun olmak kaydıyla yeniden inşa edilmiştir. Bu yüzden özgün planı hakkında bildiklerimiz sınırlıdır. “Esâs giriş güneyde yer almakta, ayrıca kuzeye “Şahkulu Sultan” makamına açılan, diğer bir kapı bulunmaktadır,
Ana binanın güney kesimini işgal eden tek katlı kanada batı cephesinden girilir. Duvarlar moloz taş. ve. tuğla, ile örülmüştür. Büyük aşevi ile çamaşırhanenin ortaklaşa sahip oldukları, düzgün olmayan bir plana sahip mekân yaklaşık 12×6 m boyutlarındâdır. Girince sağda aşevinin büyük ocağı göze çarpar. Burada ilginç olan ocağın aynı zamanda, hemen arkasında bulunan hamamın külhanı olarak kullanılacak şekilde tasarlanmasıdır. Aşevi ocağından sonra hamamın girişi bunun da ötesinde çamaşırhane ocağı yer alır. Solda (kuzey yonünde) meydan evinden bu kanada açılan iki tane kapı-pencere görülür. Doğuda yan yana “kiler evi” ile “kiler evi” babasının hücresi sıralanmaktadır. Isı kaybını asgariye indirmek için hamamın aşevi ocağı ile ile çamaşırhane ocağının arasına yerleştirilmiş olması dikkati çekmekte aynı ilginç çözüm daha önce 1748 tarihli Ab- dal Yakub Tekkesi’nde karşımıza çıkmakta’dır.
Bir câmekân-ılıklık, bir halvet ve bir heladan oluşan hamamda ilginç mimarı ayrıntılar göze çarpar. Bunlardan biri halvet ile camekan-ılıklık arasındaki duvarlarda bulunan tütekli bir lamba penceresidir. Diğeri de camekan-ılıklık mekânının güney duvarında yer alan, alçı kabartma perde motifleri ile çerçevelenmiş ve geç dönem halk resmi türünde hayali bir peyzajla bezenmiş olan niştir. Aşevi babasının hücresi kanadın güneybatı köşesine sonradan eklenmiştir.
Bütun bu bölümler içinde, gerek tekkenin fonksiyon şemasında odak noktasını teşkil etmesi, gerekse de mimari özellikleri bakımından en önemlisi şüphesiz ki .meydan evidir. Tekkenin ana binasının ortasında yer alan meydan evi kuzeyde tekke sakinlerinin odalarını ve küçük aşevini barındıran iki katlı yapıya., güneyde büyük aşevi “kiler evi”, hamam, hela ve çamaşırhane böÎümlerini ihtiva- eden iki katlı diğer bir yapıya bitişiktir. Meydan evi ile bu iki yan kanat_arasında kapılar ile geçiş sağlanmıştır. Batısında ise bir giriş mekanı mahiyetinde olan taşlık ile su haznesi yer almaktadır. Sonuçta meydan evi ancak doğu yönünde serbest kalmakta ve içinde yer aldığı yapı kitlesinden dışarı taşmaktadır.
Ayrıca komşu bölümler ile böylesine kuşatılmış olmasına karşılık yan kanatlara nispetle yüksek tııtulmuş üst yapıs sayesinde dışarıdan bakıldığında bağımsız birbölüm olarak algılanabilmektedir.
Meydan evinin planı muntazam bir onikigenden oluşur. Moloz taş ve tuğla ile örgülü, içten ve dıştan sıvalı duvarlar, kenarları içten 2,80 m uzunluğundaki bu oni- kigeni meydana getirmektedir. Şüphe yok ki bu mekânın tasarımında çokgenler içinde onikigenin seçilmiş olmasının yegâne sebebi On İki İmam kültüne sıkı sıkıya bağlı olan Bektaşîliğin rakam sembolizminde söz konusu sayının kutsallıkta başköşeyi işgal etmesidir.
Meydan evinin güneydoğu (kıble) yönünde yer alan ve planda 1 no. ile gösterilmiş olan kenarında ayinlerde “taht-ı Mu- hammed”in ve “kanun çerağı”nm konulmasına mahsus bir niş bulunmaktadır. Onikigenin doğu yönünde dışarıya taşkınlık yapan dört kenarında (2, 3, 4 ve 5 no’lu kenarlar) yerden başlayan birer kapı-pen- cere açılmış olup bunlardan hazire ve özellikle tekkeye adını veren Şahkulu Sul- tan’ın kabri seyredilmektedir. Âdeta birer niyaz penceresi niteliğinde olan bu açıklıklar, mekânda bulunan bütün diğer pencere ve kapılar gibi, tuğladan örgülü sepet kulpu kemerler ile taçlandırılmış ve dıştan küfeki söveler ile çerçevelenmişlerdir.
Kuzeydeki 6 no’lu kenarda da 1 no’lu- dakine benzer diğer bir niş görülmekte ve bunun yanlarında birer devşirme sütun parçası yer almaktadır. 7 ve 8 no’lu kenarlarda taşlığa açılan ve doğudakiler ile aynı boyutlara sahip olan birer kapı-pence- re vardır. Taşlıktan hem dışarıya hem de ikametgâh bölümüne geçildiğine göre, bu açıklıklar gerek tekkede meskûn olanların, gerekse de ayinlere katılmak için gelenlerin kullanmasına mahsustur. Bunlardan 8 no’lu kenarda yer alan kapı-pence- reden girince sağda yine devşirme bir sütun parçası vardır ki “sırac-ı münir” tabir edilen kandilin kaidesi olsa gerektir. Bu kandil meydan evinin esas girişi olan ve Bektaşîlerce kendisine büyük kutsallık atfedilen. “eşiğin” sağında bulunduğuna göre bu kapı eşik olmalıdır. 9 no’lu kenarda meydan evinin çatısına çıkan kâgir merdivene geçit veren açıkiık yer almaktadır.
Arkasını su haznesine dayamış olan 10. kenarda ise önleri yalaklı üç adet abdest musluğu bulunmaktadır. Bektaşîlerin “telkin ayini” tabir ettikleri “ikrar verme” yani tarikata girme merasiminde “talib”in “rehber” önderliğinde birbirini müteakip üç abdest aldığı ve bunlardan sonuncusunun bildiğimiz namaz abdestine çok benzediği düşünülür ise, buradaki abdest musluklarının alelade bir şadırvan niteliğinde olmayıp tarikat erkânı ile ilgili bir fonksiyonu olduğu ortaya çıkmaktadır, Nitekim taşlıkta bunların eşi olan üç adet musluk daha yer almaktadır ki, kanaatimizce cemaatin abdest almasına mahsustur.
Meydan evinin güneyinde yer alan 11. ve 12. kenarlarda, büyük aşevi, “kiler evi”, hamam, hela ve çamaşırhane gibi mekânların etrafında sıralandığı taşlığa açılan birer kapı-pencere bulunmaktadır. Ayin mekânı ile yemek pişirme mekânı arasında böylesine doğrudan bir ilişki kurulmasının sebebi Bektaşîliğin erkânında, meydan
Meydan evi ile güneydeki bölümlerin planı:
- Giriş taşlığı,
- meydan evi,
III. büyük aşevi,
IV, kiler evi,
V, kiler evi babasının hücresi,
- çamaşırhane,
VII, hamam (camekân-ıiıkhk),
V7II. hamam (halvet), IV- hela,
- Aşevi babasının hücresi.
- Baba Tanman
evinde “ayin-i cenrlerce kumlan “muhabbet sofra’lannda “lokma görülmesi” (yemek yenilmesi) ve “dem alınması’’dır (şarap ve rakı gibi alkollü içkiler içilmesi). Ayrıca telkin ayininde talibin aldığı abdest- lerin ilk ikisinin gusül abdesti niteliğinde olması da meydan evinin hamam ile olan bağlantısını açıklamaktadır. Yine burada meydan evi ile “kiler evi”nin yakın ilişkisi de “kiler evi”n:in yalnız yiyecek ve içeceklerin değil aynı zamanda ayinlerde kullanılan çeşitli tarikat eşyasının (tespih, buhurdanlık, kandil, şamdan, teber, keşkül, nefir vb) saklandığı bir bölüm olması ile açıklanabilir. Nitekim Bektaşîlikten gayri tarikatların erkânından buna benzer hususlar olmadığı için bu tarikatlara bağlı tekkelerin hemen hiçbirisinde ayin mekânı ile mutfak, “kiler evi” ve hamam bölümleri arasında böylesine bir kaynaşma görülmez.
Meydan evinin duvarlarının üst kısmında, her kenarda birer tane olmak üzere, toplam on iki adet pencere sıralanmaktadır. Bunlar alttakiler ile aynı karakterde, ancak biraz daha küçüktür. Bu üst pencerelerin altında, köşelerinde Bektaşîliğin “alamet-i farikası” haline gelmiş olan on iki köşeli teslim taşlarının kabartma olarak yer aldığı birer dikdörtgen mermer levha bulunmaktadır. Bu levhalarda zamanında On İki İtnam’ın isimlerinin yazılı olduğu kolayca tahmin edilebilir. Meydan evinin mimari düzeninde en çok dikkati çeken ve tekkedeki bu bölümün tarikat mimarisi için olduğu kadar genel olarak Türk İslam mimarisi tarihinde önemli bir yer işgal etmesine sebep olan husus ise yapıda kullanılmış olan değişik örtü sistemidir. Şöyle ki, meydan evinin onikigen alanının tam ortasında, kaidesi ve başlığı onikigen olan daire kesitli bir mermer sütun yükselmekte, bu sütunun ekseni etrafında 360° dönen ve bu sütun ile duvarlara oturan, tuğla ile örülmüş bir tür ^dpa2gJorwz]]jnekânı örtmektedir.
Bu arada sütunun yerÜIdığı noktanın Bektaşîlerce “dar” veya “dar-ı Mansur” diye adlandırıldığı “vahdet”, yani Tanrı ile birleşme makamı olarak kabul edildiği, ayrıca sırat-ı müstakîm”i, yani Hakka giden doğru yolu sembolize ettiği ve ayinlerde çok önemli bir yeri olduğu göz önünde tutulur ise; bu noktada yer alan taşıyıcının inşai (rasyonel) fonksiyonunun yanısıra en az onun kadar önemli bir de sembolik (irrasyonel) fonksiyonu olduğu ortaya çıkmaktadır. Hattâ bu mekânı kendilerine has inanç ve sembollere göre şekillendirmiş ve kullanmış olan Bektaşîlerin bu sütunu üst-yapıyı- taşıyan sıradan bir mimari unsur olarak değil meydan evinin batini (ësotérique) muhtevasının en kutsal bir parçası olarak telâkki ettikleri rahatlıkla ileri sürülebilir.
Ayrıca Bu sistemde tarikat sembolizminin bir tekkenin süsleme programını ne ölçüde etkileyebildiğini göstermesi bakımından dikkat çekici ayrıntılar yer almaktadır. Tabanında ve tepesinde silmeler ile donatılmış olan onikigen mermer kaidenin yüzlerinde, her yüzde bir’tane olmak üzere, toplam 12 tane, şamdan üstünde mum kabartması, kaş kemerli nişler içinde yer almaktadır. Bilindiği gibi Alevilik temayyülünün bulunduğu bütün tarikatlarda ve özellikle Bektaşîlikte mum “çerağ” olarak isimlendirilir ve “nur-ı Muhammedi’yi, ayrıca Hz Muhammed ile aynı nurdan yaratıldığı kabul edilen Hz Ali’nin nurunu ve onun neslinden gelen On iki İmam ile bu zatların manevi vârisleri olan velilerin nurlarını sembolize etmektedir. Şüphe yok ki kaidede yer alan on iki çerağ da On İki İmam’ın nuruna işaret etmektedir. Bu sembolik içerikli süslemenin meydan evini “sırat-ı müstakim”i ifade eden orta noktasında yer alması da ayrıca dikkate değer. Sanki bu şekilde, On İki İmam’ın Tanrı’ya giden doğru yolu nurları ile aydınlattıkları gerçeği anlatılmak istenmiştir. Hurufî etkileri ile yoğrulmuş Bektaşî sembolizminde Arap alfabesindeki elif harfinin söz konusu kaidenin yer aldığı dâr noktası ile aynı şeyleri ifade ettiği de hesaba katılır ise bu kaidenin üstünde bir elif gibi göğe doğru yükselen sütunun da sırat-ı mustakimi sembolize ettiği düşünülebilir.
Bu arada söz konusu sütuna ait ola halen İstanbul’da Türk-İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi’nde bulunan çok değişik bir bilezikten de söz etmek gerekir. Sutunû kaideye oturduğu yerden kavradığı anla-şılan bu bilezik tunçtan mamul ve parçadan müteşekkil.olup üzerinde eşit aralıklarla monte edilmiş on iki adet el yer almaktadır. Gerçekçi bir üsluba ve çok temiz bir işçiliğe sahip olan bu eller yumruk şeklinde sıkılmıştır. başparmakları ile işaret parmakları arasında kalan boşluklara ilerde uyandırılmak üzere çerağların yerleştirildiği muhakkaktır. Bu çerağ tutan ellerin herbiri kaidedeki çerağ kabartmalarının birinin üstüne isabet etmektedir. Tekkenin onarımı sırasında bu ilginç bilezik-şamdanın bir eşi imal edilerek özgün yerine monte edilmiştir. Sütun başlığına gelince altı yuvarlak üstü onikigen olan bu başlıkta ampir üslubuna bağlanan kabartma akantus yapıları ve yumurta dizisi gibi süslemeler üretilmektedir. Bunun üstünde yine onikigen olan impost niteliğinde ikinci bir başlık yer almaktadır. Daha yukarıda ise bundan mamul olan 12 adet akantus yapılarından oluşan bir tür taç bulunmaktadır. Yaprakların uçları sola doğru kıvrılmış olup 5 ve 6. yy’ların Bizans Mimarisinde görülen bir başlık tipini hatırlatmaktadır. Bu tacın yapraklarından 12 adet ?? silme hareket etmekte ve B. N. Şehvaroğlu’nun tabiri ile “havai fişek gibi dökülerek” duvarların köşelerine varmaktadır. Böylece yelpaze tonozun yüzeyi oniki dilime ayrılmış olmakta ve plan ile üst yapı arasında görünüş bakımından bir bütünlük sağlanmaktadır. Yelpaze tonozun aslında dıştan onikigen piramit biçiminde ahşap bir külah ile örtülü olduğu halde son tamirlerde bu çalışma iptal edilmiş ve üst yapıya dışarıdan baktığında gözün yadırgadığı çok basık bir kubbe görüntüsü verilmiştir. Meydan evinin alemi mermerden oyulmuş elifi tipte bir Bektaşi tacıdır. Aynı tekkenin cümle kapısında da karşımıza çıkan tarikat tacının alem olarak kullanılma durumu geç devir tekkelerinde çokça görülen bir özelliktir. Meydan evine özgünlük katan bu ilginç tasarım Türk-İslam mimarisinde Şahkulu Sultan Tekkesi’nden önce 12.yy’dan itibaren farklı yapı türlerinde (kümbetlerde tekkelerde sivil mimari eserlerinde) gözükmekte büyük bir ihtimalle orta direkli çadır ve ev tipinden kaynaklanan bu çözüm söz konusu tekkede Bektaşiliğe özgü sembolik değerlerle ve Osmanlı ampir üslubuna bağlanan mimari ayrıntılarla donanmış olarak karşımıza çıkmaktadır.
Baha TANMAN
İstanbul Ansiklopedisi
Location:
İstanbul, Türkiye
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
6 Ağustos 2016 Cumartesi
Seyyid Süleyman Türbesi
ANKARA / ÇUBUK – Susuz Köyü
Seyyid Süleyman Türbesi Seyyid Süleyman Türbesi, Ankara İli, Çubuk İlçesi, Susuz Köyünün girişindedir. |
Seyyid Süleyman Kimdir: Çubuk bölgesindeki önemli Alevi Köylerinden biri de Susuz Köyüdür. Susuz Köyü ocağı Cibali Sultan’a bağlıdır. Horasan’dan bölgeye gelmiş ve burayı yurt tutmuşlardır. Buradaki Alevi Dedeleri Peygamber soyundan gelmektedir.
Seyyid Süleyman Seyyid Abdullah’ın oğlu olup 1274(H) yılında doğmuş, 1317(H) yılında vefat etmiştir. Aşık olan Seyyid Süleyman’ın deyişleri bugün de seslendirilmektedir.
Türbenin Durumu: Türbe köyün girişindeki mezarlıkta, betonarmeden bir mezardır.
Ziyaret Nedeni: Türbeler değişik dilekler ve ihtiyaçlar için ziyaret edilmektedir.
Kaynakça: www.gazi.edu.tr (Çubuk Yöresi Alevi Köyleri -Doç.Dr. İbrahim Arslanoğlu) /www.facebook.com ( Susuz Köyü Sayfası)
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Dokuzlar Türbesi
ANKARA / KALECİK / Merkez
Dokuzlar Türbesi |
Dokuzlar Türbesi |
Dokuzlar TürbesiDokuzlar Türbesi, Ankara İli Kalecik İlçesi merkezinde Cıvık Mahallesi İstasyon Caddesindedir. |
Dokuzlar Türbesinde yatan şahıslar meşhur olmamasına rağmen yöre halkı tarafından ulu kişiler sayılıp ziyaret edilmektedir. Türbede medfun şahıslardan birinin Seyyid olduğu bilinmektedir.
Türbe eğimli bir arazi üzerine oturmuş olup, dikdörtgen planlıdır. Kerpiçten inşa edilen türbe eğimli çatıyla örtülüdür. Türbede dokuz sanduka bulunmaktadır. Türbe Koruma Kurulu kararıyla 1981 yılında 1.Derece Anıt Eser olarak tescillenmiştir.
Kaynakça: www.envanter.gov.tr
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Kırklar Türbesi
AFYONKARAHİSAR -Sandıklı -Tepekent
Kırklar Türbesi |
Türbe betonarmeden sade yapılmış bir türbedir. İçinde tek bir sanduka mevcuttur.
Ziyaret Nedeni: Yöre insanları ve çevre illerden gelenler tarafından ziyaret edilen türbe genellikle çeşitli sorunlarına derman bulmak amacıyla dilek dilemek ve adak adamak için gelinir. Her türlü sıkıntı, dert ve hastalık için ziyaret edilmektedir. Türbede dilekleri için küçük taşlardan şekiller yapılmaktadır.
Kaynakça: Ali Osman Karakuş - Sandıklı Türbeleri-I –Sandıklı Belediyesi -2011 /www.metinozdemir87.blogspot.com (Resimler için Metin Özdemir’e teşekkür ederim.)
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Kadınana Türbesi
AFYONKARAHİSAR –Merkez –Kadınana Caddesi
Kadınana Türbesi
|
Kadınana Kimdir: Afyonkarahisar’da Kadınana adında üç kız kardeşin 2 adet türbesi vardır. Bu maddede andığımız Kadınana Asiye Sultan olarak anılmaktadır. Kardeşleri Melek Peykerve Naime Gevher Hanım’dır.
Kadınanalar Selçuklu Hükümdarlarından III. Alaaddin Keykubat’ın kızlarıdır. Anadolu valisiEmir Çobanoğlu Demirtaş (Timurtaş) Beyin zulmünden kaçarak Afyon’a gelirler. Üç kız kardeşte Afyon’un imarında bir çok iş yaptıklarından dolayı Kadınana olarak anılmışlardır. Asiye Sultan yaklaşık bin kişilik mezarlık yaptırmıştır.
Türbenin Durumu: Türbe 13. veya 14.yüzyılda kesme taştan yapılmış kubbeli tarzdadır. Türbenin içinde sadece bir sanduka bulunmaktadır.
Ziyaret Nedeni: Çevre halkı tarafından sayılan, sevilen ve hürmet edilen Kadınanalar değişik dilekler için ziyaret edilmektedir.
Kaynakça: Abdulhalim Durma – Evliyalar Şehri Afyonkarahisar – 2009 /www.panoramio.com
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Seyyid Hasan Basri Türbesi
AFYONKARAHİSAR -İscehisar -Seydiler Beldesi
Seyyid Hasan Basri Türbesi |
Türbe Tabelası |
Seyyid Hasan Basri Türbesi |
Seyyid Hasan Basri Türbesi |
Seyyid Hasan Basri Türbesi |
Seyyid Hasan Basri Türbesi |
Seyyid Hasan Basri Türbesi |
Seyyid Hasan Basri TürbesiAfyonkarahisar İlinin İscehisar İlçesine bağlı olan Seydiler Beldesi Cumhuriyet Mahallesinde camisi ile bitişik türbesi vardır.
Seydiler kasabasına ismini veren Seyyid Hasan Basri ve arkadaşlarıdır. Halep’te öğrenim gördükten sonra, Hacı Bektaşı Veli’nin yanına gelen Hasan-ı Basri burada eğitimini tamamlayıp arkadaşları, Yargeldi Sultan, Hayran Balı Sultan veKaraca Ahmet Sultan ile birlikte Afyonkarahisar’a gelip burada dağılırlar ve kendi zaviyelerinin kurarlar. Hasan-ı Basri’nin Kadiri tarikatına mensup olduğu belirtilmektedir.
Bektaşi menakıplarında adı Karaca Ahmet Sultan ile birlikte adı anıldığından Hasan-ı Basri’nin 13.yüzyılın sonu veya 14.yüzyılında başında yaşadığı düşünülmektedir. 1333 tarihli icazetnameye göre asıl adı Hasan bin Basri bin Habib’dir.
Türbe camiye bitişiktir. Ahşap tavanlı türbe yine iki adet ahşap direk ile desteklenmektedir. Türbede Hasan-ı Basri’nin sandukasının haricinde bu zaviyede görev almış arkadaşlarının sandukaları bulunmaktadır. Türbede Hasan-ı Basri, eşi ve oğlunun türbesinin haricinde yedi tane arkadaşının türbesi bulunmaktadır. Türbede dört adet sancak bulunmaktadır. Ayrıca gelen hastanın türbede gecelemesi için de bir yatak bulunmaktadır.
Türbenin yanındaki hazirede değişik dönemlerden kalma arkeolojik devşirme taşların da kullanıldığı mezarlar bulunmaktadır.
|
Ziyaret Nedeni: Genellikle kedi köpek ısırması üzerine ısırılan kişi türbeyi ziyarete getirilir. Türbedar tarafından türbeden alınan toprakla ovalanan kişiye, perhiz verilir ve tuz yedirilir. Hayvan tarafından ısırılan kişinin, eğer ısırılmadan kısa zaman sonra türbeye getirilirse iyileşeceğine inanılır.
Türbeye bayılma ve benzeri rahatsızlıkları olan hastalar getirilir. Hastalar günün her saati kabul edilir. Hastaya tekkenin görevlendirdiği hastabakıcılar bakar. Hasta suya baktırılır, üşüyüp üşümediği sorulur.
Türbeye Hasan-ı Basri hazretlerinin torunları bakmaktadır. Gelen hastaya kadınsa kadın, erkekse erkek görevli eşlik eder. Kuduz tedavisinde şu ilginç uygulama yapılır: Ağustos ayının başında 10 gün kadar tekkeye 1cm büyüklüğünde Kuduz Böceği denilen böcekler gelmektedir. Bu böcekler sadece Tekke görevlileri tarafından toplanır ve kaplara konularak ölmesi beklenir. Ölünce güneşte kurutulan böcekler, tedavi için toz haline getirilir.
Hayvanlar ısırılan kişiler tedavi için tekkeye gelir. Muayene edildikten sonra tedavi genellikle bir gün sürer ve yeterli sonuç alınamazsa tedavi üç güne çıkarılır, sonra yanına terkipten verilerek hasta evine gönderilir. Tedavide, hasta Hasan-Basri’nin sandukası yanında dua ettirilir, tekke suyunun içine bir fiske Kuduz Böceği tozu, türbe toprağı karıştırılır ve hastaya üç yudumda içirilir. Sonra yağsız, tuzsuz çorba mayasız ekmekle beraber hastaya verilir. Hasta tedavisi iyileşinceye kadar aynı şekilde devam eder.
Kuduz Böceği Unu |
Menkıbeler: 1-) Bektaşi Menakıbına göre Seyyid Hasan Basri, Karaca Ahmet Sultan,Yargeldi Sultan (Akşemsettin) ve Hayran Veli Sultan arkadaştırlar. Eğitimlerini tamamlayıp Afyon’a gelirler ve dolaşırlarken susarlar ve namaz vakti gelmiştir. Karaca Ahmet Sultan asasını yere vurur ve yerden su fışkırır. Çıkan su ile işlerini hallederler. Bu suyun çıktığı yere bir çeşme yapılır. Bu çeşme bugün Olucak Çeşmesi’dir.
2-) Bu menkıbe diğer versiyonunda ise Hasan Basri ve askerleri Afyon’dan dönerlerken askerlerinden birisi yolda rahatsızlanır. Karın ağrısı çeken askeri görünce Hasan Basri asasını yere vurur ve topraktan “acı su” fışkırır. Bu suyu içen askerin karın ağrısı hemen geçer. İşçehisar’ın doğusunda iki tepe arasında bu su hala kaynamaya devam etmektedir.
Kaynakça: Nihat Aytürk – Bayram Altan – Türkiye’de Dini Ziyaret Yerleri- Altanoğlu – 1992 / Abdulhalim Durma –Evliyalar Şehri Afyonkarahisar -2009.
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)