KARIŞIK

27 Mayıs 2016 Cuma

Hızır Çelebi Türbesi istanbul

Hızır Çelebi Türbesi

istanbul

Katip Çelebi’nin kabri

Katip Çelebi’nin kabri

Neccar Dede türbesi.istanbul

Neccar Dede türbesi.istanbul

Hasan Dede Türbesi

Hasan Dede Türbesi..kadirli





Türbe, İlbistanlı köyünün güneybatı uç noktasında, Savrun'la Balıklağa suyunun birleştiği çatta bulunmaktadır. Kadirli'nin 7 km kuzeyinde ve Savrun vadisinin batı yakasındadır. Zaten bu mıntıka, Hasan Dede olarak bilinir. Hasan Dede Köprüsü'nün ve Sulama Re-gülatörü'nün yamacındaki düzlük arazide yer alır.
Türbenin maki tipi çalılık olan çevresi, aynı zamanda bir mezarlıktır. Kuzeybatı dibinden bir yol geçer ve bu yolla türbeye ulaşılır. Türbe yanındaki çalılara, eski Türk inanışlarına göre iplik, çaput, bez, kumaş parçası bağlandığı, silindirik gövdenin dış kısmına ince iplikler dolandırıldığı görülür.
Türk-İslâm mimarisinde önemli bir yeri olan mezar anıtlar (anıt mezar), kümbet veya türbe olarak inşa edilmiştir.
Hasan Dede Türbesi, görünen kadarıyla türbe-kümbet karışımı bir özellik gösterir. Çünkü anıt mezarların dört duvar üzerine kubbe ile örtülü olanlarına "türbe", silindirik veya çokgen gövde üzerine konik veya piramit çatı ile örtülü olanlarına "kümbet" denir.
Bu tür mezar anıtlar, Selçuklulardan gelen bir dini mimarî çeşididir. Bu yapı türü , Beylikler ve Osmanlılarda da devam etmiştir. Bu türbe ve kümbetlerin biçimi, genellikle eski Türk çadırlarını andırır. Zaten bu yapı tarzı, çadırın mimariye yansımasının bir türevidir.
Hasan Dede Türbesi, silindirik gövde ve yarım küre şeklindeki çatı ile klâsik Selçuklu kümbetlerini hatırlatır. Zaten yapı, Selçuklu tarzının acemice yapılmış bir taklidi izlenimini vermektedir. Bu türbe, çevremizin kendi türündeki tek örneği olup primitif bir yapıdır.
Hasan Dede Türbesi silindirik, dairesel veya yuvarlak bir plân ve gövde üzerine oturtulmuştur. Örtü sistemi olarak kubbe kullanılan türbe, son derece sade, ilkel ve hatta kaba saba bir şekilde inşa edilmiştir. Yapının kaide veya temel durumu; yapılan kalın sıva, dökülen beton, duvar dibindeki toprak, taş ve çalılardan pek inceleneme-mektedir. Yarım küre şeklindeki mekân örtüsü kubbenin, dış yüzeyinin tepe veya üst noktasında hotozvari sivri bir tepelik vardır. Bu kubbe külahlı çatı, gövde duvarı üzerindeki korniş veya saçakvari dairesel bir kuşak üzerine oturtulmuştur. Bu kuşak, gövde ile kubbe arasında, dış cephede bir çıkıntı oluşturur.
101
Kubbede destek kasnaklarının olup olmadığı belli değildir. Kalın duvar; payanda, paye veya direk görevini de görmektedir. Yanında ek bir yapı ve eklenti yoktur.
Türbenin gövde kısmını oluşturan duvarın kalınlığı 1 metre 11 santim; yapı içinde ta-ban-tavan yüksekliği 3 metre 85 santim; taban çemberi dıştan 22 metre 50 santim, içten 16 metre 50 santim; taban çemberinin çapı 5 metre 20 santim; türbenin dikey kesiti dıştan 13 metredir. Kubbenin yatay alt kesit dairesi tabanla aynı olup dikey kesiti biraz yarım küremsi, biraz da ko-niksi olduğu için 8 metre 40 santim gelmektedir.
Köylüler tarafından yapılan restorasyonların, eserin orji-nal hâline uygun yapılıp yapılmadığı şüphelidir. Türbenin dış ve iç yüzeyi kalın bir sıva ile kaplıdır. Bu sıva, eserin bütün orijinalitesini örtmüştür. Sıvanın altında kalan yapı malzemelerinin çeşidi bilinmemekle beraber, kagir olduğu tahmin edilmektedir. Sıvanın üzeri, dışta koyu yeşille, içte açık yeşille badana edilmiştir.
Türbenin dış ve iç cephelerinde herhangi bir allegorik ve sembolik kabartma, süsleme, bezeme, minyatür, motif, nakış, rölyef ve friz gibi dekoratif bir iz yok, varsa da sıva tarafından kapatılmıştır.
İçeriye kuzeybatıdaki iki basamaklı bir merdivenden girilir. Türbenin kapısı ahşap ve yeşil boyalıdır. Duvarın iç yüzey kısmıyla silme olacak şekilde takılan bu tahta kapının eni 70 santim, boyu ise 1 metre 30 santimdir.
Mevcut kapı yerinin portal (anıt kapı) bir niteliği yok gibidir. Ka-pıüstü, dışta beşik kemer biçimindedir. Kapı yeri, duvar içinin devamında ve kemer seviyesinden itibaren dikdörtgen biçimindedir. Kapının arkasında yarım ay şeklinde bir iç alınlık vardır. Burada eski rakamlarla 1325 yazılıdır. Gövde duvarı ile kubbe arasındaki dışa çıkıntılı dairesel kuşak, kapı üstünün yan taraflarında aşağı kıvrılarak kapı boşluğunda biter ve nisbeten simetrik bir şekil oluşturur. Kemer üzeri ve üst yan kısımlarda ilkel tarzda yapılmış oyuklu ve kabartmalı kapı üstü şekilleri vardır.
Kapı üstündeki mermer levha 199O'lı yılların başında konmuş, üzerinde "Hasan Dede Türbesi 1365-1440" ibaresi vardır. Bu kitabenin hangi kaynağa dayanılarak yazıldığı ve kim tarafından konulduğu bilinmemektedir. Kemerin arka tarafındaki iç alınlıkta bulunan eski tarih yanlış okunmuştur. Doğrusu 1365 değil, 1325'tir. Eski rakam-lardaki iki'nin iki şekilde yazılması ve bunlardan birinin 6'ya benzemesinin, bu yanlışlığı doğurduğu kanaatindeyiz.
Türbe, 15.02.1960 tarihinde Hüseyin Pınartaşı tarafından onartılmıştır.
Türbenin, içte silindirik bir mekân üzerine kubbeli bir mimarisi vardır. İç duvar ve kubbe yine kalın bir sıva ile örtülmüştür. Silindirik türbe duvarının kıble (güney) yönünde "günah deliği" denen bir pencere vardır. Penceresi içte 35-73 santim, dışta 25-57 santim açılımlıdır. İç yükseklik 68 santim, dış yükseklik ise 85 santimdir. Pencere içten dışa doğru daralmakta ve içe meyillidir. Mazgalvari olan
pencerede kasa, çerçeve ve koruyucu demir gibi elemanlar yoktur.
Doğu-batı doğrultusundaki sanduka, ahşap yapılı olup türbenin biraz güney kısmındadır. Tahta sandukanın boyu 2 metre 35 santim, eni 1 metre 4 santim, tabut kısmının açısı ise 1 metre 62 santimdir. Baş ve ayak uçlarında hece taşları olup hece taşlarının baş kısmına birer emanet taş konmuştur. Hasan Dede'nin kemikleri, rivayete göre sandukanın altındadır. Anlatılan efsaneye göre ise yoktur. Mezarın bulunduğu mahzen kısım ise bilinmektedir.
Türbenin tabanı tahta ile kaplı olup üstü değişik türde sergilerle örtülüdür. İçeride namazlağa-lar, abdest almaya ve yemek yapmaya yarayan eşyalar vardır. Ayrıca Kuran-ı Kerim, değişik surelerin yazılı olduğu kitapçıklar ve Kuran sehpası vardır. Aydınlatma amacıyla konulmuş sehpaya ise çeşitli ip ve çaputlar bağlanmıştır.
Türbeye adı verilen Hasan Dede ile ilgili tarihî bilgilere sahip değiliz. Ancak yöre halkı türbenin bin yıllık olduğunu belirtmekte ve Hasan Dede'yi Hoca Ahmet Yese-vi'nin Anadolu'ya gönderdiğine inanmaktadır.
Anlatılan efsanelere göre Hasan Dede çobanlık yapmaktay-mış. Halk, çevredeki bir değirmene uzakça bir yerden değirmen taşı getirmek istemiş, fakat taşı bir türlü yerinden oynatamamış. Bu durumu gören Hasan Dede, değir-
men taşını götürebileceğini söyler. Yirmi otuz kişilik köylü grubu ise Hasan Dede'nin bu teklifiyle alay ederek evlerine dağılır. Hasan Dede ise bunlara aldırmaz ve "Gel taşım, gel taşım." diyerek yola düşer. Taş arkasından yuvarlanarak gelir.
Köylüler tekrar taşı bıraktıkları yere geldiklerinde onu yerinde bulamazlar. Araştırdıklarında taşın Hasan Dede tarafından değirmene getirildiğini anlarlar. Sırrı ortaya çıkan Hasan Dede ise, hırkasını taşın başına bırakarak kayıplara karışır. Hırkasının bulunduğu yere ise çevre halkı tarafından bir mekân türbesi yapılır.
Yöre halkı yağmur duası, çeşitli hastalıklara şifa, dilek ve isteklerinin kabulü için namaz kılar, kurban keser, Kur'an ve mevlüt okur, istek ve dileklerinin kabulü için dua eder. Türbenin çevresindeki çalılara da bez, ip ve çapuî bağlandığı görülmektedir.
Yine rivayetlere göre Hasan Dede, Akkoca, Kalfa Dede, Mölhe Dede, Avluk Dede gibi çevremizde ermiş olarak bilinen kişiler, Te-keçöğü dağının tepesindeki ziyaret yerinde buluşur, bir araya gelirlermiş.
Alibeyli (Natır), Armağanlıı (Şeyh Sami) ve Kadirli'deki ((Çu-kobirlik civarı) türbe veya kubbeler yıkıldığı için, bunlar hakkında bir araştırma yapılamamıştır. Ancak, bunların Selçuklu mirası ve kümbet tarzında oldukları söylenmektedir.

24 Mayıs 2016 Salı

MÎR SEYYAF KARADENİZ TÜRBESİ

MÎR SEYYAF 

KARADENİZ TÜRBESİ

DİYARBAKIR







Diyarbekir'in Fethi Sırasında Sehit Düşen Sahabemiz Mir Seyyaf Hazretleri, Sur İlçesi, Hasırlı Mahallesi Karadeniz 2. Sokak’ta yer almaktadır. Halk arasında Karadeniz Ziyareti olarak da bilinen türbede, Sahâbe-i Kirâm’dan olduğuna inanılan Mîr Seyyaf medfûndur. 

1316/1898 tarihli Salnâme-i Diyarbekir’de, Diyarbakır’da kabri bulunan Peygamber, sahâbe ve evliyâya ait türbelerin anlatıldığı kısımda Sahâbe-i Kirâmdan Mir Seyyaf Hazretlerinin Karadeniz diye isimlendirilen yerde medfûn olduğu ve türbesinin bakımlı olduğu yerde kaydedilmektedir.


Kesme ve moloz taşlardan yalın bir tarzda yapılmış olan türbe, kare gövdeli, beşik tonozla örtülü bir yapıdır. Türbenin giriş cephesinde, kapının solunda bir penceresi vardır. 

Hazırlayan: Selim Kaplan

Seyyid Mir Hamza Nigari Türbesi

Seyyid Mir Hamza Nigari Türbesi

AMASYA –Merkez-Şamlar Mahallesi


Şirvanlı Cami
Hamza Nigari Türbesi
Seyyid Mir Hamza Nigari Türbesi, Amasya İli merkezindeki Şamlar Mahallesindeki Şirvanlı Camisindedir.
Azerbaycan’ın Karabağ Bölgesinde bulunan Cicimli Köyünde doğmuştur. Rus baskısı sebebiyle Amasya’ya gelip İsmail Şiraceddin Şirvani’nin müridi olur. Daha sonra icazetini alıp, Azerbaycan ve Osmanlı topraklarında irşad görevini yerine getiren önemli bir şairdir. Nakşibendiye tarikatının Halidiye Koluna mensuptur. Türkiye ve Azerbaycan’da Türkçe divanı ile bilinmekte ve hakkında araştırmalar yapılmıştır.
Özellikle Karapapak Türkleri arasında çok sevilmekte ve sayılmaktadır. Gazel ve kasideleri dilden dile söylenerek bugün dahi canlılığını sürdürmektedir. 
Hamza Nigari Sandukası
Türbe cami içerisindedir.

Türbe hayır duası için ziyaret edilmektedir.

Kaynakça: Yard.Doç.Dr. Parvana Bayram –Azerbaycan ve Türkiye’de Yayımlanan Seyyid Nigari Divanları Hakkında -2012 / www.amasya-abdulhalim.blogspot.com.tr

Taylan Köken

TİMURLENK TÜRBESİ..ÖZBEKİSTAN

TİMURLENK TÜRBESİ..ÖZBEKİSTAN






Timur, 1405’de öldüğünde imparatorluğu, Avrupa sınırından Çin sınırına dayanmıştı.  Bu boyutta yaşayan ve düşünen imparator olarak adını ve elbette hanedan adını ölümsüzleştirmek istiyordu. Çin seferindeyken, Çin sınırına yakın Otrar’da eklenmedik ölümü, sonunu başkentinden çok uzaklarda getirmişti. Bedeni mumyalandı. En değerli ağaçtan yapılmış sandukaya konuldu ve büyülü başkenti Semerkant’a getirildi.
Timur, bugünkü Özbekistan’ın K Eyaletinde, Shakhrisabz’de (Şehrisebz –Yeşil Şehir) doğmuştu. Çin sınırından Ege Denizi’ne kadar, o günkü dünyanın büyük bölümünü ele geçirmesine rağmen doğduğu yer ile bağlantısını koparmadı. Bugün de önemli bölümü ayakta duran yazlık konutu Ak Saray’ı yaptırdı. Çok az bölümü ayakta kalsa da Ak Saray’ın büyük boyutlu bahçesi üzerinde, kendisini savaşçı kıyafeti içinde betimleyen büyük heykeli bulunur. Bu anıtın çevresi bugün bayramyeri gibidir.Yeni evliler nikahları kıyılır kılınmaz burayı ziyaret ederler. Bayramlarda aileler, çocuklarına, bebeklerine en iyi elbiselerini giydirerek buraya getirirler. Çevrede onlarcası hazır bekleyen seyyar fotoğrafçılara poz verirler; bu fotoğraflar evlerinin en önemli köşesini süsler.
Şehri Sebz’de arkada Timur’un yazlık sarayı, önde büyük Timur anıtı

Dahası Timur, Şehr-i Sebz’de yazlık sarayı yakınlarında, genç yaşta ölen iki oğlu, Cihangir ve Ömer Şah için Mozeleum Kompleksi inşa ettirmişti. Bu kompleks içinde kendisi için de bir mezar odası inşa ettirdiği bilinmekle birlikte bu konuda başka herhangi bir bilgi bulunmamaktaydı. Ta ki 1960 yılında küçük bir kız çocuğu Timurlu Mozelesi Kompleksi yakınlarda oynarken üzerine bastığı yerin çöküp açılan çukura düşmesine kadar. Çocuk kurtarıldı ve aynı zamanda sadece varlığı bilinen Timur’un Mezar odası bulunmuş oldu.
Mezar odasının duvarındaki yazıtta Timur’un mezar odası olduğunu kayıtlıydı. Dahası, koca odayı hemen tamamen dolduran devasa bir lahit doldurmaktaydı. Ağırlığı nedeniyle lahdin kapağı zorlukla açılabilmişti ve içinin boş olduğu görülmüştü. Anlaşılan, Timur sağlığında mezar odasını hazırlatmış, bu mezar odası muhtemelen Orta Asya geleneğine bağlı olarak Atila’ya, Cengiz Han’a yapıldığı gibi gizli tutulmuştu.
Timur’un kullanılmayan büyük lahdi. Rehber anlatıyor, Türkiye’den gelen ziyaretçiler fatiha okuyor.

Büyük lahdin zorlukla sığdığı yer altı mezar odasında rehbere sormuştum; “Timur müslümandı, o halde bedeni bir lahit içine konulamazdı, toprağa gömülmesi gerekirdi. Halbuki bu lahit genel olarak Eski Roma – Yunan lahitleri benzeriydi, içine ancak ölünün bedeni konulabilirdi.”. Rehber o anda cevap verememiş, araştırıp bildireceğini söylemişti. Yanıtı birkaç hafta sonra geldi. “Timur hem kendisini, hem ardıllarını ebedileştirmek istiyordu, onun için toprağa gömülmedi, bedeni mumyalandı.”
Orta Asya tarihini de dikkate alarak şaşırmamalıyız. Bugün Orta Asya’da, hem de çok iyi korunmuş olarak yüzlerce mumya bulunmuştur. Daha yakın zamana ve Türkiye coğrafyasına gelirsek, beylikler döneminden kalma kümbetlerde, daha önceden varlığı bilinmeyen mumyalar bulunmuştur. Yerel müzelerde, bu mumyalardan birkaçı sergilenmektedir. Görünen odur ki Türkler Anadolu’ya geldiklerinde Müslümanlığı seçmiş oldukları halde kültürlerini ve yaşayış biçimlerini ve adetlerini bir oranda eskiye benzer biçimde sürdürmekteydiler. Önemli ölüleri mumyalamak da bu adetlerden biriydi. Osmanlı Tarihinde de serhat boylarında ölen bazı sultanların defnedileceği İstanbul’a getirilinceye kadar mumyalandığı –tahnit edildiği- iyi bilinmektedir. Dahası tarihsel kayıt olarak değil fakat söylenti olarak Fatih’in mezarına mumyalanmış olarak konduğu öne sürülmektedir. Benzer biçimde, tarihsel kayıtlara değil fakat tanıklıklara dayanarak Mevlana’nın bedeninin mumyalanmış olabileceğini belirtilmiştir.
Gerçekte Timur’un Çin sınırı yakınında vefat ettiği, soğuk, kar ve buz nedeniyle bedeninin Şehrisebz’de hazırlanan mozoleye defnedilemeyip, Semerkent’a götürüldüğü, orada Timur’un sağlığında gene genç yaşta ölen oğlu Muhammed Sultan için yaptırdığı Gur Emir Mozelesine defnedildiği bilinmektedir. Anlaşıldığına göre Timur’un bedeni mumyalanmış olarak taş lahde yerleştirilmiştir. Timurlu Hanedanı bugün Şehrisebz’deki Timurlu Mozolesinde değil, Semerkant’taki Gur Emir Mozolesinde yatmaktadır. Gur Emir, Emir’in (hükümdarın mezarı) anlamına gelmektedir.


Timur gibi bir hükümdarın elbette birden çok oğlu ve torunu vardı. Torunu Muhammed Sultan, Timur tahtının varisi gibi görünüyordu ve Timur’un aşırı ilgi ve sevgisi bu torununun üzerineydi. Ne var ki Muhammet Sultan 1404 yılında, beklenmedik şekildi genç yaşında ölüvermişti. Timur bu çok sevdiği ve ardılı olarak gördüğü torunu için Semerkant’ın seçkin bir tepesinde adına yaraşır bir büyük mozeleum inşasını emretti. Muhammed Sultan buraya defnedildi. Mozeleum aslında büyük bir kompleksti, anıt mezar, camii ve medrese yapılarından oluşuyordu.
Kadere bakın ki Timur’un kendisi de bir yıl sonra beklenmedik zamanda vefat etti ve çok sevdiği, el üstünde tuttuğu torununun yanına defnedildi. Artık Şehrisebz’deki mezar kopleksi bırakılmış ya da unutulmuştu. O zamandan sonra Gur Emir, tüm Timur hanedanın birlikte yattığı anıt mezar durumuna getirildi. Nasıl ki kurduğu imparatorluk Timurlu Devleti, hanedanı Timurlu hanedanı olduysa, Gur Emir de Timurlu’ların anıt mezarı oldu. Timur’un ölümünden sonra oğlu Şahruh, diğer oğlu Miranşah ve torunu Uluğ Bey buraya defnedildi. Dahası, Timur’un spritüel direktörü Seyit Bereke ve Şah Hoca buraya defnedildi. Sonuçta Hükümdar Mezarının kubbesi, tüm Timuridlerin mezarı olmuştu.

 Anıtmezarın ana salonu. Siyah taş Timur’a ait, sağ yanında torunu Uluğ Bey. Ortaasya mimari şaheseri kubbenin altında ölümün adeta kutsandığını hissediyorsunuz.

Gur Emir Mozolesi yedi bölümden oluşuyordu: Sağda Müslümanların dua ettiği hanaka, solda medrese ve merkezde mosoleum, iki tarafında anıtı tamamlayan iki minare. Ne yazık ki ne medrese ne de hanaka günümüze ulaşamamıştır.
1996’da Timur’un 600. doğum yıldönümü kutlanırken tüm anıt büyük bir rekonstrüksiyona tabi tutulmuştur. Anıtın bugünkü hali ile ancak fotoğrafları bulunan eski durumu karşılaştırıldığında esaslı ve aslına en uygun onarımın nasıl yapıldığı gözler önüne serilmektedir.
Mozelenin mezar bölümüne girildiğinde göz kamaştırıcı bir ruhsal görünüm ile karşılaşılır. Anıtın yüksek kubbesinin altında üç sıra halinde yan yana yatan on kadar mermer mezar taşı. Sadece Timur’un mezartaşı siyah renkte nephritis taşıdır ve açık renkli diğerlerinin yanında daha küçük boyutlu olmasına rağmen hemen dikkati çeker. Tahmin edileceği gibi burası sembolik mezardır. Gerçek mezar bu salonun altındaki salonda bulunmaktadır ve ziyarete açık değildir. Ziyarete açık olan sembolik salon ve  taşlar iyi korunmuş olmasına rağmen alttaki solon ve gerçek mezarlar, yüzyıllar içinde birkaç kez su baskınına uğramış ve önemli tahribat görmüştür.
Sembolik Mezar salonunun alt katında, ziyarete kapalı esas mezar salonu, Timur’un gerçek lahdi.,Gur Emir crypt, foto Dan Waugh

Timur’un bedeni, taş lahdinin içinde yatmaktadır. İslam geleneği ile başı Mekke’deki Kabe’ye yöneliktir. Orta Asya geleneğinde kutsal ölülerin mezarlarına konulan atkuyruğunun burada da bulunduğu mozelenin onarımı sırasında ortaya çıkarılmıştır.
Esas mezar salonundaki tüm lahitler 1941’de açılmıştır. Mezarların açılacağı duyulduğunda Semerkant’ın yaşlı bilgeleri, mezarların açılmamasını, kutsal ölülerin, özellikle Büyük Timur’un bedenlerinin rahatsız edilmemesini istemişlerdir. Çünkü Timur’un mezarının açılması, savaş ruhunu yenden harekete geçirecekti. Bu inanç, Mısır’da Tutankamon’un mezarı açıldığında karşılaşılan ve mezarın açılması durumunda ortaya çıkacağı belirtilen tehditleri içeren yazıtla aynı anlama geliyordu. Görülüyor ki ölüm kültü, Tutankamon’dan üçbin yıl sonra Timur’un mezarı için de geçerliydi ve evrensel bir niteliğe sahipti.
Buna rağmen 1941 haziranında bütün mezarlar açıldı. Efsaneyi doğrular biçimde iki gün sonra bölge İkindi Dünya Savaşı etkisi altına girmişti. Semerkantlılar, savaşın başlamasını Timur’un mezarının açılmasına bağlamışlardı.
Bilimciler özellikle iki konuyu merak ediyorlardı. Timur, tarihte Timurlenk (aksak Timur) olarak bilinir. Bu doğrulanabilir mi? Burada yatan gerçekten Timur mudur? Torunu Uluğ Bey, oğlunun da karıştığı bir eylemle başı kesilerek ya da boynu vurularak öldürülmüştür. Gerçekten öyle midir?
Lahitlerden çıkarılan kemikler Leningrad’da götürüldü ve incelendi.  Timur gerçekten aksaktı, çünkü bir ayağı diğerinden daha kısaydı. Uluğ Bey boynu vurularak öldürülmüştü. Antropolog Gerasimov, kafataslarını inceleyerek tüm hanedanın portrelerini yaptı. Beden kalıntıları tekrar yerlerine kondu.
Timur tarihsel bir kişilik olarak oldukça yenidir, 600 yaşındadır fakat tarihin üç-beş büyük cihangirinden biridir; adı Büyük İskender, Büyük İskender, Sezar ve Cengiz ile birlikte anılır. Ankara Savaşı’nda batıda yeni yeşermeye başlayan Osmanlı’yı yenmiş olması, sonuçta aynı kandan gelen iki hükümdarın savaşı olsa da sonuçta tarihtir ve neden böyle olduğu konusunda tarihin yargılanmaması gerekir. Sonuçta Timur,  etse de ana dili olarak Büyük Türkçe’nin Özbek kanadını konuşmaktadır.

23 Mayıs 2016 Pazartesi

Gadir Mescidi

Gadir Mescidi



Gadir Mescidi'nin tahrip edildikten sonraki hali
Gadir Mescidi, tam olarak Peygamber Efendimizin (s), Hz. Ali’nin (as) velayet ve imametini ilan ettiği, Gadir-i Hum hutbesini irad buyurduğu yerde, Hz. Peygamber'in öğle namazını eda ettiği su birikintisi ile göze arasında inşa edilmiştir. Mescidin coğrafî konumunu bildiren rivayetlerinde Bekrî ve el-Hamevî, bu mescitten Nebi Mescidi diye bahsetmektedirler. Nitekim siyer müellifleri Vâkıdî ve İbn Hişâm'ın rivayetlerine göre sahabîler, Hz. Peygamber'in namaz kıldığı yerleri mukaddes sayarak orada mescid bina etmişlerdir. Vâkıdî bu şekilde yapılmış on beş, İbn İshâk'tan nakleden İbn Hişâm ise on yedi mescidin ismini saymaktadır. Dr. Caferiyan ise bu rivayetleri nakletmez, mescidi Şiîlerin yaptığı görüşündedir. İnşa edildiği tarihten itibaren Ehl-i Beyt İmamları (as), Şiîleri bu mescide gitmeye teşvik etmişlerdir.

Kuleynî’nin el-Kâfi’de naklettiğine göre İmam Cafer es-Sadık’la Medine’den Mekke’ye yolculuk eden Hassan Cemmal şöyle rivayet eder: Gadir Mescidi’ne vardığımızda Efendimiz mescidin sol tarafına bakıp, “Burası Resulullah’ın durduğu yerdir. Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır,’ sözünü burada söylemişti,” dedi.

Yine aynı kaynakta yer alan bir başka hadisinde İmam Cafer es-Sadık, Resulullah’ın Hz. Ali'yi imam tayin ettiği, Allah’ın hakkı aşikâr ettiği yere inşa edilen Gadir Mescidi’nde namaz kılmanın müstehap olduğunu söyler. Bu yüzden Mekke’ye giden Şiî hacı kafileleri, Gadir Mescidi’ni ziyaret etme imkânı olduğunda mutlaka bu mescide gidip namaz kılmışlardır.

Şehid-i Evvel diye tanınan Muhammed b. Mekkî (ö. 1384) kendi zamanında mescidin yalnızca duvarlarının durduğunu ve hac güzergâhının genellikle mescidin yanından geçtiğini haber vermektedir.

Seyyid Muhsin Emin (ö. 1953), Şeyh Ensarî (ö. 1864) döneminde Hindistanlı Şiî padişahların bu mescidi onardığını bildirmektedir.
Gadir Mescidi'nin tahrip edildikten sonraki hali
Farsça haber sitelerinde yer alan bilgilere göre Gadir Mescidi, mukaddes mekânları ziyaret etmeyi şirk telakki eden Vahhabilerce yıkılmıştır. İlgili haberi buradan okuyabilirsiniz. Fotoğraflar bu haberden alınmıştır.

Ertuğrul Ertekin
________________
kaynak: Abdülhadi Fazlî, “Tavsif-i Coğrafya-yi ve Tarihî-i Gadir-i Hum”, Gulistan-ı Kur’ân, 1379, Sayı: 6, s. 6-11; Resul Caferiyan, “Atlas-ı Şia”, Tahran 1391, s. 16.

İmam Ali Makamı Kerbela

 İmam Ali  Makamı

  Kerbela


İmam Ali Makamı'nın eyvanı
Kerbelâ

Kerbela’nın merkezinde, Beynelharemeyn civarında, Belveş Meydanı yakınında, İmam Ali (as) Makamı vardı. Bu makam, 1930’lu yıllarda Faysal Caddesini genişletme çalışmaları sırasında Mutasarrıf Salih Cebr tarafından yıktırılmış, bundan sonra da caddeye İmam Ali Caddesi adı verilmiştir.

Kerbela'daki İmam Ali Makamı hakkında bilinenler oldukça azdır. Eyvanın yukarıdaki fotoğrafı, Muhammed Said Turayhi'nin çıkardığı Mevsim dergisinde yayımlanmıştır. 

1853 yılında Kerbela’yı ziyaret eden Avrupalı seyyah ve arkeolog William Luftes bu makamı görmüştür. Makamı şöyle anlatır: Kerbela dervazelerinin (şehir kapılarının) dışında küçük bir mescid vardı. Mescid, halkın anlattığına göre, İmam Ali'nin meşhur rüyayı gördüğü çadırının yerine yapılmıştır. 12 köşeli, 6 kapılı, dışında bir eyvan bulunan mescidin tavanını sütunlar taşımaktadır.

Avrupalı seyyah kitabında yapıya dair halk söylencelerini nakletmiştir. Halkın anlattığına göre İmam Ali Sıffin Savaşı’na giderken Kerbela'da konaklamış, burada kurulan çadırda oğlu Hüseyin'in şehid edileceğine dair bir rüya görmüş ve rüyasını ashabına anlatmıştır.

Hadisenin aslı tarih ve hadis kaynaklarında rivayet olunmuştur. Bu rivayetlerden bazılarını aşağıda naklediyoruz:

İbn Abbas şöyle rivayet etmiştir: 
Hz. Ali Sıffin Savaşı’na gittiğinde ben de onunla birlikteydim. Fırat nehri yanında bulunan Neyneva’ya (Kerbela) vardığımızda durdu ve yüksek sesle “Ey İbn Abbas, burayı bilir misin?” diye sordu. Ben “Hayır, ey Emirelmüminin!” cevabını verince şöyle buyurdu: “Eğer burayı bilseydin benim gibi ağlar, gözyaşı dökmeden buradan geçemezdin.”

Hz. Ali bunu dedikten sonra ağlamaya başladı; ağlamaktan sakalı ıslandı, gözyaşları göğsüne süzülüyordu. Onun bu halini görünce biz de ağlamaya başladık. Hz. Ali bir yandan ağlıyor, bir yandan şunları söylüyordu:

“Ah, ah! Benimle Ebu Süfyan oğulları arasında ne gibi bir ilişki olabilir? Benimle küfür velilerinin, şeytan hizbinin ne ilişiği vardır? Sabret ve sabırlı ol ey Eba Abdillah! Senin onlardan çektiklerinin aynısını baban da çekti.”

Abdullah b. Neci babasından şöyle nakler:
Hz. Ali ile Sıffin Savaşı’na gidiyorduk. Neyneva denilen yere vardığımızda, Hz. Ali ağlamaya başladı; gözünden akan yaşlar toprağı ıslatıyordu. Sonra şöyle seslendi: “Ey Eba Abdillah, Fırat nehri kenarında sabırlı ol. Sabırlı ol ey Eba Abdillah!”

Neci şöyle ekler: Meselenin ne olduğunu sorduğumuzda Ali şöyle buyurdu:
Bir gün Resulullah’ın yanına gitmiştim; onu ağlarken buldum. “Ey Allah Resulü! Niçin ağlıyorsunuz? Yoksa sizi kızdıran mı oldu?” diye sordum. Şöyle buyurdu: “Hayır, Cebrail sen gelmeden biraz önce buradaydı ve bana, Hüseyin’in Fırat nehrinin yanında şehid olacağı haberini verdi. Cebrail bana, ‘Onun (Hüseyin’in şehid olacağı) toprağını görmek ister misin?’ dediğinde, evet, dedim. Elini uzatıp bana bir avuç toprak verdi. İşte bu yüzden ağlıyorum.”

Esbağ b. Nubate ve Hasan b. Kesir şöyle rivayet etmiştir:
Sıffin Savaşı yolculuğunda Neyneva denen yere varmıştık. Hz. Ali’ye oranın Kerbela olduğu söylenince, (ağlayarak,) “Bela ve üzüntü yeridir.” buyurdu. Sonra eliyle bir yere işaret ederek, “Burası, bineklerinden inecekleri, yüklerini indirecekleri yerdir. Develerinin çökeceği yer de burası.” dedi. Sonra bir başka yeri işaret ederek, “Burası da kanlarının akıtılacağı yer.” buyurdu.

Esbağ b. Nubate’nin rivayetinde Hz. Ali’nin sözlerinin devamında şöyle buyurduğu geçer: “Resulullah’ın hanedanından bir bölük bu alanda öldürülecek; onların hâline yer ve gök ağlayacak.”

Ertuğrul Ertekin

Fotoğrafı Kerbela’dan gönderen Hz. Ebulfazl Abbas Türbesi Müdürlüğü’nde müdür yardımcısı olan Salah es-Sirac’a ve hadisleri tahric eden Abbas Kazımî Hocam’a teşekkür ederim.
_______________
kaynak: Dırasat havle'l-Kerbela, s.127; Musa Güneş, Kerbela Şehidlerine Ağlamak, Kevser Yayınları, 2. baskı, İstanbul 2014.