KARIŞIK

6 Mayıs 2016 Cuma

KIRMIZI EBE TÜRBESİ..KIZILCAHAMAM

KIRMIZI EBE TÜRBESİ..KIZILCAHAMAM





Anadolu’nun şirin bir kasabası olan Kızılcahamam'a bağlı Taşlıca Köyü, kasabaya nazaran etrafı dağlarla çevrili ve taşı çok olan bir yerdir 
Halkı, neşe ve sevinç içinde yaşarlardı, birbirlerine öyle bir bağla bağlanmışlar ki; acı, tatlı günlerde yardımlarını birbirlerinden hiç esirgemezdi El ele gönül gönül’e olmayı insanlara yaraşır olarak kabullenmişler, iyimserliklerini sürdürmeyi bir görev olarak saymışlardır 
Taşlıca Köyü 1142 senesinde kurulmuş, kışları çok sert geçermiş, su olmadığı için,Taşlıca Köyü halkı kar suyu içermiş Bu yüzden hayvanlar fazla yaşamazlarmış 
Taşlıca Köyünde, Nigar adında bir kız varmış ki, Nigar köyün en güzel kızlarından biriydi Babası çobanlık yapardı, 9 çocuğu vardı Nigar kardeşlerinin en büyüğü olduğu için, evin işleri, çocukların bakımı, tarla, bağ bahçe işleri hep onun üzerindeydi 
Nigar, bir gün köy kızlarıyla birlikte tarlaya ekin biçmeye giderken, karşıdan bir atlının geldiğini gördüler Köy'e pek yabancı gelmediği için, hepside merak içinde gelen atlının yaklaşmasını beklediler Nihayet bekledikleri atlı yanlarına yaklaşınca yiğit bir delikanlı olduğunu gördüler 
Delikanlı; ürkek ve titrek sesle "Köye nereden gidilir" diye sordu, kızlar birbirlerine bu delikanlı kimdir, neyin nesidir gibilerinden bakışırlarken, Nigar ile delikanlı göz göze geldiler Bu arada Nigar'ın kalbi sanki yerinden fırlayacakmış gibi oldu Aynı duygu ve heyecan delikanlıda da belirdi ama Nigar'la Delikanlının bu anlamlı ve heyecanlı bakışlarını diğer kızlara belli etmemeye çalışsalar da, diğer kızların gözünden kaçmamıştı Fakat Nigar'ın kızlarla ekin biçmeye, delikanlının da köye gitmesi gerekiyordu Delikanlı, istemeyerek de olsa, Nigar'dan gözlerini kaçırdı, arkasına baka baka yoluna devam etti 
Nigar kız arkadaşlarıyla ekin biçmeye gitse de, göz göze geldiği delikanlıyı bir türlü duygularından çıkaramıyordu 
O günden sonra, Nigar'ın kalbindeki ateş, gönlündeki hasret bir yangın gibi içinde alevleniyordu Delikanlının hayali bir türlü gözünün önünden gitmiyordu, bir görüşte aşık olmuş, aşık olduğu delikanlı için kara sevdaya uğramış ki, her geçen gün için, için eriyordu, derdini kimseye anlatamıyordu 
Aradan bir süre geçti, yine Nigar tarlaya giderken, ağaçların arasında bir karaltı (gölge) gördü, korku ve heyecanla, karaltıdan uzaklaşmaya, koşmaya başladı Gölgedeki adam, Nigar'ın kaçtığını görünce, "Nigar yalvarırım kaçma dur, ne olursun dur
Sana kötülük yapacak değilim, sadece konuşmak istiyorum dur" diye peşinden bağırarak yalvardı Nigar, kendisine seslenen sesi duyunca hemen tanıdı
Çünkü o ses yolda tanıdığı (rastladığı) ve onun için kalbinin çarptığı delikanlının sesiydi Bu sesi duyan Nigar durdu, titrek ve heyecanlı bir sesle "ne istiyorsunuz?" diye sordu Delikanlı ise, "sizi ilk gördüğüm günden beri unutamıyorum, sizi tanımak, sizinle tanışmak istiyorum 
Sizinle evlenmek, acıyı, tatlıyı, paylaşmak istiyorum Size olan tutkum beni günlerdir kastı kavurdu, size aşık oldum, sizden ayrı yaşayamam ne olur kabul edin, ne isterseniz yaparım, gerekirse kulun kölende olurum" diyerek genç kızın ayaklarına kapandı Nigar; bu teklife dünden razıydı, çünkü delikanlıyı sevmişti, delikanlı için kara sevdaya uğramıştı Günden güne eriyip gidiyordu Ama, içlerindeki yanan aşk ateşine rağmen, ailesinin bir yabancıya kız vermeyeceğini de biliyordu Bunu bildiği için Nigar ne evet ve ne de hayır diyebildi Hayır dese delicesine aşık tı diyemezdi, evet dese, ailesini karşısında bulacaktı Nigar, bir müddet düşündükten sonra , "Ben ne desem boş, size vereceğim her söz, ailemin nazarında geçersizdir Bunun için size söz veremiyorum, babam ne derse o olur, bizde, bizim yöremizde yabancıya kız vermezler" dedi ve koşarak uzaklaştı 
Birkaç gün sonra, delikanlı kendi ailesini, Nigar'ı istetmek için, Nigar'ın babasına gönderir Nigar'ın babasından Nigar'ı Allahın emri, Peygamber'in kavli ile isterler
Ancak, Nigar'ın babası bende yabancıya verecek kız yok diyerek kestirir atar Delikanlının babası ise, oğlunun Nigar'ı delicesine sevdiğini bildiği için, Nigar'ında oğlunu sevdiğini bildiğinden, birbirlerini seven iki insanın hayatını birleştirmek için, delikanlının babası durumu muhtara "O köyün muhtarına" anlatır 
Taşlıca köyünün muhtarı ile o köyün ileri gelen büyükleri Nigar'ın babasına ikna ya giderler, ama bir türlü ikna edemezler, ikna edilmediğini gören, delikanlının babası istemeyerekte olsa geri dönerler 
Nigar'ın babası, dünürcüler gittikten sonra, Nigar'ı yanına çağırır, Nigar'a; kız sen bu oğlanla görüştün mü? Kimler bu gelenler, seni nerden tanıdılar, bana doğruyu söyle, eğer doğruyu söylemezsen senin kemiklerini kırarım, öldürürüm diyerek kızı Nigar'a vurmaya başlar, zavallı kız ise o delikanlıyı tanımadığını, görüşmediğini haykırır, ağlar, sızlar Annesi ise, kızının ağladığını, dövüldüğünü görünce dayanamaz; dur bey, yalvarırım dur, biricik Nigar'ımı öldüreceksin, der ve kızını kocasının elinden kurtarmaya çalışır 
Babasının elinden kurtulan Nigar, odasına kapanır, kimseyle görüşmez, yemez içmez deli divane gibi durmadan gözyaşı döker 
Nigar'ın yaşadığı zor günleri öğrenen delikanlı, bir yandan kendini suçlar, diğer yandan da, Nigar'la buluşma çarelerini aramaktadır
Delikanlı, kendi köyünden yaşlı ve sözü geçen bir teyzeyi aracı olarak Taşlıca köyüne gönderir ve sonunda, Nigar'ın babasıyla konuşmayı gerçekleştirir, bu görüşme sonucunda, Nigar'ın babasını ikna eder, törelerine göre de istediği başlığın kendisine verileceğini söyler 
Öte yandan, delikanlı ise; köyünün yaşlı teyzesinin eli boş mu dönecek, dolu mu dönecek, hayırlı haberlerle mi, yaksa hayırsız haberlerle mi, dönecek bunun merakı içinde iken, köyünün yaşlı teyzesi delikanlıya hayırlı haberle varınca; Delikanlı, köyün ileri gelenlerini de alır, Nigar'ın babasına dünürlüğe giderler ve razı ederler 
Bunu duyan Nigar'da, içindeki alevin söneceği günü sabırsızlıkla beklemeye çalışır Daha sonra, düğün hazırlıkları başlar, Düğün Dernek kurulur, Şehirden davulcular, köçekler getirtilir, böylece: Nigar'da Delikanlı birleşeceği günlerin hayalini kurarak sevinç ve mutluluk içindedirler 
Akşam üstü, damat evinde ateş yakılır, Sin sin'ler oynanır, gelin evinde ise, kınalar yakılır, sabahlara kadar yenilir, içilireğlenilir 
Ertesi günü öğle namazından sonra, gelini almak için, gelin halayı ile büyükler gelir (Gelenek ve göreneklerine göre damat gelmez) 
Davul-Zurna ve Köçekçiler eşliğinde kırmızı pullu gelinlik içindeki gelini alırlar, süslenmiş ata bindirirler Gelin Halayı, tepe yamacına geldiği sırada; 
Oruç Gazi Sultan Dede, gelin halayının önüne geçerek, 
Durun, durun, çalmayın, diye yedi defa seslenir 
Davulcu ve gelin halayındakiler aldırış etmezler "Aman Oruç Gazi Dede ne olacak hiç bir şey olmaz, davulsuz gelin gider miymiş" derler 
Oruç Gazi Dede, yine, 
"durun, tanrı aşkına durun evlatlarım,
Benim içime doğdu, 
Davulu çalarsanız, geline bir şeyler olacak çalmayın, sonra sizlerde pişman olursunuz" der Fakat hiç kimseye sözünü dinletemedi 
Gelin Halayı ve Gelin tepeye gelince,
Aniden şimşekler çakmaya, rüzğar esmeye, fırtına kopmaya başladı 
O anda, Gelin atı ile beraber olduğu yere taş oldular 
Halk panik içinde, sağa sola kaçmaya başladı Başladı ama iş işten geçmiştir 
Talihsiz Nigar (gelin) ve Atı, Davulcunun Davulu, Nigar'ın Çeyizleri, Kırık Saçağı, oldukları yerde taş oldular 
Düğün Halayında bulunanlarda, düğüncülerde, Oruç Gazi Dedenin sözünü dinlemekte çok geç kalmışlardı Biri birlerine, Oruç Gazi Dede haklıymış, bizlerin cahilliği Nigar'ın sonu oldu birbirlerini delice seven insanların sonu oldu diye dert yandılar 
Rivayete göre: Taşlıca Köyünde, kesinlikle davul çalınmaz ve kimsede çalmaya cesaret edemez 
Yıllar sonra olaya inanmayan düğün sahibi, yaşlıların anlattığına aldırış etmez, düğünlerinde köye davulcu çağırır, yenilir içilir, gece "Yatsı" namazından sonra ateş yıkılır, Sin sin'ler oynanır, davullar çalınır O anda Damat evini penceresini aniden alev alır ve yanmaya başlar, davulcu hemen çalmaktan vazgeçer, düğün davetlileri ateşi söndürürler ve eğlence davulsuz devam eder 
Efsaneye göre; aradan yıllar geçer, yine düğün dernek kurulur, düğün sahibi Ağa; Ben biricik oğluma şanlı şöhretli, dillere destan düğün yapacağım, herkes yesin içsin, vursun davullar, çalsın zurnalar der Yine akşam namazından sonra ateş yakılır, Sin sin'ler oynanır O sırada damat evinde bağrışmalar duyulur 
"Durdurun çalmayı, Ağamız fenalaştı, yetişin, yetişin diye bağırır Herkes koşarak eve giderler Bir de ne görsünler; iri yarı dağ gibi Ağa felç olmuş" 
Bunun üzerine, o köyün halkı, o günden sonra bir daha düğünlerde davulcu getirmeye cesaret edemezler ve düğünlerde , Bu olaylardan sonra ;
Taşlıca Köyünde davul çalınmaz 
Düğünler davulsuz yapılır, aksi halde başlarına bir belanın geleceğine inanırlar 
Olayı yaşayan Oruç Gazi Sultan Dede'nin Türbesi Taşlıca Köyünün girişin de bulunmakta olup köye gelen misafirler tarafından ziyaret edilmektedir Annesi Kırmızı Ebe ‘nin de türbesi yine bu köyde bulunmaktadır
Zavallı delikanlının ise, akıbeti belli değildir Delikanlının o uğursuz davullu zurnalı düğünden sonra sağ kalıp kalmadığı hakkında hiçbir bilgi yoktur
Derleyen: NARİN ARIÖZ
Kaynakça: ALİ ARIÖZ ; ŞÜKRÜ KOÇAK 
ALİ ARIÖZ 1926 DoğumluTaşlıca Köyü Derneğinin Kurucusu ve Dernek Başkanı vefat etti–ŞÜKRÜ KOÇAK 1902 Doğumlu,eski köy muhtarı vefat etti
Nigar (Gelin) Kayası Hikayesi Malatya İnönü Üniversitesinin düzenlediği ‘’Efsanelerimiz’’ adlı yarışmada 1980'de derece almış ve ‘’Efsanelerimiz‘’ adlı kitapta yayınlanmıştır
‘’Nigar Kayası Gelin Kayası Hikayesi ’’ NARİN ARIÖZ tarafından derlenerek yazılmış belgeleri kaynak göstererek yayınlamak YASAL VE EMEĞE SAYGIDIR 



http://yukaribalcilar.new-forum.net/ALINTIDIR.

Aydın Köy Türbesi samsun

Aydın Köy Türbesi


   samsun




Asarcık’ın 3 kilometre Güneybatısında bulunan Aydın Köyü’ne 1 kilometre mesafedeki Kuşla Beycukmevkiinde tepe üzerinde bulunmaktadır.
TARİHÇE: Halk arasında “Aydın Köy Türbesi” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihi hakkında bilgi edinilememektedir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Türbe; dört tarafı dikdörtgen şeklinde 1 metrelik duvar ile çevrilidir. Ancak duvar bakımsızlıktan yer yer yıkılmıştır. Türbenin içinde yuvarlak tarihi başlıklar mevcut olup, sanduka bulunmamakta,mezarın üstünde ağaçlar yer almaktadır.
RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Aydın Bey Türbesi hakkında çeşitli rivayetler anlatılmakla birlikte türbe genellikle felç hastası olan kişiler tarafından şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.

SEYDİ YAKUP TÜRBESİ..BAYBURT

 
SEYDİ YAKUP TÜRBESİ..BAYBURT





Buhara ve Horasan erenlerinden Seyyid Emir Kulali Hz. nin soyundan olduğu söylenen Seyyid Yakub Baba Hz.nin türbesi İlimiz Merkeze Bağlı Seydiyakub köyündeki tepede bulunmaktadır.

SEYYİD ALİ TÜRBESİ............ YAHYALI..KAYSERİ



SEYYİD ALİ   TÜRBESİ............ YAHYALI..KAYSERİ

Türbedeb Görüntü

Türbedeki Kitabe

İnceleme Tarihi : Nisan 2007
Yeri : 
Kayseri ili, Yahyalı ilçe merkezinde
Devlet Hastanesi bahçesinde bulunmaktadır.
Bugünkü durumu : Kubbesinin yarısı yıkılmış,
tamire muhtaç durumdadır.
Tarihi : İnşa tarihi bilinmemektedir.
Plan ve mimari özellikleri :Türbe, iki katlı
olarak inşa edilmiştir. Kare gövde, oturtmalıktan
40 cm. içe çekilmiştir. Duvarlar üstte pahlarla
sekizgene dönüşmektedir. Sekizgen kasnak
üzerinde de türbenin güneybatısı tamamen
yıkılmış olan kubbesi yer almaktadır. Kubbeye
tromplarla geçilmiştir. Orhan C.Tuncer’in hazırladığı
plânda kare mekanlı mumyalık bölümünün
üzeri beşik tonozla örtülmüştür. Duvarlarda
herhangi bir açıklık mevcut değildir. Türbenin
mumyalık ve mescid bölümlerine doğu
duvarının ortasına açılan kapılardan girilmektedir.
Mescid bölümüne çift kanatlı bir merdivenle
ulaşıldığını gösteren izler mevcuttur. Mescid
bölümüne girişi sağlayan basık kemerli kapının
üzerinde mermer malzememden yapılmış ve
çoğu tahrip olmuş kitabe bulunmaktadır. Mescit
bölümünün güney duvarı ortasında mihrap
bulunmaktadır. Dört cepheli olarak düzenlenen
mihrap beş sıra mukarnastan oluşan bir kavsaraya
sahiptir. İlk mukarnas dizisinde beş yapraklı
palmet kabartmaları bulunurken diğerleri
sade olarak yapılmışlardır. Türbenin kuzey ve
batı cephelerine birer pencere açılmıştır.
Süslemesi : Türbenin mihrabındaki mukarnaslar
ve kapısındaki geçmeler dışında bezemesi
yoktur.
Malzeme ve teknik :Kapı, pencere ve kubbede
düzgün kesme taş, duvarlarda moloz taş,
kitabede de mermer malzeme kullanılmıştır.
Kitabesi : Mescid bölümünün giriş kapısı
üzerinde kitabesi vardır. Ancak kitabe okunamayacak
kadar harap haldedir.
Tarihlendirme : Türbenin mimari örneklerle
olan benzerlikten dolayı 12-14.yy. arasında
inşa edilmiş olabileceği kabul edilebilir.
Bugün okunamaz halde harap olan kitabede
Seyyid Ali adının geçtiği kimi kaynaklarda zikredilir.

Kaynakça:

Orhan Cezmi Tuncer, Anadolu Kümbetleri,
Beylikler ve Osmanlı Dönemi, c.III, Ankara
1992, s.31.
Sami Köşker, Türk Kültürü Açısından
Yahyalı, Kayseri 1997, s.48.
Ayşe Budak, Yahyalı’daki Türk Devri
Eserleri, E.Ü. Fen Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölümü, Lisans Tezi, Kayseri 2003,
s.7-10.



ALINTIDIR..
http://yerkoykoyu.blogcu.com/

SEYİT BATTAL GAZİ TÜRBESİ

SEYİT BATTAL GAZİ TÜRBESİ

Eskişehir- Seyitgazi






Battal Gazi Külliyesinde Ziyaret edilecek Allah Dostları ;
Çoban Baba
Kardeşler Türbesi
Kesikbaşlar Türbesi
Kadıncık Ana Türbesi
Ümmühan Hatun Türbesi
Ömrünü, Bizanslılar ile savaşmakla geçiren bir İslâm kahramanı. Gazilerin önderi oluşunun yanında, dînine çok bağlı olması, onu daha da yüceltmiştir. Yenilmezliği, cömertliği ve yardım severliği yüzünden, nesilden nesile söylene gelmiş, atı ve kılıcı ile de zihinlerde yer tutmuş bir kahramandır. Türk-İslâm târihinde cihâd ruhunu temsil eden bir kahraman hâline gelmiş, üstün hâller sahibi bir kimsedir. Bu yüzden, hayâtı menkıbeleşmiştir. Çeşitli kaynaklara göre, 740 (H. 122) senesinde şehîd oldu. Anadolu’da Eskişehir’in Seyyidgâzi kazasından başlayarak, Doğu Türkistan’a kadar adına bir çok yerde türbe ve makamlar yapılmıştır.
Anadolu’da İslâmiyet için canla başla savaşması, İslâm ruhuna bürünerek onunla şekillenmesi, hayâtının destanlaşmasına sebeb olmuştur. Anadolu Türklüğünün yanı sıra, bütün Türk dünyâsına Seyyid Battal Gazi Destanı’nı kazandırmış, böylece Türk kültür târihi içinde müessir bir yer tutmuştur. Şahıs olarak destanının yanında Türk halk şiirine de geniş bir şekilde konu teşkil etmiştir. Hacı Bektâş-ı Velî hazretlerinin bile onun makamını ziyaret ettiği rivayet edilmektedir.
İbn-ül-Esîr, El-Kâmil-fit-Târih adlı eserinde onun hakkında şöyle demektedir: “Battal Gazi, 740 (H. 122) senesinde Anadolu’da bir grup mücâhidle birlikte şehîd edildi. İsmi, Abdullah Ebü’l-Hüseyn el-Antakî’dir. Anadolu’da bir çok gazalar ve akınlar yaptı. Buralarda şan ve şöhreti yayılıp Bizans halkı arasında müthiş bir korku saldı. Bir gazasında, girdiği köyde bir kadının ağlayan çocuğuna; “Sus, yoksa seni Battal’a veririm” dediğini duydu. Çocuk durmayınca kadın, eline alıp; “Al Battal!” dedi. Oradan geçmekte olan Battal, elini uzatıp çocuğu aldı. Sonra kadına çocuğunu iade edip; “Biz, Allahü teâlânın rızâsı için O’nun güzel dînini yayarız. Kimseye zulmetmeyiz. Bilakis, mazlumları, zâlimlerin pençesinden kurtarırız” dedi. Hediyeler verip kadının korkusunu giderdi.
Battal Gazi, Abdülvehhâb Gazi ile birlikte yıllarca savaştı. Abdülvehhâb Gâzi’nin vefatından sonra da, Halîfe Abdülmelik, oğlu Mesleme ile birlikte Battal Gâzi’yi, Anadolu’ya göndererek oğlunu, Cezîre ve Şam’a emir tâyin etti. Oğluna da Battal Gâzi’yi öncü kuvvetlerin başına geçirmesini emrederek, onun güvenilir ve ahlâklı bir yiğit olduğunu söyledi. Mesleme, Battal Gâzi’yi on bin İslâm mücâhidinin başına komutan tâyin etti.
Battal Gazi, bir defasında askerleri ile beraber Bizans sınırına kadar ilerledi. Sonra da tek başına Anadolu topraklarına girdi. Günlerce yol aldı. Açlık dayanılmaz hâle geldi. Bir mikdâr bakla yedi. İshal olup zayıf düştü. Ata binemiyecek durumdaydı. Güçlükle atına binip yularını serbest bıraktı. Atının boynuna sarılıp, nereye gittiğini bilmez bir hâlde bir müddet yoluna devam etti. Kendine geldiğinde, bir manastırda olduğunu anladı. Rahibelerden biri kendisine hizmet edip ilâç içirdi. Battal iyileşti. Üç gün orada kaldı. Battal Gâzi’nin manastırda olduğunu haber alan bir papaz, arkadaşları ile onu yakalamak için geldiler. Manastırdan ayrıldığı için bulamadılar. Battal Gazi onları yolda karşıladı. Papazı öldürdü. Manastırdaki rahibeleri de onların zulmünden kurtarıp askerlerinin bulunduğu yere götürdü. Kendisine hizmet eden rahibe ile de evlendi.
Seyyid Battal Gâzi’nin hayat ve hâllerini anlatan destanlara Battal-nâme ismi verilir. Battal-nâme, islâm ruhu ile dolu Anadolu Türklerinin târihî temeller üzerine kurulmuş bir eseridir. İslâm dîninin.’ve medeniyetinin unsurları, açık bir şekilde eserde göze çarpmaktadır. Battal-nâme’nin esas fikri, tamâmiyle dînîdir. Ayrıca İran geleneklerine de rastlanmaktadır. Bu ise, mensûb olunan ortak kültürün tabiî bir neticesidir. Eserin asıl konusu, İslâm-Bizans mücâdelesinden doğmuştur. Emevî, bilhassa Abbasî ordularında Türklerin oynadığı rol düşünülünce, Bizans hududlarında ve İslâm ordularında yaşayan Türkler arasında böyle menkıbelerin varlığını kabul etmek gerekir. Battâl-nâme’de, sınırlı da olsa, eski destan üslûbunu hatırlatan bâzı yerler vardır. Masal unsurlarının çokluğu, perilerin ve devlerin bulunuşu, ayrıca halkiyat izlerine çok fazla rastlanması, eserin gerçek bir halk destanı olduğunu göstermektedir.
Bu destanın, yazılı edebiyata ne zaman ve kimin tarafından geçirildiği bilinmemektedir. Destan, idealist bir İslâm kahramanının fevkalâde vak’alarla dolu mâcerâsıdır. Destanda Battal Gazi, din uğruna yalnız Rumlar ve diğer kâfirlerle değil; sihirbazlar, devler ve cadılarla da çarpışır. Cesaret, cengâverlik, feragat yönünden eşine az rastlanan bir kahramandır. Attığı ok; taşı deler, kayaları parçalar, düşmanları perişan eder. Onu, hiç bir düşmanın kılıcı yaralayamaz. Sesi kuvvetli ve gürdür. Harbte attığı naralardan dağlar inler, düşmanlar korkularından düşüp bayılırlar. Onun Aşkar Devzâde adlı atı da kendisi gibi bir kahramandır. Gazalarda eline geçen bütün ganimeti, din uğrunda çarpışan mücâhidlere dağıtır.
Ayrıca İslâmiyet’i yayma vazifesi de vardır. Düşmanlarını müslüman olmaya çağırır, kabul etmeyenlerle harb eder.
Manzum ve mensur olarak yirminin üstünde yazması bulunan Battal-nâme’yi, yerli ve yabancı araştırmacılar çeşitli yönlerden incelemişlerdir.

5 Mayıs 2016 Perşembe

Aşıklı Sultan ..kastamonu






Aşıklı Sultan Türbesi ;Kastamonu – Merkez’de Kümbet sokaktaki türbesinde
Kastamonu’da tarihi bilgilerin menkıbevi bilgilerle yoğrularak karşımıza çıkardığı türbelerden biri de, halk arasında Yanık Evliya adı ile anılan Aşıklı Sultan’a aittir. Honsalar Mahallesi Kümbet Sokak’ta türbe içersindeki beş sandukada medfun bulunan zatların, Kastamonu’nun 1116’da Bizans’tan tekrar alınması esnasında şehit düşerek bulundukları yere defnedilen kişiler olduğu, kabul edilir. Daha sonra, yaklaşık hakimiyetleri 100 yıl sürecek olan Çobanoğulları döneminde, bu kahramanlara bir türbe yaptırılır. Aşıklı Sultan Türbesi eyvan tipi bir türbedir. İbadet mekanı ile büyük bir beşik tonoz ve alt katındaki mumyalıktan oluşan yapı, 4.00X6.51 m. boyutlarındadır. Cephe kemerinin etrafı silmelerle çerçevelenmiştir. Önyüzü düzgün kesme taş, diğer duvarları ise moloz taş örgülüdür.Aşıklı Sultan Doğusundaki mekanın mahiyeti uğradığı müdahaleler sebebiyle anlaşılamamıştır. Kitabesi olmadığı gibi hakkında yazılı bilgi de bulunmayan mumyalıktaki beş sandukadan biri Aşıklı Sultan’a, biri Mağripli Mehmet Ağaya aittir. Diğerlerinin kimlere ait olduğu bilinmemektedir. 1979 yılında tamir edilmiş olan yapının Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivindeki dosyasına göre Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Ankara Bölge Kurulu 1984 tarih, 386 sayılı kararı ile kamulaştırılması kararlaştırmıştır. Bu tarihten sonra türbenin etrafını saran yapılar yıktırılarak çevresi düzenlenmiştir. 1992 den sonra bir kez daha onarım geçirmiştir.
Yılda on bin ziyaretçisi olduğu ileri sürülen Aşıklı Sultan hakkında anlatılan menkıbelerden bazıları şöyledir.
Bir rivayete göre Cumhuriyetin ilk yıllarında, bir rivayete göre ise Selçuklu döneminde türbe yangın geçirmiştir. Anlatılanlara göre, kalbi temiz olmayan birisi gelerek türbede dua edip dilekte bulunur. Bu dilek, kişinin kalbinin kötülüğü sebebiyle yerine gelmez. Bunun üzerine sinirlenen kişi eline mum alıp türbeye gelir ve, ‚Dileğim olsun diye benden beklediğin bir mumsa işte yakıyorum, eğer söylendiği kadar büyük bir evliya olsaydın dileğim olurdu‛, diyerek yanan mumu türbede bırakıp gider. Bu sebeple türbede yangın çıkar. Bu sırada, dönemin Kastamonu valisi rüyasında Aşıklı Sultan’ı görmüştür. Evliya, ‚Yetiş vali türbem yanıyor, kalk da yangını söndür‛, diyerek valiyi uyarır. Vali hemen uyanarak evinin penceresinden türbenin olduğu yöne doğru bakınca, dumanların yükseldiğini görür. Derhal yangının söndürülmesi talimatını verir. Böylece yangına erken müdahale edildiği için türbe tamamen kül olmaktan kurtulmuş olur. Bu yangın sebebiyle de evliyanın naaşında yanık izleri kalmıştır. Türbenin duvarlarında da yangının izleri hala bulunmaktadır. Beden bozulmadığı için, naaşın kumandanın öldüğü zaman mumyalandığı düşünülür ve, bu sebeple çeşitli bilim adamları gelerek naaşı inceler. Cesedin mumya olmayıp doğal olarak korunup bozulmadığına karar verirler. Bugün bile evliyanın cesedinin bozulmamış olması ile ilgili bu durum, müslüman şehitlerin cesedinin bozulmayacağı, şehit düştüğü haliyle kıyamete kadar bedenin korunacağı inancına bağlanmaktadır. Aynı şekilde Kuzyaka’da bulunan Şeyh Mehmet Efendi’nin de cesedinin bozulmadan korunduğuna inanılmaktadır.
Yakın dönem Kastamonu evliyalarından Mehmet Feyzi Efendi’nin bu husustaki izahı dikkate şayandır. ‚Şehitlere, ölümü tattıkları anda melekleri ve cennetteki mekanlarını gördükleri için, gören, müşahede eden anlamında “şehid” denir. Bu anda onlar velayet derecesine ulaşırlar. Bedenlerinin çürümemesine sebep olan nur ile nurlanırlar”, diye izahatla Aşıklı Sultanın görünen durumunu dinen açıklığa kavuşturur.
Aşıklı Sultan’ın bugün sadece ayakları ziyaretçilere gösterilmektedir. Ama sanduka ortada olduğu için türbenin bekçisi bazen kötü niyetli kişilerin sandukanın tamamını açıp evliyanın parmağındaki yüzüğü almaya kalktıklarını belirtmiştir. Türbedarın anlattığına göre, evliya yüzük çıkarılmaya çalışıldığında parmağını bükmekte, yüzüğün çıkmasına izin vermemektedir. Aşıklı Sultan türbesinde ziyaretçilerin gece geçirmesine, burada uyumalarına izin verilmemektedir. Bu sebeple türbe belli bir saatten sonra kapatılır. Buna rağmen vaktiyle felçli bir adam gelerek evliyayı rüyasında gördüğünü ve gelip türbesinde yatarsa iyileşeceğini söyler. Bu sebeple de türbede gece uyumak istediğini belirtir. Bunun yasak olduğu kendisine ne kadar söylense de çok ısrar edince kalmasına izin verilir , fakat sabah namazı okunurken gitmesi istenir. Felçli kişinin, evliyanın kendisini çağırdığını, onun ısrarla yatmasını istediğini söylemesi türbedarı da etkilemiş, bir yandan yasak olması bir yandan evliyayı kızdırma korkusu çelişkide bırakmış, ancak birkaç saatliğine izin vermiş ama o geceyi türbedar da evinde sıkıntıyla geçirmiştir. Sabah namazıyla beraber türbeye giden görevli, gece felç bıraktığı adamın biraz daha iyileşmiş olduğunu fark eder. Bu olaydan kısa bir süre sonra tekrar türbeyi ziyarete gelen felçli adamın tamamen sağlığına kavuştuğu görülür.
Türbenin civarındaki evlerde yaşayan kişiler kendilerini güvende hissettiklerini söylemektedirler. Evliyanın o mahallede hırsız, uğursuz barındırmayacağına, hırsızlığa gelen kişinin çaldığı eşyayı mahalleden çıkaramayacağına, mutlaka düşürüp gideceğine inanılır. Bununla ilgili olayların çok yaşandığı anlatılır. Sokak başlarında bez içinde sarılı altınların, içi para dolu cüzdanların bulunduğu, bu altın ve paranın aynı gün sahibine ulaştırıldığı söylenmektedir. Özellikle türbenin olduğu sokakta yaşayan kişiler sokakta bulunan evlerin bereketli olduğunu, kimsenin para sıkıntısı çekmediğini ifade ederler. Üstelik mahalleye kiracı olarak gelen kişiler kısa zamanda ev sahibi olmaktadırlar. Mahallede sarhoş, kavgacı, huzursuz, kötü ahlaklı kişiler barınamaz, bu karakterdeki kişilerin başlarının sıkıntıdan kurtulmayıp sonunda mahalleyi terk edip gittikleri kabul edilir.

PAŞAM SULTAN


PAŞAM SULTAN
   kütahya





Kütahya – Merkez’de Kurşunlu sokakta bulunan Paşam Sultan tekkesinde
Kurşunlu Sokak’ta yer alan türbe, Seyyid Nureddin adıyla bilinen bir zaviye-tekkedir. Geniş avlusunda bulunan türbe, kitabesinden anlaşılacağı üzere koleradan ölen İbrahim Cemal’e aittir. Babası Kemalettin Paşa’dan ötürü buraya Paşam Sultan Türbesi denmektedir. Kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Kubbeli yapı içerisinde, dört ahşap sanduka ve türbenin altında mumyalık bölümü bulunmaktadır. Duvarları iri moloz taştan örülmüştür.
Rivayete göre Paşam Sultan Kütahya’da vali iken kendisine bir şikayet gelir. Caminin karsisında ayakkabı tamircisi olan Nureddin Efendi diye birinin Cuma vakti namaza gelmediği şikayet konusudur. Vali Cuma vakti bir de ben göreyim, diye gider. Ezan vakti Vali “Haydi Cuma namazına gidelim, der. Nureddin Efendi gideriz
bakalim, der. Yine ısrar edince “yum gözünü” buyurur. ‘Aç gözünü” deyince kendilerini Ka’be’de bulurlar. Namazı orada kılarlar. Dönecekleri zaman şeyhin bir akrabası ile karşılaşırlar. Akrabası helva yaptık götürür müsünüz derler. Tabağı da
yanlarına alırlar. Yine aynı şekilde Kütahya’ya dönerler.
Vali, Nureddin Efendi’nin keramet ehli bir veli olduğunu anlayarak ona talebe olmak
ister. Aynen Uftade hazretlerinin Kadı Aziz Mahmud Hüdai’ye yaptığı gibi merdivenleri, halı ve kilimleri süpürtür. Hamallık yaptırır ve neticede talebeliğe kabul eder. Kabirleri yaptırdıklan Tekke ve cami içindedir

Ali Mest- Elmas Dede Türbesi

Ali Mest- Elmas Dede Türbesi

 
 
Ali Mest Yıldırım Beyazıt döneminde, Buhara dan Bursa ya göç etmiştir. Acem Reis Mahallesinde dergah
kuran derviş, İbrahim Edhem tarikatına girmiştir. İsa Dede nin halifesi olmuş. Çelebi Mehmet döneminde
yaşamını yitirmiştir. Acem Reis Mahallesinde yaptırdığı tekkesinin yanında gömülmüştür. Bugün tekkeden ve
türbeden iz yok; ancak, mezarı ve haziresindeki mezarlar korunmaktadır. Elmas Bahçeler mahallesinde iki ayrı mezarlık içinde mezar ve mezar taşları vardır.

Bu mezar taşlarından bir kısmı okunabilmektedir. Türbe ile ilgili bazı batıl inançlar vardır. Beliğin ifadesine göre cumartesi günü bu türbeyi ziyaret edenler, türbe üzerindeki toprakları üzerine sürüp geriye bakmadan giderlermiş. Bunu yapanların dertleri şifa bulurmuş. Mezar duvarı ve taşlan da yeşile boyanmış ve üzerine bir levha ile yazı yazılmıştır. Elmasbahçeler Mahallesinin adı da, Ali Mestten galattır.

4 Mayıs 2016 Çarşamba

Tuzcubaba Türbesi

Tuzcubaba Türbesi
Halk arasında Siğil Tekkesi, Temriye Tekkesi, diye tanınan türbe hakkında elimizde hiçbir bilgi yoktur. 1973 yılında yıkılan türbede bulunan iki adet mezar taşı, halen müzede muhafaza edilmektedir.
Mezar taştarındaki bilgiden anlaşıldığına göre türbede mezarı olan kişiler, Bektaşî Tarikatı mensubudurlar.

Türbeye ait iki adet mezar taşının birisi 1334 H -1917 M yılında vefat eden Hüseyin Avni Ağa'ya, 
diğeri ise 1337 H -1920 M yılında vefat eden Bektâşîzâde Hüseyin Avni Efendi'ye aittir.

 
 

Fatma Hatun Türbesi

Fatma Hatun Türbesi
Mevlânâ Müzesi ön bahçesinde, Hasan Paşa Türbesi'nin batısında, Sinan Paşa Türbesi'nin ise, kuzeyinde yer alır. Türbe sekizgen planlıdır. Sarımtırak renkli kalker taşından yapılmıştır. Binanın köşelerine yarım sütunlar yerleştirilmiştir. Üstte 16 gen kasnak üzerine oturan kubbesi kurşunla kaplıdır.
Türbenin kapısı kuzey-batıya açılır. Kapının dış çerçevesi gödene taşından, söveleri ve basık kemeri mermerden yapılmıştır. Basık kemerinde ters ve düz şekilde lale motifleri yapılırken, iki renk mermer kullanılmıştır.

Türbe içerisinde içduvarların üst kısmında, üç tanesi sivri kemerli, üç tanesi ise daire şekilli olmak üzere 6 adet duvarların üst kısmında ise dikdörtgen formlu üç adet ahşap pencere vardır.

İçeride mermerden yapılmış bir sanduka vardır. Mezar taşının baş taşına güzel bir kadın tacı islenilmiştir. Türbenin içten kubbeye geçiş üçgenlerine, madalyonlar içerisine "Allah", "Muhammed", "Ömer", "Ali", "Hüseyin", "Hasan", "Osman", "Ebubekr" yazılmıştır.
Kapı kemerinin üzerindeki kitabesine göre, 994 H-1585 M yılında vefat eden Karaman Beylerbeyi Murat Paşa (Kuyucu) kızı, Fatma Hatun için yaptırılmıştır.

Mîr-i mîrân Murat Pâşâ'nın 
Kıldı bir duhteri hayfâ rıhlet 
Murg-ı ruhı olup uçmağa revân
Rahmet-i Hakk 'a bulubdur vuslat
Ey Neccâmi göricek türbesini 
Tab'ıma geldi o dem bir halet 
Düşdi irüb feyz-i Huda târihi 
Oldu merkume makâm-ı cennet 

Eflaki Ahmet Dede Türbesi

Eflaki Ahmet Dede Türbesi
Eflâkinin hayatı hakkında fazlaca bilgi yoktur. Kendisi Mevlevi Büyüklerinin hayat hikâyelerine yardımcı olacak maddeleri yazmış, pekçok şeylerden bahsetmiş, tarihî olayları bildirmiş, ancak eserinde kendisinden bahsetmemiştir.
Kendisinden bahseden yazarda yoktur. Kendisinden bahseden Sâkıb Dede'de gerçek dışı şeyler yazar. Yine de bu bilgilerin arasından, Ahi Natur'un oğlu olduğuna, Bedreddİn-i Tebrizi'nin öğrencisi olduğunu, heyet bilgisinin ileri olması nedeniyle Eflâkî mahlasını aldığını öğreniyoruz. Yine babası hakkındaki rivayetlerden, Eflâkînin babasının Özbek Han'ın sarayından olduğunu da anlıyoruz.

Eflâki Ulu Arif Çelebi'ye candan bağlıdır. Onun her sözünü bir hikmet, her işini bîr keramet sayar. Ulu Arif Çelebi de kendisine "Şeyh" diye hitab etmektedir. Bu hitaptan Eflâkînîn yalnızca Mesnevî-hân değil, aynı zamanda Çelebiden hilâfet aldığı da anlaşılıyor.

Eflâkinin, Mevlânâ ile arasında pek uzun yılları yoktur. Sağlığında Mevlânâ'yı görenlere ulaşmıştır Meselâ Mevlâna'yı sağlığında görenlerden, Sultan Veled'e, kızı Mutahhara Hatun'a, Ulu Arif Çelebinin annesi Fâtıma Hatun'a yetişmiştir. Bu nedenle onun kitabında naklettiği hikayelerin değeri bir kat daha artmaktadır.

Eflâkinin Menakibu'l-Ârifin adlı kitabında dili sade ve özlüdür. Kitabını 1353 yılında bitirmiştir.


Eflâkî 761 yılı Recebinin sonuncu Pazartesi günü (15. VI 1360) yılında vefat etmiş ve türbe civanına defnedilmiştir. Dergâhın doğu yönünde iç ihata duvarının bitişiğindeki Topbaş Hoca'nın evi diye bilinen yerin 1929 yılında yıkılması üzerine, burada bulunan mezar taşı, müzeye nakledilmiştir.

Mezar taşı halen "Mehmet Bey Türbesi"nin altındadır. Taştaki kitabenin tiirkçesi şöyledir;
"Allah'dır kalan. Büyük bilgin, herseyi gereğince bitip haber veren, zamanın eşsiz, asrın tek âlimi, rahmete mazhar olmuş ve suçtan örtülüp yarlığanmış olan, Arife mensup bulunan Eflâkî, yediyüz altmış bir yılı recebinin sonuncu Pazartesi günü yokluk evinden varlık yurduna göçtü. Allah onu rahmetine ulaştırsın, suçlarını yarlıgasın."
 

UBEYD-İ GAZİ ..çorum

UBEYD-İ GAZİ ..çorum


sababelerden dir.. Sadece aslen Yemenli olduğu ve Hicret’in 40. Yılında İstanbul’un fethi için giden İslam ordusu içerisinde yer alırken Çorum civarında bir çarpışma esnasında şehit olmuştur.