KARIŞIK

4 Mayıs 2016 Çarşamba

MEHMET ZİYA BABA DİVANI

MEHMET ZİYA BABA 

kaddesellâhü sırrahu’l alî DÎVÂNI


MEHMET ZİYA BABA  kaddesellâhü sırrahu’l azîz “Akıbet çekilir zuhûr-u cemâle perde Bu hatt-ı hatıram kalsın bergüzâr sizde ”
MEHMET ZİYA BABA
kaddesellâhü sırrahu’l azîz
“Akıbet çekilir zuhûr-u cemâle perde
Bu hatt-ı hatıram kalsın bergüzâr sizde ”

hzl: Kemalettin DENİZ
Arş. Gör., G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi

Özet:

Bu yazıda M. Ziya Baba Karaşar İnanç Eğitim Hayır Vakfı tarafından yayımlanan M. Ziya Baba Dîvânı adlı kitap tanıtılmaktadır. M. Ziya Baba’nın şiirlerinin toplandığı bu eserde çoğunlukla nefes, az sayıda da kıt’a , müsvedde ve müfred tarih bulunmaktadır.
Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi kütüphanesine yeni katılan eserlerden bir tanesi M. Ziya Baba Dîvânı’ dır. Esere Hasan Baba (Efe) tarafından yazılan ön sözde Mehmet Ziya Baba’nın Horasan Erenlerinin kaynaklarından yeşerdiği; gönül erlerinden ve zamanın sahibi olanlardan birisi olarak insanlığı gerçek yola çağırdığı belirtilmektedir.
Mehmet Ziya Baba’nın hayatı ile ilgili kısa bir bölüm kitabın başında Hasan Baba (Efe) tarafından yazılmıştır. Burada belirtildiğine göre M. Ziya Baba (Şişman), 1894 yılında Üsküp’te doğmuştur. Evli ve yedi çocuğu vardır. 1932’ye kadar Üsküp’te yaşamıştır. Genç yaşlarından itibaren tarikatlara ilgi duymuş; Kadirî, Halvetî, Rufâî, Nakşibendî tarikatlarına girerek hizmetlerde bulunmuştur. 1932’de Türkiye’ye taşınarak İstanbul’a yerleşmiştir. Doğramacılık mesleğiyle geçimini sağlamıştır. Seyyid Hasan Basri Taptuk Baba Erenlerle tanışarak Bektaşîliğe intisab etmiş ve bu yolda hizmetlerde bulunmuştur,1967’de Hüseyin Hâki Baba’dan Halife Baba olmuştur. 08.01.1973 tarihinde İstanbul’da Hakk’a yürümüştür. Aziz naaşı İstanbul’da Kozlu  Kabristanından 2001 yılında Ankara, Sincan Kesiktaş’taki Taptuk Baba Türbesine nakledilmiştir.
M. Ziya Baba şiirlerinde Abdal Ziya mahlasını kullanmıştır. Ziya Babanın şiirlerinin özelliklerinden biri başlık bulunmamasıdır. Kitapta içindekiler bölümü oluşturulurken şiirlerin ilk mısralarından yararlanılmıştır. Eserde 214 nefes,ve az sayıda kıt’a, müseddes, ve müfred tarih bulunmaktadır.
Nefes, Bektaşi şairlerin yazdıkları tasavvufî şiirlere denir.(Dilçin, 1992: 346). Bu tür şiirlerde genellikle, Hz. Muhammed’e ve Hz. Ali’ye övgüler yer alır. Bunun yanında vahdet-i vücud kuramı ve Bektaşilik anlatılır. M. Ziya Baba Divanı’nda da bu temalara ağırlıklı olarak yer verildiği görülür:

Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem;
Hak Muhammed Mustafâ’sın
Pençe-i âl-i abâsın
Kavli muhtar Müctebâ’sın
İhsâna geldim yâ -Habîb (s. 204)
Hz. Ali kerremallâhü veche;
Derde düşmüş ehl-i derd derdine dermandır Ali
 Nâr-ı hicranda kalmış her cana canandır Ali (s. 55)
Hacı Bektaş Veli kaddesellâhü sırrahu’l azîz;
Nidem gayrı sevda Ali kuluyum
Hünkâr Hacı Bektâş Velî gülüyüm (s. 18)
Bektaşilik;
Bektaşi kesret içinde Hak’kı seçer
Ser koyup kesret âleminden geçer
Tevhîd’i mânâ kadehinden içer
Sermest olur da bulur dem-sâzını (s. 40)

Vahdet-i Vücud;
Hak’kın cemâli sende, kemâli de sendedir
Âşık-ı billâh olan aşkullâha bendedir (s. 143)

Ziya Baba şiirlerinde öğüt verici;
iradeni kullan dostun yolunda
Görürsün yârini sağ u solunda
Bu lezzet bulunmaz arı balında
İcâzet olmayınca varıp gitme (s. 91)

Kalenderane;
Abdal Ziya bu devrân gelip geçer
Her yaratık ecel şerbetin içer
 Birgün Melekül-mevt seni de seçer
Kendi noksânın gözet, elin görme (s. 121)
 bir üslûp kullanılmıştır.
Şiirlerde daha çok 8,11,14,ve 15’li hece vezni kullanılmıştır.
Kaynaklar:
DİLÇİN, Cem; Türk Şiir Bilgisi,
TDK Yay. Ankara: 1992.
M. ZİYA BABA DÎVÂNI,
Ziya Baba Karaşar İnanç Eğitim Hayır Vakfı,
Yayın No: 2, 2002.

NUTK-U ŞERİFLERİNDEN

Âşık-ı billâh gelen geçen devrândan usanmaz
Cânânına verdiği ahd ü peymândan usanmaz
Ettiği ahde sıdk u sadâkatle sâdık olur
Huzûr-i aşk ile gördüğü seyrândan usanmaz
Meydân görüp verdi ikrâr neş’e- yâb oldu
Sâdık Er meydânına koydu ser, o meydândan usanmaz
Sâdıkların sabrına mümkün mü hayran olmamak
Cân-ı cânâna verir çün terk-i candan usanmaz
Abdal Ziya bunca hâli ahvâli etti beyân
Hâk-i pâyine yüz sürdüğü sultândan usanmaz
**
Gerçeklerle gerçek olayım dersen
Kendi noksanın gözet elin görme
Kahr ile lûtfu bir edeyim dersen
Kendi noksanın gözet elin görme
 
Mürşit pendini nakşeyle özüne
Kulak verme gayrilerin sözüne
Yâr-u ağyâr bir görünsün gözüne
Kendi noksanın gözet elin görme
 
Erenler yolunu dâimâ izle
Riyâdan âri ol kalbin temizle
Gel sırrı fâş etme can içre gizle
Kendi noksanın gözet elin görme
 
Meydân-ı Erenlerde riyâ olmaz
Gördüklerin bir hayâl bâki kalmaz
Kimsenin ârı kimseden sorulmaz
Kendi noksanın gözet elin görme
 
Kâmil görür örter bilir söylemez
Bu mânâyı her bir âlim çözemez
Nefsini bilmeyen Rabb’in bilemez
Kendi noksanın gözet elin görme
 
ABDAL ZİYA bu devran gelir geçer
Her yaratık ecel şerbetin içer
Bir gün melek’ül mevt senide seçer
Kendi noksanın gözet elin görme
**
Gerçekler ululardan hayâ eder
Nasihâtlarını eylemez heder
Bilgi gurur inat değildir kader
Vallâhi billâhi görürsün keder
 
Ârif ol neylersin benliği kini
Gözetle özünü tanı kendini
Gel boş yere üzme karşındakini
Vallâhi billâhi görürsün keder
 
Şeriatta yoktur böyle bir esrar
Tarikatta bine hizmet bir ikrar
Uyup nefsine gel olma bî karar
Vallâhi billâhi görürsün keder
 
Ar edersen hakikata erersin
Erenler katında devran edersin
Âr etmez isen gümâna düşersin
Vallâhi billâhi görürsün keder
 
ABDAL ZİYA böyle görmüş hayatı
Âşıklarda burda bulmuş necatı
Sâkin ol gel olma demirden katı
Vallâhi billâhi görürsün keder
**
Sen cümlenin cânânısın
Dertlilerin dermânısın
Sultanların sultanısın
 
El medet medet’ül medet
Yâ gâni Allah’ım medet
 
Sensin yoklukta vârımız
Yok gayri bir melcâ’ımız
Destegir-ü penâhımız
 
Bu dünyaya kadem bastık
Şu fâniyi bâki sandık
Ki bahr-i isyâna daldık
 
Girye-yi dilzâr olalım
Rencide dil olmayalım
İsyân içre kalmayalım
 
Gönül mir’atı subnidir
ABDAL ZİYA Hak gânidir
Yalvar çün kerem kânidir
**
Varlıktan soyunup âbad olalım
Elimizden bu fırsat kaçar birgün
Hak’la kul arasına girmeyelim
Hak mağfiret kapısın açar birgün
 
Menkûş edip bu sözü tak gûş’una
Yum gözün karışma kemin işine
Yarın bilmezsin ne gelir başına
İsyanla kuş kafesten uçar birgün
 
Gördüğü ayıpları örten adem
Fâzilet sahibidir ol demâdem
Ekilen ekine benzer bu âlem
Kendi ekdiğin kendi biçer birgün
 
Vakti eyyam gelir dökülür yaprak
İyiyi kötüyü yer kara toprak
Bizlere meçhuldur Hak ile nâhak
Biri nur biri de nar saçar birgün
 
ABDAL ZİYA son durak karşımızda
Yazı yazarlar mezar taşımızda
Selvi dikilir yanı başımızda
Baykuşlar hazin hazin öter birgün
**
Yâ Rab tard et cennetinden
Dûr eyleme izzetinden
Sorulmaz hiç hikmetinden
 
Bu aciz gedâ kulundan
Tek bir gönül incinmesin
 
Nuh misâl tufan göreyim
Nemrut nârına gireyim
Kurban olduğum bileyim
 
Bu aciz gedâ kulundan
Tek bir gönül incinmesin
 
Yakup gibi hem ağlayam
Yusuf gibi bel bağlayam
Sular gibi hep çağlayam
 
Bu aciz gedâ kulundan
Tek bir gönül incinmesin
 
Ver bana Eyüp sabrını
Musallat et Firavun’u
Çekeyim cümle kahrını
 
Bu aciz gedâ kulundan
Tek bir gönül incinmesin
 
Şecer içre biçtir beni
Çarmıha çaktır bu teni
Dilimden ayırmam seni
 
Bu aciz gedâ kulundan
Tek bir gönül incinmesin
 
Kul kurbanım Muhammed’e
Feda canım Ehl-i Beyt’e
Katlanırım her mihmete
 
Bu aciz gedâ kulundan
Tek bir gönül incinmesin
 
ABDAL ZİYA zevkle doldu
Kendini kendine sordu
Cehenneme razı oldu
 
Bu aciz gedâ kulundan
Tek bir gönül incinmesin

Untitled Document

***
Firakınla beni cânân perişan kılacaksın 
Kereminle meclûbunu şaduman kılacaksın
Göster cemâlini inletme ağlatma bîçâreni
Encamı hoştur derdime sen derman kılacaksın
Sahib-i basirettir cevr ü cefaya katlanan
Encamı hoştur derdime sen derman kılacaksın
Şüphe yok lâl-i lebinden dökülen aşk-ı hayat
Rû-be-rû gelip o demde sen devran kılacaksın
Hasretin yetti canıma can da sen cânân da sen
ABDAL ZİYA’yı akıbet şen ü şadan kılacaksın
***
Senin aşkından bu sevdaya daldım
Hünkâr Hacı Bektaş er Ali’sin sen
Günahkâr kulum himmetine kaldım
Kerem eyle şahım er Velîsin sen
Sensin ol nokta-yı bâ-ı bismillâh
Esrâr-ı ilm-i ledünsün eyvallah
İmanım kavidir sensin sırrullah
Bu aciz naçizin er dilisin sen
Aşkınla birçok ere ettim hizmet
Gösterme bu gedâna bir musibet
Mürüvvet et kurtar sende kerem et
On iki imamın ergülüsün sen
Aliyy’el Mürteza dedendir senin
Yeşil hâtem olan elindir senin 
ABDAL ZİYA kemter kulundur senin
Şefâatın diler er ulusun sen
***
Vahdetten ayrılmayalım kardaşlar
Erenler bezminde cevlân edelim
Yolumuzdan şaşmayalım sırdaşlar
Hakikat sırrını pinhan edelim
Ehl-i beyt yoluna olalım berdâr
Kâvl-ı sadık hiç arar mı gayrı yâr
Muhammet Ali gibi şahımız var
Gönül âleminde seyran edelim
Evvel-i âlem Resûl-i Ekrem’dir
Anın çün gönül Beytü’l mükerremdir
Ki tavâf etmek bir lütf u keremdir
Bu lûtfu devr ile devrân edelim
Âl-i Nebi’den gelir bu râhımız
Dürrü âl-i abâdır mekânımız
ABDAL ZİYA âl-i Ali mâhımız
Cihanı bu râha hayran edelim.
***
Yolu erkâm sorarsan
Himmet dile erenlerden
Cânda cânânı ararsan 
Himmet dile erenlerden
Yol Muhamet erkân Ali
Er Hacı Bektaş-ı Velî
İhya etti erkân yolu
Himmet dile erenlerden
Bil bu yol esrâr-ı Hak’tır
Pîr’den alınan sebaktır
Dar düşızıemeye duraktır
Himmet dile erenlerden
Kolayca can düşürülmez
Çün düşmüşler kaldırılmaz
Koyuna kurt saldırılmaz
Himmet dile erenlerden
ABDAL ZİYA koyun yârdır
Kurt ise bir canavardır
Uyan ateş-i suzândır
Himmet dile erenlerden
***
Gerçeksen gemini salma engine
Gerçek esrarına payan bulunmaz
İncinme çalızur kara gönlüne
Gönül yarasına derman bulunmaz
Aşıklara lâzım olan şehâmet
Gösterme efsane ile kerâmet
İncitme bir gönül etme nedâmet
Bil senden yüce bir sultan bulunmaz
Nâzenin ikrârı cümleye fâik
Yolumuz hülyaya değildir lâyık
Sanma sakın her yolda var hakâyık
Aliler çok Şah-ı Merdan bulunmaz
Tanınmaz oldu bu âlemde erler
Çıktı birtakım efsane hünerler
Eblehlere sorsan ârifiz derler
Yalnız benden gedâ nâdan bulunmaz
ABDAL ZİYA bu âlemin kemteri
Sim ü zer efsanede yok hüneri
Hüseyin aşkına terketti seri
Hüseyin’den ulu cânân bulunmaz
***
Garip kaldım ey nesl-i Ali
Hak Muhammet, Ali Hasan aşkına
Kutb-ı âlem Hacı Bektaş-ı Velî
Deşt-i Kerbelâ yı Hüseyn aşkına
Levh-ı kalem senin dîdârındadır
Şevk-i şefkat senin gülzârındadır
Bu gedana himmet âsârındadır
Zeynel Babâ Bakır Cafer aşkına
Serde takât kalmadı hâlim yaman
Sensin dertlilerin derdine derman
Medet mürüvvet dilerim el aman
Musa Kâzım, Ali Rıza aşkına
Dûr eyleme kapında bir gedânım
Terk eyledim mezhep ile edyânım
Merhamet ey! benim ulu sultânım
Takî hem Nakî Askeri aşkına
Aşk-ı çevk ile vardım dergâhına
Yüzüm gözüm sürdüm kademgâhına
Şefaat bu ABDAL ZİYA kuluna
Ol sahibü’l zaman Mehdî aşkına.

MİR'ATİ BABA TÜRBESİ

MİR'ATİ BABA TÜRBESİ
KAYSERİ..YEŞİLHİSAR


Yeşilhisar Anadolu’nun tam ortasında yer alması sebebiyle tarihi birçok olaylara sahne olmuştur. Bu nedenle de isimleri ve yaşadığı tarihler tam olarak bilimsel tespit edilemese de birçok önemli şahısların mezarlarını barındırmaktadır. Bu düşüncede olan yöre halkı bu türbeleri ziyaret ettikleri gibi Anadolu'nun değişik yerlerinden insanların bu yerleri ziyaret etmek için gelmektedir.
MİR'ATİ BABA TÜRBESİ:

Halk şairi olan Mir ‘ati Babanın hangi tarihte doğduğu ve öldüğü tam olarak bilinmemekle beraber Osmanlı devleti zamanın da yaşadığı zannedilmektedir. Halk arasında âlim, zahit ve keramet sahibi bir kimse olduğuna inanılmaktadır.
Mir ati Baba Türbesi Yeşilhisar’ın merkezinde Keler Mahallesi adi ile isimlendirilen yerde yol üzerinde bulunmaktadır. Yol üzerinde olması nedeni ile gelip geçenlerin ziyaret ettiği yerlerdendir.

3 Mayıs 2016 Salı

Mahmut Seydi Türbesi

Mahmut Seydi Türbesi 

ANTALYA / ALANYA – Mahmutseydi Mahallesi

Mahmut Seydi Türbesi, Antalya İli, Alanya İlçesi, Mahmutseydi (Köyü) Mahallesi yakınındadır.

Mahmut Seydi’nin Horasan’dan bölgeye gelen yedi evliyadan biri olduğu söylenmektedir. Mahmut Seydi bölgeye gelerek eski adı Onas olan köye yerleşmiş ve zaviyesini kurmuş burada İslam’ı yaymıştır. Seyyid Harun Veli’nin öğrencisi ve ahfadından olduğu söylenmektedir. Yaşadığı dönem ve ölüm tarihi bilinmemesine rağmen 1461 yılındaMahmut Şeydi adına düzenlenmiş vakfiyesi kayıtlarda görülmektedir. Köylüler soylarının Mahmut Seydi’den geldiğini söylemektedirler. Mahmut Seydi Konya Hadim İlçesi Dedemli Kasabasında medfun olan Seyyid Bayram’ın kızı ile evlenmiştir.   
Deretürbelinas Köyünde medfun olan Mahmut Yusuf Narabi Mahmut Seydi’nin kardeşidir.

Mahmut Seydi Türbesi

Mahmut Seydi Türbesi
Mahmut Seydi Türbesi
Türbe üç bölümden oluşan, dikdörtgen planlı, yığma moloz taştan inşa, çatısı kiremit örtülü bir türbedir. Türbe mutfak, ibadet odası (eskiden zaviye yeri olarak kullanılmış) ve sandukanın bulunduğu üç bölümden oluşmaktadır. Mahmut Seydi’nin asası sandukaya dayalı olarak durmaktadır. Türbeyi Hamdullah Emin Paşa yaptırmıştır.

 Özellikle çocuğu olmayan kadınlar ve çeşitli hastalıkları ve dilekleri olanlar tarafından ziyaret edilen bir türbedir. Kurban adağı türbe yanında gerçekleştirilip, etler fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılmaktadır.

Menkıbeler: 1-) Türbeyi yaptıran Hamdullah Emin Paşa Mısır’da görevde iken, onu tanıyan zengin bir Mısır’lının rüyasında bir evliya görünür. Zengin Mısırlı Mahmut Seydi sandukasının üstüne örtülmek üzere işlemeli güzel bir halı hediye eder. Türbeyi yenileyen Emin Paşa sandukanın üzerine bu hediyeyi koyar. Dönemin Alanya Kaymakamı 1932 yılında iki ilkokul çocuğuna bu halıyı çaldırır. Halı kayıplara karışır, fakat halıyı çalan çocuklar yıllardır belirsiz bir hastalıktan muzdariptir.
2-) Türbe ağaçlık bir alandadır. Fakat türbe etrafındaki ağaçlar kutsal kabul edilip kesilmezler. Kesenin rüyasına giren evliya odunları geri istemektedir.   

Kaynak: Metin Türktaş –Alanya ve Köylerindeki Türbe Yatır ve Adak Yerleri -1997 / Ahmet Çaycı –Alanya Mahmud Seydi Külliyesi 

İlla Baba Türbesi

İlla Baba Türbesi 

ANTALYA / ELMALI – Çalpınar Mahallesi


İlla Baba Türbesi
İlla Baba Türbesi, Antalya İli, Elmalı İlçesi, Çalpınar (Köyü) Mahallesindedir. Köy içinden geçen derenin karşı tarafındadır.
İlla Baba Kimdir: Çalpınar Köyünün eski adı İlla’dır. Köye ismini veren burada medfun olan İlla Baba’dan aldığı söylenmektedir. Ermiş bir zat olarak anılmaktadır. Hakkında başka herhangi bir bilgi yoktur. 

Türbenin Durumu: Türbe betonarmeden kare plana yakın inşa edilmiştir. Türbe içinde üç sanduka bulunmaktadır. 

Güney Dede Türbesi

Güney Dede Türbesi 

AMASYA –Merkez –İbecik Köyü

Güney Dede Türbesi, Amasya İli merkez ilçesi Amasya’ya bağlı İbecik Köyünün karşısındadır.

İbecik Köyünün manevi lideridir. Horasan erenlerinden olup bölgeye yerleşip burada İslâm’ı yaymak için mücadele etmiştir.
Güney Dede Mezarı

Güney Dede Türbesi
Güney Dede Türbesi
Türbe dikdörtgen planlı, üstü kiremit kaplı, temiz ama betonarmeden inşa edilmiştir. Türbe etrafı mesire yeri gibi düzenlenmiştir.

Ziyaret özellikle İbecik Köylüleri tarafından ziyaret edilmektedir. Kurban adağında bulunulmaktadır. Gece altını ıslatan çocuklar şifa bulmak amacıyla Güney Dede’ye getirilir. 

Nalıncı Mimi Dede ..fatih

Halk arasında Nalıncı Baba adı ile anılan ve asıl adı Muhammed ( Mehmet ) Mimi ( dede ) Efendi aslen Bergamalıdır. İstanbul’ un Fatih semtinde yaşamış ve burada 1592 yılında vefat etmiştir.
Cenaze hizmetlerini bizzat padişah gördü. Kabri üzerine bir kubbe, içine bir çeşme koydurdu. Dahası bir tekke ile yaşattı adını. Türbesi Unkapanı’nda, Cibali Tütün Fabrikası’nın arkasında, Harabzade Camii karşısındadır.
hakkımızad-türbe
İşte o Nalıncı Baba’nın ibretlik kıssası;

Nalıncı Mimi Dede; namsız,nişansız yiğitlerden ve Cenab-ı Hakk’ ın sevdiklerinden… Hayatı sisler ve perdeler ardında pırıldıyor. Tekke, Dergah, Medrese dervişlerinden değil… Belki meczup ama kerametler sahibi…
Hayatı hakkında zamanımıza kadar aktarılanlar efsane çapında güzel… Şimdi bizde o sele kapılıp gidelim bakalım neler var… :
Günlerden bir Cuma günü Hicri 1000 li yıllar ( Miladi 1592 ) Osmanlı hükümdarı Sultan III. Murad Han, İstanbul esnafını ve halkın halini kontrol için sokaklara çıkmıştı… Yanında da Şeyhülislam… Her ikiside tebdil-i kıyafet ile halkın gözünden gizlenmişlerdi… Kimse ne Padişahı ne de Şeyhülislamı tanımıyordu… Sokakları ellerine dolayıp gittiler… gittiler… Kıvrım kıvrım uzayan yollar onları Fatih semtine ulaştırdı… İleride, sokağın birinde görülmemiş bir kalabalık vardı… Sanki sokağa gökten insan yağmış gibi bir hal… Bugün bu sokakta birşeyler olduğu muhakkaktı ama neydi, ne olabilirdi ? Hünkar dikkat edip ilerlere baktı ve sonra Şeyhülislam a dönüp ;
  • Efendi, dedi, git bak, orada ki insanlar ne ister ? Bu telaş ve çığlıkları sebebi ne ola ?
Şeyhülislam küt küt yürüyerek kalabalığın bulunduğu noktaya kadar vardı ve dedi;
  • Ey Allah’ ın kulları… ! Ne yapıyorsunuz ? Niçin hepiniz burada toplandınız ? Derdiniz, davanız nedir ?
İnsan denizi dalgalandı ve acaip sesler yükseldi;
  • Bir zındık öldüde onun için burdayız !
Şeyhülislam, daha tek kelime sormadı… İzi üstüne padişahın yanına döndü ve olanları anlattı…
  • Devletlü Hünkarım !…bir zındık adam ölmüş, cenazesini kimse yıkamak istemiyor… Bu sebeple münakaşa edip dururlar.
Padişah meraklandı, Şeyhülislamın eteğinden çekerek;
  • Haydi, dedi bizde onların arasına karışalım ve hadiseyi yakından görelim… Görelim ki nice hadisedir ?
Ve hadise yerine doğru ağır adımlarla yürüdüler, Halkın arasına karışıp yükselen seslere kulak verdiler… Her kafadan bir ses çıkıyor, herkes bir başka söz ediyor… Fakat sözlerin neticesi yoktu…
Hünkar birinin eteğinde çekip sordu;
  • Ey Adem ! Nedir bu kalabalık ?
Adam mecnun gözlerle baktı ve dedi ki ;
  • Ne olacak ? Ölen bir zındığın cenazesini yıkayıp yıkamamakta münakaşa ederiz…
  • Kimdir bu zındık dediğiniz kişi ?
  • Nalıncılık yapan bir ihtiyar sanatkardı ve adına da ‘’Nalıncı Baba’’derlerdi…
Şimdi ecel okuna hedef oldu…
  • Hayret ettim ! Cenazesi niçin yıknmak istemez ?
  • Zındık olduğundan…
  • Bu ihtiyara neden zındık derler ki ? Öyle zındık demekle zındık olunmaz…
  • Adam, Karşındaki zat’ın padişah olduğunu bilmiyordu…
  • Şundan zındık deriz ki, Bu Nalıncı Baba hiç Camiye gitmez ve namaz kılmazdı. Üstelik kazandığı para ile her akşam Şarap alır evine götürürdü…
Osmanlı Sultanı merakla sordu ;
  • Eee ! Daha neler ?
Adam kelimeleri peşpeşe sıralıyarak…
  • Fena huyu vardı ki, herkes kendisinden bun yüzden nefret ederdi…
  • O fena huy da neydi ?
  • Her Cuma Akşamı baştan çıkmış, batağa düşmüş kadınları evinde toplar alem yapardı… Ama nasıl bir alem ise kimse bilemez ! Bu yaştaki adamın böyle işler yapması halkı rahatsız ediyordu…
  • Demek öyle ?
  • Evet… Belki sözümün eksiği var, fazlası yok…
  • Bu sebeple mi Cenazesi ortada kaldı ?
  • Evet… Bu yüzden kimse yüzüne bakmaz…
Sultan III. Murad Han fena halde meraklanmıştı… Şeyhülislamın kulağına eğilerek fısıldadı;
  • Ne Dersünüz efendi ? Bu hadise bana çok garip geliyor… Nalıncı Baba’nın cenazesi böyle ortada kalmasın… Bu işi ikimiz üstlenip yapalım…
Ortada bir ölü var ve akıl almaz sözler… Hemen kolları sıvayıp işe koyuldular… Herkesin şaşkın bakışları arasında Padişah su döktü, Şeyhülislam ihtiyarın cenazesini yıkadı… Sonra namazını kıldılar ve vasiyeti gereğince gömülmesini sağladılar…
Buraya kadar olan hadiseler bir garip bundan sonrası daha da bir acayip… Padişahın merakı büsbütün kamçılanmıştır… Bu kördüğümü çözmek için Nalıncı Babanın zevcesini saraya çağırttı ve perde ardından kadına sordu… ?
  • Ey Hatun… Siz kimin zevcesisiniz… ?
Kadın cevap verdi;
  • Nalıncı Baba’ nın zevcesi idim…
  • Peki kocanız nerede… ?
  • Kocam vefat etti, Hünkarım…
  • Kocanız yalnız Nalın mı yapardı… ?
  • Evet… Öyle güzel nalın yapardı ki, kimse ona denk olamazdı…
  • Kocan gerçekten iyi sanatkarmış, lakin zındıkmış… ?
Nalıncı Baba’nın zevcesi hemen itiraz ederek…
  • Haşa Padişahım… Tam bir Müslümandı… Keşke herkes öyle olabilse…
  • Beni şaşırttınız… Böyle dersin ama, senin kocan hiç camiye gitmez ve namaz kılmazmış… Nasıl Müslüman bu… ?
  • Dediğiniz doğrudur, Sultanım…!
  • Bak sende tasdik ediyorsun…
  • Camiye gitmezdi ama eve gelip sabaha kadar namaz kılardı, hemde seccadesini ıslatacak şekilde gözyaşlarını akıtırdı… Gündüzleride vakit namazlarını dükkanında eda ederdi… Onun işlerine kimsenin aklı ermez…
  • Ey Hatun… ! Beni meraklandırdın… Birde işin daha fenası var…?
  • O da nedir… ?
  • Derler ki ; Senin kocan her gece şarap alır evde şarap içermiş…? Bu da mı yalan… ?
  • Yalan değil Sultanım… Yanlış… !
  • Nasıl yani Ey Hatun… ?
  • Şarap getirdiği doğrudur da içtiği yalandır…Kocam işinden eve gelir, iki rekat namaz kılar, Allahu Teala’ ya şükreder ve derdi ki;
‘’ Ey benim Rabbim… Mü’min kullarının Şarap içmelerine mani olabilmek için bana bugünkü rızkım ile iki kilo şarap almayı nasip ettin… Sana ne kadar şükretsem az Sen herşeyden yücesin, merhametlisin ve bağışlayıcısın… Günahkar kullarını affeyle… Onlara, sana varan doğru yolunu göster…Nürun şerefine düşenlerin elinden tut… Eğer sen onlara azab edecek olursan onlar senin kullarındır… ‘’ diyerek sonrada getirdiği şarapları tuvaletin deliğinden dökerdi… Dediğim gibi Sultanım onun işlerine kimse akıl sır erdiremezdi…
SultanIII. Murad Han bu sözler karşısında titreyerek başını öne eğip bir müddet düşündü… ve…
  • Ey Hatun… ! Ne var ki kocanın başka bir kötü huyu daha varmış… Her Cuma akşamı baştan çıkmış kadınları evine toplar alem yaparmış… Buna ne dersin… ?
  • Tamamiyle yanlış ki ne yanlış Padişahım… !
  • Nasıl yani… ?
  • Kocam bazı felakete uğramış talihsiz kadınları eve getirir, onlara nasihat eder, tevbe ettirir, yıkanıp abdest almaları için bana su hazırlattırır ve sonra bu zillet ve bataktan kurtulmaları için ellerine para vererek evlerine gönderirdi… Ama dıştan bakıldığında Nalıncı Baba’ nın yaptıkları ters gibi gözüktüğü için Halk ve onu gören kişiler, Ahlaka ayrıkı dinsiz ve imansız zındık biri gibi görüyorlardı… Hem iş ileri dereceye vararak kendisine artık kimse nalın yaptırmadığı için geçimimiz biraz zorlaşmıştı…
Ben kendisine kaç defa;
  • Ey Efendi, ne olur artık bu davranışından vazgeç, Yarın ölsen Cenazeni yıkıyacak namazını kıldıracak ve defin edecek kimseyin bulamayıp cenazen ortada kalacak ve perişan olacağız derdim… ve cevaben…
  • Ey Hatun…! Sen hiç tasa etme… ‘ Ben öldüğüm zaman, benim cenazem ortada kalmaz… cenazemi Şeyhülislam yıkar, suyumu da Padişah döker… Bir amel ki Allah için olsunda, Yücelerin yücesi Mevla mükafatını vermesi hiç görülmemiş şey mi… ?derdi…
Sultan III. Murad Han ‘ ın gözleri birden yaşlarla doldu ve hüzünlü bir ses tonu ile…
  • Yaaa… ! demek öyle… ?
  • Padişah derhal Saray’ dan Nalıncı Mimi Dedenin, Zevcesine ölünceye kadar tahsisat bağlayarak ve günümüzde aynı yerde bulunan Unkapanı mevkii Üsküp caddesi üzerinde bulunan Türbeyi yaptırttı…
hakkımızad-türbe-2
hakkımızad-türbe-3

Meşhur Seyyah Evliya Çelebi’ nin onun hakkında ki notları şöyle der; 
‘’ Nalıncı Mimi Dede; Sultan III. Murad Han devrinin sayılı Meczuplarından birisi idi… Ona Mevlevi diyenler olduğu gibi, Halveti diyenlerde vardır… Bergama ‘ da doğup, İstanbulayerleşmiştir…Kış ve yaz aylarında hep nalın ile gezer ve Azablar çarşısında Nalıncılık ederdi… Evi Türbesinin bulunduğu yerde idi… Hicri 1000 yılının bir bahar sabahı idi… Osmanlı HünkarıIII. Murad biraz telaşlıydı… Huzuruna Saray ağasını çağırdı…
-Ağam , Ağam dedi, bilirmisin ne oldu… ?
Ağa boynu büküp, Ne oldu Devletlü Hünkarım diye sordu… ?
Padişah gördüğü bir rüyanın heyacanını taşıyordu… Gece rüyada gördüklerini tane tane anlattı…
– Bu gece tuhaf bir rüya gördüm Ağa…
– Hayırdır inşallah Sultanım…
– Nalıncı Mimi dede diye bir zat rüyama girdi…
– Olacak iş değil…
– Yakama yapıştı, şiddetle çekti ve dedi; ‘’ Sultanım…! Ben dünyanın tam elli sene suyunu içtim… Ekmek ve ni’metiyle perverde oldum… Şimdi ölüyorum… Bana öte dünyanın kapısı açıldı ve kabir göründü… Yarın Cenaze namazımı Fatih Camiinde kılmaya hazırlan… Beni evime göm… Üstüme bir kubbe, yanıma bir tekke, önüme de bir çeşme yap… ‘’
Ağam sen derhal Mimi dede’ ninevine koş, tahkik et… Hakikaten mimi dede ölmüş mü… ?
Ağa saraydan çıkarak Mimi dede’ nin evine ulaşır ve gördüğü gibi evin önünde kazanda su kaynatılmaktadır… Ağa bu manzarayı hayretli nazarla bakarak derhal saraya geri dönerek Padişah ‘ a anlatır…
-Devletlü Hünkarım rüyada gördükleriniz aynen vakidir… der…
Allah dostlarının işlerine akıl sır ermez… Nebiyy-i Alişan efendimizin buyurduğu üzere; Bir Kulun imanı doğrulmaz, Kalbi doğrulmadıkça; Kalbi de doğrulmaz, dili doğrulmadıkça…
Bu güzel ve hoş olan Keramet sahibi Allah dostu olan Mimi dede’ nin esrarengiz gizemi ile cezbeye kapılarak Sedefhane Adlı atölyemizde Nalın yapımına başlayarak Nalıncı Mimi Dede ismimizi TPEK almış olduğu karar doğrultusunda 2014 Yılında markamız tescillenerek üretimlerimiz Sedefli,Sade ve Hediyelik eşya mahiyetinde üretimlerimiz devam etmektedir…

Yeşil Sarıklı Çakır Dede’



Yeşil Sarıklı Çakır Dede’..mersin





 Ehli Beyt soyundan gelen, Hacı Bektaşi Veli'nin torunlarından olan maneviyat ehli Çakır Dedenin kabri Bozyazı Tekedüzü mezarlığında bulunmaktadır. Eşi Sultan Ana ve Oğlu Emir Ali Buçgün'ün kabirlerini de içine alan bir büyük türbenin yapılması şarttır.


Maneviyatı ile bu bölge insanına ilim vermiş, irfan vermiş kalp gözü açık, kerametleri dilden dile dolaşan Yeşil Sarıklı Çakır Dede'ye bir türbe yapılarak çevrede bulunan insanların bu manevi hazzı fazlasıyla yaşaması sağlanmalıdır" dedi.
Çetin ; " Dualarıyla birçok insanın derdine derman olmuş Allah Dostu Yeşil Sarıklı Çakır Dede büyük bir türbe ile taçlandırmalıdır." Dedi.