KARIŞIK

28 Nisan 2016 Perşembe

Hz. Hasan ve Hüseyin Kardeşler

Hz. Hasan ve Hüseyin Kardeşler

    istanbul ..eyüp



Eyüp de Hasan-Hüseyin yokuşu üzerinde kabirleri bulunan Hasan ve Hüseyin hz leri;bir rivayete göre Eyüp Sultan hz’lerine imamlık etmiş iki kardeştir.Bu konuda Ayvansaraylı Hüseyin Efendi Hadikatü’l Cevami isimli eserinde şunları bildiriyor;” Bir çok arkadaşları ile birlikte İstanbul’a gelmişller ve şehrin içine girmeye muvaffak olarak daha sonra şehit düşmüşlerdir.Hazret-i Halid’inhadimlerinden olmak üzer ma’ruflar(bilinmişler) ve cümlesi ziyaretgah-ı ehl-i hulus olmak üzere mevsuflardır(bilinmişllerdir).”
Her iki zat hakkında söylenen şu kıt!a meşhurdur
Es’ad, berae fey dal oldu, çıktı, tarihhasan ve huseyin kardesler 4
Oldu Hasan Hüseyin meşhedleri meşid.
1250(1834)
Ayrıca her iki zat ile ilgli şu beyitte vardır;
Sultanhamamı’nda kabreyn
İmam-ı halid olan ahaveyn
tabiinden Hasan Hüseyin
Şefaate ir görün bizi

Üç Hanım Kızlar Türbesi

Üç Hanım Kızlar Türbesi

   bursa...





Bursa – Osmangazi’de Kaplıca caddesi üzerindeki Koca naip Kur’an Kursunun hemen önünde. 
14. yüzyıl yapısı olduğu tahmin edilmekte olup, yaptıranı ve içinde bulunan dört sandukanın kimlere ait olduğu bilinmemektedir. daha çok ”Üç Hanım Kızlar Türbesi ” olarak anılmakta olan yapı halk arasında ” Yılanlı Türbe ” olarak da bilinmektedir.
Kare planlı türbenin üzerindeki kubbe kurşun kaplıdır. Türbenin içinde dört adet sanduka bulunmaktadır. Türbenin bahçesinde ise çok sayıda eski mezar taşı vardır.

Kadıncık Ana Türbesi


Kadıncık Ana Türbesi



    afyon merkez..



 Afyon Merkez’de Mevlevi camii’nin bir arka sokağı olan Tabakhane sokağı üzerinde.


Afyon Mevlevihanesinin batı tarafında bulunana Kadınana türbesinde Melek Peyker ile Naime Gevher Hanım2lar medfundur. Binası taş duvarlı, ahşap tavanlı olup çatısı kiremitle örtülüdür. Türbe içersinde beş kişiye ait mezarlardan büyük olanı Melek Peyker, yanındaki sanduka ise Naime Gevher hanıma aittir. Arka bölümde bulunan üç küçük sandukanın ise kimlere ait olduğu bilinmemektedir.
Selçuklu hükümdarlarından III. Alaaddin Keykubat’ın kızları olan Kadınanalar, anlatılanlara göre Anadolu Valisi Emir Çobanoğlu Demirtaş (Timurtaş) Beyin zulmünden kaçarak Afyonkarahisar’da Sahipataoğullarına sığınırlar.
Tüm mal varlıklarını şehrin gelişmesinde ve hayır işlerinde kullanan kardeşlerden Melek Peyker, Orta Kalacık’taki kaynaktan açıkta gelen suyu, kapalı ark haline getirir. Naime Gevher Hatun, şehrin ortasından geçen dere üzerine köprüler inşa ettirir. Asiye Sultan ise (Kadınana İlköğretim okulu yanında Türbesi var) bu günkü Saraçlar içi, Kadınana türbesi, Müftülük, Afyon Lisesi ve Ordu Bulvarı başlangıcına kadar olan bölgede yaklaşık bin kişilik mezar yaptırır. Bu üç kız kardeşe Afyonkarahisarlılar tarafından kadirşinaslık eseri olarak ‘Kadınana’ lakabı verilir. 1330’da Nusreddin Ahmed tarafından yaptırılan ve şehrin en eski mahallesine isim veren Kubbeli Mescid, tek kanatlı kapısıyla Selçuklu mimari tarzında olup, yıldızlı, geometrik ve bitki motifli oymalı bir sanat eseridir.

27 Nisan 2016 Çarşamba

Menteş Dede Türbesi

Menteş Dede Türbesi 

AFYONKARAHİSAR -Sandıklı -Menteş B.

Menteş Dede Türbesi

 Afyonkarahisar İli Sandıklı İlçesine 25km uzaklıktaki Menteş Kasabasında türbesi vardır.

 Mevlana Celalettin Rumi’nin arkadaşlarından olduğu ve Horasan’dan göç ettiği rivayet edilmektedir.
Bedri Noyan’a göre ise Bektaşi evliyasıdır.


Kasaba mezarlığında sade devşirme malzemelerden türbesi mevcuttur. Üstü bir çatı ile örtülmüş türbede, Menteş Dede’ye ait olan asalar bulunmaktadır.

Bayram arifelerinde, kandil günleri civar köylüler tarafından da ziyaret edilmektedir. Ziyaretçiler dua etmekte ve adak olarak kurban kesmektedirler. Türbe içindeki baston olarak anılan ağaç dallarına bez bağlanmaktadır.
Ayrıca askere gidecek gençler türbede iki rekât namaz kılıp, yanlarına türbe toprağından alırlar.
Çocuğu olmayan kadınlar da türbeyi ziyaret eder, türbede salıncak ve beşik kurarlar.
Menteş Dede türbesinden alınan toprağın koruyucu etkisi olduğuna inanılmaktadır. Askere giden gençler, okula gidenler, uzak yola gidenler türbeden toprak alırlar ve sağsalim geri döneceğine inanmaktadırlar.
Ayrıca türbede bulunan ardıç ağacından sopa hastalara, inmeli, felçli hastalara sürülmek suretiyle şifa aranmaktadır.  

Menkıbeler: 1-) Menteş Dede’nin Kurtuluş Savaşında ve Kıbrıs Barış Harekâtında cepheye ateş topu gönderdiğine inanılmaktadır. 

Kaynakça: Nihat Aytürk – Bayram Altan – Türkiye’de Dini Ziyaret Yerleri- Altanoğlu – 1992 / Abdulhalim Durma – Evliyalar Şehri Afyonkarahisar – 2009 / Tuğrul Balaban – Sandıklı Halk İnanışları ve Uygulamaları – 2006 / www.panoramio.com 

Taylan Köken

Sarı Dede Türbesi

Sarı Dede Türbesi

AFYONKARAHİSAR -Sandıklı -Bekteş Köyü


Sarı Ahmet Dede Türbesi
Afyonkarahisar İli, Sandıklı İlçesi Bekteş Köyünde türbesi vardır.

 Sarı Dede köylüler tarafından bilinen, ziyaret edilen ve yine bu köyde yaşadığı söylenen bir alperendir. Gerçek adı Sarı Ahmet Dede’dir.  

Taştan yapılma üstü açık, sade bir türbedir. Türbede Sarı Dede’nin haricinde başka biri daha medfundur. Türbe daha önceleri cami avlusunda iken, cami tadilata alınınca türbe yol kenarına taşınmıştır.      

Köylüler genellikle hayır duası almak için ziyaret ederler. Önemli günlerde ziyaret edilir ve zaman zaman çeşitli dilekler için adak adanmaktadır. Çocuğu olmayanlar ziyaret eder ve kurban adağında bulunurlar. Çocuk erkek olursa adını Ahmet koymaktadırlar.

Menkıbeler: 1-) Çanakkale Savaşında Bekteş köyünden bir kişi çarpışmalar sırasında vurulur. Nereden geldiği bilinmeyen bir kişi gelerek vurulan askeri kurşun yağmuru altında olmasına rağmen gelip kucaklar ve uygun bir mevziye yatırır. Asker aralarında sohbet ederken yardım eden kişinin her Cuma namaz sonrası gidip türbesine dua ettiği Sarı Dede olduğunu anlar. Anlar anlamaz da Dede yok olur. Savaş sonrası köye dönünce Sarı Dede olayını anlatır ve saygıda kusur edilmemesini tembih eder.

Kaynakça: Ali Osman Karakuş –Sandıklı Türbeleri-2 –Sandıklı Belediyesi -2013

Şaşaf Dede Türbesi

Şaşaf Dede Türbesi

ANKARA / BEYPAZARI / Kırbaşı Beldesi


Şaşaf Dede TürbesiŞaşaf Dede Türbesi, Ankara İli Beypazarı İlçesi Kırbaşı Kasabası Vele’nın Ovasındadır.
       Şaşaf Dede’nin kim olduğu konusunda herhangi bir bilgi yoktur.
       Yığma taşlardan üstü örtülü bir türbedir. Harap durumdaki türbenin yeniden düzenlenmesi         söz konusudur.

          Değişik dilekler ve şifa bulmak amacıyla ziyaret edilmektedir.

Kaynakça: www.yeniyildizgazetesi.com / www.facebook.com

Taylan Köken

Fakran Ana Türbesi

Fakran Ana Türbesi

ANKARA / ÇAMLIDERE / Gümele Köyü


İncik Sultan Türbesi Fakran Ana Türbesi, Ankara İli Çamlıdere İlçesi Gümele Köyündedir.
Fakran Ana veya Fakran Ebe olarak anılan kadın erenimiz fakir kişilere iyilik yaparmış. Bu yüzden “Fakirlerin Anası” anlamında Fakran Ana ismi verilmiştir. İncik Sultan ile birlikte aynı devirde yaşamıştır.
İncik Sultan Türbesi ve Fakran Ana Türbesi Çamlıdere Bayındır Barajı yapılamadan önce Yediören (Kurt) Köyündedir. Bu köyde bulunan İncik Sultan türbesi ile birlikte Gümele Köyüne taşınır. 

Çokgen planlı türbe yerinden taşındığı için yenidir. Türbede üç sanduka bulunmaktadır. Bu mezarlardan birinin Fakran Ana’ya ait olduğunu düşünmekteyiz.

Değişik dilekler için ziyaret edilen türbede bulunan geyik boynuzlarıyla “efsunlama” yöntemiyle şifa arandığını düşünmekteyiz.
  

Sarı Ana Türbesi

Sarı Ana Türbesi

marmaris







Ziyaretçilerinin hiç eksik olmadığı Marmaris'in manevi mimarlarından Sarı Ana, yüzyıllardır halkın kalbinde sevgi ve saygı ile yaşayan tarihi bir simge halinde. Bir adı da Yörük Fatma olan Sarı Ana'nın hikâyesi Marmaris Müftülüğü'nce şöyle anlatılıyor:"1522 yılında Rodos'u fethetmek için Marmaris'e gelen Kanuni Sultan Süleyman onu ziyaret ederek, fetih hakkında tavsiyelerini sorar. O da 'Armutalan semtinde konaklayan askerlerden, halkın meyvesini izinsiz olarak alan askerleri bu sefere götürmediğin takdirde başarılı olacaksın' der. Buna uyan Kanuni Rodos'u fethetmiştir. Rodos'tan dönen Kanuni teşekkür etmek için uğradığı Sarı Ana'nın vefatını öğrenir ve üzülür. Kabri üzerine bir türbe yapılmasını ve önündeki dereye de halkın ziyareti için köprü inşaedilmesini emreder. 16. yüzyılda yaşayan Sarı Ana'nın türbesi kendi adını taşıyan semtte Marmaris merkezine ve koyuna bakan yamaçta bulunmaktadır." Sarıana’nın günümüzde olduğu gibi yaşadığı devirde de manevi kimliği ve kerametlerinin ünü memleketin her tarafına yayılmıştır. Sarı Ana'nın bir inekten Kanuni'nin birliklerine yetecek kadar süt sağması, hayırlı işlerde halka yol göstermesi ve çeşitli kerametleri hala anlatılmaktadır.

Sofu Dede Türbesi

Sofu Dede Türbesi

Karaisalı...
Sofu Dede Türbesi’nin Bakımını Karaisalı Belediyesi Üstlendi
  •  
  •  
  • Sofu Dede Türbesi’nin Bakımını Karaisalı Belediyesi Üstlendi




SOFU DEDE KİMDİR?
350 yıl önce Horosan’dan hicret edip Anadolu’ya gelen sofilerden olup Anadolu’nun manevi mimarlarındandır.
 Sofu Dede, Çoban Dede, Cabbar Dede, Bulamaç Dede, Erkeş Dede, Arpaç Dede, Koyun Dede adındaki yedi sofi Osmanlı Sultanı 4.Mehmet döneminde yıllarında ErzurumBölgesinden, oradan Elazığ, Malatya üzerinden Çukurova’ya geldiler. Bu sofiler İslamiyet’i ehlisünnete göre anlatmak için bu bölgelerde hizmet ettiler. Sofu Dede, bu bölgede kalan manevi bekçilerdendir
.

DONA BABA

DONA BABA.. DENİZLİ




türbe denizli acıpayam alattin mahallesinde bulunmaktadır..anadolu selçuklu devleti uç beylerindendir.
asıl adı dona baba dır.eski türkçede dona elbise anlamına gelmektedir.

OĞUZ BABA TÜRBESİ

OĞUZ BABA TÜRBESİ..acıpayam



Oğuz Baba bu bölgeyi fetheden ve bize miras bırakan atalarımızdan biridir. 1000’li yıllarda Yesevi Ocağı’nda yetişen, Anadolu’yu feth edilmek üzere gönderilen Ahmet Yesevi’nin öğrencilerinden birisidir. Karaağaç Baba ile bu bölgede gelmiştir. Oğuz mahallesinde bulunmaktadır.

24 Nisan 2016 Pazar

Dede Maksut Türbesi ..bitlis

Dede Maksut Türbesi ..bitlis





Dede maksut türbesi 1500 yıllardan önce yapıldığı tahmin edilmektedir. Küçük yapı olmasına rağmen çok güzel olan türbe 7 x 6 metre yaklaşık olarak bulunmaktadır. Türbe girişte bir adet kitabe vardır. Bu kitabenin buraya konulma amacı hiç okunmamasından dolayı en azından türbesini ziyaret edecekleri için bu sayede okunması istenmiştir. Günümüzde ise çok eski bir kalıntı olduğundan dolayı çok fazla okunma imkanı yoktur.  İçerisinde 3 adet türbe ve kabir olduğu söylenmektedir. Bu diğer kabirler ise ailesinin olduğu söylenmektedir. Ülkemizde Bitlis – Ahlat köyünde olan bu türbe için ülkemiz tarafından türbe konumuna getirmiş ve bundan dolayı ise 1970 yıllarında türbe devlet tarafından onarılmıştır.  Türbenin en güzel özelliği ise yapılışı ve mimarisi özelliğinden olmasıdır. Bunun nedeni  eyvan tipi dediğimiz türbeler arasından en güzel olan türbe modelleri arasından bulunmaktadır. Öyle güzel tasarlanmıştır ki bu sayede küçük bir dıştan örten çatışı ve güneye bakan penceresi sayesinde güneş ışığı ile içerisi çok iyi şekilde aydınlatılması sağlanmıştır.

Serçoban türbesi– Amasya

Serçoban türbesi– Amasya


Serçoban, Amasya merkezdeki Kocacık Çarşısı’nda türbesi bulunan İğneci Baba ile kardeştir. İğneci Baba ayakkabı tamiri, kardeşi Serçoban ise çobanlık yapar.
Serçoban, bir gün dağda sürülerini otlatırken kaçan oğlağı yakalamak ister, Serçoban kovalar, oğlak kaçar, iyice yorulan Serçoban “Seni yakaladığımda keseceğim” der. Sonunda yakaladığı oğlağı sözünü yerine getirmek için tam kesmek üzere iken mahzun ve etkileyici bakışları ile karşılaşan Serçoban, duygulanır “ Beni de çok yordun mübarek ” der ve yakaladığı oğlağı serbest bırakır.
Serçoban öldüğünde, sürüdeki hayvanların her biri ağaca dönüşür ve bir orman oluşur. Mezarın bulunduğu mevkii kendi adı ile adak ve mesire yeri olarak ziyaret edilir. Yöre insanı oradaki ağaçları kesmenin kendilerine kötülük getireceğine inanır.

sercoban 300x224 Serçoban Efsanesi   Amasya

Sancılı Baba Türbesi

Sancılı Baba Türbesi 

AKSARAY –Merkez –Taşpazar Mahallesi

Aksaray İli merkezinde Taşpazar Mahallesi Paşacık Caddesinde bulunan Sancılı Baba Camisinin önünde türbesi vardır.
Sancılı Baba Türbesi
Sancılı Baba Kimdir: Sancılı Dede olarak da anılan velinin kim olduğu konusunda herhangi bir bilgi yoktur.

Türbenin Durumu: Türbenin üzeri açıktır.

Ziyaret Nedeni: Halk tarafından özellikle ağrısı ve sancısı olanlar türbeyi ziyaret eder. Türbe başında ovalanarak şifa ararlar. Bu yüzden Sancılı Baba olarak anılmaktadır.

Menkıbeler: 1-) Yollar genişletilirken Sancılı Baba türbesi Ervah Mezarlığına kaldırılmak istenmiş. Türbeyi kaldırmak isteyen amelelerin karnına sancılar girmiş. Bunun üzerine yetkililer türbeyi yerinde bırakarak, yolu biraz ilersinden geçirmişler.

Kaynakça: Şahin Başer –Aksaray’da Metfun Bulunan Zatların Kabri Şerifleri ve Türbeleri –Kendi Basımı -1995 / www.erdogankaya.tr.gg / www.panoramio.com

Taylan Köken

Piri Baba Türbesi

Piri Baba Türbesi 

AMASYA –Merzifon –Nusretiye Mahallesi

Piri Baba Türbesi, Amasya İli Merzifon İlçesi, Nusretiye Mahallesi Piri Baba Sokakdadır.
Piri Baba Türbesi
Bu konuda iki kaynak vardır. İlki Evliya Çelebi’nin dergahı ziyaret etmesi ile günümüze aktardığı bilgilerdir. Evliya Çelebi’ye göre Piri Baba Hoca Ahmed Yesevi’nin izni ile Merzifon’a gelip yerleşen bir Horasan erenidir. Piri Baba bazen hamamlarda yatan meczup bir arif-i billah idi. Dergahı meydan, mutfak ve derviş odalarıyla çevrili ve her gece iki yüz adamın konup göçtüğü bir yer olarak tanımlar.
Diğer eser ise Piri Baba’nın müritlerinden biri olan Şamluoğlu Hoca İbrahim tarafından 16.yüzyılın başlarında yazılan, Menakıb-ı Piri Baba / Velayetname adlı eserdir. Bu esere göre Piri Baba Merzifon’un Narince Köyünde doğmuştur. Yedi-sekiz yaşlarında annesi Gülbahar Sultan Piri Baba’yı Merzifon’a götürüp bir yaşmakçının yanına çırak olarak verir. Küçük yaşlarda keramet ehli ve veli bir kişilik çizer. Genç yaşlarında dahi Kabe’de öğle namazını kılar, sonra gelip Merzifon’da işiyle uğraşırmış. Bu el yazması kitapçığa göre on iki imamdan olan Musa Kazım’ın evlatlarındandır ve Tasavvufi eğitimini önce Ahmed Yesevi’den sonra da Lokman Perende’den almıştır. Merzifon halkına sadece İslam’ı yaymamış, aynı zamanda dokumacılığı da öğretmiştir. Günümüzde Merzifon Oymaağaç ve Oymak Köylerinde yaşayanlar Piri Baba Ocağından gelenlerdir.
Sandukasının başında bulunan kitabede şöyle yazmaktadır: İmam Musayı Kazım evladı Seyyid Mehmed Piri Dede Baba Horasan’da 1241 (H. 639) tarihinde doğmuş, 1282’de Anadolu’ya gelmiş, 1341’de vefat etmiştir. 
Türbe hayli bakımlıdır. İki katlı olan türbenin üst katında Piri Baba’nın sandukası bulunmaktadır. Alt katta ise mumluk ve dilek taşı mevcuttur. Türbe kare planlı olup, moloz taş, tuğla ve horasan harcı kullanılarak inşa edilmiştir. Türbeye bitişik cami ve Cemevi bulunmaktadır. Ayrıca ziyaretçilerin kalabileceği odalar vardır. türbenin 15.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Türbede 1906 yılında Nakkaş İbrahim tarafından yapılan kalem işi süslemeler dikkat çekicidir. Türbe 1977 yılında onarım görmüştür. Türbe Vakıflar mülkiyetinde olup 1998 yılında Anıt olarak tescillenmiştir.  

Türbe çok değişik şeyler için ziyaret edilir. Başlıca ziyaret sebepleri şöyledir: Her türlü hastalık ve ağrılar için, çocuk isteği için, yaramaz çocukların uslanması için ve cin çarpmaları için.
Sayın Rahime Özdoğan’ın tezinden ziyaret uygulamalarını direk aktarmak istiyorum:
Ziyaretçiler sandukanın bulunduğu yere her tarafı öperek girmektedirler. Türbe yedi kez dolaşılıp, aynı anda dualar okunup dilekler belirtilir ve adak adanır. Hastalıklar için, sandukanın baş tarafındaki geyik boynuzu, vücudun ağrıyan yerlerine üçer defa sürülür. Bu işleme afsunlanma denilmektedir.
Çocuk isteğiyle gelen kadın ziyaretçiler, evlerinden getirdikleri ipi, önce okuyarak sandukanın baş ve ayak tarafına sürerler. Daha sonra ip bele bağlanıp, başka bir kadının yardımıyla sandukanın çevresinde “Allah’ım muradımı ver” diyerek sandukanın etrafı yedi kez dolaştırılır. Dolaşma işlemi bittikten sonra kurban adanır.
Yaramaz çocuklar için, normal ziyaret tamamlandıktan sonra, çocuk sandukanın bulunduğu odanın kapısındaki yeşil örtülü taşa yatırılıp, süpürme denilen işlem yapılmaktadır. Bu işlem mutlaka türbedeki süpürgeyle yapılmalıdır. Süpürme işlemini yapan kadın; “Kötü huylar gitsin, Allah akıl fikir versin, anayı babayı bilsin, Piri Baba, Piri Baba yardım et” şeklinde sözler söylemektedir. Ziyaretçiler sandukaya arkalarını dönmeksizin geri geri sandukanın bulunduğu yerden çıkmaktadırlar.
Cin çarpması sonucunda oluşan vücut arızaları için normal ziyaretin yanında, Piri Baba’nın yaptığına inanılan ayakkabısıyla sağaltma işlemi yapılmaktadır. Türbenin avlusundaki ayakkabıyla hastanın her tarafına hafifçe vurulur. Bu ritüelin icrâ edilmesinin sebebi, kutsallığına inanılan ayakkabının, cinlerin vermiş olduğu zararları yok edeceğine olan inançtır.
Her türlü ziyaretten sonra, önce dilek taşında taş yapıştırılarak büyüsel işlem, mum yakma suretiyle de bir tür adak sunma ritüelleri icrâ edilmektedir. Ayrıca sandukadan alınan cöher (cevher) denilen toprağın su içinde eritilip içilmesi suretiyle tedavi olunacağına inanılmaktadır. Adaklar genellikle kanlı kurbandır. İstekler gerçekleştikten sonra, kurban Piri Baba adak yerinde kesilerek toplu ziyafetler verilir

Menkıbeler: 1-) Piri Baba daha çırak iken ustası Hac vazifesi yaparken hanımının yapmış olduğu helvayı bir anda Hacca götürüp ustasına verip geri döner.
2-) Piri Baba’nın yapmış olduğu ayakkabılar türbeyi ziyaret eden biri tarafından çalınır. Adam eve gittiğinde heybesini bir açar ki, heybeden yedi sekiz metre uzunluğunda koca kara bir yılan çıkar ve ayakkabılar da yoktur. Ertesi gün türbeye giden hırsız ayakkabıların yerinde olduğunu görünce büyük pişmanlık duyar ve Piri Baba’ya dualar okur ve af diler.

Kaynakça: Rahime Özdoğan –Amasya’da Adak Yerleri İle İlgili Halk Anlatıları -2006 / Doç.Dr. Harun Yıldız –Amasya Yöresi Alevi Ocakları –Uluslar arası Sosyal Araştırmalar Dergisi -2011 /www.amasya-abdulhalim.blogspot.com / www.kurumsal.kulturturizm.gov.tr /www.panoramio.com

Taylan Köken

SUHEYB-İ RUMİ HAZRETLERİ (SUHEYB İBNİ SİNAN)

SUHEYB-İ RUMİ HAZRETLERİ (SUHEYB İBNİ SİNAN)










SUHEYB-İ RUMİ HAZRETLERİ (SUHEYB İBNİ SİNAN)

“Bir kimse Allah’a ve âhıret gününe inanıyorsa, bir ananın evladını sevmesi gibi Süheyb’i sevsin” hadîs-i şerîfiyle medh olunan, büyük Sahâbî. İsmi, Süheyb-i Rûmî; künyesi, Ebû Yahya; Nesebi, Süheyb bin Sinan bin Mâlik bin Abd-i Amr bin Akîl bin Âmir bin Cendele bin Cüzeyme bin Ka’b bin Saad bin Eslem bin Evs Menûd bin en-Nemrî bin Kaasit bin Henep bin Kusay bin Cedile bin Esed bin Rebîa bin Nezâr Er-Rebî en-Nemrî’dir. Annesinin ismi, Selma binti Kuayd. Babasının veya dedesinin vazifesi dolayısıyla bulunduğu Basra’da Übülle denilen yerde doğdu. Übülle, fevkalâde güzel, bağlık-bahçelik bir yerdi. Bizanslılar buraya bir baskın yapıp, her tarafı yağma yaptılar. Bu sırada, çocuk yaşta bulunan Hz. Süheyb bin Sinan’da, Bizanslıların ellerine esir düşenler arasında idi. Ailesi kendisini çok aradıysa da bulamadı. Uzun müddet Bizanslıların elinde kaldıktan sonra, Benî Kelb’in eline geçti. Köle olarak satıldığından Mekke’de Abdullah bin Ceda’nın eline düştü. Bu zât daha sonra kendisini azâd etti. Bu hâdiseler olurken, İslâmiyet henüz açıklanmamıştı. Kendisine “Rûmî” denilmesinin sebebi, uzun müddet Bizanslıların elinde kalmasından dolayıdır. Bu sebeble, Rumca’yı Arabca’dan daha iyi bilirdi.
Kâ’be-i Muazzama’nın güneyinde, yüksekçe bir yerde, Hz. Erkam’ın evi bulunuyordu. Kâ’be’ye güney tarafından gelmek isteyen bu evin önünden geçmek durumunda idi. Ev yüksekte olduğundan Kâ’be rahat olarak görünürdü. Ayrıca Hz. Erkam, Mekke’nin ileri gelenlerinden, itibarı çok olan bir zât idi ki, herkes kendisine hürmet ve ikram ederdi. Bu gibi sebeplerden dolayı, Peygamber efendimiz ve diğer müslümanlar burada toplanırlar, emniyetli bir yer olduğu için ibadetlerini rahat yaparlardı. Yeni Müslüman olmak isteyenler de bu eve gelir, müslüman olmakla şereflenirdi. Bunun için, bu eve Dar’ül-İslâm ve Dârûl-Erkâm gibi isimler verilmişti. Birgün Hz. Ammâr bin Yaser, Hz. Erkam’ın evinin önünde Hz. Süheyb bin Sinan’a rastladı. O’na “Burada ne yapıyorsun” diye sorunca Hz. Süheyb de “Sen ne yapıyorsun” diye karşılık verdi. Hz. Ammâr, “Ben içeri gireceğim ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sözlerini dinleyip bildirdiği dine gireceğim. Müslüman olacağım” dedi. Hz. Süheyb, “Ben de aynı niyyetle buraya geldim.” deyince beraberce içeri girdiler. O sırada Peygamber efendimiz de orada bulunuyordu. Müslüman oldular, akşama kadar orada kaldılar. Akşamdan sonra evlerine gittiler. Peygamber efendimiz, İslâmiyyeti tebliğden önce de Hz. Süheyb bin Sinan ile konuşurlar ve birbirlerini severlerdi. Hz. Süheyb, müslüman olduğunu açıkladıktan sonra Mekke’li müşriklerin, şiddetli hücum ve işkencelerine mâruz kaldı. Müşrikler daha çok, kimsesi olmayan zavallılara işkence ederlerdi. Hz. Süheyb de Mekke’de akrabası, dayanağı olmayan bir zât olduğu için müşrikler kendisine çok zulm ederler, konuşamıyacak hâle getirinceye kadar döverlerdi. Bir gün, Hz. Habbâb ve Hz. Ammâr birlikte giderlerken, Kureyş müşriklerinden bazıları ile karşılaştılar. Müşrikler bunları görünce “İşte Muhammed’e tâbi olan kimseler” diye alay ettiler ve bazı uygunsuz sözler söylediler. Hz. Süheyb onlara cevaben buyurdu ki: “Evet! Allahü teâlâ’nın peygamberine tâbi olan onunla beraber bulunmaktan zevk alan kimseler biziz. Hz. Muhammed’e (s.a.v.) biz inandık, siz inanmadınız. Biz O’nun söylediklerinin, bildirdiklerinin hepsinin doğru olduğunu kabul ettik. Siz yalanladınız. Bütün üstünlük ve faziletler İslâmiyyette, bütün zillet ve felâketler de müşrikliktedir. Müslümanlıkda aşağılık, müşriklikte üstünlük yoktur.” Hz. Süheyb böyle söyleyince inanmıyanlar üzerine saldırdılar. Hz. Süheyb bin Sinan’ı dövdüler. Hz. Süheyb, Mekke’de kendi gayretleriyle büyük bir servet elde edip hayli zengin oldu. Medine-i Münevvere’ye hicret edeceği müşrikler tarafından haber alınınca yolu kesildi. “Sen Mekke’ye fakir olarak geldin. Çok mal ve servete kavuştun. Şimdi hem kendin gideceksin, hem bunca malı götüreceksin buna izin vermeyiz” dediler. Hz. Süheyb, onlara buyurdu ki: “Ey müşrikler. Beni iyi tanırsınız ki, çok iyi ok atarım. Eğer üzerime gelirseniz. Ok çantamdaki okların hepsini size atarım ve sonra kılıcımı çekerim. Bunlardan biri elimde bulundukça bana birşey yapamazsınız kendiniz bilirsiniz” Fakat Hz. Süheyb’in, Peygamber efendimize olan muhabbeti, bağlılığı ve O’na kavuşmak arzusu ve Medine-i Münevvere’ye gidip ibadetlerini rahatça eda edebilmek isteği o kadar çoktu ki, yanında bulunan bütün mallarının ve alacaklarının, Peygamber efendimizin sevgisi yanında hiç kıymeti yoktu. Bu sebeble hiç vakit kaybetmemek, bunlarla oyalanmamak için onlara: “Yanımdaki ve Mekke’de bulunan mallarımı size verirsem önümden çekilir misiniz, yolumu açar mısınız?” diye, sordu. Hak ve hakikatlerden nasibi olmayan müşriklerin de arzusu buydu. Hemen “Olur” dediler. Hz. Süheyb yanında bulunan bütün varını verdi, Mekke’deki varlığının da yerini tarif edip müşriklerin elinden kurtuldu ve hiç parasız olarak yoluna devam etti. Mekke ile Medine arasındaki yolda binbir zahmet, tahammülü mümkün olmayan güçlüklerle karşılaştılar. Fakat sevgili Peygamberimize kavuşmanın heyecanı ile bütün sıkıntılardan zevk alarak yol aldılar. Peygamber efendimiz, beraberlerinde Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer olduğu halde Hz. Gülsüm binti Herm’in hanesine misafir olduklarında, Hz. Ömer “Yâ Resûlallah Süheyb’i göremiyoruz. Acaba nerede kaldı” diye arzedince, Peygamber efendimiz durumu tahkik ettirdi. Yolda karşılaştığı şiddetli açlık ve susuzluk ve diğer müşkülatdan dolayı, Kuba’ya zamanından çok sonra gelebildiği ve Hz. Sa’d bin Hayseme tarafından misafir edildiği anlaşıldı.
Hz. Süheyb Peygamber efendimizin (s.a.vy huzuruna gelince: “Yâ Resûlallah, Mekke’den, Medine’ye hicret etmek için yola çıktığım zaman, müşrikler beni yakaladılar. Onlara bütün servetimi teklif ettim. Onlar da kabul ettiler. Bütün malımı vererek kendimi ve ailemi kurtararak huzurunuza geldim” deyince, Peygamber efendimiz (s.a.v.) “Süheyb kazandı, Süheyb kazandı” buyurdular ve Hz. Süheyb hakkında nâzil olan, “İnsanlardan bir kısmı, Allahü teâlâ’nın rızasını isteyerek O’na ibadet yolunda canlarını sarf ederler.” (Sûre-i Bekara 207) âyet-i kerîmesini okudular. Hz. Peygamberimiz, Hz. Süheyb ile Hz. Hâris bin Samme arasında din kardeşliği ilân etti. Güzel huyları ve faziletleri kendisinde toplamış olan, hazır cevablılığı ve latifeleri ile tanınan kâmil bir zât idi. Bir defasında Peygamber efendimizin de bulunduğu bir mecliste, hazır bulunanlara taze hurma ikram edilmişti. Herkes taze hurmadan yemeye başladı. Peygamber efendimiz Hz. Süheyb’e lâtife ile, “Gözlerinde rahatsızlık var yine de hurma yiyorsun” buyurdu. Hz. Süheyb de cevaben “Yâ Resûlallah. Gözümün birisinin yarısı sağlamdır. Onun hakkını yiyorum deyince Peygamber efendimiz (s.a.v.) ve orada bulunanlar bu cevab hoşlarına gittiğinden tebessüm ettiler.
Bir defasında, Hz. Ömer Hz. Süheyb’e sordu: “Ey Süheyb Sizde ayıblıyacağım bir şey yoktur. Sizi ayıplamak için söylemiyorum. Ama sizde gördüğüm üç haslet var, bunları sormak istiyorum. 1) Arab olduğunuzu söylüyorsunuz. Fakat konuşmanız, aslen Arab olanların konuşmalarına benzemiyor. 2) Oğlunuzun ismi Hamza olduğu halde, bir Peygamberin ismi ile (Ebû Yahya) künyeleniyorsunuz. 3) Malınızı çokça harcıyorsunuz.” Hz. Süheyb cevabında buyurdu ki: “Ben aslında Arab’ım, lâkin küçükken beni Rumlar esir almışlar. Ben onların elinde yetiştiğim için onların dilini öğrendim. Ebû Yahya künyesini bana Resûlullah (s.a.v.) verdiler. Çok harcamama gelince çok harcıyorum ama, hep Allah yolunda sarf ediyorum” Hz. Ömer bu cevabdan çok memnun oldu. Hz. Ömer, Hz. Süheyb’i çok severdi. Hz. Ömer, Ebû Lü’lû kâfiri tarafından yaralanınca, yerine geçecek halife’yi seçmek için şûra ehlini tayin edip, yeni halife seçilinceye kadar Hz. Süheyb’in kendisinin yerine vekil olması için ve cenaze namazını kıldırması için vasiyyet etti. Hz. Süheyb, üç gün müddetle cemaate namazları kıldırdı. Bu mukaddes vazifeyi büyük bir ihtimam ve hassasiyetle yerine getirdi. Hz. Ömer’in cenaze namazını da kıldırdı. Bu esnada gösterdiği dikkat ve itina ile herkesin takdir ve tasvibini kazandı.
Hz. Süheyb, herkese iyilik eder, çok yemek yedirirdi. Bir defasında Hz. Ömer kendisine “Yâ Süheyb sen çok fazla yemek yediriyorsun. Bu israf olmuyor mu?” dedi. Süheyb (r.a.) buyurdu ki, “Resûlullah efendimiz (s.a.v.) buyuruyorlardı ki “Sizin en iyiniz fakirleri doyuran ve selâmı alıp cevap verendir.” diye cevap verdi. İkram ve ihsanları çok idi. 70 yaşında, 38 (m. 658) de Medine-i Münevvere’de vefât etti. Baki’ kabristanına defn olundu. Orta boylu, buğday tenli, kırmızı benizli, saçları sık ve siyah yakışıldı bir zât idi. Çocukları Habîb, Hamza, Sa’d, Sâlih, Seyri, Ubbâd, Osman ve Muhammed’dir. Bu çocuklarının hepsi, torunu Ziyâd bin Vasfî, Eshâb-ı kirâmdan Hz. Câbir ve Tabiînden bazı zâtlar, Hz. Süheyb’den hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir.
Peygamberimiz (s.a.v.) “İman edip güzel amel işleyenlere Cennet ve bir de Allahü teâlâ’nın cemâlini görmek var. Onların yüzlerine ne bir leke bulaşır ne de bir zillet... İşte bunlar Cennetliktirler, kendileri orada ebedî olarak kalıcıdırlar.” (Yunus sûresi 26.) âyetini okuduktan sonra buyurdular ki: “Cennet ehli Cennete girdikleri zaman, onlara şöyle nida edilecektir. “Ey Cennet ehli, size Rabbinizin bir va’di, sözü vardır.” Cennet ehli de, “Bu nimet, bu va’d nedir? Halbuki Allahü teâlâ bizim yüzümüzü ak ettirmedi mi ? Mizanda sevablarımızı ağır getirmedi mi? Bizi Cennete sokmadı mı?” diyeceklerdir. Bu karşılıklı nida üç defa tekrarlanacak, sonra Allahü teâlâ onlara tecelli edecek ve Cennet ehli Rablerini mekânsız ve cihetsiz olarak göreceklerdir. Bu nimet onların kavuştukları nimetlerin en büyüğüdür.”
“Muhacirler, müslümanların evveli, insanları hidâyete ulaştıran ve onlara, Rablerine kavuşturan yolu gösterenlerdir. Allahü teâlâ’ya yemin ederim ki, kıyâmet günü Muhacirler omuzlarında silahları olduğu halde gelirler. Cennetin kapısını çalarlar. Cennetin bekçisi Hazene: “Siz kimsiniz” der. Onlar da “Biz Muhacirleriz” derler. Hazene tekrar “Sizin hesabınız görüldü mü?” diye sorar. Bunun üzerine Muhacirler dizleri üzerine çökerler ve ellerini kaldırarak yüksek sesle “Yâ Rabbî! Senin yolunda vatanımızı, çocuklarımızı, mallarımızı, ailelerimizi terk ettikten sonra tekrar hesap mı vereceğiz?” diye yüksek sesle ağlarlar. Bu esnada Allahü teâlâ, onlara mahsus olmak üzere, üzerlerine zeberced ve yakuttan yapılmış kanatlar takar ve bu kanatları ile uçarak Cennete girerler.”
“Sizden önceki zamanlarda bir hükümdar ve bu hükümdarın bir sihirbazı vardı. Sihirbaz ihtiyarlayınca hükümdara şöyle dedi. Şüphesiz artık benim yaşım ilerledi ve ecelim yaklaştı. Bana bir genç gönder de sihirbazlığı kendisine öğreteyim. Hükümdar sihirbazın dediğini yaptı ve bir genci sihirbaza gönderdi. Sihirbaz da ona sihri öğretmeye başladı. Hükümdarın bulunduğu yer ile sihirbazın bulunduğu yer arasında bir zâhid var idi ki, genç bu zahide uğradı ve zahidden duyduğu sözleri beğendi. Genç zahidle oturup sözlerini dinleyince sihirbazın dersine geç kalıyor, sihirbaz da “niçin geç kaldın” diye genci dövüyordu. Genç, sihirbazın dersinden dönerken zahide uğrayıp sözlerini dinlemeye başladı. Bu sefer ailesi, “niçin geç kaldın” diye genci dövdüler. Genç, bu durumunu zahide anlatınca, zâhid olan zât, çocuğa şöyle dedi. “Sihirbaz, geç kaldığın için seni dövecek olursa “Beni ailem geç bıraktı” de. Eğer ailen seni dövmek isterse “Beni sihirbaz geç bıraka’’ de.” Genç bundan sonra zahidin dediği gibi yaptı ve zahidin sözlerini dinlemeye devam etti. Günlerden bir gün genç bakmış ki, ırmağın üzerinde büyük bir canavar durmuş, kimse gelip geçemiyor. Genç dedi ki: “Zahidin işi mi Allahü teâlâ’ya daha sevimlidir yoksa sihirbazın işi mi? Bugün bu anlaşılacak. “Eline bir taş aldı ve “Ey Allahım eğer zahid’den râzı isen ve zahidin işi sana sihirbazın işinden daha sevimli ise, şu canavarı öldür de insanlar rahatça geçebilsinler” diye yalvardı ve taşı canavara attı, Allahü teâlâda o taş ile canavarı öldürdü ve insanlar da nehri kolayca geçip yollarına devam ettiler. Genç bu durumu zahide haber verince, zâhid: “Ey oğlum. Sen benden daha faziletlisin. Sen bazı imtihanlar geçireceksin. Bu imtihanlarla karşılaştığında benden bahsetme” dedi. Bu genç şöhret buldu. Gözleri hastalıklı olanları tedavi ediyor, daha başka hastalıkları bulunanlara Allahü teâlâ’nın izniyle faideli oluyordu. Hükümdarın yakınlarından birinin gözleri âmâ oldu. Bu kimse, o gencin şöhretini işitmiş olduğundan genci getirtti. Çok hediyeler teklif etti ve şifa bulması için kendisine yardım etmesini istedi. Genç dedi. ki; “Ben kimseye şifa veremem, şifayı veren Allahü teâlâ’dır. Sen Allahü teâlâ’ya îmân edersen, ben, sana şifâ vermesi için O’na duâ ederim.” O kimse bu daveti kabul edip imân etti. Genç de onun için Allahü teâlâ’ya duâ etti ve o kimse şifa buldu. Bu kişi hükümdarın meclisine varınca, hükümdar merakla kendisine sordu: “Gözünü kim açtı” O kimse “Rabbim” diye cevap verdi. Hükümdar “Yani ben” dedi. Hükümdarın yakını “Hayır! Senin de benim de Rabbim Allah’dır.” Hükümdar “Senin benden başka Rabbin mi var?” dedi. O kimse dedi. ki “Evet, benim ve senin Rabbin Allah’tır.” Hükümdar bu yakınına çok kızdı ve çeşitli işkenceler yaptı. Nihayet o kimse genci hükümdara bildirdi. Hükümdar genci getirtti ve “Sen sihirbazlıkta çok ileri gitmişsin. A’mâların gözlerini açıyor, çeşitli hastalıklara şifâ buluyormuşsun.” Genç “Hayır, şifâyı veren Rabbim’dir.” Hükümdar “Yani ben” dedi. Genç “Hayır” dedi. Hükümdar, “Senin benden başka Rabbin mi var?” dedi. Genç “Evet benim ve senin Rabbin Allah’dır.” Hükümdar bu gence çok işkence etti. Genç tahammül edemez hale gelince Zahid’in ismini verdi. Hükümdar Zahid’i buldurdu ve “Dininden dön” dedi. Zahid kabul etmeyince testereyle başını ikiye ayırttı. Ondan sonra yakını olan kimseyi çağırttı. Ona da dininden dön dedi. Kabul etmeyince onun da başını ikiye ayırttı. Sonra genci çağırdı ve “Dininden dön!” dedi. Genç dininden dönmedi. Hükümdar, adamlarına dedi. ki “Bunu alınız. Dağın tepesine götürünüz. Dininden dönmesini söyleyiniz. Eğer kabul ederse geri getiriniz. Kabul etmezse dağın tepesinden aşağı yuvarlayınız.” Genç, muhâfızlar tarafından dağın tepesine çıkartıldı. Orada genç “Ey Allahım. Bunların şerrinden muhafaza eyle, koru” diye duâ etti. Dağ sallandı. Muhâfızlar yuvarlandılar. Genç geri dönüp hükümdarın karşısına çıktı. Hükümdar hayretle “Arkadaşların ne yaptı, neredeler?” diye sordu. Genç: “Allahü teâlâ beni onlardan korudu” dedi. Bunun üzerine hükümdar genci bir sandığın içine koydu ve adamlarına emretti ki: “Bu sandığı alıp gemiye binin. Denizin ortasında, gence dininden dönmesini teklif edin. Dininden dönerse geri getirin dönmezse suya atın!” Muhâfızlar denizin ortasında yine aynı şekilde genci suya atacakları sırada, Genç, “Yâ Rabbi! Onlara karşı beni koru” diye duâ etti. Genci boğmakla vazifeli olanlar boğuldular. Genç yalnız başına dönüp hükümdarın karşısına çıktı ve dedi. ki “Allahü teâlâ beni onlardan korudu. Sen beni ancak bir yolla öldürebilirsin. İstersen sana o çareyi bildireyim. Aksi halde beni öldürmeye gücün yetmez.” Hükümdar, “O çare nedir?” dedi. Genç dedi ki: “Bir meydanda insanları topla! Onların önünde beni bir ağaca bağla benim ok torbamdan bir ok al. Sonra “Bu gencin Rabbi olan Allah’ın ismiyle” diye oku bana at. Eğer böyle yaparsan beni öldürebilirsin. Hükümdar gencin anlattığı gibi yaptı. Hükümdarın attığı ok, gencin yanağına saplandı. Genç okun isabet ettiği yere elini koydu ve öldü. İnsanlar hep birden “Biz de bu gencin Rabbine imân ettik” dediler. Hükümdarın adamlarından biri hükümdara: “Gördün mü? Korktuğun başına geldi” dedi. Hükümdar çok sinirlendi. Bütün yolları kapatın, hendekler kazdırın. Ateşler yakın. Bu gencin dinine girenler. Eğer dönerlerse bırakın, dönmiyenleri ateşe atın. Hükümdarın emri yapıldı. Fakat kimse imânından dönmedi. Ateşe atılırken tereddüt bile etmediler. Nihayet kucağında süt emen küçük çocuğuyla bir kadıncağız geldi. Ateşe girip girmemek hususunda bir an tereddüt edince, kucağındaki sabi çocuk: “Ey anneciğim korkma! Çünkü sen hak üzeresin” dedi.”

KAYNAKLAR

VELİ DEDE (ONACAK) TÜRBESİ


VELİ DEDE (ONACAK) TÜRBESİ 

yeşiova..burdur




  BURDUR ili Yeşilova İlçesine bağlı bir yayla köyü olan Onacak küyüne gidebilmek için merkezden araçla 1-2 saatlik taş ve topraklı yolda, yaklaşık 2000 rakımlı yüksek bir köye çıkmanız gerekiyor. Köy de kış aylarında hiçbir kimse kalmaz ve yaz aylarında hayvan otlatmak (genellikle keçi ve koyun) için çıkılır. VELİ DEDE için;Köyün ileri gelenlerinden ve dede den oğula söylene gelen en bilinen sağlam söylenti: VELİ DEDE derviş görünümlü haliyle bu bölgede hangi köye gitti ise kabul edilmemiş.. onlarca köy içinden bu Onacak köyüne vardığında ise köylüler tarafından hürmetle karşılanmış.. O dönemde çok susuzluk çeken ve susuzluktan kırılan köy halkının bu halini görünce elindeki asasını (Baston'u) "YA ALLAH.. YA BİSMİLLAH.." diyerek yere kuvvetlice vurur vurmaz topraktan yaklaşık 7 metre gibi yükseğe su fışkırarak ve YÜCE ALLAH'ın izniyle köy halkını susuzluktan kurtarır. Türbenin kenarında halen daha azda olsa çıkan bu su akmakta. Bilinen bir gerçekte hangi yerden ve hangi ilden olursa olsun veli dedenin yanına giden her ruh ve sinir hastası(akıl hastaları..) anında şifa bulurmuş.

Kaynak: www.ahmetayvaz.tr.gg