25 Şubat 2016 Perşembe
Nehcü’l Belâğâ’da Hz. Ali’nin Bazı Tavsiye Ve Uyarıları
C.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi XII/2 - 2008, 35-54
Nehcü’l Belâğâ’da Hz. Ali’nin Bazı Tavsiye Ve Uyarıları
* Ali AKSU**
Özet Nehcü’l-Belâğa, Hz. Ali’ye nispet edilmektedir. Hz. Ali, bu eserde siyasî, idarî, askerî, dinî, ahlakî ve daha pek çok konularda insanlara tavsiye ve uyarılarda bulunmuştur. Bunların başında da insanların Allah’tan sakınmaları konusu gelmektedir. Hemen hemen eserin her sayfasında insanları Allah’tan sakınmaları konusunda uyarmaktadır. İnsanlara farzları yerine getirmelerini, haramlardan sakınmalarını tavsiye etmektedir. Kadınlar konusundaki uyarısını ihtiyatla karşıladığı- mızı belirtmek isteriz. Askeri konulardaki tavsiye ve uyarıları, onun iyi bir komutan ve iyi bir asker olduğunu ortaya koymaktadır. Hz. Ali, insanları fitneye karşı uyarmakta, ondan uzak durmalarını tavsiye etmekte ve muhaliflerine karşı taraftarlarını sükûnete ve aklıselimle hareket etmeye çağırmaktadır. Anahtar Kelimeler: Ali, tavsiye, uyarı, siyasi, ahlaki, dini. Abstract Nahcu’l-Balaga, was related to Alı. Ali, is dealing with politic, administrative, military, religious, moral and a good number of issues in this work. Avoiding of people from God is in the most important place. This issue is dealing with almost in the every page of this work. He advises fulfillment of religious duties and avoiding of illegimates. We want to clarify that we reserve on obouth his warning of women. His warnings and advises about military shows that he was a good commander and a soldier. In addition to these Ali warns people against disorder and advises avoiding from this, and he calls followers to act with peace and common sense. Key Words: Ali, advise, warning, politic, morality, religious. * Bu makale, 2007 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından düzenlenen “İmam Ali b. Ebi Talib Sempozyumu”nda tebliğ olarak sunulmuş ve üzerinde bazı değişiklikler yapılmış halidir. ** Doç. Dr., CÜ İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları ABD Öğretim Üyesi (aaksu@cumhuriyet.edu.tr). 36 * Ali AKSU Giriş Bilindiği gibi Nehcü’l-Belağa, Hz. Ali’nin hutbe, mektup, emirname ve veciz sözlerinden oluşmaktadır. X. yüzyılda yaşamış olan Seyyid Şerif er-Radî’nin derlediği eserin birçok tahkikli basımı yapılmış, şerhleri yazılmıştır. Eser, Hz. Ali’nin vefatından yaklaşık 360 yıl sonra tamamlanmıştır. Arapça baskıların en önemlileri arasında Muhammed Abduh ve Suphi Salih’in hazırladıklarını sayabiliriz. Eserin eksik bir Türkçe çeviri olmamakla birlikte Türkçeye ilk kez Abdulbaki Gölpınarlı tarafından yapılmıştır 1 . Çeviri, daha çok seç- melerden oluşmaktadır. Kitaba Gölpınarlı ayrıca bir de şerh yazmıştır. Birleşik Yayınları arasında çıkan ve bir komisyon tarafından hazırlanan Nehcü’l-Belağa’nın, Suphi Salih’in hazırlamış olduğu 1966 Beyrut baskısı esas alınmıştır 2 . Buna herhangi bir ekleme veya çıkarma yapılmamış, olduğu gibi aktarılmıştır. Bir başka yayım ise, Gölpınarlı’ın çevirisindeki şerh kısımları çıkarılarak hutbe ve mektup bölümlerinin bir araya getirilmesiyle gerçekleştirilmiştir. Eserin kim tarafından çevrildiği belirtilmemektedir3 . Son zamanlarda eser, Adnan Demircan tarafından yeniden Türkçeye kazandırılmıştır 4 . Demircan, çeviride Muhammed Abduh’un şerhli5 yayımını esas almıştır. Ortaya çıkışından günümüze kadar çeşitli polemiklere konu olmuş, nakledilen sözlerin Hz. Ali’ye ait olamayacağı, derleyeni tarafından uydurulup ona nispet edildiği veya derleyenin esere kendisinden bazı kısımlar eklediği hususları tartışıla gelmiştir. Bir kısmı eserin tamamen Hz. Ali’ye ait olduğunu savunurken, bir kısmı da içerisindeki bazı ifadelerden dolayı derleyenin esere kendi görüşlerini kattığı hususlarında eleştiriler getirmektedirler. Bu eleş- tirilerin başında kitapta yer yer ashaba yönelik saldırıların bulunması; vasî ve vasîlikten bahsedilmesi; zaman zaman gelecekte vuku bulacak sosyal olaylara yer verilmesi; vezirlerin, yöneticilerin, valilerin, kadıların ve âlimlerin yaşantılarının ve ahlaklarının şiddetle yerilmesi ve konuşma ile mektupların bir kısmının diğer kaynaklarda yer almaması gibi konular gelmektedir. Biz konumuz itibariy- 1 Nehcü’l-Belâğa: Hz. Ali’nin Hutbeleri, Vasiyetleri, Emirleri, Mektupları, Hikmet ve Vecizeleri, (Metnin terceme ve şerhi), çev., Abdülnaki Gölpınarlı, Kum ty.Bu çevirinin Türkiye’de de yayımı yapılmıştır. Yayınlayan, M. Hüseyin Tutya, İstanbul 1972. 2 Nehcü’l-Belâğa, Hz. Ali’nin Hutbeleri, Mektupları, Emirnameleri ve Kısa Sözleri, çev., Beşir Işık, M. Vesim Taylan, Faruk Bozgöz, Ankara 1990. 3 Nehcü’l-Belâğa: Hz. Ali Buyruğu/Kur’an-ı Nâtık, Karacaahmet Sultan Dergahı Derneği, İstanbul 2000. 4 Hz. Ali, Nehcü’l-Belâğa, çev., Adnan Demircan, İstanbul 2006. 5 Nehcü’l-Belâğa, Hazırlayan, eş-Şerif er-Radî, thk. ve şerh, Muhammed Abduh, Beyrut 1990. Nehcü’l Belâğâ’da Hz. Ali’nin Bazı Tavsiye Ve Uyarıları * 37 le bu tartışmalara girmeyeceğiz6 . Şu kadarını söylemekle yetinebiliriz ki eser, ne tamamen uydurmadır, ne de günümüze ulaştığı şekliyle Hz. Ali’ye aittir. Çünkü kitapta yer alan kimi ifadelerden hareketle tamamını reddetmek mümkün değildir. Aynı şekilde metinlerin Hz. Ali’nin ağzından çıktığı gibi kaydedildiğini savunmak da doğru değildir. Nehcü’l-Belağa, üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm, Hz. Ali’nin hutbeleri, duaları ve bazı nasihatlerinden; ikinci bölüm mektupları, vasiyet ve tavsiyelerinden; son bölüm ise, kısa, vecîz sözlerinden oluşmaktadır. Nehcü’l-Belağa, Hz. Ali’nin yaşadığı sosyal ve siyasal şartların ürünü bir eserdir. Bu nedenle okuyucu eserde zaman zaman o dönemin tarihini okuyacaktır. Zaman zaman da Hz. Ali ile birlikte o zamanda yaşanan olaylara tanıklık edecek; bazen onun tavsiye ve ikazlarıyla karşılaşacak; kimi zaman da Hz. Ali’nin çırpınışlarını, yalnızlığını, o çağda insanlarının nasıl kısa bir süre içerisinde değişikliğe uğradıklarını görecektir. Aynı zamanda o dönemde var olan ilişkileri, psiko-sosyal durumları, siyasi yapılanmaları, yaklaşımları ve müslümanların üzerindeki ölü toprağı serpilmişliği müşahede edecektir. Nehcü’l-Belağa’da Hz. Ali’nin Tavsiye ve Uyarıları Hz. Ali, küçük yaşlardan itibaren Hz. Peygamber ile birlikte olma ayrıcalığına sahip olan önemli bir kişiliktir. Hz. Peygamber´in Ebû Talip ailesiyle ilişkisi, diğer amcalarından farklıdır. Zira doğmadan babasını, altı yaşındayken annesini ve sekiz yaşındayken de hâmisi olan dedesini kaybeden Hz. Muhammed, bundan sonra evleninceye kadar hayatını Ebû Talib´in evinde geçirmiş, Ebû Talib´in hanımından özel bir ilgi görmüş, onu annesi kabul edecek kadar kendisine saygı duymuştur. Hz. Peygamber´in evlendikten sonra maddi durumu bozulan amcasına katkı sağlamak amacıyla Hz. Ali´yi evine alması ve onun bakımını üstlenmesi bu iyi ilişkilerin göstergesidir7 . Hz. Ali´nin, ahlakı Kur’an ahlakı olan Hz. Peygamber´den azami derecede etkilendiği muhakkaktır. Zaten hakkında yazılmış olan kitaplara bakıldığında İslam´ın yücelttiği ve Hz. Peygamber’in kişiliğinde yansıttığı ahlaki değerlerin onun düşüncesinde ve hayatında da canlı bir şekilde yaşadığını görürüz. Kuşku yok ki Hz. Peygamber, seçkin arkadaşlarının hepsinin hayatında köklü değişim ve etkiler meydana getirmiştir. Ancak çocukluğundan itibaren Hz. Peygamber´in en yakınında bulunan ve İslam da’vetinin her aşa- 6 Nehcü’l-Belâğa’daki sözlerin Hz. Ali’ye aidiyeti ile ilgili tartışmalar hakkında geniş bilgi için bkz., Demircan, Age., s. 11-14; İsmail Durmuş, “Nehcü’l-Belâga”, DİA., Ankara 2007, XXXII, 539. 7 Demircan, Age., s. 17. 38 * Ali AKSU masını yakından takip etme imkânına sahip olan Hz. Ali´nin kişiliği ve duygu dünyası üzerinde meydana getirdiği etkiler çok daha farklı olmuştur8 . Dolayısıyla böylesi üstün özelliklere ve eşsiz bir terbiyeye sahip olan Hz. Ali, Nehcü’l-Belâğâ’da bazen görevlilerine, bazen ailesi ve yakınlarına bazen de bütün insanlara bir takım tavsiye ve uyarılarda bulunmuştur. Biz çalışmamızda Adnan Demircan tarafından Türkçeye çevrilen Nehcü’l-Belâğâ’yı esas alarak Hz. Ali’nin tavsiye ve uyarıları hakkında bilgi vermeye çalışacağız. Bu bağlamda Hz. Ali’nin tavsiye ve uyarılarını, siyasî, idarî ve askeri alandaki tavsiye ve uyarıları; sosyal olaylar karşısındaki tavsiye ve uyarıları; dinî ve ahlakî konulardaki tavsiye ve uyarıları ile bazı şahıslar ve gruplar hakkındaki tavsiye ve uyarıları olmak üzere dört ana başlık altında toplayaca- ğız. 1- Dinî ve Ahlaki Yaşam Konularındaki Tavsiye ve Uyarı- ları Hz. Ali’nin bu konuda yaptığı tavsiye ve uyarılar, aslında İslam’ın Müslümanlara yapmış olduğu tavsiye ve uyarılardır. Onun için bunları burada teker teker vermeye gerek olmadığı kanaatindeyim. Sadece genel hatlarıyla hangi konularda tavsiye ve uyarı- larda bulunduğunu belirtmekle yetineceğim. Örneğin bir suç işlendiğinde tövbe etmenin gerektiği;9 gerçek yolun İslam, diğer yolların ise yanlış yollar olduğu; her şeyin geçici, Kur’an ve Hz. Peygamber’in sünnetinin daimi olduğu ve bunlara uyulması ile doğru yolun kaybedilmeyeceği vurgulanmaktadır 10 . Hz. Ali, taraftarlarına kavga içerisinde değil, barış içerisinde yaşamalarını, dargın veya kavgalı olanların birbirlerinin aralarını bulmalarını tavsiye etmektedir11 . Hz. Ali zaman zaman insanları Allah’tan sakınmaları hususunda uyarmaktadır. Bu konuda pek çok yerde uyarılar ve tavsiyelerde bulunmaktadır. “Ey Allah’ın kulları! Allah’tan sakının. Ölüm gelmeden önce gü- zel ameller işleyin. Sizin için kalıcı olanı (ahiret), fani olana (dünya) tercih edin. Ölüm için hazırlık yapın; yakında öleceksiniz. Ölüme hazırlanın, o size yakındır. Kendileri uyarıldığında, uyarıya kulak veren ve dünyanın ebedi kalınacak bir yurt olmadığını bilen, onu 8 Demircan, Age., s. 19-20. Hz. Ali hakkında geniş bilgi için bkz., Ethem Ruhi Fığlalı, İmam Ali, Ankara 1996; Adnan Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, İstanbul 2002; Abdulhalık Bakır, Hz. Ali Dönemi, Ankara 1991; Mustafa Günal, Hz. Ali Dönemi ve İç Siyaset, İstanbul 1998. 9 Age., s. 53. 10 Age., s. 43. 11 Age., 53. Nehcü’l Belâğâ’da Hz. Ali’nin Bazı Tavsiye Ve Uyarıları * 39 ahiretle değiştiren bir topluluk olun….Dünyadan yarın nefislerinizi korumanıza yarayacak azık edinin”12 . Hz. Ali tavsiye ve uyarılarını genellikle açık bir şekilde yapmaktadır. Bazen de üçüncü şahsı konuşturarak da tavsiye ve uyarılarda bulunmaktadır. Örnek olarak şu nasihat ve ikazını verebiliriz: “Allah, bir hikmeti işitip onu aklında tutan, doğruluğa çağrıldı- ğında ona yaklaşan ve doğru yola götüren bir kişinin kuşağına tutunarak kurtulan kişiye rahmet etsin. O, Rabbinin emrini gözetir; günah işlemekten korkar; ihlâslı bir şekilde iyi işler yapar; kendisine ihtiyacı olduğunda kullanacağı şeyi kazanır; şüpheli şeylerden sakınır; ihtiyacı olana atış yapar; arzularının esiri olmaz. Sabrı, kurtuluşunun vasıtası; takvayı, ölümünün hazırlığı yapar; aydınlık yoldan gider; kendisine verilen hayatı fırsat bilir; eceli düşünür ve salih ameli kendisine azık yapar”13 . Hz. Ali, Kur’an’ın da insan için büyük bir tehlike olarak gördü- ğü 14 şeytan karşısında uyanık olmaları ve bu hususta Allah’tan sakınmaları konusunda tavsiye ve uyarıda bulunmaktadır. Hz. Ali’ye göre şeytan bir düşmandır. “O düşman, eşini ayartıncaya ve rehinini kurtulamayacak hale getirinceye kadar saptırıp helak eder; vaat edip arzu ettirir; haramları güzel gösterir; insanı helake götü- ren büyük günahları kişinin gözünde basitleştirir; sonra da süslü gösterdiğini reddeder; basitleştirdiğini önemli sayar; güvenilir olduğunu söylediği şey için uyarır”15 . Konuyla ilgili bir diğer uyarısında Hz. Ali şeytanın faaliyetlerini şöyle dile getirmektedir: “…Şeytan, kendisine uymanız için ona giden yolları kolaylaştı- rıyor; dininizi param parça etmek ve birliğinizi bozmak istiyor. Onun kışkırtmalarından ve vesveselerinden sakının. Size nasihat verenin nasihatini tutun ve onu nefisleriniz için yerine getirin”16 . Burada da gördüğümüz gibi Hz. Ali, döneminde meydana gelen tatsız olayların kaynağını haktan uzaklaşmada ve şeytanın vesveselerine itaat etmekte aramaktadır. 12 Age., s. 70, 80-81, 86, 111, 122-123. 13 Age., s. 77. 14 Konuyla ilgili Kur’an’da pek çok ayet bulunmaktadır. Biz sadece bir kaçını vermekle yetineceğiz.. “Ey Adem oğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır” demedim mi? Ve bana kulluk ediniz, doğu yol budur” demedim mi? Şeytan sizden pek çok milleti kandırıp saptırdı. Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?”. Yasin, 36/60–63. 15 Age., s., 83. Bu durum Kur’an’da da zikredilmektedir. Bkz. Al-i İmran, 3/15. 16 Age., s. 54; 129. 40 * Ali AKSU Hz. Ali, insanları günah işlemek ve ayıp şeyler yapmak hususlarında da uyarmaktadır. “Helak edici ve öfkelendiren ayıplardan korkun”17 . Hz. Ali, yalan, haset ve kin beslemekten sakınılmasını tavsiye etmektedir; çünkü yalanın insanı imandan uzaklaştırdığını; doğru sözün ise insanı kurtuluşa götürdüğünü ifade etmektedir. İnsanların birbirlerine haset etmemeleri gerektiğini; zira hasedin, ateşin odunu yediği gibi imanı yiyeceğini belirtmektedir. İnsanların birbirlerine kin beslememelerini; çünkü kinin her türlü hayır ve bereketi yok edeceği konusunda insanları uyarmaktadır 18 . Bir başka yerde de Hz. Ali, haram lokma yememeleri konusunda uyarmaktadır 19 . Hz. Ali’nin insanları yalan söylemekten uzak durmaları, doğru sözlü olmaları ve haram lokma yememeleri hususlarındaki uyarıları, o dönemin sosyalaçısından gerçekten önemlidir. Çünkü Hz. Ali’nin yaşadığı dönemde insanlar artık yavaş yavaş menfaatleri gereği bu erdemleri unutur hale gelmişlerdir. a-Nefislere Uymak ve Tûl-i Emel (Uzun Zamanda Ger- çekleşecek Ümit Besleme) Konusunda Uyarması Hz. Ali, insanları nefislerine uymak ve gerçekleşmesi uzun zaman alacak olan ümit konusunda şu sözleriyle uyarmaktadır: “Ey İnsanlar! Sizin için korktuğum şeylerin en korkuncu, nefislerinize uymanız ve gerçekleşmesi uzun zamana bağlı ümittir. Dünyadan, yarın nefislerinizi kendileriyle koruyacağınız azıklar edinin”. “Nefislerin isteklerine uymak, insanı haktan alıkoyar; gerçekleşmesi uzun zaman alacak olan (tûl-i emel) ümit ise, ahireti unutturur. Bilmiş olun ki, dünya hayatı çok çabuk gelip geçmektedir…”20 . b-İnsanları Dünya Hayatı Konusunda Uyarması Hz. Ali’ye göre dünya, sakınılması gereken bir yerdir. Hz. Ali, bu hususta pek çok tavsiye ve uyarılarda bulunmaktadır. Hatta Nehcü’l-Belâğa’nın Hz. Ali’ye aidiyeti hususunda eleştirenler, eserde Hz. İsa yöntemiyle zühde teşvik, ölümü anma ve dünyayla iliş- kiyi kesme gibi konuların yer almasından hareketle bu eserin Hz. Ali’ye ait olamayacağını ileri sürmektedirler. Ancak olaya bir başka açıdan da bakmak gerekir. O da şudur: O dönemde olaylar gerçekten çok hızlı gelişmiştir. Olayların içerisinde bulunan insanların pek çoğu, daha kısa bir süre Hz. Peygamber’in rahle-i tedrisatından 17 Age., s., 84. 18 Age., s., 87. 19 Age., s.,153. 20 Age., 54; 62. Nehcü’l Belâğâ’da Hz. Ali’nin Bazı Tavsiye Ve Uyarıları * 41 geçmiş insanlardır. Söz konusu insanların tekrar kendilerine gelmeleri için yapılacak en akıllı ve en doğru şey, bildikleri şeyleri yeniden hatırlatmaktır, uyarmaktır. Çünkü “Din, nasihattir”21 . Biraz önce de belirttiğimiz gibi eserde dünya hayatına bağlı kalmamaları konusunda Hz. Ali’nin tavsiye ve uyarıları oldukça fazladır. Biz burada birkaçını vermekle yetineceğiz. “Dünya, kendisine fâniliğin, sakinlerine de orada belirli bir süre kalmalarının sonra da orayı terk etmenin takdir edildiği bir yurttur. Dünya hayatı, tatlıdır, canlıdır. Kendisini isteyenin gönlünü cezbeder. Oradan beraberinizde götüreceğiniz azığın en iyisiyle ayrılın. Dünyadan, ihtiyaçtan fazlasını istemeyin”22 diyen Hz. Ali, insanları dünyanın güzelliğine aldanmamaları hususunda uyarmaktadır. Bir başka sözleriyle de Hz. Ali, insanlara dünya hayatını terk etmelerini tavsiye etmektedir23 . Tabii ki burada kastedilen züht hayatı yaşamalarını istemesi değildir. Dünyaya gereği kadar değer vermeleri; onun yörüngesine tamamen girmemelerini istemesidir. Konuşmasının devamına baktığımızda bunu rahatlıkla çıkarabiliriz: “…Dünyalık hususunda birbirinizle rekabet etmeyin; süsüne ve güzelliklerine aldanmayın; sıkıntı ve zorluklarından endişelenmeyin. Çünkü dünyanın süsü ve güzellikleri gelip geçicidir; sıkıntıları ve zorlukları da yok olmaya mahkûmdur. Dünyanın hem kendisine hem de insanlara belirlenen süre, bir gün sona erecektir; çünkü her canlı yok olacaktır…”24 . Bir başka ikazında ise Hz. Ali, dünya hayatı konusunda şu uyarılarda bulunmaktadır: “Sizi dünya hayatı konusunda sakındırıyorum. O, çekici ve gü- zel görünümlüdür. Şehvetlerle sarılmıştır; geçici zevklerle kendisini sevdirmiştir. Emellerle ve kibirle süslenmiştir. Güzellikleri ve mutluluğu, uzun süre devam etmez; felaketinden emin olunmaz; zarar veren bir aldatıcıdır…”25 . Yine Hz. Ali’nin ifadesine göre dünya hayatı, geçici bir konak yeridir; Allah’ın, sevdikleri için tercih etmeyeceği bir yerdir; hayrı az, kötülüğü hazırdır. Birikimi tükenir; mülkü talan edilir26 . 21 Konuyla ilgili bkz., Ahmet Önkal, Rasulullah’ın İslam’a Da’vet Metodu, Konya 1984, s. 10 vd. 22 Age., s., 64, 66-67, 70. 23 Age, s., 105-106. 24 Age, s.,106. Kur’an’da da buna benzer pek çok ayet bulunmaktadır. Rahman, 55/26–27. 25 Age, s.,119, 228-229. 26 Age, s.,121, 139. 42 * Ali AKSU Hz. Ali, bir başka yerde dünya hayatını ne kadar güzel izah etmektedir: “…Sizden biriniz, dünya için cariyenin kendisinden alınanlara hıçkıra hıçkıra ağladığı gibi ağlamasın. Bilmiş olun ki, dininizin direğini koruduktan sonra dünyanızdan bir şey kaybetmeniz size zarar vermez. Bilmiş olun ki, dininizi kaybettikten sonra dünyanızdan koruduğunuz şey, size fayda vermez”27 . c- İnsanlara Kur’an Okumalarını Tavsiyesi Hz. Ali, insanlara Kur’an okumalarını ve öğrenmelerini tavsiye etmektedir. “…Kur’an’ı öğrenin; zira Kur’an, sözün en güzelidir. Kur’an’ı kavrayın; zira o, kalplerin baharıdır. Onun nuruyla şifa arayın; zira o, göğüslerin şifasıdır. Onu güzel okuyun; zira o, haberlerin en gü- zelidir…”28 . Bir başka nasihatlerinde de Hz. Ali, Kur’an konusundaki tavsiyesini şu şekilde dile getirmektedir: “..Biliniz ki Kur’an’dan sonra kimsenin herhangi bir şeye ihtiyacı yoktur. Onunla hastalıklarınızdan şifa bulun; katılığınıza karşı ondan yardım isteyin. Onda, en büyük hastalık için şifa vardır. Kur’an, kime kıyamet günü şefaat ederse yaptığı şefaat kabul edilir. Kıyamet günü Kur’an’ın kötü konuştuğu kişi hakkında Kur’an doğrulanır. Onu, Rabbinize götüren rehber edinin. Nefislerinize karşı ondan ders alın. Onu ölçü alarak görüşlerinizi doğrulatın. Kur’an karşısında nefislerinizin aldatıcı olduğunu bilin”29 . d- İnsanları Kehanetle Uğraşmaktan Alıkoyması Yönündeki Uyarısı Hz. Ali, yıldızlara bakarak kehanette bulunmanın doğru olmayacağı yönünde insanları uyarmaktadır: “Ey İnsanlar! Karada ve denizde yol bulmaya yarayanı hariç, yıldızları (astroloji) öğrenmekten sakının. Zira bu, kehaneti davet eder; müneccim, kâhin gibidir. Kâhin sihirbaz gibi, sihirbaz ise, kâfir gibidir. Kâfir ise cehennemdedir. Allah’ın dini üzere hareket edin!”30 . e- İnsanları Nimetleri Unutmama Konusunda Uyarması Hz. Ali’ye göre zahitlik; tûl-i emel beslememek, nimetlere hakkıyla şükretmek, haramlardan sakınmaktır. 27 Age, s.,178. 28 Age, s.,118. 29 Age, s.,180-181. 30 Age., s., 78. Nehcü’l Belâğâ’da Hz. Ali’nin Bazı Tavsiye Ve Uyarıları * 43 “…Nimetlere karşı şükretmeyi unutmayın..”31 . Bir başka tavsiyesinde ise, nimetlerin sarhoşluğundan sakınmaları uyarısında bulunmaktadır. “..Nimetin sarhoşluğundan sakının..”32 . f-İnsanları Kıssa ve Nasihatlerden İbret Alma Hususunda Tavsiyesi Hz. Ali, insanları faydalı kıssalardan ve nasihatlerden öğüt almaları hususunda tavsiyelerde bulunmaktadır. Bu anlamda Hz. Ali, insanlara önceki toplumların başına gelenlerden ibret almalarını öğütlemektedir. “Allah’ın kulları! Faydalı kıssalardan ders alın. Her şeyiyle ortada olan, geçmişle ilgili delillerden ibret alın. Size gelen uyarılar vesilesiyle öncekilerin başlarına gelen istenmeyen şeylerin sizlerin de başına gelmemesi için onlardan ibret alın ve onların yaptıklarını işlemekten sakının. Hatırlatma ve nasihatlerden faydalanın”33 . “…Sizden önceki nesillerin ölümlerinden ve başlarına gelenlerden ibret alın..”34 . g- İnsanları Ölüm Hazırlığı Yapmaları Konusunda Uyarması Hz. Ali, insanları ölüm gelmeden önce gerekli hazırlıkları yapmaları konusunda uyarmaktadır. “Sizden amel işleyen, eceli dolup ölüm anı gelmeden, can bo- ğaza dayanmadan, iş işten geçmeden ve henüz vakit varken kendisine verilen sürede yapacağı iyi işleri gerçekleştirsin. Kendisi için hazırlık yapsın ve ayrılık yurdundan, ikamet edeceği yer için azığını hazırlasın”35 . “Allah’ın kulları! Hesaba çekilmeden önce nefislerinizi hesaba çekin; zorla sürüklenip alınıp götürülmeden, ölüm gelmeden önce sizden istenene tabi olun, Allah’ın dini üzere yaşayın”36 . Bir başka uyarısında da Hz. Ali, yine bu konuyla ilgili olarak “Çağrılmadan önce kulaklarınıza ölüm çağrısını duyurun (Ölmeden önce ölünüz)” ifadesiyle her zaman ölümü hatırlamalarını tavsiye etmektedir. 31 Age., s., 79. 32 Age., s., 152. 33 Age., s., 85, 110, 129. 34 Age, s., 165. 35 Age., s., 86-87, 150. 36 Age., s., 91; 139. 44 * Ali AKSU ğ- İnsanları Heva Ehliyle Oturup Kalkma Konusunda Uyarması Hz. Ali, aşağıdaki sözleriyle insanları heva ehliyle (ehl-i keyf) birlikte olmamaları hususunda uyarmaktadır. “Bilmiş olun ki, riyanın en küçüğü şirktir. Heva ehliyle oturup kalkmak; imanını unutup şeytanla birlikte olmaktır”37 . Ayrıca Hz. Ali, bir kısım insanların, heva ve nefislerine tabi olanlarla birlikte bulunmalarındaki asıl nedenin, onların da nefislerine yenik düşmeleri olduğunu belirtmektedir. Bu nedenle, öncelikle bu tür insanlara bataklığı kurutmalarını tavsiye etmektedir. Eğer onlar nefislerine hâkim olurlarsa zaten heva ehliyle birlikte olmayacaklarını ifade etmektedir. “Ey Allah’ın kulları! Cehaletinize teslim olup nefislerinizin istek ve arzularına boyun eğmeyin. Bu durumda olan kişi, yıkılmak üzere olan uçurumun kenarında duran kişi gibidir”38 . Hz. Ali, insanları, nefislerinin arzularına uyarak günah işlememeleri konusunda uyarmaktadır. “Ey Allah’ın kulları! Biliniz ki nefsinizden sizin gözcüleriniz, uzuvlarınızdan ajanlarınız, amellerinizi ve soluklarınızın sayısını kaydeden doğruluk muhafızları (kirâmen kâtibin melekleri) var. Gecenin zifiri karanlığı bile, sizi onlardan gizleyemez…”39 . h- Hz. Peygamber’in Sözlerini Dinlemelerini Tavsiye Etmesi Hz. Ali, Müslümanları sadece Hz. Peygamber’in söylediklerine itibar etmeleri gerektiğini; çünkü biz insanların öldükten sonra unutulacağını; fakat onun sözlerinin ebedi kalacağını söylemektedir40 . Gerçekten tarihe baktığımızda sayısız insanların bu dünyada yaşayıp göç ettiklerini biliyoruz. Onların sözleri de kendileri gibi yok olmuştur; ancak Hz. Peygamber’in sözleri/mesajları geçmişte oldu- ğu gibi bugün de, gelecekte de geçerliliğini ve güncelliğini koruyacaktır. Bir başka yerde de Resulullah’a uyma, onu rehber edinme konusunda buna benzer tavsiyelerde bulunmaktadır: “…Peygamberinizin kılavuzluğunu kendinize rehber edinin; zira onun yolu, hidayete erdiren en doğru yoldur”41 37 Age., s.,87. 38 Age, s., 110, 160. 39 Age, s.,160. 40 Age., s., 88. 41 Age, s.,118. Nehcü’l Belâğâ’da Hz. Ali’nin Bazı Tavsiye Ve Uyarıları * 45 ı- İnsanları Gereksiz Sorular Sormamaları Hususunda Uyarması İsmi belirtilmeyen bir şahıs Hz. Ali’den, Allah’ı gözüyle görmüş olacağı şeklinde vasfetmesini istedi. Hz. Ali, buna çok kızdı. Ardından bu konuyla ilgili bir hutbe irad etti. Konuşmasında Hz. Ali şu tavsiye ve uyarılarda bulundu: “…Ey soran kişi! Kur’an’ın sana gösterdiği Allah’ın sıfatlarını kendin için rehber olarak al; onun hidayetinin nuruyla aydınlan. Şeytan’ın seni öğrenmekle mükellef tuttuğu, Kitapta (Kur’an) sana farz kılınmayan, Peygamber’in (s) ve hidayet önderlerinin sünnetinde izi bulunmayan şeyi öğrenmeyi münezzeh olan Allah’a havale et. ….Allah, insanlardan hakikatini araştırmakla sorumlu tutmadığı şeylerde derinleşmeyi terk etmelerini istemiştir. Bundan sakın ve münezzeh olan Allah’ın yüceliğini, aklına göre değerlendirme; yoksa helak olanlardan olursun”42 diyerek ikaz etmiştir. Elbette ki bu uyarının ilk başta muhatabı, soruyu soran şahıstır; ancak söz konusu uyarı, genel olarak bütün Müslümanlara yöneliktir43 . i- İnsanları Ehl-i Beytin Yolundan Gitmeleri Konusunda Tavsiyesi Hz. Ali, insanlara ehli beytin yolundan gitmelerini tavsiye etmektedir. “Peygamberinizin ehl-i beytine bakın ve onların yolundan ayrılmayın; izlerinden gidin. Onlar sizi doğru yoldan çıkarmaz, helake sürüklemezler. Bir şeye sıkı sarılırlarsa, siz de sarılın. Onların önü- ne geçmeyin (yani onların söylediklerinin dışında bir şey söylemeyin), yoksa saptırırsınız; onlardan geri kalmayın yoksa helak olursunuz”44 . j- İnsanları Birbirlerinin Gıybetini Yapmamaları ve Ayıplarını Ortaya Koymamaları Hususunda Uyarması Hz. Ali’nin yukarıdan beri insanları ahlaki kurallara uymaları ve bazı ahlaki olmayan davranışlardan da kaçınmaları hususunda uyarılarda bulunduğunu belirtmiştik. Hz Ali’nin insanları özellikle bazı konularda uyarması, kanaatimizce bu konuların o dönemde meydana gelen olaylarda önemli etken olmalarından kaynaklanmaktadır. Örneğin, Hz. Ali’nin hırsızlık veya zina gibi konularda uyarıları- na rastlamamaktayız; ancak yalan söylememeleri, gıybet etmemeleri, insanları ayıplarından dolayı suçlamamaları, ahitlerine karşı vefalı olmaları gibi konularda tavsiye ve uyarılarda bulunmaktadır. Bunun sebebi –kanaatimizce- bu tür davranışların o dönemde 42 Age., s., 92. 43 Kur’an da bunu açıkça belirtmektedir. Bkz., Al-i İmran, 3/7. 44 Age, s., 105. 46 * Ali AKSU meydana gelen sosyal olaylarda etkili olmasındandır. Çünkü Hz. Ali, bütün bu olumsuzlukları yaşamış birisidir. Bu bağlamda Hz. Ali, insanları birbirlerinin gıybetini yapmamaları ve ayıplarından dolayı birbirlerini suçlamamaları konularında uyarmaktadır. “…Ey Allah’ın kulu! Bir kimseyi yaptığı yanlışından, işlediği gü- nahtan dolayı kınamakta acele etme. Belki de onun bu günahı ba- ğışlanmıştır. Küçük günah nedeniyle kendinden emin olma. Belki de bu küçük günah için sen azap göreceksin! Sizden, başkasının ayıbını öğrenen kimse, -kendi ayıbını bilmekten dolayı- söylemekten kaçınsın….”45 . Gıybet etmemeleri konusunda ise Hz. Ali, insanlara şu uyarıyı yapmaktadır: “Ey İnsanlar! Kim kardeşinin dininde ve yaşantısında şüphe duymuyorsa, onun sağlam bir inanca sahip olduğuna şahadet getirirse, insanların onun hakkında söylediklerine aldırmasın!...”46 . Ayrıca Hz. Ali, mümin ile münafığın farkının dillerini korumak olduğunu şu sözleriyle dile getirmektedir: “…Kişi, dilini korusun. Bu dil, sahibine karşı itaatsizdir. Allah’a yemin olsun ki, dilini korumayan hiçbir kimsenin takvalı bir mümin kul olacağını sanmıyorum. Müminin dili, kalbinin arkasında; münafığın kalbi ise, dilinin arkasındadır. Zira mümin bir şey konuşmak istediğinde onu önce düşünür; hayırlı bir şey olduğuna karar verirse onu söyler; kötü ise dilini tutar. Münafık ise diline geleni söyler; kendi lehine ve aleyhine olanı idrak edemez…”47 . k- İnsanlara Farzlara Dikkat Etmeleri Konusundaki Tavsiyesi Hz. Ali’nin hararetle tavsiyede bulunduğu konulardan biri de hiç şüphesiz, insanları farzlara dikkat etmeleridir. Çünkü farzlar, eğer Allah için yapılırsa insanı cennete götürür. “…Farzlara dikkat edin, farzlara! Onları Allah için yerine getirin ki, onlar da sizi cennete götürsün..”48 Hz. Ali’nin farzlar arasında namaza ve zekâta büyük bir önem verdiğini görmekteyiz. “Namaz üzerinde kararlı olun, onu muhafaza edin ve çokça namaz kılın, Allah’a onunla yakın olun….Sonra zekat! O da Müslü- manları Allah’a yakınlaştırmak için bir vasıtadır. Gönül rızasıyla 45 Age., s.,143, 144. 46 Age., s.,, 144. 47 Age, s.,181. 48 Age, s.,173. Nehcü’l Belâğâ’da Hz. Ali’nin Bazı Tavsiye Ve Uyarıları * 47 veren kişiye zekât, kefaret olur. Onu cehennem ateşi karşısında korur. Hiç kimsenin gözü, verdiği zekâtta kalmasın…”49 . l- İnsanları Taassupçuluktan Sakındırması Taassupçuluktan çok çekmiş olan Hz. Ali, insanları bu konuda ikaz etmekte ve bazı önerilerde bulunmaktadır. “Kalplerinizde gizlenen taassup ateşini ve cahiliye nefretlerini söndürün. Çünkü taassupçuluk, şeytanın düşüncelerinden, büyüklenmelerinden, kışkırtmalarından ve vesveselerindendir…50 . Hz. Ali’ye göre eğer taassupçulukta bulunulacaksa bu, güzel huylar, övülecek eserler gibi insanlığa faydalı işler için olmalıdır. “Komşuluğu korumak, ahde vefa, emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’lmünker, iyilikte yarış, itaat, kibirlenmemek, faziletli olmak, aşırılıktan sakınmak, insanlar için insaflı olmak, öfkeyi yenmek ve yeryü- zünde fesat çıkarmaktan sakınmak gibi övülecek hasletler için mutaassıp olun”51 . 2- Sosyal Olaylar Karşısındaki Tavsiye ve Uyarıları Hz. Ali, Hz. Ebû Bekir’e biat işlemi sona erdikten sonra burada bir hutbe irad etti. Hutbesinde Müslümanları fitneye düşmemeleri hususunda uyaran Hz. Ali şöyle demektedir: “Ey insanlar! Fitne dalgalarını kurtuluş gemisiyle aşın, birbirinizden nefret etmeyin. Öğünme taçlarınızı başınızdan çıkarın…”52 . Bir başka yerde de Hz. Ali, Müslümanlara –özellikle taraftarlarınafitnenin gizli yollarla bulaştığını, sonra açık bir şekilde korkunç boyuta ulaştığını belirtmekte53 ve ona karşı her zaman uyanık olmaları gerektiği uyarısında bulunmaktadır. Hz. Ali’nin en çok korktuğu fitne; Ümeyye oğulları fitnesidir. Dolayısıyla taraftarını bu fitne karşısında önce uyarmakta; ardından da nasıl tavır takınmaları gerektiği konusunda bir takım tavsiyelerde bulunmaktadır 54 . Yine Hz. Ali Medine’de kendisinin halife olmasını isteyenlerden biat aldıktan sonra yaptığı konuşmada taraftarlarına Allah’tan korkmalarını ve fitneden uzak durmalarını tavsiye ediyor ve şöyle uyarıyordu: “…Takva, günümüzdeki belalardan ibret alan kişiyi, şüpheli şeylere uğramaktan alıkoyar. Dikkat edin! Allah’ın elçisini gönder- 49 Age., s. 226. 50 Age, s.,207. 51 Age., s. 212. 52 Age., s. 39; 108–109. 53 Age., s.,152. 54 Age, s. , 101. 48 * Ali AKSU diği günkü musibetler, tekrar dönüp gelmiş, bütün ağırlığıyla üzerinize çökmüştür”…. “Tövbe gibi bir nimet var önünüzde; evlerinize kapanın, aranızı bulun…”55 . Yine Hz. Ali kendisine biat edenlerin biatlerini bozduklarını öğ- rendiğinde yaptığı konuşmada da onları Allah’tan korkmaya çağıran bir konuşma yaptı. Konuşmasında şöyle dedi: “…Ey Allah’ın kulları! Allah’tan sakının! Allah’tan Allah’a kaçı- nın! (Allah’ın gazabından, musibetinden yine Allah’ın rahmetine sığının). Size çizdiği yoldan gidin; sizi sorumlu tuttuğu şeyleri yerine getirin”56 . 3- Siyasi, İdari ve Askeri Alandaki Tavsiye ve Uyarıları Hz. Ali, siyasi, idari ve askeri alanda pek çok tavsiye ve uyarı- larda bulunmuştur. Biz bunlardan kısa örnekler vermekle yetinece- ğiz: a- Savaş Alanındaki Tavsiye ve Uyarıları Savaş öncesi ve çarpışma esnasında galibiyeti elde etmek için takip edilmesi gereken stratejileri veren Hz. Ali, taraftarlarından savaşırken sabır, gayret ve fedakârlık istemiş, korkaklık, gevşeklik ve savaştan firardan kaçınmalarını özellikle istemiş, tavsiye ve uyarılarda bulunmuştur. Örneğin Cemel Savaşı’nda oğlu Muhammed b. el-Hanefiyye’ye sancağı verdiği zaman ona şöyle tavsiyede bulunmuştur: “Dağlar yerinden ayrılsa sakın sen ayrılma! Dişini sık. Canını Allah için ver. Ayağını yere sağlam bas. Gözlerini en ilerideki insanlara dik. Bazı şeyleri görmezden gel!”57 . Yine Medine’de kendisine biat etmeyenler hakkında yaptığı konuşmasında da Hz. Ali taraftarını savaş hazırlığı yapmaya davet etmiştir: “…Savaş teçhizatınızı alın ve gerekli hazırlıklarınızı yapın. Sabırlı olmanın önemini kavrayın; çünkü sabır, kişiyi zafere daha yakın kılar”58 . Hz. Ali, Sıffin Savaşı esnasında taraftarına şu tavsiye ve uyarı- larda bulunmuştur: “Ey Müslümanlar topluluğu! Korkuyu hissedin ve huzura bürü- nün. Canınızı dişlerinize takın, elinizden geleni yapın; zira bu, kılıç- ları başlardan daha çok uzaklaştırır. Zırhlarınızı hazırlayın. Kılıçları- 55 Age, s. , 43. 56 Age., s. 49. 57 Age., s. 41. 58 Age., s. 51. Nehcü’l Belâğâ’da Hz. Ali’nin Bazı Tavsiye Ve Uyarıları * 49 nızı kınından sıyırmadan önce, kınlarındayken hareket ettirin. Göz ucuyla bakın; yanlara saldırın; kılıçlarınızın keskin tarafıyla dövü- şün, kılıçlarınızı düşmanlarınızın adımlarıyla birleştirin.…Tekrar saldırın ve firar etmekten utanın; zira firar, kalanlar için âr; hesap günü ise ateş olur. Nefsinizi feda etmekten hoşnut olun; ölüme rahat bir yürüyüşle yürüyün”59 . Yine Sıffin Savaşı esnasında taraftarına şu tavsiyelerde bulunmuştur: “Zırhlıları öne çıkarın; zırhsızları da geride bırakın. Dişlerinizi ısırın; çünkü bu, kılıçların başlara isabet etmemesi için daha uygundur. Mızrakların uçlarına karşı eğilin; zira bu, mızrak ucunun hedefini şaşırmasına daha uygundur. Bakışları indirin; zira bu, daha soğukkanlı olmak ve gönüllerin daha sakin olması için daha iyidir. Sesleri öldürün; zira bu, başarısızlığı defetmeye daha uygundur. Sancağınızı eğmeyin ve yalnız başına bırakmayın. Onu sadece cesaretli olanlarınızın ve sizden korunması gereken mukaddes şeyleri koruyanların ellerine verin…Her biriniz, çarpıştığı düşmanına yetsin; kardeşine kendi nefsiyle destek versin. Kendi rakibini kardeşine bırakmasın; böylece ona karşı, rakibiyle kardeşinin rakibinin bir araya gelmesine izin vermesin….”60 . Düşman üzerine gönderdiği bir ordusuna yaptığı konuşmada da Hz. Ali, savaş teknikleri hususunda şu tavsiyelerde bulunmuş- tur: “Bir düşmana karşı inerseniz ya da düşman size karşı inerse, size destek ve arkanızda savunucunuz olmanız için karargâhınız, yüksek yerlerin önünde, dağların eteklerinde ya da nehirlerin kıvrımlarında olsun. Savaşınız bir ya da iki cephede olsun. Düşmanın size korktuğunuz ya da güven duyduğunuz yerden gelmemesi için dağların yüksek yerlerinde ve tepelerin yanlarında gözcüler bulundurun. Bilmiş olun ki, topluluğun öncü birliği onların casusları, öncü birliğinin casusları ise habercileridir. Aman birbirinizden ayrılmaktan sakının. Bir yerde konaklayacaksanız hep birlikte konaklayın; hareket edecekseniz hep birlikte hareket edin. Gece karargâhında mızraklarınızı etrafınızda daire haline getirin. Ancak hafif bir uykuyla ya da uyuyup uyanmak arası bir uykuyla uyuyun”61 . Hz. Ali, taraftarına savaşa karşı tarafın başlamasını beklemelerini, onlar başlamadıkları sürece başlamamalarını tavsiye etmektedir62 . 59 Age., s. 72, 122. 60 Age., 54; 130-131. 61 Age., s. 263-264. 62 Age., s. 265. 50 * Ali AKSU Belki birileri Hz. Ali’nin savaşla ilgili tavsiye ve uyarıları konusunda şöyle bir soru yöneltebilir: Hz. Ali nasıl oluyor da savaşla ilgili böyle tavsiyelerde bulunmasına rağmen Sıffin’de yeniliyor? Bu soruya şu cevabı verebiliriz. Hz. Ali, Sıffin Savaşı’nda galip konumdaydı. Hepinizin bildiği gibi savaşta zor durumda olan Muaviye, Amr b. el-As’ın teklif ve telkiniyle askerlere emir vererek Kur’an sayfalarını mızraklarının ucuna taktırdı, güya onları Allah’ın kitabı- nın hakemliğine davet etti63 . Muaviye ve Amr, aslında kuvvet yoluyla Hz. Ali’nin ordusuna güç yetirememeleri sebebiyle böyle bir hileye başvurmuşlar, mücadeleyi savaş meydanından başka zeminlere kaydırmışlardır. Yenilmek üzere olan Muaviye, böylelikle savaşta yenilmekten kurtulmuş ve iktidara giden yolunun önünü yeniden açmıştır. b- Hz. Ömer’e İranlılara Karşı Göndereceği Orduya Kendisinin Gitmemesi Yönündeki Tavsiyesi Hz. Ali, gerçekten savaş konusunda tecrübeli bir insandı. Bu nedenledir ki zaman zaman bu tecrübesini diğer idarecilerle de paylaşmıştır. Hz. Ömer, İranlılarla savaşa kendisi de katılmak istiyordu. Bunu Hz. Ali’ye açtı, onun da fikrini almak istedi. Hz. Ali de ona savaşa kendisinin katılmasının doğru olmayacağını şu cümlelerle ifade etti: “…Kendin aralarında olmadan onları savaş ateşine at. Buradan gidersen Araplar, bölgelerde sana karşı baş kaldırırlar. Öyle ki arkanda bırakacağın korunması gereken şeyler, elindekinden daha önemli olur…”64 . c- İnsanları Yöneticilerine Karşı Çıkmamaları Konusunda Tavsiyesi Muhalif grubun kendisine karşı çıkmasının dışında taraftarları- nın da muhalefet etmesinden muzdarip olan Hz. Ali, insanlara, yö- neticilerine itaat etmelerini tavsiye etmektedir. “İdarecinize karşı çıkmayın; sonra yaptıklarınıza pişman olursunuz…”65 . Burada Hz. Ali’nin itaat etmelerini istediği yönetici, adaletli ve halkın isteği üzere iktidara gelmiş kimse veya kimselerdir. Yoksa Hz. Ali her ne olursa olsun bütün idarecilere itaat etmeleri gerektiğini düşünmemektedir. Bir başka deyişle Hz. Ali, yöneticile- 63 Muhammed İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, Beyrut 1960, III, 32-33; İbn Kuteybe, el-İmâme ve’s-Siyase, thk., Muhammed ez-Zeynî, Beyrut 1985, I, 101-102; Mes’ûdî, Mürûcü’z-Zeheb ve Meâdinü’l-Cevher, thk., M. Muhyiddin Abdülhamid, Dımaşk 1979, II, 400. 64 Age., s.,147-148. 65 Age, s.,200. Nehcü’l Belâğâ’da Hz. Ali’nin Bazı Tavsiye Ve Uyarıları * 51 re marufta itaati tavsiye ederken, aksi takdirde itaat konusunda dikkatli olmaları gerektiği uyarısında bulunmaktadır. “Dikkat edin! Asil soyları sebebiyle büyüklenen, soylarına dayanarak yüceleşen, Rablerine çirkin fiil isnat eden, hükmüne karşı büyüklenerek ve verdiği nimetlerle mücadele ederek Allah’ın onlara yaptıklarını inkâr eden liderlerinize ve büyüklerinize itaat hususunda uyanık olun”66 . d- Taraftarını Muhaliflerine Sövmemeleri Konusunda Uyarması Hz. Ali, Sıffin Savaşı’nda taraftarından bir grubun Şamlılara sövdüklerini duyduğunda onları bu davranışlarından dolayı uyardı. “Sövmenizi doğru bir davranış olarak görmüyorum. Sövmek yerine o insanların yaptıklarını dile getirmeniz, onların bulundukları konumlarını zikretmeniz daha isabetli bir söz ve daha uygun bir mazeret olur. Onlara sövmek yerine, “Allahım! Bizim ve onların canlarını bağışla! Bizimle onların arasını düzelt! Sapkınlıklarından dolayı onları hidayete erdir! Böylece hakkı bilmeyen, onu bilsin. Günah ve düşmanlığa düşkün olan ondan dönsün!” dersiniz”67 . e- Zekât Amillerine Yaptığı Tavsiye Hz. Ali, zekât âmili olarak görevlendirdiği kişilere şu tavsiyelerde bulunmuştur: “Ortağı olmayan, bir olan Allah’tan sakınarak git. Herhangi bir Müslüman’ı korkutma. Senden hoşlanmadığı halde ona gitme. Allah’ın malındaki hakkından fazlasını ondan alma…”68 gibi pek çok tavsiyelerde bulunmaktadır. f- Valilerine Tavsiyesi Hz. Ali, bölge valilerine halka nasıl davranmaları konusunda bir takım tavsiyelerde bulunmuştur. Örneğin Muhammed b. Ebî Bekr’i Mısır’a vali olarak gönderdiğinde ona şu tavsiyelerde bulunmuştur: “Onlar için kanadını indir; yumuşak davran, güler yüzlü ol. Anlık karşılaşmalarında bile onlara adil davran ki güçlüler, senin halkına zulmetmeye tamah etmesin; zayıflar da kendilerine adil davranmandan ümit kesmesin…69 . Ayrıca Hz. Ali, Muhammed’e namazı belirlenen vakitte kılmasını ve geciktirmemesini de tavsiye etmektedir70 . 66 Age, s.,209. 67 Age., s. 230. 68 Age., s. 271-272. 69 Age., s. 273. 70 Age., s.274. 52 * Ali AKSU Hz. Ali, el-Eşter en-Nehâî’yi de Mısır valiliğine gönderdiğinde buna benzer tavsiyelerde bulunmuştur: “…Senin için erzakın en sevimlisi, salih amel olsun. Arzularına hâkim ol. Sana helal olmayan şey için kendine cimri ol. Kendine cimri olmak, sevdiği ya da hoşlanmadığı şeyde nefse karşı adil olmaktır. Tebaana karşı merhameti, sevgiyi düstur edin. Onlara kar- şı, yiyeceklerini ganimet olarak alan açgözlü yırtıcı hayvan gibi olma…”71 . Hz. Ali tavsiyesinin devamında Eşter’e “İnsanları affetmesini; “ben yöneticiyim; emrederim ve siz de itaat edersiniz ” dememesini; yönetici olmasından dolayı büyüklenmemesini; adaletli olmasını; kusurları mümkün olduğunca örtmesini; düşmanlıktan uzak durmasını ve buna benzer daha pek çok tavsiyelerde bulunmaktadır 72 . g- Haraç Amillerine Tavsiyesi Hz. Ali, haraç amillerine şu tavsiyelerde bulunmuştur: “…İnsanlar için kendinizden dolayı insaflı olun; ihtiyaçlarınız için sabredin. Siz, tebaanın hazinedarları, ümmetin vekilleri ve imamların elçilerisiniz. Kimseyi ihtiyacını karşılaması hususunda engellemeyin; onu isteğinden alıkoymayın. Haraç için, insanların kış ve yaz elbiselerini, işlerinde kullandıkları hayvanlarını ve kölelerini sattırmayın. Hiç kimseye bir dirhem için bir sopa vurmayı. Namaz kılan ya da zımmî, insanlardan hiç kimsenin malına – müslümanlara karşı düşmanlık yapılmak üzere kullanılan bir at ya da bir silah hariç- dokunmayın. …Nefislerinizden nasihati, askerden iyi muamelede bulunmayı ve tebaadan yardım etmeyi, Allah’ın dininden kuvveti saklamayın. Allah yolunda size vacip kılınan şeyleri yerine getirin….”73 . 4- Bazı Şahıslar ve Gruplar Karşısındaki Tavsiye ve Uyarıları Nehcü’l-Belâğa’da Hz. Ali bazı şahıslar ve gruplar konusunda da tavsiye ve uyarılarda bulunmaktadır. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz: a- Muaviye Konusunda Halkı Uyarması ve Tavsiyesi Hz. Ali zaman zaman isim vermeden Muaviye konusunda halkı uyarmakta ve onun dönemine eriştiklerinde nasıl davranmaları gerektiği hususunda tavsiyelerde bulunmaktadır. “Benden sonra boynu kalın, karnı büyük bir adam size galip gelecek. Bulduğunu yer, bulamadığını ister. Onu öldürün! Ama öl- 71 Age., s. 305-306. 72 Age., s.306-318. 73 Age., s. 304. Nehcü’l Belâğâ’da Hz. Ali’nin Bazı Tavsiye Ve Uyarıları * 53 düremeyeceksiniz. Bilmiş olun ki, sizden bana sövmenizi ve beni reddetmenizi isteyecek. Sövmeye gelince, bana sövün. Reddetmeye gelince, beni reddetmeyin. Ben, fıtrat üzere doğdum; imanda ve hicrette öne geçtim”74 . b- İnsanları Hâricileri Öldürmemeleri Hususunda Uyarması Hz. Ali’ye göre, Hâriciler, Muaviye’ye tercih edilebilmektedir. Çünkü onlar, hakkı isterlerken Muaviye batılı istemektedir. “Benden sonra Hâricileri öldürmeyin. Hakkı isteyip hata eden, batılı isteyip75 ona ulaşan gibi değildir. c- İnsanları Kadınlar Konusunda Uyarması Nehcü’l-Belâğâ’da Hz. Ali’nin sözleri arasında belki de en tartışmalı ve en sıkıntılı sözlerden birisi, onun kadınlar konusunda yaptığı uyarıdır. Hz. Ali, bu konuda şunları söylemektedir: “Ey insan toplulukları! Kadınlar, iman, pay ve akıl yönünden noksandırlar. İmanlarının noksanlığı, hayızlı oldukları günlerde namazdan ve oruçtan uzak durmalarıdır. Akıllarının noksanlığı, iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk olmasıdır. Paylarının noksanlığına gelince, erkeklerin mirastan aldıkları payın yarısını almalarıdır. Kadınların kötülerinden sakının; iyilerine karşı dikkatli olun. Onlara marufta itaat etmeyin ki, münkeri arzu etmesinler”76 . “Onlara itaat etmeyin ki münkeri arzu etmesinler” cümlesinden kasıt, onların isteklerinin yerine getirilmemesidir. Bu sözün kabul edilebilir yanı olmadığı kanaatindeyiz. Her ne kadar Adnan Demircan, “Bu söz, görünüşte kabul edilebilir gibi değilse de dö- nemin kültürel yapısı ve erkeklerin sosyal konumları açısından de- ğerlendirilmelidir”77 demekteyse de biz buna ilaveten yine bu tür yaklaşımın, o dönemin erkeklerinin kadına nasıl baktıklarını gösterdiği sonucunu da çıkarabiliriz. d- Muhaliflerine Karşı Tavsiyesi Hz. Ali, kendisine karşı olanlara bile hoşgörü ile yaklaşmakta, onların kötülüğünü istememektedir. “…Ey insanlar! Bana muhalefet etmeniz, size günah kazandırmasın; bana isyanınız, sizi ayartmasın. Benden bazı şeyler duydu- ğunuzda birbirinize göz kırpmayın…”78 . 74 Age., s., 68. 75 Burada Muaviye’yi kastetmektedir. Age., s., 69. 76 Age., s.,78-79. 77 Age., s. 79. (Dipnot) 78 Age, s.,107. 54 * Ali AKSU e- İnsanları Kendisi Konusunda Uyarması Hz. Ali, Haricilere karşı yaptığı konuşmada insanları kendisi konusunda uyarmaktadır. Kendisini sevmeleri ya da sevmemeleri konusunda ifrata kaçmamaları, orta yolu tutmaları konusunda uyarmaktadır: “…Benden dolayı iki grup helak olacak: Sevginin, haktan uzaklaştırdığı aşırı seven ve nefretin, haktan uzaklaştırdığı aşırı nefret eden. Benim hakkımda davranış olarak insanların hayırlısı, orta yolu benimseyendir. Doğru yoldan ve topluluktan ayrılmayın. Allah’ın eli, toplulukla beraberdir. Ayrılıktan sakının; insanlardan ayrılanın şeytana karşı durumu, koyun sürüsünden ayrılanın kurt kar- şısındaki durumu gibidir. Dikkat edin! Kim bu slogana (ayrılığa) davet ederse, benim sarığımın altında dahi olsa onu öldürün”79 . f- İnsanları Münafıklar Karşısında Uyarması Hz. Ali, insanları münafıklar karşısında dikkatli olmaları konusunda uyarmaktadır. Onların sözlerine, hareketlerine dikkat etmelerini, hemen kanmamalarını tavsiye etmekte ve arkasından da onların tehlikelerine dikkat çekmektedir. “Allah’ın kulları! Size Allah’tan sakınmayı tavsiye ediyor ve münafıklar hususunda uyarıyorum. Onlar, sapan ve saptıranlar, ayakları kayan ve kaydıranlardır. Renkten renge giriyorlar; işten işe girişiyorlar…”80 . Sonuç Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki Hz. Ali, siyasî, idarî, askerî, dinî, ahlakî ve daha pek çok konularda insanlara tavsiye ve uyarı- larda bulunmuştur. Bunların başında da insanların Allah’tan sakınmaları konusu gelmektedir. Hemen hemen eserin her sayfasında insanları Allah’tan sakınmaları konusunda uyardığını görmekteyiz. İnsanlara farzları yerine getirmelerini, haramlardan sakınmalarını tavsiye etmektedir. Kadınlar konusundaki uyarısını ihtiyatla karşı- ladığımızı belirtmek isteriz. Askeri konulardaki tavsiye ve uyarıları, onun iyi bir komutan ve iyi bir asker olduğunu ortaya koymaktadır. Hz. Ali, insanları fitneye karşı uyarmakta, ondan uzak durmalarını tavsiye etmekte ve muhaliflerine karşı taraftarlarını sükûnete ve aklıselimle hareket etmeye çağırmaktadır. Bugün de Hz. Ali’nin tavsiye ve uyarılarına şiddetle ihtiyacımızın olduğunu belirtmek isteriz. 79 Age., s., 133-134. 80 Ag yaraları olması
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
EMİRE’L-MÜMİNİN ALİ’NİN HAYATINA KISA BİR BAKIŞ
EMİRE’L-MÜMİNİN ALİ’NİN HAYATINA KISA BİR BAKIŞ
İmam Ali (a.s) 30. Fil yılında, Recep ayının 13. günü Kâbe’de dünyaya geldi. Annesi Esed kızı Fatıma ve babası Ebu Talib’dir. Hicri 40 yılı, Ramazan ayının 21 de Küfe şehrinde şahadet mertebesine erdi. Mübarek türbesi Irak’ın Necef-i Eşref kentinde bulunmaktadır.
HZ. ALİ’NİN YAŞAMINDAN KESİTLER
Müminlerin Emiri’nin (a.s) İslam Peygamberi’nin (s.a.a) Bi’setinden (Peygamber oluşundan) on yıl önce dünyaya gözlerini açtığı, İslam tarihi oluşurken bütün gelişmelerde Efendimiz Resulullah’ın yanında olduğu ve onun vefatından sonra otuz yıl yaşadığı dikkate alındığında, 63 yıllık ömrünü beş bölüme ayırabiliriz:
1- Doğumdan Peygamber’in Bi’setine kadar olan dönem.
2- Bi’setten Peygamber’in Medine’ye hicret edişine kadar olan dönem.
3- Peygamber’in vefatından kendi hilafetinin başlangıcına kadar olan dönem.
4- İmam Ali’nin halifelik dönemi.
1- DOĞUMDAN İSLAM PEYGAMBERİNİN Bİ’SETİNE KADAR OLAN DÖNEM
Yukarıda da değindiğimiz gibi eğer imam Ali’nin (a.s) yaşamını beş bölüme ayıracak olursak, ilk bölümünü, Peygamber’in Bi’setinden önceki yaşamı oluşturmaktadır. İmam’ın bu bölümdeki yaşam süresi on yılı geçmektedir. Çünkü İmam Ali (a.s) dünyaya gözlerini açtığı zaman Peygamber Efendimiz daha otuz
yaşında idi. Peygamberimiz kırk yaşında peygamberlikle görevlendirildiğine göre; İmam Ali, Peygamber’in bi’seti sırasında on yaşın üstünde değildi.
PEYGAMBERİN YANINDA
İmam Ali (a.s) ruhsal ve kişilik yapısının olgunlaştığı ve her türlü terbiyeye yatkın olduğu bu hassas dönemi Hz. Muhammed’in (s.a.a) evinde ve onun eğitimi altında geçirdi. İslam tarihçileri bu konuda şöyle yazarlar:
Bir ara Mekke’de büyük bir kuraklık ve kıtlık baş gösterdi. O sırada Peygamberin amcası Ebu Talib kalabalık bir ailenin geçimini sağlaması gerektiğinden, masrafların ağır yükü altında ezilmekteydi. Resul-i Ekrem (s.a.a) Haşimoğullarının en zenginlerinden olan diğer amcası Abbas’a, her birimiz Ebu Talip oğullarından birini evimize götürüp bakımını üstlenelim ki Ebu Talib’in aile yükü azalsın, önerisinde bulundu. Abbas kabul edince birlikte Ebu Talib’in yanın gidip konuyu kendisine açtılar. Bu öneriyi Ebu Talib’de kabul etti. Sonuçta; Abbas “Cafer’i ve Hz. Muhammed’de (s.a.a) Ali’yi alıp evlerine götürdüler. Böylece İmam Ali (a.s) efendimizin evinde iken (hayatının ilk yıllarında) Allah, habibini peygamberlikle görevlendirdi. İmam Ali (a.s) ise onu hemen tasdik edip Peygameri izlemeye koyuldu.(1)
İslam Peygamberi (s.a.a) Ali’yi (a.s) himayesine aldıktan sonra: İşte ben Hz. Muhammed (s.a.a) Allah’ın benim için seçtiğini seçtim, diye buyurdu.(2)
Abdü’l-Muttalib’in vefatından sonra çocukluk dönemini amcası Ebu Talib’in evinde geçirip onun kefaleti altında büyüdüğünden, onun evlatlarından birini yetiştirmek suretiyle amcasının ve onun karısı Esed kızı Fatıma’nın zahmetini telafi etmek istiyordu. Dolayısıyla Ebu Talip oğulları içinde Ali’yi (a.s) himayesine almak istemişti.
Ali (a.s) kendi halifeliği döneminde, “Kasıâ” hutbesinde eğitim dönemine değinerek şöyle buyuruyor:
“Siz (Peygamber’in son sahabeleri) benim Resulullah’a olan yakın akrabalığımı ve onun nezdinde olan özel mevkimi bilmektesiniz. Yine biliyorsunuz ki; henüz bir çocuk iken o beni kucaklayıp göğsüne bastırıyor ve beni yatağında yatırıyordu; öyle ki, ben onun vücuduna dokunuyor, hoş kokusunu duyuyordum. O yemeği elleriyle benim ağzıma koyuyordu.
Ben, annesinin peşinden giden çocuk gibi her yere onunla birlikte yürüyordum. Her gün, üstün faziletli ahlaklarından birini bana öğretiyordu. Ve bana: “Onu izlememi emrediyordu.”(3)
ALİ (a.s) HİRA MAĞARASINDA
Hz Muhammed (s.a.a) peygamberlikle görevlendirilmeden önce her yıl bir ay boyunca Hira(4) mağarasında ibadet ederdi. Bu süre içinde yanına bir yoksul uğrasa (efendimiz) gelir ve kendisine yemek verirdi. Evine gitmek istediği zaman ise önce Mescidü’l-Harama gidip yedi kere veya Allah ne kadar istese Allah’ın evini tavaf eder sonra evine dönerdi.(5)
Eldeki kanıtlar gösteriyor ki, Hz. Muhammed (s.a.a) Ali’ye (a.s) duyduğu aşırı inayetten dolayı (Hira mağarasında bulunduğu zamanlarda) bir ay içinde onu da kendisi ile birlikte Hira’ya götürüyordu.
Vahiy meleği ilk defa o mağarada efendimiz Hazretlerine nazil olup onu peygamberlik makamı ile şereflendirdiği zaman, Ali (a.s) da oradaydı. O gün, Hz. Muhammed’in (s.a.a) Hira dağında ibadetle meşgul olduğu ayın bir günü idi.
Ali (a.s) Kasiâ hutbesinde bu konuda şöyle buyuruyor:
“Peygamber her yıl Hira dağında ibadete koyulur ve onu benden başka kimse görmezdi... Hazretlerine vahiy indiği zaman şeytanın feryat sesini duydum; Allah’ın Resulü’ne, bu feryadın ne olduğunun sordum; Bu şeytanın feryadıdır, sebebi ise dünya yüzünde itaat edilmekten ümidini kesmesidir, Benim duyduğum sesi sen de duyuyorsun, benim gördüğümü sen de görüyorsun ama ne var ki sen Peygamber değilsin, (benim) hayır ve iyilik üzere vezirimsin, buyurdu”(6)
Gerçi bu sözler, Peygamberin Risalet görevini almasından sonra Hira’da ibadet ettiği dönemle ilgili gibi gözükmektedir. Fakat öncesi karineler ve Peygamberimizin genellikle Risalet görevinden önce Hira’da ibadet etmesinden, bu sözlerin İslam Peygamber’inin risaletinden önceki döneme ait olduğu anlaşılmaktadır. Her halükarda, Ali’nin (a.s) ruh temizliği ve Peygamber’in (s.a.a) yanında eğitim; çocukluğundan beri hassas bir kalp, etkili bir yüz ve duyarlı bir kulak ile normal insanların göremeyeceği şeyleri görmesine ve duyamayacağı sesleri duymasına sebep olmuştu.
Mûtezili İbni Ebi’l-Hadid Nehcü’l-Belağa şerhinde şöyle yazar:
“Sahih kitaplarında (kütübi sittede) rivayet edilmektedir ki; Cebrail ilk defa Peygambere nazil olup onu peygamberlik makamı ile şereflendirdiği zaman Ali’de (a.s) İslâm Peygamber’inin yanında idi.”(7)
İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“İmam Ali (a.s) İslam Peygamberinin risaletinden önce Peygamberin yanında Nübüvvet nurunu görmekte ve meleğin sesini duymaktaydı. İslâm Peygamberi (s.a.a) kendisine: “Eğer ben peygamberlerin sonuncusu olmasaydım, sen peygamberlik makamına layıktın. Ama sen benim varisimsin, velilerin efendisi ve takvalıların liderisin” diye buyurmuştur.”(8)
2- Bİ’SETTEN PEYGAMBERİN HİCRETİNE KADAR
İmam Ali’nin (a.s) hayatının ikinci bölümünü Bi’set’ten Hicret’e kadar olan dönem oluşturmaktadır. Bu dönem on üç yıldan ibarettir. İmam Ali (a.s) bu dönemde İslam’ın ilerleme kaydetmesi için bir takım hizmetler sunmuştur. Parlak ve etkili çabaları, önemli girişimleri olmuş, büyük hizmetler sunmuştur. İslam tarihinden O’ndan başka kimseye nasip olmayan faziletleri vardır. Böyle yüce bir şeref, onu başkalarından ayırmaktadır.
İLK İMAN EDEN
İmam Ali (a.s) açısından bu dönemin önemi; herkesten önce İslam’ı kabul etmesi ve gönül verdiği dine ilk adımı atmış olmasıdır. Daha doğru bir değişle; eskiden beri içinde taşıdığı İslamı dışa vurması, dile getirmesidir. Çünkü Ali (a.s) çocukluğundan beri tek Allah’a ibadet etmekteydi.(9) İslamı kabul etmesi putperestlikten vazgeçmesi anlamına gelmiyordu. Zira o, hiçbir zaman putlara tapmamıştı. Fakat bildiğiniz gibi Peygamberimizin diğer sahabeleri böyle değildi.
İslamiyeti ilk kabul etmiş olmak, Kuran-ı Kerim’in üzerinde durduğu bir değerdir. İslamiyeti kabul etmede ön ayak olanların Allah katında üstün bir değere sahip olduğunu Kurân-ı Kerim şu sözleriyle beyan etmektedir: “... Ve bir de ileri geçenler ki herkesi geçmişlerdir, onlardır mabutlarına yaklaştırılanlar”(10)
Kurân-ı Kerim “İslam dinine diğerlerinden önce inanma” hususuna özel bir teveccüh göstermiştir. Hatta Mekke’nin fethinden önce iman edenleri, can ve mallarını Allah yolunda verenleri; Müslümanların Mekke’yi fethetmesinden sonra, iman edip cihat edenlerden üstün saymıştır. Hal böyle iken hicretten önce ve İslam’ın ortaya çıktığı ilk yıllarda Müslüman olanlar elbette ki çok daha üstündürler. Nitekim Kuran-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:
“... Sizden, fetihten önce mallarını harcayan ve savaşan, başkalarıyla bir değildir; onların, fetihten sonra mallarını harcayan ve savaşanlara karşı, derece bakımından pek büyük üstünlükleri var; ve hepsine de Allah güzel mükâfatlar vaadetmiştir...” (11)
Müslümanların (Hicri sekizinci yılda vuku bulan) Mekke’nin fethinden önce iman etmelerinin daha üstün olmasının sebebi, şudur:
Mekke’de Müslüman olanlar; İslam dini, Arap yarımadasında gücünün doruğuna erişmeden, Mekke putperestlerin güçlü bir merkezi iken İslam dinini kabulenmişlerdi. Birçok tehlike her taraftan Müslümanların canlarına ve mallarına yönelmişken iman etmişlerdi. Elbette Müslümanlar Medine’ye hicret ettikten, Avs, Hazrec ve Medine çevresinden bazı kabilelerin İslamiyeti kabul etmesinden sonra nispeten daha güvende oldular ve İslamiyet daha süratli ilerlemeye başladı. Birçok savaşta galip oluyorlardı. Ama tehlike daha geçmemişti. Buna göre; böyle bir ortamda iman edip can ve malını feda etmenin özel bir değeri olmakla birlikte; Peygamberin ilk daveti sırasında güç Kureyş ve putperestlerin elinde iken (her an can ve mal tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyorken) iman etmenin çok daha üstün değeri olacağı kuşkusuzdur. Bu nedenle İslam dinini kabul etmede öne geçmiş olmak, Peygamber sahabeleri arasında önemli iftiharlardan biri sayılmaktaydı.
Bu açıklama ile İmam Ali’nin (a.s) İslam’ı izhar etmede öncü olmasının değer ölçüsü daha iyi anlaşılmaktadır.
İMAM ALİ’NİN (a.s) İLK MÜSLÜMAN OLDUĞUNA DAİR DELİLLERİ
İmam Ali’nin (a.s) İslâm’ı kabul eden ilk kişi olduğuna dair İslami kaynaklarda yer alan deliller, bu kitabımıza sığmayacak kadar çoktur. Örnek olarak sadece bir kaç tanesini zikredeceğiz.
1) Herkesten önce, İslam Peygamberi’nin (s.a.a) bizzat kendisi İmam Ali’nin (a.s) öncü olduğunu açıklamış ve bir grup ashabının yanında şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet günü Kevser havuzu başında bana ilk kavuşanınız, İslam’ı herkesten önce kabul eden Ali b. Ebu Talib olacaktır.”(12)
2) Alimler ve Muhaddisler şöyle aktarmışlardır:
Hz. Muhammed (s.a.a) pazartesi günü peygamberliğe seçildi. Ali (a.s) ertesi gün (Salı) günü Peygamberle birlikle namaz kıldı.(13)
3) İmam Ali (a.s) “kasıa” hutbesinde şöyle buyurmaktadır:
“O gün İslam, Peygamber ve Hatice’den başkasının yanında duyulmamıştı ben ise onların üçüncüsü idim Risalet ve vahiy nurunu görüyor ve Nübüvvet tortusunu alıyordum.”(14)
4) İmam Ali (a.s) İslam’da ilk oluşumu başka bir yerde şöyle dile getirmektedir:
“Allah’ım sana ilk dönen, mesajını ilk duyan ve Peygamberin davetine ilk icabet eden benim ve İslam Peygamber’i hariç benden önce namaz kılan olmamıştır.(15)
5) İmam Ali (a.s) buyuruyor ki:
“Ben Allah’ın kulu, Peygamber’in kardeşi ve Sıddık-ı Ekberim. Bu sözü benden sonra iftiracı yalancıdan başkası söylemez. Ben halktan yedi yıl önce Resulullah ile birlikte namaz kılıyordum.”(16)
6) Ufeyf b. Kaysi’nini Kendisi şöyle aktarıyor:
Ben cahiliyet döneminde ettar (esans tüccarı) idim. Bir seferinde ticaret için Mekke’ye gitmiş ve büyük Mekke Tacirlerinden olan Abbas’a misafir olmuştum. O sırada Mescidü’l Haram’da Abbas ile birlikte oturuyorken, güneşin doruğa yükseldiği bir vakitte yüzü ay gibi nurlu olan bir genç Mescid’e geldi. Gökyüzüne bakıp Kâbe’ye doğru durarak namaz kılmaya başladı. Hemen peşinden güzel yüzlü bir delikanlı kendisine yaklaşıp sağ tarafında durdu, sonra örtünmüş olan bir kadın gelip ikisinin arkasında yerini aldı. Her üçü birlikte namaza koyulup rüku ve secde etmeğe başladılar.
Ben (Putperest merkezinde üç kişinin putperestlik dışında başka bir dine inandıklarını görünce) şaşırdım. Abbas’a dönerek, büyük bir olay, Dedim. Bu sözü oda yineledi. Sonra ekledi; bu üç kişiyi tanımıyor musun? Hayır! dedim. İlk önce gelip ikisinin önünde duran kardeşimin Abdullah’ın oğlu Muhammed’dir. İkincisi diğer kardeşimin Ebu Talib’in oğlu Ali’dir. Üçüncüsü ise Muhammed’in eşidir. O, dinin Allah’tan geldiğini iddia etmektedir. Yeryüzünde bu üçünden başka bu dine inanan yoktur.”(17)
Bu olaydan açıkça anlaşılmaktadır ki, İslam Peygamber’inin ilk daveti sırasında sadece Ali ve Hatice kendisine iman etmişlerdi.
PEYGAMBERİN AİLESİ VE KORUYUCUSU
İslam Peygamberi üç yıl boyunca genel davetten sakınıyordu. Sadece özel temaslarla, davet kabul edebileceklerini hissettiği kişileri İslam’a davet ediyordu.
Üç yıl sonra vahiy meleği nazil olarak, Peygamber’e, yakın akrabalarından başlayarak insanları Allah’ın dinine davet etmesi emrini iletti. Allah’ın emri şöyle idi:
“Ve en yakın hısımlarını (Allah’ın azabına karşı) korkut. İnananlardan sana uyanlara karşı (sevgi) kanadını indir, mütevazı ol, Sana isyan ederlerse (karşı gelirlerse) de ki: şüphe yok ki ben sizin yaptıklarınızdan uzağım”(18)
Genel davete, başlama noktası olarak yakın akrabalarını davet ederek başlamayı seçmesinin sebebi: İlahi veya beşeri bir liderin yakınları ona inanıp izlemezlerse, yabancılara karşı etkili olması çok güçtür. Zira yakınları onun sırlarını, iyi ve kötü yanlarını herkesten iyi bilmektedirler. Bu nedenle onların iman etmesi risaletinin (görevinin) doğruluğunun belirtisi sayılmaktadır. Bu nedenle İslam Peygamberi niye Ali’ye (a.s) Haşim oğullarının ileri gelenlerinden kırk beş kişiyi öyle yemeğine davet etmesini ve yemek olarak da etkili bir yemek ve süt hazırlamasını emretti?
Konuklar vakit gelince Peygamberin huzuruna vardılar. Yemek yenildikten sonra Peygamberin amcası “Ebu Leheb” kendine has tavrıyla toplantının seyrini değiştirdi ve sonuç alınmadan meclis dağıldı. Konuklar yemeklerini yiyip süt içtikten sonra Peygamberin evinden ayrıldılar Efendimiz ertesi gün yeniden yemekli bir toplandı yapmaya ve Ebu Leheb dışında hepsini davet etmeğe karar verdi. İmam Ali (a.s) yine Peygamber’in emriyle yemek ve süt hazırlatıp Haşimoğulları’nın ileri gelenlerini yemeğe ve Peygamber’i dinlemeğe davet etti. Tüm konuklar verilen zamanda hazır bulundular ve yemek yenildikten sonra efendimiz sözlerine şöyle başladı:
“Hiç kimse kendi halkına, benim size getirdiğimden daha iyisini getirmemiştir. Ben sizin için dünya ve ahiret iyiliğini getirdim. Allah bana, sizi, O’nun birliğine ve kendi peygamberliğime inanmaya davet etmemi emretmiştir. Sizden hanginiz bana bu yolda yardım ederse benim kardeşim, vezirim ve içinizdeki temsilcim olacaktır.”
Bu sözleri söyledikten sonra içlerinden hangisinin bu çağrıya uyup yanıt vereceğini görmek için bir süre sustu. Bu sırada meclis şaşkın bir sissizliğe gömülmüş, herkes başını öne eğmiş derin bir düşünceye dalmıştı.
O gün daha on beş yaşını doldurmamış olan Ali (sessizliğin içinden) aniden ayağa kalkarak Peygamber’e döndü:
“Ey Allah’ın Resulü ben bu yolda sana yardım edeceğim” diyerek fedakârlık antlaşmasını pekiştirmek için elini efendimize uzattı. Peygamber Ali’ye oturmasını emrederek sözlerini tekrarladı. Yine Ali ayağa kalkıp buna hazır olduğunu duyurdu.
Bu kez Peygamber yine oturmasını emretti. Peygamberin davetini üçüncü tekrarlayışında da yine Ali’den başka yanıtlayan olmadı. Sadece o, ayağa kalkıp Peygamber’in mukaddes hedefini desteklediğini İlan etti. Peygamber Ali’nin elini sıkarak Haşim oğullarına hitaben Ali hakkında tarihi sözünü buyurdu:
“Ey yakınlarım ve akrabalarım! Bundan sonra Ali kardeşim, vasim ve sizin içinizde halifemdir.”(19)
Böylece İslam Peygamber’inin ilk varisi, en son ilahi elçi tarafından, daha birkaç kişi risaletine iman ettiği bir zamanda tayin edilmiş oldu.
Peygamber’in en yakın akrabalarına; ben Allah’ın Resulüyüm diyerek peygamberliğini ilan ettiği gün, hemen peşinden Ali benim vasim ve halifemdir buyurarak Ali’nin imamlığını ilan etmesiyle, imametin İslam’daki makamı ve konumunu daha açık bir şekilde anlamış oluruz. Bundan da anlaşılmaktadır ki; bu iki makam birbirinden ayrı değildir ve imamet, risaletin tamamlayıcısıdır.
BÜYÜK FEDAKÂRLIK
Bi’set’in on üçüncü yılında Zilhicce ayının on üçünde Peygamber ve Yesrib halkı arasında bir anlaşma yapıldı. Buna göre Peygamber’i şehirlerine davet ettiler ve onu koruma ve destek sözü verdikler. Buna “İkinci Akabe Anlaşması” denir. O gecenin ertesi günü Müslümanlar yavaş yavaş Yesrib’e hicret etmeğe başladılar.
Kureyş’in ileri gelenleri, Yesrib’de İslam davetini yaymak için yeni bir karargâh oluşturulduğunu anlamışlardı. Bu nedenle tehlikede olduklarını hissediyorlardı. Çünkü onca yıl Peygamber ve izleyicilerine eziyet ettikten sonra Peygamber’in intikam alabileceğinden, savaşmasa bile, Kureyş’in Medine kenarından geçen Şam ticaret yolunu tehdit edebileceğinden korkuyorlardı. Böyle bir tehlikeyi önlemek için bi’set’in on dördünde sefer ayının sonunda “Daru’n-Nüd ve”de (Mekke şura Meclisi binası) toplanıp çareler düşünmeye koyuldular. Bu toplantıda bazıları, Peygamber’in sürgün edilmesi veya hapsedilmesini önerdiyseler de, bu öneri reddedildi. Sonunda onu öldürmeğe karar verdiler. Ama Peygamber’i öldürmek pek kolay değildi, Haşim oğulları sessiz kalmayıp intikam almaya kalkışabilirdi. Dolayısıyla her kabileden bir gencin seçilerek, gece Muhammed’in (s.a.a) evine baskın yapıp onun yatakta öldürülmesini karara verdiler. Bu durumda katil bir kişi olmayacağından, Haşim oğulları, bütün kabilelerle savaşmaya güçleri yetmeyeceği için mecburen kan parası almak zorunda kalacaklardı. Böylece İslâm macerası da son bulacaktı. Kureyş bu planı uygulamak için Rebiü’l-Evvel ayının ilk gecesini seçti.
Yüce Allah daha sonra onların her üç planını da hatırlatarak şöyle buyuruyor:
“Hani bir zamanlar, kâfir olanlar, seni bağlayıp hapsetmek, yahut öldürmek, yahut da yurdundan çıkarmak için düzenlere başvurmuşlardı, bu düzeni kurarken Allah’ta düzenlerini bozuyordu ve Allah hilekarları cezalandıranların en hayırlısıdır.”(20)
Kureyş’in bu kararından sonra, vahiy meleği Peygamber’i durumdan haberdar edip, Mekke’den Yesrib’e doğru hareket emrini iletti.
Burada Peygamber, düşman planını bozmak ve şehirden çıkabilmek için “iz kaybetme” yönteminden faydalandı. Bu nedenle, cesur ve fedakâr bir kişinin gece Peygamber’in yatağında yatması gerekiyordu. Düşman, evine saldırdığında Peygamber’in yatağında uyuduğunu sanarak evini gözetleyip, yolları kontrol etmezlerdi. Böyle bir kişi Ali’den başkası değildi.
Bunun üzerine Peygamber Kureyş ileri gelenlerinin planını Ali’ye anlatıp buyurdu ki:
“Bu gece benim yatağımda yat ve her gece üzerime örttüğüm yeşil örtüyü üzerine ört ki; benim yatağımda uyuduğumu sansınlar.”
İmam Ali (a.s) da öyle yaptı. Kureyş memurları, Peygamber’in evini akşamdan çembere aldılar. Sabah olduğunda kılıçlarını çekerek eve saldırdıklarında Peygamber’in yatağında Ali’yi buldular.
Planlarının yüz de yüz başarılı olacağını sananlar Ali’yi görünce şaşırıp kaldılar. Daha şaşkınlıklarını üzerlerinden atmadan, Muhammed nerede, diye sordular. Ali sakin bir şekilde: “Onu bana mı teslim etmiştiniz ki, bana soruyorsunuz, ona öyle davrandınız ki evini terketmek zorunda kaldı” dedi.
Bu sırada Ali’nin (a.s) üzerine saldırıp yakaladılar. Taberi’nin dediğine göre; Ali’ye eziyet ettiler. Sürükleyerek Mescidü’l-Haram’a götürdüler ve bir süre tuttuktan sonra da serbest bıraktılar.
Medine yönünde Peygamber’i izlemeğe koyuldular. O sırada Peygamber “Sur” mağarasında saklanıyordu.(21) Kuran-ı Kerim Ali’nin (a.s) bu büyük fedakârlığına ölümsüzlük bahşederek onu şu ayet-i şerife ile Allah yolunda canlarını feda edenlerden birisi olarak tanıtmıştır:
“İnsanların öylesi de var ki (Ali gibi Hicret gecesi, Peygamber’in yatağında yatmak suretiyle) Allah rızasına nail olmak için adeta kendisini satar, Allah rızasını alır. Allah kullarını pek esirger.”(22)
Müfessirler, bu ayetin İmam Ali’nin (a.s) bu büyük fedakârlığı hakkında Mebiyt (gecesi) nazil olduğunu söylerler.(23)
İmam Hazretlerinin kendisi de ikinci halifeden sonra, kurulan altı kişilik Şura da, Şura üyelerine karşı bu üstün faziletini öne sürerek şöyle buyuruyor:
“Sizi Allah’a yemin veriyorum söyleyin; Peygamber’in “Sur” mağarasına yöneldiği o tehlikeli gecede vücudunu belaya siper ederek (efendimizin) yatağında yatan benden başkası mıydı?”
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Selman-ı Farisi
Selman-ı Farisi
Selman-ı Farisi Kimdir
Selman-ı Farisi’yle ilgili bu rivayeti daha önce defalarca dinlemiştim.
Rivayette bir Hoca ve bir de öğrencisi şeklinde başlanıyordu. Bu anlatım tarzıyla da rivayet iki bölümlü ve iki karakter ortaya koyuyordu. Bundan dolayı ben bu rivayetin birinci bölümünün kahramanlarının Şemsi Tebriz’i ve Mevlana olduğu ve onların arasında geçtiği olaylara yorumlamıştım. Dolayısı ile ikinci bölümde adı geçen Selman-ı Farisi ile Şemsi Tebriz’inin ayni kişiler olabileceği üzerine durmuştum. Bir başka Alevi sitesinde “Selman-ı Farisi ve Şems-ı Tebriz’i” başlığı altında anlatmaya çalıştığım şekliyle, yorumumu ifade etmiştim.
Daha önce de bu rivayeti dinlediğim kişi Dedelik yapmayan Baba Mansurlu 80 yaş civarında, Alevilik Erkânı konusunda derin bilgilere sahip olan Alevi Piridir. Bu kez bu rivayeti özel olarak kendisinden dinlemek istedim.
Ve kendisine Selman-ı Farisi kimdir? Diye sordum ve rivayetin doğrusu anlaşılmış oldu.
Selman-ı Farisi kimdir sorusu üzerine; Selman-ı Farisi bir Hükümdarın oğludur.
Hükümdarın kim olduğu konusunda rivayette herhangi bir isim geçmemektedir.
Özet olarak rivayete göre; bir Hükümdar varmış. Hükümdar, oğlu Selman’ı herkesten sakınır. Sakındığı oğlu Selman’ı bir odaya kapatır ve odanın bütün açık pencerelerini örter, kendisine bir de hoca tutar. Selman’ın eğitimi ve öğretimiyle ilgilenen hocanın dışında odaya başkası alınmaz. Kapalı odadaki Selman’a yemek getirilmesinin ve hocasının odasına girip çıkmasının dışında başka kimselerin girmesini ve Selman’ın dışarı çıkmasına izin verilmez.
Ve Selman’ın bu hapis hayatı epeyce devam eder. Günün birinde Selman’a yemek gelir, Selman yemeği yerken mevcut yaşantısına da kahır eder durur. Yemeğinde olan et parçasının kemiğini fırlatır atar. Kemiğin değdiği yerden bir delik açılır. Ve o delikten içeri Güneş ışığı sızar. Ansızın içeriye sızan Güneş ışığı karşısında Selman paniğe kapılır. Selman yerinde fırlar içeriye sızan ışıkla boğuşmaya başlar. Bu boğuşma epeyce uzun sürer. Ve Selman’ın boğuşmaktan mecali kalmaz baygın düşer.
Bu arada Hükümdar ne hikmetse oğlu Selman ve Hocasının idam fermanını yayınlar. Bu olayı duyan Hoca alelacele Selman’ın odasına girer. Hoca, Selman’ın yerde upuzun yatmakta olduğunu görür. Hoca, Selman’ı silkeler uyandırır. Kendisine neler olduğunu sorar.
Selman, yemek yedikten sonra sinirli halde elimdeki kemiği fırlatıp atım, o sırada içeriye şu ışık girdi, ışıkla boğuşmaktan baygın düşmüşüm der.
Hoca, çabuk kalk burayı terk etmemiz lazım, artık burada kalamayız, burada kalırsak bizi öldürürler. Ve alelacele odayı terk ederler. Selman ve Hocası birbiriyle vedalaşır. Hocanın akıbeti hakkında rivayette geçen başak bir şey yoktur.
Fakat Selman bulunduğu yerden ayrıldıktan sonra Harrana gelir. Su ihtiyacını gidermek için arayıp da bulduğu suyun önünde duraklar ve elini yüzünü yıkarken ansızın bir ejderha çıkar karşısına. Ejderhadan kurtulmanın yolunu ararken ya Ali imdadıma yetiş beni bu ejderhadan kurtar der. O anda bir atlı çıkıveriyor kılıcını ejderhanın ağzına dayıyor ve ejderhayı ikiye ayırıyor.
Selman-ı Farisi, darda imdadına yetişen kurtarıcı atlıya yerden bir demet nergis toplayıp verir. Ve kurtarıcı atlı gözden kaybolup gider. Ve Selman-ı Farisi yoluna rahat bir şekilde devam ediyor.
Bu olaylar olup biterken daha Muhammed ve Ali dünyaya gelmemişler.
Muhammed dünyaya geldiğinde bakıcılığını Selman-ı Farisi üstlenmiş, daha sonra Ali dünyaya geldiğinde Ali’nin bakıcılığını üstleniyor. Selman-ı Farisi, Ali’nin bakıcılığı sırasında, Selman ve Ali arasında şöyle bir olay yaşanır.
Yine ayni rivayete göre, Hz. Ali yedi yaşında bir çocukken bakıcısı Selman-ı Farisi'dir. Yetmiş iki yaşında olan Selman-ı Farisi hurma ağacının gölgesinde oturuyor. Yedi yaşındaki Hz. Ali hurma ağacına çıkıyor. Hurma ağacında hurma koparıp yerken çekirdeğini Selman-ı Farisi’nin başına atıyor. Selman-ı Farisi, ya Ali sen utanmıyormusun hurmayı yiyip çekirdeğini bu piri faninin başına atıyorsun der.
Hz. Ali, senmi büyüksün yoksa benmi der.
Selman-ı Farisi, ya Ali sen yedi yaşında bir çocuksun, ben ise piri fani biriyim.
Hz. Ali, o zaman gidip Hz. Muhammed'e soralım der ve Hz. Muhammed'in huzuruna çıkarlar.
Selman-ı Farisi, ya Muhammed Hz. Ali hurma ağacında hurma yiyip çekirdeğini bana atıyor ve benden büyük olduğunu söylüyor. Ne dersiniz.
Hz. Ali, Hz. Muhammed’e fırsat vermeden, ya Selman sen diyarı Rum’a gitmiştin, giderken Harranda nelerle karşılaştın bize anlat bakalım der.
Selman-ı Farisi, Harranda önüme bir ejderha çıktı.
Hz. Ali, sen ne yaptın der.
Selman-ı Farisi, Ya Ali imdadıma yetiş dedim, o anda çok heybetli bir atlı çıka geldi kılıcını uzattı ejderhanın ağzından ikiye böldü.
Hz. Ali, Selman-ı Farisi'ye, seni kurtarana nasıl bir karşılık verdin der.
Selman-ı Farisi, ben de bir demet nergis toplayıp kendisine verdim ve atlı gözden kayboldu der.
Ve o anda Hz. Ali cebinde nergisleri çıkarıyor, al verdiğin nergisleri deyip, Selman-ı Farisi’ye uzatıyor.
Ve Selman-ı Farisi, ya Ali senin sırrına aklımız ermez der. Ve kusur işlediğinden dolayı, Hz. Ali den bağışlanmasını diler.
Bu rivayeti dikkate aldığımızda Selman-ı Farisi Muhammed döneminde yaşamadığıdır. Ayni zamanda Hocası Mani olduğu anlaşılmaktadır. Ozanlarımızın deyişlerinde de çok rahat bir şekilde görülmektedir.
Kul Himmet, “Selman gibi eski dini terk ettim” diyor. Selman’ın terk ettiği eski din büyük olasılıkla Zerdüşt dinidir. Anlaşılan Selman-ı Farisi eski dinini terk etmesi kendisine pahalıya mal olmuş ve ayni zamanda katıldığı yeni din de büyük olasılıkla Maniciliktir kendisinin adını ölümsüzleştirdiğinden mükâfatını almıştır.
Şah Hatai bu rivayette geçen olayı şu şekilde bildirmektedir.
Şah Hatayi'm müşkülümü kandıran
Bir bakışla devi yere bandıran
Üçyüz yıldan sonra nişan bildiren
Selman'a nergisi sunandan meded
Şah Hatai bu dörtlüğünde adeta bu rivayetin özetini çıkarmış gibidir. Bu rivayette olsun veya Alevi ozanlarının deyişlerinde olsun bizlere aktardıkları, Selman-ı Farisi’nin Muhammed döneminden önce yaşadığıdır.
Ama olay anlatılırken Muhammed ve Ali ismi etrafında kişileştirilmiştir. Aslında kast edilen Selman-ı Farisi’nin kendisi değil, kast edilen Selman-ı Farisi’nin geliştirdiği siyaset aracılığıyla Muhammed, Ali dönemine aktarılan öğretidir.
Rivayet ve deyişlerin ışığında Selman-ı Farisi ile Manici Salmaios bir ve ayni kişidirler.
h-alibaba
Selman-ı Farisi’yle ilgili bu rivayeti daha önce defalarca dinlemiştim.
Rivayette bir Hoca ve bir de öğrencisi şeklinde başlanıyordu. Bu anlatım tarzıyla da rivayet iki bölümlü ve iki karakter ortaya koyuyordu. Bundan dolayı ben bu rivayetin birinci bölümünün kahramanlarının Şemsi Tebriz’i ve Mevlana olduğu ve onların arasında geçtiği olaylara yorumlamıştım. Dolayısı ile ikinci bölümde adı geçen Selman-ı Farisi ile Şemsi Tebriz’inin ayni kişiler olabileceği üzerine durmuştum. Bir başka Alevi sitesinde “Selman-ı Farisi ve Şems-ı Tebriz’i” başlığı altında anlatmaya çalıştığım şekliyle, yorumumu ifade etmiştim.
Ve kendisine Selman-ı Farisi kimdir? Diye sordum ve rivayetin doğrusu anlaşılmış oldu.
Hükümdarın kim olduğu konusunda rivayette herhangi bir isim geçmemektedir.
Ve Selman’ın bu hapis hayatı epeyce devam eder. Günün birinde Selman’a yemek gelir, Selman yemeği yerken mevcut yaşantısına da kahır eder durur. Yemeğinde olan et parçasının kemiğini fırlatır atar. Kemiğin değdiği yerden bir delik açılır. Ve o delikten içeri Güneş ışığı sızar. Ansızın içeriye sızan Güneş ışığı karşısında Selman paniğe kapılır. Selman yerinde fırlar içeriye sızan ışıkla boğuşmaya başlar. Bu boğuşma epeyce uzun sürer. Ve Selman’ın boğuşmaktan mecali kalmaz baygın düşer.
Selman, yemek yedikten sonra sinirli halde elimdeki kemiği fırlatıp atım, o sırada içeriye şu ışık girdi, ışıkla boğuşmaktan baygın düşmüşüm der.
Hoca, çabuk kalk burayı terk etmemiz lazım, artık burada kalamayız, burada kalırsak bizi öldürürler. Ve alelacele odayı terk ederler. Selman ve Hocası birbiriyle vedalaşır. Hocanın akıbeti hakkında rivayette geçen başak bir şey yoktur.
Muhammed dünyaya geldiğinde bakıcılığını Selman-ı Farisi üstlenmiş, daha sonra Ali dünyaya geldiğinde Ali’nin bakıcılığını üstleniyor. Selman-ı Farisi, Ali’nin bakıcılığı sırasında, Selman ve Ali arasında şöyle bir olay yaşanır.
Hz. Ali, senmi büyüksün yoksa benmi der.
Selman-ı Farisi, ya Ali sen yedi yaşında bir çocuksun, ben ise piri fani biriyim.
Hz. Ali, o zaman gidip Hz. Muhammed'e soralım der ve Hz. Muhammed'in huzuruna çıkarlar.
Selman-ı Farisi, ya Muhammed Hz. Ali hurma ağacında hurma yiyip çekirdeğini bana atıyor ve benden büyük olduğunu söylüyor. Ne dersiniz.
Hz. Ali, Hz. Muhammed’e fırsat vermeden, ya Selman sen diyarı Rum’a gitmiştin, giderken Harranda nelerle karşılaştın bize anlat bakalım der.
Selman-ı Farisi, Harranda önüme bir ejderha çıktı.
Hz. Ali, sen ne yaptın der.
Selman-ı Farisi, Ya Ali imdadıma yetiş dedim, o anda çok heybetli bir atlı çıka geldi kılıcını uzattı ejderhanın ağzından ikiye böldü.
Hz. Ali, Selman-ı Farisi'ye, seni kurtarana nasıl bir karşılık verdin der.
Selman-ı Farisi, ben de bir demet nergis toplayıp kendisine verdim ve atlı gözden kayboldu der.
Ve o anda Hz. Ali cebinde nergisleri çıkarıyor, al verdiğin nergisleri deyip, Selman-ı Farisi’ye uzatıyor.
Ve Selman-ı Farisi, ya Ali senin sırrına aklımız ermez der. Ve kusur işlediğinden dolayı, Hz. Ali den bağışlanmasını diler.
Bu rivayeti dikkate aldığımızda Selman-ı Farisi Muhammed döneminde yaşamadığıdır. Ayni zamanda Hocası Mani olduğu anlaşılmaktadır. Ozanlarımızın deyişlerinde de çok rahat bir şekilde görülmektedir.
Kul Himmet, “Selman gibi eski dini terk ettim” diyor. Selman’ın terk ettiği eski din büyük olasılıkla Zerdüşt dinidir. Anlaşılan Selman-ı Farisi eski dinini terk etmesi kendisine pahalıya mal olmuş ve ayni zamanda katıldığı yeni din de büyük olasılıkla Maniciliktir kendisinin adını ölümsüzleştirdiğinden mükâfatını almıştır.
Bir bakışla devi yere bandıran
Üçyüz yıldan sonra nişan bildiren
Selman'a nergisi sunandan meded
Ama olay anlatılırken Muhammed ve Ali ismi etrafında kişileştirilmiştir. Aslında kast edilen Selman-ı Farisi’nin kendisi değil, kast edilen Selman-ı Farisi’nin geliştirdiği siyaset aracılığıyla Muhammed, Ali dönemine aktarılan öğretidir.
Rivayet ve deyişlerin ışığında Selman-ı Farisi ile Manici Salmaios bir ve ayni kişidirler.
h-alibaba
Labels:
Selman-ı Farisi
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Mirza Mazhar Can-ı Canan Hz.
Mirza Mazhar Can-ı Canan Hz.
Canlar Canı-Sevgililer Sevgilisi
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri Hz. Ali Efendimiz’in (r.a) torunlarındandır. Pâk nesli, Kerbelâ’da şehid edilen Hz. Hüseyin Efendimiz’in (r.a) kardeşi Muhammed b. Hanefiyye hazretlerine dayanır.
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri Hz. Ali Efendimiz’in (r.a) torunlarındandır. Pâk nesli, Kerbelâ’da şehid edilen Hz. Hüseyin Efendimiz’in (r.a) kardeşi Muhammed b. Hanefiyye hazretlerine dayanır.
Hindistan’da soylu ailelerden gelenlere ve seyyidlere özel bir unvan verilirdi. Bu yüzden kendisine Hz. Ali’nin (r.a) neslinden geldiği için “Mirza” denildi.
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri insanlara huzur veren bir candı. İlham kaynağı bir sevgiliydi. Canlara can olan bir veliydi. Âlimlere, âbidlere, velîlere canlılık kazandıran bir candı. Bu yüzden kendisine “Cân-ı Cânân” (canlar canı, sevgililer sevgilisi) denildi. O, meşhur hadis ve fıkıh âlimi Şah Veliyyullah Dihlevî’nin dediği gibiydi:
“Bu dünyada Hz. Mazhar’ın bir benzeri daha yoktur.”
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri 1111 (1700)yılında doğdu. Henüz beş yaşlarında iken bile üzerinde görülen olağan üstü güzellikler bambaşkaydı. Allah sevgisi dillere destandı. İlâhî aşk onda doğuştandı. O seçilmişti.
Dokuz yaşlarında iken Hz. İbrahim aleyhisselâmın pek çok mânevî güzelliklerine şahit olmuştu. Yolda yürürken, “Ben, sıfatıyla Kur’an’da geçen ve ikinin ikincisi diye anılan Hz. Ebû Bekir Efendimiz’i (r.a), yolda yürürken daima önümde görüyorum” derdi. İmâm-ı Rabbânî hazretlerine âşıktı. O hep gözünün önündeydi.
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretlerinin sözlerin yetersiz kaldığı nice mânevî güzellikleri vardı. Bu yüzden olsa gerek babası, onun yetişmesine çok daha fazla özen gösterdi. Zâhirî ilimleri tamamladığında yaşı henüz on sekizdi.
İlâhî irade onu, mânevî âlemlere sevketti. Tatlı bir esintiydi bu. Rahmetti, lutuftu, şerefti. Bu ilâhî ikram Hz. Mazhar’ı, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) pâk neslinden gelen bir zatın nurlu ellerine ve gönüllerine bağladı: Seyyid Nur Muhammed Bedâûnî hazretleri…
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri nur-ı Muhammedî olan bir velînin dergâhında yetişti. Onun nurlu nazarları altında, daha önce kimsenin içmediği ağzı mühürlü kadehlerle bâtın ilminden içti. Onun irşadı ile kendinden geçti. İlâhî mertebelere kavuştu. Mânevî âlemleri seyretti ve ona “Habîbullah” denildi. Habîbullah “Allah sevgilisi” demekti.
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri mürşidi Seyyid Nur Muhammed Bedâûnî hazretlerinin terbiyesi altında Muhammedî nurlara kavuşunca, özünü buldu. Sözleri insanlara tesir eder oldu. Hayret makamlarından bilinmezlik âlemine daldı. Cehaletten hayret mertebelerine yükseldi. Asla durmadı ve dinlenmedi. Çünkü onu, Seyyid Nur Muhammed Bedâûnî hazretleri yanından hiç ayırmadı. Onu gözetti, sâfîleştirdi. Maddî ve mânevî nazarlarını onun üzerinde topladı.
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri bu yüzden, velîler meclisinden ayrı kalmadı. Varlıklar âleminde adeta parlayan bir güneş oldu. Zâhir ve bâtında yetenekleri çoktu. İnsanları irşad etmek ise artık onun göreviydi. Bir gün Seyyid Nur Muhammed Bedâûnî hazretleri etrafındakilere,
“Vefatımdan sonra Mirza Mazhar Cân-ı Cânân halifemdir” dedi. Böylece ona bir sıfat daha verildi. Şemseddin yani dinin güneşi… Artık onun tam adı şöyleydi: “Şemseddin Habîbullah Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri.” Zâhirde ve bâtında alması gereken sıfatları almıştı.
Mürşid-i Kâmillere Hayran
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri mürşidi Seyyid Nur Muhammed Bedâûnî hazretlerinin vefatından sonra iki yıl süreyle onun kabrinde tefekkür âlemine daldı. Ondan mânevî feyizler aldı. Ancak Allah sevgisi kendisinde coşkuluydu. O, kâmil velîlerden nurlar almaya doymuyor, can tazelemek istiyordu. Bu yüzden mürşidi hayatta iken onun, diğer kâmil velîlerle irtibat kurmasına izin vermişti.
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri, bundan sonra dört mürşid-i kâmilden daha mânevî terbiye gördü. Bu zatlar, silsilenin diğer kollarından gelen büyük halifelerdi. İsimleri şöyle:
1. Mevlânâ Şeyh Muhammed Efdal hazretleri…
Bu zat, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin oğlu Muhammed Ma‘sûm hazretlerinin oğlu ve halifesi Hüccetullah Muhammed Fârûkî hazretlerinin halifesiydi.
2. Mevlânâ Şeyh Hafız Sa‘dullah hazretleri…
Bu zat da, yine Muhammed Ma‘sûm hazretlerinin halifesi ve oğlu Şeyh Muhammed Sıddîk hazretlerinin halifesiydi.
3. Mevlânâ Şeyh Muhammed Âbid Senâmî hazretleri…
Bu zat ise, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin oğullarından ve babası tarafından Kâdirî şeyhi olarak tayin edilen Muhammed Saîd Fârûkî hazretlerinin oğlu Şeyh Abdülahad hazretlerinin oğlu ve halifesiydi. Bu yönüyle Hz. Mazhar, hem Nakşibendî hem de Kâdirî tarikatından icâzet almış oluyordu.
4. Mevlânâ Şeyh Muhammed Zübeyr hazretleri…
Bu zat, Muhammed Ma‘sûm hazretlerinin oğlu ve halifesi olan Hüccetullah Muhammed Fârûkî hazretlerinin torunu ve en tanınmış halifesiydi.
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri bütün bu zatlarla yirmi yıl birlikte oldu. Onlara hizmet etti. Nice mânevî sırlar buldu. Böylece kemâlâtını tamamladı. İnsanları irşad etmeye başladığı zaman âdeta bir irfan deniziydi. Dalga dalga coşmaya ve taşmaya başladı. Mürşidi Seyyid Nur Muhammed Bedâûnî hazretleri ona şöyle demişti:
“Seni müjdelerim. Yüce Allah katında kabul edildin.”
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri Mevlânâ Şeyh Muhammed Âbid Senâmî hazretlerinin huzurunda iken de iltifat görmüştü:
“Şimdiye kadar sana benzeyen bir müridim olmadı. Zira senin Allah sevgin sonsuz, Resûlullah Efendimiz’e (s.a.v) muhabbetin bambaşka. Bu tarikat, sayende çok yüce mertebelere ulaşacak. İnanıyorum ki sana ‘Şemseddin ve Habîbullah’ adını Allah Teâlâ verdi.”
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri şöyle anlatıyor:
“Bir defasında da huzuruna gittiğimde Mevlânâ Şeyh Hafız Sa‘dullah hazretleri, ‘Sende gördüğüm bu muhabbete, Allah ve Resûlü’ne olan bağlılığına hayranım’ demişti.”
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri böylece çeşitli şeyhlerden ve mürşidlerden aldığı icâzetlerle Nakşibendî, Kâdirî, Sühreverdî, Çiştî tarikatlarında de mürşid-i kâmil oldu. Şöyle dedi:
“Üç tarikatta velîliği (Kâdirî, Sühreverdî, Çiştî) ve bunların terbiye metotlarını, ilimlerini ve zikir usullerini Seyyid Nur Muhammed Bedâûnî hazretlerinden aldım.
O beni daha sonra Muhammedî velâyete yükseltti. O zaman daima Muhammed Mustafa Efendimiz’i (s.a.v) görmeye başladım. O her an karşımdaydı. Bulunduğum her yerde onu görüyordum.
Yedi hakikat denilen farklı terbiye usullerini de kendisine yedi yıllık hizmetim sırasında Mevlânâ Şeyh Muhammed Âbid Senâmî hazretlerinden aldım. Bundan sonra o, tam bir yıl içinde beni pek yüce mânevî güzelliklere kavuşturdu. Hemen hemen tasavvufî her mertebenin üstünlükleri bende görülmeye başladı.”
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri mürşidi Seyyid Nur Muhammed Bedâûnî hazretlerinden sonra, adı geçen dört mürşid-i kâmil de âhirete irtihal edince, sûfîlerin mânevî terbiyesini tamamen üstlendi. İrşad makamının kutbu oldu. Böylece Nakşibendî yolu ve bağlı olduğu bütün sâdât-ı kirâmın nurları, Hz. Mazhar’ın üzerinde açıkça görülmeye, bütün bölgelerden akın akın insanlar dergâhına gelmeye başladı. Kafilelerle gelen nice müridleri vardı. Her biri onu görünce kendinden geçiyordu.
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri yaklaşık otuz yıl mürşid-i kâmillik yaptı. Bu süre içinde ne dünyaya ne dünyalık insanlara yöneldi. Onun tercihi sadece Allah’a kul olabilme özelliği kazanabilmekti. Buna tasavvufta “fakirlik” deniliyordu. Onun dünyevî bir isteği yoktu. Ne kendisi için görkemli bir ev yaptırdı, ne de şatafatlı bir dergâhı vardı. Onun tek bir sermayesi vardı. Onu da şöyle dile getirdi:
“Bu yolda elde ettiğim bütün sermayem, sâdât-ı kirâmı çok sevmiş olmamdır.”
Sohbetlerinden Seçilenler
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri şöyle anlattı:
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri şöyle anlattı:
Tasavvuf yolunu tercih edebilmek, Allah sevgisinden kaynaklanır. Bu sevgiyi Allah Teâlâ, sadece ilâhî bir ikram olarak kullarına bağışlamıştır. Kaldı ki şartlarını yerine getirmek suretiyle Allah’ı zikretmek herkese farzdır.163
Kalp gözü ancak Allah’ı zikretmekle açılır. Zikir esnasında bir mânevî dalgınlık (istiğrak) olursa dikkatli olmak gerekir. Bu hal geçince zikre daha istekli bir şekilde devam etmelidir. Zikirden fayda görebilmek için, zikri bırakmamak gerekir. Çünkü asıl gaye fayda görmektir.
Tüm bu uğraşma ve nefsin zorlanması ahlâkın güzelleştirilmesi içindir. Buna “tehzib-i ahlâk makamı” denir. Bundan maksat, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v), “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim”164 hadisinin sırrına erişebilmek içindir.
Bu zamanda dini tam anlamıyla yaşamak, kolaylıklara yönelmemek (azimet) kolay değildir. Çünkü yapılacak işlerde İslâm’ın tavsiyeleri göz önünde tutulmuyor. Hal böyle olunca özellikle bid‘atlardan kaçınmak, İslâm dininin emirlerine uymak büyük bir ganimet oluyor.
Kerametlerinden Bazısı
Hz. Mazhar efendimiz yanında bir grup müridiyle yolculuğa çıkmıştı. Yanlarında binit ve yiyecek yoktu. Ama dinlendikleri her konaklama yerinde, Allah tarafından önlerinde hazırlanmış yiyecek buluyorlardı.
Hz. Mazhar efendimiz yanında bir grup müridiyle yolculuğa çıkmıştı. Yanlarında binit ve yiyecek yoktu. Ama dinlendikleri her konaklama yerinde, Allah tarafından önlerinde hazırlanmış yiyecek buluyorlardı.
Bir gün çok şiddetli yağmur yağmaya başladı. Neredeyse fırtına ağaçları devirecekti. Seller yolları kapattı. Hz. Mazhar efendimiz ve müridleri yolda kaldılar. Hz. Mazhar, ellerini kaldırdı ve şöyle dua etti:
“Ey Allahım! Yağmur bize zahmet değil rahmet olsun, âfet olmasın?”
Kısa sürede yağmur dindi. Onlar da yollarına devam ettiler.
Şehadet
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri âhiret yurduna göç etmesine çok az bir zaman kala, vefat edeceği kendisine mâlûm olmuştu. Son günlerinde ilâhî aşkta sonsuzluğa dalmıştı. Her an yüce Allah’ı müşahede ediyordu.
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri âhiret yurduna göç etmesine çok az bir zaman kala, vefat edeceği kendisine mâlûm olmuştu. Son günlerinde ilâhî aşkta sonsuzluğa dalmıştı. Her an yüce Allah’ı müşahede ediyordu.
Her zamankinden daha fazla ibadetlere düşkün oldu. Dergâhına gelenlerin sayısı giderek artıyordu. Her namaz vakti elini tutup biat edenlerin sayısı yüzlerce idi. Gelenler görüşebilmek için sıraya geçerlerdi.
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri ihtimal en yüce dosta gitme vaktinin yaklaştığını hissetmişti ve şöyle diyordu:
“Artık gönlümde olmasını ümit ettiğim iş kalmadı. Yüce Allah tarafından bana verilen nimetlere fazlasıyla kavuştum. Allah Teâlâ, bana müslüman olma şerefi verdi. İlim nasip etti. Hayırlı işler yapma fırsatı verdi. Tasavvuf yolunda sâdât-ı kirâma hizmet etmek için mürşidlik, tasarruf, keramet, keşif ihsan etti. İlâhî mertebelere ulaşabilmek için ancak tek bir şey kaldı. O da, Allah yolunda şehid olabilmek.
Sâdât-ı kirâmın pek çoğu bâtınî şehidliğe ulaşmışlardır. Mânevî âlemde kendilerini feda etmişlerdir. Bu ise çok yüce bir mertebedir. Bana gelince, ben âciz bir kulum. Allah uğrunda cihad etmeye gücüm yetmez. Bu, benim için oldukça güç.
Halbuki ölüm, yüce Allah’ın huzuruna çıkmaktır.
Halbuki ölüm, Muhammed Mustafa Efendimiz’e (s.a.v) kavuşmaktır.
Halbuki ölüm, bütün kâmil velîlere ulaşmaktır.
Halbuki ölüm, bütün sâdât-ı kirâm ile buluşmaktır.
İşte şimdi ben, bu büyük zatları çok özlüyorum. Hz. Muhammed Mustafa Efendimiz’in (s.a.v) ve İbrahim Halîlullah Efendimiz’in (s.a) yanına gitmek istiyorum.
İşte şimdi ben, Hz. Ebû Bekir-i Sıddîk Efendimiz’i (r.a) görmek istiyorum. İmam Hüseyin Efendimiz’i (r.a) görmek istiyorum.
Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerini, Şah-ı Nakşibend efendimizi, İmâm-ı Rabbânî hazretlerini görmek istiyorum.
Artık ben, onların hepsine kavuşmak istiyorum.”
Tarih 7 Muharrem 1195 (3 Ocak 1781) ve günlerden Çarşamba idi. Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretlerinin evinin kapısı çalındı. Üç Mecûsî kapıda belirdi. İzin istediler, verildi ve içeri girdiler. Hz. Mazhar gelenleri tanımıyordu. Bu yüzden gelenlere hürmet etmek için yatağından doğruldu. Gelenlerden biri elindeki hançeri kaldırdı. Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretlerinin kalbine sapladı. Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri o zaman seksen dört yaşlarındaydı. Gelenler ilerlemiş yaşını düşünerek şöyle dediler:
“Daha fazlasına dayanamaz ölür.”
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri aldığı darbenin de tesiri ile yere düştü. Ağır yaralanmıştı. Şehrin hâkimi hemen doktor gönderdi ve,
“Bu cinayeti işleyen zanlı veya zanlılar şu an bilinmiyor, ama bulunduğu anda kısas yapılacaktır” dedi.
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri şu cevabı gönderdi:
“Eğer bu işi yapanlar bilinir ve bulunursa ben, onlara hakkımı helâl ediyorum. Siz de onları affedin. Allah bu yaradan kurtulmamı murad etmişse elbette şifasını verecektir.”
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri bu olaydan sonra üç gün daha yaşadı. Muharremin onuncu günü Cuma günü akşamı âhirete irtihal etti. Tıpkı neslinden geldiği Hz. Hüseyin Efendimiz (r.a) gibi bir aşure günü… 10 Muharrem 1195 (3 Ocak 1781).
Allah’ın rahmeti üzerine olsun.
Allah Teâlâ bizleri şefaatlerine kavuştursun.
Geride Bıraktıkları
Velîlerden biri rüyasında Kur’ân-ı Kerîm’in yarısının yok olmuş olduğunu ve İslâmî hareketin duraksadığını gördü. Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretlerinin halifesi Şah Veliyyullah hazretleri bu rüyayı şu sözleriyle yorumladı:
“Bu rüya bana anlatılınca, Hz. Mazhar’ın, ‘Bizden sonra bu tarikatın yüksek makamlarına çıkışı duracaktır. Tasavvufa girenler ne kadar yükselirlerse yükselsinler, hal ehli olarak yüksek mertebelere ulaşamazlar’ sözlerini hatırladım. Hz. Mazhar’ın vefatından on altı yıl sonraydı. Halifelerinin müridlerini gördüm. Uzak beldelerde olup da bu yola girenlerin mânevî yaşantılarından sorular sordum. Onlar, şekil olarak bile velîliğe ulaşabilmeyi bir ganimet biliyorlardı.”165
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri ardında nice kâmil velîler bırakarak Hakk’a yürüdü. Onun nurlu elleri ve rahmet nazarları içinde pek çok insan Allah’a vâsıl oldu. Sohbetlerinden ilâhî feyizler aldı. Kalplerinde iman coştu. Hem de dalga dalga…
Geride binlerce kâmil derviş, onlarca mürşid-i kâmil bırakarak irşad nimetini tamamladı. Ama bu nurlu Muhammedî yol bitmedi, tükenmedi, yok olmadı. Bilakis arttı, çoğaldı, büyüdü ve gelişti.
Labels:
Mirza Mazhar Can-ı Canan Hz.
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
İMAM GAZALİ..İRAN
İMAM GAZALİ..İRAN
ORTADAKİ MEZAR İMAM GAZALİ YE AİTTİR
Büyük İslam alimi, mütefekkir, mutasavvıf, Şafi fakihi. İran’ın Horasan bölgesinde Tus (bugünkü Meşhed) şehrinde doğdu. Orada Ahmed b. Muhammed er-Razekani’den fıkıh okudu. Cürcan’da Ebu Nasr El-İsmaili’den ders aldı. Sonra Nişabur’a gitti ve meşhur Nizamiye medreselerinde Cüveyni’nin derslerine devam etti. Hocasından sonra Horasn ve Irak muhitinin fıkıh , usuli mantık, kemal, cedel ve hilafiyatta en büyük siması oldu. Nişabur’daki öğrenimi sırasında meşhur mutasavvıf Ebu Ali Farmedi hazretlerinden tasavuuf eğitimi aldı. Nizamülmülk ; Bağdat’daki Nizamiye medresesine Gazali’yi tayin etti (1091) Gazali orada büyük alaka gördü. Ancak fikri ve ruhi bir takım sebeplerle 1095 yılında eğitim ve öğretimi bırakarak tasavvufa sülük etti.
ORTADAKİ MEZAR İMAM GAZALİ YE AİTTİR
Büyük İslam alimi, mütefekkir, mutasavvıf, Şafi fakihi. İran’ın Horasan bölgesinde Tus (bugünkü Meşhed) şehrinde doğdu. Orada Ahmed b. Muhammed er-Razekani’den fıkıh okudu. Cürcan’da Ebu Nasr El-İsmaili’den ders aldı. Sonra Nişabur’a gitti ve meşhur Nizamiye medreselerinde Cüveyni’nin derslerine devam etti. Hocasından sonra Horasn ve Irak muhitinin fıkıh , usuli mantık, kemal, cedel ve hilafiyatta en büyük siması oldu. Nişabur’daki öğrenimi sırasında meşhur mutasavvıf Ebu Ali Farmedi hazretlerinden tasavuuf eğitimi aldı. Nizamülmülk ; Bağdat’daki Nizamiye medresesine Gazali’yi tayin etti (1091) Gazali orada büyük alaka gördü. Ancak fikri ve ruhi bir takım sebeplerle 1095 yılında eğitim ve öğretimi bırakarak tasavvufa sülük etti.
Labels:
İMAM GAZALİ..İRAN
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
SOFU İBRAHİM BABA
SOFU İBRAHİM BABA..SAMSUN
Halk arasında “Sofu İbrahim Baba” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığındantürbenin tarihi hakkında bilgi edinilememektedir.
Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe; dört tarafı dikdörtgen şeklinde doğal taşlarla çevrilmiştir. Türbenin içinde kabir ve ağaç bulunmaktadır.
Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Molla Abdullah Oğlu Sofu İbrahim Baba Türbesi hakkında çeşitli rivayetler anlatılmaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak,hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.
Halk arasında “Sofu İbrahim Baba” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığındantürbenin tarihi hakkında bilgi edinilememektedir.
Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe; dört tarafı dikdörtgen şeklinde doğal taşlarla çevrilmiştir. Türbenin içinde kabir ve ağaç bulunmaktadır.
Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Molla Abdullah Oğlu Sofu İbrahim Baba Türbesi hakkında çeşitli rivayetler anlatılmaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak,hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.
Labels:
SOFU İBRAHİM BABA..SAMSUN
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
SOFU BABA
SOFU BABA ..VAN
Van evliyâsından. İsmi MustafaEfendidir. Sofu Baba adıyla meşhûr oldu. Van eşrâfındanAbdullah Tüfekçibaşızâde'nin torunu olup babasının adı Abdurrahmân Efendidir. On dokuzuncu yüzyılın son yarısında Van'da yaşadı. Kabr-i şerîfi İpek Yolu üzerinde olup, ziyâret mahallidir. Kabri yanında kendi adıyla anılan Sofu Baba Câmii vardır.
Mustafa Efendi gençliğinde evliyânın büyüklerinden ve Peygamber efendimizin soyundan olan Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretlerini tanımakla şereflendi. Tanıması şöyle anlatılır:
Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretleri her sene Van'a gelir, Şâbâniye mahallesindeki câmide halka vâz eder, ilim ve edep öğretirdi. Vâzlarına devâm edenler arasında MustafaEfendi de vardı. Seyyid Fehîm hazretleri sıcak bir yaz günü dersine gelen talebeleri imtihan etmek maksadıyla; "Birisi olsa da Erek Dağından bir tabak kar getirse. Bir karlı su içseydik." buyurdu. MustafaEfendi sessizce bu işe tâlib oldu. Binbir zorlukla kısa zamanda dağa gidip kar getirdi. O zaman Seyyid Fehîm hazretleri ona ismini sordu ve duâ etti. O sırada Mustafa Efendi'de bâzı haller görüldü ve ağlamaya başladı. Gönlü her şeyden boşalıp muhabbetle doldu. Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretlerine candan âşık oldu. Sonra hocası Van'da kaldığı müddetçe yanından hiç ayrılmadı.
Sofu MustafaEfendi anlatır: Bir zaman Başkale'den Suvar Ağa ile birlikte Van'a koyun götürüyorduk. Dağda müthiş bir tipiye yakalandık. Dağ başında tipi fırtınası bir nevî ölüm demektir. O zaman endişe ile hocam Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretlerini hatırlayıp gözlerimi kapadım. Bir müddet o halde kaldım. Sonra gözlerimi açtım. Fırtınayı dinmiş gördüm. Daha sonra selâmetleVan'a geldik. Ben burada Seyyid Abdülhakîm-iArvâsî hazretlerine uğradım. Abdülhakîm Efendi beni görünce; "Çok mu korktunuz?" dedi. Ben sükût edince; "Nasıl olsa kurtulurdunuz. Hocasını hatırlayanın ve bağlılığı olanın endişesi yersizdir." buyurdu.
Sofu Baba'nın o târihte ışıklandırma için Arvas'a getirdiği yağ küpünün ve yakılan yağ ile isten kararmış duvarlarının hâlâ Arvas'taki medresede durduğu bildirilmektedir. Seyyid Fehîm hazretlerinin torunu rahmetli Tâhâ Arvas Efendiye, dergâhı ziyâret edenlerce; "Neden bu şekilde bırakıldığı?" sorulduğunda o, Sofu Baba'nın getirdiği küpü göstererek; "Eski mânevî havanın dağılmaması için o zamanki durum silinmesin diye badana yaptırmaya kıyamadık." demiştir.
Sofu Baba'nın sülâlesinden Fehîm isminde birçok zât vardır. Sofu Baba'nın oğlu Sıtkı Efendi onun oğlu Ağabey diye bilinen Abdurrahmân Efendi, onun oğlu Fehîm Efendi, Fehîm Efendinin oğlu ise mahkeme zâbit kâtipliği yapmış olan Necmeddîn Efendidir.
HİÇ DÖNÜP BAKILIR MI HIZIR'A
Seyyid Fehîm hazretlerinin Van'dan ayrılmasından sonra Mustafa Efendi onun hasret ateşiyle sararıp soldu. Kimseye bakmaz ve sokağa çıkmaz olmuştu. Bunun üzerine kendisine Sofu dediler. Sofu Mustafa Efendi bir kış günü annesine; "Anneciğim heybemi hazırlaArvas'a gideceğim." dedi. Annesi durumunu ve hocasına olan derin sevgisini bildiğinden; "Etme oğlum bu karda kışta evden dışarı çıkılmaz. Aç kurtlar seni yerler. Gitme. Bahar yaklaşıyor. Biraz bekle. O zaman gidersin." dedi. Lâkin onun kararlı olduğunu anlayınca, çâresiz heybesini hazırladı. Mustafa Efendi hediye olarak Arvas'ta büyük ihtiyaç olan bir küp kandil yağı da alarak yola koyuldu. Soğuk dondururken, kurtlar yiyecek ararken dağ dere demeyip gece gündüz yola devâm etti. Yol, yüz kilometre kadardı.
Sofu Mustafa Efendi yüksek bir dağ tepesindeyken karşısına biri çıktı ve; "Oğlum! Aç isen sıcak yemek vereyim. Nereye gidiyorsan ben götüreyim." dedi. Genç âşık onunla oturup konuşmadı. Yoluna devâm etti. O devamlı Seyyid Fehîm hazretlerini düşünüyor, onun aşkı damarlarındaki kanı ısıtıyor, kendini ona o kadar yakın hissediyor, karşısındaki hayâlini; "Çabuk gel, seni bekliyorum." der halde görüyordu. Geri dönmek aklının ucundan geçmiyordu. Nihâyet bir akşam vakti Arvas Câmiinde ezân okundu. Seyyid Fehîm hazretleri mihrâba geçmeyip biraz durdu. Halbuki böyle yapmazlar, ezan okununca mihrâba geçer, imâm olur, huzûr içinde namaza dururdu. Talebeleri ve cemâat; "Bunda bir hikmet vardır." düşüncesinde iken Seyyid hazretleri; "Bir yolcumuz geliyor. Kendisi farkında değil ama nerede ise donacak." buyurdu. Hakîkaten biraz sonra kapıdan içeri Sofu MustafaEfendi girdi. Buzdan kardan bir adam gibiydi. Seyyid Fehîm hazretlerinin emriyle papuçlarını ve paltosunu çıkardılar. Sobayı yaktılar. Genç âşık kendine gelince hocasının o mübârek ellerini muhabbet ve eşsiz aşkı ile öptü, öptü. Ağladı öptü. Karada ölümle savaşan, kendini suya atmak için çırpınan bir balığın suya kavuşması, deryâya dalması gibi rahatladı. Herkes bu hâle şaşa kaldı. O zaman Seyyid Fehîm hazretleri âşık gence; "Peki yolda karşına çıkıp, sana yardım etmek isteyeni tanıdın mı? O Hızır aleyhisselâmdı. Niçin yardımını istemedin?" buyurdu. Âşık genç; "Efendim! Tanıdım size selâmı var, ama o anda sizinle öyle bir huzurda idim, kendimi bütün varlığımla size öyle vermiştim ki, Hızır aleyhisselâmla konuşmakta bir fayda görmedim. Ben ona güvenerek değil, aşkınıza tutunarak geliyordum. Her adımda size biraz daha yaklaşıyor, karşımda sizi daha net görüyor, himmetinizi her zerremde hissediyordum. Beni bana bırakmıyordunuz." dedi. Sonra namaza durdular
Mustafa Efendi gençliğinde evliyânın büyüklerinden ve Peygamber efendimizin soyundan olan Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretlerini tanımakla şereflendi. Tanıması şöyle anlatılır:
Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretleri her sene Van'a gelir, Şâbâniye mahallesindeki câmide halka vâz eder, ilim ve edep öğretirdi. Vâzlarına devâm edenler arasında MustafaEfendi de vardı. Seyyid Fehîm hazretleri sıcak bir yaz günü dersine gelen talebeleri imtihan etmek maksadıyla; "Birisi olsa da Erek Dağından bir tabak kar getirse. Bir karlı su içseydik." buyurdu. MustafaEfendi sessizce bu işe tâlib oldu. Binbir zorlukla kısa zamanda dağa gidip kar getirdi. O zaman Seyyid Fehîm hazretleri ona ismini sordu ve duâ etti. O sırada Mustafa Efendi'de bâzı haller görüldü ve ağlamaya başladı. Gönlü her şeyden boşalıp muhabbetle doldu. Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretlerine candan âşık oldu. Sonra hocası Van'da kaldığı müddetçe yanından hiç ayrılmadı.
Sofu MustafaEfendi anlatır: Bir zaman Başkale'den Suvar Ağa ile birlikte Van'a koyun götürüyorduk. Dağda müthiş bir tipiye yakalandık. Dağ başında tipi fırtınası bir nevî ölüm demektir. O zaman endişe ile hocam Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretlerini hatırlayıp gözlerimi kapadım. Bir müddet o halde kaldım. Sonra gözlerimi açtım. Fırtınayı dinmiş gördüm. Daha sonra selâmetleVan'a geldik. Ben burada Seyyid Abdülhakîm-iArvâsî hazretlerine uğradım. Abdülhakîm Efendi beni görünce; "Çok mu korktunuz?" dedi. Ben sükût edince; "Nasıl olsa kurtulurdunuz. Hocasını hatırlayanın ve bağlılığı olanın endişesi yersizdir." buyurdu.
Sofu Baba'nın o târihte ışıklandırma için Arvas'a getirdiği yağ küpünün ve yakılan yağ ile isten kararmış duvarlarının hâlâ Arvas'taki medresede durduğu bildirilmektedir. Seyyid Fehîm hazretlerinin torunu rahmetli Tâhâ Arvas Efendiye, dergâhı ziyâret edenlerce; "Neden bu şekilde bırakıldığı?" sorulduğunda o, Sofu Baba'nın getirdiği küpü göstererek; "Eski mânevî havanın dağılmaması için o zamanki durum silinmesin diye badana yaptırmaya kıyamadık." demiştir.
Sofu Baba'nın sülâlesinden Fehîm isminde birçok zât vardır. Sofu Baba'nın oğlu Sıtkı Efendi onun oğlu Ağabey diye bilinen Abdurrahmân Efendi, onun oğlu Fehîm Efendi, Fehîm Efendinin oğlu ise mahkeme zâbit kâtipliği yapmış olan Necmeddîn Efendidir.
HİÇ DÖNÜP BAKILIR MI HIZIR'A
Seyyid Fehîm hazretlerinin Van'dan ayrılmasından sonra Mustafa Efendi onun hasret ateşiyle sararıp soldu. Kimseye bakmaz ve sokağa çıkmaz olmuştu. Bunun üzerine kendisine Sofu dediler. Sofu Mustafa Efendi bir kış günü annesine; "Anneciğim heybemi hazırlaArvas'a gideceğim." dedi. Annesi durumunu ve hocasına olan derin sevgisini bildiğinden; "Etme oğlum bu karda kışta evden dışarı çıkılmaz. Aç kurtlar seni yerler. Gitme. Bahar yaklaşıyor. Biraz bekle. O zaman gidersin." dedi. Lâkin onun kararlı olduğunu anlayınca, çâresiz heybesini hazırladı. Mustafa Efendi hediye olarak Arvas'ta büyük ihtiyaç olan bir küp kandil yağı da alarak yola koyuldu. Soğuk dondururken, kurtlar yiyecek ararken dağ dere demeyip gece gündüz yola devâm etti. Yol, yüz kilometre kadardı.
Sofu Mustafa Efendi yüksek bir dağ tepesindeyken karşısına biri çıktı ve; "Oğlum! Aç isen sıcak yemek vereyim. Nereye gidiyorsan ben götüreyim." dedi. Genç âşık onunla oturup konuşmadı. Yoluna devâm etti. O devamlı Seyyid Fehîm hazretlerini düşünüyor, onun aşkı damarlarındaki kanı ısıtıyor, kendini ona o kadar yakın hissediyor, karşısındaki hayâlini; "Çabuk gel, seni bekliyorum." der halde görüyordu. Geri dönmek aklının ucundan geçmiyordu. Nihâyet bir akşam vakti Arvas Câmiinde ezân okundu. Seyyid Fehîm hazretleri mihrâba geçmeyip biraz durdu. Halbuki böyle yapmazlar, ezan okununca mihrâba geçer, imâm olur, huzûr içinde namaza dururdu. Talebeleri ve cemâat; "Bunda bir hikmet vardır." düşüncesinde iken Seyyid hazretleri; "Bir yolcumuz geliyor. Kendisi farkında değil ama nerede ise donacak." buyurdu. Hakîkaten biraz sonra kapıdan içeri Sofu MustafaEfendi girdi. Buzdan kardan bir adam gibiydi. Seyyid Fehîm hazretlerinin emriyle papuçlarını ve paltosunu çıkardılar. Sobayı yaktılar. Genç âşık kendine gelince hocasının o mübârek ellerini muhabbet ve eşsiz aşkı ile öptü, öptü. Ağladı öptü. Karada ölümle savaşan, kendini suya atmak için çırpınan bir balığın suya kavuşması, deryâya dalması gibi rahatladı. Herkes bu hâle şaşa kaldı. O zaman Seyyid Fehîm hazretleri âşık gence; "Peki yolda karşına çıkıp, sana yardım etmek isteyeni tanıdın mı? O Hızır aleyhisselâmdı. Niçin yardımını istemedin?" buyurdu. Âşık genç; "Efendim! Tanıdım size selâmı var, ama o anda sizinle öyle bir huzurda idim, kendimi bütün varlığımla size öyle vermiştim ki, Hızır aleyhisselâmla konuşmakta bir fayda görmedim. Ben ona güvenerek değil, aşkınıza tutunarak geliyordum. Her adımda size biraz daha yaklaşıyor, karşımda sizi daha net görüyor, himmetinizi her zerremde hissediyordum. Beni bana bırakmıyordunuz." dedi. Sonra namaza durdular
Labels:
SOFU BABA ..VAN
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)