KARIŞIK

22 Şubat 2016 Pazartesi

Müslim Akîl Türbesi ...Kufe

Kerbela Şehidleri: Müslim b. Akîl


Müslim b. Akîl'in Kûfe'ye gidişi
Muhammed Mudebbir, tarihsiz
253x204 cm
İran Rıza Abbasî Müzesi

Müslim b. Akîl b. Ebi Tâlib b. Abdilmuttalib’in babası Hz. Ali’nin (as) büyük kardeşi Akîl, annesi Halile isminde Kureyş’in Nabat kabilesinin Ferahid boyundan bir cariyedir. 

İbn Ebi’l-Hadid, Müslim’in annesini Akîl’e Muâviye b. Ebu Süfyan’ın satın aldığına dair bir rivayet nakletmektedir. Buna göre Muâviye, Şam’da misafir ettiği Akîl’e bir ihtiyacı olup olmadığını sormuş, Akîl de kıymetli bir cariye satın almak istediğini söylemiştir. Rivayette o sırada Akîl’in görme yetisini kaybettiği geçmektedir. Muâviye, Akîl’in bu isteğini mizah konusu yapıp, âmâ haliyle kıymetli bir cariyeyi ne yapacağını sormuştur. Muâviye’ye sinirlenen Akîl, “Ondan sinirlendirdiğinde senin başını vuracak bir oğul doğurmasını isteyeceğim.” karşılığını vermiştir. Bu rivayette, Muâviye’nin Akîl’e Müslim’in annesi olacak cariyeyi satın aldığı geçmektedir.

İbn Ebi’l-Hadid, Müslim b. Akîl ile ilgili de bir rivayet nakleder. Buna göre Müslim on sekiz yaşındayken Medine’deki kıymetli arazisini Muâviye b. Ebi Süfyan’a satmış; ancak sonradan durumdan haberdar olan İmam Hüseyin’in (as) araya girmesiyle satış muamelesi feshedilmiştir. İbn Ebi’l-Hadid, Müslim’in kendisinden verdiği parayı geri isteyen Muâviye’yi tehdit ettiğini nakletmektedir. Bu tehdit üzerine Muâviye Müslim’e babasının yukarıda naklettiğimiz sözünü hatırlatmıştır. Muâviye araziyi İmam Hüseyin’e geri vermiş, ödediği parayı da Müslim’e hediye etmiştir.

İbn Hibban es-Sikat’ında,  Abdülmuttalib soyu içinde Hz. Peygamber’e en çok Müslim’in benzediğini yazmaktadır. İbn A’sem ise, Müslim b. Akîl’in Sıffin Savaşı’nda Hz. Ali’nin ordusunun sağ cephesinde mücadeleye katıldığını rivayet etmektedir.

Müslim b. Akîl, Hz. Ali’nin kızı Rukayye ile evlenmiş, bu evlilikten Abdullah ve Ali adında iki oğlu olmuştur. Rukayye’nin vefatından sonra Hz. Ali’nin diğer kızı Küçük Ümmü Külsüm ile evlenen Müslim’in bu evlilikten de Humeyr adında bir kızı olmuştur. Müslim’in diğer evliliklerinden de çocukları olduğu rivayet edilmiştir. Buna göre Müslim, beş erkek, bir kız çocuğu babasıydı. İki oğlu İmam Hüseyin’in (as) yanında Kerbela’da, iki oğlu Kerbela Olayı’ndan sonra Haris tarafından şehid edilmiştir; beşinci oğlu hakkında bilgi bulunmamaktadır.

*
Muâviye b. Ebu Süfyan’ın daha sağlığında veliaht tayin ettiği oğlu Yezid, babası 60/680 yılında ölünce halife oldu. Yezid evvelemirde halkın kendisine biat etmesinin sağlanmasını istedi. İmam Hüseyin, Yezid’in biat talebine menfi cevap verenlerin başında geliyordu. Bunun üzerine Yezid, Medine valisine haber göndererek İmam Hüseyin’den biat almasını emretti. Validen süre isteyip Medine’den Mekke’ye giden İmam Hüseyin, burada bulunduğu sırada, başta Kûfe’nin ileri gelenleri olan Süleyman b. Sured, Müseyyeb b. Nacibe, Rufaa b. Şeddad ve Habib b. Muzahir olmak üzere, Kûfe’deki taraftarlarından oraya gidip başlarına geçmesini isteyen mektuplar aldı. Adı geçenlerin imzaladığı ilk mektubu Abdullah b. Misma ve Abdullah b. Val Mekke’de İmam Hüseyin’e ulaştırmıştır. Bu mektubun gönderilmesinden yaklaşık iki gün sonra İmam Hüseyin’e bu kez, Kays b. Musahhar (veya Müshir) Saydavî, Abdurrahman b. Abdullah Kedin, Umare b. Ubeyd Selulî’nin imzalarını taşıyan bir başka mektup gönderildi. Üçüncü mektupta ise Hani b. Hani Sebiî ve Said b. Abdullah’ın imzaları vardı. Seyyid İbn Tavus’un bildirdiğine göre İmam Hüseyin’e gönderilen mektupların sayısı on iki binin üzerindedir. Mektupların sayısı çoğalınca İmam Hüseyin, ihtiyata riayet ederek, kimsenin adını anmadan, Kûfelilere hitaben bir cevap mektubu yazdı.

İmam Hüseyin, Rükn ile Makam arasında veya Mescid-i Nebevî’de iki rekât namaz kıldıktan sonra, cevap mektubunu, durumu araştırması ve hareketi organize etmesi için amca oğlu Müslim ile Kûfe’ye gönderdi (15 Ramazan 60/19 Haziran 680). Önce Medine’ye giden Müslim yakınlarıyla görüştükten sonra, Kays kabilesinden yolu bilen iki kişiyi de yanına alarak, bir grupla beraber yola çıktı. Kafile, Medine-Kûfe güzergâhında yolunu kaybetti ve bu esnada iki rehber susuzluktan can verdi. Müslim güçbelâ yola devam edip Batnü’l-Hubeyt yakınlarındaki Madik denilen mevkie ulaştı ve orada susuzluğunu giderdi. Müslim bu mevkide bir mektup yazıp İmam Hüseyin’i başına gelenlerden haberdar etti ve ondan kendisini bu görevden almasını istedi. Müslim’in bu mektubu Kays b. Musahhar ile gönderdiği rivayet edilmiştir. İmam Hüseyin cevap mektubunda Müslim’den görevini tamamlamasını istedi. Sıkıntılı geçen bir yolculuğun ardından Müslim, 5 Şevval 60/9 Temmuz 680 tarihinde Kûfe’ye ulaştı.

Müslim b. Akîl, Kûfe’ye girince hemen Muhtar b. Ebi Ubeyd Sekafî’nin evine gitti. Muhtar, Şiî olmakla birlikte, Kûfe Valisi Numan b. Beşir’in damadıydı. Dolayısıyla vali onu bu evde aramayacaktı; fakat vali zamanla şehirdeki hareketlenmeden şüphelendi ve durumdan haberdar oldu. Müslim, Muhtar’ın evine yerleşince Kûfe Şiîleri onun evinde toplanmaya başladı. Müslim İmam Hüseyin’in cevap mektubunu topluluğa okudu. Abis b. Ebu Şebib Şakirî ayağa kalkarak, Şiîleri Yezid b. Muaviye’ye karşı mücadeleye çağıran bir konuşma yaptı. Ardından Habib b. Muzahir ve Said b. Abdullah da benzer konuşmalar yaptılar ve topluluk Müslim’e biat etti. Şeyh Müfid ve Seyyid İbn Tavus, İmam Hüseyin adına Müslim’e biat edenlerin sayısının on sekiz bini bulduğunu nakletmektedir. Müslim, davetiyle, Muâviye’den sonra Irak’ta ve Emevî muhalifleri arasında ortaya çıkan boşluğu doldurmuştu. Zamanla insanlarla açıktan görüşmeye başladı.

Neticede Müslim, Kûfe’de geçirdiği bir ay beş veya yedi günün ardından, şehadetinden yirmi yedi gün önce, 12 Zilkade 60/14 Ağustos 680 tarihinde İmam Hüseyin’e bir mektup yazdı ve Kûfelilerin kendisini en kısa zamanda beklediğini bildirdi. Mektubu Abis b. Ebu Şebib Mekke’de İmam Hüseyin’e ulaştırdı. Bu esnada Müslim, silah teminiyle meşguldü ve silahlardan anlayan Ebu Semame Saidî’yi silah satın almakla görevlendirdi.

Öte tarafta Kûfe Valisi Numan b Beşir olan bitenden haberdar olmuştu. Minbere çıkıp bir konuşma yaptı ve insanlara fitne çıkarmamalarını tembihledi, fitnecilerle savaşmaktan çekinmeyeceğini ekledi. Valinin konuşmasını mevcut durumda yetersiz bulan ve onu savaşa kışkırtamayan Abdullah b. Müslim, Müslim b. Said Hazremî, ardından Umare b. Ukbe, Muhammed b. Eşas b. Kays ve Ömer b. Sad b. Ebu Vakkas, Yezid b. Muâviye’ye birer mektup yazıp durumu bildirdiler.

Yezid b. Muâviye mektupları alınca Numan b. Beşir’in Kûfe’yi çekip çeviremeyeceğini anladı ve babasının zeki azatlısı Sir Cevn ile meşveret edip Basra Valisi Ubeydullah b. Ziyad’ı Kûfe’ye vali atadı. Muâviye’nin azatlısına teslim ettiği, sonradan Yezid’in eline geçen vasiyetinde Irak’ta ortaya çıkması muhtemel isyanda Ubeydullah b. Ziyad’ı vali tayin ettiği rivayet edilmiştir. Fermanını Müslim b. Amr Bahilî ile İbn Ziyad’a gönderen Yezid, ona bir an önce Kûfe’ye gitmesini ve Müslim b. Akîl’i ya Kûfe dışına çıkarmasını ya da öldürmesini emretti.
 
 Müslim b. Akîl Türbesi
Kufe 
Ubeydullah b. Ziyad, Yezid’in mektubunu alır almaz kardeşi Osman b. Ziyad’ı yerine vekil atadı ve aralarında Amr b. Müslim, Şerik b. Aver Harisî, Abdullah b. Haris b. Nevfel’in de bulunduğu beş yüz Basralı ile birlikte Kûfe’ye hareket etti. İçten içe Ehl-i Beyt’e muhabbet besleyen ve Sıffin’de Hz. Ali’nin yanında savaşan Şerik b. Aver’in, İmam Hüseyin’in İbn Ziyad’dan önce Kûfe’ye varmasını umarak, yavaş hareket ettiği rivayet edilmiştir. Fakat İbn Ziyad kararlı davranmış, hızlı hareket edip onu geride bırakmıştır.

İbn Ziyad, Kûfe’nin girişinde havanın kararmasını bekledi. Akşamüstü, tanınmamak için başına siyah sarık sardı, Yemen elbisesi giyindi ve yüzünü bir bezle örttü. Amacı, Kûfelilerin İmam Hüseyin’in geldiği zannına kapılmalarını sağlamaktı. İbn Ziyad amacına ulaştı; Kûfeliler onun İmam Hüseyin olduğunu düşünerek karşılamaya çıktılar. İbn Ziyad bu şekilde Hükümet Konağına gitti. Şiîler İmam Hüseyin sanarak İbn Ziyad’ın etrafını sarınca, Amr b. Müslim gerçeği açıkladı. İbn Ziyad geceyi konakta geçirdikten sonra sabah erkenden halkın mescitte toplanmasını emretti ve orada bir konuşma yaparak halkı Yezid’e muhalet etmekten sakındırdı ve itaat etmeleri durumunda ödüllendirileceklerini vaat etti. Konuşmadan sonra Hükümet Konağına dönen İbn Ziyad görevlilerden Kûfe’deki yabancıların tespit edilmesini istedi.

Müslim b. Akîl, Ubeydullah b. Ziyad’ın Kûfe’ye geldiği öğrendikten sonra Muhtar’ın evinden ayrılıp Mezhic kabilesinin liderlerinden Hani b. Urve’nin evine sığındı ve orada Şiîlerle gizlice görüştü. Bu esnada İbn Ziyad, Kûfe’de tanınmayan azatlısı Makil’ı üç bin dinar karlığında casusluğa zorladı. Makil’a Suriye’den Müslim’in davetine katılmak amacıyla geldiğini söylemesini, biat ettikten sonra isyan hazırlıklarında kullanılmak üzere elindeki parayı ona vermesini emretti.

Bu sırada Ubeydullah b. Ziyad’la birlikte Basra’dan gelen, yolda yavaşlayarak İbn Ziyad’ın Kûfe’ye girişini geciktirmeye çalışan Ehl-i Beyt muhibbi Şerik b. Aver Kûfe’ye ulaştı ve Hani b. Urve’nin evine gitti. Şerik, Hani’nin evinde bulunduğu sürece ona Müslim’in emirlerini uygulamasını salık verdi. Şerik bir müddet sonra hastalandı. İbn Ziyad, hastalandığını öğrenince Şerik’i ziyaret etmek istedi ve adam gönderip akşam Hani’nin evine geleceğini bildirdi. Bunun üzerine Şerik, Müslim’den fırsattan istifade edip İbn Ziyad’ı öldürmesini istedi. Fakat Müslim Hani’nin rahatsız olacağını bildiği için İbn Ziyad’ı onun evinde öldürmek istemedi. Müslim, İbn Ziyad’ın ziyareti esnasında bir köşeye gizlendi ve yerinden çıkmadı. Şerik’in saklandığı yerden çıkıp İbn Ziyad’ı öldürmesi için, su isteme bahanesiyle, defalarca Müslim’e işaret verdiği rivayet edilmiştir. Üç gün sonra Şerik öldü. Sonradan Şerik’in Müslim’den kendisini öldürmesini istediğini öğrenen İbn Ziyad, “Babamın kabri Iraklılar kabristanında olmasaydı, kabristanı alt üst eder, Şerik’in cenazesini dışarı çıkarırdım.” demiştir.

Öte yanda casus Makil, Müslim b. Avsece’nin İmam Hüseyin için biat topladığını öğrenip ona yakınlaştı. Neticede Müslim b. Avsece’nin güvenini kazanan Makil, ondan Müslim’in saklandığı yeri öğrendi ve faaliyeti hakkında bilgi aldı.

Makil’dan aldığı bilgiler doğrultusunda Hani’yi konağa çağıran İbn Ziyad, ondan Müslim’i teslim etmesini istedi. Hani onu teslim etmeyeceğini söyledi. Bu sırada Hani’nin öldüğü haberi yayılmış, akrabaları da konağın etrafını sarmıştı. Bunun üzerine, İbn Ziyad’ın isteğiyle, Hani’yi gören Kadı Şüreyh dışarı çıkıp Hani’nin sağ olduğunu, bir soruşturma için sarayda tutulduğunu söyleyerek yakınlarının dağılmasını sağladı. Müslim Abdullah b. Hazım’ı konağa gönderip Hani’nin durumunu araştırdı. İbn Ziyad, Hani’yi tutuklamış, işkence etmişti.

Hani’nin öldürüldüğü haberi Müslim’e de ulaşmıştı. Bu haber üzerine Müslim, taraftarlarıyla birlikte İbn Ziyad’la savaşmaya karar verdi ve etrafında toplanan kalabalıkla birlikte mescide yürüdü. Bu sırada İbn Ziyad mescitte konuşma yapıyordu. Alelacele Hükümet Konağına sığındı ve kapıları kapattırdı. Konağın mescide açılan bir kapısı vardı. Bunun üzerine Müslim’in 300 kişilik ordusu konağın etrafını kuşattı. Fakat kuşatmada konağın Rumlular Kapısı denilen arka kapısı, rivayetlerin açıklamadığı bir nedenle, kontrol edilmedi ve Kûfe eşrafı bu kapıdan İbn Ziyad ile irtibat kurdu. Kûfe eşrafı İbn Ziyad’ın kışkırtmasıyla halkı Şam ordusunun geldiğini söyleyerek korkuttu. Öte taraftan kabile reisleri kendi mensuplarını Müslim’den uzaklaştırdı. İnsanlar “Başkaları bizim yerimizi doldurur.” diyerek birer ikişer Müslim’in yanından uzaklaştı. Birkaç saat sonra, akşam ezanı okunduğunda Müslim’in yanında sadece on veya otuz kişi kalmıştı. Namazı onlarla birlikte kıldı. Veya İbn Tavus’un rivayetine göre onlar da namazdan önce dağılıp gitti.

İbn Ziyad, Müslim b. Akîl’in yalnız kalmasından sonra halka bir konuşma yaptı: “Müslim b. Akîl, Müslümanlar arasında fitne çıkarmış, bölücülük yapmıştır. Bu yüzden onu evinde bulduğumuz kimsenin mahremiyetini tanımayacak, evine girip onu öldüreceğiz. Biatinizde ve itaatinizde sabitkadem olun!” Konuşmasından sonra İbn Ziyad konağa geçip Müslim’in peşine adam saldı ve bütün evlerin tek tek aranmasını emretti. Amr b. Hureys’in eline bir sancak verip onu halk birliklerinin komutanı yaptı. Bu sırada Müslim’in yerinin tespit edildiğini öğrenen Muhtar b. Ebu Ubeyd Sekafî Kûfe’nin Fil Kapısı’na ulaşmıştı. Muhtar’la karşılaşan Hani b. Ebu Hayya Amr b. Hureys’e Muhtar’ın geldiğini haber verdi. Amr b. Hureys’in kendisini himaye etmesi ve aman vermesi üzerine Muhtar sabaha kadar Amr’ın bayrağının altında oturdu.

Müslim b. Akîl sığınacak bir yer arıyordu. Bu sırada kendisine nereye gittiğini soran Said b. Ahnef’in sesini duydu. Said ona şehir kapılarının kapatıldığını, her yerde arandığını söyledi ve onu, Muhammed b. Kesir’in evine götürdü. Ancak bir süre sonra İbn Ziyad Müslim’in yerinden haberdar oldu ve evin etrafı kuşatıldı. Muhammed b. Kesir ile oğlu Hükümet Konağına götürülüp öldürüldü. Hızla Muhammed’in evinden kaçan Müslim yolda karşılaştığı Tava adlı kadından önce su istedi, sonra da ondan kendisini evine almasını talep etti. 8 Zilhicce 60/9 Eylül 680 tarihinde Tava Müslim’i evine aldı. Müslim burada gece geç saatlere kadar ibadet etti. Sabaha karşı uykuya dalan Müslim rüyasında amcası Hz. Ali’yi gördü. Hz. Ali ona, “Yarın bize katılacaksın!” diyordu.

9 Zilhicce 60/10 Eylül 680 sabahı, Tava’nın oğlu Bilal, Muhammed b. Eşas’ın oğlu Abdurrahman’a Müslim’in annesinin evinde olduğunu söyledi. Abdurrahman babasına haber verdi, babası da İbn Ziyad’a. İbn Ziyad, Muhammed b. Eşas’a, Ubeydullah b. Abbas’la birlikte yetmiş asker alıp Tava’nın evini kuşatmasını emretti. Müslim atların ayak seslerinden evin kuşatıldığını anladı ve kılıcına davranıp evden çıkmak istedi. Müslim’in kendi kendine “Müslim! Ölümden kaçma! Ondan kaçış yok!” dediği rivayet edilmiştir. Çarpışma başladı. Askerler Müslim’e karşı koyamıyordu. Bunun üzerine Muhammed b. Eşas Müslim’e aman vereceğini vaat etti. Müslim inanmadı, çarpışmaya devam etti.  Bir süre sonra yorgun düştü. Muhammed b. Eşas tekrar aman vaadinde bulundu. Beraberindekiler de aman vereceklerini vaat ettiler. Bunun üzerine Müslim dışarı çıktı, ardından konağa götürüldü.

Hükümet Konağının kapısına vardıklarında Müslim b. Akîl, konağa girmek isteyen bir toplulukla karşılaştı. Aralarında Umare b. Ukbe b. Ebi Muit, Amr b. Hureys, Müslim b. Amr ve Kesir b. Şehab’ın da vardı. Müslim susamıştı, su istedi. Müslim b. Amr, “Cehennemdeki hamim suyundan içene dek sana su yok!” dedi. Müslim ona kim olduğunu sorunca, kendisini imamına bağlı muti bir Müslüman olarak tanıttı. Sonra Amr b. Hureys, kölesi Süleyman’la Müslim’e bir testi su, bir de tas gönderdi. Suyu tasa koyup içmek istediğinde su kana bulandı. İkinci defa da aynı şey olunca Müslim, “Eğer bu benim rızkım olsaydı içmek nasip olurdu.” dedi ve su içmekten vazgeçti. Sonra konağa girdiler.

İbn Ziyad Müslim’i görünce, “İmamına karşı kıyam edip Müslümanların birliğini mi bozmak istiyorsun?” dedi. Müslim, Muâviye’nin ve oğlunun hilafetini tanımadığını, onların Peygamberin vasisinin hilafetini gasp ettiklerini söyledi. İbn Ziyad, Müslim’i halkın önünde karalamak için ona, “Sen Medine’de içki içiyordun,” dedi. Müslim kendinden emin cevap verdi: “Günahsız insanları öldürmek kendisi için önemsiz bir şey olan senin gibi birine içki içmek daha çok yaraşır!” Aralarında başka konuşmalar da geçti.

Bu esnada İmam Hüseyin’i düşünen Müslim, Kureyşli olan ve akrabası olduğunu iddia eden Ömer b. Sad’a vasiyette bulunmak istedi. Ömer b. Sad’a ilk vasiyeti, elçi gönderip İmam Hüseyin’in Kûfe’ye gelmesine engel olmasıydı. İkinci vasiyeti, cenazesinin kefenlendikten sonra defnedilmesi; üçüncüsü, kılıcının ve diğer eşyalarının satılıp borcunun ödenmesi oldu. Ömer b. Sad, Müslim’in kendisine gizlice ettiği vasiyeti sonradan İbn Ziyad’a söyledi.
 
 Müslim b. Akîl Türbesi
Kufe 
9 Zilhicce 60/10 Eylül 680’de İbn Ziyad’ın emriyle daha önce Müslim’in kılıç darbeleriyle yaralanan Bukeyr b. Hamran, Müslim b. Akîl’i konağın damına veya duvarının üzerine çıkardı. Müslim yürürken Allah’ı zikrediyor, bağışlanma diliyor ve salâvat okuyordu. Konağın damında cellâdı, Müslim’in başını bedeninden ayırıp başı ile bedenini damdan aşağı attı. Ardından Müslim’in kesik başı İbn Ziyad’a götürüldü… 

Ertuğrul Ertekin 
_________________
kaynak:Allame Seyyid İbn Tavus, Kerbela Şehitlerinin Ardından, çev. Cafer Bayar, İstanbul 2014; Ebu Mihnef, Kerbela Vakıası, çev. Nuri Dönmez, İstanbul 2010, s. 112-127; İsmail Yiğit, “Müslim b. Akîl”; Resul Caferiyan, Teemmulî der Nehzet-i Âşura, Kum 2007, s. 71-87, 165-172; Seyyid Asgar Nazımzade Kummî, Ashab-ı İmam Hüseyin (as), Kum 2011, s. 379-411.

Hz. İsmail'den Amr b. Luhay Dönemine Kadar Kâbe'nin Hizmetleri

Hz. İsmail'den Amr b. Luhay Dönemine Kadar Kâbe'nin Hizmetleri

Kâbe tasvirli çini
İznik, 1600, 
34,5x29,5 cm
David Koleksiyon
Hz. İsmail, babası Hz. İbrahim’den devraldığı Kâbe’nin hizmetleri görevini 100 yılı aşan hayatı boyunca yerine getirmiş ve vefatından önce görevi oğlu Nabit’e tevdi etmiştir. Nabit’ten sonra ise İsmail oğulları küçük yaşta olduklarından dede Mudad b. Amr el-Cürhümî emirlik görevini devralmıştır. 

Kahtanîler’e mensup eski bir Arap kabilesi olan Cürhümîlerin anayurtları Yemen’dir. Cürhümîler, Âd, Semud, Tasm ve Cedis kabileleri gibi asırlar önce meydana gelen bir afet neticesinde tarih sahnesinden silinen Araplardandır (Arab-ı bâide). Bu afetten kurtulan Cürhümîler daha sonra çeşitli sebeplerle Yemen’den Hicaz’a göç ederek Mekke’ye yerleşmişlerdir. Hz. İbrahim karısı Hacer ile oğlu İsmail’i onlar Mekke’de bulundukları sırada buraya getirip bırakmış veya onlar Hz. İbrahim’in gelişinden sonra bu bölgeye göç etmişlerdir. Cürhümîlerin arasında büyüyen Hz. İsmail onların ileri gelenlerinden birinin kızıyla evlendiğinden aralarında akrabalık bağı oluşmuştur.

Cürhümîler üç yüz yıl Mekke’ye hâkim oldular. Önceleri Hz. İsmail’in tebliğ ettiği dini kabul eden Cürhümîler daha sonra sapıklığa düştüler, gizli açık her türlü ahlâksızlığı yapmaya başladılar. Son zamanlarında haramı helal yapıp Kâbe’de şarap içmeye, Beyt’e hediye edilen kıymetli eşyalara el uzatmaya, hacılara işkence etmeye başladıklarında zemzem kuyusunun suyu çekildi. Bunun üzerine Mekke halkı, Huzaa kabilesinin ve Beni Bekir b. Abdümenat ile Amr b. Haris b. Mudad’ın yardımıyla Cürhümîlerle savaştılar ve onları Mekke’den sürdüler. 

Bu mücadelede özellikle Kinane’nin Bekir b. Abdümenat kolu Huzaa kabilesiyle birlikte hareket etmişti. Cürhümîler Mekke’den ayrılmadan önce Hacerülesved’i yerinden çıkarıp, savaş silahları ve İran kralının hediye ettiği iki altın keçi heykeliyle birlikte, suyu çekilen zemzem kuyusunun içine attılar ve kuyunun üzerini taşlarla kapattılar. Bu tarihten sonra, Hz. Peygamber'in dedesi Abdülmuttalib'e kuyunun yeri rüya yoluyla gösterilene değin, kuyunun yeri bir daha bulunamamıştır. Zemzem suyunun yeri bilinmediğinden, Abdulmuttalib dönemine kadar, Mekke halkının ve hacıların su ihtiyacı, kazılan kuyulardan çıkan sulardan karşılanmıştır. Bu yeterli olmadığında, Kusay b. Kilab döneminde olduğu gibi, Mekke dışından su getirilmiştir.

Cürhümîlerden sonra Kâbe’nin hizmetleri görevi Amr b. Luhay’a geçti. Amr b. Luhay’ın İsmail oğullarıyla akrabalığı vardı, ancak Huzaa kabilesinde dünyaya gelmişti. Amr, Mekke'ye ilk putu getiren kişi olarak da tarihe geçmiştir. Bir iş için gittiği Şam’dan Mekke’ye dönerken Belka yöresindeki Meâb’da (Moab) Amâlika (başka bir rivayete göre el-Cezire’deki Hit şehri) halkının putlara taptığını görmüş ve onlara inançları hakkında sorular sormuştur. Oradan ayrılırken onlardan bir put isteyen Amr b. Luhay, Hübel’i (veya Menât’ı) beraberinde Mekke’ye getirmiş ve onu zemzem kuyusunun üst tarafına, Kâbe’ye yakın bir yere koyarak Mekkelileri ona tapınmaya çağırmıştır. Zamanla her bir kavim kendi putunu Kâbe’nin içinde bir yere koymaya başlayınca, Kâbe içindeki üç yüz altmış putla bir puthaneye dönüşmüştür.

Ertuğrul Ertekin
_______________
kaynak: Abdülkerim Özaydın, “Amr b. Luhay”; Ahmet Önkal, “Cürhüm”; Casim Avcı, “Kinane”; Gulamrıza Efrasyabî, “Bunyan-i Kâbe”, Âyine-i Miras, Sayı: 23, 1383, s. 7-26; Muhammed Taki Rehber: “Emakin ve Asar: Zemzem der Tahavvulat-ı Tarih”, Mikat-ı Hac, 1379, Sayı: 32, s. 85-102.

alıntıdır..http://siilikarastirmalari.blogspot.com.tr/

Şeyh Murtaza Muhammed Emin Ensarî

Şeyh Murtaza Ensarî (1800-1864)

Şeyh Murtaza Ensarî

Kısaca Şeyh Ensarî diye anılan Şeyh Murtaza b. Muhammed Emin Ensarî, Gadir-i Hum Bayramı'na rastlayan 18 Zilhicce 1214/3 Mayıs 1800 tarihinde İran’ın kuzeyindeki Dizful şehrinde doğdu. Şeyh Ensarî’nin nesebi Hz. Peygamber’den 1540 hadis rivayet eden ve şehadetinden sonra İmam Hüseyin’in (as) ilk ziyaretçisi olan (bu esnada görme yetisini kaybetmişti) sahabî Cabir b. Abdullah el-Ensarî’ye (öl. 78/697-698) ulaşır. Âlim bir zat olan babası Muhammed Emin, 1248/1833-4 yılındaki veba salgınında; Şeyh Yakub’un kızı olan annesi ise, 1279/1862-63 yılında Necef’te vefat etti. Rivayet edildiğine göre Şeyh Ensarî’nin doğumundan önce annesi rüyasında İmam Cafer Sadık’ı (as) görmüştür. Rüyasında İmam Cafer Sadık’dan altın tezhipli bir Kur’ân alan annesi, rüyasını tabir ettirdiğinde, salih ve âlim bir erkek çocuğu olacağı müjdesini almıştır.

Şeyh Ensarî tahsiline babası Muhammed Emin’in yanında başladı ve ondan Arap edebiyatı ve başlangıç ilimlerini öğrendi. Daha sonra şehrin meşhur âlimlerinden olan amca oğlu Şeyh Hüseyin b. Ahmed Ensarî’den (ö. 1253/1837-38) fıkıh ve usul dersleri alan Şeyh Ensarî 1232/1817 yılında öğrenimine devam etmek için babasıyla birlikte Kerbela’ya gitti.

Kerbela’da Kerbela İlim Havzası reisi Seyyid Muhammed Mücahid (ö. 1242/1836-37) ile tanıştı. Seyyid Mücahid, Şeyh Ensarî’nin üstadı ve amca oğlu Şeyh Hüseyin Ensarî ile birlikte Seyyid Ali Tabatabaî’nin derslerine katılmıştı. Şeyh Ensarî’ye yakınlık gösteren Seyyid Mücahid, Şeyh Ensarî’yi küçük bir imtihana tabi tuttuktan sonra talebeliğe kabul etti. Dört yıl boyunca Seyyid Mücahid’in ve Şerifü’l-ulema Molla Muhammed Mazenderanî’nin (ö. 1245/1829-30) derslerine devam etti. Şeyh Ensarî, Osmanlı-İran münasebetlerinin bozulması ve 1234/1818’de Bağdat Valisi Kölemen Davud Paşa’nın Kerbela’ya yönelik baskıları üzerine buradan göç eden bazı ailelerle birlikte Kazımeyn’e gitti. O sırada ziyaret için memleketinden Atabat’a gelen bir kafile ile birlikte, kendisini görmek isteyen babasının yanına, Dizful’a döndü.
Şeyh Ensarî'nin el yazısı

Bir yıl memleketinde kaldıktan sonra 1237/1821-22 yılında Kerbela’ya dönen Şeyh Ensarî Şerifü’l-ulema’nın derslerine katıldı. Ertesi yıl Necef’e gitti ve Şeyh Musa Kaşifülgıta’nın (ö. 1241/1825-26) derslerine katıldı. Bir kez daha babasını ziyaret etmek için Dizful’a dönen Şeyh Ensarî 1240/1824-25 yılında İmam Musa er-Rıza’yı (as) ziyaret etmek için Meşhed’e hareket etti. Yolda Burucerd, Isfahan ve Kaşan ilim havzalarını ziyaret eden Şeyh Ensarî, Burucerd’de Şeyh Esedullah Burucerdî’nin (ö. yaklaşık 1271/1854-55), Isfahan’da Seyyid Bâkır Şeftî’nin derslerine katıldı. Kaşan’da dört yıl konaklayan Şeyh Ensarî, burada Molla Ahmed Nerakî’nin (ö. 1245/1829-30) derslerine devam etti. Molla Nerakî’den rivayet ve ictihad icazetleri alan Şeyh Ensarî Kaşan’dan Meşhed’e gitti.  Şeyh Ensarî'nin el yazısı

Meşhed’de beş ay ikamet eden Şeyh Ensarî, oradan Tahran’a geçti ve altı yıl süren yolculuktan sonra 1246/1830-31 yılında Dizful’a döndü ve memleketindeki ilim havzasının yöneticiliğini yaptı, dersler verdi. 1249/1833-34 yılında Necef’e dönen Şeyh Ensarî, burada kimi kaynaklara göre Şeyh Ali Kaşifülgıta’nın (ö. 1254/1838-39) kimine göre Cevahir’in müellifi Şeyh Muhammed Hasan Necefî’nin derslerine katıldı. Her iki üstadın derslerine bir ay boyunca devam eden Şeyh Ensarî, daha sonra kendi ders halkasını kurdu ve tedrise başladı. Şeyh Hasan Necefî’nin uygun görmesiyle onun vefatından (1266/1850) sonra Şiî mercilik makamının yöneticisi (zaim) kabul edildi ve on beş yıl boyunca, vefatına kadar bu görevini sürdürdü.

İshal salgınında hasta düşen Şeyh Ensarî, 17 Cemaziyelahir 1281/17 Kasım 1864 tarihinde Necef’te vefat etti. Cenaze namazını Seyyid Ali Tusterî kıldırmıştır. Kabri, Türk Mescidi olarak bilinen Necef’teki Şeyh Ensarî Mescidi’ndedir.

Şeyh Ensarî’nin 500-3000 talebesi olduğu söylenmiştir. Doğumunun 200. yılı anısına yayımlanan Şeyh Ensarî’nin Hayatı kitabında 316 talebesinin biyografisi yer almıştır. Talebelerinden bazıları şunlardır: Şeyh İbrahim Âl-i Sadık (ö. 1284 veya 1288/1868 veya 1872), Seyyid Muhammed Behbehanî (ö. 1963), Mirza Şirazî (ö. 1895), Şehid Hacı Mirza İbrahim Hoyî (ö. 1325/1907), Ahund Horasanî (ö. 1911), Mirza İbrahim Sebzevarî (ö. 1316/1898),  Şeyh İbrahim Kaftan (ö. 1279/), Mirza Habibullah Reştî (ö. 1312/1862), Şeyh Mevla İbrahim Kummî (ö. 1308/1890), Mirza Muhammed Aştiyanî (ö. 1319/1901), Seyyid Ebu’l-Kasım Hansarî (ö. 1280/1863).

1993'de İran'da düzenlenen 
Şeyh Ensarî'yi Anma Kongresi anısına basılan pul
Otuz civarında kitap ve risale kaleme alan Şeyh Ensarî’nin başlıca eserleri şunlardır: Feraidü’l-usul. (er-Risale adıyla da anılan eser defalarca basılmış ve birçok âlim tarafından şerh edilmiştir); el-Mekasib (el-Metâcir adıyla da anılmaktadır ve eser üzerine birçok şerh ve haşiye yazılmıştır. Bu iki eser Şiî ulemâsının büyük teveccühünü kazanmış ve Ahund Horasanî’nin Kifayetü’l-usul’ü ile birlikte Şiî medreselerinde en üst seviyede okutulan temel ders kitaplarını oluşturmuştur. Bu eserlerin çok kapsamlı olması sebebiyle daha sonraki ulemâ bunlara şerh ve haşiye yazmıştır); et-Tahare (Allame İbnü’l-Mutahhar el-Hillî’nin el-İrşad adlı eserinin şerhi olup birçok defa basılmıştır); el-Menasik; Haşiyetü Necati’l-ibâd (Hocası Şeyh Muhammed Hasan Necefî’nin eserine yazdığı haşiyedir); Mecmuatü’l-hidaye (Şeyh Ensarî’nin fetvalarından meydana gelmiş olup Muhammed Taki b. Muhammed Bâkır Yezdî tarafından derlenmiştir).

Ertuğrul Ertekin
__________________

kaynak ve alıntıdır..teşekkürler..

Otman Baba Türbesi

Otman Baba Türbesi'nin 

Ehl-i Beyt Konulu Duvar Resimleri


16. yüzyılda bina edilen büyük türbelerden ilki olan Otman Baba Türbesi, Haskova yöresi Teketo Köyü’ndedir. Türbede, Alevî-Bektaşî zümrelerince kutupların kutbu kabul edilen Kalenderî şeyhi Otman Baba’nın (ö. 883/1478) mezarı bulunmaktadır. Otman Baba, Balkanlar’da 15. yüzyıl Kalenderîliğine damgasını vurmuş, etkisi sonraki dönemlerde devam etmiştir. 16. yüzyılda Kalenderî-Bektaşî-Hurûfî bağlamında şiirler söyleyen Muhyiddin Abdal onu “ululardan ulu, yedi iklim dört köşeye, arşa kürse tolu” bir şahsiyet olarak tanıtır. Otman Baba’nın halifesi Akyazılı Sultan’dan sonra kutbiyyet makamına geçtiğine inanılan Demir Baba’nın abdalları Otman Baba’ya saygı duymuşlar, sık sık türbesini ziyaret etmişler ve bu ziyaretin en büyük kerem olduğunu ifade etmişlerdir.

Otman Baba Türbesi II. Bayezid (1418-1512) zamanında inşa edilmiştir. Evliya Çelebi’nin aktardığı kitabesine göre türbe 912/1507 yılında bina edilmiştir. Bu türbede iki sembolik mezar mevcuttur. Bir inanca göre bu sembolik mezarlar Hz. Ali’nin oğullarına, başka bir rivayete göre Otman Baba’nın kendi oğulları olan Hasan ve Hüseyin’e aittir (resim 1). 
 
resim 1: Hasan ve Hüseyin Türbesi
İki mezarın ortak bir mezar taşı vardır (resim 2). Üzerinde herhangi bir isim bulunmayan mezar taşında 1193/1779-80 tarihi okunabilmiştir.
resim: 2 Hasan ve Hüseyin'in sandukası

Türbede Ehlibeyt, Oniki İmam ve Hz. İbrahim’in Hz. İsmail’i kurban etmesi olmak üzere üç duvar resmi mevcuttur. Resimler amatör ressam Hasköylü Aleksandır Rosenov Terziev tarafından yapılmıştır. Hıristiyan olan Aleksandır resimleri 1993 yılında, rüyasında Otman Baba’dan uzun ömürlü olacağına dair müjde alan arkadaşı Şenol’un türbeye hayır yapmak istemesi üzerine çizmiştir.
resim 3: Oniki İmam

Ressam ilk önce Oniki İmam konulu sahneyi çizmiştir (resim 3). İmamlar bir sırada dizili, karşıya bakarak oturmuş olarak çizilmiştir. Merkezî konumda olan İmam Ali tasvirinin altında Türkçe Oniki İmam yazılıdır. Bu yazının altında resimdeki diğer İmamların isimleri yazılıdır. Onikinci İmam’ın ismi yoktur. İmam Mehdi resimde İmam Ali tasvirinin arkasında bulunan nurun arasında ikinci planda çizilmiştir. Bazı İmamların ismi yanlış yazılmıştır. Resmin üstündeki Arapça yazı taklit olduğundan okunamamaktadır.
resim 4: Pence-i Âl-i Abâ

Ressam daha sonra Ehl-i Beyt konulu resmi çizmiştir (resim 4). Bu sahnede Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatıma ve oğulları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin olmak üzere Âl-i Abâ çizilmiştir. Arka planda Cebrail bulunmaktadır. Resmin altında Türkçe “Pence-i Âl-i Abâ: Muhammed, Ali, Fatime, Hasan, Hüseyin –arkadaki melek Cibal-i Emin’i temsil eder” yazılıdır.
resim 5: Hz. Ali portresi
Otman Baba Türbesi’nde ayrıca beş adet tablo bulunmaktadır. Hz. Ali’yi tasvir eden tablo (resim 5) 90x120 cm olup altında Türkçe “Hazret-i Ali’nin resmi. Oldu seyfinde anın din-i Muhammed aşikâr. La fetâ illa la Seyfe illa Zülfikâr” yazılıdır.

Ertuğrul Ertekin
_________________
kaynak: Lyubomir Mikov, Bulgaristan'da Alevi-Bektaşi Kültürü, İstanbul 2008; Haşim Şahin, Otman Baba”.

İmam Ali (as) Pınarı Ziyaretgâhı

Deyr ez-Zur’da İmam Ali (as) Pınarı Ziyaretgâhı


İmam Ali (as) Pınarı ve ziyaretgâhın minaresi
İmam Ali (as) Pınarı Ziyaretgâhı, Meyadin’dedir. Meyadin, Suriye’nin doğusundaki Deyr ez-Zur eyaletinin başşehri Deyr ez-Zur’a 45 km mesafede yer almaktadır. Fırat Nehri’nin sağ yakasındaki bu küçük şehir, erken dönem İslâm tarihinin önemli bir şehri olan Rahbe’nin kalıntıları üzerine kurulmuştur. Rahbe ise, Abbasî halifesi Harunürreşid (hilafet:170-193/786-809) zamanında Malik b. Tavk tarafından kurulmuştur.[1] Bu yüzden kaynaklarda bu şehirden, “Malik b. Tavk’ın Rahbesi” (Rahbetü Malik b. Tavk) diye söz edilmiştir. 

1306/1889 yılında hac yolculuğu esnasında Meyadin’den geçen Kaçarlar dönemi devlet adamı Muhammed Rıza Zahirülmülk seyahatnamesinde, bölge halkının Rahbe Kalesi’nin Hz. Ali (as) tarafından fethedildiğine inandığını nakletmektedir:

“Kale halkı kâfir imiş. İyilik yapanların öncüsü ve kâfirlerin katili Hz. Ali, güç kullanarak Kale’yi fethetmiş, sonra da yıkmış.”[2]

Kanaatimizce bu halk inancının kaynağı, Rahbe Kalesi’nin güneyinde yer alan ve Hz. Ali’ye nispet edilen pınardır.

Hz. Ali’ye nispet edilen ve bölge halkı tarafından Ayn-ı Ali adı verilen İmam Ali Pınarı, söylenceye göre, Hz. Ali’nin atının nalını yere vurması neticesinde veya devesinin buraya çökmesinden sonra kaynamaya başlamıştır.
 
İmam Ali (as) Pınarı
Pınarın biraz ilerisinde, Fırat Nehri’ne komşu ovanın kaya duvarları boyunda bulunan tepenin üzerinde tarihî bir minarenin kalıntıları bulunmaktadır. Bu minare, yıkılmış bir mescid veya ziyaretgâhın günümüze ulaşan tek parçasıdır. Sekiz köşeli bu minarenin uzunluğu on üç metredir ve tuğladan örülmüştür.

Bazı tarih kaynaklarında, Rahbe şehrinde Hz. Ali’ye nispet edilen Meşhedü’l-Buk adında bir ziyaretgâhtan söz edilmiştir. Şiî kaynaklara göre Meşhedü’l-Buk, Hz. Ali’nin Sıffin Savaşı’na giderken gösterdiği bir kerametin gerçekleştiği yerde bina edilmiş bir ziyaretgâhtır.

Deylem veziri Fahrüddevle Ebu’l-Abbas Ahmed b. İbrahim Dubbî (ö. 398/1008) bir şiirinde Meşhedü’l-Buk’a ve Hz. Ali’nin kerametine işaret etmiştir:[3]

“Malik’in Rahbe’sinin oralardan duydu,
Dımaşk’tan yükselen borazan naralarını,
Neşeyle yankılanarak. (Ali) ashabına şöyle dedi:
Bu Hind’in oğludur, hızla asker sevk ediyor.

Bu şiir, en azından IV./X. yüzyıldan itibaren bu ziyaretgâhın Şiîlerce bilindiğini göstermektedir.

Kutbüddin Ravendî (ö. 573/1187) bu ziyaretgâhtan ve Hz. Ali’nin burada gösterdiği kerametten söz etmiştir; ancak ziyaretgâhın Rahbe’de bulunduğuna değinmemiştir:

“Müminlerin Emiri Sıffin’e hareket ettiğinde, Dımaşk’a yüz fersah mesafede bulunan bir sahrada konakladı ve orada namaz kıldı. Namazdan sonra şükür secdesi yapıp şöyle dedi: ‘Muâviye’nin Dımaşk’tan ayrıldığını bildiren borazanların sesini duyuyorum.’ O günün tarihini not ettiler. Sonra Muâviye’nin tam da Hz. Ali’nin bu sözü söylediği gün Dımaşk’tan ayrıldığını gördüler. Sonradan oraya Meşhedü’l-Buk adı verilen bir ziyaretgâh bina edildi.”[4]

İbn Şehraşub (ö. 588/1192) da, Tâlib Oğulları’nın menkıbelerini yazdığı kitabında, Hz. Ali’nin kerametlerinden söz ederken bu ziyaretgâha da değinmiştir:

Ziyaretgâhın minaresi
“Şam’ın Rahbe (bölge)sindeki Meşhedü’l-Buk’un aslı şudur: Ali (bu mekânda konaklamışken) Muâviye’nin ordusunun Dımaşk’tan ayrıldığını bildiren borazanların çalındığını haber vermiştir. O, on sekiz günlük mesafeden borazanların sesini işitmiştir ve bu, olağan üstü bir hadisedir.”[5]

Ziyaretgâhlar hakkında bir kitap kaleme alan Ali b. Ebi Bekir Herevî (ö. 611/1215) ise bu ziyaretgâh hakkında şu bilgileri verir:

“Rahbe’nin dışında Meşhedü’l-Buk vardır. Burası Ali b. Ebi Tâlib’in, Muâviye ile savaşa giderken konakladığı mekândır.”[6]

Muhtemelen tarih kaynaklarında sözü edilen Meşhedü’l-Buk, günümüze yalnızca minaresi ulaşan bu mescid veya ziyaretgâhtır. Nitekim Memluklular döneminde bu bölgede Meşhed adında bir köy olduğu bilinmektedir.[7]

Şayet haber ajanslarının geçtiği haber doğru ise, ne yazık ki bu ziyaretgâhın kalıntıları, geçtiğimiz Eylül ayında, tekfirci bir terör örgütü olan Irak ve Şam İslâm Devleti’nce (IŞİD) yıkılmıştır.

Ahmad Khamehyar*
Çeviri: Ertuğrul Ertekin

*“Tahrib-i Ziyaretgâh-ı Çeşme-i İmam Ali (as) der Ustan-i Deyr ez-Zur-i Suriye”. Yazının Farsçasını buradan okuyabilirsiniz.Yazıda yer alan fotoğraflar, Ahmad Khamehyar tarafından, 23 Eylül 2006 tarihinde çekilmiştir. 
[1] el-Hamevî, Mucemü’l-buldan, c. 3, s. 34; Mustafa Talas, el-Mucemü’l-coğrafî li’l-kutri’l-Arabî es-Surî, c. 5, s. 376.
[2] Muhammed Rıza Zahirülmülk, “Sefername”, Sefernamehâ-yi Hacc-i Kacarî, haz. Resul Caferiyan, c. 5, s. 655.
[3] İbn Şehraşub, Menakibu Âl-i Tâlib, c. 2, s. 334.
[4] Kutbeddin Ravendî, el-Haraic ve’l-ceraih, c. 2, s. 916.
[5] İbn Şehraşub, age., c. 2, s. 334.
[6] Ali b. Ebi Bekir Herevî, el-İşarat ile’l-marifeti’z-ziyarat, s. 67.
[7] Ahmed Şevhan, Tarihu Deyrizzur, s. 38.

Şah Çerağ Türbesi: şiraz.iran




                      Şah Çerağ Türbesi: şiraz.iran


şah çerağ türbesi
   Bu türbe, Hazreti seyyit Emir Ahmet ibni Musa İmam Musa Kazım’ın erşadının oğlu ve İmam Rıza Hazretlerinin kardeşinin mubarek kabiridir


 Şah Çerağ Türbesi Şii inancının kutsal mekanlarından birisidir. Işıkların Şahı anlamına gelen Şah Çerağ, Şii inancındaki 12 imamdan 8. olan İmam Rıza’nın kardeşi Seyid Mir Ahmed’e verilmiş olan bir lakaptır. Seyid Mir Ahmed, 835 yılında Abbasi Halifesi Ma’mun tarafından şehit edilmiş, 12. yüzyılda adına türbe yapılmıştır. Türbe sonraki dönemlerde genişletilmiştir. Türbeye bitişik şekilde yapılmış yeni ve büyük bir cami de bulunmaktadır.

İran’da tarihi ve turistik yerlerin açılış ve kapanış saatleri bulunmakta ve bilet alınarak içeriye girilebilmektedir. Şah Çerağ Türbesi ise 24 saat açık durumdadır. Türbeyi ziyarete gelen turistlere ücretsiz olarak bir rehber eşlik etmekte ve yapının tarihçesi hakkında bilgiler vermektedir. Türbe içerisinde belli kısımlarda resim çekilmesine izin verilmiyor. Ama çok da katı oldukları söylenemez. Kadınlar ve erkekler türbe içerisinde ayrı yerlerde bulunuyorlar. Eskiden müslüman olmayanların türbe içerisine girmesi yasakmış ancak şu anda tüm turistler türbeyi ziyaret edebiliyorlar.
Türbenin içerisi belki de Işıkların Şahı ismini yüceltmek amacıyla binlerde küçük ayna mozaik ile kaplanmıştır. Aynalar ile kaplı bu kutsal mekan gelen tüm ziyaretçilerini etkisi altına başarmaktadır.
Türbenin içerisinde büyük bir havuz olan geniş  bir avlusu bulunmaktadır. Bu avluda oturarak, Şii inancının en önemli yerlerinden biri olan türbenin mavi çini işlemelerine bakarak türbeye saygılarını sunmaya gelen kalabalığı seyretmek insana keyif veriyor. Avlu içerisinde ayrıca Mir Ahmed’in iki erkek kardeşinin de türbesi bulunmaktadır.
Şah Çerağ Türbesi’ni akşam güneşin batmasına yakın ziyaret edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Güneşin batması ile türbenin ışıkları yanıyor. Altın gibi parlayan kubbeleri ile türbe ayrı bir güzelliğe bürünüyor.
şah çerağ türbesi
şah çerağ türbesi
   Şah Çerağ ismi, Şiilerin sekizinci İmamı Hazreti Ali bin Musa Er-Rıza (as)’ın kardeşine verdiği lakaptır. Şah Çerağ, Şiraz şehrinin en önemli ziyaretgahıdır


Hz.ALİ Türbesi-afganistan

                  Hz.ALİ Türbesi-afganistan

                         Mezar-ı Şerif





Irak ve Afganistanda Hz. Ali türbeleri bulunmaktadır. Peki Hz. ali nerede yatıyor? Afganistan’daki Hz. Ali’nin türbesinin öyküsü tarihi kaynaklarda şöyledir:

İmam Cafer-i Sadık (702-765); Emevilerce, Hz. Ali’nin mezarının tahrip edileceğinin haberini alınca, Eba Müslim Horasani (Ö. 755)’ye bir mektupla durumu bildirir. Eba Müslim adamlarıyla gizlice Necef’e gelerek Hz. Ali’nin mezarından tabutunu çıkararak bir deveye yükler ve Belh’e getirerek defneder. Ve kümbetini yaptırır.Cengiz Han; Belh’i istilası sırasında mezarı tahrip eder. Gizli tutulan mezar, uzun süre sonra açılarak tabuttaki yazı okunur. Ali Şir Nevai (1441-1501),Abdurrahman Cami ve 400 İslam alimi mezarın Hz. Ali’ye ait olduğuna dair şahitlik ederek tespit yaparlar. Bunun üzerine o devrin hükümdarı Hüseyin Baykara (1470-1506); Hz. Ali’nin Ravza-i Şerifi’ni görkemli bir şekilde yaptırarak sekiz köşeli (Mühr-ü Süleyman yıldız) çinilerle süsler, yanında da bir külliye ve cami inşa eder.

Kazanoğu Türbesi.

Kazanoğu Türbesi.tire



Kazanoğlu Mehmet Bey’in türbesi de Camii'yle aynı semtte bulunmakta ve halk arasında “Beni Ayıran Dede” olarak bilinmektedir. Türbe, kare planlı olup, büyük bir hazireliğin içinde yer almaktadır.

Süleyman Şah Türbesi..tire




Aydınoğlu Mehmet Bey’in oğlu, Tire emiri Süleyman Şah’a ait olan Türbe, günümüze ulaşamayan eserler arasında yer alan İbni Melek Medresesi bahçesinde yer almaktadır. Kesme mermer bloklardan yapılan türbenin giriş kapısı Beylik dönemine özgü bir bezemeye sahiptir.

Süleyman Şah Türbesi, Birgi’deki Aydınoğlu Mehmet Bey Türbesi ile benzer özellikler taşımaktadır. Düz mermer şöveli kapı çerçevesi, sivri kemerli olup, halat ve gülbezek motifleriyle güzelleştirilmiştir. Kare planlı yapı, sekizgen şema ve yüksek kasnaklıdır.Giriş kapısı alınlığında kitabesi bulunmaktadır. Türbe, 1955 yılında Tire Belediyesi tarafından restore edilmiştir.

Mevlana Türbesi..Konya

Mevlana Türbesi..Konya 

Konya Mevlana Türbesi

Konya Mevlana Türbesi, Hz. Mevlana 1207 yılında Belh şehrinde dünya ya gelmiş. Babası, Bahaeddin Veled, annesi, Mümine Hatun 'dur. Ülkemizde bulunan Mevlana Türbesi, her yıl  ziyaretçi akınına uğramaktadır. Ülkemizde insanların yanısıra, özellikle turistlerin de ilgisini çekmektedir. İnsan düşüncesine yepyeni fikirler veren Mevlana, adeta ilahi bir ışık, manevi bir güneş, insanların pir' i. Günümüze kadar gönülleri tutuşturan ve bundan sonrada insanlığı etkileyecek, bu büyük insan hepimize birer ışıktır. 

Gönüller sultanı Mevlana, tüm güzelliklerin kemalidir. Hz. Mevlana ' nın insan düşüncesine verdiği en önemli mesajı; aşk, sevgi ve birliktir. Mevlana'nın izinden gidenler, sevgiye, insanlığa, bilgiye, hoşgörüye  ulaşmışlardır. Mevlana' insan, ölümlü ile ölümsüzü, iyi ile kötüyü, benliğinde toplayan bir birleştiricidir. Hz. Mevlana şöyle seslenir; Ey insanoğlu, ey şahlık güzelliğinin aynası mutlu varlık. Her şey sensin. Alemde ne varsa senden dışarı değil. Sen ne ararsan kendinde ara, çünkü her varlık sende. Der. Günümüzde bir müze haline gelen  Hz. Mevlana Türbesi, gerek mimarisinde gerekse müze içinde bulunan ilginç tarihi eserler ile gizemini hala saklamaktadır. Binanın inşaatı sırasında  malzemelerinin içerisine hem yapı sağlam olsun, hemde karıncalar içeri girmesin diye  inşaat ustaları tarafından  yumurta akı katılmıştır. Böylelikle çok sağlam bir yapı elde edilmiştir. Müzede şu an sergilenen ve zamanında kullanılan el yazması Kur'anı Kerim'ler hem nemden etkilenmesin, hemde güveler yemesin diye mum işi ile yazılmıştır. Bu sayede günümüze kadar, hağlen bozulmadan kalabilmektedir. Ayrıca müzenin içerisine örümcekler girmesin diye, deve kuşu yumurtaları asılmıştır. İnsanlık için önemli bir yeri olan türbe, sürekli ziyaret edilmesi gereken yerdir. Maneviyatın yüksek olduğu bu yer, içerisinde huzurun ve mutluluğun yoğun olduğu bir dünya vardır. 
Bu yüce insanın mezarı geldiğinde babası bile ayağı kalkmıştır. 

Gelmiş geçmiş zamanın en önemli, en yüce, en kutsal insanıydı ok. Söylediği manevi aşk şiirleriyle, sözleriyle bizleri büyüleyen yüze zattır. Hz. Mevlana' nın mezarı, Konya şehrinin en güzide yerindedir. Ziyaretçileri hiç eksik olmayan bu türbede, maneviyat aşk çok yoğundur. Ve bunu tüm ziyaret edenler tek tek yaşarlar.

Koyun Baba Türbesi (Osmancık)


Koyun Baba Türbesi (Osmancık) 





Osmancık İlçesi dışında Türbe yeni denilen alanda bulunan Koyun Baba Türbesi Sultan II.Bayezit zamanında yaptırılmıştır. Türbenin bulunduğu alan yüksek bir tepenin üzerinde olup çevreye hakim bir alandadır. Burada türbenin yanı sıra tekke, imaret, kervansaray da yapılmış ancak bunlardan yalnızca türbe günümüze gelebilmiştir.

Türbe sekizgen planlı olup, üzerin duvarlara oturmuş konik bir çatı ile örtülmüştür. Piramidal külah içeriden kubbe şeklindedir. Türk ağaç işçiliğinin en güzel örnekleri arasında sayılan kapısı Çorum müzesine kaldırılmıştır.

Koyunbaba Türbesi - Denizli - Kale - Çamlarca Köyü


Koyunbaba Türbesi - Denizli - Kale - Çamlarca Köyü



Denizli'nin İslâm orduları tarafından fethi sırasında bölgeye gelip yerleşen Horasanlı gâzi dervişlerden olduğu rivayet edilmektedir. Türbesi Denizli'nin Kale İlçesinin Çamlarca (Teyner) köyünün aşağı Mahallesi Koyun Baba mevkiindedir.

KOYUNBABA HAZRETLERİ TÜRBESİ

KOYUNBABA VE SABİRE SULTAN TÜRBESİ..
FATİH İSTANBUL





          Koyunbaba adı etrafında oluşan efsanelerden öğrendiğimize göre, kendisi Horasan’da dünyaya gelmiştir. Asıl adı, Seyyid Ali olup, Hz. Ali efradından ve sekizinci İmam Rıza’nın (Âli) on ikinci oğlu olarak kabul edilmektedir. Koyunbaba’yı Horasan erenlerinden Hacı Bektaş’ın çağdaşı ve öğrencisi olarak kabul edenler de vardır.
    Hz. Ali’nin evlatlarından olduğu iddia edilen  Koyunbaba, Kâbe’yi ziyaret ettikten sonra, çeşitli yerleri de gezerek Anadolu’ya gelmiş, Anadolu’da bir müddet dolaşmış ve nihayet Kızılırmak vadisinde Osmancık denilen bir geçit noktasında yerleşmeye karar vermiştir. Evliya Çelebi,  Koyunbaba dervişlerini anlatırken şunları söylüyor :        “Bu Koyunbaba dervişleri koyun ve kuzu gibi meler, halim, selim, iyi huylu, bekar, Allah’ı bilir, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaattan namazlarını kılar, dindar kimselerdir.”[7]  
 Koyunbaba Adının Verilme Sebebi :        Bir rivayete göre Koyunbaba tâ Horasan’dan Anadolu’ya gelinceye kadar yirmi dört saatte bir kere melermiş ki, bu hareket her gün aynı saatte olur hiç değişmezmiş. Bundan dolayı kendisine bu isim verilmiş. Yine başka bir rivayete göre, okuyucularımızın da menâkıbnâmede görecekleri gibi Koyunbaba, Osmancık’ta Adatepe denilen bir yerde koyunlarını otlatırmış. Bir gün sürüden bir koyun kaçmış. Koyun önde Koyunbaba arkada epeyce bir koşuşturmuşlar. Sonunda ikisinin de yorgunluktan   tâkatleri kesilmiş. Baba  Hazretleri , “Yâ mübarek hayvan sen yoruldun beni de Eyüp (A.S.) sabrına nail ettin” diyerek, koyunu kucaklar ve gözlerinden öper. Bu olay, asıl adı Seyyid Ali olan Koyunbaba’nın bu isimle anılmasına sebep olmuştur.       
Efsaneye göre, -menâkıbnâmede de geçtiği gibi- Koyunbaba Osmancık’a Allah’ın emri ve Peygamberin tavsiyeleri üzerine gelmiş ve o zamanın şartlarına göre stratejik  bir özelliğe sahip olan bu yere yerleşmiştir.        Koyunbaba, Osmancık’a geldiğinde burada kırk evliya vardı. Bunların başı ise, Mantıkbaba  denilen bir pir-i fânî idi. Bu veliler her gün bir evde toplanırlar Allah’ı zikrederlerdi. Her gelen veli elinde bir mum ile gelir, mumu diker otururdu. Koyunbaba bu topraklara ayak bastığı gün bu toplantıda yanan mumular söndü. Çok çaba gösterilmesine rağmen mumlar bir türlü yakılamadı. Veliler bu hâli Mantıkbaba’ya sordular. O da :        “Erenler, bu diyara Allah dostu ve tasarruf sahibi biri geldi. Bu diyar artık onun himmeti altındadır. Mumların sönüşü onun gelişine delalet etmektedir.”  dedi.       Koyunbaba’nın daha sonra yetiştirdiği talebelerini de aynı şekilde başka diyarlara gönderdiğini görmekteyiz.  Tuna Nehri boylarına gönderdiği Erişli Koca Ali bunlardan sadece birisidir.   Koyunbaba, İslamiyet’in sadece Anadolu’ya değil Avrupa içlerine de tarikatlar yoluyla gönülleri fethederek yayılıp yerleşmesinde aktif bir rol oynamış diyebiliriz. Araştırma Merkezimizin Balkanlarda yaptığı saha araştırmasına göre, Romanya’da da bir Koyunbaba türbesi bulunmaktadır. Bu da bize göstermektedir ki, Koyunbaba ile ilgili inanç unsurları  sadece Anadolu’da değil, Balkanlarda da geniş bir alana yayılmıştır. Araştırmacı-yazar Cornelia Calin Bodea Romanya folklüründe Osmanlı imajı üzerine yaptığı doktora tezinde de Koyunbaba türbesi ve Koyunbaba ile ilgili  rivayetlere yer vermektedir:        “Koyunbaba adlı efsanevî kahramanın varlığı Dobruca’daki Romen folkloründe yaygın bir unsurdur. Koyunbaba’nın şahsiyeti Babadağı kasabasını tesis eden ve gerçek bir tarih şahseyeti olan Sarı Saltuk isimli kişiye bağlı idi. Ama, Koyunbaba’nın hususi sıfatları vardır. O, doğaüstü ve basiretli bir insandır. O, Sarı Saltuk’un mezarını keşfetmiştir. Bundan dolayı o, aziz olmuştur. Romen halk geleneğine göre, bir tarih şahsiyetinin defnedildiği yer kutsal değildir. Ama, o yeri keşfeden kişi kutsal sayılır. Çünkü bu insan, yerel ahali tarafından verilen olağanüstü sıfatlar ve kutsallık ile temasa girmesi dolayısıyla özel sıfatlar elde etmiştir. Bu yüzden Koyunbaba aziz olmuş, mezarı da kutsal sayılmıştır.”   Koyunbaba hiç evlenmemiştir. Ancak Koyunbaba’nın başından geçtiği rivayet olunan ve sonu ayrılıkla biten bir aşk hikâyesinin olduğu bazı kaynaklarda yazılıdır.       Koyunbaba’nın hayatındaki önemli olaylardan biri de Fatih Sultan Mehmet ile görüşmesidir. Daha  sonra da Fatih onu ziyaret etmiştir.  Fatih, Koyunbaba’dan kendisinden bir istekte bulunmasını ve hemen yerine getireceğini söylemiş,  Koyunbaba da Kızılırmak üzerine bir köprü yaptırmasını istemiş, o da hemen köprünün yapılmasını ferman buyurmuş. Ancak Fatih’in köprüyü bitirmeye ömrü vefa etmemiştir. Köprüyü Bayazıt Han bitirmiştir. Koyunbaba’nın Menâkıbnâmesi onun hayatı hakkında bizlere önemli fikirler vermektedir. Aslında ciddi ve esaslı bir tarihi tenkide tâbî tutulduğunda, menâkıba dair eserler tarih ve edebiyata kaynak teşkil edebilmektedirler. Fakat bu menâkıbnâmelerin destânî özellikleri yanı sıra soyut tefekküre dayanan bir nevi düşünce ve ahlak sistemi de vardır. Tarikatların ve velilerin dayandıkları tasavvuf, insanla Allah, insanla kainat ve insanla insan arasındaki münasebetleri kapsamlı bir şekilde tespit eden bir dînî felsefe sistemidir. İşte veliler bu sistemin temsilcileridir.