KARIŞIK

22 Şubat 2016 Pazartesi

Şeyh Murtaza Muhammed Emin Ensarî

Şeyh Murtaza Ensarî (1800-1864)

Şeyh Murtaza Ensarî

Kısaca Şeyh Ensarî diye anılan Şeyh Murtaza b. Muhammed Emin Ensarî, Gadir-i Hum Bayramı'na rastlayan 18 Zilhicce 1214/3 Mayıs 1800 tarihinde İran’ın kuzeyindeki Dizful şehrinde doğdu. Şeyh Ensarî’nin nesebi Hz. Peygamber’den 1540 hadis rivayet eden ve şehadetinden sonra İmam Hüseyin’in (as) ilk ziyaretçisi olan (bu esnada görme yetisini kaybetmişti) sahabî Cabir b. Abdullah el-Ensarî’ye (öl. 78/697-698) ulaşır. Âlim bir zat olan babası Muhammed Emin, 1248/1833-4 yılındaki veba salgınında; Şeyh Yakub’un kızı olan annesi ise, 1279/1862-63 yılında Necef’te vefat etti. Rivayet edildiğine göre Şeyh Ensarî’nin doğumundan önce annesi rüyasında İmam Cafer Sadık’ı (as) görmüştür. Rüyasında İmam Cafer Sadık’dan altın tezhipli bir Kur’ân alan annesi, rüyasını tabir ettirdiğinde, salih ve âlim bir erkek çocuğu olacağı müjdesini almıştır.

Şeyh Ensarî tahsiline babası Muhammed Emin’in yanında başladı ve ondan Arap edebiyatı ve başlangıç ilimlerini öğrendi. Daha sonra şehrin meşhur âlimlerinden olan amca oğlu Şeyh Hüseyin b. Ahmed Ensarî’den (ö. 1253/1837-38) fıkıh ve usul dersleri alan Şeyh Ensarî 1232/1817 yılında öğrenimine devam etmek için babasıyla birlikte Kerbela’ya gitti.

Kerbela’da Kerbela İlim Havzası reisi Seyyid Muhammed Mücahid (ö. 1242/1836-37) ile tanıştı. Seyyid Mücahid, Şeyh Ensarî’nin üstadı ve amca oğlu Şeyh Hüseyin Ensarî ile birlikte Seyyid Ali Tabatabaî’nin derslerine katılmıştı. Şeyh Ensarî’ye yakınlık gösteren Seyyid Mücahid, Şeyh Ensarî’yi küçük bir imtihana tabi tuttuktan sonra talebeliğe kabul etti. Dört yıl boyunca Seyyid Mücahid’in ve Şerifü’l-ulema Molla Muhammed Mazenderanî’nin (ö. 1245/1829-30) derslerine devam etti. Şeyh Ensarî, Osmanlı-İran münasebetlerinin bozulması ve 1234/1818’de Bağdat Valisi Kölemen Davud Paşa’nın Kerbela’ya yönelik baskıları üzerine buradan göç eden bazı ailelerle birlikte Kazımeyn’e gitti. O sırada ziyaret için memleketinden Atabat’a gelen bir kafile ile birlikte, kendisini görmek isteyen babasının yanına, Dizful’a döndü.
Şeyh Ensarî'nin el yazısı

Bir yıl memleketinde kaldıktan sonra 1237/1821-22 yılında Kerbela’ya dönen Şeyh Ensarî Şerifü’l-ulema’nın derslerine katıldı. Ertesi yıl Necef’e gitti ve Şeyh Musa Kaşifülgıta’nın (ö. 1241/1825-26) derslerine katıldı. Bir kez daha babasını ziyaret etmek için Dizful’a dönen Şeyh Ensarî 1240/1824-25 yılında İmam Musa er-Rıza’yı (as) ziyaret etmek için Meşhed’e hareket etti. Yolda Burucerd, Isfahan ve Kaşan ilim havzalarını ziyaret eden Şeyh Ensarî, Burucerd’de Şeyh Esedullah Burucerdî’nin (ö. yaklaşık 1271/1854-55), Isfahan’da Seyyid Bâkır Şeftî’nin derslerine katıldı. Kaşan’da dört yıl konaklayan Şeyh Ensarî, burada Molla Ahmed Nerakî’nin (ö. 1245/1829-30) derslerine devam etti. Molla Nerakî’den rivayet ve ictihad icazetleri alan Şeyh Ensarî Kaşan’dan Meşhed’e gitti.  Şeyh Ensarî'nin el yazısı

Meşhed’de beş ay ikamet eden Şeyh Ensarî, oradan Tahran’a geçti ve altı yıl süren yolculuktan sonra 1246/1830-31 yılında Dizful’a döndü ve memleketindeki ilim havzasının yöneticiliğini yaptı, dersler verdi. 1249/1833-34 yılında Necef’e dönen Şeyh Ensarî, burada kimi kaynaklara göre Şeyh Ali Kaşifülgıta’nın (ö. 1254/1838-39) kimine göre Cevahir’in müellifi Şeyh Muhammed Hasan Necefî’nin derslerine katıldı. Her iki üstadın derslerine bir ay boyunca devam eden Şeyh Ensarî, daha sonra kendi ders halkasını kurdu ve tedrise başladı. Şeyh Hasan Necefî’nin uygun görmesiyle onun vefatından (1266/1850) sonra Şiî mercilik makamının yöneticisi (zaim) kabul edildi ve on beş yıl boyunca, vefatına kadar bu görevini sürdürdü.

İshal salgınında hasta düşen Şeyh Ensarî, 17 Cemaziyelahir 1281/17 Kasım 1864 tarihinde Necef’te vefat etti. Cenaze namazını Seyyid Ali Tusterî kıldırmıştır. Kabri, Türk Mescidi olarak bilinen Necef’teki Şeyh Ensarî Mescidi’ndedir.

Şeyh Ensarî’nin 500-3000 talebesi olduğu söylenmiştir. Doğumunun 200. yılı anısına yayımlanan Şeyh Ensarî’nin Hayatı kitabında 316 talebesinin biyografisi yer almıştır. Talebelerinden bazıları şunlardır: Şeyh İbrahim Âl-i Sadık (ö. 1284 veya 1288/1868 veya 1872), Seyyid Muhammed Behbehanî (ö. 1963), Mirza Şirazî (ö. 1895), Şehid Hacı Mirza İbrahim Hoyî (ö. 1325/1907), Ahund Horasanî (ö. 1911), Mirza İbrahim Sebzevarî (ö. 1316/1898),  Şeyh İbrahim Kaftan (ö. 1279/), Mirza Habibullah Reştî (ö. 1312/1862), Şeyh Mevla İbrahim Kummî (ö. 1308/1890), Mirza Muhammed Aştiyanî (ö. 1319/1901), Seyyid Ebu’l-Kasım Hansarî (ö. 1280/1863).

1993'de İran'da düzenlenen 
Şeyh Ensarî'yi Anma Kongresi anısına basılan pul
Otuz civarında kitap ve risale kaleme alan Şeyh Ensarî’nin başlıca eserleri şunlardır: Feraidü’l-usul. (er-Risale adıyla da anılan eser defalarca basılmış ve birçok âlim tarafından şerh edilmiştir); el-Mekasib (el-Metâcir adıyla da anılmaktadır ve eser üzerine birçok şerh ve haşiye yazılmıştır. Bu iki eser Şiî ulemâsının büyük teveccühünü kazanmış ve Ahund Horasanî’nin Kifayetü’l-usul’ü ile birlikte Şiî medreselerinde en üst seviyede okutulan temel ders kitaplarını oluşturmuştur. Bu eserlerin çok kapsamlı olması sebebiyle daha sonraki ulemâ bunlara şerh ve haşiye yazmıştır); et-Tahare (Allame İbnü’l-Mutahhar el-Hillî’nin el-İrşad adlı eserinin şerhi olup birçok defa basılmıştır); el-Menasik; Haşiyetü Necati’l-ibâd (Hocası Şeyh Muhammed Hasan Necefî’nin eserine yazdığı haşiyedir); Mecmuatü’l-hidaye (Şeyh Ensarî’nin fetvalarından meydana gelmiş olup Muhammed Taki b. Muhammed Bâkır Yezdî tarafından derlenmiştir).

Ertuğrul Ertekin
__________________

kaynak ve alıntıdır..teşekkürler..

Otman Baba Türbesi

Otman Baba Türbesi'nin 

Ehl-i Beyt Konulu Duvar Resimleri


16. yüzyılda bina edilen büyük türbelerden ilki olan Otman Baba Türbesi, Haskova yöresi Teketo Köyü’ndedir. Türbede, Alevî-Bektaşî zümrelerince kutupların kutbu kabul edilen Kalenderî şeyhi Otman Baba’nın (ö. 883/1478) mezarı bulunmaktadır. Otman Baba, Balkanlar’da 15. yüzyıl Kalenderîliğine damgasını vurmuş, etkisi sonraki dönemlerde devam etmiştir. 16. yüzyılda Kalenderî-Bektaşî-Hurûfî bağlamında şiirler söyleyen Muhyiddin Abdal onu “ululardan ulu, yedi iklim dört köşeye, arşa kürse tolu” bir şahsiyet olarak tanıtır. Otman Baba’nın halifesi Akyazılı Sultan’dan sonra kutbiyyet makamına geçtiğine inanılan Demir Baba’nın abdalları Otman Baba’ya saygı duymuşlar, sık sık türbesini ziyaret etmişler ve bu ziyaretin en büyük kerem olduğunu ifade etmişlerdir.

Otman Baba Türbesi II. Bayezid (1418-1512) zamanında inşa edilmiştir. Evliya Çelebi’nin aktardığı kitabesine göre türbe 912/1507 yılında bina edilmiştir. Bu türbede iki sembolik mezar mevcuttur. Bir inanca göre bu sembolik mezarlar Hz. Ali’nin oğullarına, başka bir rivayete göre Otman Baba’nın kendi oğulları olan Hasan ve Hüseyin’e aittir (resim 1). 
 
resim 1: Hasan ve Hüseyin Türbesi
İki mezarın ortak bir mezar taşı vardır (resim 2). Üzerinde herhangi bir isim bulunmayan mezar taşında 1193/1779-80 tarihi okunabilmiştir.
resim: 2 Hasan ve Hüseyin'in sandukası

Türbede Ehlibeyt, Oniki İmam ve Hz. İbrahim’in Hz. İsmail’i kurban etmesi olmak üzere üç duvar resmi mevcuttur. Resimler amatör ressam Hasköylü Aleksandır Rosenov Terziev tarafından yapılmıştır. Hıristiyan olan Aleksandır resimleri 1993 yılında, rüyasında Otman Baba’dan uzun ömürlü olacağına dair müjde alan arkadaşı Şenol’un türbeye hayır yapmak istemesi üzerine çizmiştir.
resim 3: Oniki İmam

Ressam ilk önce Oniki İmam konulu sahneyi çizmiştir (resim 3). İmamlar bir sırada dizili, karşıya bakarak oturmuş olarak çizilmiştir. Merkezî konumda olan İmam Ali tasvirinin altında Türkçe Oniki İmam yazılıdır. Bu yazının altında resimdeki diğer İmamların isimleri yazılıdır. Onikinci İmam’ın ismi yoktur. İmam Mehdi resimde İmam Ali tasvirinin arkasında bulunan nurun arasında ikinci planda çizilmiştir. Bazı İmamların ismi yanlış yazılmıştır. Resmin üstündeki Arapça yazı taklit olduğundan okunamamaktadır.
resim 4: Pence-i Âl-i Abâ

Ressam daha sonra Ehl-i Beyt konulu resmi çizmiştir (resim 4). Bu sahnede Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatıma ve oğulları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin olmak üzere Âl-i Abâ çizilmiştir. Arka planda Cebrail bulunmaktadır. Resmin altında Türkçe “Pence-i Âl-i Abâ: Muhammed, Ali, Fatime, Hasan, Hüseyin –arkadaki melek Cibal-i Emin’i temsil eder” yazılıdır.
resim 5: Hz. Ali portresi
Otman Baba Türbesi’nde ayrıca beş adet tablo bulunmaktadır. Hz. Ali’yi tasvir eden tablo (resim 5) 90x120 cm olup altında Türkçe “Hazret-i Ali’nin resmi. Oldu seyfinde anın din-i Muhammed aşikâr. La fetâ illa la Seyfe illa Zülfikâr” yazılıdır.

Ertuğrul Ertekin
_________________
kaynak: Lyubomir Mikov, Bulgaristan'da Alevi-Bektaşi Kültürü, İstanbul 2008; Haşim Şahin, Otman Baba”.

İmam Ali (as) Pınarı Ziyaretgâhı

Deyr ez-Zur’da İmam Ali (as) Pınarı Ziyaretgâhı


İmam Ali (as) Pınarı ve ziyaretgâhın minaresi
İmam Ali (as) Pınarı Ziyaretgâhı, Meyadin’dedir. Meyadin, Suriye’nin doğusundaki Deyr ez-Zur eyaletinin başşehri Deyr ez-Zur’a 45 km mesafede yer almaktadır. Fırat Nehri’nin sağ yakasındaki bu küçük şehir, erken dönem İslâm tarihinin önemli bir şehri olan Rahbe’nin kalıntıları üzerine kurulmuştur. Rahbe ise, Abbasî halifesi Harunürreşid (hilafet:170-193/786-809) zamanında Malik b. Tavk tarafından kurulmuştur.[1] Bu yüzden kaynaklarda bu şehirden, “Malik b. Tavk’ın Rahbesi” (Rahbetü Malik b. Tavk) diye söz edilmiştir. 

1306/1889 yılında hac yolculuğu esnasında Meyadin’den geçen Kaçarlar dönemi devlet adamı Muhammed Rıza Zahirülmülk seyahatnamesinde, bölge halkının Rahbe Kalesi’nin Hz. Ali (as) tarafından fethedildiğine inandığını nakletmektedir:

“Kale halkı kâfir imiş. İyilik yapanların öncüsü ve kâfirlerin katili Hz. Ali, güç kullanarak Kale’yi fethetmiş, sonra da yıkmış.”[2]

Kanaatimizce bu halk inancının kaynağı, Rahbe Kalesi’nin güneyinde yer alan ve Hz. Ali’ye nispet edilen pınardır.

Hz. Ali’ye nispet edilen ve bölge halkı tarafından Ayn-ı Ali adı verilen İmam Ali Pınarı, söylenceye göre, Hz. Ali’nin atının nalını yere vurması neticesinde veya devesinin buraya çökmesinden sonra kaynamaya başlamıştır.
 
İmam Ali (as) Pınarı
Pınarın biraz ilerisinde, Fırat Nehri’ne komşu ovanın kaya duvarları boyunda bulunan tepenin üzerinde tarihî bir minarenin kalıntıları bulunmaktadır. Bu minare, yıkılmış bir mescid veya ziyaretgâhın günümüze ulaşan tek parçasıdır. Sekiz köşeli bu minarenin uzunluğu on üç metredir ve tuğladan örülmüştür.

Bazı tarih kaynaklarında, Rahbe şehrinde Hz. Ali’ye nispet edilen Meşhedü’l-Buk adında bir ziyaretgâhtan söz edilmiştir. Şiî kaynaklara göre Meşhedü’l-Buk, Hz. Ali’nin Sıffin Savaşı’na giderken gösterdiği bir kerametin gerçekleştiği yerde bina edilmiş bir ziyaretgâhtır.

Deylem veziri Fahrüddevle Ebu’l-Abbas Ahmed b. İbrahim Dubbî (ö. 398/1008) bir şiirinde Meşhedü’l-Buk’a ve Hz. Ali’nin kerametine işaret etmiştir:[3]

“Malik’in Rahbe’sinin oralardan duydu,
Dımaşk’tan yükselen borazan naralarını,
Neşeyle yankılanarak. (Ali) ashabına şöyle dedi:
Bu Hind’in oğludur, hızla asker sevk ediyor.

Bu şiir, en azından IV./X. yüzyıldan itibaren bu ziyaretgâhın Şiîlerce bilindiğini göstermektedir.

Kutbüddin Ravendî (ö. 573/1187) bu ziyaretgâhtan ve Hz. Ali’nin burada gösterdiği kerametten söz etmiştir; ancak ziyaretgâhın Rahbe’de bulunduğuna değinmemiştir:

“Müminlerin Emiri Sıffin’e hareket ettiğinde, Dımaşk’a yüz fersah mesafede bulunan bir sahrada konakladı ve orada namaz kıldı. Namazdan sonra şükür secdesi yapıp şöyle dedi: ‘Muâviye’nin Dımaşk’tan ayrıldığını bildiren borazanların sesini duyuyorum.’ O günün tarihini not ettiler. Sonra Muâviye’nin tam da Hz. Ali’nin bu sözü söylediği gün Dımaşk’tan ayrıldığını gördüler. Sonradan oraya Meşhedü’l-Buk adı verilen bir ziyaretgâh bina edildi.”[4]

İbn Şehraşub (ö. 588/1192) da, Tâlib Oğulları’nın menkıbelerini yazdığı kitabında, Hz. Ali’nin kerametlerinden söz ederken bu ziyaretgâha da değinmiştir:

Ziyaretgâhın minaresi
“Şam’ın Rahbe (bölge)sindeki Meşhedü’l-Buk’un aslı şudur: Ali (bu mekânda konaklamışken) Muâviye’nin ordusunun Dımaşk’tan ayrıldığını bildiren borazanların çalındığını haber vermiştir. O, on sekiz günlük mesafeden borazanların sesini işitmiştir ve bu, olağan üstü bir hadisedir.”[5]

Ziyaretgâhlar hakkında bir kitap kaleme alan Ali b. Ebi Bekir Herevî (ö. 611/1215) ise bu ziyaretgâh hakkında şu bilgileri verir:

“Rahbe’nin dışında Meşhedü’l-Buk vardır. Burası Ali b. Ebi Tâlib’in, Muâviye ile savaşa giderken konakladığı mekândır.”[6]

Muhtemelen tarih kaynaklarında sözü edilen Meşhedü’l-Buk, günümüze yalnızca minaresi ulaşan bu mescid veya ziyaretgâhtır. Nitekim Memluklular döneminde bu bölgede Meşhed adında bir köy olduğu bilinmektedir.[7]

Şayet haber ajanslarının geçtiği haber doğru ise, ne yazık ki bu ziyaretgâhın kalıntıları, geçtiğimiz Eylül ayında, tekfirci bir terör örgütü olan Irak ve Şam İslâm Devleti’nce (IŞİD) yıkılmıştır.

Ahmad Khamehyar*
Çeviri: Ertuğrul Ertekin

*“Tahrib-i Ziyaretgâh-ı Çeşme-i İmam Ali (as) der Ustan-i Deyr ez-Zur-i Suriye”. Yazının Farsçasını buradan okuyabilirsiniz.Yazıda yer alan fotoğraflar, Ahmad Khamehyar tarafından, 23 Eylül 2006 tarihinde çekilmiştir. 
[1] el-Hamevî, Mucemü’l-buldan, c. 3, s. 34; Mustafa Talas, el-Mucemü’l-coğrafî li’l-kutri’l-Arabî es-Surî, c. 5, s. 376.
[2] Muhammed Rıza Zahirülmülk, “Sefername”, Sefernamehâ-yi Hacc-i Kacarî, haz. Resul Caferiyan, c. 5, s. 655.
[3] İbn Şehraşub, Menakibu Âl-i Tâlib, c. 2, s. 334.
[4] Kutbeddin Ravendî, el-Haraic ve’l-ceraih, c. 2, s. 916.
[5] İbn Şehraşub, age., c. 2, s. 334.
[6] Ali b. Ebi Bekir Herevî, el-İşarat ile’l-marifeti’z-ziyarat, s. 67.
[7] Ahmed Şevhan, Tarihu Deyrizzur, s. 38.

Şah Çerağ Türbesi: şiraz.iran




                      Şah Çerağ Türbesi: şiraz.iran


şah çerağ türbesi
   Bu türbe, Hazreti seyyit Emir Ahmet ibni Musa İmam Musa Kazım’ın erşadının oğlu ve İmam Rıza Hazretlerinin kardeşinin mubarek kabiridir


 Şah Çerağ Türbesi Şii inancının kutsal mekanlarından birisidir. Işıkların Şahı anlamına gelen Şah Çerağ, Şii inancındaki 12 imamdan 8. olan İmam Rıza’nın kardeşi Seyid Mir Ahmed’e verilmiş olan bir lakaptır. Seyid Mir Ahmed, 835 yılında Abbasi Halifesi Ma’mun tarafından şehit edilmiş, 12. yüzyılda adına türbe yapılmıştır. Türbe sonraki dönemlerde genişletilmiştir. Türbeye bitişik şekilde yapılmış yeni ve büyük bir cami de bulunmaktadır.

İran’da tarihi ve turistik yerlerin açılış ve kapanış saatleri bulunmakta ve bilet alınarak içeriye girilebilmektedir. Şah Çerağ Türbesi ise 24 saat açık durumdadır. Türbeyi ziyarete gelen turistlere ücretsiz olarak bir rehber eşlik etmekte ve yapının tarihçesi hakkında bilgiler vermektedir. Türbe içerisinde belli kısımlarda resim çekilmesine izin verilmiyor. Ama çok da katı oldukları söylenemez. Kadınlar ve erkekler türbe içerisinde ayrı yerlerde bulunuyorlar. Eskiden müslüman olmayanların türbe içerisine girmesi yasakmış ancak şu anda tüm turistler türbeyi ziyaret edebiliyorlar.
Türbenin içerisi belki de Işıkların Şahı ismini yüceltmek amacıyla binlerde küçük ayna mozaik ile kaplanmıştır. Aynalar ile kaplı bu kutsal mekan gelen tüm ziyaretçilerini etkisi altına başarmaktadır.
Türbenin içerisinde büyük bir havuz olan geniş  bir avlusu bulunmaktadır. Bu avluda oturarak, Şii inancının en önemli yerlerinden biri olan türbenin mavi çini işlemelerine bakarak türbeye saygılarını sunmaya gelen kalabalığı seyretmek insana keyif veriyor. Avlu içerisinde ayrıca Mir Ahmed’in iki erkek kardeşinin de türbesi bulunmaktadır.
Şah Çerağ Türbesi’ni akşam güneşin batmasına yakın ziyaret edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Güneşin batması ile türbenin ışıkları yanıyor. Altın gibi parlayan kubbeleri ile türbe ayrı bir güzelliğe bürünüyor.
şah çerağ türbesi
şah çerağ türbesi
   Şah Çerağ ismi, Şiilerin sekizinci İmamı Hazreti Ali bin Musa Er-Rıza (as)’ın kardeşine verdiği lakaptır. Şah Çerağ, Şiraz şehrinin en önemli ziyaretgahıdır


Hz.ALİ Türbesi-afganistan

                  Hz.ALİ Türbesi-afganistan

                         Mezar-ı Şerif





Irak ve Afganistanda Hz. Ali türbeleri bulunmaktadır. Peki Hz. ali nerede yatıyor? Afganistan’daki Hz. Ali’nin türbesinin öyküsü tarihi kaynaklarda şöyledir:

İmam Cafer-i Sadık (702-765); Emevilerce, Hz. Ali’nin mezarının tahrip edileceğinin haberini alınca, Eba Müslim Horasani (Ö. 755)’ye bir mektupla durumu bildirir. Eba Müslim adamlarıyla gizlice Necef’e gelerek Hz. Ali’nin mezarından tabutunu çıkararak bir deveye yükler ve Belh’e getirerek defneder. Ve kümbetini yaptırır.Cengiz Han; Belh’i istilası sırasında mezarı tahrip eder. Gizli tutulan mezar, uzun süre sonra açılarak tabuttaki yazı okunur. Ali Şir Nevai (1441-1501),Abdurrahman Cami ve 400 İslam alimi mezarın Hz. Ali’ye ait olduğuna dair şahitlik ederek tespit yaparlar. Bunun üzerine o devrin hükümdarı Hüseyin Baykara (1470-1506); Hz. Ali’nin Ravza-i Şerifi’ni görkemli bir şekilde yaptırarak sekiz köşeli (Mühr-ü Süleyman yıldız) çinilerle süsler, yanında da bir külliye ve cami inşa eder.

Kazanoğu Türbesi.

Kazanoğu Türbesi.tire



Kazanoğlu Mehmet Bey’in türbesi de Camii'yle aynı semtte bulunmakta ve halk arasında “Beni Ayıran Dede” olarak bilinmektedir. Türbe, kare planlı olup, büyük bir hazireliğin içinde yer almaktadır.

Süleyman Şah Türbesi..tire




Aydınoğlu Mehmet Bey’in oğlu, Tire emiri Süleyman Şah’a ait olan Türbe, günümüze ulaşamayan eserler arasında yer alan İbni Melek Medresesi bahçesinde yer almaktadır. Kesme mermer bloklardan yapılan türbenin giriş kapısı Beylik dönemine özgü bir bezemeye sahiptir.

Süleyman Şah Türbesi, Birgi’deki Aydınoğlu Mehmet Bey Türbesi ile benzer özellikler taşımaktadır. Düz mermer şöveli kapı çerçevesi, sivri kemerli olup, halat ve gülbezek motifleriyle güzelleştirilmiştir. Kare planlı yapı, sekizgen şema ve yüksek kasnaklıdır.Giriş kapısı alınlığında kitabesi bulunmaktadır. Türbe, 1955 yılında Tire Belediyesi tarafından restore edilmiştir.

Mevlana Türbesi..Konya

Mevlana Türbesi..Konya 

Konya Mevlana Türbesi

Konya Mevlana Türbesi, Hz. Mevlana 1207 yılında Belh şehrinde dünya ya gelmiş. Babası, Bahaeddin Veled, annesi, Mümine Hatun 'dur. Ülkemizde bulunan Mevlana Türbesi, her yıl  ziyaretçi akınına uğramaktadır. Ülkemizde insanların yanısıra, özellikle turistlerin de ilgisini çekmektedir. İnsan düşüncesine yepyeni fikirler veren Mevlana, adeta ilahi bir ışık, manevi bir güneş, insanların pir' i. Günümüze kadar gönülleri tutuşturan ve bundan sonrada insanlığı etkileyecek, bu büyük insan hepimize birer ışıktır. 

Gönüller sultanı Mevlana, tüm güzelliklerin kemalidir. Hz. Mevlana ' nın insan düşüncesine verdiği en önemli mesajı; aşk, sevgi ve birliktir. Mevlana'nın izinden gidenler, sevgiye, insanlığa, bilgiye, hoşgörüye  ulaşmışlardır. Mevlana' insan, ölümlü ile ölümsüzü, iyi ile kötüyü, benliğinde toplayan bir birleştiricidir. Hz. Mevlana şöyle seslenir; Ey insanoğlu, ey şahlık güzelliğinin aynası mutlu varlık. Her şey sensin. Alemde ne varsa senden dışarı değil. Sen ne ararsan kendinde ara, çünkü her varlık sende. Der. Günümüzde bir müze haline gelen  Hz. Mevlana Türbesi, gerek mimarisinde gerekse müze içinde bulunan ilginç tarihi eserler ile gizemini hala saklamaktadır. Binanın inşaatı sırasında  malzemelerinin içerisine hem yapı sağlam olsun, hemde karıncalar içeri girmesin diye  inşaat ustaları tarafından  yumurta akı katılmıştır. Böylelikle çok sağlam bir yapı elde edilmiştir. Müzede şu an sergilenen ve zamanında kullanılan el yazması Kur'anı Kerim'ler hem nemden etkilenmesin, hemde güveler yemesin diye mum işi ile yazılmıştır. Bu sayede günümüze kadar, hağlen bozulmadan kalabilmektedir. Ayrıca müzenin içerisine örümcekler girmesin diye, deve kuşu yumurtaları asılmıştır. İnsanlık için önemli bir yeri olan türbe, sürekli ziyaret edilmesi gereken yerdir. Maneviyatın yüksek olduğu bu yer, içerisinde huzurun ve mutluluğun yoğun olduğu bir dünya vardır. 
Bu yüce insanın mezarı geldiğinde babası bile ayağı kalkmıştır. 

Gelmiş geçmiş zamanın en önemli, en yüce, en kutsal insanıydı ok. Söylediği manevi aşk şiirleriyle, sözleriyle bizleri büyüleyen yüze zattır. Hz. Mevlana' nın mezarı, Konya şehrinin en güzide yerindedir. Ziyaretçileri hiç eksik olmayan bu türbede, maneviyat aşk çok yoğundur. Ve bunu tüm ziyaret edenler tek tek yaşarlar.

Koyun Baba Türbesi (Osmancık)


Koyun Baba Türbesi (Osmancık) 





Osmancık İlçesi dışında Türbe yeni denilen alanda bulunan Koyun Baba Türbesi Sultan II.Bayezit zamanında yaptırılmıştır. Türbenin bulunduğu alan yüksek bir tepenin üzerinde olup çevreye hakim bir alandadır. Burada türbenin yanı sıra tekke, imaret, kervansaray da yapılmış ancak bunlardan yalnızca türbe günümüze gelebilmiştir.

Türbe sekizgen planlı olup, üzerin duvarlara oturmuş konik bir çatı ile örtülmüştür. Piramidal külah içeriden kubbe şeklindedir. Türk ağaç işçiliğinin en güzel örnekleri arasında sayılan kapısı Çorum müzesine kaldırılmıştır.

Koyunbaba Türbesi - Denizli - Kale - Çamlarca Köyü


Koyunbaba Türbesi - Denizli - Kale - Çamlarca Köyü



Denizli'nin İslâm orduları tarafından fethi sırasında bölgeye gelip yerleşen Horasanlı gâzi dervişlerden olduğu rivayet edilmektedir. Türbesi Denizli'nin Kale İlçesinin Çamlarca (Teyner) köyünün aşağı Mahallesi Koyun Baba mevkiindedir.

KOYUNBABA HAZRETLERİ TÜRBESİ

KOYUNBABA VE SABİRE SULTAN TÜRBESİ..
FATİH İSTANBUL





          Koyunbaba adı etrafında oluşan efsanelerden öğrendiğimize göre, kendisi Horasan’da dünyaya gelmiştir. Asıl adı, Seyyid Ali olup, Hz. Ali efradından ve sekizinci İmam Rıza’nın (Âli) on ikinci oğlu olarak kabul edilmektedir. Koyunbaba’yı Horasan erenlerinden Hacı Bektaş’ın çağdaşı ve öğrencisi olarak kabul edenler de vardır.
    Hz. Ali’nin evlatlarından olduğu iddia edilen  Koyunbaba, Kâbe’yi ziyaret ettikten sonra, çeşitli yerleri de gezerek Anadolu’ya gelmiş, Anadolu’da bir müddet dolaşmış ve nihayet Kızılırmak vadisinde Osmancık denilen bir geçit noktasında yerleşmeye karar vermiştir. Evliya Çelebi,  Koyunbaba dervişlerini anlatırken şunları söylüyor :        “Bu Koyunbaba dervişleri koyun ve kuzu gibi meler, halim, selim, iyi huylu, bekar, Allah’ı bilir, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaattan namazlarını kılar, dindar kimselerdir.”[7]  
 Koyunbaba Adının Verilme Sebebi :        Bir rivayete göre Koyunbaba tâ Horasan’dan Anadolu’ya gelinceye kadar yirmi dört saatte bir kere melermiş ki, bu hareket her gün aynı saatte olur hiç değişmezmiş. Bundan dolayı kendisine bu isim verilmiş. Yine başka bir rivayete göre, okuyucularımızın da menâkıbnâmede görecekleri gibi Koyunbaba, Osmancık’ta Adatepe denilen bir yerde koyunlarını otlatırmış. Bir gün sürüden bir koyun kaçmış. Koyun önde Koyunbaba arkada epeyce bir koşuşturmuşlar. Sonunda ikisinin de yorgunluktan   tâkatleri kesilmiş. Baba  Hazretleri , “Yâ mübarek hayvan sen yoruldun beni de Eyüp (A.S.) sabrına nail ettin” diyerek, koyunu kucaklar ve gözlerinden öper. Bu olay, asıl adı Seyyid Ali olan Koyunbaba’nın bu isimle anılmasına sebep olmuştur.       
Efsaneye göre, -menâkıbnâmede de geçtiği gibi- Koyunbaba Osmancık’a Allah’ın emri ve Peygamberin tavsiyeleri üzerine gelmiş ve o zamanın şartlarına göre stratejik  bir özelliğe sahip olan bu yere yerleşmiştir.        Koyunbaba, Osmancık’a geldiğinde burada kırk evliya vardı. Bunların başı ise, Mantıkbaba  denilen bir pir-i fânî idi. Bu veliler her gün bir evde toplanırlar Allah’ı zikrederlerdi. Her gelen veli elinde bir mum ile gelir, mumu diker otururdu. Koyunbaba bu topraklara ayak bastığı gün bu toplantıda yanan mumular söndü. Çok çaba gösterilmesine rağmen mumlar bir türlü yakılamadı. Veliler bu hâli Mantıkbaba’ya sordular. O da :        “Erenler, bu diyara Allah dostu ve tasarruf sahibi biri geldi. Bu diyar artık onun himmeti altındadır. Mumların sönüşü onun gelişine delalet etmektedir.”  dedi.       Koyunbaba’nın daha sonra yetiştirdiği talebelerini de aynı şekilde başka diyarlara gönderdiğini görmekteyiz.  Tuna Nehri boylarına gönderdiği Erişli Koca Ali bunlardan sadece birisidir.   Koyunbaba, İslamiyet’in sadece Anadolu’ya değil Avrupa içlerine de tarikatlar yoluyla gönülleri fethederek yayılıp yerleşmesinde aktif bir rol oynamış diyebiliriz. Araştırma Merkezimizin Balkanlarda yaptığı saha araştırmasına göre, Romanya’da da bir Koyunbaba türbesi bulunmaktadır. Bu da bize göstermektedir ki, Koyunbaba ile ilgili inanç unsurları  sadece Anadolu’da değil, Balkanlarda da geniş bir alana yayılmıştır. Araştırmacı-yazar Cornelia Calin Bodea Romanya folklüründe Osmanlı imajı üzerine yaptığı doktora tezinde de Koyunbaba türbesi ve Koyunbaba ile ilgili  rivayetlere yer vermektedir:        “Koyunbaba adlı efsanevî kahramanın varlığı Dobruca’daki Romen folkloründe yaygın bir unsurdur. Koyunbaba’nın şahsiyeti Babadağı kasabasını tesis eden ve gerçek bir tarih şahseyeti olan Sarı Saltuk isimli kişiye bağlı idi. Ama, Koyunbaba’nın hususi sıfatları vardır. O, doğaüstü ve basiretli bir insandır. O, Sarı Saltuk’un mezarını keşfetmiştir. Bundan dolayı o, aziz olmuştur. Romen halk geleneğine göre, bir tarih şahsiyetinin defnedildiği yer kutsal değildir. Ama, o yeri keşfeden kişi kutsal sayılır. Çünkü bu insan, yerel ahali tarafından verilen olağanüstü sıfatlar ve kutsallık ile temasa girmesi dolayısıyla özel sıfatlar elde etmiştir. Bu yüzden Koyunbaba aziz olmuş, mezarı da kutsal sayılmıştır.”   Koyunbaba hiç evlenmemiştir. Ancak Koyunbaba’nın başından geçtiği rivayet olunan ve sonu ayrılıkla biten bir aşk hikâyesinin olduğu bazı kaynaklarda yazılıdır.       Koyunbaba’nın hayatındaki önemli olaylardan biri de Fatih Sultan Mehmet ile görüşmesidir. Daha  sonra da Fatih onu ziyaret etmiştir.  Fatih, Koyunbaba’dan kendisinden bir istekte bulunmasını ve hemen yerine getireceğini söylemiş,  Koyunbaba da Kızılırmak üzerine bir köprü yaptırmasını istemiş, o da hemen köprünün yapılmasını ferman buyurmuş. Ancak Fatih’in köprüyü bitirmeye ömrü vefa etmemiştir. Köprüyü Bayazıt Han bitirmiştir. Koyunbaba’nın Menâkıbnâmesi onun hayatı hakkında bizlere önemli fikirler vermektedir. Aslında ciddi ve esaslı bir tarihi tenkide tâbî tutulduğunda, menâkıba dair eserler tarih ve edebiyata kaynak teşkil edebilmektedirler. Fakat bu menâkıbnâmelerin destânî özellikleri yanı sıra soyut tefekküre dayanan bir nevi düşünce ve ahlak sistemi de vardır. Tarikatların ve velilerin dayandıkları tasavvuf, insanla Allah, insanla kainat ve insanla insan arasındaki münasebetleri kapsamlı bir şekilde tespit eden bir dînî felsefe sistemidir. İşte veliler bu sistemin temsilcileridir. 

21 Şubat 2016 Pazar

Seyit Battal Gazi Torunları Türbesi

Seyit Battal Gazi Torunları Türbesi - Bornova








İzmir Bornova ilçesinde Büyük Caminin kuzeybatısında bulunan bu türbenin yapım yılını ve kime ait olduğunu belirten bir kitabe bulunmamaktadır. Yapı üslubundan Aydınoğulları döneminden, XIV. yüzyıldan kaldığı sanılmaktadır. Değişik zamanlarda yapılan onarımlarla özelliğinden kısmen de olsa uzaklaşmıştır.

Türbe kesme taş ve tuğlanın almaşık biçimde sıralanmasından meydana gelmiş olup, sekizgen bir plan düzeni göstermektedir. Üzeri kasnaklı ve kiremitli bir kubbe ile örtülmüştür. Türbenin batı cephesindeki giriş kapısı ana yapıdan bir metre öne doğru taşırılmış, sivri tuğla kemerli dikdörtgen bir bütün halindedir. Girişin iki yanına birer mukarnaslı mihrapçık yerleştirilmiştir. Buradan basık kemerli bir kapı ile girilen türbede üç taş sanduka bulunmaktadır. Burada gömülü olan kişilerin kim oldukları da bilinmemekle beraber SEYİT BATTAL GAZİ nin torunları olan ALİŞİR - BEŞİR - ve NEZİR HAZRETLERİ nin olduğu söylenmektedir. Türbenin içerisi birer duvar atlayarak üç pencere ile aydınlatılmıştı

Yedi Kardeşler (Sır Hatunlar)Türbesi

Yedi Kardeşler (Sır Hatunlar)Türbesi ..Tire






İzmir ili Tire ilçesinde, Kavakdibi Caddesinde, eğimli bir arazide bulunan bu türbenin yapım tarihi ve kime ait olduğu konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Türbenin kitabesi olmadığı gibi, içerisindeki yedi mezarın da kime ait olduğu mezar taşlarında belirtilmemiştir. Yapı üslubundan XIV. yüzyılın ikinci yarısında yapıldığı sanılmaktadır. Değişik zamanlarda yapılan onarımlarla özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir.

Bu türbede gömülü olan yedi kız kardeşin Buğday Dedenin torunları olduğuna inanılmıştır. Bu kız kardeşler yaşamları boyunca hiç kimse ile konuşmamışlar bu yüzden de Sır Hatunlar ismi ile tanınmışlardır. Kardeşlerin hepsi birden 1473 yılında ölmüş ve bu türbeye gömülmüşlerdir. Sır Hatunların mezar taşlarında:

Dünyanın esasını koyan,
Aleme budur hitab...
Garibin yok medhali,
Vallah-ü alem bissevab...
Ayasuluğu Tahtına imdat,
İnayet eden Sır Hatun,
Budur eyleyene, dua-yı hesab...

Halk arasındaki yaygın bir söylentiye göre, bu yedi kız kardeşin keramet sahibi oldukları ve kerametlerinin ortaya çıktığı anda da öldüklerine inanılmıştır. İnanışa göre Arap Yarımadasında kıtlık baş göstermiş ve oradan gelen bir Arap tohumluk buğday alabilmek için Buğday Dedenin huzuruna çıkmıştır. Buğday Dedeye geliş sebebini anlattıktan sonra tohumluk buğdayının olmadığını ancak, torunları Sır Hatunların kendisine yardım edeceğini söylemiştir. Bunun üzerine Arap Sır Hatunların yanına gitmiş, isteğini iletmiş. Sır Hatunlar ise ellerinde yalnızca iki tas buğday kaldığını bu iki tas buğdayı verebileceklerini söylemişlerdir. Sır Hatunlar kendilerinden geçmiş iki tas buğdaydan kırk çuval buğday çıkarmışlar ve Arapa vermişler. Ancak kerametlerinin ortaya çıktığını Arap gittikten sonra anlamışlar; (Eyvah biz ne yaptık, sırrımızı birisine gösterdik) diyerek dövünmeye başlamışlar. Bu olaydan sonra da hep birlikte karar vererek öbür dünyaya göçmüşlerdir.

Bu olayın duyulmasından sonra Tire halkı bu kız kardeşler için bir türbe yaptırmışlardır. Bundan sonra da yüzyıllar boyunca bu türbeyi Cuma günleri ziyaret etmek gelenek haline gelmiştir.

Türbe kesme ve moloz taştan 3.62x365 m. ölçüsünde kare planlı ve iki katlı olarak yapılmıştır. Alt katta mumyalık üst katta da sandukaların bulunduğu bölüme yer verilmiştir. Mumyalık kısmı 3.53x3.57 m. ölçüsündedir. Türbenin üzeri kubbe ile örtülmüş, alt kattaki mumyalık da beşik tonoz ile örtülmüştür. Türbenin önünde dikdörtgen şekilde bir teras bulunmaktadır.

Kaplan Paşa Türbesi . Tire

Kaplan Paşa Türbesi – Kaplan Köyü – Tire 





Tire İlçe merkezine beş km. mesafede bulunan Kaplan köyünün batı yakasında dere kenarındaki türbede iki mezar bulunmaktadır. Bugün türbe tamamen yıkılmış olup sadece temel kalıntıları görülmektedir. Türbe, belgelerde çatılı olarak verilmektedir. Türbe alanı içinde, Girit fatihi vezir kaptan-ı derya Kaplan Ahmet Paşa ile Üsküdar Mevlevi şeyhi Mahmut Sadık Dede'nin mezarları bulunmaktadır. Yola yakın bölümdeki mezarda Kaplan Ahmet Paşa yatmaktadır.
Mezar taşında ; " Hü Dost kutbül arifin sultan el kilici eşşeyhü Kaplan Baba ruhu için el fatiha", ifadeleri kullanılmıştır.
Kitabede tarih yoktur. Ancak, Kaplan Ahmet Paşa'nın 17.yüzyılın ikinci yarısında vefat ettiği bilinmektedir. Evliya Çelebi, Girit'in fethine gidilirken kadırgaya onun bindirdiğini yazmaktadır.

KAPLAN AHMET PAŞA sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa'nın eniştesi olup Tire'ye sürüldükten sonra Arpacılar (Kaplan) köyünde oturmaya zorlanır. Bu ünlü daha sonra, hem köye adını verecek hem de Tire'ye inen su yolları ve çeşmeleriyle gözde bir ad olacaktır. Özellikle Tire'nin Ertuğrul, Dumlupınar, Ketenci, Turan ve Cumhuriyet Mahallelerinin su şebekeleri önemli ölçüde Kaplan Ahmet Paşa tarafından sağlanmıştır. Ve bu su hizmetlerinin yerine getirilebilmesi için de önemli vakıflar bırakmıştır. Yaşamını daha sonra kendi adı verilecek olan Arpacılar'da sürdürmüş ve burada ölmüştür.

Diğer kitabe Mahmut Sadık Dede'ye aittir ve kitabede tarih vardır.
Kitabesinde :
"Sabıkan Galata Mevlevihanesinde şeyh olan Yeğen Ali Paşazade eş-Şeyh Numan Bey’in halifesi merhum ve Mağfur eş-Şeyh Muhammed Sadık Dede. 1207" yazılıdır.
Sadık Dede Üsküdar Mevlevihanesinde kendisine verilen görev gereği Mevlevihanenin vakfiyesinde bulunan Mahmutlar Çiftliğinin bulunduğu esnada vefat eder ve Kaplan Dede namıyla anılan kabrin yanına defnedilir.