14 Şubat 2016 Pazar
Yahya Efendi
Labels:
Yahya Efendi
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Ş E Y H İ S M A İ L M A Ş U K İ ( 1508- 1528) *
Ş E Y H İ S M A İ L M A Ş U K İ ( 1508- 1528) *
İsmail Kaygusuz
Şeyh ismail Maşuki
Yukarıdaki sözleri ve buna benzer daha birçoklarını söylemiş olan kişi 19-20 yaşlarında bir gençtir. İnsandan başka bir tanrı tanımıyan bu delikanlı, dinlerin temellendirildiği ölümötesini, yani öbür dünyayı da kesinlikle kabul etmiyordu. O, yaşanılan nesnel dünyanın nasıl en iyi bir biçimde değerlendirileceğinin siyasetini yapmıştı.
Değerlendirmesi, çoğunluğun, yani halkın mutluluğunu amaçladığı için, Sultanın, ulema ve umeranın (alimler ve amirler, yani yönetici sınıfın) yüzde yüz karşısındaydı. İsmail Maşuki, halkın ona yakıştırdığı adıyla Oğlan Şeyh bu siyasetini, şeriat temeline dayalı islam devleti olan Osmanlı imparatorluğunun en güçlü bulunduğu, dolayısıyla muhalif düşünce ve inanç topluluklarını amansızca ezdiği, Yükselme Dönemi'nde yapmıştır.
Osmanlı tarihyazıcılarından Nevizade Atayi onun hakkında şu kısa ana bilgiyi vermektedir:
“Bayrami tarikatının şeyhlerinden Aksaraylı Pir Ali Sultan'ın oğlu olup, 'Oğlan Şeyh' demekle ünlüdür. Kendisi karışıklığa neden olmuştur.”
“914 ( 1507-8) tarihinde doğmuş olan Maşuki, babası tarafından yetiştirilerek her geçen gün bilgisini ve görgüsünü artırmıştır... Sonra İstanbul'a gitti. Orada bilgisini, düşünce ve inançlarını yaymaya başladı.”
“İsmail Maşuki, büyük bir çekiciliğe sahip bulunuyordu. Genellikle camilerde va'zlar verir, tefsir aktarır; aydınlatıcı toplantılar yapıp yol gösterirdi. Halktan ve askerden pek çok insanı kendisine bağlamıştı. Söyledikleri halk arasında gürültülere neden oluyordu.”
“Bir yıl kadar bu çalışmalarını sürdürdü. 935 ( 1528) yılında, zamanın müftisi olan ibn Kemal Paşazade'nin fetvası ile, bozgunculuğunu yoketme işi din kılıcına havale edildi ve öldürüldü..."[1]
Onu her yönüyle tanıtıcı olmasa da Şeyh İsmail Maşuki hakkındaki bilgileri, sadece Osmanlı tarihyazıcılarında değil, belki fazlasını Şeriyye Sicili defterlerinde bulmaktayız. Bu Şeriyye kayıtları bütünüyle Oğlan Şeyh'i mahküm eden suç delilleri(!), yani onun konuşmalarından seçilmiş şeriata aykırı ve küfür kabul edilen sözlerdir. Bu sözler Divan-ü Hümayundaki özel mahkemede, isimlerinin başında “Hacı, Mevlana, Derviş ve Şeyh” gibi mahlaslar taşıyan 6-7 tanığın ifadeleri olarak dinlenmiştir.
Maşuki'nin sözlerinden çoğu kez çarpıtılıp, en kaba küfürlere dönüştürüldüğü ifadelerde bile nedensellik rahatlıkla kavranabilir durumdadır. Suç kanıtları olarak söylenenlerin hiçbirinde anlamsızlık ve büyük tutarsızlıklar yoktur. Oysa en azından üçüncü ağızdan bize ulaşmaktadır.
Maşuki'nin çeşitli yollarla bize kadar gelen sözlerindeki düşünce ve görüşlerin pekçoğu kendisinin değildir. Ama, bunların yürekli taşıyıcısı ve cansiperhane yayıcısı olmuştur. İsmail Maşuki'ye ilişkin bilgilerin bir kısmı, Şeyhülislam Ebusuud Mehmet Efendi'nin 1567 tarihinde, Gazanfer Dede'nin dinsizlikten soruşturmasına dair başvezire gönderdiği mektupta bulunmaktadır. Bu fetva mektubunda:
“...Ben Oğlan Şeyh'in katledilmesi işinde, alışılmışın dışında fazla çaba gösterip, yavaş ve dikkatli çalışmışımdır. Yargılama sonunda Mevlana Şeyhi Çelebi, onun dinsiz olduğuna karar vermişti. Ben yargılamayı iki-üç meclis daha uzattım.
Herhangi bir yoruma asla meydan bırakmıyacak önlemleri aldıktan sonra karar verdim.” [2]
diye yazan Ebusuud'u, korkunç olaydan tam kırk yıl sonra günah çıkarırcasına bir davranış içine girmiş sanırsınız, ama değil. Kesinlikle yalan söylüyor, Oğlan Şeyh'in bir an önce kafasının kesilmesi için elinden geleni yapmıştır.
1527 yılında Sahn Medresesi müderrisliğinden Bursa ve hemen arkasından İstanbul kadılığına atanmış olan, büyük yükselme hırsına sahip İskilipli Ebusuud Mehmet efendi, kazaskerlerin katılmamış olduğu bu özel duruşmada, Şeyhi Çelebi'den daha yetkiliydi. Şeyhülislam ibn Kemal'in öğrencisi, yani onun yetiştirmesi olarak mahkemenin en etkin üyesi idi. Sadrazam İbrahim Paşa ve kafes ardında duruşmayı izleyen Padişah Sultan Süleyman'a tüm bilgi ve becerisini göstermeye çabalamıştır. Adı geçen fetva mektubunda İsmail Maşuki olayına şöyle giriyor: “Soru: 'Suçlu görülerek katledilen Oğlan Şeyh dedikleri kişi zulmen öldürüldü!' diyen insanlara ne yapmalı?”
“Cevap: Onun mezhebindeler ise öldürülür!”
Bu girişten hemen anlaşılıyor ki kırk yıl sonra Oğlan Şeyh davası hala tartışılmakta ve yönetimin zalimliği ve baskısıyla bu gencin haksız yere katledildiği yolundadır kamuoyunun düşüncesi. Kaldı ki, zaten bu özel duruşmadan sadece suçlamalar gelmiştir günümüze. Öyle anlaşılıyor ki Şeriyye Sicillerinde, dinsizlikle suçlanan kişilerin savunma kayıtları pek tutulmamaktadır. Ya da Hanefi hukukunun yargılama sisteminde savunma ve suçlunun tanık gösterip, lehinde ifadelerinin alınmasının yeterli işlerliği sözkonusu değildir. Kısacası cevapta görüldüğü gibi, Hanefi inancı dışındaki “mezhepteler ise öldürülür”.
Osmanlıda merkezi hükümet kuvvetlenip, Doğu'nun teokratik devlet anlayışı tam yerleşince, artık şeriatın temsilcilerinin dogmatik Sünni düşünceye aykırı görüşler yaşatılmadı. Çünkü egemenlik Sünni anlayışa dayanıyordu ve bu dogmatizme göre yönetilen devletin kanun yorumcuları (ulema) da sistemi kuvvetlendirmek için ellerinden geleni yapacaklardı. Böylece Sünni inanç ve anlayışa aykırı düşünenlere yaşama hakkı tanınmamıştır. Örneğin yine Kanuni Süleyman devrinde ulemaya mensup Kabız adlı bir bilgin, İsa'nın peygamberliğini Muhammed'e eşdeğer ya da ondan makbul saydığı için yargılanmıştır. Ancak birinci yargılamada mahkeme üyelerini altettiğinden katledilemeyince, padişahın müdahalesiyle bir kez daha yargılanmış ve Sünni islam düşüncesine aykırı hareket ettiğine dair Şeyhülislam İbn Kemal'in fetvasıyla kafası kesilmiştir.[3]
Kabız'ın iki kez yargılanması gösteriyor ki, Sünni İslam düşüncesine aykırılıkla işlenen dinsizlik suçundan kelle kurtarmak mümkün olmuyor. Kabız divan-ı hümayunda sadrazamın ve kafes ardındaki Padişahın huzurunda, iki divan üyesi Anadolu ve Rumeli kazaskerini yüksek bilgi ve savlarıyla susturarak davayı düşürmüştür.
Nevizade: “Molla Kabız bazı ilimleri biliyordu. Ancak bilgisi ve becerisi o sapıklık tutkusuna zehir oldu. Aklı kendisine köstek oldu...”[4] derken gerçeği dile getiriyordu; Sünni- islam dışı bilgiler ve olaylara akılla, akılyürüterek yanaşma dinsizlikti. Çünkü akl ilim değil, nakl ilim geçerliydi.
Peçevi Tarihi'nde, birinci duruşma sonunda Padişahla sadrazam İbrahim Paşa arasında geçen şöyle bir konuşma görülür:
“Padişah: ‘Bir dinsiz bizim divanımıza gelir ve büyük peygamberimizin yüce şanına leke sürecek saçmalar söylemeye güç bulur.Üstelik susturulamaz. Buna sebep nedir?’ Sadrazam:
‘Ne yapabiliriz? Kazaskerlerimiz dinsel konularda yeterli bilgilere sahip değiller ki, o lanet adamı susturup konuşamaz edebilsinler...’ diye yanıtlayınca Padişah:
“ilim yalnız kazaskerlerin tekelinde olan birşey değildir. Sabah, müfti ile Kabız hazır olsunlar. Ve bu yargılama yeniden yapılsın!.. diye buyruk verdi.”[5]
Olay bütünüyle siyasi ve toplumsal sarsıntılar yaratacak güçteydi. Şeriat bağnazlığı ve zulmüne karşı çıkarken Kabız, imparatorluğun hatırı sayılır yoğunluktaki Hristiyan tebasını, destek olarak kullanıyordu İsa peygamberin üstünlüğünü ileri sürerek.
Molla Kabız'ın katlinden sonra henüz bir yıl geçmeden İsmail Maşuki olayı Edirne ve İstanbul'u sarmış; farklı ve çok önemli boyutlarda gelişmiştir. Anlatıldığına göre Pir Ali Sultan Aksarayi, oğlunu Sultan Süleyman'ın isteği üzerine, onun koruması altına Dersaadet'e, yani başkent İstanbul'a göndermiştir. Kendisi hakkında da, şeriata aykırı davranış ve sözlerinden ötürü, Divan-ı Hümayunda
açılan duruşmadan sözedilir. Tarihyazıcıları ve Bayrami Melamilerinin yapıtlarında geçtiğine göre, bizzat Sultan Süleyman, savunmasında kullandığı sözler hoşuna gittiği için soruşturmaya katılmıştır. Pir Ali Aksarayi'nin, Mehdilik iddiası ve cenneti yadsıması ve diğer şeriata aykırı sözleri üzerine verdiği tevilli yanıtlardaki ince zekâ ve mizah, Padişah'ı fazlasıyla etkilemiş. Öyle ki, onu cezalandırmak değil, tersine ödüllendirerek Aksaray'a geri göndermiştir.
Şeriat mahkemeleri duruşmalarında suçlanan kişinin kendini kurtarabilmesi için, üç savunma ya da ifade biçimi vardır: söylemiş olduğu sözleri yorumlayarak tevil eder, yani tam tersine çevirir. Ya da “Nakli küfür, küfür değildir” ilkesinden yararlanmak maksadıyla sözlerin kendisinin olmadığını ıspatlamak ve tövbe istiğfar etmekle kendini kurtarır. Ancak ne varki uygulamada dinsizlik; mülhid, rafızi ve kızılbaşlık gibi dinsel sapkınlık olarak nitelenen suçların bağışlanması az görülen olaylardandır.
İsmail Maşuki'nin yargılanmasında Padişah, Molla Kabız'daki başarısızlıklarından ötürü, kazaskerleri duruşmaya çağırtmamıştır. İlk aşamada Şeyhülislamı tayin ederek, mahkemenin bir an önce bitirilmesini arzu etmiştir. Edirne ve İstanbul'da Oğlan Şeyh'i tutan ve ona inanan her sınıftan binlerce insana gözdağı vermek, yandaşları sindirilmek istenmiştir.
Bir bakıma yönetim, genç İsmail Maşuki'nin kişiliğinde, bir-iki yıl önce Anadolu'da Hacı Bektaş soyundan Kalender Sultan ve Baba Zünnun önderliğindeki Rafızi- Kızılbaş( Alevi) başkaldırısının fikir olarak dağdan-kırlardan kente inmesi gibi değerlendirmiştir. Kısa süren özel Divan-ı Hümayun duruşmasında, yeni İstanbul kadısı Ebusuud'un suçlamaları ve altı tanığın aleyhinde verdikleri ifadelere dayanarak Şeyhülislam ibn Kemal, henüz yirmisindeki İsmail Maşuki'nin katline fetva vermiş. Başı kesildikten sonra, toprağa gömülmüye bile layık görülmeyerek, bedeni ve başı ayrı
ayrı denize atılmak gibi korkunç uygulamaya gidilmiştir.
Oğlan Şeyh'le birlikte kimi tarih yazıcılarına göre 12, kimilerine göre 10 müridi de katledilmiştir. Şeriyye Sicilinde bunlardan söz edilmediğine bakılırsa, müritleri olan, ayaktakımı dedikleri kişilerden 10-12 sini gelişigüzel yakalayarak, başlarını kesmiş olmalılar.
Şimdi tarihçilerin anlattıkları, Ebusuud'un fetvası ve Şeriyye Siciline kayıtlanmış tanık ifadelerinden İsmail Maşuki'nin düşünce ve eylemlerini görelim. Ayrıca düşüncelerinin kaynaklarını; onları kimlerden naklettiği ya da nereden esinlendiğini saptamaya çalışalım.
Yaşamının üçte birinden fazlasını (28 yıldan fazla) Osmanlı Şeyhülislamı olarak geçirmiş olan Ebusuud Efendi; adı geçen fetva mektubunda, İstanbul kadılığı dönemindeki İsmail Maşuki davasında kullandığı suçlama delillerini göstermekte. Bunlardan dolayı katline fetva vermiş olduklarını açıklamaktadır. Kırk yıl sonra getirilen bu açıklama ile, Gazanfer Dede'nin ölüm fetvası için örnekleme yapılmıştır.
Aşağıda bu ölümcül(!) kanıtlarından yeri geldikçe özetler geçerken, hazretin kırk yılda akıl-us yönünde bir arpa boyu ilerlemediğini de göreceğiz. Şeriyye Sicili'ndeki tanıklara gelince: içlerinden Hac Tarak (Büyük olasıyla Hacı Tarık'tır ve onu tercih edeceğiz.) ve Muhiddin'in adlarının sıkça geçmesi; onu heryerde izlediklerini ve bu nedenle ya saray hafiyelerinden ya da Maşuki'nin müritlerinden olup, satın alındıklarını gösterebilir. Bunlar alabildiğince basit ve kaba küfürler biçimindeki ifadelerle ortaya koymuşlardır Oğlan Şeyh'i. Genç İsmail Maşuki bir mutasavvıf ozan olarak, Yunus'tan Seyyid Nesimi'ye uzanan bir çizgide Türkçe şiirler de yazmıştır. Lalizade Abdülbaki (Sergüzeşt 316, a-b): “İsmail Maşuki'nin galebeyi cezbeyle, maarifi hakkani ve esrarı rabbaniyi mutazammın türki eşar ve ledünni güftar sahibi olduğunu (yani, İsmail Maşuki'nin coşku halinde söylediği kurallara uygun ve tanrısal sırları içeren Türkçe şiirleri ve gizemli sözleri vardır.)” diye yazmaktadır.
A. Gölpınarlı Süleymaniye kütüphanesinde bir yazmadan beş gazel ve bir mesnevisini saptamıştır.[6] İsmail Maşuki bu şiirlerinde tanrıyı bilmenin yolunun bir mürşit eteğini tutmaktan geçtiğini;
herşeyin insanda gizli ve insan yüzünün tanrıyı yansıttığını anlatır. İnsan evrendeki herşeyden yücedir. Kısacası tanrı insandır, secde ona edilmelidir; Tanrı en açık biçimde
ile görünüm alanına çıkar. Yani, onlarda zuhur eder... Dili 16.yy halkın konuştuğu istanbul Türkçesidir. Şiirlerinden bazı beyitler geçerek yakından görelim:
1)
Tut Hakkı bilmek dilersen ehl-i irşad eteğin
Niceler bilmediler kim böyle erkân gizlidir
Değme bir hor ü hakire hor deyu kılma nazar
Kalbinin bir küşesinde Arş-ı Rahman gizlidir
2)
Gönüldür menzil-i canan gönüldür vasılı Rahman
Gönüldür aşık ü sadık değil hali temennadan
Çü sensin aşık ü maşuk çü sensin talib ü matlub
Haber vir gel nedir şahım murad olan bu gavgadan
3)
Suretinde biz ki Hakkın suretin gördük iyan
Men idemez bizi Haktan zahidin efsanesi
Ehl-i aşkın gözüne yeksan görünür daima
Mabed-i abid ile hem rahibin büthanesi
Sırr-ı ekber sahibidir sırr-ı meyhanem benim
Her taraftan cezbeder aşıkları humihanesi
4)
Senin zatındürür mescüt ana cümle eder secde
Mesacette eger aşık kilisada eger ruhban
(6)
Veli insan gibi mazhar olimaz zatına hergiz
Ki anı suretin üzre halkettin edüb insan
Ayni hak oldu vücudum kaçma ey hak sureti
Hak ile hak olagör gel vehmi kov, Şeytandır
Kalbin Allah olduğiçün suretin Rahmandır
Ki mükevvin ismin ey meh halıki ekvandır
Kim ki aşk ile vücudun bildi vü buldu bu gün
Kendi kend özün yitürmedi, ulu sultandır
(Talib ü matlub: isteyen ve istenilen, Yeksan: dümdüz, Mabid-i abid: ibadet edenin tapınağı, cami. Hum: küp, şarap küpü. Mesacit: mescitler. Hergiz: asla. Mükevvin: yaratan, yapan. Ekvan: yapılan, varedilen. Meh: ay Halık: halkeden, yaratıcı)
Yirmi yaşındaki bir gençten, beklenemiyecek tasavvufi olgunluktaki beyitler bunlar. Yukarıda da söylediğimiz gibi şiirlerinin esin kaynağı Yunus ve Nesimi'dir. Hatta yukarıda birkaç beyitini vermiş olduğumuz üçüncü şiiri Nesimi'nin bir gazeline naziredir.
Sarı Abdullah Efendi, Semerat-ul Fuat çevirisinde[7] Oğlan Şeyh'e ilişkin şu bilgileri vermektedir:
“...Maşuki Edirne'ye geldiğinde 19 yaşında idi. Büyük ulemadan biri onun şerefine bir şölen verip, en baş köşeye oturttu.. İstanbul'a geldiğinde ise halk izdiham halinde onu ziyarete gidiyordu. Ona gösterilen ilgi ve sevgiyi haber alan Sultan Süleyman Kanuni; ' Size suikast yapılması ihtimali vardır. iyisimi siz yeriniz olan Aksaray'a dönünüz!' haberini gönderdi.”
“Babasının bazı müritleri de ‘inat etme, celadet gösterme; yerine git, canın tehlikededir!’ diye ısrar ettiklerinde:
“Benim sonum önceden belli edilmiştir; günün birinde kanımın döküleceğini çok iyi biliyorum...diye diretiyordu O. Ey bana öğüt verenler! Benim derdim sizin öğüdünüzden daha üstün. Beni öldürülmekle korkutmayın! Bu boş tehdittir. Ben kanıma susamış biriyim... Aşıklar her zaman için ölüme hazırdır. Aşıkların ölümü bir çeşit değildir; onların bir değil iki yüz canı vardır ve onu fedaya herzaman hazırdırlar, ederler de. Ölüm ve hayat birdir bana; yaşayıp hayatı tattım, ölümü de tadayım...”
Görüldüğü gibi Oğlan Şeyh'in halk arasındaki etkinlikleri kendisine ulaştırılan Padişah, onun derhal İstanbul'u terketmesini istemiştir. Ancak İsmail Maşuki ne Padişah buyruğunu ve ne de dostlarının öğüdünü dinlemiş; İstanbul'dan ayrılmayarak, doğru bildiklerini camiler, mescit, tekke ve sokaklarda halka anlatmayı sürdürmüştür. Osmanlı devleti tarihinde, resmi inancın (Sünniliğin) tapınağı “Allahın Evi” olarak nitelenen camilerinde, devlet dinine başkaldırmış ve aykırı siyasetle kitleleri etkilemiş başka örnek bulamıyoruz. Ölümle korkutulması İsmail Maşuki'nin kılını bile kıpırdatamamış. Ölümün üstünü üstüne giderek şunları söylemiştir:
“Beni öldürün, öldürün beni! Benim katlimde hayat vardır. Ölüm tatlı şeydir; Kafes kırılınca kuş uçar. Ben aşığım ölüme susamışım, Beni öldürünüz!”
Oğlan Şeyh'in yine Semerat-ul Fuad'da geçen bu sözleri, Hallacı Mansur ( 857- 922) Divan'ındaki ünlü “Uktulüni ya sikati, innafi katli hayati, mamati!-Ey eski dostlarım, beni öldürünüz! Yaşamam öldürülmemdir benim” [8]diye başlayan kasidesinden uyarlamadır. Demekki Maşuki Hallacı Mansur'u çok iyi incelemiş ve onun Enelhak (Ben Tanrıyım) inancını benimsemiştir. Benimsemek bir yana, bunu yaşama geçirmenin korkusuzca siyasetini yapmıştır. Abdulbaki Gölpınarlı'nın [9] “Melamiler arasında babadan oğula, şeyhten müride intikal eden rivayete göre; Şeyh Maşuki müritlerini zikrettirirken zikir sırasında ‘Allah! Allah!” yerine ‘Allahım! Allahım! (yani Allah benim! Allah benim! anlamında)’ dedirtirmiş” diye yazmış olması bu gerçeği açıklamaktadır. Bize ulaşan sözlerinde, birçoğu tanıklar tarafından kaba küfürler biçimine dönüştürülmüş de olsa, şiirlerinden çok daha yalın ve doğrudan anlatım vardır. Esinlendiği ya da alıntı yaptığı ustalarının sözlerini basitleştirerek, bazan ince bir alay içinde halka-dinleyicilerine sunmuştur.
R. Zelyut'un yerinde değerlendirdiği gibi İsmail Maşuki, “yaman bir propagandacıdır.Ve yüksek etkileme gücü vardır. Konuşmaları ve davranışlarından çok iyi eğitim gördüğü anlaşılıyor. Şiir gücü de yüksektir. Bu nedenle halkı ve askerleri de etkisi altına almakta, yandaşları hızla artmaktadır. Gelişmelerden kaygılanan ve bir ayaklanmadan korkan yönetim, onu İstanbul'dan uzaklaştırmak ister. Maşuki direnir ve Osmanlı uleması harekete geçer.” [10]
Duruşmada Ebusuud Efendi İstanbul kadısı olarak Maşuki'yi “Zikrullah ederken, devran ve raks yaptığı; şarap içip müritleriyle birlikte coşku içinde Yunus Emre'nin;' ‘Cennet cennet dedikleri/ Birkaç köşkle birkaç huri/isteyene ver sen anı/ Bana seni gerek seni ve Sen bir ulu sultansın/ Canlar içinde cansın/ Çün iyan gördüm seni/ Pinhan kapısı değil’ şiirlerini söylediği; namaz ve zekâta ilişkin bir çabası olmadığı” için suçlamış ve fetvasında aynı şeyleri değişik biçimlerde paragraflar dolusu yineleyip durmuştur. Sonunda:
“El Cevap: Bu halleri ve sözleri tam anlamıyla fuhş olduğu gibi, cennet hakkında söyledikleri de açık küfürdür. Sonra bu suçları tapınma sayarak, yüce ayeti buna kanıt göstermekle kâfir olmakta; tövbe edip dönmediği takdirde, kesinlikle katledilmelidir.” diyerek kendi hissesine düşen ölüm yargısını vermiştir.
“Tapınmanın belli bir biçimi yoktur. ‘Allahı ayakta iken, otururken ve yanüstü yatarken anınız!’ ayetinin[11] anlamı Tanrıya her durumda tapınabilirsiniz demektir. Raks da bu durumun içinde değerlendirilmelidir. Peygamberin, 'kendinizi kime benzetirseniz ondansınız’ hadisi gereği, raks( sema, semah kastediliyor) etmek göklerde uçan meleklere benzemektir. islamın peygamberi de raksetmiştir...Bunlar zevk halidir. Ulema zevk sahiplerinin sırlarını bilemez!” diyordu ismail Maşuki.
Şeyh Bedreddin ise şöyle söylüyor bu konuda:
“Tanrı Kuran'da ‘...Yeryüzü yaşamı bir oyun, eğlence ve oyalanmadır.’ der. Özleri doğru olanların güzel ses duyunca gönülleri Tanrıya yönelir. Onlar için raks-sema hem yararlı hem uygundur. insanı Tanrıya yaklaştıran bu işe yasak demek, hiçbir müslümana yakışmaz." [12]
İşte Maşuki tapınma yerleri (cami, mescit ve tekkeler) ve açık toplantılarda Kur'an’dan ayetler ve hadis okuyup, yorumlayarak -Ebusuud'a göre cezası ölüm olan- bu suçları(!) işlemiştir. Oğlan Şeyh cennete inanmamaktadır. Sadece Yunus'un şiirlerini okuyarak cennetle alay etmemiş. Şeriyye Sicili'nde belirtildiği üzere tanık Hacı Tarık şu ifadeyi vermiştir:
“Oğlan Şeyh namaz kılanlara; ‘Cenneti gidip göreyim diye namaz kılmaz mısınız? Sizin cennet dediğiniz yere biz merkebimizi bile bağlamayız!’ dedi.”
Yine Hacı Tarık ve Muhiddin'in tanıklıklarına göre Şeyh ismail Maşuki:
“Şeriatın haram dediği herşey helaldır!” [13] diyerek zaten Sünni inancın, Şer'i Şerif ve yorumlarının karşısındadır. Onları reddetmektedir.
Genç İsmail Maşuki Kuran'ın “kadim, yani ezel ve ebed olan, yaratılmamış yaratan” Allahını tersyüz edip insana çevirmiştir. Derviş Muhammed bin Abdulgani ve Muhiddin'in tanıklıklarına bir gözatalım:
“Oğlan Şeyh diye bilinen İsmail adındaki kişi: ‘insan kadimdir demiştir; insana hiçbirşey haram olamaz! Her insan tanrıdır. Her biçimde gözüken odur. Görünür tanrıya tapalım. Ruh bir bedenden çıkıp, başka bir bedene girer. Kabir azabı diye birşey de yoktur, hesap günü de!...”
Maşuki'nin bu söyledikleri yeni değildir. Özellikle o Varidat'ı çok iyi incelemiştir. Şeyh Bedreddin'in aşağıdaki sözlerinin, sanki sadeleştirilmiş yansımalarıdır:
“Tanrıdan başka tapılacak tanrı yoktur’ sözü, evrende tanrıdan başka varlık yoktur demektir. Tanrı kendini yansıtan niteliklerle görünüş alanına çıkar. Bu nedenle her nesne tanrıdır. Bir insan ben tanrıyım derse, bu doğrudur...Dünyada insan suretinde tanrıdan başkası yoktur...Bu gövde ile ayrıntıları dağılıp, yokolduktan sonra yeniden birleşip eski haline dönemez, yeniden varolamaz... Kadın erkek ilişkisi (evlenme) yoluyla insansoyu türer... Ahiret işleri duyu evreniyle ilgili değildir; huriler, cennet köşkleri, yemiş bahçeleri yalnız düşler ülkesinde vardır..” [14]
Şeriyye Sicili'nde tanık Muhiddin ve Hasan bin Abdullah'ın bildirdiğine göre İsmail Maşuki, şeriat tapınmaları ve islamın koşulları hakkında şöyle konuşmuştur:
“Şarap aşk kamışı, tanrısal coşkudur ve inançlı kişilere helaldır.Yemek, içmek, yatmak, uyumak hepsi tanrıya tapınmadır. Oruç, zekât hac ise yezide cürüm için geldi; boş şeyler bunlar! (Son söz Yunus Emre'nin, ‘Oruç namaz hac zekât cürm ü cinayettürür’ dizesinden uyarlamadır. İ.K.)”
“Gerçek inanan kişinin yılda iki kez bayram namazı yükümlülüğü vardır; kalanı sıradan insanlar içindir. Yani birbirlerinin semerlerini yememelerini önlemek için konulmuştur. O iki namazda da secde yerinde beni (insanı) göreceksiniz.”
Yine Hasan bin Abdullah tekbaşına tanıklığında şunları anlatıyor:
“Oğlan Şeyh evinde müritlerinin istemiyle namaz kıldırmış. Ancak iki rekâttan sonrasını yasaklayıp şöyle demiş; ‘Velilerin arkasında iki rekât namaz kılmak yeterlidir.”
Şeyh İsmail Maşuki'nin kaba küfürlere çevrilip, Divan-ı Humayun duruşmasında sunulmuş sözleri de çok akıllıca ve nesnel yorumlara açıktır. Muhiddin onun,“zina ve livata neden suç sayılıyor? Toprak toprağa girmektedir; bunlar aşkın lezzetidir” dediğini ileri sürüyor. Mevlana Muslihiddin ise şunu anlatmıştır:
“Bazı azgın dinsizler: ‘Bizim avradımız ve oğlanımızın hepsi senin yoluna...’ deyince Şeyh ismail Maşuki: ‘ Avradınız, oğlanınız ve komşunuz size (birbirinize) helal olduğu gibi, cümlesi velilere de helaldır,demiş.”
Muhiddin son verdiği ifadesinde Oğlan Şeyh'in “oğlanı ve kızı yaratan sizsiniz; gidersin bir kadınla yatar, neşeyle akıtır tohumlarsın onu. Sonra da Allah yarattı, dersin” diye konuştuğunu belirtmiştir.
İsmail Maşuki halkın karşısında bu biçimde kesinlikle konuşmamıştır. Ancak açıklanması, kafalara iyi yerleştirilmesi gereken ve anlaşılması güç fikirleri desteklemede ve anlaşılır kılmak için bir güldürü havası içinde kullanmış da olabilir. İnsan için: “Her kişi tanrıdır; kadimdir yaratılmamıştır.Görünür tanrıya tapalım!” diyen Maşuki hiç kuşkusuz Kutsal kitapların söylediği, “Tanrının insanı topraktan yarattığına" inanmamaktadır. Bunu tartıştığında karşısına çıkan bir kimseye ya da ulemaya; “öyleyse zina ve livata suç sayılmamalı. Çünkü toprak toprağa girmektedir” niçin demiş olmasın?
Ayrıca, Maşuki “görünür tanrıya tapalım!” derken, Ali'nin “Ben görmediğim tanrıya tapmam” sözünden kaynaklanmaktadır. Tanık Muhiddin'in, Maşuki'den duyduğunu ifade olarak verdiği, “Oğlanı ve kızı yaratan sensin...” ile başlayan son cümleleri, bir biyolojik gerçeğin o gün yapılabilecek en yalın açıklamasıdır. Ayrıca yukarıda geçtiği gibi Şeyh Bedreddin de benzer bir cümle söylemiştir.
“Avradınız, oğlanınız ve komşunuz size helaldır. Size helal olan Velilere de helaldır” biçiminde mahkemeye sunulan sözler ise, onun o r t a k ç ı - b ö l ü ş ü m c ü düşüncesinin çarpıtılmasıdır. Dede Sultan (Börklüce Mustafa) nın kıyamında bayraklaşan, Şeyh Bedreddin'in “yarin yanağından başka herşeyde ortaklık” ilkesini, Osmanlı tarihyazıcıları ve Şeriat fetvacılarının ağızbirliği etmişçesine “Kadınları da ortak kullanmak...” biçiminde açıklamalarına benzemektedir. Ama onların yalanlarını, çağdaş Bizans tarihyazıcısı Dukas'ın Börklüce hakkında yazmış oldukları ortaya çıkarmaktadır.
Ne yazık ki İsmail Maşuki'nin yaptığı konuşmalar ya da -daha eskilerin deyimiyle- Şatıyye'lerinin tümü yandaşları tarafından yazılarak günümüze taşınmamıştır. Buna rağmen düşmanları tarafından küfür olarak bize ulaştırılanlar, onun büyük isyancı kişiliğini çok iyi yansıtmaktadır.
Osmanlı başkentinde o güne değin görülmemiş bir biçimde yönetimi, ulema ve umerayı aykırı düşünceleriyle titreten Maşuki yaşatılmamıştır. O Sünni dogmatizminin karşısına, aldığı eğitim, bilgi ve gözlemlerden elde ettiği toplumsal kazanımlarla oluşmuş bilinç düzeyinin desteğinde dikilmiş ve genç yaşının tüm dirilik ve korksuzluğuyla tekbaşına Muhteçem Süleyman'a tahtında korkuyu yaşatmıştır.
“935 hicri, yani 1528 yılında kısa bir mahkeme sonunda, Atmeydanı’nda kafası kesilip, başı ve vücudu ayrı ayrı Ahurkapu'dan denize atılmıştır. Halk arasında ermiş velilerden biri olarak saygı görmekte olan Oğlan Şeyh, müritlerinden birinin düşüne girip, cesedinin üç gün sonra karaya vuracağını ve arkasından başının geleceğini söyler. Derviş tarif edilen yerde beklemiş. Önce cesedi, bir gün sonra da başı ortaya çıkmış Şeyh'in. Ve ikisini birleştirerek gömmüş. Sonra Kayalar adı verilen bu yere azizin türbesi yaptırılmıştır.” [15]
İsmail Maşuki, diğer adıyla Oğlan Şeyh hakkında Osmanlı tarihyazıcıları, Şeriat Fetvacıları, Şeriyye Sicili, karşıtları ve yandaşları tarafından anlatılanların her biri onun yaşamının son yılındaki büyük dramanın bir sahnesini oluşturacak çeşitliliktedir.
Öyleki en gerçekçisinden tutunuz da, en olunmazına değin Oğlan Şeyh üstüne anlatılan olaylar, bu dramanın bütünselliğini tamamlamaya hazırdılar. Bunun farkına vardığımızda onları dönemin siyasal, toplumsal ve güncel yaşamı içerisinde birleştirip değerlendirmeyi ve denedik. Böylece "İsmail Maşuki Duruşması" oyunu ortaya çıktı.
Son olarak sevimli Evliya Çelebi'mizin kimden yana olduğu pek anlaşılamıyan, abartılı betimlemelerinin arasındaki, İsmail Maşuki olayına ilişkin özü birlikte yakalamayaçalışalım:
“ ...Ziyaretgâh-ı Şeyh İsmail: Bu zat katlonularak cesedi mübarekleri Ahurkapu'dan deryaya bırakılmış. Ol vakt Padişah Hisar'da Kandilli Bağçe'de imiş. Bir de görürler ki (Herhalde Muhteşem Süleyman'ın düşlerine girmiş olmalı İ.K.) Şeyh-i aziz on halifesiyle Kandilli Bağçe önünde zuhur idüb, deryada derya gibi cuşa gelerek semâ itmeye başlar. Padişaha hitaben; ‘Hünkârım! Bizi nahak yere katlettiler; arz-ı hale geldik.’ dirler. Ve temam bir saat orada semâ idüb, Hünkâr-ı sahib- i hali hüngür hüngür ağlayarak(!) akıntıya katılub taa Durmuş Dede tekkesinin önüne varırlar... Hakir üzerlerine on gice nur yağdığını müşahede iden canlarla görüştüm.”[16]
Osmanlının Sünnilik dışındaki aykırı düşünceye (heterodoksie) yaptığı acımasız baskının kurbanı, Kanuni Sultan Süleyman'a karabasanlı düşler gösteren, padişah tahtını titreten bu yiğit isyancıyı saygıyla anıyoruz.
İsmail Kaygusuz
[1] Zeyl-i Şakayik, Tabhane-i Amire 1268 den aktaran Rıza Zelyut, Osmanlıda Karşı Düşünce ve İdam Edilenler, İstanbul-l986, s. 192.
[2] Zeyl-i Şakayik'ten aktaran R. Zelyut, Osmanlı'da Karşı Düşünce, s. 114.
[3] Prof.Dr. Ahmet Mumcu, Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl, İstanbul, 1985, s.125.
[4] Zeyl-i Şakayik' ten aktaran R.Zelyut,age. s.171.
[5] Peçevi Tarihi'nden aktaran R. Zelyut,age.s.172.
[6] A. Gölpınarlı, Melamiler ve Melamilik' ten aktaran R. Zelyut, age. s. 178-183.
[7] Aktaran R. Zelyut, age. s. 189-190
[8] Bkz. Louis Massignon, Hüseyin Mansur Hallac, Diwan, s.54
[9] Melamilik ve Melamiler, s. 48
[10] R.Zelyut,age s.176.
[11] Kur'an, Ali İmran, 191.
[12] İ.Zeki Eyuboğlu, Şeyh Bedreddin ve Varidat, s. 205, V.29.
[13] Şeriyye Sicili No. 4/2’den tanıkların sözlerini aktaran R.Zelyut, age s.190- 191.
[14] İ. Z. Eyuboğlu, age s.303, 294,301, 293-294; Varidat.28, 2, 20, 1 ve 3)
[15] Ayvansarayi, Hadikat'ül Cevami, c.i, 124.
[16] Seyahatname, s.546
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
MİSÂLÎ BABA (Gül Baba)
MİSÂLÎ BABA (Gül Baba)
Anadolu'da yetişen meşhûr velîlerden. Misâlî Baba ve Gül Baba lakaplarıyla tanınmıştır. On yedinci asırda yaşamıştır. Osmanlı Sultanlarından Dördüncü Murâd Hanla görüşmüştür. Bağdât seferi sırasında ziyâretine gelen Sultana kış mevsiminde koynundan, açılmış tâze bir gül çıkarıp vermesi sebebiyle, Gül Baba lakabı ile anılmıştır. Kabri, Niğde'nin dokuz kilometre kuzeyinde bulunan Güllüce köyündedir. Bu köy, ismini onun isminden almıştır.
Misâlî Baba'nın vefâtından sonra da çok kerâmeti görülmüştür. Kabrini ziyâret edip onu vesîle ederek duâ edenler bereketlerine kavuşmuştur. Yakınındaki velî kabirlerinden birinin yanında bulunan bir taş çevredeki köyden bir kimse tarafından alınıp götürülmüştü. Sabahleyin taşın tekrar yerinde olduğu görülmüştür. Birkaç defâ götürülmüş ve aynı taş tekrar yerine dönmüştür.
Misâlî Baba'nın kabri üzerinde türbe yoktur. Kabrinin çevresinde dergâhının kalıntıları ve biri kubbeli biri de düz damla örtülü iki türbe vardır. Talebelerine veya yakınlarına âid olan bu türbelerden başka yine kabri çevresinde başka velî kabirleri de vardır.
Yakınındaki kubbeli türbede talebeleri olduğu rivayet edilen ve çok kerâmetleri görülen iki velî kabri bulunur. Aynı türbenin çilehâne bölümünde bir kabir daha bulunmaktadır. Bu türbenin kapısının önünde birinin isminin Şeyh Ahmed olduğu rivâyet edilen iki evliyânın kabri vardır. Bu kubbeli türbeyi Niğde'nin Adırmusun köyünden Halil Ağa adında bir kimsenin yaptırdığı nakledilir. Rivâyete göre Halil Ağa, rüyâsında bir zât görür. Bu zât; "Güllüce köyünde bir kulübe içinde kabri olan velîlerin üzerine türbe yaptır." der. Bunun üzerine bu türbeyi yaptırır. Deli olan kimselerin bu türbede birkaç gece yatırılıp şifâya kavuştuğu çok görülmüştür. Bu sebeple halk arasında; "Uyuz olan ılıcaya, deli olan Güllüce'ye." sözü meşhurdur.
Üzeri düz damla örtülü türbede başka kabirler vardır. Bu kabirlerden biri beşik şeklindedir.
Misâlî Baba'nın kabri üzerine defâlarca türbe yapılmak istenmiş, ancak yapılan kısımların her sabah yıkıldığı görülmüştür. Bu zâtın, üzerine türbe istemediği kanâatına varılarak bundan vazgeçilmiştir.
Yakınındaki kubbeli türbede misâfirlerin aydınlanması için konulan gaz lambaları ve gaz yağı bir gece biri tarafından çalınmak istenmiştir. Bunları türbeden alıp gitmek isteyen kimse, türbenin kapısının âniden kapandığını görmüş, ne kadar açmak istediyse açamamıştır. Aldığı şeyleri yerine koyunca kapı açılmış, tekrar alıp çıkmak istediğinde, kapı yine kapanmıştır. Bir türlü açılmadığını görünce, yaptığına pişman olup aldığı şeyleri yerine koyarak tövbe etmiş. Sonunda kapı açılmış ve çıkıp gitmiştir.
Misâlî Baba'nın ve çevresindeki velilerin geceleri beyaz elbiselerle kabristanda dolaştıkları ve namaz kıldıkları çok görülmüştür. Kabri başında devamlı ziyâretçi görülür. Bu ziyâretçiler zaman zaman Misâlî Baba'nın tekkesi civârında Allahü teâlâ için adak kesip, sevâbını Misalî Baba ile orada yatan evliyânın, mevtânın rûhlarına hediye etmek için fakirlere dağıtırlar.
Misâlî Baba'nın kardeşi olduğu rivâyet edilen bir evliyâ kabri de yakın bir köy olan Velî Îsâ (Yayla Yolu) köyü yakınındaki Boztepe üzerindedir. Bu kardeşi ona; "Eğer bu ak sarıklı kardeşini seviyorsan, sen burada kal. İnsanlar senin kabrini ziyâret ederek Allahü teâlânın izni ile şifâya kavuşsunlar. Ben de Boztepe'ye gideyim. İnsanlara rahmet ve bereket için duâ edeyim." diyerek Boztepe'ye gitmiş ve orada vefât etmiştir. Kabri bu tepe üzerindedir. Halk arasında şiir ve mânilerde:
"Boz Tepenin erenleri
Geri koyun varanları."
diye zikri geçen bu zâttır.
Misâlî Baba'nın insanları irşâd için ikâmet ettiği dergâhının kalıntılarından bâzı taşlar çevresindedir. Ayrıca kendi dergâhına mahsus ve cihâdda kullandıkları sancakları uzun zaman muhâfaza edilmiştir.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
BİR AVUÇ BULGUR
Osmanlı Sultânı Dördüncü Murâd Han, Bağdât seferine giderken Misâlî Baba'nın bulunduğu köyün yakınında bir yerde ordusunu istirâhate çekmişti. Bu sırada çevreyi dolaşan Sultan, onun köyüne uğradı. Köyün alt tarafında küçük bir kulübe gördü. Yaklaşıp kapısını çaldı. Kulübenin kapısı açılıp, Sultanı, nûr yüzlü bir zât karşılayıp, tebessüm ederek içeri aldı. Onun velîlerden olduğunu fark eden Sultan, hürmetle huzûrunda oturup, bir müddet sohbetini dinledi ve duâsını aldı. Ayrılıp giderken Sultana birkaç avuç bulgur ve bir torba da saman verdi. Sultan bunları alıp ordusuna döndü.
O gün yemek zamânı kendisine Misâlî Baba tarafından hediye edilen birkaç avuç bulgurun pilav yapılmasını istedi. Sultanın emri üzerine bulgur, pilav yapıldı. Bu bulgur pişirilirken gitgide artıp çoğaldı ve kazanlar dolusu pilav oldu. Bütün ordu bu pilavdan yiyip doyduğu halde yine de arttı. Samanı da atlara vermişlerdi. Saman da artıp atları doyurdu.
Sultan, Misâlî Baba'nın bu kerâmeti üzerine tekrar huzûruna gitti. Ona bâzı hediyeler verdi. Misâlî Baba, Sultanın hediyesine karşılık, elini koynuna sokup, daha yeni açılmış tâze bir gül çıkardı ve Sultana verdi. Sultan gül mevsimi olmadığı halde kışın böyle bir gül vermesinin de başka bir kerâmeti olduğunu görerek, bir müddet daha sohbetinde kaldı. Sonra duâsını alıp elini öptü vedâlaşıp ayrıldı.
Bağdât seferine giden Dördüncü Murâd Han, Misâlî Baba'nın ve yol boyunca ziyâret ettiği velî zâtların duâsı bereketiyle târihte benzeri az görülen bir zafer kazandı.
KAYNAKLAR
1) Rehber Ansiklopedisi; c.13, s.111
Labels:
MİSÂLÎ BABA (Gül Baba)
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
kaşıkçı dede..çanakkale
Kaşıkcı Dede..
Çanakkale İli Eceabat İlçesi Kilitbahir Köyü’ndeki Kalelerin yapımında çalışan insanların yemek yemesi için gerekli olan kaşıklarda sorumlu kişi olduğu sanılmaktadır.
Devamlı üzerinde dikili vaziyette kaşık bulunan bir kabirdir.Konuşamayan yada geç konuşan çocuklar için kabir üzerinden bir kaşık alınıp yerine bir başka kaşık konursa ve alınan kaşıkla çocuğa yemek yedirilirse çocuk konuşur.Bu inanç bilinmeyen bir zamandan beri devam etmektedir. Memleketin dört bir yanından yoğun bir ziyaretçisi vardır.
Labels:
kaşıkçı dede..çanakkale
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Hallac-ı Mansur (Makamı)..gelibolu
Hallac-ı Mansur (Makamı)..gelibolu
Hallac-ı Mansur bir enel hak şehididir. İslam dinindeki kendine özgü inanışların uğruna muhalifleri tarafından Bağdat’ta şehit edilmiş ve cesedi yakılarak, külleri denize dökülmüştür.Bu mübarek zatın türbesi Bağdat’tadır.Bir çok islam ülkesinde türbeleri vardır. Bunların hepsi makamdır.
Yedi adet olduğu söylenenbu türbelere Hallac-ı Mansur makamı denmektedir. Gelibolu ilçesindeki bu türbe de bu yedi makamdan biridir.Türbenin içinde halen mevcut olan iki mezarın, sonradan buraya gömülen iki kişiye ait olduğu söylenir.
Türbe , Mimari bakımdan iskender çelebi türbesine benzetilmektedir.
Yedi adet olduğu söylenenbu türbelere Hallac-ı Mansur makamı denmektedir. Gelibolu ilçesindeki bu türbe de bu yedi makamdan biridir.Türbenin içinde halen mevcut olan iki mezarın, sonradan buraya gömülen iki kişiye ait olduğu söylenir.
Türbe , Mimari bakımdan iskender çelebi türbesine benzetilmektedir.
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Emir Ali Baba türbesi..gelibolu
Emir Ali Baba türbesi..gelibolu
Hamzakoy’dadır. Türbe dört köşe, tek katlı düz bir yapıdır. Kapısının üzerindeki kitabede: “ Kaptan-ı Derya Ali Baba Türbesi”yazılıdır. Yazının etrafındaki iki hilal ve çapanın, alt ve üstünde görülen hilal ve beş köşeli yıldızın sonradan yapıldığı sanılmaktadır. Türbenin inşa tarihi 1356’dır. Emir Ali Bey, Osmanlı Devletinin ikinci amiralidir. Vasiyeti üzerine Hamzabey koyunun karşısına gömülmüştür. Türbesi daha sonra Demirtaş Paşa tarafından yapılmıştır. Gelibolu önlerinden geçen gemiler, Emir Ali Beyi selamlayıp geçerlerdi. Emir Ali Baba İmralı adasını fethettiği için İmralı adının Emir Ali’den kaldığısöylenmektedir. Ancak Evliya Çelebi bu kişiden denizci olarak değil, Alemdar Ali Baba diye bahseder ve onu bir denizci olarak gösterme
Labels:
Emir Ali Baba türbesi..gelibolu
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Alaettin Kalfa Türbesi..gelibolu
Alaettin Kalfa Türbesi..gelibolu
Gelibolu'nun Alaettin Mahallesi ile Şehir Mezarlığı olan Alaattin Kalfa Mezarlığı'na adını veren kişidir. Bir din adamıdır. Mezarı kendi adını taşıyan bu mezarlığın içerisindedir. Mezarı yakın zamanlara kadar çokça ziyaretedilen bir yerdir. Ziyarete gelenler burada dilekte bulunurlardı. Dileği yerine gelenler Kalfa’ya şükran ziyaretine gelirlerdi.
Labels:
Alaettin Kalfa Türbesi..gelibolu
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Seydi Mahmut Çağırgan baba Türbesi
Seydi Mahmut Çağırgan baba Türbesi
Bu yola yabancı değiliz ailece, yayla yolumuzdu aynı zamanda Gümüşhane- Bayburt- Erzurum Karayolu. İlk hatırladığım bir gidişim, kar kış gününde Yusuf dayı ve Sefiye (okumuş)Teyze ile Posta kamyonunun kasasındaydı. Buradan her geçişimde dikkatimi çekmişti Tekke’deki türbe ama hiç kimseden de “kime ait” olduğunu duymamıştım. Hem sadece ben de değil mesela Annem de “Biz buradan o kadar geçtikte niye kimse burayı söylememişti bana, şaştım kaldım” diyince, araştırmaya koyuldum.Tarihçi değilim elbette ama hiç değilse anneme doğru bir açıklama yapabilmek adına benimde bimem gerekir diye düşündüm, iyi de etmişim gerçi. Trabzon’un fethinden, bölgemizin Müslüman oluşuna bölgemizin manevi önderlerine yönelik bilmediğim şeyleri de öğrendim. Neticede Türbelerde bulunan insanlar, bu topraklarda yaşamış, bugünleri bizlere yaşatan insanlar, bizim de onlar için yapabileceğimiz belki bir Yasin, ihlas ve Fatiha’dır.
Sağ olsun babamla yaptığım yolculuklarda arabada sigara içemiyorum, bol bol vakit namazlarını ve belki kabir ziyaretlerinden de manevi açığımızı giderme fırsatımız oluyor. Hava soğuk, duruyorum Tekke’de. Giriyoruz Feryad eden Evliya Çağırgan Baba’nın Türbesi’ne. Türbeleri daha ortaokul yılarımdan severim. Tekirdağ’dan gitmiştik Bursa’daki Ertuğrul Gazi ve Osmanlı Pahişahlarının türbelerine. İstanbul’da Eyüp Sultan’a. Türbenin içi de dışarıdaki soğuğu aratmıyor. Babam Yasin-i şerif okumaya başladı, annem huşu içinde iyi bir dinleyen oldu, tamamladık türbe ziyaretimizi ama bilgi yok. Babam, “Kim bilir ne eserler vermiş, ne büyük hikmet sahibidir. Mevlevimi, safevimi, Ahi’mi hangi meşayihtendir. Seyyid olduğuna göre peygamber efendimizin soyundan geliyor mübarek zat, Allah kabirlerini nur eylesin” diyor. Annem araya giriyor ve babama, “sen o kadar okumuşsun, kim olduğu yazmıyor mu, kimdi ziyaret ettiğimiz Türbe” diye soruyor yine de. Babam mahcup, ben mahcup.Tamam Tekke Belediyesi’nin yazdığı levhayı okuduk ama yetmedi ki. Kaldı ki o da yanlışmış meğer!
Karadeniz Bölgesi’nin yayla turizmi dışında kültür ve inanç turizmine de açılması, şüphesiz Bölgemizdeki mana önderlerinin türbelerini de ön plana çıkarıyor. Bunlardan biri de Gümüşhane’deki tek Evliya Türbesi..Bu Evliya, Gümüşhane-Bayburt-Erzurum karayolunun 13. Kilometresindeki Tekke Beldesi’ndeki Türbe’de Seyyid Hasan Çağırgan baba Türbesidir. Karayolunun hemen kenarında, biraz yol seviyesinden aşağıda kalmış ama güzel bir Osmanlı eseri.Fakat, Tekke Beldesi Belediyesi’nin katkısı ile Türbeye yakışır bir Tabelası var, ve o tabelasında da, “Seydi Mahmut Çağırgan baba Türbesi” yazıyor ama gerçekte Tekke’deki Türbe’de Seyyid Mahmut değil de Seyyid Hasan Çağırgan’ın yattığını söylüyor kaynaklar. Hem Kültür bakanlığı kaynakları ve hem de Elazığ Fırat Üniversitesi’nden Harun Bostancı’nın, “Osmanlı döneminde Doğu Karadeniz Bölgesi’nde kurulan tekke ve Zaviyeler” başlıklı yüksek lisans tezinde, buradaki Türbenin Feryad eden Evliya Çağırgan Baba’ya ait olduğu belirtiliyor..O zaman da Tekke Belediyesince konmuş levhanın yanlış yazıldığı ortaya çıkıyor.
Ülkemizin bir çok yerinde “çağırgan baba”, “feryadı baba” veya “ağlar baba” gibi isimlendirilmiş bir çok türbe ve mezar vardır. Tekke’deki Çağırgan Baba Türbesi (III. Murad'ın (1574-1595) İran seferi sırasında gördüğü bir rüya üzerine yapıldığı ve Gümüşhane, Samsun ve Tokat'ta vakıfları bulunduğu bilinmektedir. Murat Yüksel, A.g.e., s.126.) asıl mekanı kare bir plan üzerine Bayburt taşından yapılmış, sonradan batısına dikdörtgen planlı bir bö1üm daha eklenmiştir. Türbenin her iki bölümün de içinde birer sanduka yer almaktadır. Türbeye kuzey cephesindeki dikdörtgen düz lentolu bir giriş ile ulaşılmaktadır. Asıl türbe bölümüne batıdan sivri kemerli bir giriş açılmıştır. Alınlık içerisinde mermer üzerine iki satır sülüsle yazılmış bir kitabeye;
(Okunuşu: "Hâzihi mezâru’ş-şerifeti’l-merhûm el-mağfûr Baba Çağırgan
Evliyâu’s-sâlikati harrarahu fî mâhı Receb senete tis’îne vetis’amie" )
Açıklaması: Burası merhum, mağfur, feryad eden Evliya Çağırgan Baba’nın şerefli mezarıdır. 990 yılının Recep ayında (Temmuz 1582) onu yazdı”( TAED 41, 2009, 145-171 ~ 150 ~ H. ÖZKAN: Gümüşhane’de Osmanlı Dönemi Türbeleri)
yer verilmiş ve kitabe üzerinde bir rozet işlenmiştir. Bu bölümün üzeri içten kubbe dıştan sekizgen bir piramit külahla örtülmüştür. Kubbeye köşelere yerleştirilen tromplarla geçilmiş, kubbenin oturduğu sekizgen kasnak dışarı yansıtılmıştır. İçerisinde bir sanduka bulunmaktadır. Türbe son yıllarda onarım görmüştür.Şurut Köyü; Bayburt-Erzincan karayolu üzerinde; Bayburt’a 55, Gümüşhane’ye ise 50 kilometre uzaklıkta bulunan ve rakımı 1.600-1.700 metrecivarında olan bir köydür. Peygamberimizin (S.A.V.) torunu İmam Zeynel Ābidîn (R.A.) yoluyla gelen koldan olan Seyyid Ahmed Baba ÇAĞIRGAN Hazretleri bu köyde yaşamış olup, türbesi köy kabristanındadır. Türbesinin ilk olarak Üçüncü Murat zamanında yapıldığı bilinmektedir. Seyyid Ahmed Baba ÇAĞIRGAN, beş kardeş olarak bu bölgeye emr-i İlâhi ve emr-i peygamberi ile irşād için gelmişlerdir. Bu beş kardeşin isim ve yerleşim yerleri şöyledir:
Seyyid Ahmed Baba ÇAĞIRGAN–Kabaktepe Köyü-Şurut–Gümüşhane, Seyyid Mahmûd Baba ÇAĞIRGAN – Zıhar – Alucra - Giresun, Seyyid Hasan Baba ÇAĞIRGAN – Tekke – Gümüşhane, Seyyid Nasûhî Baba ÇAĞIRGAN – Şingah – Bayburt, Seyyid Muhammed Baba ÇAĞIRGAN – Kop Köyü – Bayburt, Bu beş kardeşin yaşça en büyüğü Seyyid Ahmed Baba ÇAĞIRGAN; Şurut Köyü’nde olup, hālen āilesi bu köyde yaşamaktadır. Dergâh evi (ocak olarak), ailesi tarafından muhafaza edilmektedir. Kaynak; "pirmuratbaba.com"
Hatta öyle ki bu türbeler, kimi yerlerde paylaşılamaz bile.Harun Bostancı’nın tez’inde;
“12. Baba Çagırgan Zâviyesi
Bayburt sancağı içinde, hakkında fazla bilgi olmasa da kayda değer zaviyelerden biri de Kelkit nahiyesine bağlı Surut köyünde kurulmuş olan Çağırgan Baba Zâviyesidir. 1530 tarihinde 20 hâne olduğu tespit edilen Surût köyünün 303 akçe tutan vergi geliri bu zâviyeye tahsis kılınmıştır. Bu tarihten on-on beş yıl sonra yapılmış olan vakıf kayıtlarında bahse konu zâviye hakkında önemli sayılabilecek ayrıntılara yer verilmiştir. Konuyla ilgili kaydın bir kısmı şöyledir:
“Zâviye-i Baba Çagırgan, der karye-i Surut tâbi-i nahiye-i mezbûre, mesihat der tasarruf-u Seyh ismail veled-i Seyh Han Baba, bâ-berât. / Evkâf-ı mezbûre karye-i Surût elmezbûr vakf-ı zâviye-i mezbûre ber mûceb-i defter-i atîk”
Bu metnin kısaca anlamı şudur: Kelkit nahiyesine bağlı Şurut (Kabaktepe) köyü bütünüyle Baba Çağırgan zâviyesine sultan beratıyla vakfedilmiştir. Bu tarihte köyün toplam geliri 3.103 akçedir. Zâviyenin başında Seyh Han Baba oğlu Şeyh ismail bulunmaktadır. Köyün bu durumu 1516 tarihinde yazılmış olan vergi defterinde kaydedildiği sekliyle yeniden tescillenmiştir. Kaydın devamında köyde oturan vergi mükellefleri ile Baba Çagırgan soyundan gelen kisilerin adlarına yer verilmiştir. Baba Çağırgan soyundan gelenlerin tespiti açısından bu isimleri nakletmek yararlı olacaktır. Bunu bir tabloda göstermek mümkündür
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Ahmed Dede - Çorlu
Labels:
Ahmed Dede - Çorlu 2
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Şehit Hüseyin Gazi – Çorlu
Şehit Hüseyin Baba
Çorlu’nun Osmanlı türkleri tarafından fethi Osmanlı Sultanı Gazi Murat Bey’in Şehzadeliği zamanında gerçekleşmiştir. Tarihen 1358-1359 yılları arasında bugün harab vaziyetteki Çorlu kalesi civarında yapılan savaşlarda Türk ordusunun kahraman askerlerinden biri olan Gazi, Bizans birliklerine karşı savaşmaktadır. Çorlu çarşısında Tonguçlar binasının arkasında dövüşürken kolunu kaybeden Hüseyin Gazi , kılıcını diğer eline alıp Hıdırağa mah şekerci sokak hizasına geldiği vakit , Bugün belediye hal binasının olduğu mevkii de şehit oluyor.
Rivayete göre Tonguçların arkasındaki isimsiz ve taşsız kabirde kolu, şekerci sokaktaki kabir de başı, Belediye hal binası önündeki kabir de ise gövdesi gömülüdür.
Yıllardır ” Başını vermeyen Şehit Hüseyin Baba Efsanesi ” dillerden düşmemektedir.
Labels:
Şehit Hüseyin Gazi – Çorlu
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
üçler türbesi..malkara
Hacıevhat Mahallesi, Erenler semtinde bulunmaktadır.
Hacıevhat Mahallesi, Erenler semtinde bulunmaktadır. Biri kız, ikisi erkek üç kardeşin mezarı bulunmaktadır. Ne zaman yaşadıkları kesin belli olmamakla birlikte düşmanlarla yaptıkları mücadelede hayatlarını kaybeden üç kardeşin mezarları üzerine kurulmuştur.
Labels:
üçler türbesi..malkara
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)