KARIŞIK

12 Şubat 2016 Cuma

AYNALI ALİ DEDE ( AYN-I ALİ )


AYNALI ALİ DEDE ( AYN-I ALİ )



Manisa'da, Karaköy semti, Kumlu dere caddesinde, Halil Yurtseven ilk okulunun güney tarafında Ayn-ı Ali olarak isimlendirilen bir türbe vardır.Duvarları beyaz taştan, tek kubbeli olarak yapılmış. Ayn-ı Ali Osmanlı İmparatorluğu döneminde, muhasebe-i umumiye de görevli olarak gittiği, Mısır'dan Manisa'ya dönünce bu günkü Ali Bey Camisini ve Türbesini yaptırmış olduğu söyleniyor. Kayıtlara geçmeyen Aynalı Ali Dede, bahçedeki büyük çitlembik ağacının altında, Ahmet Raci adlı müridinin yaptırdığı kabirde, ebedi yolculuğuna çıkmış.Ayn-Ali Mezarlığı park haline getirilirken, O da kaybolmuş. Aynalı Ali Dede, şapkasının ve paltosunun etrafına aynalar nakşetmiş. İnsanlara " Benim varlığımda, kendi öz benliğinizi seyredin" mesajını vermiş.Meczup görüntüsü ve yalnız yaşaması insanları güldürmüş, Ona deli denilmiş.Gönlü ve kafası dolu olan Aynalı Ali Dede, boş bir mezarlığı ve Manisa'nın kimsesiz sokaklarını kendine mesken seçmiş, günlerini bu kentte dolaşarak geçirmiş. "Tasavvuf edebiyatında, Allah ve Alem ayna olduğu gibi, Alemin hulasası ve Allah'ın mahzarı olan < insanı kamil > de bir aynadır.Şahadet aleminde insandan daha mükemmel bir ayna yoktur.O halde alem, Ademin vücudu ile parlak bir ayna olduğundan, mutlak olan Allah, bu ayna da kendi suretini kemali ile müşahede eder. Mevlana'nın < Canın aynası ancak O diyardan olan Kamil insanın yüzüdür.Ey gönül külli olan aynayı iste, deryaya git, ırmaktan iş çıkmaz. > der. Şemsi ise; Gönül Ayinesin sofi Eğer ider isen safi Açılır sana kapu İyan olur Cemalullah. " diye okur. (1) " Mısırlılar tarafından güneş sembolü olarak kabul edilen aynalar dinsel törenlerde kullanılmış.Miken uygarlığında da aynı amaçla kullanıldığı sanılmaktadır." (2) Aynalı Ali Dede Manisa'da hayat bulmuş, Mikenler ise binlerce sene önce yaşadığı Manisa Syplos dağından Pelepones (Yunanistan) yarım adsına gitmiş.Miken inanç sistemi ile Aynalı Ali Dede arasındaki benzerlikler bir araştırma ve inceleme konusu olabilir.İnsanlar madde ötesinde yaşadığı olayları ve inançları kendi varlıklarında hisseder. Ahmet Raci iyi tahsil görmüş, genç ve çevresinde sevilen bir insanmış.şehrin ortasındaki evinde otururmuş.Aynalı Ali Dede ise şehrin dışındaki mezarlıkta, bir kulübede yaşamış. Mezarlığın etrafı duvarla çevrili, tahta bir kapısı varmış. Kabristanlığın içinde bulunan taşların çoğu Kybele tapınağından kalan eski taşlarmış.Tetkike değer bu sütunlar, daha sonraki yıllarda çay başı deresinin duvarları yapılırken temel taşı olarak kullanılmış.Milli Eğitim Müfettişi Hikmet Bozkurt ve öğretmen Nazmi Bayçın 1932 senesinde hazırladıkları ve basılamayan kitaplarında sokak aralarının sütun ve faluslarla dolu olduğunu yazmış. Şehrin dışında olan bu mezarlık, kentin büyümesiyle orta yerde varlığını sürdürmüş. Ahmet Raci maddi ve manevi ilimlerde; bilgisi arttıkça çelişkiye düşmüş.Kendisini içkiye ve eğlenceye vermiş.Raci perişanlık yolundan çabuk ayrılır, kendisini toplar, şöhret sahibi kişilerle tanışarak onlarla dolaşmaya başlar.Arkadaşlarının saygı duyduğu bir delikanlı olur. Günlerini çay başındaki kahvelerde, sohbet meclislerinde geçirir. Bir gün yolunu değiştirmiş, mezarlığın yanından geçmişti.Derinden gelen ney sesi ve hissettiği bir duygu onu içeriye doğru çekmiş.Çitlembik ağaçlarına doğru yürüyordu, yarısı hasırdan, yarısı ağaçtan yapılmış bir kulübe dikkatini çekmişti.Kapıda eski giysiler içinde, nur yüzlü bir piri fani gözükür.Başındaki yeşil takkenin etrafı aynalarla çevriliydi.Renk cümbüşü içinde, yamalarla dolu olan cüppesinin eteklerine aynalar ve parlak teneke parçaları nakşedilmiş ve yapıştırılmış bir haldeydi.İçinden Aynalı Ali Dedenin haline gülmek gelmiş.Karısındaki insan Ahmet Raci' ye yumuşak bir sesle : - "Sefa geldiniz nurum! Buyurunuz " diyerek, kulübeden çıkardığı hasır parçasını yere sermiş. -"Nasılsınız, hoşmuşsunuz nurum" derken, Aynalı Ali Dede karşısındaki bu yakışıklı genci süzüyordu. -" isminiz nedir" ? -" Ahmet Raci" -"Raci İnsan demektir" sözü dudaklarından dökülürken gülümsemişti. Onunla insanlık hakkında konuşurken, Aynalı dedenin filozof ve bilgin bir kişi olduğunu düşünmüştü Ahmet Raci. Aynalı Ali Dede paltosunun cebinden neyini çıkardı, boş kamıştan güzel sesler çıkıyordu, ney taksimi bittikten sonra, Racinin konuşmasına fırsat vermeden davudi sesiyle yazdığı bir şiirini okumuştu.Aynalı, kendi varlığına dalan Ahmet Raci'ye yokluk tepesini göstermişti.Raci arkadaşlarını unutmuş,her gün mezarlığa giderek sohbetlerden doyumsuz bir zevk almaya başlamıştı. Bir gün götürdüğü hediyeleri Aynalı kabul etmemişti.Onun müridi olmak istemişti, arzusu kabul edilmiş, Raci için kırk günlük bayram başlamıştı.Aynalı senelerdir kapısına gelecek nasibi beklemişti. Aynalı Ali Dede şapkasını çıkarmış, ona büyük bir ayna ilave etmiş, cüppesine de iki teneke eklemişti.Ahmet Raci artık öğrencisiydi. Raci çok şiddetli bir savaşa, cihada ve imtihana kendi varlığında girmişti.Aynalı: "Bu meydan adalet ve imtihan meydanıdır; nereye gidersen git ben seni orada da bilgilendirmeye devam edeceğim." Diye söylenmişti.Aynalı ortadan kaybolmuş, nerede olduğunu kimse bilmiyordu. Ahmet Racinin ruhunda fırtınalar esiyordu.Sinirleri bozulmuş,davranışlarındaki bozukluk sağlığını etkilemişti, ailesi üzüntü içinde Raci'yi akıl hastanesine götürmüştü.Oradan çıkmak için bir istekte bulunmamış.Aradan haftalar ve aylar geçmişti.Bir gün hafif deliler, yeni gelen birisine aynalı, aynalı, aynalı diye bağırıyorlardı.Yeni gelen deli Ahmet Raci' nin kaybettiği ve bulmak ümidiyle tüm Anadolu'nun yarısını dolaştığı halde; izini bulamadığı, kaybettiği Aynalı Ali Dedeydi. Ellerine sarıldı, ağlamaya başlamıştı.Ayn-ı Ali Mezarlığında başlayan dostluk ve öğreti Manisa Akıl Hastanesinde de devam ediyordu. Aynalı neyini yanına almayı unutmamıştı.Onu üflüyor, davudi sesiyle de okuyordu. " Heplik birlik için, bak iki göz bir görüyor bir ise dirlik için Bak iki göz bir görüyor ! -------------------------------- Zahit bize tan eyleme Hak ismi okur dilimiz Sakın, efsane söyleme, Hazrede gider yolumuz Erenlerin çoktur yolu, Cümlesine dedik veli, Ko desinler bize deli, Usludan yeğdir delimiz. " (3) Bir müddet sonra ikisi de hastaneden çıkar evlerine döner.Bahar gelmiş, Çitlembiğin üzerindeki kuşlar öterken Aynalı, Raciye yine içinden geldiği gibi okuyordu. " Güneş yanar, Alem söner Bir gün gelir hepsi söner, Hey sahib-i ilmü hüner, Bilirmisin sebebi kim. " (3) Aynalı Ali Dede mesajını vermiş,ayrılık vakti gelip çatmış, dünyaya veda ediyordu. " Ey evlat, ben buradan göçüyorum, zahirden ayrılmamız lazım geldi.Allah yardımcın ve rehberin olsun! Sen yarın sabah zahmet et uğra ,beni gönülden çıkarma ki; her an seninle beraberim" deyince Raci ağlamaya başlar.Aynalı teselli eder der ki:"Ne yapalım evladım, gelip gitme bu aleme aittir.Dış görünüşe niçin bakmalı, Biz Allah'ın emrinin dışında olamayız." (3) Aynalı Ali Dede; ertesi gün sabaha karşı, misafir olarak geldiği bu dünyadan ayrılarak, yokluk alemindeki yerini tekrar almıştı.Koça Aynalı asırlık çınar ağacının altında nurani yüzüyle uzanmış, derin bir uykudaymış gibi yatıyordu.Ahmet Raci sevgi ve hasretle hocasına sarılır, bir müddet öyle kalır.Arkadaşlarından küçük bir grupla bedeni evinin yanındaki çitlembik ağacının altına gömülür. Arapça da; Ayn göz ve kaynak, Ayn-ı kaynakta ve gözde olan demektir. İki Ayn-ı Ali, Antik dönemde kutsal alan olan bu toprağın altında birleşti.İnsanlar onları ziyaret etmek için buraya geliyor ve dua okuyor. Ruhları şad olsun. Kaynakça: (1) Bektaşi şairleri,Sadettin Nüzhet,1930,Sayfa:453-454, İstanbul devlet Matbaası. (2) Büyük Ansiklopedi,S.E.C.A ve Milliyet yayınları,1991, Sayfa:118 (3) Filibeli Ahmet Hilmi, 1978, Amak-ı Hayal, Tercüman yayınları. AYN-I ALİ TÜRBESİNİN İÇİNDEKİ SANDUKA Sandukanın içi boştur.Boyanmış lahit parçaları üzerine konmuş, kapağını açınca İçinden toprak görülmektedir.Sandukanın içi hava almadığından, zeminden rutubet kokusu gelmektedir.
Yazar: A.Haydar Aksakal 

YİRMİ İKİ SULTANLAR (ŞEHZADELER)TÜRBESİ

YİRMİ İKİ SULTANLAR (ŞEHZADELER)TÜRBESİ


Yirmi İki Sultanlar (Şehzadeler) Türbesi, Şehzadeler İlçesi, Saray Mahallesi, Konur Sokak’ta yer almaktadır.
İşgal yıllarında Manisa yangınında kül olan Türbe Camii (Şehzade Mustafa) arsasında yer alan Yirmi İki Sultanlar (Şehzadeler) Türbesi’nin kim tarafından, hangi tarihte yaptırıldığına dair kesin bir bilgi yoktur.
Çağatay Uluçay ve İbrahim Gökçen’in “Manisa Tarihi” eserinde türbenin II. Murad zamanında Saray-ı Amire ile aynı tarihte yapıldığına dair kayıtlar mevcut ise de[1]  M. Çağatay Uluçay’ın “Manisa’daki Saray-ı Amire ve Şehzadeler Türbesi” eserinde[2]  Hatuniye Camii’ni yaptıran II. Bayezıd’ın oğlu Şehzade Şehinşah (1490-1503) tarafından yaptırıldığı kaydedilmektedir.
Manisa adına kapsamlı çalışma yapan Hakkı Acun da türbenin Şehzade Şehinşah tarafından  Saray-ı Amire’nin bahçesine[3] yaptırıldığı kaydetmektedir.
Yirmi İki Sultanlar (Şehzadeler) Türbesi 1445-1595 yılları arasında Manisa’da valilik yapan şehzadelerin ölen kız ve erkek çocukları adına yapılmıştır.
Türbe, Sara-ı Amire’nin bahçesinde bulunan binaların bakımsız ve harap duruma düşmesi; kapısının olmaması, bazı bölümlerinin yıkılması ve sıvalarının dökülmesi üzerine 1704-1705 tarihleri arasında kapsamlı olarak bakım ve onarım görmüştür.
Türbenin 1714, 1848, 1883-1884 ve son olarak 1980 tarihlerinde bakım ve onarımdan geçirildiği anlaşılmaktadır.[4]
Yirmi İki Sultanlar (Şehzadeler) Türbesi’nde sekiz şehzade, ondört sultan sandukası bulunmaktadır. Manisa’da şehzadelik yaparak ecelleriyle ölenlerin buraya gömülmediği bilinmektedir.[5]
Türbede meftun olan şehzade ve sultanların hangi şehzade ya da hükümdar çocuklarına ait olduğu bilinmemektedir.
İstiklal Savaşı’nda Rum ve Ermeniler tarafından yakılan tarihi eserlerden birisi de Yirmi İki Sultanlar Türbesi ve  Türbe Camii’dir.  www.tarihistan.org
Şehzade Mustafa tarafından 1763 tarihinde onarım geçiren Türbe Camii’si Sultan Mustafa Camii adı ile bilinmektedir.[6] www.tarihistan.org
Ziyarete açık olan Yirmi İki Sultanlar Türbesi klasik Osmanlı mimari tarzında inşa edilmiş sekizgen planlı olup üzeri kubbe ile örtülmüştür. Kubbeye prizmatik Türk Üçgen Kuşağı ile geçilir.[7]
Türbe içinde doğudan batıya birbirine paralel, dört, altı, yedi ve beş tane sanduka sıralanır. Bunlardan sekizi kavuklu erkek, ondört tanesi çocuk ve kadınlara aittir.[8]
Şehzadeler Türbesi, özellikleri bakımından Osmanlı Türbeleri geleneğini yansıtır.[9]  
Saruhan Sancağı’nda görev yapan şehzadeler şunlardır:
Saruhan Beyliği Yıldırım Bayezıd döneminde Osmanlı’ya bağlanmıştır. Yıldırım Bayezıd’ın Manisa’yı Osmanlı topraklarına katmasından sonra oğulları Ertuğrul ve Süleyman Çelebileri Saruhan Sancağı’na sancak beyi olarak atadığı görülür. Bu gelenek Çelebi Mehmet tarafından da devam ettirilmiştir. Şehzade Murad (II. Murat) Manisa’da sancak beyi olarak görev yapmıştır.
II. Murad’ın oğlu Şehzade Mehmet (Fatih Sultan Mehmet)’i  Saruhan Sancak Beyi olarak atamıştır. Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Mustafa; II. Bayezıd’ın oğulları Abdullah, Şehinşah, Korkut, Mahmut ve Alemşah; Yavuz Sultan Selim’in oğlu Kanuni Sultan Süleyman; Kanuni’nin  oğulları Mustafa, Mehmet, Selim (II. Selim); II. Selim’in oğlu Murat; III. Murat’ın oğlu Mehmet Saruhan Sancağı’nda görev yapmışlardır.[10]
Manisa’ya şehzade olarak gönderilip Osmanlı’ya padişah olanlar şunlardır:
1-Fatih Sultan Mehmed,
2-Kanuni Sultan Süleyman,
3-II. Selim,
4-III. Murad,
5-III. Mehmed,
6-Manisa’da doğan Sultan Mustafa,
www.tarihistan.org
 
[1] Çağatay Uluçay, İbrahim Gökçen , Manisa Tarihi, Manisa Halk Evi Yayınları. Nu: 5, Resimli Ay Matbaası, İstanbul. 1939, s. 179;
Ayrıca Bak. Hammer, Devleti Osmaniye Tarihi, Mehmet Ata Tercümesi, C. 2. S. 83
[2] M Çağatay Uluçay, Manisa’daki Saray-ı Amire ve Şehzadeler Türbesi, Manisa Halk Evi Yay, Resimli Ay Matbaası, İstanbul. 1941, s.23
[3] Hakkı Acun, Manisa’da Türk Devri Yapıları, TTK, Ank. 1999, s.413
[4]  Hakkı Acun, age, s. 413
[5] M Çağatay Uluçay, Manisa’daki Saray-ı Amire ve Şehzadeler Türbesi, Manisa Halk Evi Yay, Resimli Ay Matbaası, İstanbul. 1941, s.25
[6]  Uluçay, age, s.25
[7] Hakkı Acun, Manisa’da Türk Devri Yapıları, TTK, Ank. 1999, s.413
[8] Gürol Pehlivan, Manisa Şehrinde Evliya Kültü, Manisa İl Özel İdare Yay. Manisa 2012, s.105
[9] Hakkı Acun, Manisa’da Türk Devri Yapıları, TTK, Ank. 1999, s.414
[10] M Çağatay Uluçay, Manisa’daki Saray-ı Amire ve Şehzadeler Türbesi, Manisa Halk Evi Yay, Resimli Ay Matbaası, İstanbul. 1941, s.5; Gürol Pehlivan, Manisa Şehrinde Evliya Kültü, Manisa İl Özel İdare Yay. Manisa 2012, s.49,50

NACİ YENGİN


Karaköy semtinde yer alan türbe Saruhan Bey’in eşi Gülgün Hatun tarafından yaptırılmıştır. 14.yüzyıla tarihlenen dikdörtgen planlı, tek bir kubbeyle örtülü olan türbenin sivri kemerli bir girişi vardır. Türbede bulunan yedi sanduka nedeniyle Yedi Kızlar adı verilen türbe, aslında Saruhanoğulları’nın eşleri için yaptırılmıştır. Ön sırada bulunan üç mezardan ortada bulunanın Gülgün Hatun’a ait olduğu sanılmaktadır.
 
Yedi Kızlar
 
Rivayete göre bir zamanlar Manisa’nın fakir mahallelerinden birinde yedi kız kardeş birbirlerinden habersiz, yedisi de Manisa beyinin genç ve yakışıklı oğluna âşık olurlar. Bunu öğrenen Manisa beyi kızların babasına şu haberi gönderir:

— Maşallah kızlarınızın yedisi de birbirinden güzel. İçlerinden birini Allah’ın emri Peygamberin kavliyle oğluma almak isterim. Kızlarınız yedi mendil göndersinler. Oğlum bunlardan hangisini beğenirse o kız gelinim olsun…

Yedi güzel kız, geceyi gündüze katarak yedi mendil işlerler. Bir sepete koyup beyin konağına gönderirler. Oğlan mendilleri ve üzerine işlenen motifleri iyice inceler ve sonunda birisini seçer. Bir de ne görsün? Mendiller uçlarından birbirine bağlı ve son mendilin ucunda da iki satır:

— Biz yedi kız kardeşiz, birbirimizden ayrılmayız. Sen mutluluğunu başka bir mendilde ara.

Bu yedi kız kardeş ömür boyu evlenmezler. Kendilerini hayır işlerine adarlar. Evlenecek kızlara çeyiz işler, fakir fukaraya yardım ederler. Hayırla, takvayla ve ihlâsla bir ömür geçirirler. Vefat ettiklerinde de yan yana gömülürler.

ŞEYH AHMET.. MANİSA GÖRDES


ŞEYH AHMET.......


MANİSA GÖRDES



Yaklaşık 700 yıl kadar önce İran’ın Horasan bölgesinden geldiği tahmin edilen Şeyh Mehmet şu an köyün kurulduğu yaylaya yerleşir.

   Köyün olduğu yer 1250’lerde yayladır. Buraya  Şeyh Mehmet  yedi  talebesiyle gelir.  Bu talebeler aynı zamanda çobanlıkla uğraşmaktadırlar. Bu talebeler  Karakeçili, Karakoyunlu, Akkoyunlu,  Sarıkeçili, Akkeçili, Sarıtekeli, Yağcıbedirli, boylarından olup, köy 7 ayrı boydan oluşmuştur.
   Bilgili olması sebebiyle çevre yerleşim birimlerinden yaylaya kendisine danışmaya gelenler olur. Buranın adı, Şeyh’in yaylası olarak yayılır.  Bundan sonra yerleşim biriminin adı Şeyhyayla olarak kalır. Günümüzde halk ağzında Şıhyayla yada Işıkyayla olarakta söylenmektedir.
   Günümüzde bazıları Uşak, Balıkesir, Çanakkale, Afyon ve Niğde de akrabaları bulunan ailelerin olduğu bilinmektedir ancak bunlar  birbirlerinden habersizdirler.
   Halen köyün içinde türbesi olan kişinin kardeşleri de köyün kuzeyine defnedilmiş, 2001 yılında burası da türbe haline getirilmiştir.

Sahipler Sultan Türbesi AFYONKARAHİSAR

Sahipler Sultan Türbesi 

 AFYONKARAHİSAR 

–Merkez – 

Sahipler Sultan Türbesinin Yeri: Afyonkarahisar İlinin Merkezinde Otpazarı Çaddesinde bulunan Yoncaaltı Camisinin yakınında türbesi vardır.
Sahipler Sultan Türbesi
Sahipler Sultan Kimdir: Sahipler Sultan, Sahipoğlu Nusredüddin Ahmet Bey’dir Hakkında başka bir bilgimiz yoktur. 
Yusuf Ilgar'a göre Selçuklu devlet adamlarından Sahip Ata Fahrettin Ali'nin soyundan 15 kişinin sanduka tipi mezarı vardır. Halk arasında bu türbeye Sahabeler Sultan adı da verilmektedir.   
Türbenin Durumu: Türbe kesme taştan, tek kubbeli olarak yapılmıştır. Türbede Ahmet Bey, eşi ve çocukları olmak üzere toplam 15 tane sanduka bulunmaktadır.
Yusuf Ilgar'a göre 15 sanduka vardır. Bunlardan sekizinin mezar taşının okunduğunu belirtmektedir. Mezar taşı okunanlar Sahipata Fahrettin Ali’nin Nusreddin Hasan'dan torunu Muzafferüddin Devle Bey (öl:1333), oğlu Hamza Bey (öl:1368-69), Hasan Bey (öl:1368-69), Ali Bey (öl:1389), Sinan Bey (öl:1396), Mahmut Bey (öl:1375), Mahmut Beyin kızı Hand Bey Hatun (öl:1347), Yahşi Bey oğlu Balı Bey (öl:1428) olarak tespit edilmiştir. 

Ziyaret Nedeni: Genellikle kadınlar tarafından ziyaret edilen türbede ziyaretçiler değişik dilekleri için adakta bulunurlar.

Kaynakça: Mehmet Gündoğan – Afyon Alimleri Evliyaları -1994 / Nihat Aytürk – Bayram Altan – Türkiye’de Dini Ziyaret Yerleri- Altanoğlu – 1992 / Yusuf Ilgar -Afyonkarahisar'da Mezarlıklar ve Türbeler.

Taylan Köken

Ocak Dede ... Giresun.. Espiye

 Ocak Dede  ... Giresun.. Espiye


Giresun’un Espiye ilçesine bağlı Arpacık köyünde yüzyıllardır öyle bir gelenek yaşatılıyor ki bu geleneği bozmak isteyenlerin başına gelenler korkutuyor.
Espiye’nin Arpacık köyünün kurucularından olduğu rivayet edilen ve hala köyde türbesi bulunan Ocak Dede’nin yasaklarına uyuluyor. Zaman zaman bu gelenekleri ve yasakları çiğnemek isteyenlerin ise başına hastalık, kaza, sakat çocuk gibi çeşitli hadiseler geldiği ileri sürülüyor. Ocak Dede’nin vasiyeti nedeniyle köyde acı biber, soğan, sarımsak hatta patlıcan gibi bir çok sebzeler ekilemiyor. Bunun yanı sıra köyde yüzyıllardır tavuk, kaz, ördek gibi kanatlı kümes hayvanları yetiştirilmediği gibi bu gelenekleri bozmasından korkulduğu için de başka köylerden kız alınıp kız verilmiyor.
"KİM KALKIŞTIYSA BAŞINA ÜZÜCÜ BİR İŞ GELDİ"
Köyün sakinlerinden olan Halime Arpacı, yemelerinde bir sakınca olmayan bazı sebzeleri ekemediklerini belirterek ekenlerin de mutlaka başına bir dert geldiğine şahit olduklarını söyledi. Halime Arpacı, “Köyümüzdeki gelenek bir rivayetten ibaret değil, her kim tadı acı olan sebze veya bir ürün ekmeye kalkışırsa mutlaka bir hastalık veya çeşitli üzücü hadise başına gelmiştir. Bunu en yakınlarımızda görüyoruz. Bu yüzden de köyümüzde kimse biber, sarımsak, soğan gibi ürünleri ekemiyor” dedi.
Başına gelen bir olayı anlatan Abdullah Arpacık ise “ Henüz genç yaşlarımdayken pazardan satın alınıp eve getirilen bir soğanı kapıya dikmiştim. Koltuğumun altında soğan gibi bir şişlik oluştu. Bunun üzerine tarlamızda acı ürün arayan babam soğanı ektiğim yerde bularak söktü. Ardından ise hastalığım iyileşti” diye konuştu.
Köyün acı sebze ekmeme dışında dışarıdan gelin alıp vermeme ve kanatlı kümes hayvanı beslememe gibi gelenekleri olduğunu da ifade eden köy sakinlerinden Galip İmamoğlu “Köyümüzün kurucularından Ocak Dede’nin vasiyeti üzerine köyümüzde bu gelenekler yaşatılıyor. Bu gelenekleri her kim bozmaya çalışırsa da mutlaka cezalandırılıyor. Biz de ecdadımızdan gördüğümüz gibi günümüzde de yaşatmaya devam ediyoruz” şeklinde konuştu.

Yasakları Delenlerin Başına Korkunç Şeyler Geliyor
Yasakları Delenlerin Başına Korkunç Şeyler Geliyor

Servergazi Türbesi, DENİZLİ

Servergazi Türbesi, DENİZLİ
Merkezefendi ilçesine bağlı Gerzele Mahallesi’nde bulunmaktadır. Dağ yamacına yakın bir noktada konumlanmış olan türbenin çevresi büyük çınar ve meşe ağaçları ile kaplıdır. Türbe binası 1992 yılında yapılmıştır.
Türbenin içerisinde Denizli’yi fetheden Selçuklu komutanı Servergazi’ye ve onun bir askerine ait toplam 2 sanduka mevcuttur. Türbe binası sekizgen formlu, yığma taş yapılıdır. Duvarları içeriden beton sıvalıdır. Kapının bulunduğu duvar hariç, tüm duvarlarında oldukça uzun, yuvarlak formlu birer pencere bulunmaktadır. Doğu duvarında ise oldukça uzun, yuvarlak formlu bir kapı vardır. Yapının pencere ve kapıları ahşaptan yapılmıştır. Türbenin üzeri piramidal çatıyla örtülüdür. Çatının zirve noktasında metal alem bulunmaktadır.
Servergazi Türbesi, yalnızca Denizli’nin değil, Türkiye’nin önemli inanç turizmi merkezlerinden biridir. Her yıl çok sayıda kişinin ziyaret ettiği Servergazi Türbesi’nin çevresi mesire alanı olarak da kullanılmaktadır





Hacı Bayram-ı Veli türbesi..ankara


ImageHACI BAYRAM-I VELİ TÜRBESİ

                            Hacı Bayram-ı Veli türbesi


Hacı Bayram-ı Veli Camii’nin güney duvarına bitişik olan türbe, Hacı Bayram-ı Veli’nin öldüğü yıl olan H.833/ M.1429-30 yılında yapılmıştır.Kare planlı ve kubbeli bir yapı olan türbenin güneyinde Fazıl Paşa türbesi,batısında cami avlusu yeralmaktadır.
 
Türbeye giriş batı cephesindendir.Türbe içinde Hacı Bayram-ı Veli’nin sandukası ile birlikte dokuz adet sanduka bulunmaktadır.Türbenin kurşun kaplı kubbesinin iç yüzeyleri zengin kalemişleriyle süslenmiştir.Kubbe eteğindeki yazıda kuşağında sekiz kez ‘ La ilahe illallahül Melikül Hakku-l Mübin ’ yazısı tekrarlanmıştır.Bu yazıların arasında küfi yazı ile yazılan bir başka yazı içinde Celal ve Nebi adları okunmaktadır.
 
Türbe yapısından günümüze kadar gelebilen, ancak bugün Ankara Etnoğrafya Müzesinde bulunan türbenin iç ve dış kapıları türbenin yapıldığı döneme ait olmaları yanında bir çok ahşap tekniğini birarada bulundurması bakımından önemlidir. Kapıların her ikiside türbe ile aynı tarihe yani 15.yüzyıla aittir.
 
Oyma tekniği ile işlenmiş dış kapıda aşağıda Türkçe anlamı verilen bir kitabe bulunur.
 
‘Eğer dünya bir kişi için devam etseydi ( yaratılsaydı) onda ebedi kalacak kişi ancak Allah’ın Resulü ( Muhammed) olurdu.’
 
İç kapı diğerine göre işçilik kalitesi bakımından daha üstündür.Dikdörtgen kapı kanatlarının ortada kalan bölümlerinde dörder altıgenin içinde küfi yazı ile Allah ve Muhammed yazılmıştır.Bu bölümün üzerindeki üst bölümlerde ise derin oyma tekniği ile her iki kanatta Arapça sülüs ile Yunus Suresi 62.Ayet yazılmıştır.Ayetin Türkçe anlamı ;
 
Allah’ın o veli kulları varya ; işte onlar için ne korku ve ne de hüzün vardır.
GAZİ ÇELEBİ TÜRBESİ :


Sinop il merkezinde bulunan Gazi Çelebi Türbesi, büyük dedesi Muinüddin Süleyman Pervane’nin yaptırmış olduğu Pervane Medresesinin iç bölümünde sağ tarafta, bir oda içerisinde bulunmaktadır. Buraya medreseden küçük bir kapı ile girilmektedir.
Muinüddin Süleyman Pervane’nin 1277’de Abaka Han tarafından idam edilmesinden sonra Gazi Çelebi Pervane oğullarının son hükümdarı olarak burada bir devlet kurmuştur.
Mezarın bulunduğu kısmın ilk yapılışında üzerinin kapalı olduğu duvardaki izlerden anlaşılmaktadır. Gazi Çelebi’nin mezar taşı Selçuklu üslubunda yapılmış uzun bir mermer sandukadır. Sandukanın baş ve ayak taşlarında Gazi Çelebi ile babasının isimleri ve ölüm tarihleri yazılıdır.
Sandukanın kitabesi:
“Bu kabir, yedi yüz yirmi iki yılında ölen Mesut Çelebi oğlu, Gazi Çelebinindir. Allah, Makamını hoş etsin.”
Sandukanın baş ve ayak taşlarında dualar yazılıdır.

CANDAR (İSFENDİYAR) OĞULLARI TÜRBESİ
isfendiyaroğulları türbesi  
   isfendiyaroğulları türbesi içi
 Alâeddin Camisi’nin avlusunda kuzeydoğu köşede bulunan Türbe, Candaroğulları’ndan Celalettin Beyazıt ile oğlu İsfendiyar ve İsfendiyar’ın oğlu İbrahim Bey’ler ile bu aileye mensup zatların kabirlerini ihtiva etmektedir. Yapım kitabesi olmayan türbenin hangi tarihte ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinememektedir. Vakfiyesi “İbrahim Bey” diye kayıtlıdır.
Türbe; kuzey-güney konumlu, dikdörtgen planlı ve tek kubbeli bir yapıdır. İçindeki sandukalar dönemin Türk taş işleme ve oymacılığının güzel örneklerindendir. Türbenin giriş kapısının üstünde “Her nefis ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz” ayetleri yazılıdır.
HATUNLAR TÜRBESİ..SİNOP




Sinop ili merkezi Ada Mahallesinde, Seyit Bilal Türbesi ve Cezayirli Ali Paşa Camii’nin kuzeybatı cephesinde yer almaktadır. Kare planlı tek kubbeli tipik bir Candaroğlu türbesidir. Türbe içerisinde iki adet sanduka bulunmaktadır. Türbenin inşa kitabesi olmadığından ne zaman ve kimin adına yapıldığı hakkında açık herhangi bir bilgi intikal etmemiştir. Ancak, soldaki sandukanın baş şahidesinin iç kısmındaki kitabeye göre; İskender Kızı Ture Hatun ismi geçmektedir. Buna göre; türbenin Celaleddin Beyazıd’ın oğlu İskender’in karısı ile kızı “Ture Hatun” için yaptırıldığını tahmin edilmektedir..
ÇEÇE SULTAN TÜRBESİ:gerze
 Gerze ilçesi Yenikent Beldesi sınırları içerisinde bulunan Çeçe Sultan Türbesi Selçuklular döneminden kalma tek katlı ve tek mekânlı bir yapıdır. Ön cephenin sağ kenarında küçük boyda, kenarı kesme taştan yapılmış kemerli bir giriş kapısı bulunmaktadır. Kapı üzerinde küçük ebatta dikdörtgen şeklinde taş üzerine Selçuklu yazı stilinde yazılmış bir kitabesi vardır.

Türbe binası içinde 8 adet sanduka mezar bulunmaktadır. Girişin önünde yer alan 5 adet küçük boyda sandukanın Çeçe Sultan’ın kızlarına, bu kabirlerin güneyinde yer alan iki adet büyük sandukanın solda olanının Çeçe Sultan’a, diğerinin ise Çeçe Sultan’ın oğluna ait olduğu söylenmektedir. Girişin tam karşısında kuzey duvarına bitişik olan 1 adet kabir daha vardır ki, bunun da Çeçe Sultan’ın sancaktarına ait olduğu söylenir.
104348,cece-sultan-turbesi

Söylencelere göre; Çeçe Sultan’ın asıl adının Seyit Muhammed olduğu, Horasan’da yaşadığı, babasının adının Seyit Abdullah olduğu ve 12 İmamlardan Musa El-Kazım’ın ve aynı zamanda Peygamberimiz Hz. Muhammed’in 7. göbekten torunu olduğu anlatılmaktadır. Çevredeki köylülerce her yıl yapılmakta olan Hıdrellez kutlamaları genellikle burada gerçekleştirilmektedir. Sinop merkezdeki Yeşil Türbe’de 1920’li yıllarda bulunan tasdiksiz şecereye göre; Sinop merkez Ada Mahallesinde metfun bulunan Seyit İbrahim Bilal Hazretleri, Çeçe Sultan’ın amcasıdır. Hüseyin Hilmi’nin bize aktardığı bu şecere şöyledir: Hz. İmam Ali’nin (k.v) oğlu Hz. Seyit İmam Hüseyin oğlu Hz. Seyit İmam Zeynel Abidin oğlu Hz. Seyit İmam Muhammed Bakır oğlu Hz. Seyit İmam Caferi Sadık oğlu Hz. Seyit İmam Musa Kazım oğlu Hz. Seyit Abdullah el Ekber oğlu Hz. Seyit Muhammed el meşhur Çaçe Sultan oğlu Hz. Seyit Musa oğlu Hz. Seyit İsa kızı Hz. Seyide Fatma kızı Hz. Seyide Halime oğlu Hz. Şeyh Seyit Mustafa Göllü oğlu Hz. Şeyh Seyit Recep oğlu Hz. Şeyh Seyit Mustafa (r.a)
Sultan Hatun Türbesi..sinop




Sinop Arkeoloji Müzesi bahçesinde bulunan ve halk arasında “Aynalı Kadın Türbesi” adıyla bilinen yapı; kemerli kapı girişin üzerinde bulunan kitabeye göre H 797 Ramazan ayında (M 1395 Haziran ayında) inşa ettirilmiş olup içerisinde bulunan 3 adet sandukadan birisi (büyük ihtimalle en büyüğü) H 797 ( M 1395) tarihinde vefat eden Osmanlı Padişahı Orhan Bey’in oğlu Süleyman Paşa’nın kızı Sultan Hatun’a aittir. Sultan Hatun, aynı zamanda Candaroğlu Beyi Süleyman Paşa’nın da karısıdır.
Sultan Hatun Türbesinin Giriş Kapısı Üzerinde Bulunan Kitabe
Kare planlı olan türbe kesme taştan yapılmıştır. Dönemindeki diğer kare planlı türbelere bakıldığında orijinal üst örtüsü kubbe olması gereken yapı, bugün ahşap çatı ve alaturka kiremitle örtülüdür. Ön cephesi hariç üç cephesinde birer adet olmak üzere toplam 3 adet penceresi bulunmaktadır.r. Diğer kabirlerin kime ait olduğu belli değildir.

Okçu Baba Türbesi

Okçu Baba Türbesi: Nusret Paşa Türbesi olarak da bilinir. Hisar bölgesinde Saltanat Kapıya yakın bir alanda bulunan türbenin 14. yüzyılda inşa edildiği düşünülmektedir.Bursa’nın fethinde önemli hizmetleri olan Nusret( Nasrettin) Paşa’ya aittir. Kareye yapın planlı türbe dıştan kiremit çatılı, içten kubbelidir. Giriş kapısı vurgulanmış olan türbenin kotu çevresinden aşağıdadır.
Bursa Kültür Varlıkları 



KURŞUNLU Çırdak Köyü "

ÇIRDAK TÜRBESİ"





















Çırdak türbesi köy mezarlığınıniçinde tek odalı 
biryapıdır.
Türbede Horasan'dan gelen,Şeyh Ahmet 
adında bir zatın yattığına inanılmaktadır. 
Türbenin içinde 
bulunan diğer sandukalar Şeyh Ahmet’in 
karısına ve
 çocuklarına aittir. Şeyh Ahmet’e ait 
olduğuna inanılan 
sanduka, diğerlerinden daha yüksekçe 
yapılmıştır.

Yörede her Cuma Çırdak Türbesi ziyaret edilir. 
( Rivayeten Cuma geceleri geyiklerin gelip türbeyi 
ziyaret ettikleri de anlatılmaktadır.) Türbeye çocukları
 olmayan 
kadınlar, askere gidecek olan delikanlılar, baba evinden 
çıkıp oğlan 
evine gidecek olan gelinler, hacı adayları gelip dua ederler.
Çırdaklılar yağmur dualarını da Çırdak Türbesi’nde yapar.

YAPRAKLI Merkez Fethiye Türbesi 


Yapraklı ilçe merkezinde bulunan Fethiye türbesi 
iki katlıdır. 
Kare planlı olan türbenin alt katında iki bölüm vardır. 
Her iki 
bölümde de birer kabir bulunmaktadır.  Türbenin üst katı 
kütüphanedir. Türbenin üzeri beşik bir tonozla örtülüdür. 
Üst kattaki kütüphanenin asıl girişi kuzey cephesinden olmasına 
karşılık, bugün güney cephesine bitişik pencereden açılan bir kapıdan girilmektedir.

Yörede Fethiye türbesinde yatan zat ile ilgili fazla bilgi yoktur. 
Bazılarına göre Horasan’dan gelen bir zata aittir; bazılarına göre ise türbedeki evliya Yapraklı’nın yerlisidir. Türbedeki kabirlerde baba oğulun yattığına inanılmaktadır ve soyları “Koçyiğitler” sülalesine bağlanmaktadır.
Türbede ağaçtan yontulmuş bir tokmak bulunmaktadır. 
Ziyaretçiler, bu tokmağı ağrıyan yerlerine sürerler.

Bayraklı Baba Türbesi


Bayraklı Baba Çanakkale Geliboluda,Bayraklı Baba kimdir,Bayraklı Baba Hakkında

Bayraklı Baba Çanakkale Geliboluda,Bayraklı Baba kimdir,Bayraklı Baba Hakkında


Adak adayanlar Türk Bayrağı asıyor…

Adakta bulunanların dileği gerçekleştiğinde Türk Bayrağı astığı Çanakkale’nin Gelibolu ilçesindeki ”Bayraklı Baba” türbesi, yoğun ilgi görüyor.
Gelibolu Yarımadası’nda, Çanakkale Savaşı’nın yaşandığı alanların ardından en çok ziyaretçi çeken bölge olarak bilinen Gelibolu Fener mevkisindeki Bayraklı Baba türbesi, özellikle hafta sonları Türkiye’nin değişik bölgelerinden gelen vatandaşlar tarafından ziyaret ediliyor.
Ziyaretçiler, Bayraklı Baba türbesine ilk kez geldiklerinde dua edip, ev sahibi olmak, evlenmek gibi çeşitli adaklarda bulunuyor. Dileği gerçekleşenler ise daha sonra türbeye yeniden gelip, Türk Bayrağı asıyor.

-BAYRAKLI BABA-

Asıl adı Karacabey olan Bayraklı Baba, efsaneye göre, Osmanlı ordusunda bayraktarlık yapmış biri.
Savaş sırasında elinde sancağı ile düşman tarafından çevresi sarılan Karacabey’in, kaçacak hiçbir yeri olmayınca, tutsak veya şehit düşeceğini anlayınca sancağın düşman eline geçmemesi için sancağı küçük parçalara ayırarak yuttuğu rivayet ediliyor.
Tek çıkar yolun, şehit düşmek olduğunu anlayan Karacabey, ”Ya Allah” diyerek düşmanın üzerine saldırır ve vurularak yere düşer, ancak ölmez. Kısa bir süre sonra durum Türk askerlerinin lehine döner ve arkadaşları tarafından ağır yaralı olarak kurtarılır.
Kısa süre sonra iyileşen Karacabey’e arkadaşları ve komutanları sancağı ne yaptığını sorarlar. Karacabey, düşmana vermemek için parçalara ayırarak yuttuğunu söyler. Fakat tüm dürüstlüğüne rağmen, buna kimseyi inandıramaz. Durumdan rahatsız olan Karacabey, yalan söylemediğini ispatlamak için, belindeki palayı midesinin üzerine bastırarak aşağıya doğru keser. Midesinde bulunan sancak parçaları dışarı çıkar. Karacabey’in son sözleri ise ”Vatan sağ olsun. Benim mezarımdan hiçbir zaman Türk bayrağı eksik etmeyin, sonsuza dek mezarımın başında dalgalansın” olur.
peksimet yemez Latif Baba



Osmanlı donanmasında, adı “peksimet yemez Latif Baba” olarak bilinen denizci ölünce, Babaada Burnuna gömülür. Donanma, ne zaman buradan geçse, uğur getirsin diye, türbenin bulunduğu tarafa, denizciler tarafından peksimet atılırmış. Evliya Çelebi, ünlü Seyahatnamesinde, bundan söz eder. Günümüzde, mavi yolculuğa çıkanlar da, bu yöreden geçerken, mavi sulara, peksimet atıyorlarmı