KARIŞIK

5 Şubat 2016 Cuma

Cüneyd-i Bağdadi Türbesi / TERME

Cüneyd-i Bağdadi Türbesi / TERME




Cüneyd-i Bağdadi Türbesi(Cinibadat) - Dibekli köyü, Terme / SAMSUN

Cini Bağdad adı ile de tanınır. Dibekli köyündedir. Biri yukarıda, diğeri aşağı düzlükte iki adet türbe vardır. Yapı olarak basittir. Sanatsal değeri yoktur. Türbe ile ilgili söylenti şöyledir;

İslam ordularıyla Samsun önlerine gelen Cüneyd adlı yiğit, düzlükte savaşırken kolunun yitirir. Savaşa savaşa bir tepede şehit düşer. Kolunun ve bedeninin düştüğü yerlere birer türbe yapılır. Daha sonra kol gövdenin yanına gömülür ama ertesi gün kolun eski yerine döndüğü görülür.

Türbede yatan şahıs hakkında değişik görüşler vardır. Bunlardan önemlisi, Cüneyd-i Bağdadi Hazretleridir ki, bu şahsın mezarının Irak’ta olduğu bilinmektedir. Bir görüş de, Bağdadi Haydar adlı bir emir olduğudur ki, Cüneyd-i Bağdadi’nin kelime anlamının Bağdatlı asker olduğu, askerin adının ise Haydar olduğu diğer ve türbe ve mezarlardaki şahısların Haydar’ın askerleri olduğu bir savaş esnasında şehit oldukları yolundadır.

En uygun görüş ise bu şahsın Canik Emiri Cüneyd Bey olduğudur. Cüneyd Bey Selçuklu soyundan olup, Kubadoğlu sülalesindendir ve dönemin Samsun hakimidir. Şehzade Çelebi Mehmet’in tekrar Osmanlı hükümdarlığını kurduğu sırada Cüneyd Bey’in serbest kalmasına izin vermiş fakat daha sonra Amasya Valisi Hamza Bey üzerine gönderilerek büyük mücadeleler yaşanmış, Cüneyd Bey sığındığı Terme dağlarında öldürülmüş ve oraya gömülmüştür. Diğer mezarlar ise Cüneyd Bey’in askerleridir. Türbede dokuz metre uzunluğunda sanduka vardır.

Türbe bugün bir adak ve ziyaret yeridir. İnanışa göre dileği olanlar türbeyi bir kez daha ziyaret etmek zorundadırlar.


Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri  Kimdir?
IX. asırda Bağdat; Bizans, İran ve Hint medeniyetlerinin kaynaştığı bir mozaik görünümündedir. Aynı zamanda, sosyal çalkantıların, isyanların fikir çatışmalarının da beşiğidir. Dönüşüm, her alanda kendini hissettirir.

Bu ortamda, Bağdat Okulu adını alan mistik bir hareket öne geçer ve asırlarca etkisini sürdürecek düşünce sisteminin temelleri atılır. Diğer tasavvuf okullarından çok farklıdır. En belirgin vasfı da, Allah ve insan meselesini ele alırken, delillere değil, tecrübeye ile amellere ağırlık verilmesidir. Ana konu Tevhid 'dir, o yüzden mensuplarına Tevhid Erbabı denir.

Sembolik ifadeler ve sufinin tasavvufi durumu üzerindeki tartışmalarla da yüzlerce yıl devam edecek  fikri oluşumun tohumları atılır. İşte, Cüneyd-i Bağdadi, Nuri ve Şibli gibi isimlerin yanında, bu okulun en önemli temsilcisi olarak karşımıza çıkar.

Bağdat 'ta doğup yetişen İbn Muhammed Ebu'l Al- Cüneyd Kasım'ın soyu, İran 'da çok eski bir kasaba olan Nehavend'den gelir. Yakın kuşak dedelerinin Irak'a ticaret nedeniyle gelen tüccarlar olduğu, kendisinin de İpek tüccarı anlamına gelen "hazzaz" lakabıyla anıldığı bilinmektedir. Dayısı, aynı zamanda da yetiştiricisi Seri de baharat ve tuz ticareti yapmaktadır.

Küçük yaşlarından itibaren ilim çevrelerinin içindedir Cüneyd. İmam şafii 'nin öğrencisi olan Ebu Sevr'den fıkıh dersleri alır, Hasan ibn Arefe'den ve başkalarından Hadis dinler, şeri ilimlerde iyice yetiştikten sonra tasavvufa yönelip dayısı Serî  as Sakatî 'nin , Haris al- Muhasibî'nin, ve Ebu Hamza al- Muhasibî'nin sohbetlerine katılır. Tasavvufla ilk teması, Seri'nin meclisinde olur. Şükür üzerine sohbet eden topluluğun önünde oyun oynadığı sırada birden bire Seri ona;

- Ey, çocuk, Şükür nedir diye sorar.O da,
- "Allah'ın nimetleriyle Allah 'a isyan etmemektir." diye cevap verince, Seri,
"Korkarım ki, senin Allah 'tan nasibin dilin olacaktır." der.

Bağdat okulunun kurucu sayılan  Seri'nin öğretim yöntemi, Sokrat'a benzetilmektedir. O da diyalog yoluyla, tasavvuf üzerine düşüncelerini dile getirmiş, tartışmalar ve soru-cevap yöntemiyle çevresindekilerin gerekli sonucu bulmalarına yardımcı olmuştur. Yeğeni ile arasındaki ilişki de Sokrates ile Eflatun'un ilişkisi gibidir. Herhangi bir yazılı eser bırakmamış, sözlerinin çoğu Cüneyd yoluyla bizlere ulaşmıştır.

Seri as- Sakatî'nin metoduyla yetişip olgunlaşan ve daha yirmi yaşındayken Ebu Sevr'in ders halkasında fetvalar vermeye başlayan Cüneyd-i Bağdadi'nin devrinin otoritelerinden ders almasının yanı sıra, yaşça kendisinden büyüklerde bile görülmeyen bir zekâ ve ilmî sorulara doğru cevaplar verme yeteneği, kısa zamanda ilerlemesine vesile olmuştur.
(…)

Allah'tan başka her şeyin ortadan kalktığı, kendisi dahil bütün eşyanın Kadim varlık karşısında yok olduğu şeklinde açıkladığı Tevhid anlayışını çok derinlere götürmüş, insanın ancak Tevhid hâlinin getirdiği sarhoşluktan (sekr) sonraki sahv (uyanıklık) hâline geçmekle tam kemâline erişeceğini söyleyerek birçok taşkınlığın önüne geçmiştir.".

Bunun tam tersini kabul eden, yani sekri, sahv'dan daha üstün bulan Beyazıd-ı  Bistami için:
"Ebu Yezid, hâlinin büyüklüğüne ve işaretinin yüceliğine rağmen, başlangıç hâlinden çıkamamıştır. Ondan kemâle ve nihayete delâlet edecek hiçbir söz işitmedim" der. Ama yine de ruhi yüceliğini takdir ederek  "Onun bizim aramızdaki durumu Cebrail'in diğer melekler arasındaki durumu gibidir" ifadesini kullanır.

Halk arasında çok sevilen ve popüler bir zat olan Ebu Yezid, tasavvufi bir teolojik sistem meydana getirmemiş, dini yaşayışı ve sezgisi ona, kendi duyular alemini, Allah'ın Vahdaniyeti şeklinde göstermiştir. Zira "en yüksek hâlinde bu dünya Uluhiyet kazanır; halbuki Cüneyd'in en yüksek hâlinde fâni dünya yok olmaktadır..."

Uyanıklığın cemiyete dönüp irşâd vazifesi için gerekli olduğunu düşünen Cüneyd, kendini öğretime ve eserlerine vermiş, birçok da talebe yetiştirmiştir. Bunların arasında, Curayri, Şibli, Hallac-ı Mansur, Ebû Saîd el Arabi, Ca'fer al-Huldi gibi önemli şahsiyetleri sayabiliriz.

Yazılı öğretimden çok, sözlü olanı tercih ettiğinden yazıları da dağınık risaleler halindedir, aynı zamanda derin fikirlerinin avam arasında yayılmasından hoşlanmadığı için, fazla eser vermekten kaçınmıştır.

Söylediği sözler, yaptığı tasavvufi tefsirler, klasik tasavvuf kitaplarında toplanmıştır. Kendisine atfedilen çok sayıda eserden bugün elimizde kalan, sadece Rasail ( mektuplar) dir. Bu mektuplar, İslam tasavvufu terminolojisinin gelişmesindeki seyri göstermesi bakımından da önemlidir.

Genellikle yazılarında kapalı bir uslup kullanması, fikrinin kelimelerle ifade edilemeyecek bir özellik taşımasındandır. Ayrıca,okuyucunun  durumunu da göz önüne aldığı için ihtiyatı elden bırakmaz,

"Lisanını zaptet, zamanının insanlarını iyi bil ve onlara bildiklerini söyle; bilmediklerini,anlamayacakları şeyleri söyleme. Zira bilmediğine düşman olmayan çok azdır" diyerek bunu başkalarına da tavsiye eder.

İtidal ve sadeliği hayatının her alanında sezilebilir. Ne yaşamdan kaçıp koyu bir zühde dalmış, ne de hayli yüklü olan servetinin yoluna engel olmasına izin vermiştir. Bazı sufilerin taşkın hallerine de sıcak bakmamış, ehli olmayanların eline sırların geçmesine razı olmamıştır.

Bütün dikkâtine,ılımlı  davranışlarına  rağmen,"küfür, dinsizlik ve zındıklık"la suçlanan Bağdat Okulunun diğer mensupları gibi, birçok defa suçlanır, karalanır,  iftiralara uğrar, hatta tutuklanır...

Bu da bilmediğine düşman olanların her devirde hiç değişmeden, görevlerini yerine getirdiğini gösteriyor.

Ne var ki, onlar tarihin karanlığına gömülüp unutulurken, fikir semamızın yıldızları kendiliğinden ışık vermeye devam ediyor.

Ne mutlu o ışıktan bir zerre alanlara ...


Ahmet F. Yüksel, Güliz Ok

Yunanistan..Dimetoka (Didimoteicho)Seyyit Ali Sultan Dergahı

Yunanistan..Dimetoka  

(Didimoteicho)

Seyyit Ali Sultan Dergahı









7 asırlık Seyyit Ali Sultan Dergahı hakkında da bilgi veren Bekirusta, “Gerçekten Batı Trakya’da dergahın tarihi yönden büyük bir önemi vardır. Her bir Batı Trakyalının buraları ziyaret etmesinde büyük yararlar var. Buradaki zat-ı muhterem, bu toprakları bize bahşeden kişilerdendir. Kendisi nur içerisinde yatsın. Bu topraklar, eğer bu kişiler olmasaydı belki de biz bugün burada olmazdık.” 

ÇANAKKALE SAVAŞI'NA GİDERKEN BURADA DUA EDİLMİŞ

Batı Trakya’da yayınlanan Rodop Rüzgarı Dergisi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim İbram da projeyi ilgi çekici bulanlardan. Kültür araştırmaları ile de tanınan Gazeteci İbram, şöyle konuştu: “Bu hakikaten ilginç ve güzel bir proje. Biz bunun bir örneğini bölgemizdeki Seyyid Ali Sultan Dergahı’nda görüyoruz. Hatta bu yüzyıllardan bu yana burada yaşatılmış bir durum. Yani aynı kompleksin içerisinde hem dergah hem cemevi bulunuyor. Yıllarca orada yaşayan insanlara hizmet etmiş. Hatta o bölgenin insanı Çanakkale Savaşı'na giderken o kompleks içerisinde yer alan cemevi ve camii ziyaret edip, orada dualar edip, Edirne'ye ve daha sonra Çanakkale cephesine sevk edilmişler. Yani bu, oradaki insanlar için gerek cemevi olsun gerek cami olsun böyle bir arada görülen bir durum. Bu durumu insanlar orada kabullenmiş. Bizim için alışık olduğumuz bir bir şey. Yeni değil. Bin sene, Seyyid Ali Dergahı’nın kurulduğundan bu yana 1300 yılların başından bu yana bu durumu yaşıyoruz.”

İsa Baba Türbesi

İsa Baba Türbesi




İsa Baba Türbesi, Balım Sultan zaviyesi bahçesinde yer almaktadır. Yapı karakteri bakımından Balım Sultan Türbesinden daha küçük boyutludur.

Türbede iki yatır bulunmaktadır. Bunlardan birinin İsa Baba’ya, diğerinin de eşine ait olduğu tahmin edilmektedir.

Sekizgen bir kasnağa oturan kübik örtüye sahip olan türbe, basık bir tavana sahiptir.

İsa Baba, belgelerde “Kılınç Baba” olarak da yer almaktadır ki türbenin bulunduğu semtte bu adla anılan bir tepe bulunmaktadır. Kendisi aynı zamanda “Ahi” ünvanına sahiptir.

İbni Melek Türbesi

İbni Melek Türbesi





Türbe, Tire Medresesi olarak ünlü Ferişteoğlu Medresesi bahçesinde yer almaktaydı. Medrese daha sonra yıkılmış, türbesi ise 1955 yılında Tire Belediyesi tarafından restore edilmiştir. Cumhuriyet Mahallesi, İbni Melek Caddesi üzerinde bulunan türbenin üstü açıktır.

Evliya Çelebi, 1671’de türbe içinde İbni Melek’in yanı sıra, Hüsam Dede ile Şeyh Şücaeddin’in bulunduğunu yazmıştır

Abalı Baba Türbesi / ANKARA / YENİMAHALLE

Abalı Baba Türbesi / ANKARA / YENİMAHALLE / Memlik Mahallesi

Türbenin Yeri: Abalı Baba Türbesi, Ankara İli, Yenimahalle İlçesi, Memlik (Köyü) Mahallesi girişindedir.
Abalı Baba Türbesi
Abalı Baba Türbe Girişi
Abalı Baba Kimdir: Hasan Veli olarak da bilinen Abalı Baba, Hacı Bayram-ı Veli ve Hüseyin Gazi Hazretleriyle aynı devirde yaşadığını hakkında anlatılan menkıbelerden bilmekteyiz. Horasan Ereni, keramet sahibi, mübarek bir zat olarak bilinmektedir. Yaklaşık olarak 1300-1400’lü yıllarda bölgeye gelip tekkesini kurmuştur. Duvarcı ustası olduğundan Tekkesinin inşaatında bizzat çalışmıştır. 
Abalı Baba Sandukalar
Dr. Münir Derman Türbesinin Kapısı
Türbenin Durumu: Türbesinin Abalı Baba’nın Tekkesine bitişik olduğu düşünülmektedir. Günümüzde tekke yıkılmıştır ve türbe kalmıştır. Türbe içinde Abalı Baba’nın sandukası, eşi ve üç çocuğunun sandukaları bulunmaktadır.
Türbenin karşısında 1989 yılında vefat eden ve Anadolu Köylerinden birinde defnedilmek istenenDr. Münir Derman Hazretlerinin türbesi bulunmaktadır.

Ziyaret Nedeni: Değişik dilekler ve istekler için, bazı ufak tefek sağlık sorunları için türbe ziyaret edilmektedir. Ayrıca yeni evli çiftler Mutlu Bir Evlilik Geçirmek için türbeyi ziyeret etmektedirler. Ziyarette türbe etrafında dönerek dualar okunur.
Ağaç Olan Odunlar...
Menkıbeler: 1-) Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri Abalı Baba’nın tekkesinin inşaatına başladığını duyunca ziyaretine gitmek ister. Yanında bir rivayete göre Gül Baba vardır, başka bir rivayete göre Hüseyin Gazi vardır. Hacı Bayram-ı Veli ve yanındakiler Memlük Köyüne kümes hayvanlarına binerek gelirler! Abalı Baba ziyaretçilerini karşılamak için tekkede kullandığı taşların veya duvarın üzerine binerek misafirlerini yolun başında karşılamıştır. Tekkede çalışan talebeler de, misafirleri karşılamaya inşaat malzemelerine binerek gitmişler…
Misafirlerini karşılayan Abalı Baba onlara süt ikram eder. Hacı Bayram-ı Veli “Gölgelik bir yer de yokmuş” deyince, Abalı Baba hemen davranıp ateşten yanan üç odun alıp toprağa doğru atar ve bu odunlar ağaca dönüşür. Bu ağaçların gölgesine geçerler. Bu ağaçlar kutsal kabul edilip kesilmezler. Ancak artık yaşlılıktan dolayı günümüzde kurumuşlardır.
Kimi ise bu ağaçların artık gölgelenecek adam kalmadığından kuruduğunu söylemektedir… 
2-) Yavuz Sultan Selim İran’a sefer düzenler. Kolağaları köy köy dolaşıp asker toplamaktadır. Tekkesinin inşaatında çalışan Abalı Baba’yı gören Kolağası seslenir: “Padişahın İran’a seferi var. Asker topluyoruz, sen de katıl” der. Abalı Baba elinden üç çubuğu yere atar ve çubuklar insan şekline bürününce “Haydi oğullar savaşa gidelim” der. Kolağası bu mucizeyi görünce “Aman sizler burada kalınız, sizin dualarınız bize yeter de artar bile” der ve oradan uzaklaşır.

Kaynakça: www.tekellüm.net / www.panoramio.com   

Taylan Köken

yatağan baba türbesi..serinhisar yatağan


yatağan baba türbesi..serinhisar yatağan


serinhisar ilçesine bağlı Yatağan Mahallesi’nde bulunan Yatağan Baba Türbesi, Selçuklu Dönemi eseridir. Yapı üzerinde Hicri 642 (Miladi 1244-1245) tarihi bulunmaktadır.
Türbe kare formlu ve kagir yapılıdır. Türbenin üzeri piramidal sac çatı ile örtülüdür. Yapının girişi kuzeydoğu cephesinin kuzey köşesindeki ahşap kapıdan sağlanmaktadır. Türbe; türbedar odası ve sanduka odası olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Türbedar odasında, kapının tam karşısında küçük bir pencere mevcuttur. Sanduka odasının kuzeydoğu cephesinde de dikdörtgen bir pencere vardır. Sanduka odasında birbirine bitişik vaziyette 3 sanduka yer almaktadır. Bu sandukalar Yatağan Baba’ya, eşine ve oğlu Murat Bey’e aittir. Sanduka odasının içinde, güneybatı duvarda bulunan sivri kemerli niş dikkat çekicidir.

sarı ismail türbesi ..tavas


Sarı İsmail Sultan Türbesi




tavas ilçesine bağlı Tekke Mahallesi’nde mezarlık içinde bulunan Sarı İsmail Sultan Türbesi, Hacı Bektaşi Veli’nin halifesi Sarı İsmail Sultan’a aittir. Sarı İsmail Sultan, 1260-1350 yılları arasında Tekke Mahallesi’nde yaşamış bir Türkmen dedesidir. Denizli’nin güney ve güneybatı bölgelerinin Türkleşme sürecinde etkin bir rol aldığı bilinmektedir. Bölgesinde yaşayan konar-göçer Türk topluluklarını sosyal ve düşünsel açıdan yönlendiren bir lider olarak tanınmaktadır.
Dikdörtgen planlı olan türbenin duvarları yığma taş tekniğiyle yapılmış, beton sıvalıdır. Yapı türbedar odası ve sanduka odası olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Sanduka odası ile türbedar odasını ayıran duvarda küçük bir dikdörtgen pencere bulunmaktadır. Aynı şekilde karşı duvarda da simetrik bir pencere yer almaktadır. Sandukanın sağındaki ve solundaki duvarlarda dikdörtgen formlu birer pencere mevcuttur. Sanduka odasına türbedar odasında bulunan kapıdan geçilmektedir. Sanduka odasının üstü serbest formlu ve kurşun kaplı bir kubbe ile örtülüdür. Türbenin giriş kapısının hemen yanında oldukça yaşlı bir ardıç ağacı yer almaktadır.
Sarı İsmail Sultan Türbesi, her yıl Türkiye’nin dört bir yanından çok sayıda ziyaretçiyi ağırlamaktadır.

4 Şubat 2016 Perşembe

La’li Muhammed Efendi







La’li Muhammed Efendi , aslen Kastamonulu olup , tahsilini tamamladıktan sonra Edirne’ye gelerek Gülşeni Şeyhi Şeyh Mehmet Sırri Efendi’nin meclisine katılmış ve tarikat adabını öğrenmiştir. Daha sonra Mehmed Sırri Efendi’nin irtihaline ve işaretine mahsuben ; İstanbul’a gelip Sümbüliyye Şeyhi Şeyh Alaeddin Efendi’ye intisap ederek seyr-ü sülükunu tamamlamış ve bir erbain çıkarmıştır.
La’li Efendi İstanbul’da aynı zamanda ; Balat Şeyhi Seyyid Hasan Nuri Efendi ve Manisa Şeyhi Hasan Kenzi vs ile de hemdem olmuş ,onlardan da hilafet almıştır. Yani sümbüliyye tarikatından başka , Şabani , Uşaki , Celveti ve Nakşi tarikatlarından da icazet alır.
Sonra Edirne’ye dönmüş ve Şeyh Şücaeddin Dergahına postnişin olmuştur. Bir süre sonra Hicaz gitmiş ve bir çok şeyh efendiyle görüşmüş. Hicaz’dan döndükten sonra da Edirne de Kutbi Efendizade Seyyid Ali Efendi’den boşalan Şah Melek zaviyesine postnişin olmuştur.
En önemli halifesi Hasan Sezai hazretleridir. İbrahim Gülşeni hazretlerinin Mesnevi-i Manevi’sinin başlarına arifene bir şerhi vardır.
Doğum tarihi kesin olarak bilinmeyen La’li Efendi 6 sene şeyhlik yaptıktan sonra Zilhicce 1112 / mayıs 1701 senesinde 110 yaşlarında vefat etmiştir.
Kaynaklar ;
Türkiye Gazetesi , Batı Anadolu evliyaları cilt 2
Dr. Selami Şimşek , Edirne’de Tasavvuf Kültürü , Buhara Yayınları , 2008

Işıklar Türbesi izmir .tire


Işıklar Türbesi



  izmir .tire




Beylikler Devri türbesi olmasına rağmen kime ait olduğu belli değildir. Kabristan girişinde ve yüksekçe bir tepe konumuna sahip türbenin küçük tahribatlar olmasına rağmen oldukça iyi korunduğu görülür. İnanışa göre türbede bir kadın yatmaktadır. Türbenin Aydınoğlu İsa Bey’in kızı Hafsa Hatun’a ait olabileceği ihtimali vardır. Zira, türbenin bulunduğu bahçedeki zaviyenin “Çeyiz Parası” ile yapıldığı söylentisi Tire’deki Hafsa Hatun Zaviyesi için de söylenmektedir. Hafsa Hatun’un bugüne kadar bir türbesi ya da mezarı belirlenebilmiş değildir. Işıklar arazisi aynı zamanda Hafsa Hatun’un kardeşi Musa Bey’in vakıf arazileri içinde göründüğü gibi, diğer Hafsa Hatun’un (Süleyman Şah’ın torunu) 1418 tarihli vakfiyesine göre bu bölgenin Aydınoğulları’na ait olduğu da açıktır.

Balım Sultan Türbesi..tire

Balım Sultan Türbesi,



Balım Sultan Türbesi, 1510 yılında yaptırılmış olup, Bektaşiliğin kurucularından, ünlü Balım Sultanoğlu Lütfullah Çelebi’ye aittir.

Tire’nin Hisarlık Köyü eteklerinde yer alan Balım Sultan Türbesi, Tire'de geleneksel “Sultan Nevruz” törenlerinin de kaynağını oluşturması bakımından, ayrı bir öneme sahiptir.

Türbede 4 mezar bulunmakta ve bunlardan sadece Lütfullah Çelebi’ye ait olanda yazı bulunmaktadır.

Mezarın baş ve ayak ucu taşındaki ifadelerden “geniş bir sülaleye mensup Lütfullah Çelebi bin Balım Sultan” tanımlaması yapılmaktadır.

Mimari açıdan sekizgen plana sahip olan türbenin Tire tarihi açısından fevkalade önemi bulunmaktadır.
Kaynak: A Munis Armağan

Ali Baba Tekkesi..tire

Ali Baba Tekkesi..tire





 Ali Baba Türbesi - ( Tire )

Ali Baba ve Hasan Baba türbeleri eskiden günümüze gelen Anadolu nun Türk yaşamına açılmasında öncülük eden Ahilik geleneğinin bir devamını yansıtan ve bugün de Anadolu nun sayılı Bektaşi dergahlarından biridir.

Beylikler Döneminde özellikle zengin aşiret ve boy yerleşmesinin Tire ye kültürel zenginlik, düşünce ve inanç özgürlüğü gibi temel boyutlar kazandırmış olduğu kaçınılmaz bir gerçektir. Çok yönlü aşiret yerleşimleri içinde kültürel transferler zamanla üretimde, sanatta ve düşüncede yeni boyutlara ulaşmış, bu kültürün öncüsü olmuştur.

Dışarıdan göçen dervişlerden özellikle Horasan grubu Ali Han Sultan, Buğday Dede ve Hacı Bektaşi Veli nin arkadaşı Bahattin Sultan ın oğlu gibi dervişlerle beraber , Ali Baba yalnız Tire nin değil bölgenin önemli adlarındandır. Bu yıllarda gelişme imkanı bulan başta Mevlevi, Rufai, Hurifi, Bektaşi, Nakşi, Havleti, Şazeli ve Uşşaki gibi tarikat mozayiğinin oluşmasını sağlamışlardır.

XIV. yüzyılda İbni Batutanın ifadesine göre, Tire bir Ahilik kentidir. Ahilik gelenekleri sonuncunda Tire de birçok el sanatı gelişmiş, daha sonraları unutulmaya ve yok olmaya başlayan bu el sanatları Tire´nin ekonomik ve kültürel gelişmesinde önemli rol oynamışlardır.

Ali Baba Türbesi kitabesi yoktur. Ali Baba nın XIV. yüzyılda yaşadığı kabul edilmektedir. Ali Baba, Evliya Çelebi tarafından müfessir ve muhaddis olarak belirtilmekte, kayıtlarda ise, Ahi Babası olarak geçmektedir.

Ali Baba Türbesi Tire´nin doğusunda, Boynuyoğun Köyü hudutları içerisinde, Ali Baba Türbesi diye anılan yerdedir. Plan düzenlemesi bakımından da ilgi çekicidir. İki bölümden oluşan, önde sekizgen meddal bulunan, sekizgen gövdenin yüksek kasnağa oturan bir kubbe ile örtülmesinden ibaret sıvalı bir yapıdır. Düzenli bir bahçe içinde ve türbe binasının dışında yer alan çeşitli mekanların oluşturduğu bir yapı topluluğu şeklindedir.

Türbe ibadetlerin yanısıra çeşitli dini vecibelerin yerine getirildiği ve içinde çeşitli Bektaşi babalarının mezarlarının (Hasan Baba vs.) yer aldığı bir kompleks şeklindedir.

Tire nin en düzenli türbelerinden biridir. Yaklaşık 15.000 m2 miktarlı bir arazi üzerinde yer alır. Su pınarı, kuyusu, ağaçları ve havuzu ile Batı Anadolu daki önemli bir dergah merkezi durumundadır.

Ali Baba Türbesi, daha önceleri Gökçen adını alan Fota adlı Rum Köyünde iken, 16. yüzyılda Tire nın oğlu Ali Baba adına yaptırılan bu Dergâh, birçok ünitelerden meydana gelmiştir.

Kaynak: A. Munis Armağan

Karıncalı Dede Türbesi

Karıncalı Dede Türbesi (Arifiye - 

Adliye Köyü)




Adapazarı’nı Bilecik’e bağlayan E-25 Karayolunun Adliye Köyü mevkiinde yüksek bir kayanın üzerinde bulunan türbe adını, karıncalarla insanüstü ilişkiler kuran ve onlarla adeta konuşan bir Türkmen ermişinden aldığı söylenmektedir. Söylenceye göre karıncalar tarafından basılan bir köyün ahalisi Karınca Baba’ya başvururlar. Köylerini bu karıncalardan kurtarmasını isterler. Bu şahıs köye gelerek dua eder ve köyün karıncalardan kurtarılmasını sağlar. Bu olaydan sonra bu kişinin adı “Karınca Baba” olarak anılır. Çevreye zarar veren karıncaları da, onlarla konuşan ikna eden mübarek zat, karıncaları yanına toplamakta ve birlikte bir hayat sürmektedir. Hayatını adeta karıncalarla birlikte geçiren Türkmen ermişine, vasiyeti üzerine vefatında sonra söz konusu kayanın üzerinde mezar yapılmış olup, burası zamanla “Karıncalı Dede Türbesi”ne dönüşmüştür. Bu türbeyi ziyaret edenler dileklerinin kabulü için bölgede bulunan ağaçlara bez parçası astıkları ve karıncaların yemesi için pirinç bıraktıkları görülmüştür. Türbenin etrafının ağaçlıklı olması sebebiyle Karınca Baba’yı ziyarete gelenler burada piknik yaparlar.
Adapazarı-Eskişehir karayolu üzerinde Adliye Köyü yakınlarında yola bakan yüksek bir tepenin üzerindedir. Çevre köylerde yaşayanların söylediklerine göre, eve giren karıncalar için türbede dua edilince karıncalar ortadan kaybolmaktadır

TURABİ BABA TÜRBESİ


TURABİ BABA TÜRBESİ










Kasımpaşa'da bulunan bu türbede Türabi baba'dan başka,Şeyh Ahmed efendi el kadiri,Şeyh Seyyid Halil el kadiri,Şeyh Ali Kuzu el kadiri,Şeyh Hasan Rıza efendi ve Tersane baş mimarı Mustafa ağa bulunmaktadır.Türbenin yanına Beyoğlu Belediyesi Turabi Baba Kütüphanesi bulunmaktadır.Mehmed Turabi tarafından 1812`de kurulan `Turabi Baba Kütüphanesi` 1975 yılında çıkan yangının ardından kullanılmaz hale geldi. 2007 yılında Beyoğlu Belediyesi tarafından restorasyonu başlatılan kütüphane, fiziki yapısı ve yayın içeriği açısından Türkiye`de örnek çocuk kütüphaneleri arasında yer alıyor. 
Türabi Baba Türbesi,İstanbul ili Beyoğlu ilçesi Kasımpaşa’da Camii Kebir Mahallesi Türabi Baba Caddesi üzerinde bulunan bu türbe XIX. yüzyılda yapılmıştır.Mehmet Türabi Efendi Tersane-i Amire’de çalışan Osmanlı gemicilerinden olup aynı zamanda Kadiri Tarikatının da şeyhi idi. 1812 yılında ölmüştür. Daha önce Kasımpaşa’da Kadiri Tarikatına ait bir tekke yaptırmış ve tekkesinin yanına da türbesini eklemiştir. Bu tekke XX. yüzyılın ortalarında yanmışkalan bölümleri kum ve tuğla deposu olarak kullanılmış 2004 yılında da tamamen yıktırılmıştır.Günümüze gelen türbe dikdörtgen planlı düz çatılı bir yapıdır. Duvarları moloz taş ve tuğladan örülmüştür. Cephesinde tuğla dizileri peşpeşe sıralanmış ve bu da yapıya bir orijinallik katmıştır. Türbenin Haliç’e yönelik cephesinde bir çeşme onun her iki yanında da üçer penceresi vardır. Ayrıca giriş cephesinde kapının yanı sıra üç penceresi daha bulunmaktadır. Türbenin diğer cepheleri iki yanındaki yapılara bitişiktir. 
Türbenin içerisinden tavan eski gemi direklerinden yapılmış desteklere dayanmaktadır. Burada tersaneden çıkmış demir raylar kullanılmış ve böylece hiçbir yapıda görülmeyen bir iç düzenleme ile burada karşılaşılmaktadır.Türabi Baba’nın mezarı ahşap bir şebeke ile çevrilmiştir. Türbe içerisinde Şeyh Mehmet Türabi Efendi’nin Şeyh Ahmet Efendi El Kadiri (1832) Şeyh Seyit Halil Kadiri (1851) Şeyh Ali Kuzu El Kadiri (1861) Şeyh Hasan Rıza El Kadiri (1876) Şeyh Ali Rıza Efendi ile Kadırga Mimarı Mustafa Ağa (1599) ile kimliği bilinmeyen altı kişiye ait toplan on üç mezar bulunmaktadır.Türbe duvarı üzerindeki çeşme kitabesinden öğrenildiğine göre Sultan II. Abdülhamit devri (1876–1909) deniz amirali Şükrü Paşa tarafından onarılmıştır. 
Türbe İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetiminde olup ziyarete açıktır. 

KEREMALİ EVLİYASI..HENDEK

KEREMALİ EVLİYASI




Bugün Hendek’in güneyinde bulunan Keremali Dağı’ndaki türbe ile ilgili çeşitli efsaneler anlatılmaktadır: Anadolu'nun İslamlaşmasında büyük yararlılıklar gösteren yedi kardeş evliyadan dördü ölünce geriye kalan Kerem, Ali ve Hasan bir kayıkla bugünkü Keremali tepesinin eteğine gelirler. Kerem ile Ali’nin kayıktan inmelerine rağmen, Hasan inmez. Diğerleri arkasından; “Dur Hasan” diye bağırırlar, ancak Hasan durmaz ve suda kaybolup gider. O günden sonra buraya “Durhasan” denilir. Sonrasında Kerem ile Ali ise savaşa savaşa yaralı bir halde tepeye kadar tırmanırlar ve tepede şehit olurlar. Onun için tepeye “Keremali Tepesi” denir. Bugün, çıktıkları yerlerdeki kan ve ayak izleri ile oturup ağladıkları yerler hâlâ bellidir. Halkın anlattığına göre savaşlarda Keremali’nin türbesinde top patlıyormuş. Nitekim Kıbrıs Savaşında da bunu görenler olmuştur.