KARIŞIK

11 Ocak 2016 Pazartesi

KANGAL YÖRESİNDE ZİYARET YERLERİ İLE ŞLGİLİ ŞNANÇ VE UYGULAMALAR

KANGAL YÖRESİNDE ZİYARET YERLERİ İLE İLGİLİ İNANÇ VE UYGULAMALAR
Yrd. Doç. Dr. Ahmet GÖKBEL*
Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasında hiç şüphesiz Horasan Erenleri veya başka bir tabirle
Alperenler ve gazi- velilerin rolü oldukça önemlidir. Çünkü Anadolu bunlar tarafından sadece fethedilmemiş,
aynı zamanda vatanlaştırılarak yurt haline getirilmiştir. Bunun en çarpıcı örnekleri Kangal toponimisi
incelendiği zaman görülebilir.
Anadolu halkı, burayı kendilerine vatan yapan insanları ebedîleştirmek, yaşadıkları hayatı onlarla
paylaşmak istemiş, bir yandan bölgedeki ağaç, kaya mağara...vb. unsurları kutsallaştırarak taşı ve toprağı ile
vatanı kutsallaştırma yoluna giderken, diğer yandan bu vatanın asıl sahipleri olarak düşünülen ve bir çoğu yüce
dağ başında mekan tutmuş kişiler olarak tahayyül ettiğimiz bu Alperenlere birer makam tahsis etmiş, bu yerleri
de ziyaret ederek onlara karşı olan vefa borçlarını yerine getirmeye çalışmışlardır. Şşte yazımızın konusunu
ziyaret yerleri olarak nitelediğimiz bu kutsal mekanlar oluşturmaktadır.
Türk- Şslâm kahramanlarının mezar ve makamı olarak ziyaret ettiğimiz bu yerler arasında kökünü daha
önceki kültürlerden alan bazı kutsal mekanlara da rastlamak mümkündür. Böyle olmakla beraber insanlar onları
da efsane ve menkıbelerle ana kültürümüz içine almış, ona kendi kültürel ve dînî rengini vermiştir.
Kangal merkez ile buraya bağlı belde ve köylerdeki çeşitli ziyaret yerlerini tanıtmaya geçmeden önce,
kısaca ilçenin tarihi gelişimi ve inanç coğrafyası hakkında bilgi vermeyi konunun daha iyi anlaşılması için
ğerekli görüyoruz.
A-KANGAL’IN TARŞHŞ GELŞŞŞMŞ VE ŞNANÇ COĞRAFYASI:
Kangal’da ilk yerleşimin ne zaman yapıldığına dair kesin bilgi bulunmamaktadır. Ancak ilçe
merkezinde yer alan Çukurtarla Höyüğü’nde M.Ö.3 ve 2 binli yıllarda Demir Çağ, Roma ve Bizans; Mancılık
Köyü'nde Eski Tunç ve Demir Çağı; Yukarı Höyük Köyü'nde Tunç Çağları yerleşimi; Havuz köyü Aslantaş
mevkiinde Eski ve Geç Tunç Çağları; Mancılık Köyü Kırkpınar mezrasında Eski ve Geç Tunç Çağları ve Orta
Çağ; Çamurlu Köyü'nde Tunç Çağları ve Helenistik Roma ve Ortaçağ; Koçköprü Köyü'ndeki doğal tepe
üzerindeki Tunç Çağları ile Helenistik ve Roma Çağları; Bulak Köyü'nde Geç Tunç Çağı; Kavak bucağındaki
Höyük Değirmeni’nde Tunç Çağları ile Demir Çağı iskanları tesbit edilmiştir. Ayrıca Havuz Köyü Aslantaş
mevkiinde bulunan Hitit Aslanı, Ankara Anadolu medeniyetleri Müzesi’nde; Yarhisar Höyüğü’nde bulunan
Hititler dönemine âit üzeri hiyeroglif yazılı altın mühür yüzük ise Sivas Müze Müdürlüğü’nde bulunmaktadır.1
Bütün bu saydığımız buluntular, bize Kangal ve çevresinde yerleşimin Türk hakimiyeti öncesine, hatta milattan
öncelerine kadar uzandığını göstermektedir.
*Cumhuriyet Üniversitesi Şlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Öğretim Üyesi
1 Hikmet Denizli, Sivas Tarihi ve Anıtları, Sivas, 1998, s. 339.
Araştırmamızın mahdut sınırları içinde Kangal tarihini ayrıntısıyla anlatma imkanımız olmadığı için,
bölgenin Türk hakimiyetine girmesinden günümüze kadar geçen sürecine kısaca değinmeğe çalışalım.
Selçuklu hükümdarı Alparslan’ın Bizanslılar ile yaptığı 1071’deki Malazgirt savaşını takiben yapılan
anlaşma uyarınca Kızılırmak yayının dışında kalan, Kızılırmak’ın doğusu ile birlikte Kangal ve yöresi 1075
yılında Danişmendli2, 1174 yılında Selçuklu, 1243 yılında ise Moğolların egemenliği altına girmiştir. XI.
yüzyılın ikinci yarısından itibaren sık sık el değiştiren bu bölge, 1340’lı yıllardan sonra da Eratna Beyliği
sınırları içerisinde görülmektedir.3
Bu dönemde ilçe ve çevresi Türkmenlerin yerleştiği yerleşim birimlerinden biri olmuştur. Yöreye ilk
gelen Türkmen Beyleri’nin bölgenin Kral Yolu güzergahında bulunması ve ayrıca tarım ve hayvancılığa
elverişli olmasından dolayı yerleşim için burayı seçtikleri belirtilmektedir. Kangal ve çevresinde ilk yerleşim
yerleri Kumarlı, Mısırören ve Havuz köylerinin bulunduğu düz ve çayırlık arazi olmuştur.4
Buraya yerleşen Türkmen aşiretlerinin menşei konusunda tam bir netlik söz konusu olmayıp, Oğuz
Türkleri’nin Kangar boyundan olabilecekleri görüşü hakimdir.5
Başlangıçta göçer olan ve hayvancılıkla uğraşan bu Türkmen grupları, Selçuklular döneminden itibaren
yerleşik düzene geçerek bugünkü Kumarlı ve Havuz köylerini kurmuşlardır. Bölgenin hayvancılığa elverişli
olması ve Türkmenler arasında da hayvancılığın yaygın halde bulunması, yöreye daha sonra da göçün devam
etmesini sağlamıştır.
1413 yılından itibaren Kangal bölgesi Osmanlı hakimiyetine geçmiştir. IV.Murat’ın yaptırdığı meşhur
Halep köprüsü Kumarlı civarındadır.6
XVIII. yüzyıldan itibaren başta Havuz ve Kumarlı’ya yerleşenler olmak üzere aralarında çıkan iç
çekişmeler ve huzursuzluk nedeniyle, şimdiki Kangal’ın bulunduğu yerleşim birimine göçerek oturmaya karar
vermişlerdir. Böylece bugünkü ilçe merkezinin bulunduğu yerin temeli atılmıştır.7
Ayrıca XIX. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı-Rus savaşları sırasında doğuda ilerleyen Rus
ordusundan kurtulan Türk aileleri bugün Uzunyayla adı verilen yöredeki köylere yerleştirilmiştir.8
1845 yıllarında kaza9, daha sonra bir ara nahiye10 olarak görünen Kangal, 1902’de ilçe olmuş ve aynı
yıl ilk kaymakam atanmıştır.11 Günümüzde de ilçe olarak devam etmektedir.
Şlçeye inanç coğrafyası itibari ile baktığımızda nüfûsunun %100 oranında Müslüman olduğunu
söyleyebiliriz. Şlçe nüfûsunu %1 oranında Şafii, %86 oranında Hanefi ve %13 oranında Alevî mezhebine
mensup insanlar teşkil etmektedir. Kangal’ın üçü belediyelik olmak üzere toplam 114 köyü vardır. Bu köylerden
47 tanesi Sünnî-Hanefî, üç tanesi Sünnî-Şafii, 51 tanesi Alevî ve 8 tanesi Sünnî-Alevî karışıktır. Şlçe nüfus
2 Şbrahim Yasak- Ahmet Kaleli, Dünden Bugüne Sivas Şli, Sivas, 1986, s. 10-11.
3 Osman Turan, Selçuklular ve Şslâmiyet, Şstanbul, 1993, s. 117-128; Şbrahim Aslanoğlu, Her Yönden Sivas, Sivas, 1979,
s. 11-17.
4 Recep Çevik, Kangal, Sivas, 1996, s. 17; Şbrahim Yasak, Sivas Şli, Sivas, 1992, s. 147.
5 Yasak, a.g.e, s.147.
6 Denizli, a.g.e, s. 339.
7 Çevik, a.g.e, s. 17.
8 Denizli, a.g.e, s. 339.
9 Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Temettuat Defteri, 13793, s. 2.
10 Sivas Vilâyeti Salnamesi, 1302, s. 334.
11 Yasak, a.g.e, s. 147; Çevik, a.g.e, s. 17.
müdürlüğünün verdiği bilgilere göre çok az da olsa ilçede Gayr-i Müslim nüfusun yaşadığını söyleyebiliriz.
Merkez ilçe Reşadiye mahallesinde 20 ile 30 arasında,Sularbaşı mahallesinde 40 ile 50 arasında Gayr-i
Müslimin varlığından bahsedilmektedir. Ancak bunların son yıllarda ilçede yaşamadıkları anlaşılmıştır. Gürsel
mahallesinde sadece dört veya beş tane Ermeni’nin yaşadığı, bunlarında ara sıra Şstanbul’a gidip geldikleri
anlatılmaktadır.12
B-ZŞYARET YERLERŞ:
Ziyaret, ibadet amacıyla mübarek yerlere gitmek şeklinde tanımlanırsa, Şslâmiyette bunun en dikkate
değer örneğinin, belli erkan ve menâsike uygun olarak Kâbe’yi ziyaret etmekten ibaret olan hac ibadetinde
bulunduğu kolaylıkla anlaşılabilir. Oysa burada ele almak istediğimiz ziyaretin, münhasıran Şslâmî bir ibadet
olan Kâbe’ye hac ziyaretinden oldukça farklı bir kategoriye dahil olan fenomenleri konu edindiğini belirtmek
gerekir.13
Bir yeri veya bir kişiyi görmeye gitmek14 anlamında kullanılan Türkçedeki ziyaret kelimesi, Arapça
ziyaret kelimesinden gelmektedir. Arapça’da aynı kökten zevr kelimesi hem ziyaret etmek, hem de ziyaret eden
anlamındadır. Bununla birlikte, Arap dilinde, ziyaret eden anlamında zair kelimesinin kullanılması daha
yaygındır. Ayrıca birinci anlamda (ziyaret etmek) aynı kökten zûvar ve mezar kelimeleri de mevcut olup,
mezar kelimesi Türkçemize kabir anlamıyla geçmiş denilebilir. Aslında burada inceleme konusu yapmak
istediğimiz ziyaret fenomeni de bir ölçüde mezar ziyareti ile ilgili bulunmaktadır. Ancak burada ele almak
istediğimiz ziyaret fenomeninin Şslâmiyetteki olağan kabir ziyaretinden de oldukça farklı bir konuya tahsis
edildiğini belirtmekte yarar vardır. Zira araştırmada bahis konusu olan, yatır, türbe, ziyaret, dede veya baba
mezarı gibi çeşitli adlarla anılan ve çoğunlukla kendilerine velî, evliya, eren, ermiş, âbit, zâhit, âlim, seyyid,
şeyh, gazi, pir, dede, baba, abdal yahut şehit gibi çeşitli isim ve sıfatlar verilerek manevî güç ve meziyetlerine
inanılan kişilerin yattıkları kabul edilen yerlere, belli dilek, istek ve muratlarla yapılan ziyaretler ve bu çerçevede
oluşmuş bulunan inanç ve uygulamalardır.15
Bu anlamdaki bir ziyaretin, yine Türkçemizde yaygın bir kullanıma sahip olan adak ile yakın ilgisinin
bulunduğunu belirtmek gerekir.16Ayrıca adak teriminden daha az kullanıma sahip olan ve esasen daha hususi ve
dînî bir yön arzeden nezir kelimesi de vardır. Ancak nezirde kurbanın veya adanan şeylerin sunulması söz
konusu olduğu için incelememize konu teşkil eden olayları kapsaması açısından ziyaret terimini kullanmanın
daha isabetli olacağı kanaatine vardık.
Şunu da belirtmek gerekir ki ziyaret yerleri, her zaman için, kendilerinde belli bir manevî güç, feyz ya
da bereket bulunduğuna inanılan bir takım efsaneler, hikayeler, kerâmetler ve mertebeler atfolunan şahısların
12 Kangalın inanç coğrafyasının yanısıra etnik yapısı konusunda bkz: Sıddık Ünalan, XX. Yüzyıl Sivas Tarihi ve Günümüz
Şnanç Coğrafyası, (Şnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü-Basılmamış Doktora Tezi), Malatya, 1997, s.241-246.
13 Ünver Günay-Harun Güngör-Şaban Kuzgun-Huzeyfe Sayım-Vahap Taştan, Kayseri ve Çevresinde Ziyaret ve Ziyaret
Yerleri, Kayseri, 1996, s. 10.
14 Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, Şstanbul, 1988, s.1195.
15 Günay Ü.-H. Güngör-Ş. Kuzgun-H. Sayım-V. Taştan, a.g.e., s. 10-11.
16 Kutlu Özen, Sivas ve Divriği Yöresinde Eski Türk Şnançlarına Bağlı Adak Yerleri, Sivas, 1996, s. 20-24.
mezarları, türbeleri yahut onlara ithaf olunan makamlar değildir; Zira kutsal olarak kabul edilen bir takım taş,
ağaç, kaynak, göl, kaya ve dağ gibi mekanlar da ziyaret yeri kategorisi içerisine girer.17
Bu konuda merhum Hocamız Hikmet Tanyu’nun “Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri” adlı
çalışması, Erciyes Üniversitesi Şlâhiyat Fakültesi öğretim üyelerinden beş kişilik bir komisyonun hazırladığı
“Kayseri ve Çevresinde Ziyaret ve Ziyaret Yerleri” adlı çalışma ve Cumhuriyet Üniversitesi Türk dili bölümü
öğretim elemanlarından Kutlu Özen’in daha çok Divriği yöresini ele alan “Sivas ve Divriği Yöresinde Eski Türk
Şnançlarına Bağlı Adak Yerleri” adlı çalışması bize, adak ve ziyaret yerleri ve buna bağlı inanışların ülkemizde
oldukça yaygın olduğunu göstermektedir.
Esasen bu tip inanç ve uygulamalara sadece ülkemizde değil, aynı şekilde diğer Türk devletlerinde de
daha Şslâm öncesi dönemden itibaren rastlandığı herkesin malumudur. Hatta olay sadece Türk Dünyası ile de
sınırlandırılmamalıdır. Zira bazı görüşlere göre Şslâm öncesi döneme kadar uzanmak üzere olaya Araplar
arasında da rastlanmaktadır.18 Bu cümleden olarak özellikle Kuzey Afrika’da ve oradan aldığı etkilerle bütün
Afrika dünyasında Murabitizm veya Mirobitizm denilen ve çeşitli amaçlarla velîlerin mezarlarının yahut öteki
kutsal bilinen mekanların ziyaret edilmesinden ibaret olan olayın yaygın olduğunu belirtmekte fayda vardır.
Ziyaret inancı ve buna bağlı uygulamalar sadece Türk veya Şslâm dünyası ile de sınırlı değildir. Zira,
bilindiği üzere natürizm ve animizm diye adlandırılan ve tabiata yahut tabiat kuvvetlerine veya onların
kişileştirilmiş şekillerine, ruhlara ve özellikle de ata ruhlarına tapınma şeklindeki inanç ve uygulamalara Afrika,
Amerika ve Avustralya’nın ilkel yerlerinin yanısıra Uzak Doğu ülkelerinde, hatta Çin’de, Hindistan’da, Eski
Yunan ve Roma’da da rastlanabilmektedir.
Netice itibariyle olaya böylesine bir perspektiften bakıldığında ziyaret inancı ve olayı dünya çapında
yaygınlığa sahip bulunan bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır. Şunu vurgulamak gerekir ki, bu tip inanç
ve uygulamalar toplumlarda, kültürlere, devirlere ve yerlere göre aralarında dikkate değer farklılıklar
gösterebilir.
Bütün bu açıklamalardan sonra, ziyaret, adak, dede, baba, şeyh, eren, evliya, mezar, yatır ve
türbe...vb. adlarla anılan bu ziyaret yerleri ile onlara belli inanç, efsane ve kerametlerin atfedilmesi çeşitli dilek
ve isteklerle onların ziyaret edilmesi olayı, inceleme alanımız olan Kangal ve çevresinde oldukça yaygındır.
Şncelemeye çalıştığımız bu ziyaret yerlerini üç kısma ayırarak vermeye çalışalım.
1-YATIRLAR (Türbe, Baba, Evliya, Pir, Tekke):
Şnsanlar istek ve ihtiraslarını gerçekleştirmede karşılaştıkları zorluk ve imkansızlıklar karşısında ya
büyüleyici ya da kutsal bildikleri varlıklara yaklaşarak, ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlar. Şşte insanların
kendilerine yardım ve faydası dokunacağına inandıkları varlıklardan biri de “yatırlar”dır. Bunlar, sağlıklarında
zühd, takva, ibadet ve muhabbetle yaşayan, vatanı, milleti uğrunda şehadet mertebesine ulaşan, Tanrı’nın sevgili
17 Günay Ü.-H. Güngör-Ş. Kuzgun-H. Sayım-V. Taştan, a.g.e., s. 11.
18 Günay Ü.-H. Güngör-Ş. Kuzgun-H. Sayım-V. Taştan, a.g.e., s. 10-11.; Ayrıca bkz. Ahmet Gökbel, “Anadolu’da Yaşayan
Halk Şnanışlarından Çaput Bağlama ve Nazar”, Cumhuriyet Üniversitesi Şlâhiyat Fakültesi Dergisi, sa:1, Sivas, 1996,
s. 173-178.
kulları arasında kabul edilen kimseler olduğu gibi, Tanrı katında hatırlarının kırılamayacağı inancı ile ilk dilek
kapısı olarak değerlendirilen, kült haline gelmiş veliler olarak kabul edilebilirler.
Biz bu başlık altında, kendisinde mutlaka bir yatırın veya mezarın bulunduğu ziyaret yerlerini ele
alacağız. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:
a-Tezveren Baba:
Şlçe merkezinin kuzey batısında bulunan mezarlığın yukarı kısmında yer almaktadır. Mezarın çevresi
kerpiç ve taşla çevrili olup üzerinde çaprazlama atılmış tahtalar vardır.
Halk arasında, burada yatan kişinin Horasan'dan gelip XVII. asırda yaşadığına ve Samud Baba ile yakın
ilişki içinde olan bir velî olduğuna inanılmaktadır. Yaşlı insanlardan edinilen bilgiye göre bu velinin mezarı
daha önceleri küçük kubbeli bir yapı halinde idi. Daha sonra buradaki taşların bir kısmı sökülerek diğer mezarlar
için kullanılmış ve günümüzdeki şekle gelmiştir. Yatırın baş ucunda bulunan ve kutsal olarak kabul edilen çam
ağacına yöre halkı yıllarca dilek ve isteklerinin kabul edilmesi için çaput bağlamışlardır. Ancak son yıllarda bu
yapılanların hurafe ve günah olduğu düşüncesiyle ağaç ortadan kaldırılmıştır.
Yöre halkı, Tezveren Baba'yı şu sebeplerden dolayı ziyaret etmektedir:
1- Çocuğu olmayan kadınlar, Perşembe akşamı yatsı namazından sonra bir bez bebek yapıp hazırlarlar.
Ertesi gün erkeklerin Cuma namazına gittikleri sırada, akşamdan hazırladıkları bezden yapılmış oyuncak bebeği
yanlarına alarak Tezveren Baba’nın mezarına giderler. Sembolik olarak hazırlanmış bu bebeği Tezveren
Baba’ya bağışlayıp mezarın üzerine bırakırlar ve gerçek bebek vermesini dilerler.
2- Kısmeti açılmayıp evlenemeyen kızlar, Perşembe günleri burayı ziyaret edip “kabrine geldim
isteyerek atıldım, evime gittim ki satıldım” şeklinde sözler söyleyerek mezarın üzerine kapanıp toprağı
yalarlar.19
3- Çeşitli sıkıntıları ve hastalıkları olanlar bu yatırın başına gelerek dua edip dilek ve isteklerini
belirterek adak adarlar. Dileği gerçekleşenler adak kurbanlarını mezarın başında veya evde keserek pişirip
dağıtırlar.
4- Sütü gelmeyen loğusa kadınlar, Tezveren Baba'ya giderek önce mum yakarlar, mezarın üzerindeki
toprağı öptükten sonra bir miktar toprak alarak eve dönerler. Mezardan getirdikleri bu toprağı banyo suyuna
katarak o su ile yedi gün banyo yaparlar.20
5- Ayrıca asker ve gurbetçi yolu bekleyenler, bu yatırın başına gelerek dua ve niyazda bulunurlar.
Yatırın çevresindeki kuşlara yem atarak Tezveren Baba'ya hitaben, “onları bize tez kavuştur”, kuşlara hitaben
de “selam götürün” derler.21
b-Samud Baba:
19 Fadime Tepegöz, Kangal Merkez, 1328 Doğumlu, Okur-Yazar Değil.
20 Zaruk Durna, Kangal Merkez, 1926 Doğumlu,Okur-Yazar Değil; Mehmet Karasu, Kangal Merkez, 1951 Doğumlu,
Okur-Yazar.
21 Adalet Korkmaz, Kangal Merkez, 1943 Doğumlu, Lise Mezunu.
Sivas ili sınırları içerisinde Tekke adında iki köy ve bir mezra vardır. Her üçünde de Hacı Bektaş
Veli’nin halifeleri veya o dönemin önde gelen din adamlarına ait olduğu sanılan yatırlar bulunmaktadır.22
Bunlar Zara’nın Tekke köyündeki şeyh Merzubân23 Divriği’nin Tekke denilen mevkide Garip Musa24, diğeri de
Kangal’ın Tekke köyündeki Samud Baba’dır.
Samud Baba’nın türbesi, Kangal merkeze 10 km. uzaklıkta olan Tekke köyündedir. Türbe altıgen olup
kesme taşlardan yapılmıştır. Giriş kapısı üzerinde 1573 tarihi vardır. Bu tarihe göre Samud Baba XVI.yüzyılda
yaşamıştır. Türbenin kubbesi içten daire şeklinde, dıştan ise piramit külahlıdır.25 Bölge insanı, türbenin
IV.Murat zamanında ve bizzat padişahın emriyle inşa ettirildiğine inanmaktadır. Bazı kaynaklar ise, 1573
tarihinde II.Selim zamanında yapıldığından bahsederler.26 Seksen metre karelik bir bahçe içerisinde bulunan
türbenin hemen arkasında bir armut ağacı, önünde tatlı su çeşmesi ve elli metre güneyinde dört dala ayrılmış bir
dut ağacı bulunmaktadır.
Türbeyi çevreleyen avlunun ortasında çapı yaklaşık yarım metre olan bir direk bulunmaktadır. Avlunun
iki köşesinde bağlanmış rengarenk çaput ve iplik parçaları, direk üzerine yazılmış çeşitli dilek ve niyazlar hemen
göze çarpmaktadır. Örneğin; “Şşte sana geldim Samud Baba, dert bende derman sende, bendeki şu derdi
al...bana bir evlat nasip et...vb." gibi bir çok dilek ve duaların yapıldığını gözlemlemek mümkündür.
Mezarın bulunduğu bölmenin giriş kapısının üstünde Farsça kitabesi vardır. Ayrıca türbenin bahçesinde
kesilen kurbanların pişirilmesi ve ikram edilmesi için ocak vardır. Kabrin ayak ucunda, daire biçiminde küçük
bir kuyu bulunmaktadır. Şçerisi ince toprakla doldurulmuştur. Gelen hastalar buradan şifa toprağını alıp giderler.
Kabrin üzerinde Kelime-i Tevhid yazılı yeşil bir örtü, sağ tarafında on iki imama ait üzerinde on bir dilim olan
bir tokmak (on ikinci dilimin yeri boş olup gelecek mehdiyi simgelemektedir.) ve Türkçe mealli bir Kur’an-ı
Kerîm, sol tarafında ise Perşembe akşamları yakılmak üzere hazırlanmış birkaç mum vardır.
Tekke köyünün manevî bekçisi olduğuna inanılan Samud Baba türbesinin bakımını ve bekçiliğini
Samud Baba’nın torunlarından olduğunu iddia eden Ali Bey üstlenmiştir.
Yöre halkı bu türbeyi şu nedenlerden dolayı ziyaret etmektedir:
22 Şbrahim Aslanoğlu, “Bir XVI. Yüzyıl Şairi SAMUT”, Sivas Folkloru, VI, sa:69, Sivas, 1978, s. 18
23 Şeyh Mezrubân’ın Türbesi, Zara yakınlarındaki Tekke köyündedir. III. Gıyaseddin Keyhüsrev’in 1274 yılında Şeyh
Mezrubân zaviyesi ve türbesi için tesis etmiş olduğu vakfiye de Şeyh Mezrubân Veli’nin kimliği “Şeyh Mahmud b.
Seyyid Ali El-Hüseynî el-Bağdadî” olarak geçmektedir. Yani Bağdatlı olduğu, Hz. Hüseyn’in soyundan geldiği adının
Mahmud, babasının isminin ise Ali olduğu belirtilmektedir. 1536 tarihli vakfıyeye göre ise O’nun kimliği “Şeyh Mahmud
b. Şeyh Ali el-Hüseynî el-Bağdadî el-Vefaî el-Hanefî” şeklinde verilmektedir. Bu kimlikten de Şeyh Mezrubân’ın Vefaî
tarikatına ve Hanefî mezhebine mensup olduğu anlaşılmaktadır. (Özen, Sivas ve Divriği Yöresinde Eski Türk
Şnançlarına Bağlı Adak Yerleri, s. 61)
Halk O’nun Horasan erenlerinden olduğuna ve Selçuklu Sultanı II. Alaaddin Keykubad (1281-1308) döneminde
yaşadığına, bir çok kerametler gösterdiğine ve Hz. Peygamber’in soyundan geldiğine inanmaktadır. (Geniş bilgi için bkz:
Adnan Mahiroğulları, Dünden Bugüne Zara, Sivas, 1996, s. 154-155)
24 Bölgede Garip Musa Tekkesi olarak bilinen Seyid Garip Musa, Selçuklular döneminde yaşayıp, Hünkâr Hacı Bektaş’tan
nasip alan bir Alp-Eren olarak tanınır. Tekke, Güneş köyünün üst tarafındaki Garip Musa mezrasındadır. Dumbuca
yaylasının kuzey eteklerinde kalan türbe, Höbek köyüne 12 km, Güneş köyüne 5 km uzaklıktadır. Divriği’de Tekke
olarak bilinen bir diğer yatır da Hüseyin Abdal’dır. Rivayete göre Hüseyin Abdal, uzun müddet Hacı Bektaş Veli
Dergahı’na hizmet ettikten sonra hüccet alıp Divriği’nin Aşudu Tekke (Güvenkaya) köyüne gelir. Burada bir tekke açıp
halkı irşad eder ve bu köyde vefat eder. (Özen, Divriği Evliyaları, Sivas, 1997, s. 58, 118). Yukarı Divriği’deki Tekke
mezrası veya Tekke adıyla anılan yerdeki yatırın, Garip Musa’dan ziyade Hüseyin Abdal’ın olma ihtimali daha yüksektir.
Çünkü Garip Musa yatırı ve çevresinde Tekke adıyla bilinen herhangi bir yer veya mezra yoktur.
25 Kutlu Özen, “Sivas Yöresindeki Adak yerleri”, Revak 95, Sivas, 1995, s. 52; Yasak, a.g.e, s. 151.
26 Hakkı Acun, "Sivas ve Çevresi Tarihi Eserlerin Listesi ve Turistik Değerleri”, Vakıflar Dergisi, sa:20, Ankara, 1988,
s.197.
Aylık, yıllık ve haftalık Cem ibadetleri burada yapılır,
Yağmur duası için türbeye gelinerek dua ve niyazdan sonra, bahçesinde kurbanlar kesilir.
Çocuğu olmayan, çocuğu yaşamayan kadınlar ve bahtı kapalı olan genç kız ve erkekler buraya gelerek
himmet beklerler. Bir kısmını yemek, bir kısmını da suya katarak içmek için oradaki topraktan bir miktar alırlar,
Hayvanları nazardan korumak, onlardan bol süt almak ve hayvanlarda görülen Bostça hastalığını tedavi
etmek için buradan alınan bir miktar toprak, tuzla karıştırılarak hayvanlara yalattırılır.
Yine hayvanların ve insanların doğumu kolay yapmaları için Perşembe akşamları oradan alınan toprak,
insanların yastığının altına konur, hayvanların ise altına serpilir.
Buradan alınan toprağı, muska şekline getirerek üzerinde taşıyan kimseyi yılanın sokmadığı ve köpeğin
ısırmadığına inanılır.
Gece uykusunda ağlayan, geç yürüyen, dili peltek olan ve korkan çocuklar buraya getirilerek kabrin
toprağından üç ile yedi gün yalattırılır.
Samud Baba’nın komşu köylerden hatta komşu ilçe ve illerden bile ziyaretçileri vardır. Çeşitli
sıkıntıları olan insanlar buraya gelerek sıkıntılarının ortadan kalkması için dua ve niyazda bulunurlar.
Şsteklerinin yerine gelmesi için de oradan ayrılırken kutsal kabul edilen dut ve armut ağacına çaput ve bez
bağlarlar.
c-Felfan Baba:
Kangal merkeze bağlı Örencik (Halburveren) köyünün 15 km. doğusundaki Felfan Dağı’nın
tepesindedir. Felfan Baba’nın türbesinin 1840’lı yıllarda Divriği müftüsü Ziya Bey'in önderliğinde bölge insanı
tarafından yapıldığı rivayet edilmektedir. Dikdörtgen şeklinde olan türbe, kesme taşlardan ve Horasan harcı
kullanılarak yapılmıştır. Çatısı ahşaptır. Şçerisindeki mezar, taşlarla yapılmıştır. Burada yatan zatın nereden, ne
zaman geldiği ve hangi tarihte vefat ettiği bilinmemektedir. Hacı Bektaş Veli'nin müridi olduğuna dair
söylentiler yaygındır.
Örencik ve Çevre köylerin Felfan Baba’yı ziyaret etme amaçlarını şu şekilde sıralayabiliriz.
Çocuğu olmayanlar, sütü az olan loğusa kadınlar ve çocuğu yaşamayıpta yaşamasını isteyenler Felfan
Baba’ya gelirler. Orada mum yakıp çaput bağlarlar. Sonra mezarın toprağından bir miktar alarak geri dönerler.
Alınan toprak, çevredeki farklı yedi ziyaret yerinden alınan toprağa katılarak bu toprağın karıştırıldığı su ile üç
ile yirmi bir gün arasında sessiz bir ortamda banyo yapılır.27
Şlkbahar aylarında civar köylüler Felfan Baba’ya gelerek dua ve niyazda bulunduktan sonra kurban
keserler. Bu ziyaretin asıl amacı bölgenin ekili arazilerinin yangın ve haşarat gibi tabiat afetlerinden
korunmasıdır.28
Havalar kurak gittiği zaman yağmur yağması için topluca Felfan Baba’ya çıkılarak dua ve niyazlar
yapıldıktan sonra kurbanlar kesilir.29
27 Veysel Çelik, Örencik Köyü, 1940 Doğumlu, Ortaokul Mezunu.
28 Hacı Mehmet Özdemir, Delioğlan Deresi, 1929 Doğumlu, Okur-Yazar Değil.
29 Mustafa Topuz, Deliktaş Nahiyesi, 1927 Doğumlu, Okur-Yazar Değil.
Alevî-Sünnî ayırımı yapılmadan ziyaret edilen Felfan Baba’ya aile geçimsizliğinin giderilmesi ve
huzurlu bir ortamın sağlanması içinde gidilerek dua ve niyazlarda bulunulduğu nakledilmektedir.30
d-Ruhsatî Baba (Aşık Ruhsatî):
Şlçenin Deliktaş bucağında 1835 yılında doğan Aşık Ruhsatî’nin asıl ismi Mustafa’dır. Her ne kadar
Deliktaş’lı ise de;
"Dedem vilayeti gitsem Tonus’a
Saklamaz sırrını sezegen olur"
dediğine göre, Ruhsatî’nin dedesi Tonus’tan gelmedir. Tonus’un şimdiki adı Altınyayla’dır.
Anadolu’nun çeşitli yörelerini gezen Ruhsatî 1911 yılında (diğer bir rivayete göre 1912) kendi köyünde
ölmüştür. Küçük yaştan itibaren yoksulluğu nedeniyle çobanlık yapan Ruhsatî, içli ve duyarlı bir âşıktır. Şiirleri
“Sivas’ta Aşıklık Geleneği ve Aşık Ruhsatî” adı altında Doğan Kaya tarafından incelenmiş ve bu eser
yayınlanmıştır.31
Ruhsatî Baba dört defa evlenmiş ve evliliklerinden yirmi üç çocuğu olmuştur. Bir şiirinde evliliğini şu
şekilde ifade eder:
“Eğer nikahtan sorarsan dördü bitirdim tamam,
Eğer evlattan sorarsan yirmi üçtür heman.”32
Rivayete göre, Ulaş’a bağlı Kertme Köyü mezrasında uykuya dalan Ruhsatî’ye pirler tarafından bade
verilir. Bade içtiğini de bir çok şiirinde dile getirmiştir. Bu hadiseden sonra çevrede Ruhsatî’ye Hoca, Ruhsâtî,
Aşık, Cehdî denilmiş, hatta deli ve serseri diyenler de olmuştur. Şeyhinin Şakir Efendi olduğu şiirlerinden
anlaşılmaktadır.
Mezarı, Deliktaş köyü mezarlığının ortasında olup mermerle yaptırılmıştır. Üzerine sürekli toprak
takviyesi yapılmaktadır. 33
Yöre halkı Ruhsâtî Baba’yı veli bir zat olarak kabul etmektedir. Anlatıldığına göre, Turnalar, Kurmaç
Tepesinden gelip kavis alırlar, Kale mevkiinden geri dönerek Ruhsâtî Baba’nın mezarı üzerinde kanat çırptıktan
sonra Darende üzerine doğru, Somuncu Baba’ya giderlermiş.
Yine halktan edindiğimiz bilgiye göre, Çorum’da bir kadın Ruhsâtî Baba’yı rüyasında görür. Ruhsâtî
Baba kadına: “Gel beni ziyaret et” der. Uykudan uyanan kadın, Ruhsâtî Baba’yı araştırıp soruşturduktan sonra,
Deliktaş köyüne gelir. Köyden satın aldığı bir kurbanı Ruhsâtî Baba’nın mezarında keserek köylülere dağıtır.
Daha sonra rüyasını köylülere anlatarak ziyaret sebebi hakkında bilgi verir. Hasta olarak gelen kadın sıhhatine
kavuşarak memleketine döner.34
Halktan, Ruhsâtî Baba hakkında buna benzer hadiseleri dinlemek mümkündür.
Şimdi de Ruhsâtî Baba’nın mezarının hangi amaçla ziyaret edildiği üzerinde duralım:
30 Fadime Tepegöz, Kangal Merkez, 1328 Doğumlu, Okur-Yazar Değil.
31 Bkz: Doğan Kaya, Sivas'ta Âşıklık Geleneği ve Âşık Ruhsati, (Cum.Ün. yay), Sivas, 1994
32 Aşık Kul Gazi, Tuzla Köyü (Şarkışla Şlçesi), 1934 Doğumlu, Lise Mezunu.
33 Şlyas Zortaş, Deliktaş Köyü, 1950 Doğumlu, Öğretmen Okulu Mezunu.
34 Ahmet Adıgüzel, Deliktaş Köyü, 1935 Doğumlu, Okur-Yazar; Şlyas Zortaş, Deliktaş Köyü, 1950 Doğumlu, Öğretmen
Okulu Mezunu; Mustafa Topuz, Deliktaş Köyü, 1927 Doğumlu, Okur-Yazar değil.
Hayvanların “bostca” hastalığının tedavisi için buraya gelip Ruhsâtî Baba’nın mezarından aldıkları
toprağı tuza katarak hayvanlara yalattırırlar.
Çocuğu olmayan kadınlar, çocuk sahibi olmak için mezarlığa gelip mümkün ise, Ruhsâtî Baba’nın
mezarının yanında bir gece yatarlar. Ertesi gün mezarın üzerinden bir avuç toprak alarak oradan ayrılırlar. Bu
toprağın bir kısmını yedi gün yemeklerine katarak yerler. Kalan kısmını da muska yaparak boyunlarına asarlar.
Gurbete giden gençler, gitmeden önce Perşembe günü Ruhsâtî Baba’nın mezarını ziyaret ederek ondan
izin alırlar. Örneğin askere gidenler, burayı ziyaret edip izin aldıktan sonra mezardan bir miktar toprak alarak
onu hamayel şekline getirip üzerlerinde taşırlar. Böylece kendilerine gelebilecek bela ve kötülüklerin
defolacağına inanırlar.
Ayrıca havalar kurak gittiği zaman, yağmur duası için oraya gidilerek kurbanlar kesildiği gibi, gece
uykusunda ağlayan ve karanlıktan korkan çocuklar için de, Ruhsâtî Baba’nın mezarı ziyaret edilerek yardım
istenir.35
e-Tatarmış Baba:
Tatarmış Baba’nın mezarı Deliktaş köyü içerisindedir. Mezarın bulunduğu yer eski bir kale kalıntısının
yeri olarak bilinmektedir. Burada yatan zatın da bu kalenin komutanı olduğu görüşü yaygındır. Mezar dört
köşeli olup taş ve kerpiçten yapılmıştır. Daha önceleri üzeri açıkken mezara en yakın evin sahibinin rüyasına
girmesiyle, o kişi tarafından üzeri kapatılmıştır.
Köylüler Tatarmış Baba’yı bir bereket kaynağı olarak görmektedirler. Şnsanlar, peynir, yağ ve ekmek
gibi bütün yiyeceklerinin bereketli olması için, Tatarmış Baba’nın mezarından aldıkları toprağı evlerinin
kilerlerine serperler. Hatta peynir ve yağ tenekelerini (bidonlarını) bizzat türbeye götürerek belirli bir süre orada
bırakırlar.36
Ayrıca ağzı eğilenler ve göz ağrısı çekenler, burasını ziyaret ederek mezarın toprağına dillerini sürerler
ve oradan aldıkları toprağı Cuma akşamı göz kapakları üzerine koyarak dinlendirirler.
Bunun haricinde sarası olanlar, vücudunun her hangi bir yeri uyuşanlar, eli ayağı çekilenler, Cin
çarpmasına uğrayanların da Tatarmış Baba’yı ziyaret ettikleri belirtilmektedir.37
f-Şeriflerin Tekkesi (Kızlar Ziyareti):
Bu tekke, Deliktaş’a 5 km, Başçayırı’na 3 km. uzaklıkta 1750 rakımlı yüksek bir tepenin üzerindedir.
bu Tepe civar köylüler tarafından Şeriflerin Tekkesi veya Kızlar Ziyareti olarak bilinir. Burası üç metre
üzerinde, iki metre genişliğinde etrafı çevrili ve üzeri demirle örtülü bir ziyaret yeridir. Demirlerin dört
köşesinde kuşların su içmeleri için suluklar yapılmıştır.
Buraya tekke denilmesinin ve kutsal olarak kabul edilmesinin sebebini Şerifler sülalesinden olan
Mustafa Özkan şu şekilde açıklamıştır: “Dedemler Tahtalı köyüne gelirken, şu andaki tekkenin yanında inip
35 Şlyas Zortaş, Deliktaş Köyü, 1950 Doğumlu, Öğretmen Okulu Mezunu; Yaşar Karakoç, Deliktaş Köyü, 1954 Doğumlu,
Şlkokul Mezunu; Fadime Tepegöz, Kangal Merkez, 1328 Doğumlu, Okur-Yazar Değil.
36 Ahmet Adıgüzel, Deliktaş Köyü, 1935 Doğumlu, Okur-Yazar.
37 Fadime Tepegöz, Kangal Merkez, 1328 Doğumlu, Okur-Yazar Değil.
konaklamışlar. Yol yorgunluğu nedeniyle burada biraz dinlenip uyumak isterler . Dedem uyurken bir tıkırtı
sesiyle uyanır. Birden şaşırır. Çünkü biraz ileride genç bir kızın durup kendisine baktığını görür. Daha sonra
dedem kıza doğru gittikçe , kız ondan uzaklaşır. Bu arada dedem kıza: 'Sen kimsin, kimlerdensin, ne arıyorsun,
in misin cin misin?” şeklinde sorular sorar. Ancak cevap alamaz. Aynı kız ertesi gün yine görünür, bu sefer
dedemin sorusuna cevap verir: “Dedeciğim ben ne inim ne de cinim, ben bir veliyim, iyilerdenim. Senin
bulunduğun yer benim mezarımdır. Orasını yaptır.' diye tavsiyede bulunur. Bir müddet sonra kızın ibrik ile
abdest aldığını görür ve kız kaybolur. Hayretler içerisinde kalan dedem, köyünden getirttiği taş ve ağaçlarla
burasını yaptırır.” Bu kızı orada abdest alırken ve dolaşırken bazı köylülerin de gördüğü söylenmektedir.
Mezarın başında bir çam ağacı vardır. Bu ağaca hiç kimse zarar vermez. Burası Deliktaş köyünde
Şeriflerin Tekkesi olarak bilinir. Ancak bazı civar köylerde Kızlar Ziyareti veya Kızlar Tekkesi şeklinde
isimlendirenlere de rastlanmıştır. Kızlar denilmesinin nedeni de burada bir değil birden fazla kız evliyanın
varolduğu inancıdır.
Bu ziyaret yerinde çocuğu olmayan veya olup da yaşamayan kadınlar gelerek, dilek ve isteklerini
belirtirler. Mümkünse kurban keserek niyazda bulunurlar.
Ayrıca yağmur duası için de gidildiği rivayetler arasındadır.
g- Çoban Baba:
Çoban Baba’nın mezarı Alacahan beldesinde belediye binasının arkasındadır. Mezarın yüksekliği bir
metre civarındadır. Mezarın yanında bir kuşburnu ağacı vardır. Mezarın üzeri açıktır.
Bölge halkından alınan bilgiye göre Çoban Baba; Horasandan gelerek önce Darende’ye daha sonra da
Alacahan’a yerleşmiştir. Asıl mesleği çobanlıktır. Aynı zamanda iyi bir de köpek eğiticisidir. Daha önceleri
Kangal köpeği ve Kangal koyunu, Çoban Baba’nın köpeği ve koyunu şeklinde isimlendirilmiş.
Menkıbeye göre Çoban Baba, çobanlık yaparken beyaz sakallı, nur yüzlü ve sarıklı ihtiyar bir dervişle
karşılaşır. Bu ihtiyar adam Çoban Baba’dan karnını doyurmak için bir şeyler ister. Örneğin ihtiyar adam Çoban
Baba’dan belindeki ekmekten biraz vermesini ister. Çoban Baba da belindekinin ekmek değil tuzluk olduğunu
söyleyince ihtiyar ısrar eder. Çoban Baba belindeki sargıyı açınca bir de ne görsün tandırdan yeni çıkmış bir
ekmek. Bu olaya bir anlam veremeyen Çoban Baba “bunda da bir hayır vardır” diyerek kuzulu koyunlardan
birini tutarak biraz süt sağmak istemiş. Şhtiyar adam buna da karşı çıkarak; “O koyunu bırak, şu koyunu sağ”
demiş. Çoban Baba: “Sizin gösterdiğiniz koyun kısır, sağmal değildir” diye cevap vermiş. Şhtiyar söylediği
koyunda ısrar edince Çoban Baba onun gösterdiği koyunu sağmaya başlamış. Bir de ne görsün memelerinden
bolca süt geliyor. Bunun üzerine Çoban Baba bu ihtiyarın Hızır olduğunu anlar, ancak herhangi bir şey
söylemez. Bütün bunlardan sonra bu ihtiyar nur yüzlü adam Çoban Baba’ya dönerek: “Oğlum Allah seni velî
kullarından etsin, Peygamberlere komşu eylesin” der ve oradan ayrılır.
Belirtildiğine göre Çoban Baba’nın Hızır’la karşılaşmasından sonra kendisinde bir takım değişiklikler
olur ve bazı kerametler göstermeye başlar.
Zamanla, Çoban Baba ile Hızır’ın karşılaştığı yerde bulunan Karaoğlu Çeşmesi kutsallaştırılmış ve her
Perşembe bu çeşmeden Zemzem aktığına inanılır hale gelinmiştir.
Ayrıca bu bölgeden hacca gidenlerin Çoban Baba’yı orada gördüklerini, onun velî bir insan olduğunu
belirttikleri rivayet olunmaktadır.38
Çoban Baba, Alacahan ve Kangal’ın diğer köylerinde tanındığı gibi komşu ilçe ve illerde de tanınmakta
ve ziyaret edilmektedir. Genellikle şu amaçlar için ziyaret edilir.
1. Bölge insanı yağmur duasına çıkmak istediği zaman önce Çoban Baba’nın mezarına uğrayıp üç Şhlas
bir Fatiha okur.
2. Koyunlarda çiçek hastalığı görüldüğü vakit Çoban Baba’nın mezarına gelinerek bir miktar toprak
alınıp tuza katılıp hayvanlara yalattırılır. 39
3. Vücudunun herhangi bir yerinde cilt hastalığı bulunanlar, önce Çoban Baba’nın mezarını ziyaret
ederler, daha sonra Karaoğlu Çeşmesi'nde abdest alarak bir miktar su içerler.
4. Nazardan korunmak ve eve, ekine, bostana bolluk gelmesi için Çoban Baba’nın mezarı ziyaret edilir,
oradan bir miktar toprak alınarak evin, bahçenin veya ekinin etrafına serpilir.
5. Askere gidecekler işlerinin rast gelmesi, kısmet ve bahtlarının bağlandığına inanan gençlerin bundan
kurtulup bir an önce kısmetlerinin açılması için Çoban Baba’ya giderek dua ve niyazda bulunurlar.
h- Ali Baba:
Keramet sahibi olan Ali Baba, Bakır Baba ve Çiçekli Baba’nın üç kardeş oldukları rivayet olunur. Önce
Çorum’un Alaca ilçesine giderler. Şki üç yıl gibi kısa bir müddet burada kaldıktan sonra Sivas’ın Kangal
ilçesine gelip üç farklı bölgeye yerleşirler.
Ali Baba ziyareti, Yeşilkale Köyü’nün yaklaşık 45 km kuzeyindedir. Küçük bir tepenin üzerinde olan
bu ziyaret yerinde herhangi bir mezar yoktur. Bölge insanı buradaki mezarın bakımsızlıktan dolayı kaybolduğu
görüşündedir.40
Ali Baba ziyareti, bölge insanı tarafından şu amaçlar doğrultusunda ziyaret edilmektedir.
1. Havalar kurak gittiği zaman yağmur duası için buraya topluca çıkılıp kurban kesilir ve dualar
edilir. Kurban ve duadan sonra birer koyun ve kuzu sürüsü karıştırılarak karşılıklı melemeleri
sağlanır.
2. Hıdırellez ve koç katımının olduğu günlerde kısmetleri kapalı olan genç kızlar köyün çobanına
birer mendil verirler. Verilen bu mendillerin her gün birer defa olmak üzere yedi gün, bu tepenin
etrafında dolandırılmasını ve daha sonra bir erkek çocuğu vasıtasıyla kendilerine ulaştırılmasını
isterler.
3. Şlkbaharda ağrısı ve sızısı olanlar ilk gök gürlediği zaman adı geçen ziyarete çıkarak orada
yuvarlanırlar.
38 Rıfat Çoban, Alacahan Beldesi, 1943 Doğumlu,Okur-Yazar; Bekir Kanat, Alacahan Beldesi, 1960 Doğumlu, Öğretmen
Okulu Mezunu; Mehmet Aktürk, Alacahan Beldesi, 1924 Doğumlu, Okur-Yazar Değil; Mevlüt Bilgin, Alacahan
Beldesi, 1945 Doğumlu, Ortaokul Mezunu.
39 Özen, a.g.m, s. 52
40 Sultan Karslı, Yeşilkale Köyü, 1943 Doğumlu, Okur-Yazar Değil; Zeynep Yıldırım, Yeşilkale Köyü, 1948 Doğumlu,
Okur-Yazar Değil; Erol Albayrak, Eğricek Köyü, 1961 Doğumlu, Okur-Yazar.
ı- Bakır Baba:
Alacahan beldesinin 12 km kuzey batısında bulunan yaklaşık 1200 metre yükseklikteki bir tepedir.
Tepenin başında tahmini 60-70 metre kare üzerine oturtulmuş tek katlı bir ev vardır. Bu yapı içerisinde bir
mutfak, bir ocak ve bir salon bulunmaktadır. Burası gerek Alevî, gerekse Sünnî vatandaşlar nazarında bir nevi
ibadet yeri olarak görülmektedir. Salonda rengarenk çaput ve iplik bağlanmış direkler ile bir para kumbarası
göze çarpar.
Mutfakta yenebilecek cinsten bir çok şey bulmak mümkündür. Çünkü bu ziyaret yerine gelenler,
beraberlerinde getirdiklerinin bir kısmını yiyip içtikten sonra geriye kalanını oraya bırakıp giderler.
Bu evin önünde fazla derin olmayan yaklaşık bir metre çapında iki kuyu vardır. Kuyuların üst kısmında
ise bir kuşburnu ağacı bulunmaktadır. Bu ağaca da çaput ve ipliklerin bağlandığı görülür.
Bu tepede bir rivayete göre Bakır Baba, başka bir rivayete göre de Hızır Baba yatmaktadır. Ancak
hangisi olursa olsun mezarın yeri belli değildir. Son yıllarda Alevî vatandaşların daha sık ziyaret ettiği bu tepe,
bölge insanınca Bakır Tepe olarak da bilinir.
Edindiğimiz bilgiye göre, bu kuyuların suyu tepeye çıkılıp kurban kesildiği zaman çoğalır, tepeden
inilince azalırmış. Civar köylüler nazarında bu kuyuların suyu kutsaldır ve ne kadar içilirse içilsin insana
dokunmaz.41
Genel olarak çevre insanı Bakır Baba’ya şu nedenlerden dolayı çıkar.
1. Yağmur duası için: Orada kurban kestikten sonra dua ve niyazda bulunup kuyulardan birine bir
avuç toprak atar. Toprağın suya atılmasının nedeni, toprağın su istediğini belirtmektir.
2. Bilhassa koyunlarda görülen bostça hastalığı için Bakır Baba’nın toprağı ve suyu bir miktar tuz ile
karıştırılarak koyunlara taşların üzerinde yalattırılır.
3. Çocuğu olmayan ve çocuğu yaşamayan kadınlar, sütü az olan lohusalar, çocuklarının
cinsiyetlerinin değişmesini isteyenler ve vücudunun herhangi bir yerinde cilt hastalığı bulunanlar
da Bakır Baba’ya gelerek dua ve niyaz ederler, sudan içerler. Dileklerinin kabul edilmesi için
kuşburnu ağacına çaput bağlayarak oradan ayrılırlar.
4. Kısmeti açılmayan genç kızlar Bakır Baba’yı ziyaret ederek dilek ve istekte bulunup çaput
bağladıktan sonra kuyudan aldıkları suyu ayakta içerler. Döküldüğü zaman dilek ve isteklerinin
kabul edilmeyeceğine inanıldığı için suyun yere dökülmemesine dikkat edilir.
5. Baş ağrısı, boğmaca ve böbreklerinden rahatsız olanlar bu ziyarete gelerek kuyunun suyundan
akşam-sabah içerler.
6. Nazardan korunma ve yapılan büyü ve sihirlerin bozulması için oradan alınan bir miktar toprak
evin eşiğine serpilir.
i-Çiçekli Baba:
Alacahan’a yaklaşık 8-9 km uzaklıktaki bir kayalıktır. Ali ve Bakır Baba’nın kardeşi olarak bilinen
Çiçekli Baba’nın adı geçen kayalıklarda yaşadığı, hazinesini de buralarda bir yere gömerek öldüğü, ancak
41 Mehmet Aktürk, Alacahan Beldesi, 1924 Doğumlu, Okur-Yazar Değil; Haydar Çapak, Tekke Köyü, 1917 Doğumlu,
Okur-Yazar; Süleyman Yurdakul, Bektaş Köyü, 1955 Doğumlu, Şlkokul Mezunu.
kabrinin yerinin belli olmadığı rivayet edilmektedir. Halk arasında Çiçekli Baba’nın keramet ehli birisi olduğu
ve kendisini Allah’a adadığı inancı yaygındır. Çiçekli Baba; bölge insanı tarafından eskiden olduğu kadar çok
ziyaret edilmez.
Genellikle bu ziyaret yerini, düşük yapan kadınlar ile doğumu zor olan hamileler ziyaret ederek dua ve
niyazda bulunup dilek ve isteklerini belirtirler. Az da olsa yağmur duası için ziyaret edildiği de söylenmektedir.
j-Etyemez Baba:
Etyemez Baba’nın mezarı, Etyemez Köyü’nün mezarlığındadır. Etyemez Baba’nın mezarı demirden
yapılıp üzerine ismi yazdırılmıştır.
Horasan erenlerinden olduğuna inanılan Etyemez Baba’nın nerede doğup ne zaman öldüğü hakkında
hiçbir bilgi yoktur. Anlatıldığına göre asıl adı Etyemez olmayıp bu isim ona daha sonra verilmiştir. Sağlığında,
Şpek Yolu'ndan geçen kervan yolcularına sürekli et ikram edip, kendisi yemediği için bu isimle meşhur
olmuştur.
Köylülere göre, Etyemez Baba Kıbrıs ve Kore savaşlarında Etyemez dağının tepesinden düşmana karşı
sürekli top gülleleri atarmış. Bu zatın himmetinden dolayı, Etyemez köyü hiçbir zaman ekonomik sıkıntı
çekmemiş ve tabii afet görmemiştir. Köylüler Etyemez Baba’nın köyün bekçisi olduğunu, onun manevî
korumasını ve duasını her zaman üzerlerinde hissettiklerini, Perşembe akşamları ise kabrinin üzerine nur
yağdığını bildirmektedirler.
Etyemez Baba’yı hem Alevî hem de Sünnî inanca sahip insanlar ziyaret ederler. Babayı ziyaret etmek
isteyen birisi Perşembe sabahı şafak attıktan sonra abdest alıp ziyaret için niyet eder. Eğer mümkünse beraberine
bir kurban alarak hiç dünya kelamı etmeden mezarlığa varır. Mezarın etrafını yedi defa döner. Bu dönme işi
bittikten sonra üç Şhlas bir Fatiha okur. Sonra kurban keserek orada bulunanlara ve komşulara ikramda bulunur.
Şkram edilen kişiler kurban etini yerken “Allah dileğinizi kabul etsin” şeklinde dua ederler.42
Başta Etyemez Köyü olmak üzere çevreden gelen insanların Etyemez Baba’yı ziyaret nedenlerini şu
şekilde sıralamak mümkündür.
1. Etyemez Baba’nın mezarından bir miktar toprak alıp muska şeklinde üzerinde taşıyanlara kurşun
isabet etmez inancı vardır. Aynı zamanda bu insanları yılan ve böcek cinsinden herhangi bir
hayvan da sokmaz.
2. Kötü rüya görenler, evlenmek isteyip de evlenemeyenler veya herhangi bir kaza geçirenler
Etyemez Baba’nın mezarına giderek ondan yardım isterler.
3. Nazardan korunmak için, babanın mezarından alınan toprak muska şekline getirilerek evin ve
ahırın giriş kapısının üzerine asılır. Ayrıca diğer ziyaret yerlerine gidildiği gibi, yağmur duası için
de Etyemez Baba’ya toplu olarak çıkılıp dua ve niyazda bulunulur.
k-Hacı Bektaş Velî:
42 Reşit Kuzu, Etyemez Köyü, 1944 Doğumlu, Okur-Yazar Değil; Zeynep Yıldırım, Yeşilkale Köyü, 1948 Doğumlu, Okur-
Yazar Değil; Hacı Demir, Seçenyurdu Köyü, 1929 Doğumlu, Okur-Yazar.
Hacı Bektaş Veli’ye ait olduğu düşünülen bu mezar, Bektaş Köyü camiinin güneyinde yer almaktadır.
Mezar kare şeklinde olup taşlarla çevrilidir. Mezarın baş tarafında büyük bir taş dikilidir. Hacı Bektaş Velî diye
isimlendirilen bu şahsın burada hangi tarihte yaşadığı ve ne zaman öldüğü bilinmemektedir.
Bölge insanına göre Bektaş Köyü ismini bu yatırdan almıştır. Sünnî bir köydür. O çevredeki Alevî
inanca sahip köyler bu yatırın Hacı Bektaş Veli’ye ait olduğunu belirtirken, Sünnî köyler bu mezarın Hacı
Bektaş Velî’ye ait olmadığı ancak başka bir evliya mezarı olduğu görüşündedirler. Bir kısım köylülere göre Hacı
Bektaş Velî bu köyde bir zamanlar çobanlık yapmıştır. Ancak daha sağlığında burayı terketmiş ve bu bölgede
ölmemiştir. Bir kısım köylüler de Hacı Bektaş Velî’nin tekrar köye döndüğünü ve mezarın ona ait olduğunu
söyleyerek Alevî köylülerin görüşlarini desteklemektedir.
Görülüyorki bu yatırın Hacı Bektaş Velî olup olmadığında bazı ihtilaflar söz konusudur. Ancak burada
yatan şahıs ister Hacı Bektaş Veli olsun ister başka bir zat olsun, burası o bölgede yaşayan insanlar nazarında
önemli ve kutsal bir mekandır.
Bektaş köyünde Hacı Bektaş Veli ile ilgili şu menkıbe oldukça yaygındır: Yukarıda işaret edildiği üzere
Hacı Bektaş Veli, köyün ineklerini güdermiş. Sürünün içerisinde dul bir kadının da ineği bulunuyormuş, ancak
bu ineğin sütü her gün azalmaya başlamış. Sütün azalmasına sinirlenen kadın her gün ineği sağarken dövermiş.
Günlerden bir gün kadının ineği eve gelmez. Çobanın evine gelir ve şöyle der: “Sen nasıl çobansın, hem ineğimi
sağıyorsun hem de kaybediyorsun. Şneğim bulunmaz ise bunun sorumlusu sensin.” Hemen ineği aramaya çıkan
çoban, ineği otlarken bulur ve hemen inekle konuşmaya başlar. “Ey inek niçin evine gitmedin? Neden burada
otluyorsun? Bana niçin söz getirdin?” der. Şnek dile gelerek: “Ey çoban; sen bir kez azar işittin. Ben bu söz ve
hakareti her gün duyuyorum. Üstelik dayak yiyorum. Benim yüzümden bari bugün sana laf gelmesin
düşüncesiyle sütümün olması için biraz daha otlanmak istedim” der. Şnek ile Hacı Bektaş Veli arasındaki bu
konuşmayı civardan geçen bir kısım insanlar duyarlar ve şaşkın bir şekilde “Allah-Allah ne günlere kaldık,
demek ki adam kafayı üşüttü. Şnekle konuşuyor” derler. Kısa zaman içerisinde bu olay bütün köylüler tarafından
duyulur. Köyün çocukları Bektaş Veli’yi taşlayarak köyden kovarlar. Ayrılmak zorunda kalan Bektaş Velî
köylülere: “ Köyünüz yokluk görmesin ama ölülerinizin sağ tarafı kara olsun” diyerek veda eder.
Anlatıldığına göre, o günden bu zamana kadar, Bektaş köyünün cenazelerinin sağ tarafında kara bir
leke oluşmaktadır.43Bu sebeple bölge insanı bu yatırı özellikle aşağıda sıraladığımız nedenler olmak üzere
zaman zaman ziyaret etmektedirler.
1. Hacı Bektaş Veli’nin mezarından bir miktar toprak alınarak eve bolluk ve bereket gelsin ve kem
gözlerden korunsun amacıyla evin kilerine ve dış kapının eşiğine serpilir.
2. Çocuğu olmayan kadınlar bu yatırın mezarına giderek oradan aldıkları bir miktar toprağı Bakır
Baba’nın suyu ile ıslattıktan sonra onunla yedi gün banyo yaparlar.
3. Yağmur duası için gelindiği gibi uykuda ağlayan ve korkan çocuklar için de buraya gelinerek dua
ve niyazda bulunarak arzu ve istekler dile getirilir.
2-ŞŞFALI SULAR:
43 Süleyman Yurdakul, Bektaş Köyü, 1955 Doğumlu, Şlkokul Mezunu, Veli Yurdakul, Bektaş Köyü, 1966 Doğumlu,
Ortaokul Mezunu; Zeynep Yıldırım, Yeşilkale Köyü, 1948 Doğumlu, Okur-Yazar Değil.
En eski devirlerden beri Türklerin tabiat kültünde, su önemli bir unsur olmuştur. Türk kültür tarihinde
su kültü ile ilgili en eski kayıtlara göre Hunlar döneminde su, Türkler tarafından kutsal kabul ediliyordu.44
Asya Hunları, Haziran ayında Ongın nehri bölgesinde, Gök Türkler ve Uygurlar da yine Haziran’da
Tamir Irmağı kaynağında Gök Tanrı’ya, atalara, tabiat kuvvetlerine, at ve koyun kurban ederlerdi.45 Orhun
yazıtlarında yersu, Türklerin koruyucusu ruhları olarak zikredilmektedir.
Abdülkadir Şnan, Müslüman Türkler arasında yersu kültünün şekil değiştirerek yaşamakta olduğunu
belirttikten sonra, veli/evliya kimliğine bürünen bu inancın Ankara-Kızılcahamam’daki maden suyu pınarının
bulunduğu yerde, evliya mezarı olmadığı halde, ağaçlara çaputların bağlanmış olduğunu, bu çaputların doğrudan
doğruya “su ruhu”na bağlanmış nezirlerden başka bir şey olmadığı üzerinde durmaktadır.46
Öte yandan su kaynaklarının şifa verdiği inancı da yaygın bir şekilde çok öncelere kadar uzanmaktadır.
Sıcak su kaynaklarının (kaplıcaların) meydana gelişleri de zaman zaman yakınlarındaki bir yatıra bağlanan tabiat
dışı bir olayla açıklanmaktadır.47
Konu edindiğimiz Kangal bölgesindeki Balıklı Çermik buna en güzel örnektir. Buradaki uygulamalar
bu görüşü teyid etmekte ve Çermik bölgesinde bir yatırın varlığına inanılmaktadır. Şimdi bölgede bulunan şifalı
sular hakkında bilgi verelim.
a-Balıklı Çermik (Kaplıca):
Şlçeye 13 km uzaklıkta bulunan Balıklı Çermik, Kavak beldesi sınırları içerisinde bulunmaktadır.
Çermikte bay ve bayanlara ait iki adet üstü açık bir adet de kapalı havuz vardır. Bunun dışında 16 adet özel
banyo, bir otel, bir lokanta, bir market, çay bahçesi, birkaç tane motel, birer tane berber ve kasap ile bir cami
mevcuttur.
Çermikte suyun sıcaklığı yaz ve kış 37 derecedir. Buradaki balıklar 3 ila 6 cm boyundadır. Hemen
Çermik'in yanı başında akan derede de 12-14 cm uzunluğunda yılanlar vardır. Çermik'in neresinde olduğu
bilinmeyen bir yatırın varlığına inanılmaktadır. Günümüzde fazla görülmemekle beraber Çermik'in çevresinde
bulunan iğde, kuşburnu ve bazı çalılara ziyaretçiler tarafından zaman zaman çaput bağlandığı görülmüştür.
Çermik'in bulunduğu alan, 1920 yıllarına kadar sazlıkmış. O bölgedeki çobanları davarları ve keçileri
bu bölgede otlatırlarmış. Bir gün çoğunluğunu uyuz keçilerin oluşturduğu sürüyü otlatan çoban keçileri burada
yıkamaya başlamış. Kısa bir müddet sonra burada yıkanan keçilerdeki uyuzun tedavi olduğunu görmüş. Bu
duruma çok şaşıran çoban, gücünün yettiği kadar sazlık halinde olan göleti temizleyerek havuz şekline
getirmeye çalışmış. Bu olayı duyan o çevredeki köylüler o tarihten itibaren buradan şifa amacıyla istifade
etmeye başlamışlar.
Bir başka rivayete göre ise; bir çobanın keçisi uyuz olur. Bu hastalık diğer keçilere de bulaşmasın
düşüncesiyle uyuz olan keçiyi ölmesi için suyun içerisine atar. Ertesi gün aynı yere gelen çoban uyuz keçinin
iyileştiğini görür. Hemen oradaki sazlıkları temizleyip, havuz şekline dönüştürdükten sonra buraya uyuz
44 Özkul Çobanoğlu, “Türk Kültür Tarihinde Su Kültü”, Türk Kültürü, sa.361, Mayıs 1993, s.288.
45 Özen, a.g.e, s.18.
46 Abdülkadir Şnan, Makaleler ve Şncelemeler, I, Ankara, 1987, s.472.
47 Ahmet Gökbel, “Varsak Türkmenleri’nde Yer-Su Şnancının Şzleri”, Dinler Tarihi Araştırmaları, I, (Sempozyum-08-09
Kasım, 1996 Ankara), Ankara, 1998, s.268.
hamamı der. Olay çevrede kısa zamanda duyulur. Çevredeki köylüler o tarihten itibaren buraya sık sık gelip
suya girmeye başlarlar.
Balıklı Çermik'te küçük balıkların büyük balıkları yiyerek hayatlarını sürdürmeleri halk arasında
“Allah’ın bir mucizesi” olarak görülmektedir. Ayrıca burada var olduğuna inanılan yatırın, zaman zaman abdest
alarak namaz kıldığını ve Çermik'e doğru dua ettiğini görenlerin olduğunu belirtmektedirler. Yine çevre
köylülere göre Çermik deresinde bulunan yılanların karada dinlenirken oluşturdukları kıvrımlar Allah lafzını
andırmaktadır.48
Tesbit edebildiğimiz kadarıyla Balıklı Çermik gerek bölge insanı gerekse Türkiye’nin bir çok yerinden
gelen insanlar tarafından şu amaçlara ulaşabilmek için ziyaret edilmektedir:
a- Sedef hastalığına yakalananların buraya gelerek günde sekiz saat havuza girip Çermik'in şifalı
suyundan da içmek üzere yirmi bir gün tedavi olması neticesinde büyük bir ihtimalle iyileşeceği
inancı hakimdir.
b- Yılancık hastalığı için de burası sık sık ziyaret edilir. Buradaki yılanlar kolay kolay görünmezler.
Hastanın kendisi dahi fark etmeyebilir. Çünkü yılan geleceği zaman balıklar suyun üzerinde adeta
bir ağ örerek yılanın görünmemesini sağlarlar. Anlatıldığına göre bu olay da hastanın ürküp
korkmamasını sağlar.
c- Çocuğu olmayan kadınların da Balıklı Çermik'e sık sık geldikleri belirtilmektedir. Çocuk sahibi
olmak için çermiğe gelen kadınların fayda görebilmeleri için her gün sekiz saat olmak üzere 21 gün
banyo yapması, ayrıca akşam-sabah olmak üzere aç karnına suyundan içmesi gerektiğini
söylemektedirler. Bu işlemin sonunda ise oradaki çalıya ve kuşburnu ağacına çaput bağlayıp
çocuklarının olması için dilekte bulunanlar da vardır.
d- Az da olsa sütü gelmeyen lohusa kadınların gelip bir hafta kaldıktan sonra beraberlerinde bir
miktar su ile orada bulunan kisli çamurdan alarak evlerine dönerler. Getirdiği suyu evdeki banyo
suyuna katar, çamuru da göğüslerine ovalayarak sürerler.
e- Sedef hastalığının dışında herhangi bir cilt hastalığına yakalananların buraya gelerek havuzda
yıkanıp derenin kenarından alınan çamurların rahatsızlık duyulan yerlere sürdükleri de
belirtilmektedir.
f- Özellikle koyunlarda görülen bostça hastalığı için çevrede bulunan köylüler buraya gelerek kisli
toprağından alıp tuzla karıştırırlar. Bu karışım hasta hayvanlara yalattırılır. Bazan da alınan bu
toprak suda eritilerek (hayvanların üzerindeki böceklerin ölmesi için) hayvanlar banyo yaptırılır.
Ayrıca bu topraktan hayvanların kaldığı ağıllara da serpildiğine rastlanır. Amaç yine oradaki
haşeratın ölmesidir.
g- Balıklı Çermiği, çeşitli romatizmal ağrıları, kadın ve sinir hastalıkları ile böbrek rahatsızlıkları
olanların da ziyaret ettikleri görülür.
48 Mehmet Dönmez, Kangal Merkez, 1928 Doğumlu, Lise Mezunu; Halil Dönmez, Kangal Merkez, 1939 Doğumlu, Lise
Mezunu; Turan Erdoğan, Kangal Merkez, 1933 Doğumlu, Ortaokul Mezunu; Fadime Tepegöz, Kangal Merkez, 1328
Doğumlu, Okur-Yazar Değil; Vahit Kama, Yarhisar Köyü, 1931 Doğumlu, Şlkokul Mezunu.
h- Bütün bu saydıklarımızın dışında kısmeti kapalı olan bayanlar, çermiğe gelerek, banyoda kırk tas
suyu başından aşağı dökerler. Suyu dökerken re “üzerimdeki ve evimdeki sihirler ve büyüler bu su
gibi akıp gitsin” şeklinde sözler söylerler. Bu şekilde bahtlarının açılacağına inanırlar.
b-Dervişin Ilıcası:
Çetinkaya beldesine bağlı Kalkım Köyü'nün yaklaşık iki kilometre doğu yönüne düşer. Tabii bir göl
olan ılıca, Balıklı Çermik'in çoğu özelliğini taşır. Derviş adında bir şahsın özel arazisi içerisinde bulunmaktadır.
Adını da buradan alır. Sadece civar köyler tarafından bilinen ılıca, Balıklı Çermik kadar meşhur değildir.
Aldığımız bilgilere göre, Balıklı Çermik'in yılanları ve balıklarının bir kısmı buradan alınıp götürülmüştür.
Çevresindeki köyler dışında kimsenin bilmediği bu suya sadece o bölgenin insanı tedavi için
gelmektedir. Yöre halkı, Balıklı Çermik'ten farklı görmedikleri bu ılıca hakkında resmi makamlara müracaat
ettiklerini ancak sonuç alamadıklarını ve böylece de önemli bir şifa kaynağının kendi haline terk edildiğini
belirtmektedirler.
Köylüler, ılıcanın Balıklı Çermik'in bir parçası olduğuna, çermikteki yatırın zaman zaman buraya gelip
abdest aldığına inanmaktadır. Bazı insanlar da Balıklı Çermiğin kaynağını ılıcanın oluşturduğu
görüşündedirler.49
Dervişin ılıcasına kısaca şu amaçlar için gidilmektedir.
a- Çocuğu çok olanlar, bunu önlemek için ılıcadan aldıkları kisli çamuru katır tırnağı ile dövüp bu
karışımı bir hafta aç karnına yerler.
b- Başta sedef olmak üzere herhangi bir cilt hastalığına yakalananlar ılıcaya giderek önce gölde
yıkanır. Daha sonra suyun kenarından aldığı çamuru hastalık bulunan kısımlara sürer.
c- Böbrek hastaları ılıcada birkaç gün suyun gözünden içer ve gölette banyo yapar. Dönüşte
beraberlerinde bir iki bidon su alarak Perşembe akşamları ve Cuma sabahları abdest almada
kullanırlar.
d- Uyuz olan hayvanlar oraya götürülerek yıkanır.
3-DŞĞER ZŞYARET YERLERŞ (Taş-Kaya-Dağ-Mağara):
Yer-Su kültüne bağlı inanç sistemi içinde taşların ve kayaların da kutsallığına inanılmaktadır. Türk
kavimlerinde çok eski devirlerden beri yaygın bir inanca göre, büyük Türk tanrısı Türklerin (ceddi âlâsına) ilk
hakanına yada (yahut cada) denilen sihirli bir taş armağan etmiştir ki bununla istediği zaman yağmur, kar, dolu
yağdırır, fırtına çıkarırdı.50
Şlkel inançlara bakıldığı zaman, bazı taşlar, kurban takdiminde özel bir kutsal mevki alır. Taşın içinde
bir kuvvet kaynağı, bir ruh ve bir mana olduğuna inanılır. Animizm inancında ölümden sonra ruhların ikamet
49 Kamil Yılmaz, Kalkım Köyü, 1946 Doğumlu, Şlkokul Mezunu; Gülay Demir, Çetinkaya Beldesi, 1946 Doğumlu, Okur-
Yazar Değil;Ramazan Arslantaş, Çetinkaya Beldesi, 1949 Doğumlu, Şlkokul Mezunu.
50 Kaşgarlı Mahmut, Dîvanü Lügat-it-Türk, III, (çev: Besim Atalay), Ankara, 1992, s. 3, 159.; Abdülkadir Şnan, Tarihte
ve Bugün Şamanizm, Ankara,1986, s.160.; Hikmet Tanyu, Türklerde Taşla Şlgili Şnançlar, Ankara, 1987, s. 45-88.
ettiğine inanılan çeşitli yerlerden birisi de taştır.51 Yahudilik ve Hıristiyanlığa baktığımız zaman yine taş ve kaya
kültünün varlığı görülür.52
Orta Asya’daki ve Anadolu’daki bir çok adak ve ziyaret yerleri taş yığınlarından meydana gelmiştir53
Aynı zamanda taşlar ve kayalar, Türk destanlarının, Türk efsanelerinin ve çeşitli evliya menkıbelerinin meydana
gelmesinde önemli rol oynamıştır.
Öte yandan dağ kültünün de çok eski devirlerden beri çeşitli uluslarda mevcut olan uluslararası bir kült
olduğunu görmekteyiz. Eski Yahudiler Sina Dağı’nı, Araplar Arafat Dağı'nı, Yunanlılar Olimpus’u, Hintliler
Himalaya’yı, Moğollar da Burhan-Kaldun’u kutsal kabul etmişlerdir.54
Yer-su ruhlarının en önemli temsilcisi dağlar olarak kabul edilmektedir. Hunlar’ın eski vatanı olan Şandin-
Şan sıradağlarındaki Han-yoan dağı, her yıl Gök Tanrı’ya kurban kestikleri dağdı. Orta Asya’nın başka
kavimlerinde de Gök Tanrı’ya kurbanların yüksek dağ tepesinde sunulduğu Çin kaynaklarından
öğrenilmektedir.55
Eski Türkler, dağların Tanrı makamı olduğuna inanırlardı. Dağlara mübarek, mukaddes, büyük ata ve
büyük hakan anlamlarına gelen sıfatlar verirlerdi. Her boyun ve her oymağın kendine mahsus kutsal kabul ettiği
bir dağı olduğu gibi, boylardan kurulan büyük teşekkküllerin de kutsal kabul edilen ortak dağları vardı.56
Bugün gerek taş-kaya gerek dağ kültüne bağlı inançların izlerini Anadolu’nun çoğu yerleşim
birimlerinde görmek mümkündür. Aşağıda vereceğimiz Kangal bölgesindeki bu kültürlerle ilgili ziyaret yerleri
buna en güzel örnek teşkil eder.
a- Delik Kaya:
Deliktaş beldesinin yaklaşık iki kilometre güney-batısına düşer. Kayanın tahminen yerden yüksekliği
yüz, eni on beş metredir. Delik ise bir metre yüksekliğinde 50 cm enindedir.
Yöre halkına göre, bir gün burada koyun otlatan bir kıza bir koçun vurması sonucunda kız ve koç
kayaya çarpmış ve hem kızın hem de koçun şekilleri kayanın üzerinde oluşmuştur.
Yine mübarek olarak kabul edilen önemli gün ve gecelerde bir keçinin bu taşın önünden yalnız geçen
herkesin peşine düştüğü inancı yaygındır. Ayrıca Perşembe akşamları kayadan açılan bir kapıdan genç bir kızın
çıkarak köye dua ve niyazda bulunduğu anlatılmaktadır.57
Delik Kaya’ya Kangal merkez ve köylerinden gelindiği gibi, Sivas’ın diğer ilçelerinden, Tokat ve
Malatya gibi çeşitli komşu illerden de gelenlerin olduğu belirtilmektedir.
Şnsanların Delikkaya’ya geliş nedenlerini şu şekilde sıralamak mümkündür.
a- Çocuğu olmayan kadın Delikkaya’ya getirilir. Herhangi bir at ve eşek yuları kadının başına takılır.
Yulardan tutularak kayanın etrafı üç-yedi veya on bir defa dolandırılır. Yuları elinde tutup çocuğu
51 Tanyu, Türkler’de Taşla Şlgili Şnançlar, s.21-24.
52 Tanyu, Türkler’de Taşla Şlgili Şnançlar, s.28-37.
53 Yaşar Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk Şnançlarının Şzleri, Ankara 1990, s.36-37.
54 Şnan, Makaleler ve Şncelemeler II, Ankara,1991, s.253.
55 Şnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s.48-49.
56 Şnan, Eski Türk Dini Tarihi, Şstanbul, 1976, s.22.
57 Şevki Özdal, Deliktaş Köyü, 1937 Doğumlu, Şlkokul Mezunu; Mustafa Topuz, Deliktaş Köyü, 1923 Doğumlu, Okur-
Yazar Değil; Fadime Tepegöz, Kangal Merkez, 1328 Doğumlu, Okur-Yazar Değil.
olmayan kadını dolandıran kadın “bir atım var satarım, arkasına kurik katarım” diyerek çocuksuz
kadını kayaya satar. Daha sonra çocuk olursa; erkek ise Kaya, kız ise Satı ismi konularak teşekkür
mahiyetinde bir kurban kesilir.
b- Çocuğu olup ta yaşamayan kadınların da Delikkaya’yı ziyaret ettikleri görülmektedir. Çocuğu
yaşamayan kadın Delikkaya’ya giderek delikten arka arkaya geçer, sonra bir çivi ile elbisesinin
eteğini kayanın dibine çakar. Kadın kalkıp yürüyünce elbiseden bir parça koparak orada kalır. Bu
kadın, çocuğu oluncaya kadar bu elbiseyi bir daha giymez.
c- Yeni doğup albasan çocuklar ile loğusa kadınlar Delikkaya’ya götürülür. Delikten yedi kere
geçirildikten sonra kayanın dibinde horoz, tavuk veya hindi kanı akıtılır.
d- Herhangi bir dilek ve isteği bulunanlar bu kayaya giderler. Büyük dileğin yan tarafında bulunan
küçük deliğe demir para atıp deliğin çevresine taş tutturularak isteklerini belirtirler.
b-Gelincik Kayası:
Gelincik Kayası, Bektaş köyünün güney-batı tarafında, yaya olarak yaklaşık iki saat kadar uzaklıkta ve
yöre halkınca kutsal kabul edilen bir dizi kayalara verilen isimdir. Bu ziyaret yerinde herhangi bir yatıra
rastlanmamıştır. Çevre köylüler de yatırın veya herhangi bir mezarın olmadığını teyit etmektedirler. Gelincik
kayası hakkında anlatılan menkıbeye göre, düğünden dönen bir grup genç kız, işlemiş oldukları herhangi bir
günahtan dolayı bu bölgede taş kesilmişlerdir. Aldığımız bilgilere göre, Gelincik Kayası’nın tarihi ile ilgili net
bir bilgi yoktur. Çevre köylerdeki yaşlılar en az iki asırdır bu kayanın bu şekilde bilindiğini ve inanıldığını
belirtmektedirler.58
Günümüzde çok sık ziyaret edilmeyen bu ziyaret yeri, özellikle günahkar olduklarına inanan insanlar
tarafından ziyaret edilirmiş. Ziyarete gelenler, yaptıklarına tövbe ederek taş tuttururlarmış. Şayet taş tutarsa
tövbelerinin kabul olduğuna, aksi takdirde reddedildiğine inanırlarmış.
c-Dikme:
Bektaş köyüne yaya olarak üç- dört saat uzaklıkta ve köyün güney-batı yönüne düşen bir Dikme
Kayası vardır. Kayanın yaklaşık olarak çapı 6 metre, yüksekliği ise sekiz-dokuz metre civarındadır. Bektaş
köyündeki yaşlılardan aldığımız bilgiye göre bu kayanın olduğu bölgede bir yatırın olduğuna ancak mezarın
yerinin belli olmadığına inanılmaktadır.
Dikme Kayası’nın çevre köylülerce bir ziyaret yeri olarak kabul edilmesinin asıl sebebi, bu kayanın
zaman zaman yer değiştirdiğine inanılmasıdır.
Daha önceleri olduğu gibi günümüzde de her hangi bir kuraklık anında yağmur duasının yanı sıra başka
istek ve dilekler için bu ziyaret yerine gidenler vardır. Buraya gidenler önce namaz kılar, dua eder ve kurban
keser. Oradan dönerken de dilek ve isteklerinin yerine gelmesi için kayanın yanında bulunan çalıya çaput
bağlarlar.
58 Hacı Akyıldız, Bektaş Köyü, 1930 Doğumlu, Şlkokul Mezunu.
d-Çetengöl Ziyareti:
Hüyüklüyurt köyüne yaklaşık 2 km uzaklıkta olup köyün kuzey tarafında yer alan 9-10 metre
yüksekliğinde küçük bir tepeciktir. Burası eskiden beri köylüler tarafından ziyaret olarak kabul edilmektedir.
Çetengöl ziyaretine önceleri olduğu gibi günümüzde de kuraklık dönemlerinde yağmur duası için gidilir.
Kurbanlar kesilir, namazlar kılınır, dua ve niyazlar edilir.59
e-Solak Ziyareti:
Bektaş köyünün güney-batı tarafında ve köye yaklaşık bir kilo metre uzaklığında bir dağdır. Şsmini
nereden aldığı hakkında kesin bir bilgi yoktur.
Bu ziyarete sadece yağmur duası için gidilip orada kurban kesilir. Köylülere göre burasının yağmur
duası için tercih edilmesinin sebebi, dağın yüksek olmasıdır. Çünkü ulu dağ ile Allah arasında sürekli bir ilişki
bulunduğuna inanılmaktadır.60
f-Ziyaret Dağı (I):
Yeşilkale köyü sınırları içerisinde olup Alacahan’a giderken yolun sağ tarafına düşer. Yerden
yüksekliği tahminen bin metre civarındadır. Konum itibariyle civar komşu köylere hakim bir tepedir. Yeşilkale
köyü sakinleri burasının ziyaret olduğunu dedelerinden duyup işittiklerini ve tarihi konusunda bir şey
bilmediklerini belirtmektedirler.
Başta Yeşilkale olmak üzere bilen çevre köyler burayı şu amaçlar için ziyaret ederler.
1. Bu ziyaret yerine yağmur duası için gidip kurban kesilerek dua ve niyazda bulunulur.
2. Hıdırellez, Muharrem ve Şlkbahar aylarında bu ziyarete gidilerek şenlikler düzenlenir, mumlar
yakılır, yemekler yenir ve baharın gelişi kutlanır.
3. Çocuğu olmayan kadınlar buraya çıkarak horoz kesip dua ve niyazda bulunduğu gibi herhangi bir
ağrısı, sızısı olanlar ilkbaharda gök gürlediği zamanlar oraya çıkarak ziyaret yerinde yuvarlanıp
sırtüstü yatarlar. Bu yuvarlanıp yatma esnasında ağrı ve sızıyı toprağın aldığına inanılmaktadır.61
g-Ziyaret Dağı (II):
Yarhisar köyüne yaklaşık yedi-sekiz yüz metre uzaklıkta olup, köyün dana yatağı mevkiindedir.
Önünden değirmen arkı geçmektedir. Burası her ne kadar Yarhisar köylüleri nazarında ziyaret dağı olarak geçse
de asıl önemli olan oradaki katmer şeklindeki kayaların yanında bulunan mağaradır. Çünkü bu mağarada kim
olduğu ve cinsiyeti belli olmayan bir mezar bulunmaktadır. Mezar 4,5 m. uzunluğunda 3 m. genişliğindedir.
Eskiden daha çok ziyaret edilen bu mağara, her hangi bir hastalığı bulunanlar, cin çarpması geçirenler, başında
ve gözünde ağrı hissedenler tarafından ziyaret edilmektedir. Orayı ziyaret edenler yanlarına aldıkları horoz,
tavuk, hindi veya kazı kurban keserek orada yerler, sonunda da dilek ve isteklerini bildirerek ayrılırlar.62
59 Hacı Yancı, Hüyüklüyurt Köyü, 1963 Doğumlu, Şlkokul Mezunu.
60 Süleyman Yurdakul, Bektaş Köyü, 1955 Doğumlu, Şlkokul Mezunu.
61 Ali Karslı, Yeşilkale Köyü, 1943 Doğumlu, Şlkokul Mezunu; Zeynep Yıldırım, Yeşilkale Köyü, 1948 Doğumlu, Okur-
Yazar Değil.
62 Vahit Kama, Yarhisar Köyü, 1931 Doğumlu, Şlkokul Mezunu.
Bunların dışında yağmur duası için çıkıldığından ilk ve sonbahar aylarında hem piknik hem de niyetine
taş tutturmak amacıyla oraya gidenlerin olduğundan bahsedilmektedir.
Bazı köylülere göre ise burası Ermeniler tarafından oyularak bu hale getirilmiştir.
h-Ziyaret Mağarası:
Mancılık köyünün takriben yedi-sekiz yüz metre doğu tarafına düşmektedir. Mağaranın içerisinde üç
bölme vardır. Bölge insanı, Rum kilisesinin yıktırılıp harabe haline gelmesiyle “Şemmas Pir”’in ruhunun o
kiliseyi terk edip bu mağaraya geldiğine inanmaktadır. Bu inanç çevre köylüler tarafından burasının
kutsallaştırılmasına sebep olmuştur.
Elde ettiğimiz bilgilere göre, bu mağara eskiden daha çok Ermeni kökenli vatandşlar tarafından ziyaret
edilirmiş. Ancak Müslümanların da ziyaret ettikleri olurmuş. Cumhuriyet döneminde bölgede Ermeni nüfusun
gittikçe azalması sonucu, bu mağara sadece Müslümanların gidip geldiği bir ziyaret yeri haline gelmiştir.63
Başta Mancılık köyü olmak üzere bu ziyaret yerini bilen çevre köylüler şu amaçlar için ziyaret
etmektedirler:
1. Zaruk Durna isimli (Ermeni menşeli) kadından aldığımız bilgiye göre “Şemmaz Pir”’i ziyaret eden
herkes orada şifa bulmuştur. Öyle ki oraya yürüyerek gelemeyip kağnı ve araba ile getirilen nice
hastalar belirli ölçüde şifa bulup fayda görmüşlerdir.
2. Felç geçiren, dili tutulan ve ağzı eğilen hastalar bu mağaraya gelerek “Şemmaz Pir”’in ruhundan
yardım isterler.
3. Çocuğu olmayan veya olup da sütü gelmeyenler bu mağarayı ziyaret ederek mağaranın içinden bir
iki avuç toprak alıp bal ile karıştırırlar. Aç karnına olmak üzere yirmi bir gün bu karışımdan
yalarlar.
4. Herhangi bir dilek ve isteği olanlar, dileklerinin yerine gelmesi için bu mağaraya gelerek mağarada
bulunan küçük yassı taşları büyük taşlara tutturmaya çalışırlar. Bu taşlar yapışırsa dileğin kabul
edildiğine inanılır.
I-Koçandağı Ziyareti:
Kızıldikme köyünün batı tarafında ve köye göre yedi-sekiz yüz metre yükseklikte bir dağdır. Tam
karşısında “küçük ziyaret” diye adlandırılan bir dağ daha vardır. Köy bu iki dağ arasına yerleşmiştir. Koçandağı
ziyaret yeri, Koçan adındaki bir şahıstan kaldığı rivayet edilmektedir. Menkıbeye göre, bu dağın eteğinde evi
olan “Koçan”, çobanlık yaparak geçimini sağlarmış. Dağın eteğindeki çeşmenin adı da buradan gelmektedir.
Köylülere göre bu çeşme çok eskiden beri Koçan pınarı olarak bilinmektedir.
Gerek Koçandağı ziyareti, gerekse karşısındaki küçük ziyaretin bölge insanınca kutsal kabul edilip
ziyaret edilir hale gelmesinin iki nedeni vardır:
63 Zaruk Durna, Kangal Merkez, 1926 Doğumlu, Okur-Yazar Değil; Durmuş Ağbaba, Mancılık Köyü, 1941 Doğumlu,
Şlkokul Mezunu; Fadime Tepegöz, Kangal Merkez, 1328 Doğumlu, Okur-Yazar Değil.
Birincisi, genellikle Perşembe akşamları, bayram ve kandil gecelerinde Koçan dağının köye bakan
yamacında bir ışığın ve ateşin yandığı, bu ışığı takip etmek isteyen köylülerin de buna bir türlü yetişemedikleri
inancının yaygın olmasıdır.
Diğer bir sebep de şu şekilde açıklanmaktadır. Köylülere göre yıllardır bu köyde katillik olmamıştır.
Bunun sebebi de bu iki ziyaret yerinin ortasında bulunmasıdır. Köylüler, köyde büyük kavga olduğu zaman bu
ziyaret yerlerinde var olduğu düşünülen şahısların araya girdiğine inanmaktadırlar. Olmadığına inananlar varsa
da çoğunluğun inancına göre bu ziyaretlerde birer “yatır” bulunmaktadır. Hatta bu yatırlar kardeştirler. Ancak
bu yatırların yerleri belli değildir. Kavga halinde bu yatırların ruhlarının insanları sakinleştirdiğine ve atılan
kurşunlara göğüslerini gerdiklerine inanılmaktadır.64
Diğer ziyaret yerlerinde olduğu gibi havalar kurak gittiği zaman yağmur duası için Koçandağı’na
çıkıldığı ve kurbanlar kesilip dualar yapıldığı belirtilmektedir. Ayrıca çocuğu olmayan kadınların, kısmeti kapalı
olan genç kızların önce Koçandağı ziyaretine sonra da küçük ziyarete gittikleri ve oraya gidenlerin birer mum
yakarak taş tutturdukları, taşlar tutarsa dileklerinin kabul olduğu şeklinde rivayetler vardır.
i-Üçgöz Mağarası:
Yarhisar köyüne yaklaşık bir kilo metre uzaklıkta, Uzunpınar yolu üzerinde (boğaz mevkiinde)
bulunmaktadır. Girişi üç göz, çıkışı bir göz olan bu mağarada bol miktarda “yarasa kuşu” bulunur.
Köyün ismini bu kuşlardan veya sıra sıra hisar gibi dizilmiş kayalardan aldığı belirtilmektedir. Burası
köylülerce ziyaret olarak bilinir. Eskiden bu mağaraya, dilek tutmak, mal mülk sahibi olmak, dilek için taş
yapıştırmak ve oradaki taşlardan vücuda sürmek için gidildiği ancak günümüzde bu adetlerin büyük ölçüde terk
edildiği zikredilmektedir.
j-Şemmas Pir:
Anadolu’da halk kültürü ile ilgili çeşitli gelenekler vardır. Bunların büyük çoğunluğunu Türk-Şslam
kültürü kapsamında değerlendirmek gerekir. Ancak öyleleri de vardır ki, Anadolu’daki Şslam öncesi
kültürlerden kaynaklanmış ve Şslam damgası ile değişikliklere uğrayarak varlığını korumaya devam etmiştir.
Şemmas geleneği bunlardan biri olarak kabul edilebilir. Bu geleneği Pir Şemmas, Baba Şemmas, Şemmas
Dede gibi adlarla anılan ve kökeni hakkında fazla bir şey bilinmeyen bir yatıra, çeşitli amaç ve dileklerle adakta
bulunulması şeklinde tanımlamak mümkündür.65
Anadolu’nun bazı bölgelerinde rastladığımız bu yatıra ait türbeler, genelde Hıristiyanlarca kutsal kabul
edilen yerlerdir. Daha sonraları Müslüman Türkler buralarda yatan kimseleri Şslam ermişi olarak benimsemişler
veya Müslüman bir evliya olarak kabul etmişler ve sıkıntılı durumlarda onların ruhaniyetinden medet
ummuşlardır.66
64 Şakir Doymuş, Kızıldikme Köyü, 1941 Doğumlu, Şlkokul Mezunu; Bahattin Doymuş, Kızıldikme Köyü, 1950
Doğumlu, Ortaokul Mezunu.
65 Ali Rıza Önder, “Anadolu’nun bazı yörelerinde Şemmas Geleneği”, IV. Milletlerarası Türk Halk Kongresi Bildirileri,
C.IV, Ankara, 1992, s. 197
66 F. W. Hasluck, M. A, Christianity and Islam Under the Sultans, (Edited by: Margaret M. Hasluck), (Octagon books),
New York, 1973, s. 573
Şemmas Pir’e ait olduğuna inanılan ziyaret yerleri Kangal’a bağlı Akçakale köyündekinden başka,
Divriği’ye bağlı Duruköy köyünde67, Çorum’un Alaca ilçesinde68, Aksaray’ın Mamasun köyünde69 (Mamas
Baba) ve Kayseri’nin Bünyan ilçesinde70 bulunmaktadır.
Genel olarak Şemmas Pir’in Şslam dünyası ile ilgisinin Battal Gazi zamanında belirginleştiğine
inanılmaktadır. Öyle ki, Aksaray ilinin Mamasun köyündeki kayaya oyulmuş Pir Şemmas mezarı, Şslami
usullere göre yapılmıştır. Yani başı batıya doğrudur. Kemiklerin bulunduğu yere de sonradan geyik boynuzları
konmuş ve dilek namazı kılınması için kıbleye yönelik mihrap yapılmıştır.71
Anadolu’daki Şemmas geleneği hakkında bu kadar bilgi verdikten sonra şimdi Kangal’da bulunan
Şemmas Pir adlı ziyaret yerini tanıtmaya çalışalım.
Akçakale köyünün yaklaşık üç yüz metre batı tarafında yer alır. Burasının mağaradan yapılma bir kilise
olduğu hakkındaki rivayetler ağırlık basmaktadır. Akçakalelilerin burayı mağara diye isimlendirirken bazıları da
kale diye isimlendirmektedirler.
Yerden yüksekliği 25-30 m. civarında olan ve Şemmas Pir diye adlandırılan bu mağaranın doğusunda
Battal Gazi’nin zindanı vardır. Normal olarak mağaraya çıkmak çok zordur. Eskiden (Ermeniler döneminde)
katran ağacından yapılma bir merdivenle çıkılırmış.
Köylülerden aldığımız bilgiye göre mağaranın içerisinde Hz. Şsa ve Hz. Meryem’e ait oyma resimler
varmış. Hz. Şsa’nın burada dünyaya geldiğine dair inanç, mağarayı bölge insanı nezdinde kutsallaştırmıştır.
Şemmas Pir, Battal Gazi’nin silah arkadaşı olarak kabul edilmektedir. Yine köylüler arasında Şemmas Pir’in
ruhunun bu mağarada sürekli ibadet ve taatla meşgul olduğu inancı yaygındır.72
Şemmas Pir’e çocuğu olmayan kadınlar, çocuk sahibi olabilmek için oraya giderek dua ederler. Ayrıca
herhangi bir yerinde cilt hastalığı olanlar özellikle bahar aylarının Çarşamba günleri bu mağarayı ziyaret ederler.
Ziyaret esnasında oradan aldıkları toprağı rahatsız oldukları uzuvlara sürerler.
k-Etyemez Dağı:
Etyemez köyünün yaklaşık üç kilo metre doğusunda olup yüksekliği yedi yüz metre civarındadır.
Köylüler arasında Etyemez Baba’nın Kore, Kıbrıs ve Körfez savaşlarında bu dağın tepesinden düşman tarafına
top gülleleri attığı inancı yaygındır. Bu inanç, bölgedeki insanlar nezdinde bu dağı kutsallaştırıp bir ziyaret yeri
haline getirmiştir.73
Bu ziyaret yerine sadece yağmur duası için çıkılmaktadır. Yağmur duasına çıkılmadan önce Etyemez
Baba’nın mezarı ziyaret edilir, daha sonra dağa çıkılarak kurban kesilip dua ve niyazda bulunulur.
67 Divriği ilçesindeki en önemli ziyaret yerlerinden birisidir. Burada hem Hüseyin Gazi’ye hem de Seyid Battal Gazi’ye
yardım eden ulu bir zat olarak bilinir. Onun tarihi kişiliği ve hayatı Battal namelerden öğrenilmektedir. (Geniş bilgi için
bkz: Necati Demir-Kutlu Özen, Abdulvahab Gazi Hazretleri ve Gaza Arkadaşları, Sivas, 1996, s. 129-139)
68 Çorum Alaca’daki Şemmas Pir ziyaret yeri için bkz: Hikmet Tanyu, Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri,
Ankara, 1967, s. 90; Demir-Özen, a.g.e, s. 139-140
69 Aksaray’da bulunan Şemmas yatırı (Mamas Baba) için bkz: Önder, a. g. m, s. 198; Demir-Özen, a. g. e, s. 140-141
70 Kayseri’nin Bünyan ilçesindeki Şemmas Pir Tepesi için bkz: Demir-Özen, a.g.e, s. 141
71 Önder, a.g.m, s. 197
72 Zaruk Durna, Kangal Merkez, 1926 Doğumlu, Okur-Yazar Değil; Kamil Erciyes, Akçakale Köyü, 1935 Doğumlu,
Okur-Yazar; Veysel Çıtak, Akçakale Köyü, 1950 Doğumlu Okur-Yazar.
73 Reşit Kuzu, Etyemez Köyü, 1944 Doğumlu, Okur-Yazar Değil.
SONUÇ
Kangal ve çevresinde odaklaşıp kutsalın sembolik tezahür biçimlerinden biri olarak kendini gösteren ve
bu nedenle de mübarek kabul edilerek belli usul ve amaçlarla ziyaret edilen yerleri ve bunlara bağlı inanç ve
uygulamaları fenomenolojik metoddan da faydalanarak yazmaya çalıştığımız bu makale, bize araştırma
alanımızda ziyaret fenomeninin zengin bir tezahür çeşitliliğine sahip olduğunu göstermiştir.
Araştırmamız, fenomenin araştırma alanımızın dini, toplumsal, psikolojik ve kültürel yaşantısıyla nasıl
bütünleştiğini ortaya koymuştur. Nitekim bu bütünleşme araştırma alanımızın ait olduğu global Türk
toplumunun ve hatta bütün Türk ve Şslam dünyasının kültürü, tarihi ve özellikle dini kültürünün derinlere
uzanan boyutlarında da kendini göstermekte, hatta bir ölçüde komşu ve yan kültürler ve dinlerle de ilgili
görünmektedir.
KAYNAKÇA
ACUN, Hakkı, "Sivas ve Çevresi Tarihi Eserlerin Listesi Ve Turistik Değerleri", Vakıflar Dergisi, sa:20,
Ankara, 1988
ASLANOĞLU, Şbrahim, "Bir XVI. Yüzyıl Şairi SAMUT", Sivas Folkloru, VI/69, Sivas, 1978.
____________, Her Yönden Sivas, Sivas, 1979
Başbakanlık Osmanlı Arşivleri Temettuat Defteri, 13793
ÇEVŞK, Recep, Kangal, Sivas, 1996
ÇOBANOĞLU, Özkul, "Türk Kültür Tarihinde Su Kültü", Türk Kültürü, sa:361, Mayıs, 1993
DEMŞR, Necati-Özen, Kutlu, Abdulvahap Gazi Hazretleri ve Gaza Arkadaşları, Sivas, 1996
DENŞZLŞ, Hikmet, Sivas Tarihi ve Anıtları, Sivas, 1998
DOĞAN, Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, Şstanbul, 1988
GÖKBEL, Ahmet, "Anadoluda Yaşayan Halk Şnançlarından Çaput Bağlama ve Nazar", Cumhuriyet
Üniversitesi Şlahiyat Fakültesi Dergisi, sa:1, Sivas, 1996
_________, "Varsak Türkmenlerin'de Yer-Su ŞnancınınŞzleri", Dinler Tarihi Araştırmaları, I,
(Sempozyum 08-09 Kasım, 1996, Ankara), Ankara, 1998
GÜNAY, Ünver-H.Güngör-Ş.Kuzgun-H.Sayım-V.Taştan, Kayseri ve Çevresinde Ziyaret ve Ziyaret
Yerleri, Kayseri, 1996
HASLUCK, F.W, M.A, Christianity and Islam Under the Sultans, (Edited by Margaret M. Hasluck),
New York, 1973
ŞNAN, Abdülkadir, Eski Türk Dini Tarihi, Şstanbul, 1976
__________, Makaleler ve Şncelemeler, I-II, Ankara, 1987
__________, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara, 1986
KALAFAT, Yaşar, Doğu Anadolu'da Eski Türk Şnançlarının Şzleri, Ankara, 1990
KAŞGARLI MAHMUT, Dîvanü Lügat-it-Türk, III, (çev: Besim Atalay), Ankara, 1992
KAYA, Doğan, Sivas'ta Aşıklık Geleneği ve Aşık Ruhsati (Cum. Ün. yay), Sivas, 1994
MAHŞROĞULLARI, Adnan, Dünden Bugüne Zara, Sivas, 1996
ÖNDER, Ali Rıza, "Anadolu'nun Bazı Yörelerinde Şemmas Geleneği", IV. Milletlerarası Türk Halk
Kongresi Bildirileri, C.IV, Ankara, 1992
ÖZEN, Kutlu, Divriği Evliyaları, Sivas, 1997
__________, Sivas ve Divriği Yöresinde Eski Türk Şnançlarına Bağlı Adak Yerleri, Sivas, 1996
__________, "Sivas Yöresinde Adak Yerleri", Revak 95, Sivas, 1995
Sivas Vilayeti Salnamesi, 1302
TANYU, Hikmet, Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri, Ankara, 1967
_______ , Türkler'de Taşla Şlgili Şnançlar, Ankara, 1987
TURAN, Osman, Selçuklular ve Şslamiyet, Şstanbul, 1993
ÜNALAN, Sıddık, XX. Yüzyıl Sivas Tarihi ve Günümüz Şnanç Coğrafyası, (Basılmamış Doktara Tezi,
Şnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), Malatya, 1997
YASAK, Şbrahim, Sivas Şli, Sivas, 1992
YASAK, Şbrahim-Kaleli Ahmet, Dünden Bugüne Sivas Şli, Sivas, 1986

ÇİÇEKBABA ERENİ

YAŞAYAN EFSANE; ÇİÇEKBABA ERENİ…
Beyağaç İlçesi’nde her yıl ağustos ayının son perşembe günü “Çiçek Baba Eren Günü” etkinliği yapılıyor.

Beyağaç İlçesi’nin çektiği bvir birinden güzel güzel fotoğraflarla dünya tanıtan fotoğraf sanatçısı Zeki Akakça, Eren Günü’nü Denizli Gazetesi için yazdı.

EREN GÜNÜ; YILLAR ÖNCESİNDEN GELEN GELENEK
Yüzlerce yıl öteden süzülerek bu günlere ulaşan bir inancın, bir geleneğin hikayesi bu.…Öyle bir inanç, öyle bir gelenek ki bu ; yaşanan sürecin sığlığına inat, geçmişe dair bir çok değeri derinliğine bünyesinde barındırır.
Tıpkı başı dumanlı, sırtı ala karlı dağların vadilerinden fışkıran ak köpüklü kaynak suları gibi… Doğal, değerli, iz bırakan ve tat veren …
Ege ile Akdeniz bölgelerinin doğal sınırında, dağların zirvesine yakın bölgede yaşanan-yaşatılan “Eren Günü” etkinliğidir anlatılmak istenen.

Her yıl ağustos ayının son perşembe günü, kızıl kayalı, kırmızı topraklı, az sayıdaki kısa boylu bin küsur yaşlarındaki karaçam ağaçlarının tanık olduğu mistik bir törendir yaşanan. Yaşatanlarsa bu dağların her yönünde kurulu ilçe, belde ve köylerin insanları.
Bu bölgedeki insanların tenleri kara yanıktır, tıpkı dağların- tepelerin rengi gibi. Coğrafyanın rengi insanların tenine nakşedilmiştir sanki.
Haritalarda “Gölgeli Dağlar” olarak yazılan iki coğrafi bölgenin sınırındaki bu dağ kütlesi “Sandıras Dağları” olarak kayıtlarda yer alır. Sandıras Dağlarının en yüksek noktası ise“Çiçekbaba” zirvesidir. Çiçekbabanın zirvesine yakın (güneydoğu yamacındaki) bir düzlükte ise geçmişi tam olarak bilinmeyen bir tören yapılır yüzlerce, beklide binlerce yıldır.
Bu mistik tören kimilerine göre mitolojideki dağ tanrıları, çoban tanrıları ve gök tanrılarına kurban sunmanın günümüze uyarlanmasıdır. Kimilerine göre orta Asya’dan göç eden eski Türklerin Anadolu’ya taşıdıkları ve günümüz değerlerine uyarlanmış “eski bir Şaman töreni”. Kimilerine göre ise, İslamiyet sonrası insanların isteklerinin, dileklerinin gerçekleşmesi için burada yaşadığı ya da görüldüğüne inanılan bir şahsiyetten (evliya, ermiş yahut eren ) dileklerinin yerine gelmesi için yapılan “adak adama-kurban verme töreni” geleneğidir.
Onca söylenceye, inanışa, efsaneye rağmen hangisinin doğru olduğu bilinmemekte, ancak coğrafyanın bu gün yaşayanları geleneği, inancı yaşatma adına tüm zorlukları yenme çabası ve azmindedirler. Yakın geçmişte yörede yaşayanların kendi aralarında değişik şekillerde sağladıkları iletişimle günü saptanan etkinliğin hasat mevsimi sonrası olması dikkat çekicidir.
Sandıras Dağı’nın çevresindeki Denizli’ye bağlı yerleşim yerleriyle Muğla’ya bağlı yerlerden gelenler Ağustos ayının son çarşamba günü “Eren Yerine” en yakın konaklama alanında (genellikle su başlarında) buluşarak çarşambayı dinlenerek ve eğlenerek geçirirler. Perşembe sabahı ise “Eren’e” yürüyüş başlar. Dağın değişik noktalarından tören alanına bir akın vardır artık. Ellerde kurbanlar, mezara bırakılacak arpa, buğday, mısır gibi tahıllar, dileklere göre elbise parçaları, saç telleri, para ve diğerleri…
Eren başında dualar, en az üç kez kurbanla dönmeler, kurbanların burada pişirilmesi, kurban etinin pişerken kokusunun havaya savrulup kanının toprağa akıtılması ve kurban etlerinden konu-komşuya tattırmalar, gidemeyenlere getirip dağıtmalar ve Eren’in taşından alıp ambara koyma, toprağından alıp tarlaya serpmeler.(Bolluk ve bereket simgesi olarak değerlendirilir) Bunlar Eren’in vazgeçilmezleridir. Her katılımcı bunları yapar ya da yapmak için gider…
Eren’e yakın zamana kadar yol olmadığı için at, eşek gibi hayvanlarla yapılan yolculuklarla gidilirdi. Şimdilerde ulaşım motorlu araçlara bıraksa da yerini Denizli-Beyağaç çevresinden gelenler hâlâ “Kartal Gölü” konaklama alanından “Eren Yerine” yaya olarak gitmektedirler.
Bu hem geleneğin özüne uygun olan bir davranış, hem de“ I. Derece Doğal ve Arkeolojik Sit Alanı” olan bölgenin doğal dokusuna sahip çıkmak olarak algılanır.
Geleneğe sahip çıkıp bu günlere getirme konusunda Beyağaç yöresi yaşayanlarının çok ciddi çalışmaları olmuştur. Öyle ki bu yörede gelenek çok ciddiye alınarak organizasyon yapılır günler öncesinden hazırlıklar tamamlanarak Muğla-Köyceğiz ve civarına duyurulurdu.
Ancak son birkaç yıldır bu ilginin yok edilmesi tehlikesi yaşanmaktadır. Beyağaç Belediyesi eski yıllarda olduğu gibi konuya sıcak yaklaşmamakta sadece lojistik destek sağlamakla yetinmektedir. Ancak dağın diğer yüzünde buluna Köyceğiz yöresi geleneğe sahip çıkmakta canlılığın devamını sağlamaktadır. İki bölgenin doğal ve iki komşu ilin fiziki, idari sınırındaki bu değer izleyenleri alıp çok gerilere götürmeye devam etmektedir.
Çok şeyler yazılıp çizilen, hakkında çok konuşulan bu etkinlik bu yıl da yine aynı yerde ve belirlenen zamanda gerçekleşecek. (29-30 Ağustos 2007)
Denizli den katılmak isteyenler Beyağaç üzerinden 29 Ağustos Çarşamba günü Sandıras Dağının kuzey doğusunda bulunan ve krater gölü ya da buzul çağı oluşumu olarak tanımlanan “Kartal Gölü”kenarında buluşup “30 Ağustos Perşembe sabahı şafak vakti” yaya olarak Eren yerine ulaşacaklar. Beyağaç belediyesi talebe göre ulaşım ve konaklama konusunda yardımcı olacaktır. Muğla tarafından gelecek olanlar ise Köyceğiz Belediyesi ile iletişim kurarak törenlere katılabileceklerdir.
Bu mistik törene tanıklık edip yüzlerce yıl öncesinin görüntüleriyle buluşmak isterseniz eğer “Efsanelerin harman yeri Sandıras Dağı” sizi bekler.
Eğer merakınız doğa ise ve “ağaçlar ayakta ölür” ne demektir?, görmek isterseniz yolunuz buraya düşmelidir. Kartal Gölüne çıkarken içinden geçeceğiniz Anıt Karaçam Ormanları sizi bin küsur yıl öncesine yolculuğa çıkaracak, sizi bin yılın büyüsüyle buluşturacaktır.
Bu bölge Kültür ve Turizm Bakanlığı İzmir Tabiat varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 1994 yılında“ I. DERECE DOĞAL VE ARKEOLOJİK SİT ALANI” ilan edilmiş, yine Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından “ Kartal Gölü Tabiatı Koruma Alanı“ adıyla tescil görmüştür.
Bu iki statüyü taşımak zorunda olan bölgenin flora ve faunası da başka bir değer olarak araştırmalara, değerlendirmelere konu olmaktadır.
Uzun söze gerek yok aslında batı Anadolu’nun hâlâ canlı bu kültürel ve doğal değerlerine merakınız varsa, tabi kendinize de güveniyorsanız eğer, yollar sizi önce Beyağaç’a oradan da alıp“ Anıt Karaçam Ormanlarına, Kartal Gölüne, son olarak Eren Günü Törenlerine” götürecektir.
Yolunuz açık, dilekleriniz gerçek olsun…

NASIL GİDİLİR VE KISA BİLGİLER:
Kendi özel aracınızla gitmeniz önerilir. Ya da Beyağaç’a kadar gidip sonrasında Belediye araçlarından da yararlanabilirsiniz. Beyağaç Kartal Gölü arası 27 Km. orman yoludur.
Denizli den Beyağaç’a her gün sabah 07.15 den itibaren saat başı dolmuş bulunmaktadır.
Konaklama için kişisel çadır önerilir.
Yemek konusunda katılımcıların kendi yiyeceklerini temin etmeleri önerilir. Ancak yöre insanı da herkese sofra kurmakta yiyecek - içeceğini paylaşmaktadır.

Geyikli Baba











Geyikli Baba

Orhan Gâzi devri Osmanlı evliyâsından. Âzerbaycan'ın Hoy şehrinde doğdu.
1275-1350 (H.674-750) yılları arasında yaşadığı tahmin edilmektedir.
Bağdâtlı Şeyh Ebü'l-Vefâ hazretlerinin yolundan feyz aldı.
Aynı yoldaki Baba İlyas Horasânî'den ilim öğrendi. Zâhirî, bâtınî ilimlerde
ve tasavvuf yolunda kemâl derecesine ulaştıktan sonra Rum ülkesine geldi.
DerhalAnadolu'nun en uç bölgesinde İslâmiyeti yaymak için çarpışan ve
gayret eden Osmanlı mücâhid gâzileri arasına katıldı. Bursa'nın fethi sırasında
bir geyiğe binmiş ve elinde altmış okkalık bir kılıç olduğu halde en ön saflarda
çarpıştı. Kalenin fethinde pekçok kerâmetleri görüldü. Bu sebepten kendisine
Geyikli Baba denildi.
Fetihten sonra Keşiş (Ulu) Dağına yerleşti. Buradaki dergâhında kendi hâlinde
 yaşar, gelenlere dînini öğretir, şehre inmezdi. Diğer taraftan Orhan Gâzi ise
 Bursa'nın fethinde yardıma gelen evliyânın gönlünü almak, onların bereketli
duâlarına kavuşmak için bir imâret yaptırdı. Onları Bursa'ya dâvet etti.
Bu arada Bursa'nın fethinden sonra bir daha görmediği Geyikli Babanın da
gelmesini istedi ve;
"Eğer gelmezse, ben varıp elini öpeyim." dedi.
Geyikli Babayı arayıp buldular. Sultânın sözünü arz ettiler ve Bursa'ya dâvet
ettiler. Geyikli Baba bu dâvete rızâ göstermedi.
"Sakın Orhan da gelmesin. Dervişler gönül ehli olurlar, gözetirler.
Öyle bir vakitte varırlar ki, vardıkları zamanda ettikleri duânın kabûl olmasını
arzu ederler." buyurdu.
"Bâri Orhan Gâziye duâ et." dediklerinde;
"Biz onu hâtırımızdan çıkarmıyoruz. Her zaman devletine duâ ile meşgûlüz.
 Onun İslâmiyete hizmeti sebebiyle, sevgi ve muhabbeti kalbimizde taht
kurmuştur." diye haber gönderdi.
Aradan zaman geçti. Geyikli Baba, dergâhının yanından bir ağaç dalı keserek
omuzuna alıp yola revân oldu. Doğru Bursa Hisarına vardı. Pâdişâh sarayına
 girip, avlu kapısının iç tarafına, getirdiği dalı dikmeye başladı.
Sultan Orhan Gâziye haber verdiler.
"Bir derviş gelmiş, saray avlusuna ağaç diker." dediler.
Sultan çıkıp hâli gördü. Bu dervişin Geyikli Baba olduğunu bildi.
Geyikli Baba, ağacı dikince doğruldu ve Orhan Gâziye;
"Bu hatıramız burada kaldığı müddetçe, dervişlerin duâsı senin ve
neslinin üzerindedir. Senin neslin ve devletin bu ağaç gibi kök salacak,
dalları çok uzaklara ulaşacak, evlatların dîn-i İslâma çok hizmet edecekler
." deyip; "Kökü sâbit, dalları ise göktedir." meâlindeki,
İbrâhim sûresi 24. âyet-i kerîmesini okudu. Az sonra da geldiği gibi gitti.
Diktiği ağaç ulu bir çınar oldu. O ağacın bugün
Bursa'da hazret-i Üftâde'ye giden Kavaklı Caddedeki çınar ağacı olduğu
söylenmektedir.
Bir zaman sonra Orhan Gâzi, Geyikli Babaya iâde-i ziyârette bulundu. Ona;
"İnegöl ve çevresi senin tasarrufunda olsun." dedi.
"Mülk ve mal cenâb-ı Hakk'ındır, ehline verir, biz O'nun ehli değiliz.
Mal, mülk ve sebeplere meyletmek, emir ve sultanlara gerektir.
Bizim gibi fukara kısmına, Allah adamlarına yakışmaz." diye cevap verdi.
Pâdişâh ısrar edince, kendisine hibe edilen yerlere bedel olarak,
dergâhının çevresinden az bir mikdarını dervişlere odunluk kabûl edip,
Sultânın gönlünü aldı. Orhan Gâzi memnûn ve râzı olup, pekçok duâ aldı.
Geyikli Baba bundan sonra yine Keşiş Dağındaki dergâhında ibâdet ve
zikirle meşgûl oldu. Sayısız talebe yetiştirdi. Kendisinden nasihat almak
ve duâsına mazhâr olmak isteyen pekçok kişi dergâhına gelirdi. Uludağ'ın doğu
 eteklerinde İnegöl yakınlarında vefât edip oraya defnedildi.
Orhan Gâzi tarafından kabri üzerine türbe yaptırıldı. Sonradan yine
Orhan Gâzi tarafından türbe yanına bir câmi ve dergâh ilâve edildi.
Sevenleri çevresinde bir köy meydana getirdiler. Kurdukları bu köye
Baba Sultan adını verdiler. Geyikli Baba Külliyesi 1950 (H.1369)den
sonra yeniden restore edilip, onarıldı.
Taşköprüzâde merhum, Şakâyık-ı Nu'mâniyye'sinde, Osmanlı'nın
gülbahçesinde yetişen, Nu'mân'ın (İmâm-ı A'zam'ın) bülbüllerini anlatırken,
 Geyikli Baba'dan da söz eder ve kabrini ziyâretle şereflendiğini söyler.
"Kabrini ziyâret ettim. Kabrin yakınında bir mezar daha gördüm.
Türbedârdan bu mezarın kime âit olduğunu sordum. Germiyanoğullarından
saltanat sâhibi bir kimseyken saltanatı terk edip, Geyikli Babanın hizmetine
giren bir büyüğün
 mezarı olduğunu söyledi." demekte ve zamânında Geyikli Babaya
gösterilen îtibârı ifâde etmektedir.
Geyikli Baba gazileriyle savaşlarada katılıp büyük hizmetler yapardı.
O günlerde Bursa kuşatma altında ve müslüman askerler zor durumdayken
 Geyikli Baba imdada yetişir. Rumlara devasa bir geyik üzerinde
altmış okkalık bir kılıçla savaşan bu nur yüzlü cengaveri görünce
kalplerini bir korku kaplar, psikolojik olarak yıkılırlar ve teslimi
konuşmaya başlarlar. Geyikli Baba ordunun içindede boş durmaz
maneviyatı yükseltmek için sohbetler yapar. Özellikle Ashabı Kiramdan
ve Ehli Beyt’in büyüklük ve asaletinden bahseder, askerlerle ilgilenirdi.
Silsile-i Nakşibendiyeden Hace Muhammed Baba Semmasi,
Şeyh Edebali ve Hacı Bektaş Veli bu devrin büyüklerindendir.

1) Âşıkpaşazâde Târihi (İstanbul 1332); s.196
2) Şakâyık Tercümesi (Mecdî Efendi); s.31
3) Kâmûs-ül-A'lâm; c.5, s.3943
4) Nefehât-ül-Üns; s.690
5) BursaEvliyâları; s.63
6) Güldeste-i Riyâz-iİrfân; s.220
7) Tâcü't-Tevârih; c.5, s.9
8) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c.10, s.127















----------------------------------------------------------------------------







"Geyikli Baba" Kimdir?
Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında uçta faaliyet gösteren, talebeleriyle birlikte gazâlara katılarak yeni beldeler fetheden "Rûm abdalları"ndan ve "Alperen" dervişlerden biri olan Geyikli Baba, bu târihlerde uzak diyarlardan gelip Osmanlı topraklarına yerleşen Bâbâî-Vefâî şeyhlerinin en önde gelenleri arasında yer alıyordu. Hakkındaki mevcut bilgiler, elimize ulaşan yırtık bir arşiv belgesine ve Âşık Paşa-zâde ile Oruç Beg'in naklettiği rivâyetlere dayanır.
Selçuklu Devleti'nin târih sahnesinden çekilmesi üzerine, bu coğrafyada yaşayan Şeyh Edebâlî, Âşık Paşa, Muhlis Paşa ve Elvan Çelebi gibi Bâbâî-Vefâî şeyhleri, Selçuklu Sultânı III. Alâeddîn Ferâmerz'in bağımsızlık alâmetlerini göndererek açıkça tanıdığı Osmanlı uç bölgesine yerleşmeye ya da faaliyetlerini burada devâm ettirmeye karar vermişlerdi. Rivâyete göre Türkmen asıllı bir şeyh olan ve Azerbaycan'a bağlı Hoy'da yaşayan Geyikli Baba da, Orhan Gâzî döneminde bir geyiğe binerek müridleriyle birlikte Batı Anadolu'ya gelmiş ve İnegöl çevresine yerleşmişti.
Geyiklerle dolaştığı ve geyiğe bindiği, hattâ geyikler üzerinde sefere katıldığı için "Geyikli Baba" lâkabıyla anılan Baba Sultan'ın, kendisi gibi abdalân-ı Rûm'dan olan Yûnus Emre -kuddise sırruh- Hazretleri'nin, "Dîvân"ındaki:
"Geyiklü'nüñ ol Hasân söz eyitmiş kendüden
Kudret dilidür söyler, kendünüñ söz nesidür?"(1)
Beytinden asıl adının "Hasan" olduğu anlaşılmaktadır. İsmâil Beliğ'in "Güldeste'-i Riyâz-ı 'İrfân"daki ifâdesine göre ise gerçek adı "Ulvî Baba"dır.(2)
Bursa'nın fethine talebeleriyle birlikte katılan ve buraya bağlı pek çok beldenin fethinde önemli bir rol oynayan Geyikli Baba, Kızılkilise'yi müridleriyle tek başına fethedince şöhreti Orhan Gâzî'nin kulağına kadar gitmişti.
Orhan Gâzî'nin önde gelen kumandanlarından Turgut Alp de, Geyikli Baba'nın has müridleri arasında yerini almıştı. Âşık Paşa-zâde'nin rivâyetine göre; Orhan Gâzî'nin Keşiş dağı (Uludağ) eteğindeki dervişleri teftiş ettirdiğini işitince, Turgut Alp bir adamını göndererek: "Benüm köylerüm yanında bir nice dervîş geldi, mukîm oldı; aralarında bir dervîş vardur, gâh gâh varur dağda geyicekler (geyikler) ile gezer bir nice gün, ve hayli mübârek kişidür!" dedi.(3) Orhan Gâzî: "'Aceb kimüñ mürîdidür? Soruñ kendüden!" emrini verince gelip sordular, Geyikli Baba: "Baba İlyâs mürîdiyin, Seyyid Ebû'l-Vefâ târikindenin!" cevâbını verdi. Bunun üzerine Orhan Gâzî Baba'yı yanına dâvet etti, fakat kabul etmedi; gelmediği gibi: "Sakın Orhân dahi gelmesün!" diye haber gönderdi. Haberi işiten Orhan Gâzî: "N'îçün gelmez ve beni n'îçün komaz anda varmağa?" deyince: "Dervîşler göz ehli olurlar, (vakıt) gözedürler. Dahı vaktında varurlar kim du'âları makbûl olına!" cevâbını iletti.(4)
Bir gün Geyikli Baba Orhan Gâzî'ye haber vermeksizin bir kavak fidanı alıp, Bursa sarayındaki avlu kapısının iç tarafına dikmeye başladı. Durumu Orhan Gâzî'ye haber verdiklerinde hemen geldi, fidanın çoktan dikilmiş olduğunu gördü. Orhan Gâzî henüz sormadan, Baba: "Teberrükümüzdür! Bu oldukca, dervîşlerüñ du'âsı saña ve neslüñe makbûldür!" deyip duâ etti ve sonra da çekip gitti. Geyikli Baba'nın hâlinden ve sözlerinden çok etkilenen Orhân Gâzî, hemen bulunduğu yere giderek: "Dervîş, bu İnegöl nevâhîsiyle senüñ olsun!" dedi, fakat Baba: "Mülk, mal Hakk'uñdur, ehline virür, biz anuñ ehli degülüz!" diyerek bu teklifi reddetti. Orhan: "Ehli kimdür?" deyince: "Hakk Te'âlâ dünya mülkini sizüñ gibi hânlara ısmarladı, malı dahı mu'âmele ehline ısmarladı kim, kulları biri-biriyle mesâlihin (işlerini) görsünler diyu. Bizlere gün yeñi, nasîb olan rızk dahı yeñi!.." cevâbını verdi. Fakat Orhan Gâzî teklifinde ısrâr edip:"Dervîş! N'ola benüm de sözümi kabûl itseñ?" deyince, ricâsını kırmayarak: "Şu karşuda turan depecükden berü yircügez dervîşlerüñ havlısı olsun!" dedi. Orhan Gâzî bu sözü işitince Şeyh'in duâsını alıp oradan ayrıldı.(5)
Geyikli Baba'nın İnegöl'deki köyüne âit arşiv kayıtları günümüze kadar ulaşmıştır. "Hüdâvendigâr Livâsı Tahrîr Defterleri"nde "Karye'-i Geyiklü Baba"(6) ve "Bâbâyiler karyesi" adı altında zikredilen bu köyün, onbeşinci yüzyıl sonlarına âit bir tahrîr kaydı şöyledir:
"Geyiklü Baba Karyesi:
Karye'-i Bâbâyiler ki, vakfdur, Orhân Beg'den Baba'ya. Şimdi Sakar-oğlı Muhammed tasarruf ider. Hâne: 34. Bir hâs degürmen var, yılda biş müdd buğday hâsıl olur. Bir hammâm var, Temürtaş-oğlı Umûr Beg vakf itmiş, yevmî üç akça, yılda: 1080. Ve Burûsa şehrinde iki vakf dükkânı var, hâsıl: 420. Ve mezkûr Bâbâyiler yirinde bağçalar mukâta'asından yılda: 400. Ve bir hâs bağça var, yılda: 100. Ve bir erlük kestânesi var ve koz var: 100."(7)
Orhân Gâzî'nin Geyikli Baba için inşâ ettirdiği türbe ve külliye, günümüzde Bursa'nın Kestel ilçesine bağlı "Babasultan" köyünde yer almaktadır. Rivâyete göre câmiinin avlusundaki asırlık koca çınar, Geyikli Baba tarafından saraydaki ağaçla aynı gün dikilmiş olup bugün hâlâ dimdik ayaktadır.

Geyikli Baba Hakkında İlginç Bir Vesîka
ve Zamâne "Tahrifçi"lerinin Ortaya Attığı Çirkin İftirâ:
Talebeleriyle birlikte Bursa'nın fethine bizzat katılmış olan ve Kızıl-kilise'nin fethinde büyük yararlılıklar sağlayan Geyikli Baba'nın bu icraatları ve bu sırada meydana gelen ilginç bir vak'a Dîvân-ı hümâyûn kayıtlarına yansımıştır. Bu arşiv kaydı, önce Ahmet Refik ve daha sonra Hilmi Ziyâ Ülken tarafından birkaç defâ yayınlanmıştır.(8)
Son kısmı yırtılmış olan, elimizde ancak yarısı mevcut olan bu belgede "Geyikli Baba" hakkında şu malûmât yer alır:
"Kutbu'l-'ârifîn Şeyh Geyiklü Baba Hôy'dan gelmişdür. Bir ulu geyige binüb gelmişdür, geyikler kendüye musahhar imiş, gelüb İnegöl'de mekân dutmış. Merhûm Sultân Orhân pâdişâh Hazretleri'nüñ Burûsa fethinde, merhûm Orhân pâdişâh ol kal'ayı feth iderken kutbu'l-'ârifîn Şeyh Geyiklü Baba dahı ol cânibde üç yüz altmış kapulı bir kilîsâ varmış, 'Kızıl kilîsâ' dimekle meşhûr imiş, ol kilîsâ'ı kendüler feth itmişler. Ceng iderken bir kestâne ağacı varmış, cengi ider idermiş, ol kestâneye vardukda ol kestâne yarılub Baba'yı saklar imiş, kâfirler arar bulamazlar imiş. Sabâh gine çıkub ceng iderdi, erenlerle, bu nev'-ile alınmışdur. O zamânda Hazret-i Orhân pâdişâha şöyle de haber virmişler ki; 'Hôy'dan bir er gelüb, ulu geyige binüb Kızıl-kilîsâ'yı aldı!' Ve bu cevâbı virmişler, virdüklerinde merhûm Orhân pâdişâh: 'Baba mey-hôrdur' diyu iki yük 'arakî ve iki yük şarâb gönderüb, Baba dahı yanındaki Baba Sultân ile…"(9)
Belgenin bundan sonraki kısmı yırtılmış ve anlatılan vak'a yarım kalmıştır.
İdeolojik hesaplar peşinde koşan batı uyruklu bâzı "tahrifçi"ler ve onların güdümündeki bâzı sözde "târihçi"ler, yukarıdaki belgenin son kısmının yırtılmış olmasını fırsat bilerek, İslâm tasavvufuna aslâ yakışmayacak bir iddiâyı dillerine dolamışlar ve "Geyikli Baba"yı -hâşâ- "içki ve rakı mübtelâsı" (!) bir kimse gibi göstermeye kalkışmışlardır!..
"Târihçi" sıfatıyla Türk târihini "tahrif" ettikleri yetmezmiş gibi, onun rûhu ve özü mesâbesindeki "İslâm tasavvufu"nu da tahrife yeltenen bu "tahrifçi"ler, meseleyi derinlemesine tahkik etmek yerine, durumu fırsat bilip gülünç iddiâlarını halka "târih" diye yutturmayı yeğlemişlerdir!
İdeolojik saplantılarını "akademisyen" maskesi altında enjekte etmeye çalışan bu "tahrifçi"lerin başını Iréne Mélikoff çeker.(10) Mélikoff, çarpık iddiâlarını yukarıdaki arşiv belgesiyle -kendince- desteklemeye çalışarak şöyle der: "Babalar İslâm kisvesi altında eski törenlerini sürdürüyorlardı: …Alkollü içki kullanımına gelince: İlk Osmanlı tarihlerinden öğrendiğimize göre Orhan Gazi, Geyikli Baba'yla çok iyi ilişkiler içindeydi; Geyikli Baba, dervişleriyle Bursa'nın fethine katılmıştı ve Orhan Gazi 'Baba'nın içki içme alışkanlığı vardır' gerekçesiyle, kendisine şarap gönderilmesini istemişti. Bu olay, torunlarının medresesinden çok, Türkmen babalarına yakın olan ilk Osmanlı sultanlarının hoşgörü anlayışını ve tutucu olmayan tavırlarını çarpıcı biçimde göstermektedir."(11)
Ahmet Yaşar Ocak da maalesef Mélikoff'un ortaya attığı yukarıdaki çirkin iddiâya resmen çanak tutarak şöyle demiştir:"Osmanlı beylerinin Sünni İslamının 16. yüzyılın katı ve hoşgörüsüz İslamı olmadığını unutmamamız gerekir. Osmanlı Beyliği'nin dini ideolojisi bu dönemde, yani 14. yüzyılda, bir Türkmen uç beyliği olarak, sade, popüler, henüz medreselerin dogmatik İslamının egemenliği altına girmemiş bir İslam anlayışına dayanıyordu. Profesör Mélikoff'un araştırmalarının gösterdiği gibi, bu ideoloji, Abdalan-ı Rum'un dini anlayışına uygun düşen hoşgörülü ve esnek özelliklere sahipti. Bu hoşgörü anlayışı ilk Osmanlı beyleri döneminin belirgin bir özelliğidir. Bize daha kesin bir fikir verebilecek tarihsel bir kanıtımız var: Bu olay, Orhan Bey ve Geyikli Baba arasında geçmiştir ve H. Ziya Ülken tarafından 1924'te yayımlanmış bir belgede yer almıştır. Bu belgeye göre Orhan Bey, Kızılkilise'nin fethine katkıları nedeniyle Geyikli Baba'ya ödül olarak şarap ve rakı göndermiş; çünkü Geyikli Baba ve müritleri şarap içerlermiş. …15. ve 16. yüzyıl sultanları ve ulemasının hiçbir zaman kabul etmeyeceği ve hoşgörmeyeceği bu tavır, dönemin bir Türkmen uç beyliğinin toplumsal-kültürel, toplumsal-dini durumu bilindiğinde anlaşılabilir bir tavırdır."(12)
Şimdi bu iddia sahiplerine öncelikle şu soruyu sormak gerekir: "Şerî'at-tarikat yoldur varana / Hakîkat ma'rifet andan içerü" anlayışını savunan abdallar zümresinin en önemli temsilcilerinden biri olan Geyikli Baba'nın, her şeyden önce "İslâm Dini'nin reddettiği böyle çirkin bir işe bulaşması; yâni "Şerî'at"ı ve "tarikat"ı çiğneyerek "hakîkat ve ma'rifet" dâvâsına kalkışması hiç mümkün müdür?!..
Şu hâlde zamâne "tahrifçi"lerinin "mal bulmuş mağribî" misâli sarıldıkları yukarıdaki "yırtık vesîka" ve onda anlatılan bu"rakı-şarap gönderme" vak'ası acabâ neyin nesidir?
İşte bu sorunun cevâbı ve "tahrifçi"lerin kendilerine malzeme yapmaya kalkıştıkları vesîkadaki olayın devâmı, "Oruç Beg Târîhi"nin Paris'teki nüshalarından birinde yer alan şu rivâyetle ortaya çıkmaktadır:
"Orhan Gâzî zamânında girü abdâllardan Geyiklü Baba vardı, er kişiyidi, abdâl-şekl. Orhân Gâzî'ye Geyiklü Baba'yı bir dürlü dahı añlatdılar, 'mey-perest' diyu; Orhân Gâzî dahı diñemek içün Geyiklü Baba'ya bir tulum şarâb gönderdi: 'Geyiklü Baba nûş itsün!' diyu. İki tulum şarâbı getürdiler, Geyiklü Baba öñine koydılar, eyitdiler: 'Baba bunı pâdişâh gönderdi!' didiler. Geyiklü Baba hemân-dem ol iki tulum şarâbı iki kazgana koyub, birinde zerde, birinde halva bişürdi, iki kutuya koydı ve andan soñra bir kutunuñ içine dahı atılmış panbuk koydı, panbuk arasına yanmış kızıl korı kodı, ağzını mühürleyüb Orhân Gâzî'ye gönderdi. Orhân'a kutıyı getürdiler, Orhân Gâzî mühürleri bozdı; birinde halva, birinde zerde. Birini dahı açdı, gördi atılmış panbuk, içinde bir pâre kızıl kor, hiç panbuğa aslâ eser itmemiş. Orhan Gâzî'ye didiler; iletdükleri şarâbları kazgânlara koyub, zerde, halva bişürdügin. Orhân Gâzî hemân-dem Geyiklü Baba'ya i'tikâd idüb, çok nesne in'âm idüb, bir 'âlî tekye yapub aña vakflar kodı. Şimdiki zamânımuzda 'Geyiklü Baba Tekkesi' diyu añılur."(13)
Bu rivâyet, yalnız "Türk târihi"ni değil "Tasavvuf târihi"ni de tahrife kalkışan bu bilgi fukarâlarına gereken cevâbı vermekte; yukarıdaki gülünç ve asılsız iddiâlarını kökünden çürütmektedir!..
Osmanlı kültürünün temelini oluşturan mânevî değerlerle hiç mi hiç bağdaşmayan, İslâm tasavvufunun kâideleri ile taban tabana zıt olan bu seviyesiz iddiâyı kökünden çürütecek en büyük delillerden birisi de; Orhan Gâzî'nin tam bu yıllarda, topraklarına yerleşen şeyhler ve dervişler hakkında geniş bir teftiş ve sorgulama faaliyeti başlatmış olmasıdır.
Osmanlı müverrihleri arasında yalnız Kemâl Paşa-zâde'de rastladığımız bu önemli bilgiye göre; bu teftiş, Orhan Gâzî'nin fethedilen yeni yerleri fakih ve dervişlere vakfetmesini fırsat bilerek Osmanlı topraklarından parsa kapmaya çalışan; İslâm'a sığmayan çirkin hareketlerine rağmen kendini derviş gibi göstererek İslâm tasavvufunu lekelemeye kalkışan sahte "şeyh" ve "derviş"lere karşı yapılmış, tahkîkat sonunda İslâm'a ve tasavvufa aykırı hareketleri tespit edilenler Osmanlı coğrafyasından derhâl kovulup uzaklaştırılmıştır.(14)
Kemâl Paşa-zâde'nin, muhtemelen günümüze ulaşmamış mufassal bir anonimden naklettiği bu bilgiyi Geyikli Baba kıssasından hemen önce zikretmesi; Orhan Gâzî'nin Geyikli Baba'ya "diñemek içün" rakı ve şarap göndermesinin ve kim olduğunu teftiş ettirmesinin sebebini açıkça izâh etmekte, birbirinden bağımsız gibi gözüken üç rivâyeti birleştirerek vak'ayı daha da anlaşılır hâle getirmektedir.
Buradan anlaşılıyor ki, Orhan Gâzî gerçek dervişlerle sahte dervişleri birbirinden ayırmaya çalıştığı sıralarda kulağına Geyikli Baba'nın "rakı ve şaraba düşkün olduğu" iftirâsı ulaşmış; bunun üzerine işin aslını öğrenmek için Baba'ya rakı ve şarap yollamış, ancak şâhid olduğu büyük kerâmet karşısında ortalıkta dolaşan söylentilerin asılsız olduğunu anlamıştır.
Neden ve hangi maksatla ortaya atıldığını düşünmeden, yarım-yamalak bir bilgiyle yalan-yanlış iddiâların peşine düşen; en basit bir meseleyi bile araştırma zahmetine katlanmadan işitilmedik safsatalar türeten zamâne "tahrifçi"leri, "târihçi" sıfatı altında bu "tahrif"e öncülük etmekte; ne yazık ki bundan en büyük zarârı da Türk-İslâm kültürünün esâsını teşkil eden "İslâm tasavvufu" görmektedir.
Baktığı her şeyi tersinden gören, "bilgi" ve "belge"ye dayanmaksızın her gün yeni bir çam deviren bu zamâne "tahrifçi"lerine yol vermek; "millî" ve "mânevî" değerlerimizin yok olmasıyla sonuçlanabilecek çok büyük bir felâkettir!..

(1) Yunus Emre, "Dîvân", s. 299, nşr.: Abdülbâki Gölpınarlı, bas.: İstanbul, 1943.
(2) İsmâil Belîğ, "Güldeste-i Riyâz-ı 'İrfân" ("Târîh-i Bursa"), s. 220-222, bas.: Hüdâvendigâr Mtb. Bursa, 1302.
(3-4) Âşık Paşa-zâde, "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", s. 122, H. N. Atsız neşri, bas.: Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1949.
(5) Âşık Paşa-zâde, a.g.e., s. 122-123.
(6) BOA, "Tapu Tahrîr Defteri", nr.: 166 (Mücmel Defter), vr. 109.
(7) BOA, "Tapu Tahrîr Defteri", nr. 16016, vr. 20; Ö. L. Barkan - E. Meriçli, "Hüdâvendigâr Livâsı Tahrir Defterleri", c. I, s. 110. bas.: TTK, Ankara, 1988.
(8) Ahmed Refik, TOEM içinde, "Dîvân-ı Hümâyûn Kuyûdâtı" başlıklı makâlede; a.mlf., "Bizans Karşısında Türkler", s. 169-170, bas.: Ma'rifet Matba'ası, İstanbul, 1927; Hilmi Ziyâ Ülken, "Anadolu'da Dînî Rûhiyât Müşâhedeleri", Mihrâb mecmû'ası, sy.: 13-14, s. 447, İstanbul, 1340.
(9) Ahmed Refik, "Geyikli Baba Hakkında Vesîka", Bizans Karşısında Türkler, s. 169-170.
(10) Iréne Mélikoff, "Un Ordre de derviches colonisatuers: Les Bektachis", Mémorial Ömer Lütfi Barkan, s. 156-167. Paris, 1980.
(11) a.mlf., "İlk Osmanlıların Toplumsal Kökeni", s. 151. Osmanlı Beyliği (1300-1389) içinde, ed.: Elizabeth A. Zachariadou, bas.: İstanbul, 1997.
(12) A. Yaşar Ocak, "Osmanlı Topraklarındaki Sufi Çevreler ve Abdalan-ı Rum Sorunu (1300-1389)", göst. yer, s. 172. bas.: İstanbul, 1997.
(13) Oruç bin 'Âdil el-Edirnevî, "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", Paris Bibliothéque Nationale, Supp. Turc. nr.: 1047, vr. 12b-13a.

(14) Kemâl Paşa-zâde, "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", II. Defter, Millet Ktp. Ali Emîrî, Tarih, nr.: 30, vr. 53b-54a; Ş. Turan neşri, s. 89-90. bas.: TTK, Ankara, 1983.

Hubyar Derviş

 Hubyar  Derviş   
 

       
            Hacı Bektaş-i Veli Efendimizin Vilayetnamesinde şöyle geçer;  Külhanbeyleri ve Tatar beyleri Müslümanlığı seçtiler ve Hünkar tarafından anadolunun çeşitli vilayetlerine,köylerine yerleştirildiler.Mürit ve mühibiz dediler dediler ama içlerinden zinharlarını kesmediler. Putperestliği  bırakmadılar. Bunlardan bazıları da Sivas vilayetinin Tekeli dağının altında Balışıh köyünde kaldılar. Mabed yapıp, gizlice putlara kurban kestiler. Bu hal ve bu hareket Hünkar Hacı Bektaş’a malum oldu.  Hemen o anda Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, Hubyar’ı yanına çağırdı, Ya Hubyar, size bir hizmet vereceğim. Sivas vilayetinin Tekeli dağının altında Balışıhköyünde Külhanbeyleri yanlış yola gitmekte. Onların zinharlarını kes, müslüman mümin et. Bizim hayır dualarımız üzerinizdedir, dedi, dava etti.
        Hubyar hayır himmet deyip Sulucakarahöyük’ten azim etti, şimdiki ismi Hubyar Tekke köyü olan Tekeli yaylasının altında Balışıh köyüne geldi. Tatar ve külhan Beyleri gayet güzel ikramlarda bulundular. Hubyar Derviş bunların içinde bir zaman kaldı. Gürgen Çukuru denen yerden baltası ile odun kesip taşıdı ve bir yere yığdı külhanın adamları Hubyar Sultan’a sordular, bu odunu neylersin derviş, dediler. O da şu cevabı verdi. Birgün bana lazım olur, dedi. Hubyar Sultan, putların yerini öğrendi. Birgün Külhan beyleri Tekeli dağına şikar yapmak için gezmeye gittiler. Hubyar Sultan hemen putları yığdığı odunun içine atıp ateşi yaktı. Külhanın adamları zorladıysa da elinden alamadılar. Hemen beylerine haber verdiler. Beyleri geldi gördüler ki Hubyar Derviş, putları ateşe atmış, kendi de üzerine oturmuş; bari Derviş yanıyor, putlar da yansın, dediler. Zortaşı denilen yerde putlar yandı, kül oldu. Derviş Hubyar’ın bir tüyüne hata gelmedi o zaman Külhan kafilesi  Ya Hubyar bunu senden ummazdık, dediler. Hubyar, o putların kerameti olsa, kendileri yanmazdı, beni size Rum diyarını irşat eden Hacı Bektaş-ı Veli gönderdi. Hak dinini kabul edin, Muhammed’e selavat verin, dedi. Külhan oğulları,  la ilahe illallah Muhammeden resulullah , dediler. Hubyar Sultan’a niyaz ederek kalan putları da kendileri yaktılar. Hubyar Sultan, onlara insanlığı, doğruluğu, saygıyı telkin eyledi.
     Çağdaş kültürlerden muhabbet, nasihat, tatlı söz, güler yüz, temiz kalpli güzel ahlaklı, doğruluk, dost gönlünü incitmemek, kendine ağır geleni Allah’ın yarattığı hiçbir kula yapmamak, bilhassa eline diline beline sahip olup şeytana uymamak, imanlarını ikrara bağlayıp imanı dini şeytana çaldırmamak, laillaha ille Allah, deyince Allah’ın birliğini, Muhammeden Resulullah deyince, Resul’ün Hak peygamber olduğunu Besmelenin, yerin göğün kündü olduğunu öğretti. Ve onlara hayır dua etti. Onlar Anadolu’nun yaylalık köylerine gitti. Hubyar Sultan , Tekeli dağının altında karar kıldı, mekan tuttu.
 
                                     
 
       Hubyar Sultan’ın ilmi ve tahsili yazarlardan Münagipname’den Hünkar Hacı Bektaş-i Veli Sultan’ın Velayetnamesi’nden aldığımız kültürlere göz saldığımızda
 
        Hubyar Sultan, Musa-yı Kazım Hulk-i Rıza göbeğinden gelmiştir. Talebeliği, kültürü Hacı Bektaş-i Veli ile bir çağdadır. Okudukları şehirin ismi Yesevi şehridir. Hocalarının ismi Lokman-ı Penan’dır. Hocanın bir ismi de Ahmet ünvanıyla anılmıştır. Talebenin sayısı çok. Yalnız doksanbin talebenin içinde ilmi Zahirden ve ilmi batından Hubyar’la Hacı Bektaş-ı Veli çok üstün başarılı kültür almışlar, Ali ile Muhammed’in Hayber’de beraber dadeflut cenginde Kan Kalesi’nde kazalarda Çaviyar olup birbirinin carına yetdiği gibi Ahmet ile Bektaş da çariyar olmuştur. Rabbena atina fi dünya ve melahi yel ahret ve hüvel aliil kadim ve hüvel aliil azim. Hak Teala hazretlerinin nutkuyla Cebrail vasıtasıyla Hz. Muhammed Mustafa selle Aleyhisselama emanetler gelmiştir. O emanetler şunlardır. Elif, taç, fırka, seccade, sofra, alem Hz. Peygamber efendimiz de erkanla Ali’ye vermiştir. Ali’den oğlu İmam Hasan ve İmam Hüseyin’e değmiştir. İmam Hüseyin’den İmam Zeynel’e değmiştir. Bir zaman zindanda kalmıştır. Zindanda Eba Müslüm’e Cenab-ı Allah bir Nusret vermiştir. Horasan tarafından Ak elinden Kilis’ten Meriç’ten arayı arayı Merve şehrinde bir mağara içinde Zindanda Zeynel den emanetleri  Eba Müslüm’e (İmam Bakır)’a emanetleri teslim aldı . İmam Bakır’dan İmam Cafer’e, İmam Cafer’den Musa-yı Kazım’a, Musa-yı Kazım’dan İbrahim Mükeremül Müceb’e değdi. İbrahim Mükremül Müceb’ten Lokman-ı Penan’a değdi. Lokman-ı Penan’dan oğlu Ahmed’e değdi. Ahmed’de bir zaman kaldı. Ahmed’in zaviyesinde çok talebesi vardı. Talebeler gönüllerinden dilediler ki bu emanetleri birimizden birimize yerse, dediler. Bu söz Hoca’ya malum oldu. İssisi vardır, gelir, dedi. 0 zaman bir mühip can bir miktar dara getirmiş, çeç halinde dururdu. Hacı Bektaş-ı Veli bir sahrada şikar yapmaya gitmiş idi. Hoca Ahmet dedi ki; bu emanetler öyle bir erin hakkı ki şol daru çeçinin üzerinde zikr ede , hiçbir tane daru hareket etmeye, dedi. OL zaman Hacı Bektaş-ı Veli Sultan içeri girdi. Hoca Ahmed, bu iş senin hakkındır, ya Bektaş, dedi. Hacı Bektaş-ı Veli Sultan, seccadeyi eline aldı.
                                                      Bismillahirrahmanirrahim
 Allah, deyip daru çeçinin üzerine attı seccadeyi Hakka niyazın kıldı. Farih oldu geçti, yerine oturdu.Ol zaman çırah uyandı. Tac Bektaş-ı Veli’nin başına seccade dizine sofra önüne alem duşuna geldiği zaman ordaki erler, talebeler, artık biz burda durmayalım, bunun gibi kuvvetli er varken bizim elemimiz oynamaz dediler. Taksim dilediler. Emanetler kendine geçtiği için Ser çeşmeyi naviden oldu. Yani ser çeşme başı oldu. Görüm sorum yaptılar. Tarikatça adalet meydanı kurdular. Hoca Ahmet Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’nin darına geçtı.   Özüm darda yüzüm yerde, gönlüm er hak meydanında, elim pirdi, dilim müvretde, dedi Hacı Bektaş-ı Veli, Sultan Ahmed’i gördü, sordu, yolunu yürüttü üç tarık. Pençeyi Ali Aba çaldı ol anda. Ahmed’in bedenlerinde çok fena kılıç izleri gördü. Hubyar’ım sen Ali gibi yara almışsın, dedi, sarıldı, Veli yine bendeymiş yaranın emi. Hünkar Hoca Ahmed’i çağırdı dara. Üç defa çalınca açıldı yara. Bektaş-ı Veli de erinci sıra mail canın vurduğu yara demediler mi lepbeyik lepbeyiksin deyince Veli ismi cismi canım cananım Ali 90.000 er gördü. Bu gizli hali ismine Hubyar’sın demediler mi yenguzu sela nefsihi ve men effe bima ahada aleyhullahi feseyyütiyhi ecren azim.
           Ol zaman ordaki talebeler erler yoldan taksim dilediler. Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli ocak ocak, belde belde herkese taksimat yaptı. Toplum önünde yanan ulu ateşten vilayetiyle korları aldı. Mühit mühit attı. Herkes korların düştüğü memlekete gitmeye karar kıldı. Fakat dört kapının biri olan Tarikat yolu ortada duruyordu. Herkes o yola göz koydu. Fakat Hz. Hünkar, kim sağ solukta ve ikrarında kadim durabilirse, yol ol erin hakkıdır, dedi.
      Cümle talebeler, erler sağ soluğa oturdular. Hubyar’dan başkası sağ solukta duramadı. Hubyar Sultan taksimde talip almadı. Yolu aldı. Hubyar’ın nurunu gören Hubyar’a talip oldu. Öbürleri taksimini nasibini alıp mekanlarına dagıidılar. Ol anda Muhabbet esnasında avucunun içi nübüvet mühürlü bir yeşil tek el göründü. Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli Hubyar’ım bu tek ol Hızır eşliğinde, dedi. Tozanlının başında Tekeli yaylası var. Senin yaylan orası olsun. Köyün de bu kor parçası nereye düşerse ora olsun, dedi. Ve Nutuf edip ordan bir kor aldı attı. Tekeli yaylasının altında eski ismi Balışıh köyü, şimdiki ismi Hubyar köyü denen yere düştü. Bir ulu ucu yanık çam ağacı oldu. Oranın ismini Hızır Sersem koydular. Hala o çam ağacının belirli durum noktası mevcuttur.
        Tekeli dağı ikibinaltıyüzkırkaltı rakıma sahiptir. Tekeli yaylasının abu hayat suları dalgalı, arazisi çimeni binbir türlü otu, kekiği, havası çok temizdir. Tekeli yaylasını Erzurum’dan Ege’den, Samsun’dan ve Anadolu’nun birçok yerlerinden ziyaret için gelenler mevcuttur. Hatta Tekeli yaylasına Sultan Murat dahi gelmiştir.
           Hubyar Sultan sağ soluğu yolu aldı. Taksimde talip almadı. Hubyar Sultan Külhana da talip için girdi. Nurunu kerametini görenler talip oldular. Hubyar Sultan’ın yolunu seven, ikrarını güden hakkın doğru rehini bilen ehlibeyit yol bendelerinin cümlesinde hakkı vardır. Bunu alim dedeler de ve görüşlü hangi ocak malı olursa olsun taliplerde bilen çoktur. Bu hakkı hiçbir kimse inkar edemez.
 
 
Hubyar almadı taksim-i malı
Yazdılar hakkında verdiler yolu
Dokuzlarda sırda duran Tekelü
Hubyar’ı görünce yürümedi mi?
 
Orda gördü vatanın elini
Hubyar Hızır’a verdi elini
Dikti sancağını açtı nurunu
Nurun gören gelip talip olmadılar mı?
 
Hüseyin Abdal'ım biatımız uluya
Niyaz kıldık Hacı Bektaş Veli’ye
Allah kimseleri pirsiz koymaya
Pirsizler damuya sürülmedi mi?
 
 
 ( Bu duazda imam ‘da belirtildiği gibi Hubyar Ocağının başı Hızır Aleyyihselam’a bağlı olduğu anlaşılmaktadır.Hüseyin Abdal dedemiz oğuları olan Mustafa , Hümmet, Hasan ve Bezat Abdalı  birbirine elvermesini sağlamıştır.Hubyar torunlarının pirini başka yerlerde aramamasının ispatıdır.)
 
       Sultan Murat Amasya’dan Hubyar Sultan’ı duyuyor. Tekeli yaylasına Hubyar köyüne gelmeye karar verip yola çıkıyor. Yanında birçok Türk askeri ile Hubyar Sultan kendi hudutnamesi içindeMıhlı denilen bir mevkide önüne varıyor. Yanındakilerle beraber buyur edip yurduna çıkarıyor. Sultan Murat bakıyor ki yüce yayla dağ başı aklından diyor ki, burda ne bulunur ne yenir? Burası kırsal kesim, diyor. Bu düşünce Hubyar Sultan’a malum oluyor. Küçük kazanını ocağa kuruyor. Türlü çeşit yemek çıkarıyor. Askeri doyuruyor. Sultan Murat çok memnun oluyor ve hayran kalıyor. Diyor ki, bu derviş bu dağın başında bukadar insanı doyurdu. Bunda çok büyük varlık keramet var, diyor. O zaman diyor ki; Derviş biz sefere gidiyoruz, hayır dua kıl. Himmet eyle, diyor. Ol zaman Hubyar hayır dua ediyor. Sultan Murat’ı bir konaklık yola kadar yolcu ediyor, geri makamına geliyor.
 
Vecahidi fisebullahi Havfen vericalen
 
 
Engin ovalara yurdun tutmadı
Zerrece işine hile katmadı
Sayrusunun bahçesine gitmedi
Kendi bahçesine girdi Hubyar.
 
Gürgen Çukuru’na çok emek verdi
İbadet eyledi çiftini sürdü
Gönül anayınan sır deme erdi
İbadet güllerin derdi Hubyar.
 
Dolandı mıklıya önüne vardı
Sultan Murat orda bir selam verdi
Ve aleyküm dedi selamın aldı
Onünce beraber geldi Hubyar.
 
Onünce beraber yurduna çıktı
 Kendi ocağına ateşin yaktı
Aç kalırız diye ordusu korktu
Küçük kazanını kurdu Hubyar
 
Abu hayat soğuk suyun akıttı
Tüçcasını türlü tevür kokuttu
Meskanını Tekelü’ye çikattı Sultan
Tekeli’de durdu Hubyar.
 
Sultan Murat der ki bu nasıl emek
Bir kazandan çıktı çeşitli yemek
Hesap eyle derviş yevmiyen verek
Cümlesini tamam gördü Hubyar.
 
Dedi derviş yaylan ne yüce yayla
 Dedem de buyurdu dağbaşı böyle
Sefere gidiyom sen himmet eyle
Orda hayır dua kıldı Hubyar
 
Dedi derviş bu yaylada durunca
Bu kadar orduya kısmet verince
Sen dua kıl biz sefere gidince
Allah yardımcınız dedi Hubyar.
 
Hubyar değirmeni kendisi yaptı
Helal kazancını rahmetti dutdu
Ordaki uruflar o yola gitti
Yolun doğrusunu sürdü Hubyar.
 
Mestane olmuşum senin derdinden
Göferini ayıramam virdimden
Abdal dedem ayırmasın yurdumdan
Dertlilere derman verdi Hubyar.
                                      
    Sultan Murat’ın Bağdat seferine gitmesinde Sivas vilayetinin içinde türbesi bulunan Hubyar’ın yol kardeşi Ali Baba’nın da çok emeği velayeti, kerameti, din uğruna çok çabası vardır. Hala Ali Baba’nın türbesinin olduğu mahallenin ismi Ali Baba Mahallesi diye anılır. İsimler geçerlidir. Hubyar Sultan’ın Istanbul’a gidişi Sultan Murat Hubyar Sultan’ın kendisine yaptığı hürmetlere memnun kaldığı için Tatar süvariler gönderiyor. Süvariler gelmeden süvarilerin geleceği Hubyar’a malum oluyor, eşine dostuna, talibine, muhitine bize çağrı geliyor. İstanbul’a yol görünüyor her halde. Bize elçi veya ulak zaptiye gelse gerektir, diyor. Toplum tarikatlar yapıyorlar. Halgacık namazı kılınıyor. Kubanlar kesiliyor, gülbenkler çekiliyor, naz niyaz tecele tevalla okunuyor. Oniki hizmetyürüyor. Bütün canlarla vedalaşıyorlar dalgınlığı yüzünden öylesi Gönül Ana ile vedalaşamıyor. Gürgen çukuruna varırken orda bir büyük taşa münkirin göğnü Karataş olsun, deyip elindeki kılıcı vuruyor. Kılıç taşı kesme benzeri yaratıyor. Taşı kesmiyor. O zaman Hubyar Derviş gönülleri bir edemedim deyip geri dönüyor. Hanesine geliyor. Gönül Ana ile vedalaşıyor. Hayır himmet deyip geri taşın yanına varıyor. Lafeta süresini dile getiriyor. İsmi azemi okuyor, ya Allah deyip taşa kılıcı vuruyor. Taş elma dilimi gibi iki şarh oluyor. O zaman gönlü şad oluyor. Kendi kalbinden diyor ki; evvel Allah’ın izniyle, ben fakir etna kadadan ne mücüzat ve ne keramet istenirse yaparım, kanaatını kendi gönlünden geçiriyor. Şimdi hala o taş iki şarh kesildiği gibi duruyor. O taşın ismi Kılıç Kesen olarak bir nişahgahtır. Gelen geçen Kılıç Kesen’e bakar ziyaret eder, el kaanaatı fi kafi ordan yürüyor.
                 Tokat vilayetinin altında Kat diye anılan bir zayirat vardır. Oraya iniyor. Oraya zamanın keramet sahibi Ahi Baba ve Sivas’ta ziyareti bulunan Ali Baba da geliyor. Çok taraftan mühip, talip, eş dost geliyor. Kuzu kurban kesiliyor. Çok güzel muhabbetler oluyor. Sabahleyin yola çıkarken Keçeci Baba diyor ki; burda çok muhabbet oldu, buranın ismi ne olsun? diyor. Hubyar Sultan, burda kat kat muhabbet ettik, buranın ismi Kadbaba olsun. Cümle dertlere derman olsun, ağrısı acısı, sızısı olan burdan şifa bulsun, diyor. Keçeci Baba ile vedalaşıyor, yola düşüyor. Hala o Kat BabaKazova’nın kenarında bir nişangah su çermiktir. Türkiye’nin her tarafindan ziyaretçi gelir, itikatı bütün özü tam olan derdine derman ve şifa bulur.
        Yola revan olup giderken Turhal kazasının Çaylı köyüne varıyor. Orada biraz dinlenmek istiyor. Bakıyor ki köy halkı canından bezmiş, develerle yeşil ırmaktan su çekiyorlar. Çaylılara diyor ki, niçin bu zahmeti çekiyorsunuz? Hiç mi Hak yoluna yedi adım yol yürüyüp bir içim su içmediniz mi ve köyünüze hiç mi bir haklı can gelmedi mi? diyor. Halk başına yığılıyor, bu dervişte bur secavet, keramet var, diyorlar. Ol zaman köylüleri başına çağırıyor, orada biryere elindeki asayı dürtüyor, su fışkırıyor. Çaylılar seviniyorlar. Hubyar diyor ki; size bir aşu çatalım, tutarsa, diyor. Hala o köyün ismi Aşu Çayı ünvanıyla söylenir. Hubyar kovası o günden bu güne işler. Büyük nazargahtır. Tokat Sivas Amasya Merzifon’da Çorum, Yozgat ve birçok yerlerin köylüsü kentlisi, şehirlisi, çiftçisi, memuru Hubyar kovasını bilir, ziyaret ederler. Çaylılar nurunu kerametini görüp Hubyar’a talip olmuşlar. Tokat’ta birçok köyler Hubyar’a bağlıdır. Çaylı köyünün de ikrarı kadim olmuş, aşusu tutmuş, Çaylı köyünde Hubyar’a bağlıdır.
       Çaylı’dan, Turhal’ın  Kelit şu anda Ulutepe ünvanını taşıyan köyü geliyor. O köyde kuzu, kurban kesiyorlar. Orda Esah diye bir şehit vardır. Ona fatiha okuyor. Ordan Avcı derneğinin üzerinde Elik Tekkesi denen yere varıyor. Orta bir yatır vardır. Cuma geceleri Elikler Geyikler ziyaret eder, onun için ismi Elik Tekkesi’dir. Orda da sohbet ediyorlar. Bu köy Yeşil Irmak’ın üzerindedir.
       Merzifon’da Piri Baba denilen türbeyi ziyaret ediyor. Piri Baba buna hoş sefa nazar, hürmet gösteriyor. İki dostun kavuşması çok mukah oluyor. Piri Baba ile vedalaşıyor. Ordan Çorum’un Osmancık kazasında Kızılırmak üzerinde Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli tarafından ok seğisiatılan Koyun Baba’yı ziyaret ediyor. Orda dem sefa hizrnet görüyorlar. Ordan çıkıyor yola revan oluyor. Çorum ile Kastamonu arasında Sultan Murat’ın kendine gönderdiği süvarilere kavuşuyor. Süvarilere kendinin Hubyar olduğunu, onların kendine Sultan Murat tarafından gönderildiğini rüyasında kendine beyan olduğunu anlatıyor. Süvariler inanmıyorlar. Hubyar’dan ayrılıyorlar. Güya gayeleri Tozanlı’ya gelip derviş’i alıp gitmek. Fakat süvariler yolu şaşırıyorlar. Geri dönüp Istanbul istikametine gitmeye mecbur kalıyorlar.
 
            Hubyar Sultan içerisinde bir aşkı ilahi eğleni diğneni Hızır yoldaş kamber kılavuz eş dost talip muhip davacı Allah yardımcı Sakarya’ya varıyor. O muhitte Sakarya suyunun üzerinde bulunanJustinianus Köprüsü  nden geçen garibanlara zulüm yaparlar imiş. Hubyar Sultan varıyor paç(haraç) alan birisine diyor ki, efendim benim akçam yok. Size paç vermeyeceğim. Size dua edeyim, işiniz ihsan olsun, derse de dalga geçiyorlar ve hoş olmayan sözler söylüyorlar. O zaman Cenab-ı Hak’ka sığınıyor, elini kuma çalıyor, bir avuç kum alıp İsm-i Azam duası okuyup  kumu ırmağa atıyor. Su cayıp öbür tarafa gidiyor ve köprü kuruda  kalıyor. Şu an Sakarya nehri yakınlarında boş kuru köprü durmaktadır. O köprünün adıMuhanet Köprüsü olarak söylenmektedir. Bunun üzerine
 Hubyar Sultan’ın deyişi:
 
Çıkıp arş yüzünde nurda oturan
Meftasını mefdasına getiren
Kudret yarılıp lokma getiren
Südünen ahmeri balı Hubyar.
 
 Ateş yok ki gene çiği büşüren
Dalga verip kalpevimi coşturan
Muhanet Köprüsü’nün suyun şaşıran
Kurtardı zalimden yolu Hubyar.
 
Varın bakın paçcı kayık haline
İsmi azem duası geldi diline
 Bir avuç kum aldı sundu eline
Az kalsın kuruda gölü Hubyar.
 
 
 
Ol zaman seccadeyi suya atıp ;
                    
       Dolmabahçe civarını geçip saraya yakınlaşıyor.Bunu gören Sultan Murat sarayın eşiğinin altına Kuran-ı Kerim’i koydurup Hubyarın önüne varıp buyur derviş deyip buyur ediyor. Eşiğin altına Kur’an Kerim koyulduğu Hubyar Sultan’a malum oluyor. Diyor ki;
      Sultanım şevketlim Kur’an hak’tır. Kur’an gerçektir. Yeri göğü Kur’an Allah’tır. O senin eşiğin altına koydurduğun kitapta yirmi dokuz rufat yüzondört sure, altı bin altıyüz altmış altı ayet var. Ben onu çiğneyemem. O ahır zaman nebisine indi. Onu Allah Cebrail vasıtasıyla Peygarnbere gönderdi, dedi. Eşiğin altından kitabı kaldırdılar. Tabi izet ikram gösterdiler. Fakat gaip bilimlerini aramak için çare aradılar. İçlerinde bir adam var idi.
           İsmine Duroğlu derler idi. Duroğlu dedi ki ben yalandan ölüyüm. Derviş benim cenazemi kılsın, ozaman foyası meydana çıksın, dedi. Bunu kabul ettiler. Duroğlu yalandan öldü. Hubyar Sultan’a, derviş bu cenaze namazını senkıldıracaksın, dediler.     Hubyar Sultan dedi ki ölü niyetine mi kılacağım, dirı niyetine mi kılacağım? dedi. Dediler ki derviş cenazenin dirisi olur mu dediler. Ol zaman helallık aldı. Su selasını verdi. Musallaya koydular. Allahüekber deyince cenaze namazı tamam oldu. Ha haay çalıp güldüler Derviş niye gülersiniz, diye sorunca senin kerametine gülüyoruz, sağ adamı ölü niyetine kıldın, bizi de kandırmaya çalışıyorsun dediler. O zaman Hubyar Sultan dedi ki bizde yalan olmaz, açın bakın, dedi cenazeyi açtılar, baktılar ki adam ruhu çoktan teslim etmiş.
 
 
Eşiğin altında kitap sırınan
İki cihan boyanmıştır nurunan
Ali Baba ile girdi fırına
Estirdi garınan yeli Hubyar
 
Sağ adamı musallaya koydular
 Buyur derviş cenazeye dediler
Orda hazırdı Kırklar Yediler
Sağ adamı ölü kıldı Hubyar
 
 Allahüekber dedi aldı canını
Öl demeden uyuşturdu kanını
Cümle alem duydu onun namını
Şanını dünyaya saldı Hubyar
 Duroğlu derlerdi kıldığı Adem
 Allahüekber dedi Hubyar dedem
 Kimisi sağ dedi kimisi ölü
Olüler katarına saldı Hubyar.
 
   Ondan sonra Hubyar için Külhan fırını yaktırıyorlar. Bu fırına girer de yanmazsan fermanın yazılacak, diyorlar. Yedi gün yedi gece Hubyar için fırını yakıyorlar. Hubyar Sultan’a fırına gireceksin diyorlar. Halk biryere cem oluyor, birleşiyor. Hubyar destur deyip, fırına giriyor. Ali Baba ile yirmi dört saat sonra fırını açıp bakıyorlar. Hubyar Sultan’ın sakalını buz tutmuş, kucağında bir masum çocuk, çocuğun elinde bir top tücca çıkıyorlar. Çocuğa ismin ne, diyorlar. Ali Baba diyor. Nerdeydiniz, bize bu dervişi Külhana attık, bunun sakalını buz tutmuş, diyorlar. Çocuk diyor ki, Tekeli dağı diyorlar. Bir yüce yayladaydık. Çiçek tücaa topladık. Çok soğuk bir yayla oradaydık, diye bunlara cevap verdi ve bunlar şaştı hayran kaldı, özür niyaz dilediler. Ve Hubyar Sultan’a mal varlık saltanat teklif ettiler. Hiçbirin kabul etmedi. İlla ki dokuzlarda sırda duran Tekeli’ye giderim dedi. Hubyar avuyu içmiş deryayı geçmiş, Muhanet Köprüsü’nü kurutmuş, sağ adamı ölü kalmış, Külhana girmiş, erenlerin hüsnühimmetiyle sağ salim çıkmıştır. Fermanını almış, Tekeli yaylasına gelmiştir.
 
      
 
    Hubyar Sultan’ın babası Lokman-ı Penan anası Üfran Bacı dır 13.yüzyılda yaşamıştır. Hubyar Sultan’ın iki oğlu, yedi kızı olmuştur. Hubyar’ın hanımı yalıncak kızı Gönül Ana’dır. Kız evlatları evlenmeden Hakkın rahmetine kavuşmuştur.Yedi kızının naşını bir kazan suda yıkadı. Allah rahmet eylesin Kabirleri. Hubyar, Tekke köyünün kabristanındadır. İki oğlunun birinin ismi Deydiyar, birininismi Buynat’dır. Deydiyar’ın türbesi Sivas vilayetinin Ulaş kazası Karacalar denilen bir köyündedir. Köyün eski adı Deydiyar Şeyh Köyü ünvanıyla söylenmektedir. Buynat ise seraskeri olarak balkı Buhara’ya gitmiş, geri dönmemiştir. Deydiyar’ın üç oğlu olmuştur. Hüseyin Abdal , Kenan, Saçlı Ali ‘dir.
        Hüseyin Abdal ceddi sülalesinin yolunu , dedelik yaparak cemler yürütmüş oradan da sökün edip, Sivas vilayetinin Mazan köyü ile Karabalçık köyü arasında Almabeli denilen yerde çok gürüh, gülbenk yürütmüştür.
     Bir zamanda Erzurum Badıcivan ve Kemah bölgesinde mekan tutmuş ve diyar-ı  irşad etmiştir. Hüseyin Abdal bir müddet sonra Talipleri ile birlikte Atayurduna dönmek için Hubyar Köyüne gelmiştir. Kenan ve  Saçlı Ali  tarafından Hubyar tekkesine alınmadığı gibi kendisini tanımadıklarını söyleyip Şecere  istemişlerdir. Hüseyin Abdal dedem Hızırı kendine yoldaş ederek Topkapı sarayına varır, çeşitli kerametleri gören padişah Hubyar sülalesinin Şecere fermanını Hüseyin Abdal’a verir. Aldığı fermanı kardeşlerine götürür fakat biz ferman filan anlamayız deyip dergaha sokmak istemezler. O zaman Hüseyin Abdal’ın oğlu Hasan Abdal genç ve delikanlıdır amcalarının uygulamalarına katlanamadığı için hiddetlenir ve onun müdehalesi ile Kenan ve Saçlı Ali Köyü terk etmek zorunda kalırlar . Hüseyin Abdal’ın ve Hasan Abdal’ın Kabri Şerifleri Dedesi Hubyar’ın yanındadır. Hüseyin Abdal’ın beş oğlu vardır. Mustafa Abdal ,Hasan Abdal , Bezat Abdal , Himmet Abdal , Aslan Abdal yollarını yürütmüşlerdir.. Hüseyin Abdal’ın oğullarından gelenlere de Hasanlı, Bezatlı, Himmetli, Mustafalı, Aslanlı isimleriyle çağrılmaktadır. Hubyar’ın torunu Saçlı Ali ’’den gelenleri Meytilü İsmi ile anarlar.Kenan ’dan gelenleri Kenanlı ismi ile anarlar.
        Bu ismi geçen Hubyar evlatlarından gelen Allah Muhammed Ali yolundan ayrılmayıp Hubyar Ocağına yakışan ocakzadeler Hubyar yolunu yürütebilmişlerdir. Hubyar’ın yolu ürfan makamı Kırklar Hulki Rıza vücud-u Keçe aklen, ilmen, zikren Fahr-i kainat Muhammed Mustafanın ümmeti, İmam Ali yolu , İmam Hüseyinin postuna aşk-ı niyaz etmektir.
    Hırsızlık, huysuzluk, haram yeme, zina işleme,talibini nikahına alma, haksız yere kadın boşama, Hak’kın binasını yıkıp adam öldürme, fesatlık yapıp kimseyi öbür şahısa takma, verasil Cenab-ı Allah’ın emrini tutmayıp nehini tutan kişiler Dede olarak posta ve mimbere oturup o topluma halgacık namazı kıldıramaz..
      Hubyar Sultan’ın bir, ismi de Abdal Dedem diye söylenir. Mesela Sivas vilayetinde yüceliğini ve dedeliğini ispat etmek için asılan Pir Sultan Abdal o dahi Abdal ismiyle anılmıştır. Davaya dostluğa çağa söylemiş olduğu deyişlerin son beyitlerinde ne derse desin Pir Sultan Abdal’ın noktalarını koymuştur. Pir Sultan Abdal, Güvenç Abdal, Teslim Abdal, Kaygusuz Abdal gibi... Tüm Alevi kültürünü yayanların, dervişanlarının çoklarının ismi Abdal olarak anılmıştır.
        Hubyar Derviş, padişahın fermanı ile vergilerden ,askerlikten ve devlete karşı tüm yükümlülüklerden muaf tutulmuştur..Bu gibi muafiyetlerden istifade etmek isteyen menfaatçiler  gerek civar köylerden gerekse  İstanbul  Topkapı sarayından çeşitli meslekleri bırakarak  HUBYAR  Derviş 'in etrafında inanarak toplananlar arasına sızmışlar... ve içlerinden zinharlarını asla kesmemişlerdir.