KARIŞIK

26 Ağustos 2023 Cumartesi

 

Seyyid Ali Sultan (Kızıl Deli) Tekkesi



Seyyid Ali Sultan, tarihi belgelerdeki kayıtlara göre Hacı Bektaş Veli’nin tek oğludur. Asıl adı İbrahim’ dir. Timurtaş, Hızır Lala ve Kızıl Deli lakapları ile anılırsa da en yaygın adı Seyyid Ali Sultan’dır. Çok hareketli bir yapıya sahip olan Seyyid Ali Sultan İznik ve Gemlik’in Osmanlılarca zaptedilmesi sırasında orada bulunmuş ve yeni alınan yerlerde kültürümüzün yerleşmesini amaçlayan hizmetler vermiştir. Babasının ölümünde 27 yaşında bulunan Seyyid Ali Sultan Suluca Karahüyüğe dönmüştür. Murat I (Hüdavendigar) zamanında, 1362- 63 yıllarında, Seyyid Ali Sultan, Yeni Çeri ocağının kuruluşunda hazır bulunmuş, dua etmiş ve askere Ak Börk giydirmiştir. Murat I tarafından gerçekleştirilen Rumeli seferlerine de katılan Seyyid Ali Sultan Dimetoka’ da kendi adı ile anılan Dergah’ı kurmuştur.

Büyük ihtimalle, Bayezit I (Yıldırım) ile Timur arasındaki savaş nedeni ile Suluca Karahüyüğe dönemiyen Seyyid Ali Sultan 1402 yılında ölmüş ve Dimetoka’ da dergah’ da toprağa verilmiştir.


Batı Trakya Evros İli’nde bulunan Russa Tekkesi Balkanlardaki en eski tekkelerinden biridir ve Yunanistan-Bulgaristan sınırında bulunan ve aynı ismi taşıyan köye üç kilometre uzaklıkta bulunmaktadır. Heterodoks İslama aittir ve Bektaşi dervişlerinin dergâhıdır. Russa Tekkesi; Seyyid Ali Sultan Tekkesi, Kızıldeli Tekkesi ya da Kızıldeli Bektaşi Dergâhı isimleri ile de bilinmektedir.
Dergaha ait yapılardan birinde bulunan Osmanlı panosunda yazılı olduğu üzere, 1400 yılında Derviş Seyyid Ali Sultan tarafından kurulmuştur. Russa Tekkesi dervişlerin toplanma noktası olan bir Alevi tekkesidir. 20. yüzyılda meydana gelen ayaklanmalar sebebiyle bölgedeki hristiyanlar tarafından ciddi hasara uğramış olan tekke yakın zamanda yenilenmiştir.

Russa Tekkesi’ndeki yapıların merkezinde, meyvelerini yiyenleri hastalıklardan koruduğuna inanılan 600 yıllık bir dut ağacı bulunmaktadır. Aynı ağaçtan Anadolu’nun Hacı Bektaş köyündeki Bektaşi Tekkesinde de bulunmaktadır. Asırlık dut ağacının çevresinde mutfak, konak (odalar), Seyyid Ali Sultan’ın mezarı, dua odası ve ziyaretçiler için modern müştemilatlar bulunmaktadır. Russa Tekkesi mezarlğında tekke bilgelerinin ( şeyhler) ve dervişlerinin mezarları bulunmaktadır.

Russa Tekkesi’ nde her sene benzersiz bir buluşma gerçekleşir: Ortodoksların ve Alevilerin ortak Azizi olan Aziz Georgios’un anıldığı 6 Mayıs günü, bu iki dinin inanlılarının oluşturduğu topluluk Didymoteicho, Orestiada ve Soufli kentlerinden gelerek burada buluşur.


Burası İslâm olmazdan önce, Anadolu’dan bir zât otuz kırk askerlen gelmiş. Buralara yerleşmek istemiş. Nereye yerleşelim diye söylenmişler. Zât, Kaziler’den bir mızrak atmış ve Rûşanlarda saplanmış. Zât, askerleriyle birlikte Rûşanlar’da yerleşmiş. Domutukaya yakın bir yerde kendisine ait bir yer seçmiş. Kendisine orda bir tekke yapmış. Askerleri dâima savaşırlar, daha sonra bu tekkeye gelir, kazan kaynatır, yemek yerlermiş. Gümülcine’ye yakın bir yerde bir kale varmış. Askerler bu kaleyi almak istemişler. Zât demiş ki, eğer kaleyi almakta zorlanırsanız beni anın, ben yanınıza gelirim. Askerler kaleye doğru ilelemişler. Karşılarına Sankız adında bir ordu çıkmış. Hemen zâtın adını anmışlar. Zât, tekkesinden çekilmiş, atını zorlayarak askerlerin yanına varmak istemiş. Atı yolda ölmüş. Orasının adını Atmezar koymuş. Yıllarca sonra mezarın üzerinde at şeklinde bir ağaç bitmiş. Bunu değil dedelerimiz, hatta babalarımız bile hatırlamıştır.Yoluna devam etmiş. Kendisinin fındık ağacından bir kılıcı varmış. Karşısına büyük taşlar çıkmış. Zât, demiş ki, taşta mı keramete kılıçta mı? Fındık ağacından yapılmış kılıcıyla taşlan doğramış. Sarıkız’a ulaşmış. İlkin Sankız ona üç defa taş atmış. Zât, elleriyle karşılamış. Sankız, hadi demiş, sıra sende. Zât, kızı tutmuş ve parçalamış. Kızın şapkasını fırlatıp atmış, şapka Şepkâne’ye düşmüş. Daha sonra saçı Sıçanlı’ya, bir ayağı Baldıran’a, diğer ayağı Akbıldır’a düşmüş Bu yerler köy, kasaba ve orman olarak adlarını korumaktadırlar. Askeriylen Gümülcine’ye ulaşmış ve Misine Kalesi’ne bir dua etmiş. Misine Kâlesi’nin altı üstüne dönmüş, yıkılmış.

Kaziler (Gâziler ve Rûşanlar, bölgedeki mevki adlandır.
(1) Domutukaya: Dimetoka. Bu isim Rumca olmasına rağmen
Domutukaya şeklinde söylenerek sanki Türkçeleştirilmiştir.
(2) Şepkâne, Sıçanlı ve Akbıldır, Gümülcine’de mevki adları,
Baldıran ise Gümülcine’ye bağlı bir köydür


Kızıl Deli Tekkesi veya Rousa Tekkesi diye de bilinen Seyit Ali Sultan Tekkesi, çoğunluğunu Pomakların oluşturduğu Rousa (Türkçede Ruşenler) köyünün 3 km dışındadır. Restore edilmiş ve günümüzde de faaliyet gösteren bir Osmanlı Tekkesi’dir; yan, dervişlerin (Bektaşilerin) buluşma yeri. Hatta Yunanistan’da bugün faaliyet gösteren iki tekkeden biridir. Balkanlar’daki en eski tekkelerden biridir ve Balkan Türk-Müslüman Bektaşiliği’nin en önemli merkezlerindendir. Tekke önde gelen din adamı Kızıl Deli’nin önderliğinde 1402 yılında kuruldu. Tekkeyi ziyaret etmek için Rousa-Goniko yolunu takip ederek 2,5 km sonra soldaki yokuş aşağı toprak yola sapmalısınız.


Kızıldeli tepesinde Seyid Ali Sultan’ın Mezargâhı bulunmaktadır. Burası Seyid Ali Sultan’ın “Anadoluya gelen beni burada bulsun”, diyerek köseğisini attıgı yerdir. Yavuz Sultan Selim Çaldıran Seferine çikarken, önce şu anda Çubuk İlçesi sınırları içinde Kızıldeli, ordusuna katılmıştır. Fakat yolda giderken Sultanın Şah Ismail ile savaşmaya gittiğini ögrenince bugün Şabanözü ilçesi sınırları içinde bulunan At Çayırı denilen yerde ondan ayrılmıştır. Bugünkü tarih kitaplarında Yavuz Sultan Selim’in ordusunda huzursuzluk başgösterince “Beni seven benimle gelsin, sevmeyenler karısının kızının yanına gitsin” dedigi yazılıdır.

Bölge ile ilgili halk arasında aşağıdaki kıssa anlatılmaktadır:
Kızıldeli, Yavuz’un ordusundan ayrılınca Kutluşar Köyü sınırları içinde bulunan Sıtma Tekkesi bölgesine gelince, kafilede bulunan birisi, “Ya Seyyid Ali susadık, bir su çıkarın da susuzluğumuzu giderelim, Yavuz çayı zehirlemiş olabilir.” der. Bunun üzerine Seyyid Ali Sultan, hırkasını başına çekerek Gülbeng-i Muhammedi’yi okumuş ve bugünkü kuyunun suyu, oldugu yerden çıkmıştır. Orada bulunanlardan birisi “Ya Seyyid Ali sıtmadan kırılıyoruz, sıtmaya da iyi gelsin”, deyince, “Suyunu içen ve gusleden sıtmadan uzak kalsın”, demiştir. Bu kuyunun suyu yüzyıllardır sıtma hastalıgına şifa olarak kullanılmış, o günden beri bu bölgeye sıtma tekkesi denilmiştir. Ayrıca bu bölgedeki her ağacın bir askeri temsil ettiğine inanılır, kimse yakmak maksadıyla bu bölgeden bir çöp dahi götüremez. Eger götürürse geri getirmek zorunda kalabilir. Bu bölgedeki meşe ağaçları 4-5 asırdır hala ayakta durmaktadır. Buradaki kuyunun suyu doluyor fakat, sanki bileşik kaplarda imiş gibi taşmıyor. Bu su kışları ılık, yazın ise çok soğuk olmakta ve içinde hiçbir haşarat yaşamamaktadır.


I.Velâyetnameler

Velâyetnameler, kimin adına yazılmış ise genellikle o kimsenin Hakk’a yürümesinden uzun bir müddet sonra yazılmışlardır. Velâyetnameler, genellikle hakkında velâyetname yazılan kimsenin sadık dostları veya dervişleri tarafından yazılır. Velâyetnameyi kaleme alan kişi, olayları günü gününe kaleme alamayacağı için, yıllar sonra hadiselerin zaman içindeki yerleri konusunda hassasiyet gösteremedikleri görülür. Bu gibi eserleri derleyen veya kaleme alan kişi derviş olduğu için genellikle şeyhi (piri) için anlatılan doğaüstü olayları ön plana çıkarır. İşte bundan dolayıdır ki modern araştırmacılar, velâyetnamelere ön yargı ile yaklaşırlar. Seyyid Ali Sultan velâyetnamesinde: “…Bir Cuma gicesi Yıldırım Han hazretleri taht-ı saadet bahtında otururken aşağa gelüb, seccade-i münâcaata baş koyub kırk rekat namaz edâ ve Hakk Te’âla’dan Rumeli’nin fethüçin niyaz ve reca idüb, erenlerden istimdâd taleb eyledi. Ol gice didelerine hâb-ı rahat müstevli oldukta (uykuya vardıklarında) hemen ma’nâsında iki cihan fahri Muhammed Mustafa sallallahu te’âla aleyhi ve âlihi ve selem zuhur idüb buyurdu ki: “Ya Yıldırım Han! Melül olma ki Hak Te’âla duanı müstecâb eyledi. Hâlâ Horasan cânibinden ve benim nesl-i pâkimden Seyyid Ali maiyetinde sana kırk er gelecekdir. Anların cümlesi kuvvet ve kudret sahibi veliyyullahdır ve Rumeli’nin fethi anların yed-i himmetlerindedir. Anlardan tegâfül itmeyesin!” buyurduklarında heman Yıldırm Han Resül aleyhisselamın mübarek kademlerine yüzler sürüb “Yâ Resulallah! Ol buyurduğunuz erenler kaçan gelseler gerektir?” didikte buyurdu: “An-ı karib gelürler. Ammâ sana nasihatım budur ki ol erenlerin içinde bir kâmil ve âmil ve fazıl kimesne vardır. İsmine Rüstem dirler, ana riâyet eyleyesin. Re’y ü tedbirini istivâb idesin ve ana ittiğün hürmet ve ri’âyet banadur” deyub gözden nihân oldu (kayboldu). Pes ol dem Orhan Bey, bidar olub gördü ki mekanı nura müstagrak olmuş. Ol minval gördüğü rüyayı tefekkür idüb Hudâ-yı Müte’âl hazretlerine şükür ü sipâs ü hamd-i bi-kıyas eyledi. Ve Resül aleyhi’s-salâvâtü ve’s-selâmın mübârek ruh-ı pür envârlarına salavât-ı şerife getürüb ba’dehu kırkların vüıüd u zuhurlarına muntazır oldu. Bunlar ise Horasan’da olan savmaalarında ibâdet idüb dem ü devranı sürmekde iken bir şeb (gece) Rasül aleyhi’s-salâtü ve’selâm kendisin bunlara iyân ve cemâl-i mübarekin nümâyan itdi. “Ey ciğer köşelerim ve muhlis bendelerim! Kırkınız dahi gönlünüzü birleyüb bu yerden hareket ve cânib-i Rum’â azimet idub kuretü’l-ayınım Seyyid Hacı Bektaş Veli’nin dergâhına varın. Sizlere lâzım olan hizmeti bil-edâ ziyaretini ecrâ edin. Meyânınıza seyf-i himmet kuşatsın ve her emri derse rızâsında ulub himmet-i tâm ve havâlet-i ihtimâm ile sizleri Orhan Bey, cânibine göndersün. Ana yardım idüb Rum ilin feth eyleyesüz deyu emr-ü tenbih eyledi. Cümlesi iş bu kelâm-ı felâh-encâmı dergüş idüb her birerleri sem’an ve tâaten deyub sefer tedarikin bil-itmâm oradan tayy-i mekân ve Cânib-i Rum’â revan oldular. Bir demde Suluca Karahöyük nâm mahal-i mübârekde vâki Hacı Bektaş Veli kutb-u zemânın dergâh-ı saâdet ve mâkam-ı siyâdetlerine kadem bastılar. Çün kim ol kırk er gelüb Hünkâra baş koyub Hazret-i Resül-ü Ekrem’in buyurduğu kelâmı naklidüb selâm-ı saadet-Hazreti Hünkârı kutbul’l-evliyâ bunların her birini bir hizmete tâyin buyurdu. Üç gün müddetde hizmetleri hitam bulub tekmil-i meram itdiler. Ba’dehu bunları huzur-u şerefine getürüb evelâ Seyyid Ali Sultan’ı cümlesine serdar eyledi. Ve cümleniz anın nutkundan taşra bulunmayınız deyu emr buyurdu. Yek-zebân olarak sem’an ve taâten didiler. Andan Emir Sultan’ı sancâkdar ve Seyyid Rüstem Gazi hazretlerini kadıasker ve Abdüssamed Fakih’i imam ve Seyyid Zâl’i saka ve Seyyid Ahmed’i kulağuz ve Seyyid Hamaza ile Seyyid Furki’ye ve Seyyid Ukufi’ye küs-i harbi verdi. Ve anların bakiyesine kılıç kuşadub himmet-i tâm ve erkân-ı tamam ile Yıldırım Han hazretleri cânibine gönderdi. Anlar dahi ta’zim ve terkim-birle yola revân oldılar…”Velâyetname’den vermiş olduğum bu metin içinde Hz. Peygamber Efendimiz: “Ya Orhan Bey! Melül olmaki Hak Te’âla duanı müstecâb eyledi. Hâlâ Horasan cânibinden ve benim nesl-i pâkimden Seyyid Ali maiyetinde sana kırk er gelecekdir” buyuruyor. Bu ifadeden Seyyid Ali Sultan’ın Horasan bölgesinden ve Hz. Peygamber’in neslinden olduğunu anlıyoruz. Yine aynı metin içersinde: “Bunlar ise Horasan’da olan savmaalarında ibâdet idüb dem ü devranı sürmekde iken” ifadeleri yer alıyor. Buradan da Seyyid Ali Sultan’ın ve arkadaşlarının o anda Horasan’da ikamet ettiklerini öğrenmiş bulunuyoruz. Yine aynı metinde: “Seyyid Hacı Bektaş Veli’nin dergâhına varın, sizleri Orhan Bey cânibine göndersün” ifadeleri yer alıyor.. Osmanlı’nın Rumeli’ye geçişleri ve fetihlere başlaması Orhan Bey (1326-1362) zamanındadır. Osmanlıların Rumeli’ye geçişleri ve yerleşmeleri, Gelibolu’nun fethi sonunda gerçekleşmiştir. 1353 yılı Mart ayında Gelibolu’da bir deprem meydana gelmiş, deprem sonunda kale surları yıkılmıştı. Böylece Süleyman Paşa ve arkadaşları müdafasız kalan Gelibolu’yu kolaylıkla işgal etmişlerdir. Hatta depremin oluş nedeni Seyyid Ali Sultan’ın erlik kudretine bağlanmaktadır. Hacı Bektaş Veli Hazretleri’nin doğum ve Hakk’a yürüyüş tarihleri, 1207-1270 veya 1248-1337 olarak verilmektedir. 1207-1270 olarak kabul etersek Hacı Bektaş Veli, kesinlikle Osmanlı dönemini görmemiştir. 1248-1337 olarak kabul edersek 1353 yılında Gelibolu’yu ele geçiren Süleyman Paşa’yı da görmüş olması ihtimali çok zayıftır. Velâyetnamede ise “… Gaziler gemiye doluşup karşıya geçerek, Gelibol (Gelibolu) şehrine yöneldiler. Şehre ulaştıklarında Seyyid Ali bir nara atar ve o anda zelzele oluverir…”Ancak Abdal Musa Velâyetnamesi’ne baktığımızda Kızıldeli’nin hayatı hakkında bazı değişik tarihsel bilgilerle karşılaşıyoruz. Abdal Musa Velâyetnâmesi’nde Kızıldeli Sultan’ı Abdal Musa’nın müridi gibi görüyoruz. Abdal Musa, Kızıl Deli Sultan’ı önce tahta kılıç kuşatıp Umur Bey’in mahiyetinde Rumeli’nin fethi ile görevlendiriyor. İkinci olarak da “Pir evini düzenlemek ve Hünkâr’dan kalan emanetleri alıp getirmek üzere oğlu ile birlikte Hacı Bektaş Dergâhı’na gönderiyor. Velâyetname’de “… Andan sonra Abdal Musa Sultan kalkdı, denüz kenarına indi ve didi ki: “Buraya leşker (asker) geliyor. Karıncıkları açdur. Daha bir şikarcık (av) sunmadılar. Karıncıkların tuyuralum” didi. Bir saatten sonra denüzden gemi zuhur itdi.Geldiler derganı görince.“Hay bunda abdallar var ancak” didiler. Gemiden çıkan kişiler abdalların yanına gelüb: “Ey Abdallar ne ararsınız? didiler. Abdallar, didiler ki: “Bunda gerçek er vardur. Size muntazırdır” didiler. Bunlar dahi sürüp erin nazarına geldiler. Ocakda erin harnısun (kazan) gördiler. Bunlara az göründü. Didiler ki: “Hay sultanum, bu yimek sizin leşkere mi yeter bizim leşkere mi yeter?” didiler. Abdal Musa Sultan kaldı, haranının (kazanın) yanına vardı, kepçeyi eline aldı: “Din imdi abdallar bunları siz üleştirin” didi. Bunlar tamam kırk bin er idi. Abdallar yimeği üleştirdiler. Daha yetişmeyenine tekrar yine üleştirdiler. Yemek cümlesine yetişdi. Karınları doyduktan sonra önlerinde yemek dökülüp kaldı: “Yeter Sultanım” didiler. Abdal Musa Sultan kepçeyi haranının üzerine kodı, gerü çekildi. Abdallar gördüler ki haranı önceki gibi dolup turur, hiç eksilmemiş. Aballardan birisi didi ki: “Niçün girü çekildiniz? Hey gaziler, gelin görün haranı, tolu turur. Siz bu haranıdaki yemekleri biriniz yirüz sanırdınız. Yine topduldur! Geldiler gördüler, temaşe eylediler, bildiler ki bu er gerçek velidir. Gazi Umur Beğ geldi didi ki: “Şimdiden gerü biz sana çağırıruz efendim, himmet eyle” didi. Abdal Musa Sultan eyitdi: “Bir börg getürün, Umur Beğ’e giydirelim” didi. Bir kızıl börg getürdiler, Umur Beğ’in başına giydirdiler. Gaziler şimden gerü buna Gazi Umur Beğ din” dedi. “Varsun bu beğ de gazi olsun gayrü. Şimdiden sonra gazilik verüb dururuz” didi. Gazi Umur Beğ eyidi: Bize bir yadiğar virün Sultanım” didi. Sultan eyidi: “Şol Kızıldeli’yi size virdük. Alın gidün” dedi. Bu gaziler kalkdılar: “Gidermüsün baba?” didiler. Kızıldeli işaretle “Giderün” didi. Abdal Musa çağırup bir ağaç kılıç sundı. Kızıldeli Sultan aldı, öpdi başına kodu. Andan sonra yüridiler. Abdal Musa Sultan eyitdi: “Din imdi hiçbir yire gitmen, Doğru Boğaz Hisarı’na varun. Üzerine düşün. İkdam idün. Alırsunuz. Boğaz Hisarun alduktan sonra Rumelin size virdüm. Önünüze kimse turmasun!” didi. Velâyetnâme’ye göre Kızıldeli’nin Abdal Musa’nın mahiyetinde bulunduğu dönem, muhtemelen 1334-1348 yılları arasında olmalıdır. Çünkü Umur Bey, Osmanlılardan önce, Kantakuzenus’a yardım amacıyla zaman zaman Rumeli’ye geçiyordu. Muhtemelen Kızıldeli ve yanında bulunan diğer dervişler de bu geçişlerden birisinde Umur Bey’in askerleri arasında yer almış olabilir. Rumeli fütühatı ve Gazi Umur Bey ile Kızıldeli arasındaki ilişkiye değinen tek kaynak Abdal Musa Velâyetnâmesi değildir. Fatih dönemi tarihçilerinden sayılan Enveri’nin Düstürnamesi’nde ve II. Selim dönemi tarihçilerinden Yusuf bin Abdüllatif’in Subhatü’l-Ebrar adlı eserinde de bu ilişkiye dair bölümler vardır. Modern Osmanlı tarihçileri arasında yer alan Enveri’nin 1465 yılında bitirdiği Düstürnamesi’nde Süleyman Paşa liderliğinde Gelibolu’ya geçiş ve Rumeli fetihlerinin başlamasının anlatıldığı bölümde Seyyid Ali Sultan Velâyetnânesi ile örtüşen pek çok ifadeler bulunmaktadır. Enveri, bir gemi ile geceleyin Gelibolu’ya geçen 70 atlının hepsinin börklü olduğunu ifade ederken, içlerinden birisinin kızılbörklü olduğunu özellikle belirtmektedir. Tekrar Abdal Musa Velâyetnânesi’ne dönecek olursak, Abdal Musa Velâyenamesi’nde anlatılanlara göre, Abdal Musa, Kızıldeli Hazretleri’ni oğlu ile beraber Hacı Bektaş Dergâhı’na gönderiyor. Velâyetname’de: “…Birkaç abdal aldı. Bir taşdan iki desti çıkardı, meydana getürdi. Birisin oğluna virdi ve birisin Kızıldeli Sultan’a virdi ve Kırk nefer abdal virdi. “Hacı Bektaş Hünkar’ın üzerine türbesün ve tekkesün ve furunun ve matbahun yapın ve dairesün ırakdan havlıya alun. İçine bakçe dikün. Her ağaç yemiş virince turun, kulluk eylen. Her ağaç yemiş virdükde her biründen alın getürün, meydana dökün. Meydan toptolu olsa gerekdür. Abdallar dahi size cevap diseler gerekdür. Ol söze bakınan, dikün kim: Hünkar ölüp geldiğümüz vakt üç nesne emanet koyup dururuz. Size virsünler, alın gelün.” Amma yerün bilmediler. Sultana abdal gönderdiler. Geldi: “Sultanum sizin buyurduğunuz emanetlerin yirünü kimesneler bilmediler. Yine bizi size saldılar. Nerede ise divüverün” didi. Abdal Musa eyitdi: “Bire evin un anbarındadadur; ol sarı âlemdür, birisi mermer çerakdur. Hacı Bektaş Hünkar’un önünde yanmışdur. Birisi yeşil fermandır ol kadar. Ol Sarı İsmail” dedür. El uzada, abdal gelinceye kadar Sarı İsmail göçdi, def eylediler. Kabrini tenhalayub üzerine vardı: “Ya Sultan Saru İsmail, benüm hizmetüm Hünkar’a geçmedi. Yeşil fermanı senden istediler ne buyurursun?” dedükde Sarı İsmail Sultan kabri içinde “yed-i Beyza” gibi bir eliyle şunı virdi. Abdal alıp “Allah’a ısmarladuk” diyub geldi. Hacı Bektaş evinde Kızıldeli Sultan’a fermanı virdi. Baki andan mermer çerağı ve Sarı âlemi virdiler. Kızıldeli Sultan Hazretleri’ne emanetleri teslim eyledi. “Bu anlatımda şunu görüyoruz, örneğin sözlü gelenekte; “Ahmed Yesevi Ocağı’ndan bir meşale atılıyor. Bu meşale bugünkü Hacı Bektaş Dergâhı’nın bulunduğu yere düşüyor ve dallanıp budaklanıp ulu bir ağaç oluyor. Daha sonra bu ağacın dalları, budakları tüm Anadolu’ya ve Balkanlar’a uzanıyor. Halk arasında daha da ileri gidilerek, bugün Hacı Bektaş Dergâhı’nın bahçesindeki kara dutun bu meşale olduğu söylenmektedir. Bu bir mecazi anlatımdır. Gerçekte, yani içsel anlamda Ahmed Yesevi Ocağı’ndan atılan bu meşale, “Hünkâr”ın kendisidir. Sarı Saltuk, Abdal Musa, Sarı İsmail, Cemal Sultan, Kızıldeli, Süceaddin Veli, Otman Baba ve Akyazılı Sultan gibi erenler, bu ağacın dalları ve budaklarıdır. İşte Abdal Musa Velâyetnamesi’nde anlatılmak istenen de budur. Burada çok açık olarak, Pir evinde bulunan sarı âlem, mermer çerağ, yeşil âlem gibi mukaddes emanetler, Hünkârdan sonra Abdal Musa tarafından Kızıldeli Sultan’a verilerek, Bektaşiliğin Rumeli’de Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli) tarafından temsil edilmesi ve yayılması sağlanmış oluyor. Seyyid Ali Sultan Velayetnâmesi ile Abdal Musa Velayetnâmesi’ni karşılaştırdığımız zaman, her iki velayetnâmede de Kızıldeli Sultan’ın Hacı Bektaş Dergâhı’na vardığını görüyoruz. Ancak her ikisi arasında bir fark vardır. Seyyid Ali Velâyetnâmesi’nde Kızıldeli’yi Hünkâr’ın sağlığında ve bizzat Hünkâr’ın kendisi ile görüştüğünü sunarken, Abdal Musa Velâyetnâmesi ise Hünkâr’ın vefatından sonra, hatta birinci nesil halifelerinden Sarı İsmail’in vefatından da sonra olduğu belirtilmektedir. Eğer her iki velâyetnâme arasında kıyaslama yapılacak olursa, Abdal Musa Velâyetnânesi kronolojik olarak daha makul ve tarihsel gerçeklere daha uygundur. Buraya kadar yaptığım karşılaştırmalar gösteriyor ki modern tarihçiler ile Velâyetnâme arasında sadece Gelibolu’daki deprem konusunda bir paralellik bulunmaktadır. Seyyid Ali Sultan ve kırk arkadaşının Osmanlı topraklarına gelmeleri ve Rumeli fetihlerine katılmaları, ayrıca göstermiş oldukları başarılarından dolayı kendilerine vakıf olarak bağışlanan mülklere yerleşip tekke kurmaları, yukarıda da söylediğim gibi Orhan Bey, Süleyman Paşa ve I. Murat dönemlerine denk düşmektedir. Bundan dolayıdır ki Velâyetnâme’nin Kahire nüshasına itibar etmek daha makul görünmektedir. Yine Velâyetname’de geçen bir efsaneye göre: “… Bu emre aldırmayan kâfir sultanın bir el işaretiyle kafasından olur. Bir anda adamın kafasınını bedeninden ayrıldığını müşahade eden kale halkı dehşete kapılır. Gazilerden horoz ötümüne kadar mühlet isterler. Gaziler arasında o vakte değin bu heriflerin kendilerinin müstakbel ganimetlerini aşıracağı endişesi ile bu fikre karşı çıkanlar olursa da Seyyid Ali Sultan bu talebi kabul edip seher vaktine kadar beklemeyi kabul eder. Ancak sabaha kadar kale halkı fikir değiştirir. Gündüz gördükleri hadiseyi sihir hamledip tekrar hisarın savunması fikrini benimseler. Tekrar savaş başlar. Görüldüğü gibi Seyyid Ali Sultan Velâyetnamesi’nde anlatılan “horoz” efsanesi, isim ve olayın geçtiği yer hariç Seyyid Ali Koç için de anlatılmaktadır.

II. Arşiv Kayıtları

Kızıldeli Velâyetnamesi’nde yer alan Osmanlı arşiv kayıtlarına göre, Rumeli fütühatında göstermiş olduğu başarılarından dolayı Sultan I. Bayezid tarafından Dimetoka yakınlarında “Kara Bükü” (Darı Bükü) adındaki bir köy, Seyyid Ali Sultan’a vakıf olarak tahsis edilmiştir. Yine Osmanlı arşiv kayatlarına göre Seyyid Ali Sultan, kendisine tahsis edilen bu köyün kenarındaki vakıf arazisi üzerine bir tekke kurmuş ve Bektaşi geleneğine göre faaliyet yürütmeye başlamıştır. Tahrir kayıtlarına göre tekkeyi ekonomik olarak besleyen vakıf üzerindeki haklar, şeyhin vefatından sonra evlatlarına geçmiştir. Vakıf arazisi üzerindeki haklar, XV. asrın ikinci yarısında yapılan tahrirlerle de tesbit edilip kayıt altına alınmıştır. Osmanlı Devleti’nin resmi toprak ve nüfus kayıtlarını gösteren tahrir defterleri, bugün hala mevcuttur. XV. yüzyılın ikinci yarısından XVI. yüzyılın sonlarına kadar sırasıyla 1456, 1486, 1519, 1526 ve 1568 yıllarında düzenlenmiş tahrir defterlerindeki Seyyid Ali Tekkesi’ni (Kızıldeli) ilgilendiren bölümler üzerinde detaylı inceleme yapan İréne Beldiceanu Steinherr, yaptığı bu önemli çalışmalarını farklı zamanlarda iki makale halinde yayınlamıitır. İréne Beldiceanu’nun yayımladığı bu belgelerde Tekkenin ve tekkeye bağlı vakfın ekonomik ve hukuki durumu hakkındaki bilgiler ile birlikte tekkede kaç derviş yaşıyor, postta Seyid Ali soyundan kim oturuyor, mutfağında neler bulunduğu, kaç kişiye yemek verildiği, ayrıca vakfın gelirleri, vakfa bağlı köylerin hangileri olduğu, vakfın coğrafi sınırları gibi konulara yer verilmektedir. Ayrıca adı geçen bu tahrir defterlerinde Seyyid Ali Sultan Tekkesi’nin yüz yıllık bir süre içersinde ne gibi değişikliklerin yapıldığı da yer almaktadır. Tüm bunlara rağmen bu belgelerde Seyyid Ali Sultan’ın hayatı ve kimliği hakkında fazla bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak Seyyid Ali Sultan’ın hayatı, tarihi kişiliği ve kimliği hakkında bazı bilgiler, İstanbul Başbakanlık Arşivi Ali Emiri fonunda bulunan Musa Çelebi Dosyası’nda bulunmaktadır. Bu dosya içinde 7 belge bulunuyor, bunlardan 5’i Seyyid Ali (Kızıldeli) ile ilgilidir. 1) 815/1412 tarihli Yıldırım Beyazıt’ın oğlu Musa Çelebi tarafından Kızıldeli‘nin kendisine verilen berat. 2) 1001/1592-3 tarihli vakfın imtiyazlarını tasdik eden ve sınırlarını belirleyen sınırname. 3) 1024/1615 tarihli I. Ahmet döneminde yazılan, Kızıldeli Tekkesi dervişlerinin avarızdan ve tekalif-i örfiyeden muaf olmalarına rağmen kısa süre önce yapılan tahrirde üzerlerine vergi yazıldığından dolayı şikayet ettikleri ve eski muafiyetlerinin geri verildiğine dair belge. 4) 1051/1641 tarihli Sultan İbrahim tarafından verilen berat sureti. 5) TT 470 (1568 tarihli mufassal tahrir defteri)’nin içeriğini tekrarlayan havas-ı hümayundan Dimetoka’ya tabi on ve Kavala’ya tabi dört karyenin isimlerini havi defter mevcuttur.

III. Vekayinâmeler

Osmanlı Devleti’nin tarihçesini esas alarak, olayları destansı bir anlayışla tarih sırasına göre anlatan kroniklerdir. Ne yazık ki Osmanlı tarihinin erken dönemleri hakkında bu vekayinâmelerden başka bir eser bulunmamaktadır. Hâlâ en kapsamlı kaynak türü olarak bu kroniklere baş vurulmaktadır. Ancak buna rağmen kroniklerin Osmanlı tarihinin XIV. yüzyıl dönemleri hakkında verdikleri aşağıdaki bilgiler, oldukça önemlidir: “…Osmanlılar Karesi Beyliği’ni ilhak ettiklerinde, Rumeli taraflarını iyi bilen ve karşıya geçip akınlar yapma konusunda tecrübeli Karesi beyleri de Osmanlı hizmetine girmişti. Gazi Evrenos, Hacı İlbey, Ece Bey, Gazi Fazıl bunlar arasında sayılabilir. Karesi kökenli bu beyleri, Rumeli fetihlerinde daima ön saflarda ve önemli görevlerde görüyoruz. Karesi İli’nin ilhak edildikten sonra Süleyman Paşa’ya verildiğini dolayısıyla da Karesi beylerinin onun hizmetine girdiğini Osmanlı tarihlerinden öğreniyoruz. Bu bilgiler doğrultusunda denilebilir ki, Süleyman Paşa’nın Çanakkale Boğazı’nı geçerek Gelibolu’yu ele geçirmeleri, hatta Gelibolu’dan sonra Trakya ve Balkanlar’da yürüttükleri fetihlerde, bu yöreyi çok iyi bilen Karesi beylerinin çok büyük payı vardır. Ancak, velâyetnameler ile vekaynâmeleri karşılaştırdığımız zaman, Seyyid Ali Sultan Velâyetnamesi’nde Seyyid Ali Sultan’ın Rumeli’ye geçişte ve Gelibolu’nun fethinde Süleyman Paşa ile birlikte olduğunu görüyoruz. Hatta Edirne, Şumnu, Rusçuk, Silistre ve Yanbolu gibi pek çok şehir ve kalenin ele geçirilmesinde Seyyid Ali Sultan ile Gazi Rüstem’in manevi gücünden bahsedilirken, vekayinâmelerde Seyyid Ali Sultan’dan hiç bahsedilmemektedir. Hatta yukarıda adı geçen şehir ve kalelerin ele geçirilmesinde en fazla adı geçenler arasında Süleyman Paşa, I. Murat, Evrenos Paşa, Timurtaş Paşa, Candarlı-zade Ali Paşa’dan söz ediliyor. Acaba İréne Beldiceanu’nun iddiğa ettiği gibi Hacı İlbey ile Seyyid Ali Sultan aynı kişi midir? Buna rağmen kroniklerde anlatılanlar ile velâyetnamelerin ortaya koyduğu tabloyu yan yana getirdiğimizde bazı tarihi sonuçlar elde etmek mümkündür. Seyyid Ali Sultan Velâyetnâmesi’ne baktığımız zaman Rumeli’ye geçmeden önce Seyyid Rüstem Gazi, şöyle bir teklifte bulunuyor: “Şu tedârik ve tedbir gönlüme hutûr eylemiştir. Padişahımız sol kola revan olsun. Ba’dehu Saruca Paşa orta kola yürüsün. Bizler de Süleyman Paşa ile sağ kola yürüyüb azm-i Burgaz idelüm.” O tarihlerde Bolayır’a Burgaz derlerdi. Yıldırım Han’ın (Orhan Gazi olmalı) bu plân gereği sol kola hareket edip yedi kale ele geçirdiği, yedi bin esir ile pek çok ganimet elde ettiği, Sağ kolda ise kırk er ile Seyyid Ali Sultan ve Süleyman Paşa, Çardak üzerine vardılar. Orada biraz dinlendikten sonra Rumeli’nin fethi için Çardak üzerinden Gelibolu’ya geçtiler. Yukarıda anlatıldığı gibi Seyyid Rüstem Gazi’nin bu önerisine göre hareket edildi. Daha sonra Rumeli’ye geçildikten sonra yine bu plân uygulandı. I. Murat, Sırp Sındığı zaferinden sonra, Balkanlar’daki uç bölgelerini sağ, orta ve sol kanatlar olarak üç bölgeye ayırmıştı. Evrenos Gazi’nin faaliyet sahası olan sol kol veya sol kanat: İpsala ve batıya doğru Dimetoka Gümülcüne, Serez, Karaferye ve oradan ikiye ayrılıp Tırhala ve Üsküp’e ulaşıyordu. Sağ kanat yani doğu sınır bölgesi, doğrudan doğruya I. Murat’ın kendi komutası altında idi. Orta kanat ise Kara Timurtaş Paşa komutasında bulunuyordu. “…Asker içinde öteden beri gazalarda nam salmış Gazi Evrenos derler bahadır bir yiğit vardır. Sultan (Seyyid Ali Sultan) o yiğidi gazilere serasker tayin edip kalenin fethi için yollar. Bu arada Evrenos’a olur da başı sıkışırsa kendisinden himmet talep etmesini tembih eder…” Tarihsel verilere göre İpsala’dan Üsküp’e kadar olan sol kanat, Evrenos Gazi’nin faaliyet sahası olarak gösteriliyor. Ancak yukarıdaki parağrafta Seyyid Ali Sultan’ın Evrenos Gazi’yi gazilerin başına serasker yaptığını da görüyoruz. Bu bilgiler doğrultusunda Seyyid Ali Sultan, Evrenos Gazi’nin üstünde bir mevkiye sahiptir. Evrenos Gazi’nin faaliyet alanı olarak gösterilen sol kanat, aynı zamanda Aleviliğin farklı ekollerinin de yayılma alanı olmuştur. Seyyid Ali (Kızıldeli) yanlısı olarak bilinen Bektaşi ve Ahi ekolünün Rumeli’ye geçtiklerinde, yerleşim sahası olarak merkez Trakya, Dimitoka, Güney Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk ve Kuzey Batıya doğru Macaristan’a kadar bir hat izledikleri görülmektedir. Yukarıda adı geçen Gazi Evrenos Paşa’nın Seyyid Ali Sultan ile olan bu ilişkisi, aynı orduda bulunmalarının dışında şeyh-mürit ilişkisi şekline dönüştüğü görülmektedir. Sözlü Bektaşi Şiirlerinde, Evrenos Gazi’yi Seyyit Ali Sultan’a bağlanmış ve onun müridi olarak görmekteyiz. Yine Evrenos Bey’in Seyit Ali Sultan’a bağlılığı bir birinden uzak olan iki Alevi şairi İbrahim Baba ile Edirne’li Tevfik Baba’nın şiirlerinde görülmektedir. Hatta Seyyit Ali adına Gümülcine’de yapılmış bulunan Evrenos Gazi Zaviyesi’nin 19. yüzyıla kadar varlığını korumuş olduğu biliniyor. Ayrıca bu husus aşağıdaki dörtlüklerde de görülmektedir. Kırklar bile geldi hizmet eyledi Şahım cümlesine himmet eyledi Gazi Evronos da bî’at eyledi Rûmeli serdarı Seyyid Ali’ye Şair Tevfik Bey Baba Seyyid Ali Sultan kırkların başı Gazi Evranoz beğlerin yarı yoldaşı Görün Sarıkız’da ol çaldı taşı Ol dem kuvvet verildi şahın koluna Geda Musli Bir atın kavm ile deryaya girdi Hiç aman vermedi küffarı kıldı Gâzi Evranoz Beğlerin Muhsin’e saldı Sana medh etdiğim Kızıldeli’dir Baba İbrahim Yukarıdaki bilgilere göre Seyyit Ali Sultan’ın faaliyet sahası ile Evrenos Gazi’nin faaliyet sahası aynıdır. Seyyid Ali Sultan da Evrenoz Gazi’nin komuta ettiği guruplar içinde bulunmakta idi. Muhtemelen Seyyid Ali Sultan, Dimetoka’nın alınmasının ardından Dimetoka’daki tekkesine yerleşmiş olmalıdır. Tarihi kayıtlara göre Seyyit Ali Sultan’ın Dimetoka’daki bu tekkede Hakk’a yürümüş olduğu görülmektedir. Aslında bu tekkenin, Seyyit Ali Sultan’ın kendi sağlığında Hacı Bektaş dervişlerinin Rumeli’deki merkezi haline geldiği, Balkanlar’daki Bektaşiliğin en önemli tekkesi olarak diğerlerinin üzerinde bir nüfuza sahip olduğu bu özelliğini de 17. yüzyıla kadar devam ettirdiği anlaşılıyor. 1402 veya 1412 yılında Hakk’a yürüyen Seyit Ali Sultan’ın Resül Bali ve Mürsel Bali adında iki oğlu vardı. Seyyid Ali Sultan’dan sonra büyük oğlu Resül Bali, Hacı Bektaş Dergâhı’na post-nişin olmuş, küçük oğlu Mürsel Bali ise Yukarı Tekke’de post-nişin olmuş ve bu tekkede irşada devam etmiştir. Resul Bali’in Hakk’a yürümesiden sonra Dimetoka’dan ayrılarak Hacı Bektaş Dergahı’nın başına geçerek, 1441-1484 yılları arasında bu dergâhta post-nişin olarak görev yapmıştır. Mürsel Bali’den sonra sırasıyla Balım Sultan, Vahdeti Dede, Seyit Mustafa Dede, Kara Ali Dede ve Sadık Abdullah Baba gibi Bektaşi büyükleri Seyyid Ali Sultan Dergâhı’nda hizmet etmişlerdir.[30] Yukarı Tekke’nin 1.5 km kadar yukarısında Balım Sultan’ın babası Mürsel Bali’nin medfun olduğu kabri bugün halâ ziyaret edilmektedir. Aşağıdada vereceğim krokide 1927 yılında Seyyit Ali Sultan (Kızıldeli) Vakfı hudutları içersinde yer alan 30 adet köyün mevcut olduğu gözükmektedir. 22/01/2012 tarihinde Kızıldeli Dergâhın’a yaptığım ziyaret esnasında Ruşenler Köyü sakinlerinden aşağıda vereceğim şu köylerin bugün hala mevcut olduğunu ve bu köylerin tamamında Sünni inancına mensup halkla birlikte yaşadıklarını ve kendi inançlarını devam ettirdiklerini öğrendim. 1. Ruşenler Köyü, 2. Babalar Köyü, 3. Hacıali Köy, 4. Demirören Köyü, 5. Karaören Köyü, 6. Küseler Köyü, 7. Kütüklü Köyü, 8. Mesimler Köyü, 9. Kamberler Köyü, 10. Ahlatçı Köyü, 11. Taşal Köyü, 12. Yılanlı Köy, 13. Büyük Dervent Köyü, 14. Ebil Köy, 15. Seçek Sırtı, 16. Salıncak Köy, 17. Kaypak Köy, 18. Kartunca köy. Aşağıdaki krokide gösterilen Kirezli köyü ile Ortaköy, Yukarı ve Aşağı Yörükler köyleri de Seyyid Ali Sultan Vakfı hudutları içersinde iken bugün Bulgaristan toprakları içersinde kalmıştır. Moderin tarihçiler içinde ilk olarak Seyyid Ali Sultan hakkında bilgi sunanların başında Baktaşilik üzerine esaslı bir monografi kaleme almış olan Amerikalı araştırmacı John K. Birge olmuştur. Birge’den sonra 1942 yılında kolonizatör Türk dervişlerini ele aldığı ve bu makalesinde Kızıldeli, Kızıldeli tekkesi ve vakfına dair çok önemli iki tahrir kaydından bahseden Ömer Lütfi Barkan olmuştur. Bu belgeler şunlardır: “Dimetoka kazasında medfun Es-seyyid Ali nâmı diğer (Kızıl Delü) diyar-ı Rumeli şeref-i İslâm’la müşerref oldukta bile geçüb zikrolan köylere 804 tarihli bir mülknâme ile mutasarrıf bulunmaktadır. Ve o tarihten beri Kızıl Delü oğullarının tasarruflarında olan Tatar Viranı ve Tatarlık gibi mezralar zaviyelerine inen yolculara hizmet etmek mukabili evlâdlık vakıf olarak kayıtlıdır. Ve şayan-ı dikkattir ki, vaktiyle, Tatarlar tarafından iskân edilmiş olan bu viraneler bir derbend köyüdür. Ve babaları hissesine mutasarrıf olan Ahi ören ve Bahsayiş, vakfın müessisi ve ataları adına izafeten Kızıl Delü Derbendi ismi verilen bu derbendi kendileriyle birlikte olan dervişleriyle beraber hıfzetmektedirler ve bu derbend onlar sayesinde 58 Müslüman ve 23 kâfir haneli bir köy haline gelmiştir.[34]Dimetoka’daki Kızıl Delu derbendinde olduğu gibi, bu dervişler, geldikleri bölgelere akvam ve akrabalarıyla gelip yerleşmiş olan muhacirlerdir. Böyle boş bir yerde zaviye bina etmek işi, oraların imarı ve asayişinin temini için olduğu kadar, ailenin imtiyazlı mevkiinin muhafazası için de gereklidir. Umumi bir hizmet müessesesi kuran bu insanlar, imar ve iskân taahhüdlerini de fiilen yerine getirmiş oluyorlardı. Bu dervişlerin birçoğu bizzat o bölgeleri fethetmiş olan gazi askerlerdir. Heterodoks, yani bâtıni (içsel) ve tasavvufi İslam’dan söz edildiğinde akla ilk gelen isim İréne Mélikoff ve Ahmed Yaşar Ocak’tır. Her iki akademisyenin de Bektaşiliğin Rumeli’de gerçek temsilciliğini yapmış bulunan böylesine önemli popüler bir Bektaşi önderinden söz etmemeleri düşünülemezdi. Bektaşilik konusunda çok önemli çalışmaları bulunan her iki akademisyenin de Seyyid Ali Sultan gibi çok önemli bir şahsiyet hakkında muhtelif çalışmaları mevcuttur. Ancak bu makale ve kitaplarında kısaca bilgi vermekten ileri gidememişlerdir.

Ramazan Balkan, Bilinmeyen Gerçekler Erkanmame ve Gönül Yolu.Syf.. 272. Melikoff, Alevilik ve Bektaşilik konusunda pek çok çalışma yapmış ve bu konuda önemli eserler meydana getirmiştir. 14.-15. yüzyıllarda Heterodoks İslam’ın Trakya ve Rumeli’de yerleşme yollarını konu aldığı makalesinde Seyyid Ali Sultan’dan bahsetmekte ve Kızıldeli’yi Balkanlar’da İslam heterodoksisinin ilk yayıcıları arasında değerlendirilmektedir. Görüldüğü gibi Tahrir Defterlerindeki kayıtlarda veilen bilgiler ile Velâyetnâme’de anlatılanların kısmen örtüştüğü görülmektedir. Şu bir gerçek ki, o yüce Veli’nin efsanevi yaşamı hakkında halkın ve halk şairlerinin düşünce ve inanç dünyasında oldukça zengin bir yerinin olduğu muhakkaktır. Tüm bunlara rağmen önce Seyyid Ali Sultan’ın kim olduğu hakkında kısa bir bilgi vermenin yerinde olacağı kanısındayım. Ahmed Hamdi Zaze Paşa’nın Arapça kaleme aldığı eserinin 50. sayfasında Seyyid Ali Sultan’ın adının “Hızır Lâla Seyyid Ali Sultan” olduğu, ayrıca resmin altında da “Seyyid Hüseyin Ata oğlu Seyyid Ali Sultan’dır. Hızır Lâla diye lâkaplandırılmıştır. Doğum yılı 710 ve ölüm yılı 805 (1310-1402) olarak kayıt düşülmüştür. Bir lâkabı Hızır Lâla olmakla beraber Kızıldeli lâkabıyla şöhret bulmuştur. Dede Baba Bedri Noyan’da yukarıda verdiğimiz bilgileri teyid etmektedir.[39] Yukarıda Seyyid Ali Sultan’ın Horasan erenlerinden Hüseyin Ata’nın oğlu olduğu verilirken, kendi velâyetnamsesinde ise Horasan erenlerinden Hasan Ata’nın oğlu olduğu söylenmektedir.[40] Daha önce de belirtildiği gibi lâkabının Hızır Lâla olmasına rağmen 1397 yılında Dimetoka’ya gidip Kızıldeli Irmağı’nın kıyısında, Tanrı Dağı üzerinde dergâhını kurarak kendi inancı ve düşüncesi doğrultusunda faaliyet göstermiş ve Kızıldeli lâkabıyla şöhret bulmuştur. “Kızıl Deli, Meriç Nehri’nin kollarından birinin adıdır. Bu çay, XIV. yüzyılın sonunda ve XV. yüzyılın başında yaşamış olan Seyyid Ali Sultan’ın kurduğu dergâha adını vermiştir. Kızıldeli Sultan’ın gerçek makamının Dimetoka’da olduğu bir gerçektir. Ancak Malatya’nın Yazıhan İlçesi’nin Fethiye Köyü’nün mezrası olan Tenci’de de Kızıldeli’nin bir türbesi olduğu gibi, bugün benim defalarca ziyaret ettiğim ve “post-nişin”dedenin evinde muhipleriyle birlikte sohbet ettiğim, bir Kızıldeli Türbesi de Kütahya’nın Çamlık Mahallesi’nde bulunmaktadır. Dimetoka Dergahı dünya üzerinde mücerret hilafet erkânı yapabilen beş büyük tekkeden biridir. Bu nedenle Arnavut muhiblerce “Trgejen Madh”, yani Büyük Tekke ismiyle anılır. Tekke’nin Kızıltepe Mezrası’nda türbesi bulunan Seyid Ali Sultan’ın anısına binaen buraya bir meydanevi inşa edilmiş olup, “Yukarı Dergah” ismiyle anılmaktadır. Biraz daha çukurda bulnan diğer bir dergah daha vardır ki buna da “Aşağı Dergah” denilmektedir. Değerli araştırmacı Ahmed Hezarfen tarafından Başbakanlık Osmanlı Arşivleri titizlikle incelenerek söz konusu Dergah’ın 1829 tarihi itibarı ile devletçe gasp edilen vakıf ve mamelek envanterne deklare edildiği anlaşılmıştır. Ayrıca Dimetoka Sancağı’nın, Çirmen (Ormenion) Liva’sında Mürsel Gazi veya Mürsel Baba (Balım Sultan’ın Babası) adına kayıtlı bir Tekke daha bulunmaktadır. Söz konusu bu tekke, bugün bir oda büyüklüğünde, 1.5 metre kadar taştan duvarlarla çevrili olup üstü açıktır. Dimetoka Dergah’ı 1826 yılında II. Mahmud tarafından başlatılan Yeniçeri-Bektaşi Kıtal’inden nasibini almış ve tahrip edilerek kapatılmış, son post-nişin olan İbrahim Cefai Baba ise şehit edilmiştir. Diğer taraftan 1807 yılında Hakk’a yürümüş bulunan ve Kruja (Görice) kentindeki Nepravişte kasabasında kurulu “Abdullah Melcan” Dergah’ı’nın ilk post-nişini olan Kemalettin İbrahim Şemimi Baba tarafından Elbasan’da bir Tekke inşa edilmiş ve yıllar sonra Dimitoka Dergahı’nın şehit edilen son post-nişini İbrahim Baba’nın ismi, bu Tekkeye izâfe edilerek, “Elbasan İbrahim Cefai Baba” Tekkesi olarak yad edilmiştir. Cefai Baba Tekkesi’nin son post-nişini ise önceleri Bağdat Kâzımiye Dergahı’nın post-nişinliğini derühte eden ve şehitlik dergahı post-nişini Halife Nafi Baba’nın nasipli mücerret Halife Selman Cemali Baba olup, bu zât 1943 yılında Hakk’a yürümüştür. Tekirdağ’lı Belediye Başkanı Hasan Cemali Baba ile genellikle karıştırılır.[46] Özetleyecek olursak, Kızıldeli Dergâhı, I. Murat’ın son yıllarında veya büyük ihtimalle Yıldırım Beyazıt tarafından vakfedilmiştir. Kaynaklarda şu ifadeler bulunuyor: “Dimetoka kazasında medfun Es-seyyid Ali nâmı diğer (Kızıl Delü) diyar-ı Rumeli şeref-i İslâm’la müşerref oldukta bile geçüb zikrolan köylere 804 tarihli bir mülknâme ile mutasarrıf bulunmaktadır. Hayatının son yıllarına dair fazla bilgi bulunmamasına rağmen Rumeli’de Bâtıni veya İçsel İslam’ın en büyük temsilcilerinden olduğu, Alevi-Bektaşi felsefesini en mükemmel bir şekilde temsil ettiği kesindir. Kendi velâyetnâmesinde Horasan ekolüne mensup olduğu beyan edilmekle beraber Anadolu’da da doğmuş olabilir. Seyyid Ali Sultan’ı Osmanlılar’ın henüz Rumeli’ye geçmediği bir dönemde Saruhan beylerinin arasında olduğunu görüyoruz. Bilindiği gibi o yıllarda Anadolu’da çok yaygın olan Vefai-Babai inancı hakimdi. Buna rağmen Kızıldeli Sultan, Balkanlar’a yerleşip kendi tekkesini kurunca, Hacı Bektaş Veli’nin başlatmış olduğu Bektaşilik ekolünün öncülüğünü yaptığı ve yanında buluna dervişleri ile etrafına topladığı halka kendi mistik anlayışını yaymıştır. Hatta denilebilir ki Rumeli’nin Türkleşmesi ve İslamlaşması sürecinde çok etkili olmutur. Balkanlar’da Balım Sultan’ın kurumlaştırdığı Bektaşiliğin öncülerinden sayılan Seyyid Ali (Kızıldeli) Sultan’ın 1002 veya 1412 yılından kısa bir müddet sonra Hakk’a yürüdüğü düşünülmektedir. Seyyid Ali Hakkında Söylenen Deyişler Gene İmam nesli zuhura geldi Biri Elmalı’da Bursa’da kaldı En küçük kardaşı Rumeli’n aldı Dillerde söylenen Seyyid Ali’dir.

Bir atın kavm ile deryaya girdi Hiç aman vermedi küffarı kıldı Gâzi Evranoz Beğlerin Muhsin’e saldı Sana medh etdiğim Kızıldeli’dir
Koru Yaylası’ndan meskenin gören Çadırın yerinde mutfağın kuran Yedi köşe yerde temel bırakan Sana medh etdiğim Kızıldeli’dir
Meskenimdir deyip çöküp oturan Kuru şişle dut ağacın bitiren Otman Baba’yı bulut ile getiren Sana medh etdiğim Kızıldeli’dir
Baba Pınarı’nı bina eyledi Gör şu Yezid’lere n’etdi neyledi Baba İbrahim bunu böyle söyledi Sana medh etdiğim Kızıldeli’dir Dillerde söylenen Seyyid Ali’dir.
Erenler serveri ol pîrim Ali Ser-çeşme olmuştur Urum iline Ağaçtan Zülfikar ol gerçek veli Ol dem tekbir oldu pîrin beline
Abdal Musa Sultan Şah himmet kıldı Denedi kılıcı şah taşı böldü Bütün Urumeli İslam’a geldi Fetih Surelerin almış diline
Kırklar azm eyledi Elmalı şehri Görün Boğazhisar’da ol böldü bahri Bolayır’da küffara eyledi kahrı Ol dem kılıç aldı şahım eline
Bilin Tanrı Dağı şahın otağı Hışmından kan kuşandırırdı dağı Gelibol üstünde ol kuru dağı Ol dem âşık oldum şahın diline
Şahımın refiki gaziler beğler Hışm eyler küffara ciğerin dağlar Gerçek âşıkların methini söyler Ol dem âşık oldum şahın yoluna
Şahım himmet ile sancak götürür Kalenin temelin alt üst getirir Tanrı Dağ üstüne çökmüş oturur Meskenimdir deyü geldi diline
Seyyid Ali Sultan kırkların başı Gazi Evranoz beğlerin yarı yoldaşı Görün Sarıkız’da ol çaldı taşı Ol dem kuvvet verildi şahın koluna
Horasan mülkünden Hoy’dandır aslı Şah İmam Hasan’dır şahımın nesli Mürşidine bend ol ey Geda Muslî Kıyamette alsın elin eline












alıntıdır.sonsuz teşekkürler.


https://www.batitrakya.org/bati-trakya/bati-trakya-efsaneleri/seyyid-ali-sultan-kizil-deli-tekkesi.html

 HAMZA BABA TÜRBESİ

DENİZLİ VİLAYETİ, SARAYKÖY İLÇESİ, BEYLERBEYİ KÖYÜ

Hamza (Hamız) Baba Türbesi; Beylerbeyi köyü, eski mezarlığında, Sarayköy Ovası’na hakîm bir tepededir. Kim olduğu, nereden geldiği hakkında kaynaklara yansımış bir bilgi yoktur. Bazı rivayetlere göre, köy halkından olduğu ve çiftçilik yaparak geçimini sağladığı söylenmektedir. Asıl adı Hamza olduğu anlaşılmaktadır ama yıllar içerisinde söyleniş kolaylığından dolayı halk arasında “Hamız Baba” olarak bilinmektedir.
Kul Mehmet mahlası ile şiirler yazan, Alevi-Bektaşi geleneğin önemli ozanlarından sayılan ve XVI. yüzyılda Osmanlı Devlet adamlarından, Üveys Paşanın oğlu olan ve Aydın vergi toplama memuru Mehmet Paşa’nın aşağıda yer verdiğimiz şiirin birinci dizesinde bahsettiği Hamza Baba, halk tarafından Hamız Dede olarak bilinen Hamza Baba’dır. Alevi-Bektaşi geleneğinin Sarayköy’den itibaren türbelerinin sıralanış biçimine göre bahse konu edilmiştir. Denizli merkeze girişte Beylerbeyi köyünde metfun Hamza Baba, Bağbaşı Tekkeköy’de Hacı Şemseddin (Bostancı) Baba, Eski Denizli-Tavas yolu üzerinde ve Yukarı Karataş köyünde Dediği Sultan, hemen yanında Kazak Abdal Sultan, Karataş köyü içinde Kepenekli Baba, bir kilometre aşağısında Cankurtaran (Çukur) beldesinde Teslim Abdal Sultan, Kazık Beli’ni aştıktan sonra Yatağan kasabasında Abdi Bey Sultan ve Yatağan Baba, son olarak da Burdur-Yeşilova-Niyazlar köyünde metfun olan Niyazi Baba şeklinde sıralanmaktadır.
“Hamza Baba’dan çıktık yalınız,
Hacı Şemseddin’e uğrar yolumuz,
Dedeği Baba bizim serdarımız,
Sarı Kazak olsun bizim elimiz.
Kepenekli Baba’ya uğrar yolumuz,
Teslim Sultan verir bizim dolumuz,
Abdi Bey Sultan’ım versin yolumuz,
Teslim Sultan’dan bir dolu içtim.
Sabahın seherinde ol belden aştım,
Mürüvvet Yatağan’ın koynuna düştüm,
Sana niyazım var ey Niyaz Baba.”
Rivayet odur ki; Hamza (Hamız) Baba’nınoğlu, savaş yıllarında askerlik yapmaktadır. O yıllarda savaşlar uzun sürdüğü için on yıl, on üç yıl askerlik yapan dedelerimiz çok olmuştur. İşte Hamza Baba’nın oğlu da uzun süre askerlik yapanlardan biridir. Bir savaşta yaralanmış. İhtiyar bir adam, tükrükle yarasını iyileştirmiş. Gün gelmiş savaş ve oğlanın askerliği bitmiş. Oğlan köyüne dönmüş ve savaşta yarasını tükrük sürerek iyileştiren kişinin babası olduğunu görünce anlamış. Ama sırrı aşikâr olduğu için Hamza Baba, o anda ruhunu Allah’a teslim etmiş ve ölmüş.
Yine savaş yıllarında, Hamza Baba tarlada çalışmaktadır. Çevre köylerden bazı gençler toplu halde savaşa gidiyormuş. Hamza Baba’ya, “Haydi askere gidelim baba” diye seslenmişler. O da, “Siz gidin, ben size yetişirim.” diye cevap vermiş. Askerler savaş meydanında kılıç sallarken, Hamza Baba’nın da düşmanla savaştığını görmüşler. Şimdi bile halen bazı köylülerin, elinde abdest ibriği ile türbesinin etrafında dolaşırken gördükleri anlatılmaktadır.
Türbe; dıştan dışa 430 x 630 santimetre ölçülerinde, dikdörtgen biçimli, ahşap kırma çatılı, Marsilya kiremidi örtülü, tek odalı, taş yapılı, sergili, basit bir yapı niteliğindedir. Mimari ve teknik her hangi bir özelliği bulunmayan yapının duvarları toprak sıvalı, iç yeşil, dışı mavi boyalıdır. Süsleme sanatı olmayan binanın içinde, doğu - batı doğrultusunda, duvardan duvara uzanan ve kuzey duvarına da uzunluğuna bitişik, 160 x 300 santimetre ölçülerinde bir sanduka bulunmaktadır. Türbede Hamza Baba ve Eşinin gömülü olduğu söylenmektedir. Bir buçuk dönüm kadar etrafı telle çevrilmiş bahçe içerisindedir. Kitabe veya yazı yoktur.




Ibrahim Afatoğlu hocama sonsuz teşekkürler..

 ÖKÜZ BABA TEKKESİ VE TÜRBESİ

DENİZLİ VİLAYETİ, BEKİLLİ İLÇESİ, İKİZBABA KÖYÜ

Tarihi süreç içerisinde Türklerde ve Moğollarda hayvan isimleri insanlarda sıklıkla kullanılmıştır. Kötü anlama gelen isimler, kötü ruhları yanıltmak amacı ile kullanılırken, bir özelliği ile övgüyü hak eden güçlü hayvanların isimleri de kullanılmış ve kullanılmaya devam edilmektedir. Ahmet Yesevi’nin ilk hocası Arslan Baba, Anadolu Selçuklu Devleti’nde 1226-1238 yıllarında vezirlik yapan Sadeddin Köpek, XV. yüzyılda yaşamış olan Koyun Baba, Osmanlı Devleti’nde 1614-1619 yıllarında sadrazamlık yapan Öküz Ahmet Paşa bunlardan sadece birkaç tanesidir. Bazı hayvan isimleri de kullanan kişinin lakabı da olabilmektedir. Günümüz araştırmacıları “Oğuz” adının bile “öküz” isminden geldiğini tartışmaktadır.
Araştırmacı Fahri Maden, 1826 yılında Bektâşî Tekkelerinin kapatılması konusunda hazırlamış olduğu eserinde, XIX. yüzyıl Bektâşi Tekkeleri arasında, “Denizli’de Abdi Bey Sultan ve Öküz Baba isminde iki tekke mevcutken…” diyerek Denizli’de bir Öküz Baba Tekkesi’nden bahsetmektedir. Yine aynı eserinde Fahri Maden, “1826’da tekkeler yıkılırken türbe yapıları bırakılan bazı tekkeler yeniden inşa edilememiş olup bunlar türbe ve vakıf olarak faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Çal kazasındaki Öküz Baba Tekkesi, (1826 yılı) yasaklılık sonrası faaliyetlerini vakıf olarak sürdürmüştür. 1838 yılında burada şeyh bulunan Şeyh Osman’ın ölümü üzerine bu görevi oğlu Mehmed Halife getirilmiştir.” demek suretiyle tekke hakkında kısa bir bilgi vermiştir. Anlaşılan o ki tarihi süreç içerisinde Şeyhlü kazasında, bugün ise Bekilli ilçesi köylerinden birisinde XX. yüzyıl sonuna kadar faaliyetlerini sürdüren bir Öküz Baba Bektâşî Tekkesi bulunmaktadır.
Bu anlamda saha araştırmamız sırasında yolumuz Bekilli ilçesi, Ekizbaba köyüne kadar uzandı. Ekizbaba köyü Denizli’ye 100, Bekilli’ye 15 kilometre uzaklıkta, 2022 nüfus verilerine göre 139 kişinin yaşadığı, tarım ve hayvancılıkla geçinen, Uşak vilayeti sınırında bir Yörük-Türkmen köyüdür. Köy mezarlığı içerisinde 5x4 metre boyutlarında dikdörtgen biçimli, taş yapılı, ahşap kırma çatılı, Marsilya kiremidi örtülü, sergisiz, mimari özelliği olamayan ve harap vaziyette bir Ekiz Baba Türbesi bulunmaktadır. Türbenin içerisinde iki mezar vardır. Köylülerin ifadesine göre mezarlarda köyün kurucuları olan iki kardeş yatmaktadır. Köyün adı da bu iki kardeşe istinaden “Ekizbaba köyü” olarak isimlendirilmiştir. Fakat bazı yerel araştırmacılara göre Osmanlı Arşiv kayıtlarında adı geçen Öküz Baba Bektâşî Tekkesi bu Ekizbaba köyünde türbeleri olan Ekiz Baba’nın adına kurulmuş olan tekke olduğu ifade edilmektedir. Çünkü saha araştırmamız sırasında ikrarlı Bektâşî olan ve bize kaynak kişilik yapan 1954 Bekilli doğumlu İbrahim Akbaş, Bekilli’nin doğu istikametinde yer alan Ekizbaba, Gömce, Poyrazlı, Deşdemir ve Sırıklı köyleri tarihinde Bektâşîlik geçmişi olduğunu ifade etmiştir. Kendisiyle görüştüğümüz Ekizbaba köyü muhtarı Hasan Berber de köy tarihinde Bektâşîliğin olduğu görüşündedir. Bütün bu bilgiler ve bizim yaptığımız araştırmalara göre Osmanlı Arşiv kaynaklarında adı geçen Öküz Baba Tekkesi’nin Ekizbaba köyünde olabileceği görüşü kuvvetle muhtemel olduğu görülmektedir.


Ibrahim Afatoğlu hocama sonsuz teşekkürler..

 DONSUZ AHMET DEDE TÜRBESİ

DENİZLİ VİLAYETİ, ÇAL İLÇESİ, AKKENT BELDESİ

Donsuz Ahmet Dede Türbesi Çal ilçesine bağlı Akkent (Zeyve) beldesinde, Belediye Parkı içerisindedir. Türbenin olduğu yerde Donsuz Ahmet Dede tekkesi vardır, ancak tekkenin diğer yapıları yıkılmış sadece türbe ayakta kalmıştır. Donsuz Ahmet Dede'nin 1460 yıllında doğduğu, 20-25 yıl kadar Mısır’da dini eğitim aldığı, 1470-1480 yılları arasında da Akkent’te yaşadığı rivayet edilmektedir.
Lakabının “Donsuz Ahmet” olmasının nedeni ise, Türkmenistan'da şuan da cüppeye benzer pardösü şeklinde bir kıyafetin olduğu ve ona da “don” dendiği, bu cüppeyi giydiği için böyle bir lakap takıldığı söylenmektedir. Ancak aşağıda anlatılan ve diğer menkıbelere bakılacak olursa bize göre “Donsuz” lakabıyla anılması, giyim kuşam ve temizlik gibi toplumsal değerlere karşı tutum ve davranışlar sebebiyle bu isimle anıldığı düşünülmelidir. Bu bakımdan Donsuz Ahmet Dede’nin bir Melami-Kalenderi dervişi olması muhtemeldir.
Bir rivayete göre Donsuz Ahmet Dede, Yıldırım Bayezid’in padişahlığı döneminde yaşamış ve Yıldırım Bayezit tarafından 1392 yılında, babası ile birlikte “tımarlık” (Osmanlı Devleti’nde, belirli görev ve hizmet karşılığında kişilere verilen toprak) verilerek Akkent’e gönderilmiş. Zamanla babası yaşlanmış, tımarlığı oğluna devretmek istemiş ama Donsuz Ahmet Dede kendisini dini ilimlere adadığı için tımarlı olarak verilen arazilerle ilgilenmemiş. Üstelik giyim ve kuşamını da dikkat etmediği için de padişaha şikâyet edilmiş. Padişah, şikâyetin yerinde incelenmesi ve ilgili kişinin saraya getirilmesi için Akkent’e asker göndermiş. Donsuz Ahmet Dede abdest almak ve yol hazırlığı yapmak için askerlerden izin istemiş ve evine girmiş. Hazırlık sırasında biraz pamuğun üzerine yanmakta olan bir kömür parçası koymuş, koynuna sokmuş ve yola çıkmışlar. Padişahın huzuruna çıkınca padişah hakkındaki şikâyetleri sıralamış ve “Hem abdesten-namazdan bahsediyorsun hemde adam gibi giyinmiyor pis geziyormuşsun, birbirine zarar vermeden ateşle pamuk bir arada durur mu? diyerek hiddetlenmiş. Bunun üzerine Donsuz Ahmet Dede bir mendilin içerisinde sarılı koynunda olan pamuk ve közü çıkarıp padişahın önüne koyuvermiş. Bu manzarayı gören padişah, onun keramet sahibi bir Allah dostu olduğunu anlamış ve selametle işinin başına dön!” demiş.
Ahmet Dede hayatta iken Çal bölgesinde çok sevilen biridir. Öldüğü vakit, civar köylerdeki insanlar da ona sahip çıkmak istemiş ve her köy birer tabut getirerek onu kendi köylerine defnetmek istemiş. Köylüler anlaşamayınca aralarında: “Herkes tabutunu cenazenin yanına bıraksın, sabahleyin cenaze kimin tabutunun içinde olursa o köylüler götürüp gömsünler” diye kararlaştırmışlar. Sabah olunca her gelen köy kendi getirdiği tabutu alıp gitmiş ve köylerine defnetmiş. Bu yüzden şu anda ikisi Çal ilçe merkezinde, birisi Akkent’te olmak üzere en az üç yerde Donsuz Ahmet Dede mezarı bulunduğu söylenmektedir. Ama diğer mezarlar hakkında herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır.
Donsuz Ahmed Dede’nin sandukası 100 x 220 santimetre ölçülerinde, 110 santimetre yüksekliğinde, kuzey - güney doğrultusunda uzanmaktadır ve üzeri beton harcı ile sıvalıdır. Sandukanın yanında ve üzerinde sağaltım özelliği olduğuna inanılan topuzlu ağaç kökleri bulunmaktadır. Çeşitli dönemlerde onarım geçiren türbenin, daha önce taş yapılı toprak örtülü olduğu, en son olarak 1983 yılında bakım ve onarımı yapıldığı ve günümüzdeki duruma getirildiği bilinmektedir. Bakımlı ve temiz bir türbedir...

alıntıdır.

Ibrahim Afatoğlu hocama sonsuz teşekkürler..