KARIŞIK

6 Ağustos 2016 Cumartesi


türbesi
çemberlitaş

Karababa Türbesi

Bir zamanlar, Çemberlitaş'da Atik Ali Camii civârında, Mimar Hayreddin Mahallesinde, Rıfâiyye'nin Ulvâniyye kolundan Kara Baba-yı Velî Dergâh-ı Şerîfi varmış... Devrin en kıymetli zâkirlerinin sık sık gittikleri bu dergâh İstanbul'daki en göze çarpan Kıyâmî Rıfâî tekkelerinden bir hâline gelmiş....Bu dergâh-ı şerîfin son postnişîni Hakkâkzâde Ali Haydar Bey, Cemâleddin Server Revnakoğlu'nun babasının çok yakın dostu olduğundan, Revnakoğlu çocukluğunda bu dergâha çok sık gidermiş...Bir makâlesinde bu dergâha devâm eden zâkirleri tek tek zikrettikten sonra dergâhın son postnişîni Ali Haydar Efendi hakkında çok mühim bilgiler veriyor....

ALİ HAYDAR EFENDİ

Cemâleddin Server Revnakoğlu diyor ki :
Doğma büyüme İstanbul çocuğu olan tekkenin son şeyhi Ali Haydar Bey, gâyetle müeddeb, cidden kibar, asil bir kalem efendisi olduğundan kendisini tanıyan herkesten sevgi ve saygı görürdü. Kendi tarîkinin ve diğer kıyâmî tarîkatların âdâbına, erkânına ve hurde-i tarîk denilen bütün inceliklerine hakkı ile vâkıf olduğu gibi mûsikîden de anlardı. Hele Klasik Tekke Mûsikîsini iyi bilenler, iyi öğretenler arasında sayılırdı. Tatlı, muhrik ve ihâtalı güzel sesi ile Ramazanlarda pâdişâh sarayında ve Enderûn-i Hümâyûn'da, sûret-i mahsûsada yaptığı müezzinbaşılığından ve kıyâmî dergâhlardaki zâkirbaşılığından başka mevlidhânlığı ve mersiyehânlığı ile şöhret bulmuştu.
Saatlerce süren kıyam resiliğinde, manzûm münâcâtın okunmasından, "kıyam tevhîd"ini usûl ile açması, kısmetmesi ve zikir idâresi de hakîkaten üstâdâne idi. Bunlara ilâveten bildiğimiz Mevlid-i Şerîf'i, bilhassa bugün kaybolmuş olan, besteli mevlidi, Mi'râciyye'yi ve onun tevşihlerini, her çeşit mersiyeleri, hele Yazıcıoğlu Mersiyesi'ni, kezâ Bektâşî meydanlarına mahsûs Sâfî Baba Mersiyesi'ni ve bütün bunları eslafdan gelme usûlü ile, tavr-ı mahsûsunda ve en iyi şekilde okurdu. Tahsil görmüş irfanlı, dirâyetli bir insan olduğu için bu eserleri okurken, metnin edebî fesahatini, kendi kalıbına koyup değiştirmez, lehçe ve şîve husûsiyetlerini, dil karakterini bozmaz, aynen muhâfaza ederdi...
Dergâhların sırlanmasından sonra son memuriyetleri olan Duyûn-i Umûmiyye evrak kaleminden ve Balıkhâne'nin Tuz İnhisarı kalem amirliğinden emekliye ayrılmıştı. Bu tarihten vefâtına kadar Beyazıd Cami-i Şerifinde fahrî olarak müezzinbaşılık etti. 
Camilerde cumhurla okunan tevşihli mevlid-i şerîflerin ilâhi korosunu klasik usullerle ve fevkalade bir surette idare eylerdi. Eski fasılların, ağır bestelerin pek çoğu hafızasında saklı idi. Bu eserleri unutanlar veya eksiğini tamamlamak isteyenler Haydar Bey'e mürâcaat ederlerdi. 
Yazısı da pek güzeldi. "Saz Rık'a" denilen inci gibi zarîf, incecik yazısı ile edîbâne, münşîyâne yazılar yazar, seci'li mektuplar ve hâtırâlar kaleme alırdı. Çeşitli makamlarda yüzlerce ilâhi, şuğul, durak ve mersiyelerden seçerek meydana getirdiği büyük "İlâhi Mecmuası" zâkirler ve mûsikîşinâslar için bulunmaz hazîne değerini taşıyordu...Bilmiyoruz acaba bu eser muhafaza edilebildi mi?
Karababa Dergâhının son postnişîni Haydar Efendi 1935 senesi Ağustos ayında kanserden vefât etmiş ve Merkez Efendi Kabristanında, Kâdiriyye-i Berzenciyye'den Bağdatlı Şeyh Yusuf Baba'nın yanına defnedilmiş. Ancak maalesef ilgisizlik ve aynı kabire başka definler yapılması yüzünden kabir ortadan kaybolmuş...

Rahmetullahi aleyh...

Hiç akla gelmeyecek başka bir kitapta da bakın bu tekke ve Şeyh Ali Haydar Efendi nasıl anlatılıyor....

AZİZ NESİN'İN HATIRALARINDA ALİ HAYDAR EFENDİ
Hilmi, Karababa Dergâhı Şeyhi Haydar Bey'in oğluydu. Karababa Tekkesi Çemberlitaş'taydı. Tekkenin bulunduğu sokağın adı da Karababa Sokağıydı. Her nedense belki de sözde devrimcilik gösterisi çabasıyla, Karababa Sokağının adı Dönem Sokağı olarak değiştirildi....Haydar Bey tekkenin son şeyhiydi...
Aile dört kişiydi. Büyük oğul Hilmi, küçük oğul Ahmet, babaları Haydar Bey ve anneleri. Soyadları Karababa, tekkenin kurucusu Şeyh Karababa'dan alınmışdı. Anne saraylı bir Çerkez hanımı idi. Kendisine anne dememi isterdi. Ben de isterdim ama diyemezdim. Hafta tatili gecelerinin çoğunu onların evinde geçirmeye başlamıştım. Evin bir oğlu da ben sayılıyordum. Hilmi'nin annesi de babası da beni çok seviyor ve bana çok yakınlık gösteriyorlardı...
Karababa Tekkesi, harem ve selamlık olmak üzere iki bölümdü. Aile, iki katlı olan harem bölümünde otururdu. Tek katlı olan selamlık bölümünde semahane ile iki de oda vardı. Selamlık bölümü kullanılmıyordu. Sokak kapısından haremin taşlığına girilirdi. Taşlıkta, bu tekkenin kurucusu Karababa Şeyhinin türbesi ve başka sandukalar vardı. Buradan geçilerek eve girilirdi. Yani türbede sandukaları olan ölüler de evin insanlarından gibiydiler; ev işlerine davranış olarak karışmasalar bile, sessiz varlıklarını duyururlar, toprağın altından toprağın üstündekileri sessizce etkilerlerdi. Alt katta geniş bir mutfak vardı, yemek odası olarak da kullanılırdı. Üst katta sofa ve dört oda vardı. Ortadaki oda Hilmi'nindi. Ben de aynı oda da kalırdım, aynı yatağı bölüşürdük...
Haydar Bey, Abdülhamid'in müezzinbaşısı imiş, İnce, yanık, içli bir sesi vardı. Mevlidhanlar, ilahiciler, eski musikiye çalışanlar eve gelip Haydar Bey'den usul meşkederlerdi. Böylece onun sesini biriki kez dinleyebilmiştim. Eskiden Duyûn-i Umûmiye Muhasebecisiymiş. Milli Mücâdele sırasında Anadolu'ya silah kaçırılmasında emeği geçmiş. Cumhuriyet kurulduktan sonra Tuz İnhisarında - o zaman tuz, devletin tekelinde bir maddeydi - Levazım Müdürlüğü görevini yapmış. Ben tanıdığımda Balıkhane'de Muhasebeci'ydi.....Muhasebecisi olduğu kurumun yönetmeni birgün Haydar Bey'e sakalını kesmesi gerektiğini söyleyince, onurlu bir insan olan Haydar Bey de :
- Geç bile kaldık...deyip istifa dilekçesini vermiş, emekliliğini istemişti. İki yıl sonra da boynundaki egzamalar kansere dönüşüp ölümüne yol açmıştı...
Yokuşun Başı
Böyle Gelmiş Böyle Gitmez, Cilt 2. s337-338

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.