KARIŞIK

17 Nisan 2022 Pazar

 ŞEYH KEMAL TÜRBESİ,


KARACASU İLÇESİ, ATAKÖY MAHALLESİ, AYDIN








Halk arasında Âşıklar Dedesi olarak da bilinen Şeyh Kemal Türbesi, Aydın vilayeti, Karacasu ilçesi Ataköy mahallesinde, Karacasu’ya 15 kilometre, Denizli-Babadağ’a 13 kilometre kadar uzaklıkta Baba Dağ’ın batı istikametinde, Baba Dağ eteklerindedir. Şeyh Kemal Türbesi’nin Denizli-Babadağ ve Sarayköy’e olan bu yakınlıktan dolayı, tarihte Denizli-Babadağ ve Sarayköy ilçelerinde yaşayan Tahtacı Türkmenlerinin önemli ziyaret yerlerinden birisi olmuştur.
Zira Denizli-Sarayköy ilçesi Tekke köyünde bulunan Sultan Sarı Baba Türbesi, Denizli-Sarayköy ilçesi Tırkaz köyünde bulunan Çiçek Baba Türbesi; Denizli-Babadağ ilçesi Demirli köyünde bulunan Değnekli Baba Türbesi ve Aydın-Karacasu ilçesi, Ata köyünde bulunan Şeyh Kemal Türbesi’nin oluşturduğu bu türbeler, Denizli-Aydın “eren yolu” güzergâhını oluşturmaktadır. Bu güzergâhta türbeleri olan bu gazi-dervişlerin Denizli-Sarayköy ve Aydın-Karacasu bölgesinin fethi sırasında bu yol vasıtası ile haberleştikleri ve birbirlerine yardımcı oldukları düşünülmektedir.
Şeyh Kemal’in yukarıda isimlerini saydığımız diğer erenler gibi 1300’lü yıllarda yaşadığı, Karacasu Bölgesi’nin fethi sırasında savaşlara katıldığı, savaştan sonra da tıpkı Denizli-Baklan ilçesinde türbesi olan Hüsameddin Dede gibi dağ başında, 300 dönüm kadar bir arazi üzerinde, kardeşi ile birlikte bir tekke kurduğu, bu tekkede Denizli-Babadağ Bölgesi’nden Aydın-Karacasu Bölgesi’ne gelip giden yolculara yemek ve yatacak yer verdiği, onların ihtiyaçlarını karşıladığı ve ömrünü gaza mefkuresine adamış olan gazi-dervişlerden olduğu anlaşılmaktadır.
Şeyh Kemal’in kardeşi ile birlikle kurmuş olduğu tekkeye ölümünden sonra oğulları Ali ve Hüseyin’in idare ettiği, 1528 tarihli Osmanlı nüfus sayımı sırasında da Bayramlu ile Resul adındaki torunlarının tekkenin başında oldukları kayıtlara geçirilmiştir. Bu sırada da Tekkede 14 erkek nüfus yaşadığı da kayıtlarda görünmektedir.
Ziyaretimiz sırasında aldığımız bilgilere göre Aydın vilayeti Karacasu, Bozdoğan, Burhaniye; Denizli vilayeti Babadağ ve Sarayköy gibi yakın bölgelerden yoğun ziyaretçi geldiği, özellikle Tahtacı Türkmenlerinden gelenlerin çok olduğu söylenmektedir. Türbe etrafında adak kurbanı kesim ve yemek pişirme yerleri bulunmaktadır. Türbenin hemen yanındaki çeşmenin şifalı olduğuna inanılmaktadır. Bizim ziyaretimiz sırasında bile otomobillerle gelmiş olan ziyaretçilerin damacanalara su doldurdukları görülmektedir.

HASİP BABA DERGÂHI ... İSKEÇE









İskeçe’nin doğusundaki aşağı mahallelede Christou Kopsida 34’te bugün küçük bir kısmı kalmış bir Bektaşi tekkesi var. Cadde ile sokağın köşesindeki kuçkuç tekkesi de denilen Hasip Baba tekkesi beyaz badanalı, kiremitli, orta büyüklükte kagir bir yapı. Önünde de dört mezar olan avlusu var. Belli ki büyük bir kısmı yola ve çevresindeki evlere gitmiş.
Tekke meşhur 1826 Vakâ-ı Hayriye’den sonra tahrip edilir ve boşaltılır. Bu baskı uzun sürmez ve yirmi yıl içinde baskı gevşer, bir müddet sonra da Bektaşiler üzerindeki takibat kalkınca tekke yeniden faal olur. O dönemlerde postta Kesriyeli Hafız Kemalî Baba oturmaktadır. Hafız Baba’nın vefatının ardından yerine Limnili İbrahim Baba nasbedilir. İbrahim Baba dergahın halini görünce üzülür ve İstanbul’dan, Mehmet Ali Hilmi Dedebaba’dan yardım ister. Mehmet Ali Hilmi Dedebaba bu iş için o zamanlar 86 yaşında olan Sütlüce Caferâbad dergâhı postnişini Hacı Hasib Baba’yı görevlendirir ve gönderirken de tamirat için bir tarih düşürür. Bu dörtlük kitabe olarak hâlen dergahın girişinde kapının üstünde asılır. Bir kısı boyanmış kitabe şöyle:
Edip bezl-i himem Hacı Hasîb Baba kerem mu’tâd
Mücedded eyledi bu İskeçe dergâhını bünyâd
Hem İbrâhim Baba’dır tâ bu rutbeye bâis âbâd
Binüçyüzde çerâğın avn-ı Hak’la itdiler îkâd (1303/1885)
Mücerred olan Hasip Baba burayı sevmiş veya görevlendirilmiş olacak ki tadilattan sonra geri dönmez, burada kalır ve dört yıl sonra da Hakk’a yürür ve tekkenin haziresine sırlanır. Mehmet Ali Hilmi Dedebaba vefatına bir tarih düşürür ve türbede sandukanın arkasındaki duvara asılır:
Hâcı Hasîb Baba kim bu dergâh-ı irşâdda
Mürşid-i âgâh idi sebeb-i sülûka âşinâ
Pîr-i erkân-ı tarîk-i nâzenînden yâd tutup
Hâcı Bektâş Velî’yi eylemişti pîşvâ
Lücce-i tevhîde gark olmuşdu zikr-i Hak ile
Eylemezdi sohbet-i efsâne-yi çün u çerâ
Vâkıât-ı Kerbelâ’yı yâd edip leyl ü nehâr
Âh-ı mâtemle hemîşe eyler idi hû-yı hâ
Himmet-i pîr ile sa’y etdi muvaffak oldu hem
Yaptı bir dergâh olup ihyâ cây-ı dil-güşâ
Âlem-i ukbâya seyyâh oldu seyrân itmeye
Şâfii mahşerde olsun hamse-i âl-i abâ
Cevher-i hüzn ile Hilmî söyledim târihini
Ravza-ı cennet ola yâ Rab Hasîb Baba’ya câ (1304/1886-7)
Mehmet Ali Hilmi Dedebaba’nın hem gönderirken hem de vefatından sonra tarih düşürmesi Hacı Hasip Baba’yı çok sevdiğini ve tuttuğunu gösteriyor. Hacı Hasip Baba’nın İskeçe’de bulunması ilk değil. İstinsah ettiği Cavidannâme’nin Türkçe tercümesinde 1857’de İskeçe’de olduğu kayıtlı. Güvenmesinin yanı sıra oraları biliyor olmasının gönderilmesinde payı olsa gerek. İbrahim Baba ise 1922’de vefat edene kadar tekkede hizmetine devam eder. İbrahim Baba’nın ardından Tekirdağlı Mustafa Mahfi Baba nasbedilir. Ancak 1924’te Yunan Hükümeti tarafından Türkiye’ye gönderilir.
Kaynaklarda Hasip Baba’nın tekkenin bahçesine sırlandığı yazılı. Oysa bugün sandukası kapalı alanda. Demek ki başlangıçta oralar da bahçe idi, babanın ardından türbeye çevrildi. Tekke’nin meydanı ve diğer binaları da hep yıkılmış oluyor bu durumda.
Tekkede büyüyen Emine Hanım’ın Abdürrahim Dede’ye anlattıklarına göre bir zamanlar tekkenin güllerle ve ağaçlarla dolu fıskıyeli bir bahçesi varmış. O güzel bahçeden eser yok şimdi. Bugün haziresinde sadece dört mezar kalmış. Dört mezardan yoldan taraftan üçüncüsü bir şeyh efendiye ait. Hem diğerlerinden yüksekte olmasından hem de başındaki 12 terkli Hüseyni tâcından anlarsınız hemen. Taşların üçünde teslim taşı motifi olmasından baba olduklarını anlıyoruz. Diğer iki taş dört terkli Ethemi veya Haydâri tâc. Demek ki onlar mürşit postuna oturmamış dervişler. Bir dönem mücerred babalar on iki terkli tac takarken evliler dört terkli takarlarmış. Hasip Baba’nın mücerret olduğu kayıtlı kaynaklarda. Diğerlerini bilmiyoruz maalesef ama tâclara bakarak evli oldukları düşünülebilir. Tüm taşlar beyaza boyandığı için ve yazı olan kısımlar da aşındığı için iyice kaybolmuş. Duvar tarafındaki taş üzerinde Bektaşi olduğuna dair bir işaret yok, canlardan veya muhibbandan birine ait olmalı.
Dursun Gümüşoğlu’nun çektiği fotoğraflardan gördüklerime göre tekkenin içinde sandukadan başka kubbe şeklindeki tavanından sarkan bir avize, köşesinde üst tarafına Yâ Allah, Ya Muhammed, yâ Ali ve Ya Hüseyn kazılı tahta bir minber (taht-ı Muhammedî), ve giriş kapısının karşısındaki duvarda asılı nefir, mütteka ve üç paslı teber varmış. Taht-ı Muhammed Bektaşilikte meydanın tam karşısında, ortada duran üç basamaklı ahşaptan yapılan bir kürsü.
Bundan kırk-elli sene öncenin çocukları bu tekkenin yanından geçer bildikleri duaları okur, sanki türbeden yatan eren kalkıp dileklerini yerine getirecekmiş ümidiyle bir miktar bekler, sonra üstbaşlarından kopardıkları veya söktükleri ipi pencereye bağlar giderlermiş. Büyükler de dilekleri olduğunda türbeyi ziyaret eder, dilekler tutar, mumlar yakarlarmış. Maalesef bugün o canlılığını kaybetmiş, insanlar da unutmuşlar yavaş yavaş.
"İSMAİL GÜLEÇ BEY'İN YAZISIDIR"

7 Nisan 2022 Perşembe

 SERVER GAZİ SULTAN, MERKEZEFENDİ İLÇESİ, SERVERGAZİ MAHALLESİ





Server Gazi Türbesi, Merkezefendi ilçesi, Servergazi mahallesindedir. Hakkında ulusal kaynaklara yansımış bir bilgi yoktur. Ancak yerel kaynaklarda anlatılan kısıtlı rivayetlere göre 12. yüzyılın sonu 13. yüzyılın başlarında yaşadığı ifade edilmektedir. Selçuklu Sultanı Gıyasettin Keyhüsrev tarafından Denizli havalisinin 4. fethi sonrasında Mehmet Gazi ile birlikte Server Gazi de ayrı ayrı tümen komutanı olarak görevlendirilmiştir. Bu iki komutan emirlerindeki birer tümenle, o zamanki adıyla Laodikya üzerine sevk edilmiştir. Bizans kuvvetleriyle önce Honaz (Colossea) civarında, şimdiki Honaz harabelerinin yakınında çarpışmıştır. İlk çarpışmada galip gelmişlerdir. Geriye çekilen Bizans Ordusu’nu izlemişler ve şimdiki Denizli’nin Deretekke (Sarayköy Caddesi) semtindeki geniş alanda yeniden harbe tutuşmuşlardır. O sırada Mehmet Gazi şehit olmuş, askerleri Server Gazi’nin emrine geçmiştir. İki ateş arasında kalan Bizans Ordusu yenilip yok edilmiştir. Server Gazi, sağ kalan bir düşman askerinin attığı okla 1210 yılında şehit düştüğü rivayet edilmektedir. Server Gazi, vasiyeti gereği şehit olmadan önce görüp çok beğendiği şimdiki türbesinin bulunduğu yere defnedilmiştir.
Selçuklu tümen komutanı olan Server Gazi, Denizli ve çevresinin Türk yurdu haline gelmesinde çok büyük emeği olan alperen ve gazi-dervişlerden olduğu bilinmektedir.
Türbesinin bakımını 55 yıldır üstlenen 78 yaşındaki Türbedar Hatice Nine, Sever Gazi’yi hem rüyasında hem de gerçekte gördüğünü söylemektedir. Hatice Nine, Server Gazi’yi iki vagon trenle Kıbrıs Savaşı’na giderken gördüğünü ve kendisine “Hatice, ben hemen gelirim kızım, buraları iyi bak!” dediğini söylemektedir. Hatice Nine ertesi günü akşama doğru türbeyi aydınlatan gaz lambasını yakmak üzere türbeye gittiğinde, duvarda asılı duran Server Gazi’nin sancağının yerinde olmadığına fark etmiştir. Onuncu günü gaz lambasını yakmak üzere tekrar türbeye gittiğinde, sancağın eski yerinde asılı olduğunu görmüştür. O akşam yanında götürdüğü akrabalarından bir kadınla birlikte sancağın üzerinde bir leke olduğunu görünce Hatice Nine, “Herhalde çamur bulaşmış, sancağı yıpratmadan çamuru üzerinden ufalayarak temizleyelim” diyerek sancağı dokunduğunda, eline kan bulaştığını görmüşlerdir. Bu olayı gözleri yaşararak anlatan Hatice Nine’ye göre Server Gazi ve askerleri Kıbrıs Savaşı’na katılmak için bu sancakla birlikte Kıbrıs’a gittiklerine inanmaktadır.
Ve yine Türbedar Hatice Nine şu olayı anlatmıştır: Şırnak’ta askerlik yapmış olan bir genç kasabaya gelmiş, Hatice Nine’yi bulmuş. Başından geçen bir olayı ve buraya nasıl geldiğini şöyle anlatmıştır: Şırnak’ta teröristlerle yoğun çatışmalar yaşandığı sırada nöbet tutan Ispartalı gence, nöbet sırasında uyuklayınca birisi dokunmuş ve uyandırmıştır. Bu olay aynı nöbet sırasında üç kere tekrarlanmıştır. Genç, sonuncu uyuklamasında bir rüya görmüş ve rüyasında bir kişi “Ben Server Gazi’yim. Denizli’nin Yeşilköy Beldesi’nde oturuyorum. Orada Hatice diye birisi var. Onu bul. O seni bana getirecektir. Benim ziyaretime gel!” demiştir. Asker, teskeresini aldıktan sonra Denizli’ye gelmiş. Hatice Nine’yi bulmuş ve başından geçenleri anlatmıştır.
Halk arasında anlatılan bir başka menkıbe de şöyledir: Bugünkü türbeyi yaptıran Denizli Valisi, İzmir’e tayin olmuştur ve İzmir Valisi olmuştur. İzmir’de kalbinden rahatsızlanıp hastaneye yatmıştır. Geceleyin Server Gazi, eşkire ona görünmüş ve göğsünü üç kere sıvazlayarak, “ Senin önemli bir şeyin yoktur oğlum, bir şeyin kalmadı. Sabahleyin kalkarsın ve gidersin!” demiştir. Sabahleyin vali, doktorlar tarafından tekrar muayeneden geçirilmiş ve hiçbir rahatsızlığının kalmadığı anlaşılmıştır. Valinin arkadaşları Hatice Nine’yi aramış, bu olayı anlatmış ve valinin selamını söylemişlerdir.
Server Gazi Türbesi'nde iki sanduka bulunmaktadır. 110 x 350 santimetre ölçülerinde, büyük olan Server Gazi’nin sandukasıdır. Küçük olan da türbedarın genç oğlunun sandukasıdır. Rivayete göre; hem kendi bağ ve bahçe işleri ile geçimini sağlayan hem de türbedarlık yapan ailenin genç oğlu, sabah namazını kıldıktan sonra türbenin içerisinde, Server Gazi’nin ruhuna hediye etmek için birkaç cüz Kur’an okumuş. Genç oğlan Kur’an okumayı bitirdikten sonra Server Gazi, kabrinden ayağa kalkmış ve delikanlıya hitaben “Bugün öğle namazından sonra benim yanıma geleceksin, senin yerin benim yanımdadır” demiş ve tekrar kabrine geri dönmüş. Oğlan, başından geçeni babasına anlatmış ama babası olayı bir anlam verememiş. Delikanlı, öğle namazına müteakip vefat etmiş. Baba, oğlanın sabah anlattıklarını hatırlayınca, Server Gazi’nin vasiyet şeklindeki kerametinin yerine getirilmesi gerektiğini idrak etmiş ve oğlunu büyük alperenin yanına defnetmişler.

alıntı.

Ibrahim Afatoğlu

29 Mart 2022 Salı

 KAMİL DEDE TÜRBESİ, ACIPAYAM İLÇESİ, SIRÇALI KÖYÜ






Kamil Dede Türbesi, Acıpayam ilçesi, Sırçalı köyü mezarlığındadır. Kamil Dede hakkında yazılı kaynaklara yansımış bir bilgi yoktur. Köy halkı tarafından Oğuz Türkmen Yörüklerden olduğu, Yörük obasının şimdiki yerine yerleşmesinden sonra, oba sancağını köyün halen bulunduğu yere diktiği, köyün kurucularından ve ermişlerinden olduğu rivayet edilmektedir.
Anlatılan bu rivayetlere göre Kamil Dede, Acıpayam Ovası’nın fethi sırasında emrindeki obası ile birlikte savaşlara katıldığı, savaş sonrasında kendisine ve mahiyetindeki obasına dirlik olarak verilen Sırçalı köyü arazisine yerleştiği ve burada bir köy meydana getirdiği, köyün kurulduğu yere oba sancağını dikmesinden, savaşçı bir alp-eren olduğu anlaşılmaktadır.
Kamil Dede Türbesi, 400 x 540 santimetre ölçülerinde, dikdörtgen planlı, tuğla yapılı, çelik çatılı, Marsilya kiremidi örtülü, tek gözlü, sergisiz bir yapı niteliğindedir. Eskiden iptidai bir yapı varken günümüz yapı teknikleri ve malzemeleri kullanılarak 2004 yılında, köylüler tarafından yapılan bir bina bulunmaktadır. Mimari ve teknik her hangi bir özelliği bulunmayan yapının içerisinde 160 x 240 santimetre ölçülerinde, Kamil Dede’ye ait olduğu söylenen bir kabir bulunmaktadır. Başucu ve ayakucu mezar taşlarının orijinal olduğu söylenmektedir. Tek gözlü türbe binasında kitabeye rastlanılmamıştır.
Anlatılanlara göre türbeye, daha çok çocuğu olmayanlar; hasta ve zayıf çocuğu olanlar; doğan çocukları yaşamayanlar; sara, sarılık, sıtma hastası olanlar; askere gidecek gençler; adak kurbanı kesmek; herhangi bir dilekte bulunmak; dua ve niyaz etmek; yağmur duası yapmak gibi amaçlarla ziyaret edilmektedir. Kamil Dede’ye bağlanıldığı takdirde dileklerinin gerçekleşeceğine inanılmaktadır. Buraya gelip çocukları olması veya yaşaması için bağlananların çocuklarına erkek olursa “Kamil”, kızı olursa da “Kamile” adını verdikleri söylenmektedir. Hayvanları için dilek tutanlar da, hayvanın kuyruğundan kıl keserek Kamil Dede’nin mezarına bıraktıkları söylenmektedir.
Genellikle dileklerinin kabulü için para atmak, taş koymak, elbise asmak, bez bağlamak, hayvan kılı veya tüyü asmak ve Kamil Dede’ye bağlanmak şeklinde olduğu söylenmektedir. Önceki yıllarda köy halkı tarafından, ilkbahar ve sonbahar olmak üzere yılda iki defa Kamil Dede Türbesi etrafında “mahya törenleri” yapılırmış. (Mahya: ihyâ” etmekten, “mahya”: Kutlu gece ve günlerde hazırlanan yemekler, tatlılar, şerbetler yenilip içildikten sonra, o geceyi veya gündüzü toplu halde ibadetle geçirmek.)
İBRAHİM AFATOĞLU..ALINTIDIR.TEŞEKKÜRLER

26 Ocak 2022 Çarşamba

 Şeyh Şami Türbesi..kırıkkale





Evliya Çelebi, ünlü seyahatnamesinde Şeyh Şami için şu bilgilere yer verir. 

“Asıl adı Hamza’dır. Hamzavi Tarikatı onda kalmıştır. Nice kerametleri görülmüştür” diyerek onu metheder. Evliya Çelebi, Şeyh Şami’nin asası ile yerden su çıkardığını da kerametleri arasında zikreder. 

“Orada ilerde Şeyh Şami köyüne geldik. Bu Çankırı toprağı Sivas Eyaleti arasında Keskin için; Kalecik Nahiyesinde 200 evli mamur ve güzel bir köydür. Ama yine evleri toprağın içindedir”. Şeyh Şami için yapılan cami ve türbeyi de methederek şu beyit’i söyler. 

“Hazreti Şeyh Şami’yi gelüp ziyaret eyledik

Çok şükür Hakka yine hüsn’i ibadet eyledik” 

Bütün bu bilgilerden Şeyh Şami lakabıyla tanınan büyük zatın, maiyeti ile birlikte gelip şu anki Sulakyurt ilçesinin bulunduğu yere gelip yerleşmiştir. Şeyh Şami’nin Türkistan’dan Semerkant taraflarından Anadolu’ya geldiğini anlıyoruz. 

Ellerinde Fatih Sultan Mehmet, Sultan Beyazit ve Yavuz Sultan Selim’den bulundukları yerleri tasarruf edeceklerine dair fermanlarının olduğuna dair kayıtlar mevcuttur. Bu kayıtlardan Şeyh Şami ve cemaatinin Fatih Sultan Mehmet zamanında bu bölgeye geldiklerini söyleyebiliriz. 

Bölgenin tarihine de kısaca değinelim. Sulakyurt’un da içinde bulunduğu bölge 1071’den sonra Türk toprağı olmuştur. Fetih’ten önce bir süre Karatekin Bey’in idaresinde kalan bölge daha sonra Danişment oğullarının kontrolüne girmiş ve daha sonrada tamamen Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlanmıştır. 1308’de Selçuklu Devleti çökünce bir süre İlhanlıların kontrolüne girmiştir. İlhanlılardan sonra Eratnaoğulları ve Kadı Burhaneddin’in idaresinde kalan bölge Yıldırım Beyazıt tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır. 

Tacü’t Tevarih isimli eserde Fatih Sultan Mehmet’in hocası Akşemseddin’in halifelerinden olan Şeyh Hamza Şami’nin Sivas Beylerbeyliği’ne bağlı Keskin’de XV. yüzyılın ikinci yarısında toprağa verildiği yazılıdır. Şu andaki Yeşilyazı köyünde bulunan Türbe, cami yazıtına göre Şeyh Şami tarafından 1531 yılında yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Türbede dört sanduka mevcut olup eşi ve çocuklarının defnedildikleri sanılmaktadır. 

Şeyh Şami’nin Şeyh Bedreddin’in oğlu olduğu ve Nakşibendî-Bayrami tarikatine mensup olduğu da bilinmektedir. Bayramilik, Ankara’da Hacı Bayrami Veli tarafından 14. yüzyılın sonlarında kurulmuş bir tarikattır. 

Sulakyurt ilçe merkezinde bulunan camii Şeyh Şami tarafından 15.yüzyılda yaptırılmıştır. Değişik zamanlarda tahribata maruz kalmış, yapılan onarımlar sonucu mimarı özelliklerini kısmen kaybetmiştir. İlçenin kurucusu olan Şeyh Şami'ye ait türbede bu camiinin yanında yüksekçe bir yerde bulunmaktadır. Türbe kesme ve moloz taştan yapılmıştır. Bu türbe, yerli ve yabancı turistler tarafından sık sık ziyaret edilmektedir. Kozlu veya Kozdere adıyla anılan mezra ile Eşme mezrası (bugünkü Yeşilyazı köyü) arasına zaviyesini kurmuş ve epeyce kalabalık bir cemaate sahip olduğundan burada birde Cuma Mescidi inşa etmiştir. 

Sulakyurt’ta ayrıca Küçükşami Cami Şeyh Türbesinden başka Sarıkız Türbesi, Tokuş Sultan Türbesi mevcuttur. Kale kışla Kalesi, Kale kışla Mağarası, Seydin Tepesi ile Gül tepe höyüğü belli başlı kültür değerleridir. 

Şeyh Şami ismi kuruluşundan 1940 yılına kadar sürmüş olup, 1940 yılında Konur adını alarak Bucak merkezi haline gelmiştir. 1956 yılında belediye kurulan ve 1960 yılında Sulakyurt adıyla Ankara iline bağlı bir ilçe merkezi olmuştur. 3578 sayılı yasa ve 1989 yılından itibaren Ankara ilinden ayrılarak Kırıkkale iline bağlı bir ilçe olmuştur. 

 http://www.sulakyurt.gov.tr/alıntı
dır..

3 Aralık 2021 Cuma

 BEDİR MUHTAR TÜRBESİ..AMASYA ..MERZİFON









29 Eylül 2021 Çarşamba

 ŞEHİTLİK TÜRBESİ ..MUŞ VARTO..DAĞCILAR




Varto Caneseren (Dağcılar) köyünün yaylasında yer alan bir şehitliktir. Şehitlik etrafının büyük taşlarla çevrilerek koruma altına alınması ile oluşan ziyaret, yöre insanı tarafından “marew” denilmektedir (Asna, 2016: 320). Özellikle Varto Alevileri tarafından kutsal kabul edilmekte ve yaz aylarında kurbanlar kesilmektedir. Çocuğu olmayan kadınlar burayı ziyaret eder ayrıca her türlü hastalığa iyi geldiğine inanılan torağından az miktarda tadına bakılarak şifa umulur. Başta Alevi inancına mensup kişiler olmak üzere toplumun farklı kesimlerinden ziyaret edenler olmaktadır 

3 Eylül 2021 Cuma

CAFER DEDE TÜRBESİ..AFYON BOLVADİN



Hacı Halife mahallesindeki Cafer Dede Türbesi, evlerin arasında kalmıştır. Ön kısmı ise bahçe duvarı ve kapı ile tamamlanmıştır. Hemen önünde sonradan yapılmış bir çeşme bulunmaktadır. Mevlevi olduğu rivayet edilen bu zatın türbe ziyaretine özellikle çocuğu olmayan kadınlar gelmektedir..

ŞERBETÇİ BABA TÜRBESİ.GELİBOLU.ÇANAKKALE





Kalender Baba, Kum baba gibi Gelibolu’nun fethine katılan dervişan gazilerindendir. Türbesi Yazıcızade camii bahçesinde bakımlı durumdadır. Doğum ve ölüm tarihleri bilnmemektedir. fetih sırasında askerle birlikte savaşan manevi gücünü arttıran gazi dervişanlardandır. İsminden de anlaşılacağı üzere askere ve çevresinde maddi ve manevi şerbet dğıtarak gönülleri nurlandırma işi ona verilmiştir.

Şerbetçi baba ; Günün birinde Bursa’ya gezmeye gitmek ister. Yola çıkmadan önce Yazıcızade kardeşlerin bursa’dan bir istekleri olup olmadığını sorar. Bir isteğimiz yoktur. sultana selamımızı söyleyesin derler. Şerbetçi baba bursa ya varır. sultan Murat’a uğrar ”gelibolu da ne var ne yok sualinden sonra yazıcızadelerin selamını da iletir.sende onlara selamımı söyle sonra şu iki tesbihi de al. Onlara hediyem olarak götür ”der.

Şerbetçi baba bir süre sonra gelibolu ya döner. Mehmet ve Ahmed i bican hzleri bursa da ne var ne yok diye sual ederler.Şerbetçi baba Sultan Murat ın selamını iletir. fakat tesbihlerdenbirini gizleyip diğerini mehmet Bican hzlerine verir.mehmet bican hz leri Sultan bizim iki kişi olduğumuzu bildiği halde niye bir tesbih yolladı ki dye sorar. Şerbetçi baba bilmem ki der.

Yazıcızade Mehmet efendi yantarafına dönerek sanki sultan Muratla konuşuyor gibi ; sultanım bir tesbih mi verdin yoksa 2 mi diye sorar. Sultan yanlarındaymış gibi gaipten bir ses gelir ve iki tesbih yollamıştım der.Şerbetçi Baba bu işe şaşırmaz çünkü onun ne denli büyük bir allah dostu olduğunu bilir. Bilir de O’nun manevi makamının bir defa daha ortaya çıkması için bu yola başvurmuştur. Hemen cebinden ikinci tesbihi çıkarıp takdim eder ve ellerine kapanarak o maneviyat sultanından feyiz almaya devam eder.

28 Haziran 2021 Pazartesi

  MALKOÇ BABA TÜRBESİ...Bulgaristan 

Sevlievo bölgesi Burya köyü





Sevlievo Bölgesi Bourya köyünde bulunan Malkoç Baba Türbesi, yine Sevlievo bölgesinde Ryahovtsite köyü yakınındaki Gazi (Ali) Baba Türbesi, Pavel Bölgesi Skobelevo köyündeki Tahir Baba ve Ayvaz Baba türbesi ve son olarak da Arda Bölgesinde bulunan Mustafa Efendi Türbesi. Yazarın yorumlarının yanı sıra, bu dört türbe ve onların erenleri hakkındaki sunulan veriler aşağıda gösterilen temel sonuçları ortaya koymaktadır: Bunlardan birincisi, üzerinde çalışılan türbeler Bulgaristan’daki tasavvuf mimarisinin sonlarına ait olan kült binaların ağlarını genişletmektedirler, çünkü onlar 19. ve 20. yüzyılda inşa edilmişlerdir. O türbelerden ikisi, Malkoç ve Gazi Baba Türbesi yedi açılı modeli temsil etmektedir ve bu model Bulgaristan’daki tasavvuf mimarisinin tarihi gelişiminin devamlılığının bir örneğini temsil etmektedir. İkinci olarak, bu türbeler Bektaşi türbeleridir. Ayrıca Bektaşi kökenine ve Bektaşi geçmişine dayanır ki bu türbenin erenleri hakkındaki yazılı ve sözlü verilerin yanı sıra türbelerin mimarileriyle olan benzerliklerle kanıtlanmıştır. Bu özellik ayrıca Skobelevo köyündeki türbede de bulunmaktadır çünkü bu türbe Kızılbaşlarca (Bektaşi tarikatının iki kolundan birini temsil eden bir toplum) kurulmuştur. Bu nedenle, Kızılbaş toplumu büyük ölçüde bu ideolojiyi, felsefeyi ve dini pratikleri sürdürürler. Üçüncü olarak, türbedeki erenlerin doğaüstü yetenekleriyle alakalı efsaneler, inançlar ve fi kirler günümüze kadar Türk halk tasavvufu tarafından korunan Bulgaristan’daki Şii-Sufi geleneğinin mucizevi kayıtlarını zenginleştirmektedir

24 Haziran 2021 Perşembe

 NUH PEYGAMBERİN TÜRBESİ / NAHÇIVAN.AZERBAYCAN



Nuh Tufanı yolculuğu Nahçıvan’a yakın bölgelerde nihayetlenmiştir. Nahçıvan’daki coğrafik yer adlarının Nuh Peygamber tarafından konulduğu, Nahçıvan kelimesinin “Nuh çıhan” la alakalı olduğu, söylenmektedir. Rivayete göre “Nuh çıkan” Nahçıvan’ın en kadim adıdır.
Nahçıvan’da Nevruz sözünün Nuhruz varyantına da rastlanır. Eski yerli sakinler (yerli halk) Nuhruz Nuh Peygamberle onun rızkını verdiği yeni günle arasında bağlantı kurmuşlardır. Nuh’un, tufandan kurtulup karaya çıktığı ve yeni bir hayata kavuştuğu Yeni yıl günü, Nuh’la beraber olanların yeni günü denilmiştir. Nuh’un, Nahçıvan’la olan bağlantısını tasdik eden bazı gerçekler de vardır. İlk önce Nahçıvan sözünün manasına bakmak gerekir. Bu söz üç terkipten ibarettir: Nuh / çı / van. Sözün kökü olan Nah, Nax, Nuh-Peygamber adıdır. Çı, söz düzenleyici,şekillendiricidir. Nuhcu, Nuh taifesinden olan demektir. “van” ise yer, mekân bildiren şekillendiricidir. Nahçıvan ise tamamıyla Nuhçuların (Nuh’la beraber bulunanların) meskûn olduğu yerdir, Nuh’un, Nuhçuların vatanı demektir. Sonuçta Nuhçıvan sözü Nahçıvan şekline dönüşmüştür.
Nuh peygamberin türbesi Nahçivan’da bulunmaktadır. Türbe, şehrin en eski kalesi olan ve “Köhne kala” diye isimlendirilen yerdedir. Türbenin duvarlarında Nuh Tufanı hakkında Kuran’dan alıntılar ve Haça Dağı’nda bulunanların fotoğrafları sergileniyor. Türbe, Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti yüksek meclisinin başkanı Vasıf Talibov tarafından restore ettirilmiştir. Meşhur ressam Behruz Kenkerli Nuh’un, Nahçıvan’daki mezarının yağlı boya ile tablosunu yapmış ve şu anda bu tablo Nahçıvan Tarih Müzesi’nde bulunmaktadır.
1836 yılında Nahçıvan’a gelen bazı Rus âlimleri Nuh’un mezarının Nahçıvan’ın kuzey tarafında bulunduğunu yazmışlar. Nahçıvan’da yaşayan Azerbaycan Türkleri ve onların ecdatlarının ise beş bin yıldan fazla bir süredir bu coğrafyanın en kadim sahipleri olduğu anlaşılmaktadır.
 İDRİS BABA TÜRBESİ -MACARİSTAN
MACARİSTAN’IN PÉCS ŞEHRİNİN, RÓKUSDOMB TEPESİNDE.






İdris Baba Güney Macaristan’ın Sancak merkezi olan Pécs şehrinde XVI. Yüzyılda yaşamıştır. Macaristan’a ilk gelen yerleşimci kafilelerin arasında olduğu sanılmaktadır. Neyle ilgilendiği, mesleğinin ne olduğu konusunda rivayet muhteliftir. Bazı tarihçilere göre tabip, bazılarına göre ise müneccimdir. Ölümünün ardından şehir sakinleri onu bir evliya olarak görmüşlerdir. Zamanla onun anısına yapılan türbe de sürekli ziyaret edilen bir merkez haline gelmiştir.
Ünlü tarih yazarı Peçuylu İbrahim Efendi İdris Babayı “Peçuy’da büdeladan İdris Baba denen bir meczüb-ı ilahi vardı. O nice keramet ve velayeti zahir bir aziz idi. Şimdi mezarının üzerine yüksek bir kubbe yapılmış olan baba o vakitler yaşıyordu, kendisine rastladım” cümleleriyle tanıtmak­tadır. Peçuylu ;onunla 1000 (1591) yılında Bosna Beylerbeyi Hasan Paşa’nın yanına giderken karşılaştığına göre İdris Baba XVI. yüzyılın sonlarında veya XVII. yüzyılın ilk yıllarında ölmüş ve kabri üstüne kubbeli bir türbe yapılmıştır.
Gerçekten yaşadığı bu bilgiden öğreni­len İdris Baba’nın sonradan kemikleri de bulunmuştur. Evliya Çelebi 1073 yılı Zilkadesinde (Haziran 1663) Peçuy’a da uğramış ve şehirdeki cami, medrese, tekke ve hamam gibi vakıf eserlerden bahsederken İdris Baba’yı “1000 tarihinde hayatta olup nice kerametleri nakledilir” cümlesiyle anmıştır. Evliya Çelebi, Peçuy’daki yatır ziyaretgahları arasında Sigetvar Kapısı dı­şında güneye meyilli yolun sağ tarafında dağlık yerde bir alim hekimden de söz eder. Kabri üzerinde kubbe olmayan bu kişi burada yaşamış ve mezarı üstüne çeşitli dillerde yazılar bulunan bir mermer levha konulmuştur. Evliya Çelebi’nin tarif ettiği bu yer. İdris Baba Türbesi’nin olduğu araziye topografya bakımından uygun düşmekteyse de ikisinin ayrı anılma­sı bunların değişik kişiler olduğunu belli etmektedir. Evliya Çelebi’nin İdris Baba’ya dair daha geniş açıklama yapmaması şaşırtıcıdır. Fakat 1000 yılında henüz hayatta olduğunu bildirmesi Peçuylu İbra­him’in verdiği bilgiyle tam uyum sağlar. Bu hususta akla gelen başka bir nokta da . Evliya Çelebi’nin İdrisBaba Türbesi’ni ciddi olarak incelememesi ve onunla ilgili bilgiyi Peçuylu’nun tarihinden aktarmış olmasıdır. Aksi halde adını belirtmediği hekime o kadar yer ayınrken İdris Baba’nın tek satırla geçiştirilmesine bir anlam vermek mümkün değildir.
İdris Baba Türbesi, Macaristan’ın elden çıkmasının ardından 1693’ten sonra Cizvit tarikatı tarafından şapele dönüştürül­müş , pencerelerinden biri bozularak buraya yarım yuvarlak çıkıntı halinde bir ap-sis eklenmiştir. Ancak yapının hristiyan­ların ibadetine tahsisi fazla sürmemiş. Macar yazarlarının ifadesine göre XVIII. ve XIX. yüzyıllarda baruthane olarak kullanılmıştır. 1912-1913 yıllarında Istvan Möller tarafından bir dereceye kadar restore edilmiş bu sırada apsis de kaldırıl­mış, fakat tepesindeki haç bırakılmıştır. 1917’de Budapeşte Yüksek Mimarlık Okulu çalışmaları arasında bu ülkedeki Türk yapılarının rölövelerini çizdirerek bir albüm halinde yayım­ladığında İdris Baba Türbesi’nin de plan ve kesitleri çıkarılmıştır. Bu çizimlerin teknik bakımdan mükemmel olduğu söy- lenemezse de yine o yıllardaki durumu gösteren birer belge olarak değerlidir.
İd­ris Baba Türbesi 1961-1963’te tekrar restorasyon görmüş, bu sırada evvelce sandukanın bulunduğu yerde bir kazı yapıl­dığında İdris Baba’nın iskeletine oldukça tamam bir halde rastlanmıştır. 1980’li yıllarda görüldüğünde bu küçük yapı, o sırada bir hastahanenin hemen yanında ağaçlık bir arazi ortasında bakımlı olup içi bir türbe görünümünde düzenlenmişti.
Rumeli’de birçok benzeri gibi daha önce belki bir tekkenin yanında bulunan türbe bugün tek başınadır. Burada eskiden bir tekkenin varlığını gösteren bir iz yoktur. Türbenin etrafındaki arazinin Osmanlı döneminde oldukça yoğun müslüman yerleşmesine sahne olan Peç’in Türk mezarlığı olduğuna ihtimal verilebilir. Türbe sekizgen bir plana göre yapılmış ve inşasında kaba moloz taşlar kullanılmıştır. Pencerelerden biri burası şapel yapıl­dığında sivri gotik kemerli bir kapıya dönüştürülmüş, diğer Türk dönemi pencereleriyle kapısı örülmüş, bir pencerede yarılarak büyütülmüştü. Son onarımda bunlardan bazıları düzeltilmiş, üst dizide olan yuvarlak pencerelerden bozulan bir tanesi eski şekline getirilmiş, gotik biçimli sövelere sahip kapıya ise dokunulmamıştır. Taştan örülmüş kasnaksız kubbe de kiremitle örtülmüştür. Türbenin içiyle duvarlarında hiçbir süsleme veya yazı izi bulunamamıştır. Herhalde Peç’te Türk idaresi sona erinçeye kadar duvarların iç yüzleri süslemesiz değildi. Bugün İdris Baba’nın ağaç parmaklıkla ayrılmış kabri üstünde bir sanduka, bunun da başında bir Kadiri tacı vardır. Ayrıca şamdan, seccade gibi mefruşatı da mevcuttur.

21 Haziran 2021 Pazartesi

 

ŞÂHİDÎ, Muğlalı İbrahim Dede türbesi ..afyonkarahisar

(d. 1440/875 - ö. 1550/957)





 

ŞÂHİDÎ, Muğlalı İbrahim Dede (d. 875/1470-ö. 957/1550), divan şairi. Asıl adı İbrahim’dir. Edebiyat tarihinde ismi “Muğlalı Şâhidî” ve “İbrahim Şâhidî” olarak geçer. Babası, Mevlevî şeyhlerinden Sâlih Hüdâyî Dede’dir. Esrar Dede, tezkiresine göre 875/ 1470 yılında Muğla’da doğdu. Şiirlerinde Şâhidî mahlasını kullandı. Ali Enver, ondan meşhur Şâhidî diye bahsetmektedir. Latifî, tezkiresinde Menteşe yöresinin Muğla isimli kasabasından olduğunu belirtir. Namık Açıkgöz, kendisinden önce Muğla yöresindeki Mevlevî akımıyla ilgili fazla bilgi ve belge bulunmadığına değinerek, Muğla’daki Mevlevi dergâhının Şâhidî ile üne kavuştuğuna dikkat çeker. Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân adlı eserde kerâmet sahibi bir kişi olarak da anılmaktadır.  İyi bir öğrenim görmüş olup tahsiline babasından aldığı dersler ile başladı. Ondan Mesnevî ve Farsça dersleri ile birlikte mevlevilik adabını öğrendi. Vakıf Köyü imamı olan Fenâyî’den tefsir dersleri tahsil etti.  18 yaşına geldiğinde tahsilini ilerletmek amacıyla önce İstanbul’daki Fatih Medresesi’nde öğrenim gördü ve daha sonra Bursa’ya giderek Yıldırım Han Medresesi’ne devam etti. Bursa’da yaşadığı bir olay üzerine Muğla’ya döndükten sonra tasavvuf yoluna girmeye karar verdi. Önceleri annesinin isteği üzerine Vefâî şeyhlerinden Şeyh Bedreddîn’e intisap etmişse de sonra Vakıf Köyü imamı Fenâyî ile birlikte Denizli ilinin Lazkiye kasabasındaki Fânî Dede’nin huzuruna vardı ve ondan el alarak Mevlevîlik tarikatına intisap etti. Divânî Muhammed Çelebi’ye olan intisabıyla alakalı ise değişik rivayetler bulunmaktadır. Kınalızâde Hasan Çelebi’ye göre Konya’da, diğer tezkirelerde ve kendi eserlerindeki ifadelerde geçtiği üzere ise Kütahya’da bu intisap gerçekleşmiştir. Daha sonra Baba Acem adında bir dervişle Bursa’dan Kütahya’ya giderken Mevlânâ’nın soyundan gelen Paşa Çelebi ile tanıştı ve ondan çok etkilendi. Bunun üzerine kendisini müritliğe kabul etmesini Çelebi'den istedi. Kendisi de yeni şeyhinin oğlu Emir Âdil’e hocalık yaptı. Bursa, Denizli, Kütahya ve Afyonkarahisar beldelerini gezerek buradaki Mevlevî şeyhleriyle sohbetlerde bulunmuş ve bu vasıtayla Konya’daki dergâhla iletişim kurma yoluna gitti. Bu temaslarından edindiği bilgi birikimini memleketine döndüğünde Muğla’daki dergâha aktardı. Eserlerinden çağının geçerli bilgilerini, tasavvufi düşünce dahil olmak üzere öğrendiği anlaşılmaktadır.Kaynaklarda kiminle evlendiği belirtilmemiştir. İki çocuğu olduğu bilinmektedir. Şuhûdî Dede oğullarından adı en çok bilinendir. O da Mevlevîliğe intisap etmiş olup babası gibi şairdir. Şâhidî, 82 yaşında, 1550 yılında vefat etmiş olup önceki mezarının Afyonkarahisar’da bulunduğu belirtilmektedir. Şeyhlerinden Divânî Muhammed Çelebi’nin ön tarafında, Abâpûş-ı Veli’yle aynı sırada ve İlyas Çelebi’nin sağ tarafında medfundur. Daha sonra Afyonkarahisar’daki mezarın tasfiye edilmesi üzerine memleketi Muğla’da defnedildi.

Hayatı boyunca şeyhlik görevi dışında herhangi bir resmî veya gayr-ı resmî görevi bulunmamaktadır. Latifî onun ilimde oldukça üstün olduğunu fakat şiirde ise ilmi kadar yeteneğinin olmadığını söyler. Kınalızâde de bazı güzel beyitlerinin olduğunu, fakat şiirlerinde şairane bir heyecanın bulunmadığını ifade eder. Şiirini daha çok Mevlevîliği yaymak ve görüşlerini anlatmak amacı ile söylediği için sanat yönünü önemsemediği ifade edilmektedir. Mustafa Çıpan ise onun özellikle Türkçe şiirlerinde vezne hâkimiyeti, üslubu, ifadelerindeki samimiyeti, kelime hazinesi ve kullandığı Türkçe deyimler itibariyle başarılı bir şair olduğunu ifade eder. Tasavvufî şiirlerinde Mevlânâ’nın, babası Hüdâyî Dede’nin ve şeyhi Divânî Muhammed Çelebi’nin etkisinde kaldığı belirtilmektedir.

Üretken bir şair olan Şâhidî'nin çok sayıda eseri vardır: 1) Türkçe Dîvân: Eserde biri hece vezniyle 109 manzume yer almaktadır. Mustafa Çıpan’ın eser üzerinde yüksek lisans tezi bulunmaktadır. 2) Farsça Dîvân: Ali Enver Dede, Semâhâne-i Edeb'de Şâhidî’nin Farsça divanından söz etse de bu eserin herhangi bir nüshası bulunabilmiş değildir. 3) Gülşen-i Vahdet: Mevlânâ’nın Mesnevî-i Şerîf'ine benzer tarzda ve aynı vezinde yazılmıştır. Eserin tespit edilen nüsha sayısı yirmi bir olup 491 beyitten oluşur. Eserde, insan uzuvlarının tasavvufî remizlerle ele alındığı görülmektedir. 4) Mevlid: Mefâ’îlün mefâ’îlün fâ’ilün vezniyle yazılmış olup 823 beyittir. Hasibe Mazıoğlu, eserin Şâhidî’ye ait olduğu yönünde görüş bildirmiştir.  5) Gülşen-i Tevhîd:  Farsça olan bu eser de Mevlânâ’nın Mesnevî'sinin her cildinden 100’er beyit seçilip bu beyitlerin her birinin 5’er beyitle şerh edilmesiyle meydana gelmiştir. Eserin vezni Mesnevî ile aynıdır. Eser 1878 yılında Musul vilayetinde adliye müfettişi olarak görev yapan Serezli Ahmed Niyazi Efendi tarafından İstanbul Tıbbiye Mektebi’nde basılmış, 1967 yılında Midhat Bahari Baytur tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir. 6) Gülşen-i Esrâr: Eserin dili Farsça olup mefâ’îlün mefâ’îlün fâ’ilün vezniyle yazılmıştır. Kendisinden, babasından, şeyhinden ve Mevlevîlik tarikatının adabından bahsettiği bir eser olup üç nüshası bulunmaktadır. Eser üzerinde Nuri Şimşekler tarafından hazırlanmış doktora tezi bulunmaktadır. 7) Gülşen-i İrfân: Esrâr Dede, Şâhidî’nin bu eserini oğlu Şuhûdî’ye hitaben yazdığını belirtir. Yapılan araştırmalarda böyle bir esere ait herhangi bir nüsha bulunamamıştır. 8) Tuhfe-i Şâhidî: Türkçe-Farsça manzum bir sözlük olup mefâ’îlün mefâ’îlün fâ’ilün vezniyle yazılmıştır. Eser Şâhidî’ye çokça şöhret kazandırmış olup eser üzerine pek çok şerh ve nazîre yazılmıştır. Ayrıca eser Arap âlimlerinden İbrahim İbn-i Süleyman Ezherî, Allâme-i Hafacanî’nin öğrencilerinden Abdülkadir-i Bağdâdî ve Eğribozlu Ahmed Selâmî tarafından Arapça’ya tercüme edilmiştir. Manzum Rumca tercümesi de bulunmaktadır. Eser, 1858 yılında İstanbul’da basılmıştır. Antoinette Verburg’un eser üzerinde 1997 yılında yayımlanmış bir çalışması bulunmakta olup 2005 yılında Ahmet Hilmi İmamoğlu tarafından transkribe edilerek yayımlanmıştır. 9) Gülistân Şerhi: Eserin dili Farsça olup Şirazlı Şeyh Sadî’nin Gülistan isimli eserinin şerhidir. Kaynakların söz ettiği eserin nüshalarına rastlanmamıştır. 10) Sohbetnâme: Eserin dili Arapça olup tek nüshası bulunmaktadır. Mürşit ile müridin sohbet adabından bahseden bir eserdir. 11) Müşâhedât-ı Şâhidiyye: Eserin dili Arapça olup bu eserden bahseden tek kişi Sâkıb Dede’dir. Eserde Şâhidî’nin Mevlânâ’dan ve şeyhi Divânî Muhammed Çelebi’den aldığı feyizler anlatılmıştır. Risâle tarzında yazıldığı belirtilmektedir. 12) Tıraşnâme:  Farsça olup iki nüshası bulunmaktadır. Abdülbaki Gölpınarlı, eserin içerik, vezin, kafiye kuruluşu açısından Şâhidî’ye ait olduğunu belirtmektedir. 13) Risâle-i Âfâk u Enfûs:  Farsça olup iki nüshası bulunmaktadır. Abdülbaki Gölpınarlı, bu eserin de içerik, vezin, kafiye kuruluşu açısından Şâhidî’ye ait olduğunu belirtmektedir.

Kaynakça

Açık Önkaş, N. (2013). Mevlânâ Okyanusundan Muğlalı Şâhidî Denizine. Muğla: Muğla Belediyesi Yay.

Açıkgöz, Namık (2008). Şâhidî ve Muğla’da Mevlevîlik. Muğla.

Ali Enver Dede (1309). Semâ’-hâne-i Edeb. İstanbul.

Canım, Rıdvan (hzl.) (2000). Latifî, Tezkiretü’ş-Şu’arâ ve Tabsıratü’n-Nüzemâ (İnceleme-Metin). Ankara: AKM Yay.

Çıpan, Mustafa (1982). Muğlalı İbrahim Şâhidî, Hayatı, Edebî Şahsiyeti, Eserleri, Divan ve Gülşen-i Vahdet: Tenkidli Metin. Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Gazi Üniversitesi.

Çıpan, M. (1986). Muğlalı Şâhidî İbrahim Dede, Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri. Konya. 33.

Çıpan, Mustafa (2002). Divane Mehmed Çelebi. Konya: Konya Valiliği İl Kültür Müdürlüğü.

“Ebrāhim Dede Šāhedi” (1998). Encyclopaedia Iranica. Vol. VIII. California. 65-66.

Genç, İlhan (hzl.) (2000). Esrâr Dede, Tezkire-yi Şuarâ-yı Mevleviyye. Ankara: AKM Yay.

Gölpınarlı, Abdülbaki (1983). Mevlânâ’dan Sonra Mevlevilik. İstanbul: İnkılap ve Aka Kitabevleri. 

Ahmet Hilmi (2005). Muğlalı Şâhidî İbrahim Dede, Tuhfe-i Şâhidî, Farsça-Türkçe Manzum Sözlük. Muğla: Muğla Üniversitesi Yay.

İmamoğlu, A. H. (1993). Muğlalı Şâhidî İbrahim Dede. Tuhfe-i Şâhidî. Farsça-Türkçe Manzum Lugat. Muğla: Muğla Üniversitesi Yay. 28.

İsen, Mustafa (1991). Latifî Tezkiresi. Ankara: Akçağ Yay.

Kılıç, Atabey (2007). “Türkçe-Farsça Manzum Sözlüklerden Tuģfe-i Şāhidí (Metin)”. Turkish Studies 2/4: 517-548.

Kılıç, Filiz (hzl.) (2010). Âşık Çelebi Meşâ’irü’ş-Şu’arâ. İstanbul: İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Yay.

Kutluk, İbrahim (hzl.) (1989). Kınalızade Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şuara. İstanbul: TTK Basımevi.

Külekçi, Numan (1996). Şâhidî İbrahim Dede, Gülşen-i Vahdet. Ankara: Akçağ Yay.

Mustafa Sâkıb Dede (1283). Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân 3. Kahire: Matbba-i Vehbiye.

“Şâhidî” (2007). Türk Dünyası Ortak Edebiyatı: Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi. C.VIII. Ankara.

Şimşekler, Nuri (1998). Şâhidî İbrahim Dede’nin Gülşen-i Esrâr’ı: Tenkidli Metin, Tahlil. Doktora Tezi. Konya: Selçuk Üniversitesi.

Tatçı, Mustafa (hzl.) (2003). Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri I-II-III. Ankara: Bizim Büro Yay. 

 Verburg, Antoinette (1997). “The Tuģfe-i Şāhidí: A Sixteenth Century Persian-Ottoman Dictionary In Ryhme”. Archivum Ottomanicum 15: 5-88.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: BÜNYAMİN TAN
Yayın Tarihi: 28.09.2013
Güncelleme Tarihi: 29.10.2020

Eserlerinden Örnekler

 Gazel

Zâhid ibâdet eylediginden riyâ ile

Yegdür şarâb-ı nâb içe bir dilrübâ ile

Zerk ile halka tâatin itmekden âşkâr

Hoşdur günâh-ı sır ide havf u recâ ile

Devlet anun ki ola murâdı rızâ-yı Hak

Hâlis ibâdet eyleye zevk ü safâ ile

Âşık çü aşk u şevk ile müştâk-ı rûy-ı yâr

Her dem niyâzı sûz ile derd ü belâ ile

Ey Şâhidî-i âşık-ı şeydâ-yı Mevlevî

Gel gir semâa raks idelüm def ü nây ile

(Genç, İlhan (hzl.) (2000). Esrar Dede, Tezkire-i Şu’arâ-yı Mevleviyye, Ankara: AKM Yay. 252.)

Tuhfe-i Şâhidî

Leb tudak u ruh yanak çeşm ü göz ü rûy yüz

Kirpige müjgan müje dest el ayag oldı pây

Gûş kulag u dûş omuz mûş sıçan u hûş us

Dûd tütün bûd idi zûd tiz ü rûd çay

Kârd bıçak ârd un demrene peykan dimiş

Nîze sünü zih kiriş tîr ü kemân ok u yay

Hûr güneş ü yir zemîn jâle çiy gök âsmân

Yagmura bârân digil ebr bulut mâh ay

Gâv öküz ester katır har eşek üştür deve

Esb at u mâdiyan kısrag u hem kürre tay

(Kılıç, Atabey (2007). “Türkçe-Farsça Manzum Sözlüklerden Tuģfe-i Şāhidí (Metin)”. Turkish Studies 2/4: 521.)

 
 
 
 
 

Sûfîyâ nûş it mey-i sâf-ı ger istersen safâ
Âşık ol mestâne çâk it perde-i havf ü recâ

Ârdur ‘uşşâk içinde nâm u nâmûs vakâr
Hîle vü sâlûs u zerk ü hod-furûşî vü riyâ

Vasl-ı Hak’dan lâf urursun cîfe-keşsin zâg-veş
Sen degülsin bülbül-i şeydâ-yı bâg-ı kibriyâ

Lâf urursun kim bekâ mülkinde şâh-ı bâkıyem
Pes neden sen tâlib-i dünyâ-yı dûn-ı bî-vefâ

Şâhidî sen şâh-ı mahfîsin sana sen perdesin
Senligi mahv it senünle âşinâ ol âşinâ

*

 Derde düştü can
 Bulmadan dermân
 Olmuşam nalân
 Aşka düşelden

 Bî-karar oldum
 Hâki sâr oldum
 Zâr u mâr oldum
 Aşka düşelden

 Yüreğüm yare
 Bulmadum çare
 Oldum avare
 Aşka düşelden

 Zâr u giryânum
 Mest ü hayrânum
 Gûy u çevgânum
 Aşka düşelden

 Şâhidî câne
 Koyup merdâne
 Girdi meydâne
 Aşka düşelden