KARIŞIK

13 Ekim 2020 Salı

 

NALINCI DEDE (MİMİ DEDE) TÜRBESİ. İSTANBUL





(d.? / ö.1661)

Adı, Mehmed, künyesi Na'lınî Dede Meczub Mimi Şeyh Mehmed Halvetî'dir. Yatağan Dede diye de bilinir. Mevlevi dervişi olduğu da rivayet edil­mektedir. 1540 yılında doğduğu sanılır. 1661 yılında vefat etmiştir. İstanbul'a geldikten sonra, devrinin büyüklerinden ders almış, geçimini, Unkapanı'nda, Azebler Camii karşısındaki dükkânında yaptığı nalınlardan sağlamıştır. İstanbulluların kalbinde taht kuran, kimsesizlerin ve fakirlerle dul ve yetimlerin yardımına koşan, kazandığını sırf Allah rızası için harcayan Nalıncı Dede Hazretleri'nin şöhretini bir gün Sultan III. Murad Han da duymuş, ama bir süre görüşmeleri nasip olmamıştır. Na'lıncı Dede Hazretleri, 1661 yılında ecel şerbetini içmiş, o da ruhunu teslim edip, dünyadan göçmüştür. Vefatı Sultan III. Murad Han'a rüyasında bildirilmiş, Padişah: "Cenaze namazımı Fatih Camii'nde kıldır, dükkânıma da gömdür. Yanı­na bir çeşme, bir de dergâh yaptır" diye vasiyette bulunmuştur. Padişah da Na'lıncı Dede Hazretleri'nin rüyasındaki vasiyetini aynen yerine getirmiştir. Vefatından sonra da birçok kerameti görülen Na'lıncı Dede Hazretleri'nin türbesi, Unkapanı ile Cibali arasında, Küçükmustafapaşa'da, Yeşiltulumba semtinde, Üsküplü Caddesinde, Haraççı Kara Mehmed Mescidi karşısındadır.

11 Ağustos 2020 Salı

DEMİR BABA TÜRBESİ ..KEMALLER..BULGARİSTAN





Bulgaristan'ın Kemaller ilçesine bağlı Mumcular köyünün bir yanı yeşil ormanlar, diğer yanı sarp kayalıklar. Bu derin bir vadinin içinde bir tekke var. Osmanlı'dan miras Demir Baba Tekkesi’nin ünü tüm Balkanlar'a yayılmış durumda.  

Demir Baba Tekkesine; 1651 yılında Bulgar topraklarını ziyaret eden Evliya Çelebi’nin anılarında da rastlanıyor. Evliya Çelebi, bir zamanlar burada 150 dervişin bulunduğunu, aş ocağının gece gündüz kaynadığını ve gelene geçene yemek verildiğini yazıyor.

Tekkeyi yaklaşık 500 yıl önce kendi elleriyle inşa ettiği rivayet edilen Demir Baba'nın, Hasan Demir adlı bir pehlivan olduğu rivayet ediliyor. Havası ve suyuyla pek çok pehlivan yetiştiren Deliorman bugün de pehlivanlar diyarı olarak anılıyor. İki kayanın arasına yapılmış ve iki yanında bütün kayadan yontulmuş merdivenler bulunan tekke, tarihi ve mistik havasıyla her gün yüzlerce kişi tarafından ziyaret ediliyor. 


Mermer sütunlu kemerli kapıdan girildiğinde Hazreti Ali ve Bektaşi sembollerinin yer aldığı türbe karşılıyor ziyaretçileri. Burada dualar ediliyor. Demir Baba’nın sandukasının üzerinde ziyaretçiler tarafından teberrüken bırakılan çeşitli örtüler, havlular ve kıyafetler yer alıyor. 
Müslümanların da Hristiyanların da Kahramanı

Demir Baba ile ilgili bölgede birçok rivayet var. Hem Müslümanlar, hem de Hristiyanlar tarafından bir kahraman olarak anılıyor. Demir Baba ile ilgili bir rivayete göre ise susuzluk çekilen bir dönemde büyük bir taşa beş parmağını koyarak oradan su akıtır. O zamandan sonra vadi, kristal gibi  berrak bir suya kavuşur.

Tekke duvarlarındaki oyukların da farklı bir anlamı var. Duvarda bulunan iki oyuğu gözleri kapalı bir halde bulan ziyaretçilerin günahsız olduğuna inanılıyor. Tekkenin bahçesindeki eski ahşap ev ise "Bektaşi kültürü" adlı bir müze. Demir Baba'nın 3-4 kilo ağırlığındaki ayakkabılarının bir benzeri de burada saklanıyor.

Demir Baba Tekkesine ulaşmaksa pek kolay değil. Tekkeye, ormanların içinden geçip, 600 basamaklı merdiven inilerek ulaşılıyor.Rumeli Bektaşiliğin önemli merkezlerinden Demir Baba Tekkesi, Osmanlı metinlerinde Ağaz Denizi denilen yörede, ziyaretçilerini ağırlamaya devam ediyor. 

8 Ağustos 2020 Cumartesi

 

Yusuf Hakikî Baba türbesi ...Niğde..aksaray





Aksaray' da medfun bulunan velilerdendir. Halk arasında Somuncu Baba diye meşhur olan Hamid-i Veli Hazretle­ri'nin oğludur. Çocukluğundan itibaren babasının terbiyesi altında yetişip kemale eren Yusuf Hakikî Baba Hazretleri, Konya ve Aksaray medreselerinde okumuştur. Babasından sonra vefatına kadar Aksaray'da evinde şeyhlik yaptı. "Hakîkatnâme", "Muhabbetname" ve "Metâliul İman" adlı eserlerinin yanında tasavvuf edepleriyle ilgili bir eseri ve babasının "Şerh-i Hâdis-i Erbain" adlı eserine yazdığı haşiyesi olan Yusuf Hakikî Baba Hazretleri'nin türbesi, Aksaray'da, Şeyh Hamid mahallesindeki evin bahçesindedir. 

19 Haziran 2020 Cuma

AZİZ DEDE TÜRBESİ..KÜTAHYA






Kütahya'nın Altıntaş ilçesine bağlı Akçaköy'de bulunan Azizdede türbesine, şifa aramak için çevre il ve ilçelerden gelen vatandaşların büyük rağbet gösterdiği belirtildi.Köy Muhtarı Hasan Kahraman, Azizdede isimli zatın, Horasan yöresinden geldiğinin rivayet edildiğini, eskilerin 'Lokman Hekim', 'Şifa Dağıtıcısı' olarak bildiğini anlattı. Azizdede türbesinin Kütahya içinden ve şehir dışından sürekli şifa arayan insanların ziyaretlerine sahne olduğunu aktaran Kahraman, gerçek anlamda tarihini kimsenin bilmediği türbede, Azizdede'nin ailesi veya müritleri olduğu sanılan 11 adet kabrin daha bulunduğunu belirtti.Türbelerinin içinde dikkati çeken tek bir kaya bloğun içine oyulmuş vaziyetteki ilginç kuyu hakkında bilgi veren Muhtar Kahraman, felçli ve çocuğu olmayan hastaların bu kuyudan çıkan suyla yıkanarak şifa bulduğunu, zaman zaman da ruhsal rahatsızlıkları bulunan hastaların türbe içinde geceleyerek şifa bulacaklarına inandıklarını ifade etti. Kuyunun Azizdede tarafından tek bir kılıç darbesiyle açıldığının rivayet edildiğini dile getiren Muhtar Kahraman, kuyu içindeki suyun tahlillerini yaptırarak, kaliteli ve içilebilir nitelikte olduğunu da belgelediklerini kaydederek "Ben 41 yaşındayım ve kendimi bildim bileli köyümüzdeki türbeye Türkiye'nin çeşitli il ve ilçelerinden şifa bulmak için gelenler olur. Türbemize gelerek arabadan değnekle inen yaşlı bir teyzenin yakınları, "İndirirken çok bunaldık, yahu tekrar nasıl arabaya bindireceğiz" diye söyleniyordu. Fakat türbe içindeki kuyumuzdaki suyla yıkanan teyzenin giderken arabaya kendi imkanıyla ve seri bir şekilde bindiğini kendi gözlerimle gördüm" dedi
Buradan şifa bulan hasta ve hasta yakınlarının tekrar türbelerine gelerek kurban kestiklerine de çokça şahit olduklarını anlatan muhtar Kahraman, türbelerinin kapısının derdine çare arayan tüm hastalara açık olduğunu dile getirdi. - KÜTAHYA

SÜMBÜL BABA TÜRBESİ.. TOKAT




Selçuklu veziri Muinüddîn Pervâne'nin kızı Safiyeddin'e bağışlanmış bir köle olduğu rivâyet edilir. 13. yüzyılda Tokat'ta yaşamış olup, Hacı Bektâş-ı Velî hazretlerinin halîfesi olduğu bilinmektedir. Tokat'ta bulunan zâviyesini 1292 yılında kendisi yaptırmış olup, kabri de zaviyesinin içindedir.

10 Haziran 2020 Çarşamba

Şah Sultan Türbesi..malatya .arguvan




“...Şah Sultan Ana Malatya’nın İsa köyde doğmuştur. Doğum tarihi belli değildir. Ahmet Baba adında bir köylünün kızıdır.
Baba Ahmet’in kızı Sultan; uyanık, anlayışlı, duygulu bir kızdı. O sıralarda halk şairi Derviş Muhammet, İsa köyde hem deyişleriyle, hem çevresine yaptığı uyarmalarla bir din ulusu, yol büyüğü sayılıyordu.
Baba Ahmet’in kızı Sultan da Derviş Muhammet’in şiirlerini dinleye dinleye büyüdü; duyguları, düşünceleri gittikçe genişlik kazandı, sonunda Derviş Muhammet’e mürit oldu. Artık o da Derviş Muhammet gibi düşünmeye ve şiir söylemeye başlamıştı.
Önce büyük bir ilgi gördü, saygı gördü; kendisine Şah Sultan denildi. O da mürşidi Derviş Muhammet gibi öğüt yollu şiirler söyledi. Ustasının izinden gitti.
Öte yandan köyün ileri gelenleri bu gidişten hoşlanmıyorlardı. Derviş Muhammet’le dervişleri Ahmet Aşıki ve Şah Sultan bu yüzden köyün ileri gelenleri ile çatışmaya düştüler. Şah Sultan, onlar için taşlamalar söylemeye başladı.
Şah Sultan’ın kendi düşüncesinde olmayanlarla yaptığı bu münakaşalar aleyhindeki havanın gittikçe artmasına sebep oluyordu. Zaten Derviş Muhammet’le Ahmet Aşıki de köylülerle bu yüzden geçinemiyorlardı. Sonunda üçü hakkında hükümete şikayetler yapıldı, soruşturma açıldı. Derviş Muhammet de, dervişleri de artık bu köyde rahat edemeyeceklerini anlamışlardı.
Derviş Muhammet daha önce bu köyden ayrılmış, Divriği’nin Anzağar köyüne göç etmişti. Şah Sultan da onun ardından Anzağar’a gitti.
Derviş Muhammet’i sevenlerden, muhiplerinden bir bölük, Arguvan’ın Bozan köyünde oturuyorlardı. Bir müddet sonra Şah Sultan mürşidinden izin aldı; Anzağar’dan ayrılıp Bozan köyüne gitti, oraya yerleşti.
Ahmet Aşıki de Anzağar’dan ayrılıp Kayseri’ye göç etmişti. Üçler böylece dağıldılar.
Ahmet Aşıki ile Şah Sultan’ın sıcak, temiz bir dostluğu vardı. Bunların can yoldaşı oldukları o bölge köylüleri arasında söylenip gitmektedir.
Şah Sultan 1845 yılında Arguvan’ın Bozan köyünde ölmüştür”.

Başka bir menkıbeye göre ise şöyle anlatılmaktadır:
“Şah Sultan da Derviş Muhammet ve Aşıki Ahmet Ağa gibi İsa Köyünde doğmuştur. Babasının adı Babo Ahmet isminde fakir bir çiftçidir.
Şah Sultan’ın doğum tarihi belli değildir. Derviş Muhammet, hakiki evliya yolunu halka öğretmeye çalışarak dedelerin içkili ve değnekli soyguncu ayinlerinin doğru olmadığını, batıl bir yol olduğunu telkin edince Şah Sultan’ın babası Ahmet de Derviş Muhammet’e intisap etmiş, Şah Sultan da daha genç yaşında Derviş Muhammet’e bağlanarak ruhunu istila eden ilahi bir aşk ile dünya meşgalesinin ve zevkinin bir kıymeti olmadığını anlayarak tecerrüde(her şeyden vazgeçip Allah’a yönelme) girmiş, Derviş Muhammet’i ve Aşıki’yi köyden çıkaran müstebit beyler bu sefer de ‘Bu kız evliyalık taslıyor’ diye zulme başlamışlar, bir çok defa zabıtaya ihbar etmişler, bir çok eza cefa görmüş ise de bir müddet daha tahammül etmiş; nihayet evini hırsızlar talamış ve türlü işkenceler yaparak köyden çıkarmışlardır. Bir zaman Anzağar'’a Derviş Muhammet'’n yanında kalmış ve sonra da Derviş Muhammed'’n müsadesiyle Bozan Köyündeki muhiplerin yanına yerleşerek hayatının sonuna kadar orada kalmış ve 1264(1847)'’e bu fani hayata gözlerini kapamıştır".


Şah Sultan’ın Türbesi:
Şah Sultan’ın türbesi Bozan köyünün kenarındadır. Kiremit çatılı ve toprak malzemeli türbede Şah Sultan’a ait bir kabir bulunmaktadır.

Türbenin girişinde görkemli bir Atatürk büstü yer almaktadır. Türbeye gelenlerin kurbanlarını kesip pişirmeleri için eklentiler yapılmıştır. Türbenin bitişiğinde oldukça büyük bir yemakhane bulunmaktadır.

Türbe kutsal günlerin dışında, daha çok adak adamak ve *****leri kabul olunca da kurban kesmek için çeşitli zamanlarda ziyaret edilmektedir. Çocuk sahibi olmak isteyenler, çocuklarının askerden veya gurbetten sağ salim dönmesini bekleyenler çoğunluktadır.

Söylence: Şah Sultan Cezaevine girmiş. Orada gardiyanlar Şah Sultan’a kötü davranmışlar. Evliyalığına inanmamışlar. Şah Sultan’a kötü davranan gardiyanın oğlu da askerde imiş. Gardiyana beddua etmiş. Oğlunun cenazesi gelmiş.
Ali Pir Civan Türbesi..amasya ..gümüşhacıköy


Ali Bir Civan, Pir Ali Bir Civan olarak da anılan Ali Pir Civan Alevi vatandaşlarımızın saygı duyduğu bir velidir. Türkmen Kızılbaş Pirlerinden olarak bilinmektedir. Osmanlı Celali İsyanlarında kız kardeşiyle birlikte Gümüşhacıköy’de idam edilmişlerdir. Horasan erendir ve İmam Rıza soyundandır. Alevi pirlerinden Şah Mahmut Veli’nin dört oğlundan en küçüğüdür. Şah Mahmut Veli, Keçeci Baba ile akrabadır. Birkaç yıldır Ali Pir Civan adına şenlikler düzenlenmektedir.

Türbe 1902 yılında yapılmıştır. Türbenin sandukası 8 mt boyundadır. Pir Ali Civan’ın ayak ucunda kız kardeşi de medfun olduğu düşünülmektedir ve bu yüzden türbesi uzundur. Türbe paravanla ikiye ayrılmış olup, sanduka yanındaki bölüm mescit olarak kullanılmaktadır. Sanduka baş tarafı oturan insan figüründedir ve sanduka üzerinde ***** defteri bulunmaktadır.

Türbe siğil tedavisi için türbe yanındaki incir ağacından koparılan dala siğil sayısı kadar düğüm atılır. Ağrı ve sızılar için türbede bulunan geyik boynuzuyla ovularak tedavi uygulanır. Çocuğu olmayan kadınlara Amasya’da uygulanan “Satma Ritüeli” bu türbede de uygulanır. Öksürük için, ince hastalık için gelenler türbe ziyaretinden sonra türbe dışında bulunan Dede Pınarı suyundan içerler. Adaklar çoğunlukla kurban adağıdır ve türbede kesilerek yenilir. Ayrıca mum adağı, türbeye eşya getirme ve helva dağıtma gibi uygulamalarda görülmektedir.

Menkıbeler: 1-) 10 sene önce türbeye her sabah bir geyik düzenli olarak gelmektedir. Geyik türbe içinde bir-iki saat kalıp kaybolurmuş. Bu geyiği gören bir avcı geyiği vurur. Geyik birkaç damla kan bırakarak ortadan kaybolur. Avcı ve atı aynı gün bir kayadan düşerek paramparça olmuştur.

Kaynakça: Abdülhalim Durma –Evliyalar Şehri Amasya -2003 / Rahime Özdoğan –Amasya’da Adak Yerleri İle İlgili Halk Anlatıları -2006 / Harun Yıldız –Amasya Yöresi Örneğinde Alevi/Bektaşi Kültüründe İnanç Merkezleri

30 Mayıs 2020 Cumartesi


VELİ DEDE (ONACAK) TÜRBESİ ..BURDUR






BURDUR ili Yeşilova İlçesine bağlı bir yayla köyü olan Onacak küyüne gidebilmek için merkezden araçla 1-2 saatlik taş ve topraklı yolda, yaklaşık 2000 rakımlı yüksek bir köye çıkmanız gerekiyor. Köy de kış aylarında hiçbir kimse kalmaz ve yaz aylarında hayvan otlatmak (genellikle keçi ve koyun) için çıkılır. VELİ DEDE için;Köyün ileri gelenlerinden ve dede den oğula söylene gelen en bilinen sağlam söylenti: VELİ DEDE derviş görünümlü haliyle bu bölgede hangi köye gitti ise kabul edilmemiş.. onlarca köy içinden bu Onacak köyüne vardığında ise köylüler tarafından hürmetle karşılanmış.. O dönemde çok susuzluk çeken ve susuzluktan kırılan köy halkının bu halini görünce elindeki asasını (Baston'u) "YA ALLAH.. YA BİSMİLLAH.." diyerek yere kuvvetlice vurur vurmaz topraktan yaklaşık 7 metre gibi yükseğe su fışkırarak ve YÜCE ALLAH'ın izniyle köy halkını susuzluktan kurtarır. Türbenin kenarında halen daha azda olsa çıkan bu su akmakta. Bilinen bir gerçekte hangi yerden ve hangi ilden olursa olsun veli dedenin yanına giden her ruh ve sinir hastası(akıl hastaları..) anında şifa bulurmuş. 
KIRK KIZLAR TÜRBESİ ..TOKAT..NİKSAR




Kırk kız efsanesi    
Kırk kızlar hakkında farklı söylemler olduğunu ifade eden İçen, ''Kırk kızlar hakkında farklı iki söylem var. Birincisinde kırk kızların hastanede çalışan hemşire kırk kız olduğu söyleniyor. Diğerinde ise hastanede hasta olarak yatan kırk kız olduğu efsanesidir. Kırk kızların hepsinin hastalıktan aynı gün öldüğü söylenir. Sonra ikişerli gruplar halinde 20 mezara gömülüyorlar. 20 mezarı bir arada gören halk da bu tip toplu mezarları gördükleri yerlerde kırk kızların olduğunu düşünmüş'' diye konuştu.

Gökmedrese içinde bulunan türbedeki 21 sandukaya atfen, buraya ''Kırk Kızlar Türbesi'' denildiğini belirten İçen, şunları söyledi: ''Gökmedrese içerisinde bulunan türbe, Kırk Kızlar Türbesi olarak anılır ama bu türbe kırk kızlara ait değildir. Burası bir tıp medresesi olarak yapılmış, hastane olarak kullanılmış ve tıp eğitiminin verildiği bir medresedir. Yapı olarak Anadolu Selçuklu dönemine aittir ve 13. yüzyılın son çeyreğinde inşa edilmiştir. Yapının kitabesi bulunmadığı için ayrıca türbede bulunan sandukalar üzerinde de yazıtlar bulunmadığından kime ait olduğunu tam bilemiyoruz ama Anadolu Selçuklu medrese geleneğinde medreselerde türbe bulunur ve orada genellikle türbeyi yaptıran kişinin ailesi gömülüdür. Bu geleneğe uygun olarak da bu türbede yapıyı yaptıran kişi ve ailesi yatmaktadır. Yaptıran kişi olarak da 3. Gıyaseddin Keyhüsrev'in vezirlerinden Muineddin Süleyman Pervane gösterilir. Burada da Muineddin Süleyman Pervane ve ailesi yatıyor.''

Gökmedrese'nin kitabesiz bir yapı oluşu ve türbe içinde bulunan kabirlerin üzerinde de bir yazının olmamasından dolayı kabirde yatan kişilerin kimliği üzerinde değişik görüşlerin çıktığını ifade eden İçen, buradaki tanıtıcı tabelada Kırk Kızlar Türbesi yazmasıyla ilgili olarak da ''Bu tabelanın buraya asılmasının sebebi türbenin kırk kızlar efsanesi ile bağlantısının olup olmadığının anlaşılmasını sağlamaktır. Metnin içeriğinde de efsaneden bahsediliyor ve aslında bu türbenin Kırk Kızlar Türbesi olmadığı, yapıyı yaptıran kişinin kendisine ve ailesine ait bir türbe olduğu anlatılıyor'' dedi.

17 Mayıs 2020 Pazar

Yaren Dede türbesi  ..İzmir..kemalpaşa

Horasan'dan Anadolu'ya İslâmiyeti yaymak için gelen gâzi dervişlerdir. Hayâtı ve hangi devirde yaşadığı hakkında bilgi bulunamayan Yâren Dede'nin kabri, Kemalpaşa’nın Yukarı Kızılca köyünün merkezine çok yakın bir tepededir.

Köyün Alevilerinin Tufan Dede, Sünnilerin Yaren Dede ve Pelit Dede tarafından korunduğu, her yıl aşure ve Hıdırellez şenlikleri Tufan Dede mesire alanında yapıldığı söylenmektedir

Şid Abdal türbesi ..kabataş..ordu




Türbesi Ordu ili, Kabataş ilçesi, Kuzköy Mahallesinde bulunan ve bölgede Şeyh Halil, Şidlü Dede, Sütlü Baba gibi adlarla bilinen Şit Abdal, bölgenin maddi ve manevi fethinde büyük rol oynayan Horasan erenlerinden ve Abdalân-ı Rûm’dan olup 1395 tarihli şeyhlik beratına göre Hızırü’r-Rûm’un oğlu ve Bâyezid-i Bistamî halifelerindendir. Şit Abdal, fetih hakkı olarak Bayramlu’nun Fidaverende bölgesindeki Kuzköy’de yerleşmiş ve köyün mülküne sahip olmuştur. Burada kurduğu zaviye ile geniş bir bölgede kısa bir sürede saygın bir mevkie ulaşmıştır. Bölgenin Türkleşmesinde ve iktisadi açıdan kalkınmasında önemli bir yere sahip olan Şit Abdal’dan günümüze 1395 tarihli Arapça şeyhlik beratı, fonksiyonu tam olarak belirlenemeyen işlemeli, oval bir taş ile bakır taslar, üzerinde yazı ve üç adet tutamacı, içerisinde balık deseni olan bir tencere ile makalenin konusunu oluşturan ejderha başlı demir bir asa ulaşmıştır. Ejderha motifinin genel olarak Çin’den geldiği düşünülse de İslâm öncesi ve sonrasında Türk sanatında yaygın bir motif olarak kullanılmıştır. Anadolu’da ve Türk dünyasında çeşitli örnekleri bulunan ejderha, bazen kanatlı, ayaklı, kulaklı, ağzından ateş püsküren ve vücudu balık pulları ile donanmış bir hayvan olarak tasvir edilmekte iken bazen de ayakları ve kanatları olmayan kulaklı yılan olarak işlenmektedir. Türk mitolojisinde yer-su ve gök kültleri ile ilgili olan ejderha, bolluk ve bereketin aynı zamanda yeniliğin ve koruyuculuğun simgesi olmuştur. En eski zamanlardan itibaren Türkler ejderhayı tanımlarken, luu, büke, nek yılan, evren ve ejder ifadelerini kullanmışlardır. Ejderha motifini ise hemen hemen sanatın her dalında işlemişlerdir.

29 Nisan 2020 Çarşamba

     HZ .ELYESA  TÜRBESİ CAMİİ...DİYARBAKIR







Diyarbakır’ın en önemli manevi mekanlarında biri olan Hz. Süleyman camii, Nisanoğlu Ebul Kasım tarafından 1115-1160 yıllarında yapılmıştır. Nasıriye camii , Hz. Süleyman Camii ve Kale camii olmak üzere üç isimle anılır. Caminin bitişiğinde Diyarbakır’ın fethinde şehit olmuş Süleyman ibni halid dahil , 27 sahabe bu bölgede , 13 sahabe ise surların farklı yerlerinde şehit olmuş burada meşhedleri bulunmaktadır.             Diyarbakır’ın fethi Hz. Ömer zamanında Caminin bulunduğu bölgeden başlamıştır.
Türbeye açılan güneydeki pencerenin üzerinde 1631-1633 yıllarında yazılan kitabede Halid bin Velid’in oğlu ile 24 Sahabe’nin kubbenin altında metfun olduğu belirtilmektedir. 
Kitabenin metni şöyledir;
” Halid oğlu fatih-i Amid Süleyman Hazreti
Kim yiğirmidört sahabeyle olup bunda şehit
Kubbenin altında metfundur sahabe cümlesi
Bu müşerref yerde mesken kıldırlar vekt-i medid
Murtaza Paşa Silahdara Huda ihsan edüp
Bir müzehhep perde astı üstüne anın cedid
Kıldı ihya zib ü ziynette der ü divarını
Kim okursa fatiha ruz-i ceza ola said ”
Kuzey- Güney doğrultusunda dikdörtgen plan şemasında inşa edilen cami oldukça sadedir. Bazalt taş tamamen yapıya hakimdir. Cami, sahabeler türbesi, Namazgah, kare minaresi ve çeşme dizisinden oluşan bir yapı topluludur. Yapının minaresi de kare formlu minare olması bakımından dikkat çekicidir.
Diyarbakır’ın müslümanlar tarafından fethinden günümüze kadar önemini kaybetmeyen ve halkın maneviyat aleminde değerini fazlasıyla koruyan bu sahabe türbeleri, Diyarbakır’ın manevi sembolü olup, yılda 100,000 kişi tarafından ziyaret edilmektedir.
Kaynak ; Diyarbakır Kutsal Yerler Atlası ; T.C. Diyarbakır Valiliği , editör Doç.Dr. İrfan Yıldız
Kaynak; Nebiler,I. Uluslar arası Sahabiler , Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu 25-27 mayıs 2009 , diyabakır valiliği ve dicle üniversitesi , Diyarbakır’da Sahabe Nesli , Prof. Dr. Muhammed Çelik

Hz. Süleyman Camii ve 27 Şehit Sahabe Türbesi..diyarbakır







Hz. Süleyman Camiisinin Dünyada Örnegi Yok  Diyarbakır gerçek anlamıyla birpeygamberler ve sahabeler kenti.Şehirde 9 peygamber kabri, 3 peygambermakamı ve 541 sahabe kabri bulunuyor.
Dünyada, Mekke ve Medine'den sonra ençok Peygamber ve Sahabe mezarınınbulunduğu şehir Diyarbakır. Tarihi surlar,adeta abdestsiz gezilmeyecek kadar mukaddes. Rivayetlere göre, İslamiyet'idünyanın her yerine ulaştırmak isteyen Hz. Ömer, Diyarbakır'ın fethi için İyaz binGanem komutasında 8 bin kişilik bir ordu hazırlar.Halid bin Velid'in de yer aldığı İslam ordusu 638 yılında surlara dayanır.Kuşatma beş ay sürer. Şehre bir türlü girilemez. Halid bin Velid, sur dibinde gizlibir su deliğini bulur ve bunu genişleterek içeri girebileceğini keşfeder. Kısa boylu ve zayıf 40 fedaiye ihtiyaç vardır. Nizip-Bağdat arasındaki bölgeyi kapsayan El Cezire'nin valiliğini yapan Hz. Süleymanda fedailerin arasına katılır. Babası Halid Bin Velid'in planını canı pahasına uygular.Takvim yaprakları 27 Mayıs 638'i gösterirken fedailer, sur kapıları açmak üzere atık su giderinden içeri girer. Kilit ve zincirleri kırıp kapıyı açarlar. Bu sıradaHz. Süleyman ile birlikte 27 sahabe şahadet şerbetini içer. Diyarbakır'ınİslam ordularınca fethedildiği müjdeli haberi Hz. Ömer'e ulaştırılır. Başkomutanİyaz Bin Ganem, şehre vali olarak atanan Sultan Sasa'ya 500 kişilik yardımcıbıraktıktan sonra başka yere doğru gazaya devam eder.
Hz. Süleyman Camii olarak bilinen Nasriye Kale Camii, fetihten takriben 500sene sonra Nisanoğlu Ebul Kasım tarafından yaptırılır. Ebul Kasım'ın rüyasına giren Hz. Süleyman, "Üzerimizne zamana kadar açık kalacak?"sorusunu yöneltir. Bunun üzerine bölgeye cami inşa edilir. Ziyaretçilere sahabelerin şehit edilmesi olayını büyük heyecanla anlatıyor. Arından da sitem ediyor:"Şanlıurfa'da bir peygamber makam ıvar. Diyarbakır'da 6 kabir, 3 makam var.Ancak kimse peygamberler şehridemiyor."İnanç turizmi açısından Hz. Süleyman Camii'nin bir hazine olduğunu belirten
Sönmez, tanıtım ve çevre düzenlemesineihtiyaç duyulduğunu kaydetti. DiyarbakırMüftü Ali Melek de camide bulunanmanzun eserde 27 şehit sahabe isminintek tek yazılı olduğuna işaret etti.Diyarbakır'ın peygamberler, sahabelerve nebiler kenti olduğunu ancak buyönüyle gündeme getirilmediğini anlatanMelek, bu konuda herkesin üzerinedüşmesi yapmasını istedi.CAMİDE NAMAZ KILMAYAN VELİ
Rivayetlere göre, Mevlana Halid-iBağdadi bir seferden dönerken namaz kılmak için Hz. Süleyman Camii'negelmiş. İçeriye adımını atar atmaz geriçekilmiş. Dönüp cami avlusunda namazını kılmış. "Namazı neden avluda kıldınız?" diye soranlara, "Orada o kadarçok şehit bir aradaydı ki onları incitmektense dışarıda kılmayı tercih ettim." Cevabını vermiş.Hz. Süleyman Camii'nde medfun bulunan sahabeler:Hz. Süleyman, Hz. Rıdvan, Hz. Mesut, Hz.Beşir, Hz. Hamza, Hz. Amr, Hz.Sabe, Hz.Sabit, Hz. Zeyd (2 ayrı kişi), Hz. Halid (2),Hz. Numan, Hz. Muhammed (2), Hz.Abdullah (3),Hz. Hasan (2), Hz. Ka'b-Zişan, Hz. Fudayl, Hz. Malik, Hz. Fahr, Hz.
Ebul Hamd, Hz. Ebu Nasr ve Hz. Muğire."

7 Nisan 2020 Salı

Geyik Koşan Türbesi ...alaçam samsun





TARİHÇE: Halk arasında “Geyik Koşan” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihi hakkında kesin bilgi edinilememektedir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe; orijinali ahşap iken son yıllarda betonarme olarak yeniden inşa edilmiştir. Çatısı beton olup, dışı yerden denizliklere kadar fayans, denizlik ile tavan arası sıva üstü boya, binanın iç kısmı ise iki bölüm halinde yerden tavana kadar desenli fayans ile kaplıdır. Türbeye ait sanduka ise fayans kaplama üzeri mermerdir.
RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Geyik Koşan hakkında çeşitli rivayetler anlatılmakla birlikte Türbe Geyik Koşan dede efsanesiyle bütünleşmiştir. Rivayete göre şimdiki Geyik Koşan mevki çevresinde ormanlıklar bulunan bir yermiş. Türbede metfun bulunan zat, burada yaşar ve geçimini çiftçilikle sağlarmış. Tarlasını bir çift geyikle sürermiş. Bu zatın tarlasını geyiklerle sürdüğünü görenler yaşanan durumu başkasına söyler söylemez gözleri kör olurmuş. İşte bu efsaneden dolayı türbede metfun bulunan zat yöre halkı tarafından Geyik Koşan olarak anılmış, söz konusu bölgede ismini bu efsaneden almıştır. Bölge Alaçam ve Bafra halkı tarafından yaz aylarında mesire yeri olarak kullanılmaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.

20 Mart 2020 Cuma

YAZICIOĞLU ÇİLEHANESİ..GELİBOLU 






Kitab- ı Muhammediye’nin yazarı Yazıcıoğlu Mehmet Efendi’nin Gelibolu’daki çilehanesi…
Yazıcıoğlu, ya da Yazıcızade Mehmet Efendi, Gelibolu’da Feneraltı denilen yerde, kayaları oyarak bu iç içe iki küçük hücreden oluşan yeri yapmış. …
Burada, kendini dünya nimetlerinden çekerek dua ve ibadetle meşgul olmuş, manevi olgunluğa ermiş ve bir dönem, Kur’an-ı Kerim’den sonra en çok okunan Muhammediye kitabını yazmış…
Yazıcıoğlu Mehmet Efendi ve kardeşi Ahmed-i Bican, 15. asırda Gelibolu’da yaşamış büyük velilerdendir. Her ikisi de geride bir çok eser bıraktı. Ancak Yazıcıoğlu’nun 1449’da tamamladığı Kitab-ı Muhammediye, asırlarca çok geniş bir coğrafyada çok farklı kesimler tarafından çok büyük bir ilgiyle okundu.
Anadolu'da hem halk arasında hem de ilim çevrelerinde büyük yankı uyandırdı ve asırlarca Kur'an-ı Kerim'den sonra en çok okunan kitaplardan biri olma özelliğini korudu. Medreselerde ders kitabı olarak okutuldu.
Muhammediye'nin bu yoğun etkisi Anadolu'yla sınırlı kalmadı ve başta Balkanlar ve Tataristan olmak üzere Türkçe konuşulan büyük bir coğrafyaya yayıldı.
Benim rahmetli tonton nenem de sürekli Muhammediye okuyanlardandı. Her Cuma, Batı Trakyalı köy kadınlarını toplayıp onlara bu kitabı okurdu. 90 küsur yaşında vefat etti. Son günlerine kadar bu geleneğinden vazgeçmedi. Nur içinde yatsın…(30/ 07/ 2009)

ANA SULTAN TÜRBESİ..bursa











































Ana Sultan; Keles Küçükkovacık Mahallesi yakınlarındaki türbede defnedilmiş olduğuna inanılan ulu bir kadındır. Hayatı ve şahsiyeti hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte bu kadının Savcı Bey’in hanımı (Ertuğrul Gazi’nin gelini, Osman Gazi’nin de yengesi) “Avna Hatun” olduğu rivayet edilmektedir. Rivayete göre Savcı Bey genç yaşta kaybettiği eşinin anısına bir türbe yaptırmış, sancağını türbeye asmış ve her yıl bu türbenin başında onun hayrına fakir fukaraya yemek dağıtmıştır. Bu gelenek Küçükkovacık sakinleri tarafından 700 yıldır yaşatılmış olup halen sürdürülmektedir.

              Osmanlı dönemi belgelerinde bu türbe ile ilgili fazla bir bilgi yoktur. Sadece II. Selim devrine (1566-1574) ait bir tahrir defterinde “Kavacık köyü yakınlarında Fakire Ana Zaviyesi” adıyla buradaki zaviyeden bahsedilmektedir.
            Türbe; bahçe içerisindeki iki odadan müteşekkil olup girişe göre soldaki odada Avna Hatun’un sağdaki odada erkek kardeşinin(veya oğlunun) defnedilmiş olduğu rivayet edilmektedir. Türbenin yanında bir çeşme bulunmaktadır. Çeşmenin bilinen en eski banisi Hüdavendigar Vakfı’nın tahsildarı Hüseyin Ağa’dır. Bu şahıs tarafından Hicri 1160 (Miladi 1747-1748) yılında yaptırılan ilk çeşmenin inşa kitabesi mevcuttur.





18 Mart 2020 Çarşamba

Bulut Dede Türbesi.  Adana





Hayatı hakkında fazla bir bilgiye sahip olmadığımız Bulut Dede’nin yaşadığı dönem hakkında da bilgi yoktur. 17. Yüzyılda Bağdat’tan kardeşleri ile birlikte göç ederek Adana’ya yerleştiği rivayet edilmektedir.
Değişik kaynaklara göre rivayet edilen kardeşleri Durhasan Dede, Ali Dede, Çoban Dede, Sadık Dede, Yoğurt Dede, Tosun Dede, Cabbar Dede, Muhittin Dede, Zilli Dede, Ateş Dede, Bulamaç Dede ve Sultan Abla’dır.

Bulut Dede, Boğa Dede ve Tosun Dede mahalli velilerdir. Bunların yağmur yağdırma kerametlerine bağlı çeşitli inanç pratik ve efsaneler oluşmuştur. Mezarları, türbeleri, kendilerine ait eşyaların olması, yağmur yağdırma dileklerini gerçekleştirdiklerine inanılması, adak kurban olması, adlarının geçtiği dua ve benzeri sözlerin olması, adlarına türbe ve ziyaret yeri yaptırılması, etraflarında efsanelerin oluşturulması onları bir kült haline getirmiştir. Adana yağmur duası törenlerinde İslamiyet öncesi inanç motifleri ve kurban ritüel kalıntılarıyla, atalar kültündeki kabir ziyareti ölümden medet umma ile İslamî inançlar iç içedir. Bulut Dede ziyareti, Adana İli Seyhan İlçesi Ali Dede Mahallesi'nde Ayakkabıcılar Çarşısı içindedir.

Garib Hafız türbesi....Erzurum



Anadolu'da yetişen velîlerden. 1903 (H.1321) senesinde Erzurum'un Cedid mahallesinde doğdu. İsmi, İbrâhim Hakkı'dır. Erzurumlu İbrâhim Hakkı hazretlerinin neslindendir. Anne tarafından dedesi HacıMâhir Efendi, Rıfâî tarîkatı şeyhiydi. Garip Hâfız, küçük yaşta her bahar annesi ile birlikte dayısının yanına Erciş kasabasına giderdi. Buraya yakın olan Tortum Şelâlesi kıyısında akranları ile oynardı. Bir gün yine şelâlenin kıyısında oynarken, bir bektaşî dedesi gelerek, çocuklara; "Buradan aşağı atlayabilir misiniz?" diye sordu. O zamanlar beş yaşında olan Garip Hâfız; "Ben atlarım." diyerek yukarıdan şelâlenin döküldüğü yere atladı. Allahü teâlânın yardımı ile suya değmesi ile top gibi sıçrayarak kenara düşmesi bir oldu. Şelâlenin yanındaki keçi yolundan yukarı çıktı. Hâdise karşısında dehşete kapılan bektâşi dedesi korkusundan hızla uzaklaşıp gitti. Garip Hâfız, Erzurum'da Mustafa Niyâzi Efendiden Kur'ân-ı kerîm dersi aldı ve ezberledi. Hacı Ahmed Efendiden hat sanatını öğrendi. Kur'ân-ı kerîmi çok güzel okurdu. Mustafa Niyâzi Efendi, GaripHâfız'ı talebeliğe kabûl etmeden önce istihâreye yatmasını ve rüyâda ne gördüğünü söylemesini istedi. Rüyâsında hocası Mustafa Niyâzî Efendi elinden tutarak câmiye götürdü. Câminin içerisinde on iki âlim yarım dâire, halka kurup oturmuşlardı. Mustafa Niyâzi Efendi câmideki âlimlere; "Efendiler bu çocuk kırâat ilmini öğrenmekte talebe olmak ister. Ne buyurursunuz?" diye sordu. Onlar; "Oku Hâfız! Oku!" dedi. Ertesi gün Garip Hâfız rüyâsını Mustafa Niyâzi Efendiye anlattı ve ona talebe olarak kırâat ilmini öğrendi. On iki yaşına geldiğinde annesini kaybeden Garip Hâfız, Erzurum'dan Sivas'a gitti. Burada Kazancızâde Emin Edip Efendinin sohbetlerine devâm etti ve ondan feyz aldı. Sivas Dâr-ül-muallimîn okulunda Arapça ve Kur'ân-ı kerîm hocalığı yaptı. Sivas'tan Merzifon'un Gümüş kasabasına gelerek Halîliye Medresesinde ders vermeye başlayan Garip Hâfız, senelerce güzel ahlâkı müslümanlara öğretti. Garip Hâfız; çok kibar, nâzik ve yumuşak idi. Kimseyi katiyen incitmezdi. Birisinin hatâsını görse onu başka yollardan duyurur; "Sen böyle yapıyorsun." diyerek yüzüne vurmazdı. İbâdetlerini çok gizli yapardı. Dikkati çeken her şeyden sakınırdı. Son derece edepli, hayâ sâhibiydi. Sohbetlerinde kimseyi sıkmazdı. Bütün hayâtını diz üstü oturmakla geçirdi. Sohbetine gelenler ne murâd ederlerse, sormadan cevâb alırlardı. Hazret-i Muâviye efendimize buğzeden üç kişi Gümüş'te sohbetine geldi. "Efendi! Muâviye hakkında ne buyurursunuz?" diye sordular. Garip   Hâfız; "Hazret-i Muâviye sahâbedendir. Sevenler selâmettedirahmetullahi aleyhinde bulunanlar azaptadır. O, sahâbenin büyüklerindendir. Resûlullah efendimizin hadîsleri ile övülmüştür. İmâm-ı Hüseyin efendimizin şehâdetine sebeb olan Yezid dahi son nefesinde îmânını muhâfaza edebildi ise, onun hakkında bile kötü söylemek tehlikelidir." buyurdu. Garip Hâfız'ın ziyâretine gelen bir zât; "Hoca Efendi! Ben de sizin gibi olmak istiyorum." deyince;
"Pazarda satılsa otuza kırka
Ben de alırım vücûduma öyle bir hırka." cevâbını verdi.
Taşovalı Kadir Hâfız bir gün iki arkadaşı ile ziyâretine geldi ve; "Efendim! "Nefsini tanıyan, Rabbini tanır." hadîs-i şerîfi üzerine sohbet buyurursanız, memnun oluruz." dedi. Garip Hâfız; "Evlâdım! Bu makam çok yüksek bir makamdır. Siz şerîatin emirleri ile iktifâ edin. Basamak basamak çıkın bu makâma." dedikten sonra şu beyitleri okudu:
Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hak
Pâdişâh saraya konmaz, hâne mamûr olmadan
Kenz açılmaz şol gönülde tâ ki pür-nûr olmadan
"Mûtû kable en temûtû" sırrına mazhar olan
Haşr-ü neşri bunda gördü nefha-i sûr olmadan
Biz ricâlız, gelmişiz kim gör ezelden tâ-ebed.
İçmişiz aşkın şarâbın âb-ı engûr olmadan
Bir acîb aşka düşmüş yanar şems-i müdâm Hakka makbûl olmak ister, halka menfûr olmadan. Daha sonra; "Bâzıları, kendisi bu halde, bu makamda olmadıkları halde, buralardan söz ederler. İnsana faydalı olan iki türlü ilim vardır. Biri ilm-i diyânet, diğeri ilm-i tebâbettir." dedikten sonra Kadir Hâfız'a dönerek; "Sen o gün görürsün, o vakitte dağların paramparça olduğunu." meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu. O zât içinden; "Ben nefsden sual arzettim. Efendi bana dağların yıkılacağından bahsetti." diye geçirirken, Garip Hâfız; "Nefs dağı, görmüş olduğun dağlardan kavidir, kuvvetlidir. Nefs dağlarının parçalanması ile dosta kavuşma yolları açılır." buyurdu.

Garip Hâfız, ömrünün sonlarına doğru Merzifon'a yerleşti. İlim öğretmeye burada da devâm etti. 1976 (H.1396) senesinde Ankara'da vefât eden Garip Hâfız, Amasya Gümüş'de Halîliye Medresesine defnedildi. Vefâtında mezarının üzerine türbe yapılmamasını vasiyet etti.