KARIŞIK

9 Haziran 2016 Perşembe

Malatya Korucuk (Hasan Basri) türbesi- Sultan Kılıç

Hz. Zeyneb (a.) Şam´ daki Türbesi

Bor Yayın-KCEV-Anadolu Türbeler Gez.-Hüseyin Doğan Dede Türbesi-Malatya

Seyyid Veli Baba Türbesi / Isparta/ Uluğbey Kasabası / Can METEDORAN

Köpüklü Dede Türbesi..bursa

Köpüklü Dede Türbesi..bursa



Bursa’da Timurtaş Paşa‘dan Tophane’ye doğru çıkışta yer alan Saltanat Kapısından yukarı çıkışta ilk soldan içeri girildiğinde bu tek mezar dikkati çekmektedir.Kitabesinde yazdığına göre halk arasında Köpüklü Sultan yadaKöpüklü Dede olarak anılan yüksek mezar taşları ve lahitten oluşan mermer bir kabirdir. Mezar taşında “Derviş Mehmed bin Hamdi Şehr Baba” yazılıdır. Yanında daha önce mevcut bulunan medrese ya da mescidin haziresi olması muhtemeldir.
Köpüklü Dede Türbesi, aynı Sinan dede mahallesinde bulunan Dürt Dede gibi hatta Sinan Dede gibi yalnız mezardan oluşan kapalı olmayan türbelerdendir.
Köpüklü Dede hakkında pek fazla bilgi bulunmamaktadır.Hangi dönemde yaşadığı yada neyle meşgul olduğu yada Bu köpük ismini acaba hamam işletiyordu ordan mı aldı hiç bir fikrim yoktur.

Seyyit Baba TÜRBESİ..Sivas Divriği

Seyyit Baba TÜRBESİ..Sivas Divriği 







Seyyit Baba, Selçuklular döneminde yaşamış ve bu yörede şehit düşmüş bir Alp-Erendir. Seyyit Baba yatırı,Divriğiye 24 km. uzaklıktaki Akmeşe (Ziniski) köyündedir.Divriği yönündeki en önemli ziyaret yerlerinden biridir.Her Divriğili ömründe en az bir defa olsun burasını ziyaret etmiştir. Seyyit Baba türbesi kare planlı olup üzeri piramit külahla örtülüdür.Türbe etrafını başka yapılat çevirmiştir. Türbe içerisinde beş kabir bulunmaktadır.İlk kabir Seyyit Babaya aittir.İkinci kabir Seyyit babanın hanımına,üçüncü kabir oğlu Abdurrahmana dördüncü kabir kızı Sakineye ve beşinci kabirde hizmetçisi Arapa ait bulunmaktadır.Bunlar tahta sandukalar olup üzerleri renkli kumaşlarla örtülüdür. Necdet Sakaoğlu,Seyyit Baba türbesi ve tekkesi hakkında şu bilgiyi vermektedir. Ziniskideki Seyyit Baba tekkesi,çevrenin en ünlü tekkesi olarak yüzyıllardır üne sahiptir.Bulunduğu Ziniski köyüne ayrı bir şahsiyet kazandırmıştır.Geniş bir mezarlık alanı içinde yer alan tekke ve türbenin etrafında kocamış dut ağaçları dikkati çeker.Fakat artık tekke ve bitişik türbe eski görüntüsünü kaybetmiştir.Yakın yıllarda harabiyeti nedeniyle köylüler ve bu tekkeye özel bağlılık gösterenler işbirliği yaparak kaba fakat sağlam tarzda bölmeleri,bu arada kümbet biçimli türbeyi yenileme çabasına girmişler ve tabii eskiyi bütün bütün ortadan kaldırmışlardır.Yalnız,tekkenin giriş kısmındaki örtme ve kurban yeri kerpiç özelliği ile bozulmamıştır. Mezar taşı kitabesi bulunmayan Seyyit Babanın tarihi kişiliği hakkında yeterli bilgilere sahip değiliz.Çevre halkı arasında yaygın söylenti Seyyit Babanın Mengücekler döneminde źahların sancaktarı olduğu ve buradaki bir savaşta şehit düştüğüdür.Bu nedenle ona şehit gözüyle bakılır.Büyük saygı gösterilir. Ersin Gülsoy,1519 tarihli evkaf defterinde Ziniski köyünde bulunan zaviyenin źeyh Osman Zaviyesi olarak geçtiğini kaydeder.Necdet Sakaoğlu ise źeyh Osman zaviyesi hakkında şu bilgileri verir.Tahrir kayıtları arasında Seyyit Babayı tereddüde (şüpheye) açık yön kalmaksızın źeyh Osman adı ile buluyoruz.źu kadar ki yaşadığı zaman konusunda tam bir kararlama yapmaksızın Tarihsiz olan ve Kanuni devrinde Divriğide yapılan tahrirlerin ilki olduğu sanılan defterde Zaviye-i źeyh Osman başlığı ile ilginç not yer almaktadır. Karye-i Ziniski,tabii nahiye-i Ziniski,cemaat-ı dervişan Zaviye-i źeyh Osman hizmetkarlarıdır.Denilmekte ve dervişan sayısı verilmektedir.Aynı asırda Erikli köyü için ise Karye-i Erüklü,tabii nahiye-i Ziniski,tamam vakfiyesi Zaviye-i źeyh Osman denilmekte,ayrıca türbeye bitişik mescit için de Karye-i Ovacık,tabii nahiye-i Ziniski,tamam malikhanesi Mescid-i Ziniski olarak belirtilmektedir. Burada dikkati çeken husus,Ziniskide Kanuni devrinde tekkeye bağlı olarak yaşayan ve ömürlerini buranın azad kabul etmez hizmetkarları olarak geçiren kalabalık bir derviş grubunun bulunduğudur.Ayrıca,türbe ve mescid için ayrı ayrı vakıflar tesis edilmiştir. Yine Kanuni devrine ait H.937 (1530) tarihli Mufassal tahrir defterinde ise Vakf-ı Medrese-i Ziniski haliya harab olub amelden kalduğu ecilden karye-i mezbura mescidi evkafına ilhak olunmuş ana tasarruf olunur imiş denilmekte,Ziniskideki eski medresenin daha o tarihlerde tatil olması sebebiyle vakfının ilgili mescide devredildiği işaret edilmektedir.Bu başlık altında,Ovacık-ı Süflanın tamam malikhanesi ile Ziniskideki üç tarlanın ve mahiyeti bildirilmemiş diğer bir mülkün Mescid vakfı olduğu anlaşılmaktadır. Alttaki hadisede ise Mescid-i mezburenin tevliyetine Mehmet Bin Abdülkerim berat-ı padişahı ile mutasarrıf gösterilmiştir. Bu tahrir defterinde, zaviye için ise ayrı bir başlık altında vakfedilen köy,mezra,tarla ve bostanlar yazılmıştır: Ziniskiye bağlı Belmen(?),Yuvalar mezraları,Erüklü köyü,Ziniski köyündeki Mamaşlu,Kutbağı,Osman Bağı,Yahya Danişmend Bağı,Kara Balabansı,Hacı Hasan Vakfı,Garip Tarla adlarını taşıyan,bazıları isimsiz bırakılmış ceman 10 tarla (Garip Tarla,Yağlıca mezrasında) ile harap bir bostandan ibaret oldukça zengin bir vakıf tesis edilmiştir.Ancak alttaki haşiyede vakfiyesinin görülmediği,yalnız vakıflığının tespit edildiği bildirilmektedir. Bu durum ise źeyh Osmanın yaşadığı takribi dönem konusunda bir yorumda bulunmamızı engeller.Yalnız onun XVI.yüzyıldan önceye ait bir sima olduğunda şüphe yoktur.Herhalde daha önce de belirttiğimiz gibi Anadolunun Türkleşmesi döneminde çevrede etkin olmuş bir Türkmen źeyhidir.Kişiliği konusunda saygı göstermektedirler.Fakat belgelerde,şimdi rastlanmayan şeyh lakabının yerine günümüzde adı ve şeyhliği unutularak bu Seyyit ve Baba ismi geçerli olmuştur.İbrahim Aslanoğlu,Seyyit Babanın menkibevi kişiliğini anlatan Menakıb-ı Seyyit Baba adlı bir eserinin olduğunu;fakat bu eserin I.Dünya savaşı yıllarında kaybolduğunu söylemektedir. SEYYİT BABA Sabah erdim vardım Seyyid Baba’ya Yüzüm sürdüm şehitlerin taşına Dolandım tecella kıldım dergah Vardım düştüm sancağının başına Bir ismi Hayder’dir,bir ismi ALİ Sancağı Cennet’te geldi bu veli Hak nazar eyledi doldu bu dolu Canım kurban kadeh sunan eline Ol Sultan Saçlı’yı yanına aldı İsteyen kulların muradın verdi Kızıl Elma’ya dek kafiri kırdı Yüz sürerek kümbedinin taşına Laşker-i Abdal’a çıkıyor eli Kimsenin kalmadı kendiye dili İmam Hüseyin ile Bektaş-ı Veli Canım kurban beratına,işine Kara Pirbat Al-i Aba yarıdır, Koca Leşker günahları arıtır Sultan Ağu’çen cümlenin piridir Yüz sürelim eşiğine başına Fakir Edna’m der ki babına varsam Yeşil sancağına yüzümü sürsem Ölmeden açsam da görsem Gör üstadım Hatayi’nin işi ne…

Kaynak: http://www.estanbul.com/sivas-divrigi-seyyit-baba-75726.html#.V1pWk9KLTIU



ALİ MANSUR ÇELİK
RESİMLER ...

OKÇU BABA TÜRBESİ..BURSA

OKÇU BABA TÜRBESİ..BURSA





Bursa’da Kızılayın karşısında Timurtaş Paşa Türbesi vardır, Timurtaş Paşa Tophane yokuşunun başlangıcını oluşturur ve az yukarısında Okçu Baba Türbesi vardır.
Okçu Baba Türbesi aslen Nasreddin Bey yada Nusret Paşa adlı bir zaata aittir.Asker olduğu bilinen zatın şuanda restore edilip işletilmeye verilen Balıbey hanının da olduğu alanın ayrıca bir kaç dükkan ve evinde Nusret Paşa vakfına ait olduğu bilinmektedir.
Okçu Baba arşivlere göre 16 yy. da yaşamış olduğu bilinmektedir.Okçu isminin asker olması ve okçulukta iyi olmasından geldiği öngörülmektedir.
Nusret Paşanın Karacabey de cami han ve çeşmeden oluşan bir külliyesi de vardır.
Türbe kare planlıdır, 3.45×3.45 metre ölçülerindedir.Türbe fotoğraflarına bakarsanız zaten sizde ne kadar küçük olduğu anlıyacaksınız.Benim gibi 2 metrelik birisi için oldukça zor bir yerdi, fotoğraf çekiyorsunuz ama tüm alanı gösterecek kadar yeterli alan yoktu.
Türbeyle ilgili birçok rivayet var, ben küçükken hatırlıyorum, okçu babanın türbesine dolu ibrik bıraktığında sabahında ibriklerin boşaldığı ve abdest aldığıdır.Gerçek yalan bilemiyorum, efsane işte…
Okçu Baba Efsanesi olarak bir de ölümü üzerine efsane vardır.Okçu ve yay yapımı dışarıdan basit gibi gözükse de derler ki bir okun tam bir ok olması için 50 sene geçmesi gerekirmiş, bu Okçu Baba da o derece yetenekli bir okçuymuş, artık ölecek son can havliyle Uludağın zirvesine çıkıyor ve diyor ki okumu fırlatacağım ve düştüğe yere gömülmek istiyorum der, okunu fırlatır ve canını oracıkta teslim eder.Vasiyeti üzerine okunun düştüğü yere türbesini yaparlar fakat 1860 Bursa Depremi yüzünden Okçu Baba Türbesi eski yerinden biraz uzakta şimdiki yerine tekrar inşa edilir.Okçu Baba efsanesi de böyledir.

6 Haziran 2016 Pazartesi

Karaman Celal Baba Türbesi

Karaman Celal Baba Türbesi.kars




1239 tarihinde Kars şehrini kuşatan Moğol-Gürcü orduları ile savaşırken şehit düşen evliyalardan birisidir.Halk arasında savaşırken kafası koptuğu halde kafasını koltuğunun altına alarak bugünkü türbesinin bulunduğu yere kadar savaşarak geldiğini ve burada şehit düştüğü efsanesine inanılan Celal Babanın türbesi 2005 yılında Kars Belediyesi tarafından restore edilmiştir.

Kara Seyh Hazrederi Türbesi..erzurum

Kara Seyh Hazrederi Türbesi..erzurum



Kara Seyh Hazredleri Türbesi: Türbe, Erzurum ili, Pasinler Merkezi Ulu Cami bahçesindedir. Peygamber efendimizin soyundan İbrahim Efendi "Karaşeyh" lakabıyla bilinir. Üstü açık olan türbeyi 1979 yılında Anıtlar Derneği yontma beyaz ve kırmızı taştan yaptmnıştır. Burası "Füyuzatından istifade etmek için dua edilip Kur'an-ı Kerim okunarak'' ziyaret edilir. 6-7000 arası ziyareteisi vardır. "Karaşeyh" lakabıyla aııı1mış olması esmer oluşundan kaynaklanabileceği gibi Halk Su:fizmindeki "Kara Nur''dan da kaynaklanmış olabilir. 

UMUDUM BABA TÜRBESİ..erzurum

UMUDUM BABA TÜRBESİ..erzurum

Umudum köyündedir. Türbede, asıl adı Hacı Ahmet Baba olan (ölümü, H-970 M.l550) oğlu Halifefendi (ölümü, H.1050 M.1646) aile efradı, müridieri ve baba'nın en son müridi olarak bilinen Hasan Baba yatmaktadır. IV. Murat zamanında bizzat H.Ahmet Baba tarafından yaptırılan türbenin müştemilatında cami de vardır. 450 yıllık ahşap bir bina olan türbede bir cürüme yoktıır Umudum Baba Rufai tarikatından evliyaullah' dan bir zattır. "Ziyaretlerde Fatiha-i Şerif ve Yasin-i Şerif okunur. Hasta olanlara şifa Allah' dan olınak üzere himmet beklenir" Rivayete göre IV. Murat eski Erzurum, şimdiki Karaz (Karaarz) köyü olarak bilinen yere gelince, orada maddi zenginlikle ayakta duran e:fli k:üffarı kastederek "Burada bir Karaarzımız vardır" der. Daha sonra "Umudum"a döner ve Allah dostu olan Erzurum'da yaşanılan 7 yıl süreli kıtlık da her şey bulunduran Umudum Baba 'yı kastederek "orada bir Umudum vardır" der. Bakımını köy halkı ve cami imamının yaptığı türbeyi yurtdışından gelen ziyaretçilerle birlikte yılda 5. 000 insan ziyaret etmektedir. Halk Sufizminde Baba, Mürşit-i Kamil, Dede-Baba ise, Mürşittir Dede, Mevlevilikte, Şeyh Yardımcısı, Dede-Baba, daha üst seviye ve Baba ise en yüksek derecedir. Adem Baba, Baba'dır. Hz. Muhanımed "Ben ruhların babasıyım" buyumıuştur. Evliyaullah; Allah dostu, Ehl-i Hak, Ehl-i Hakikat, Ehlullalı (Mürşidi Kamil, en yüksek veli mertebesidir). Yatır olınayan, kutsal canlar, Ev liyaullalı' dan nazar alıyor ve çürümüyorlar. Allah, kendisini yöneleni selat ettiği için kırmayıp koruyor. S.Güngör, Tasavvuf Açıklamaları, Burhaniye, 1999, Basılı değildir) Türbeler sadece tarihimizin mihenk taşları değil aynı zamanda tarikat tarihimizin de belgeleridir. 

5 Haziran 2016 Pazar

KİRZİLİ HASAN BABA TÜRBESİ

KİRZİLİ HASAN BABA TÜRBESİ

erzincan

ŞEYH HASAN BABA TÜRBESİ (Erzincan-Kuzkışla)

ŞEYH HASAN BABA TÜRBESİ (Erzincan-Kuzkışla)

Şeyh Ulaş – Samsun



Şeyh Ulaş – Samsun





Bafra’ya 12 kilometre güneyinde bulunmaktadır. Burada yatan ve Şeyh Ulaş adıyla bilinen zatın ismine binaen bulunduğu Köye aynı ad verilmiştir

Halk arasında “Şeyh Ulaş” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihihakkında kesin bilgi edinilememektedir. Mahallinden edinilen bilgilere göre ise 1485 tarihli Osmanlı arşivlerindetürbede medfun olan Şeyh Ulaş’ın bölgede tekkesinin bulunduğunun yazdığı söylenmektedir.

Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe son yıllarda betonarme olarak yeniden inşa edilmiştir. Çatısı betonarme olup içi ve dışı sıvalıdır. İçerisinde Türbeye ait sanduka bulunmaktadır.


Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Şeyh Ulaş hakkında çeşitli rivayetler anlatılmaktadır. Mahallinden edinilen rivayetlerde Şeyh Ulaş’a ait tekke ve zaviyesinde yolculara, fakir vekimsesizlere yemek ve erzak yardımında bulunduğu, Osmanlı İmparatorluğu’nun da Şeyh Ulaş’ın bu hizmetine karşılık zaviyeyi vergiden muaf tuttuğu ve nakdi destekte bulunduğu anlatılmaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaretedilmektedir.

ışık saçan horasanlı



Horasan’ın eşki başkenti Nişabur, bilgeleri, şairleri, yazarlarıyla ünlü. Dünya edebiyatının iki büyük ustası Ömer Hayyam ve Feridüddin Attar bu şehirde, Hacı Bektaşi Veli ise yakınlarında doğmuş. Okurumuz Mevlüt Maşalacı geçen yıl baharda gitti, izlenimlerini yazdı.

Nişabur İran’ın kuzeydoğusunda, Binalud Dağı’nın güney eteklerinde verimli, düz bir araziye kurulmuş. Ülkenin ikinci büyük şehri Meşhed’e 125 kilometre uzaklıkta. Tarım ve hayvancılıkta bölgede önde geliyor. Her gün taze süt ve her çeşit meyve buradan diğer şehirlere gidiyor. Fiyatlar, özellikle de et diğer şehirlere göre çok daha ucuz. Lüks bir restoranda beş kişi kebap yedik, yanında salata, ayran dahil toplam 17,5 TL ödedik! Üstelik bize eşlik eden şoför ve rehberimizden ücret almadılar...
Konya’nın kardeşi
Meşhed’den Nişabur’a giderken 20 kilometre mesafede Füsencan köyüne giriyoruz. Burası Hacı Bektaşi Veli’nin doğum yeri. Doğduğu evi arıyoruz. Bahçenin içindeki yeni bir yapı gösteriliyor. Kapısını çaldığımızda, içeri alınmamak hayal kırıklığı yaşatıyor. Köylülerle sohbet edip dalından ikram edilen kirazlardan yedikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Yol boyunca koyun sürülerine rastlıyoruz. Hepsinin başında bir çoban, en az beş köpek var.
Nişabur tarih boyunca Horasan bölgesinin kültür ve ticaret merkezi olmuş. İpek Yolu üzerinde. Sasaniler döneminde altın devrini yaşamış. Horasan bölgesinin Arapların eline geçmesinden sonra önemini kaybetmiş. Safaviler devrinde yine önemi artmış. Ardından Selçuklu sultanlarının ikamet yeri olmuş. Selçuklu’nun ilk hükümdarları Tuğrul ile Çağrı Bey, Nişabur’da hutbe okutturarak 1038’de bağımsızlıklarını ilan etmişler. 13’üncü yüzyılda ise deprem ve Moğolların saldırılarında şehir büyük yıkıma uğramış. 
Konya, Nişabur’un kardeş şehri. Özbekistan’ın Buhara, Türkmenistan’nın Merv şehri de.
Hayyam’ın yanı başında
Nişabur şairleri, mutasavvıflarıyla ünlü. Bizi şehre çeken de bu özelliği. Ömer Hayyam, Feridüddin Attar, Hacı Bektaşi Veli, Muhammed Gaffari burada doğan ünlü isimler.
Şair olarak tanıdığımız Ömer Hayyam, aynı zamanda evreni anlamaya çalışan meraklı bir matematikçi, astronom, filozof. Bu nedenle muhafazakarlıktan uzak durmuş. 1131’de, 82 yaşında öldüğünde geriye rubailerinin dışında astronomi, matematikkonusunda eserler ve Celali Takvimi’ni bırakmış. Miladi ve Hicri takvimlerden çok daha hassas bir takvim bu...
Hayyam’ın mezarı kent yakınlarında çok güzel, geniş bir parkta. Parka giden yolda yarım küre şeklindeki binasıyla Aflak Namaye adlı rasathane dikkat çekiyor. Ömer Hayyam’ın mezarına yakın yapılması bir vefa örneği olsa gerek...
Hayyam’ın mezarı park alanını İmamzade Mahruk Türbesi’yle paylaşıyor. Ağaçlar altına dinlenme yerleri, çocuklar için oyun alanları yapılmış. Park her daim kalabalık. İran’da iç turizm çok hareketli; benzinin litresi 30 kuruş, seyahat bu nedenle lüks değil. Parkta dinlenen, alışveriş eden, namaz kılan, yemek yiyenlere kuş cıvıltıları eşlik ediyor. Çevrede hediyelik satan pek çok mağaza var. Tezgahlarda kentte çıkan firuze taşından takılar ağırlıkta. Firuzenin barışı, huzuru temsil ettiğine, baş ağrısından sinir rahatsızlıklarına pek çok soruna iyi geldiğine inanılıyor.
Hayyam’ın mezarının üzeri ilginç ve güzel seramiklerle kaplanmış. Yüksekliği yaklaşık 10 metre.
Kuşların efendisi

Parka bir kilometre uzaklıkta bir başka önemli yazar son uykusuna yatmış: Hayyam’ın çağdaşı Feridüddin Attar. 1119’de bir attarın oğlu olarak dünyaya gelmiş yazar. Çocukluğunda babasının yanında ilaç, esans, parfüm satmış, medresede eğitim görmüş. Rivayete göre başına gelen bir olay tüm yaşamını değiştirmiş...
Bir gün bir derviş dükkanın kapısından geçerken içeri bakıp iç çeker. Attar nedenini sorduğunda “Yüküm hafif, hırkamdan başka bir şeyim yok. Dünya pazarından kolayca geçerim. Sen bu yükle ne yaparsın” diye cevap verir. Geçip gitmenin anlamı sorulduğunda hırkasını çıkarıp başının altına koyar, orada son nefesini verir. İşte bu olaydan sonra Attar kendisini Tanrı’ya ulaşmaya adar. Servetini dağıtır. Arayışını kuşların Kaf Dağı’na yolculuğunu anlattığı Mantıku’t Tayr / Kuşların Dili’nde ölümsüzleştirir. Batı ve Doğu dünyasından pek çok yazarı etkiler eserleriyle. 10 yaşında babasıyla kapısını çalan Mevlana’nın yeteneğini ilk keşfeden de odur. Üstadın kendisine ithaf ettiği kitap Esrarname’yi hayatı boyunca yanından ayırmaz Mevlana. Bu büyük yazar 70 yaşında, Moğol işgali sırasında kılıçla can verir, öldüğü yere gömülür. 
Sabar kasabası yakınındaki mezar güzel bir yeşillik bir alan içinde. Mayıs ortasındaki ziyaretimizde türbeyi çevreleyen ağaçlardaki dutlar olmuştu. Çimlerin üzerine dökülen dutların tadı hâlâ damağımda.
Anıta girişte hemen sağda, İran’nın çok bilinen ressamlarından Muhammed Gaffari‘nin anıt mezarı var. 1845’te Kaşan’a bağlı bir köyde doğmuş Gaffari. Dönemin ünlü ressamlarından amcası Samiul-Mulk ile Tahran’a gelip medrese eğitimi görmüş. Resme devam edip kısa sürede Şah Nasuruddin Kaçar’ın dikkatini çekmiş. Başyapıtlarından her biri için saraydan yüklü parayla ödüllendirilmiş. Bir süre sonra Avrupa’nın yolunu tutmuş. Dönüşünde Irak’a yerleşen ressem “Uyuyan Arap”, “Kerbela Meydanı” gibi meşhur eserlerden sonra 1940’ta, 95 yaşında öldüğünde Attar’ın yanına gömüldü.
İmam Rıza fenomeni
Kademgah köyü, Nişabur - Meşhed otoyolunun 25’inci kilometresinde. Özelliği 12 ehlibeyt imamından sekizincisi İmam Rıza’nın bu köye uğrayıp konaklamış olması. Köy bu sayede çok sayıda ziyaretçi çekiyor. İmam Rıza, köye 100 kilometre uzaklıktaki Meşhed’de gömülü. Türbesi çok büyük, bakımlı, korunaklı bir alanda. Meşhed’in ülkenin ikinci büyük şehri olmasında bu türbenin önemli payı var. Her gün farklı kentlerden binlerce İranlı, Şii kökenli Ortadoğulu şehre geliyor, Meşhedi lakabı alıyor. İşte bu yolculukta önemli bir durak Kademgah. Geniş, güzel bir bahçede İmam Rıza’nın konakladığı yer bulunuyor. Çahar Bağ (Dört Bahçe) aynı zamanda İmam Rıza’nın ayakizi olduğuna inanılan siyah bir taşa ev sahipliği yapıyor. Elini yere sürüp su çıkardığı, içtiği pınara uğruyor gelenler. Pazardan satın aldıkları bidonu doldurup abdest alıyor. Pınarın suyundan içiyor.

3 Haziran 2016 Cuma

ŞEYH BAHRİ TÜRBESİ..konya

ŞEYH BAHRİ TÜRBESİ..konya


Hüyük 1210 yıllarında Horasan’dan Konya’ya göç eden Şeyh İdris ve kardeşi Şeyh Bahri tarafından kurulmuştur. Söz konusu şahıslara ait türbeler halen İlçe merkezinde mevcuttur.
ŞEYH BAHRİ TÜRBESİ: Şeyh Yahşi isminde bir mutasarrıf tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Yapım tarihi tam olarak tespit edilememekle birlikte;  Fatih’in 1946 yılında yaptırdığı Karaman eyaleti vakıflarının tahririnde bu zaviyenin adı da geçmektedir. Uzluk zaviyenin adını “Bahşayiş” şeklinde okumuştur. Zaviyenin tasarrufu Abdül Ali adında bir kişinin üzerindedir. Bu zaviyenin tasarrufu, Sultan Mehmet’in hükmü ile Bahşayiş bin Ali üzerindedir. Zaviyenin gelirleri arasında bağ, bahçe, kovan yani arı ve koyun vergisi bulunmaktadır. Günümüzde zaviye tamamen ortadan kalkmış durumdadır. Ancak eski cami yanında Şeyh Bahşi’ye ait olduğu söylenen bir mezar bulunmaktadır. Mezar üzerine birkaç yıl önce mermerden sanat değeri olmayan küçük bir türbe yaptırılmıştır.
       Zaviyenin mutasarrıfı Şeyh Sadık’ın beratı yenilenmiştir. Şeyh sadık görevinden feragat edince yerine Şeyh İsmail atanmıştır. Şeyh İsmail’in feragati üzerine 1769 tarihinde oğlu Şeyh İbrahim ve emmisinin oğlu Şeyh Bahşi bin İsa zaviyedarlık görevine atanmıştır.

 

ŞEYH İDRİS TÜRBESİ: şeyh idris tarafından yaptırılan tekkenin vakıflarının tasarrufu, fatih dönemine ait vakıf tahrir defterine göre, Şeyh İdris’in evlatları elindedir. II: Beyazıt dönemine ait defterde ise zaviyenin gelirleri arasında üç çiftlik yaklaşık 200 dönüm tarlası, bağ, bahçesi, kovan yani arıları, değirmen ve koyun vergisi sayılmaktadır. Tasarrufu ise Şeyh İdris’in evladına aittir. Günümüzde zaviye tamamen ortadan kalkmış durumdadır. Ancak eski caminin elli metre kadar uzağında şeyh İdrise ait olduğu söylenen bir mezar bulunmaktadır. Mezar üzerine birkaç yıl önce mermerden bir türbe yaptırılmıştır.

Şeyh Seyyid Omuzu Güçlü Türbesi







Şeyh Seyyid Omuzu Güçlü Türbesi 



TÜRBENİN ESKİ HALİ (2002 Öncesi))

   

 Büyük veli Şeyh Seyyid Omuzu Güçlü Hazretleri M.1310-1390 (H.700-800) yılları arasında bugünkü Sürtme Köyü sınırları içerisinde kendinden sonra Omuzu Güçlü mezrası olarak adlandırılan yerde yaşamıştır. M.1230’lu yıllarda Sincar bölgesinden gelen, bugünkü Sürtme, Kızılören ve etraf oba arazilerini de içine alacak şekilde kendilerine vakfedilerek bu yöreye yerleştirilen Seyyid Muhammed Kadiri Hazretlerinin neslindendir ve Seyyiddir.[1]
    Seyyid hazretleri uzun yıllar yöre halkını irşat etmiş, vefatını müteakip zaviyesi yakınlarına defnedilmiştir. Yüz yıllar boyunca irşat vazifesi nesli tarafından devam ettirilmiş, çevre araziler de türbenin ve zaviyenin giderleri için vakfedilmiştir. Yoksul kimselerin de bu vakfiyelerden hisse aldığını arşiv kaynaklarından öğrenmekteyiz [2]
    Bu büyük velinin türbesinde daima meskun kimseler bulunmakta idi.[3] Zaviye şeyhi ve seyyidler avarız vergisinden şehzade beratıyla muaf tutulmuşlardı.[4] Yine Bu dönemde Ali fakih oğlu Seyyid Hasan’ın zaviyenin şeyhi olduğunu ve bu zaviyeye hizmet edenlerden seyyid Omuzu Güçlü hazretlerinin neslinden gelen bir kimsenin Bağdat’ta bulunduğunu öğrenmekteyiz. [5]
    Yüzyıllar boyunca mevcudiyetini muhafaza eden Şeyh Seyyid Omuzu Güçlü Zaviyesi ve bunun meşrutalarından bugün sadece şeyh hazretlerine ait türbe ayakta kalabilmiştir. Nitekim 700 yılı aşkın bir zamandır yöre halkı tarafından ziyaret edilen bu ehl-i beyt mürşidin türbesi 12 metre uzunluğunda, 3 metre yüksekliğinde, 7 metre enindedir. Sarı kesme kefek taştan iki kemer ile 40 m_’lik bir alan üzerine bina edilmiştir. Önü bahçelidir. Bunun yanında türbenin Kuzey ve Batı yönünde yüzü geçkin fakat yerleri belirsiz hale gelmiş derviş kabirleri vardır.
    Hastalıkta, sıkıntılı hallerde, kuraklığın ve darlığın baş gösterdiği dönemlerde yöre halkı bu büyük velinin kabrini ziyaret edip dua ederler. Birçok kimsenin bu türbeden şifa bulduğunu yöre halkı ve bu türbeyi ziyaret edenler rivayet etmektedir.
[1] VGA VD:599 sr:146; VD:734 sr:165,167; VD:730 sr:52
[2] VGA ŞD:226 sr:610
[3] BOA TD:33 s:168
[4] BOA MAD TD:20 vr:93b
[5] BOA TD:976 s:122
    Seyyid Muhammed (Mehmet Usta) Efendi Hazretlerinin Şeyh Seyyid Omuzu Güçlü (Muhammed bin Ali) Hazretlerinin Türbesi’nin tadilatı ve Mescidinin açılışında irad etmiş olduğu hutbe
Elhamdü lillahi rabbi’l-alemin ve’s-saltu ve’s-selamu ala rasulina muhammedi’v-ve ala alihi ve sahbihi ve sellim
Euzu billahi mineşşaytanirracim bismillahirrahmanirrahim
“ya eyyühellezine amenü’z-kürullahe zikan kesira” sadakallahu’l-Azim
Ya İlahe’l-Alemin, habibin ve edibin Muhammed (s.a.v) Efendimiz Mekke’den gizlice Medine’ye hicret ederken Kuba’da misafir kaldı.
Oradan ayrılıp hicret yurduna giderken böyle bir ıssız yerde cuma namazı farz oldu. Garibâne ve mahzun bir halde cumayı eda ettiler.
Biz de bu dağlar arasında, Omuzu Güçlü Hazretlerinin yanı başında bir Cuma eda ediyoruz. Bu dağlar ve taşlar çok sevinçlidir.
Çünkü Omuzu Güçlü Hazretleri yıllarca ve yıllarca mahzun, garibane bekler iken kabrinin yanı başında Cuma namazı kılan bir cemaat buldu.
Ya Rabbi, Sen Şahitsin, meleklerin de şahit, bu dağlar ve taşlar da şahittir ki rızay-ı ilahi için, cumanın farzını eda etmek ve böylece senin rızana muvafık olabilmek için burada toplandık.
    Habibin ve Edibin Peygamber (s.a.v) Efendimiz Hira dağına giderken dağların ve taşların selamını işitiyor, sağına soluna bakınıyor, bu seslere ve nidalara taaccüp ediyordu. Şimdi bizler de bu dağların ve taşların seslerini işitiyoruz. Onlar bizlerin burada bulunmasından sevinç duyuyor. Onlar da zikir yapıyor.
    Ya Rabbi bizi uzak bir yerde bırakmadın, dönderdin, dolaştırdın Evlad-ı rasul olan, nesli peygamber olan, Habibinin sülalesinden ve soyundan olan Omuzu Güçlü’nün yanı başına getirdin. Burada Cuma namazını kılmayı ve kıldırmayı nasip eyledin. Böylece bizleri haşir ve cem eyle. Bizleri mahşerde Habibinin neslinin cemaatının içinde haşreyle.













Sümbül Baba Zaviyesi, Tokat

Sümbül Baba Zaviyesi, Tokat

 Sümbül Baba Zaviyesi, Tokat
Tokat Gazi Osman Paşa Caddesinde bulunan bu dergâh, Muinüddin Pervanenin kızı Safiyeddin'in bağışladığı bir köle olan Hacı Sümbül tarafından 1292 yılında yaptırılmıştır. Bunu belirten Selçuklu sülüsü ile yazılı kitabesinde Sultan II. Mesut zamanında yapılan bu dergâhın mescit ve türbe bölümlerinin olduğu da belirtilmiştir.

Evliya Çelebi, Sümbül Baba'nın Hacı Bayram-ı Veli'nin öğrencisi ve Hacı Bektaş-ı Veli'nin de halifesi olduğunu yazmıştır.
 Zaviyenin Giriş Kapısı
Kesme ve moloz taştan yapılan bu dergâh Selçuklu mimarisinde çok az görülen simetrik olmayan bir yapı örneğidir. Giriş kapısı son derece gösterişlidir. Mavi renkli mermerlerden yapılmış, stalaktitli bir bordür portalin çevresini kuşatmaktadır. Bu bordür içerisinde kenger yaprakları ve çeşitli rölyefler dikkati çekmektedir. Bu kapıdan biri kubbeli ders verilen mekân olmak üzere iki bölüme girilmektedir. Ayrıca dergâh içerisinde üzeri kubbeli Sümbül Baba'nın türbesi bulunmaktadır.

Ebu İshak Kazeruni Türbesi ve Zaviyesi

Ebu İshak Kazeruni Türbesi ve Zaviyesi


Ebu İshak Kazeruni Türbesi ve Zaviyesi, Konya ilinin Selçuklu ilçesinde yer almaktadır. Ebu İshak Kazeruni'nin gerçek ismi İbrahim bin Şehriyarî'dir. 352/963 yılında Şiraz civarında Kazerûn'da doğmuştur. Doğduğu şehirde 426./ 1035 yılında vefat etmiştir. Ebu İshak Kazeruni Zaviyesi Karamanoğlu Mehmet Bey zamanında ve onun emriyle, Ebu İshak İbrahim Kazerûnî adına yaptırılmıştır. Zaviyenin yapım tarihi, zaviyenin kitabesinde 821 / 1418 olarak gösterilmiştir. Zaviyedeki türbede Kazerûnî tarikatının halifelerinden Karamanoğlu devri meşâyihindan Şeyh Hacı Hasan metfundur

2 Haziran 2016 Perşembe

Sinân-ı Ümmî Türbesi.antalya

Sinân-ı Ümmî Türbesi.antalya


 Tam adı Yûsuf Sinân-ı Ümmî olup, daha çok “Ümmi Sinan” veya “Sinân-ı Ümmî” olarak tanınmıştır. Hüseyin Ayvansarayî (ö.1201/1787) Muhammed Nûru’ l –Arabî (ö.1305/1887) ve Bursalı Mehmed Tâhir’ in (ö.1924) onun adını Muhammed şeklinde yanlış vermelerinden dolayı bu hata bazı eserlerde günümüze kadar süregelmiştir. Elmalı’ da doğan Sinân-ı Ümmî’ nin doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, bazı verilerden hareketle, 1563-1567 yılları civarında doğduğu tahmin edilmektedir.
Kendi ismini de verdiği bir şiirinde doğup büyüdüğü Elmalı’ dan dan şöyle söz eder:
"İsm-i a’zam bî-nişân ü lâ-mekân şehrindedir.
Şehr-i Elmalı Ümmî Sinân okurlar adıma
Yine bir muhammesinin son bendinde de şöyle der:
Gerçi adımdır Sinân-ı Ümmî aceb dîvâneyim
Girmişem meydan-ı aşka baş açık merdâneyim
Aşk elinden câm-ı nûş ettim bugün mestaneyim
Hayr u şerden geçtiğimden sâkin-i meyhâneyim
Geçmezdim dildârın aşkından câna olsun vedâ"
Tahsil hayâtı ve âilesi hakkında pek bir bilgi sâhibi olamadığımız Yûsuf Sinân’ ın Şeyh Süleyman (Hakîrî) (ö.1128/1716) ve Selâmi Halil adında iki oğlunun bulunduğu ve her ikisinin de babasından hilâfet alarak tekke şeyhi oldukları bilinmektedir. Döneminde tarîkati ve tekkesiyle bir yandan halka belli seviyede dini bilgileri öğretmesinin yanında, tâlipleri tasavvuf yolunda irşâd etmiştir. Bir taraftan halka vaaz ve nasihatlerde bulunurken, diğer yandan tekkesinde müridleri Hakk’ a vuslata hazırlayan ahlâkî ve mânevi bir eğitim vemiştir. 25 Cemâziye’ l Âhir 1067 Salı gecesi / 9-10 Nisan 1657 târihinde Elmalı’ da vefât eden Sinân-ı Ümmî’ nin kabri, kendi adıyla anılan câmiin kıble tarafına bitişik konumdaki türbededir. 1926’ da yıktırılan eski türbenin yerine 1959 yılında yenisi yapılmış olup, günümüzde bir ziyâret yeri işlevini sürdürmektedir. Halvetiyye’ nin Ahmediyye kolu silsilesi, Yiğitbaşı Velî, Vâhib-i Ümmî ve şeyhi Eroğlu Nûri’ den sonra Sinân-ı Ümmî’ ye geçer. Her ne kadar bir kaynak, müridi Niyazî-i Mısrî’ nin tarikat silsilesini verirken, onun üstadını Emirzâde eş Şeyh Ahmed Efendi olarak veriyorsa da başka hiçbir eser bu bilgiyi doğrulamaktadır. Esâsen bizzat kendisi, manzum olarak yazdığı silsilenamesinde şeyhini Eroğlu Nûri olarak vermektedir.
Ol dahi fehm eyle Şemsüddin’ e telkin eyledi
Anın içün bu taikat ehlinin merdânıdır
Ol dahi Vehhâb-ı Elmalu’ ya telkin eyledi
Anın içün ol Muhammed nûrunun mihmânıdır
Ol dahi bil anı Eroğlu’ na telkin eyledi
Anın içün zatı Hak’ da erdiği rahmandır
Ol dahi bil kim Sinân Ümmî’ ye telkîn eyledi
Anın içün kurulan sâdıkların meydânıdır..
Aynı silsileyi daha sonra mensûr olarak tekrar yazan müridi Niyazi-i Mısrî, Uşak’ ta ilk karşılaşmasında söylediği beyitlerde Sinân-ı Ümmî’ den şöyle söz eder:
“Aşkın meyine ben kana geldim
Şevkin nârına hoş yana geldim
Şem-i tevhidi gördüm yakmışlar
Gitti karârım pervane geldim

Ümmi Sinân’ ın hâk-i pâyine
Sürmeğe yüzüm sultâna geldim
Yaramı bildim yârimden imiş
Bunda Niyâzî Lokman’ a geldim”
Bir başka şiirinde de şunları söyler:
“…Mâyenin zevkin alamaz şol kim
Şeyhi hak bilmez, yok riâyâtı
Şehr-i Elmalı, cânda bulmalı
Ümmi Sinan’ dır şöhret-i zatı
Hubbu cânımda, sırrı zatımda
Savar üstümden her beliyyatı
Şeyhini hak bil ey Niyazi kim
Pîr yüzündedir Hak hidâyâtı” Sinân-ı Ümmî’ nin Eroğlu Nûri’ ye intisâbı kesin olmamakla birlikte, Niyazi’ nin İrfan Sofraları adlı eserini istinsah eden halifesi Kârî-i Mısrî Mustafa Efendi’ nin kaydettiği bir nota göre, Halvetîlikte usûl sayılan yedi esmâyı Vahib-i Ümmî’ nin halifesi Mazhar Sultan’ dan ikmal eylemiştir. Sinân-ı Ümmî ile Niyazî-i Mısrî arasında geçen bazı menkıbevi hallerin yanı sıra, Elmalı’ da Sinân-ı Ümmî’ ye izafe edilen çeşitli menkıbeler de bulunmaktadır. Yıl 1655. Yani bundan 350 küsur yıl kadar önce… Günlerden Ramazan’ a bir gün kala… Yer Elmalı… Mehmed Mısri 39 yaşındadır. 9 yıl kadar şeyhi Sinân-ı Ümmî’ den irşad ve terbiye alan Mısri’ nin yine mürşidinin izniyle kısa bir süreliğine ayrıldığı Elmalı’ ya ikinci dönüşüdür. “-İyi ki döndün, evladım!” der, Ümmi Sinan Hz. : ”Ben de Ramazan’ ın ilk günü öğle namazı için câmiye gelen cemaate, orucun fazîletlerini lâyıkıyla anlatacak birini arıyordum. Artık sen vaaz edersin…” Ertesi gün, şeyhinin emrini yerine getirmek üzere, Elmalı’ nın Ulu Camii hükmündeki Ömer Paşa Camii’ ne doğru Sinân-ı Ümmî dergâhı’ ndan yola koyulmadan önce Mısri, mürşidinden destûr almak üzere huzuruna vardığında, dört can yoldaşını da (Kütahyalı Gülâboğlu Muhammed Askerî, Uşaklı Muslihuddin Mustafa, Ahmed Derviş ve Kütahyalı Çavdaroğlu Müfti Derviş) onun yanında bulur: “-Dört arkadaşın da seninle beraber gidip vaazını dinleyecek… Ha, aklımdayken (yanında duran somunu Mısri’ ye uzatarak) vaazdan sonra, camî avlusunda ki çeşme başında oturup, bu somunu suya katık eder, afiyetle yersin…” der, Ümmi Sinan. Her ne kadar bu emirden derin bir hayrete düşmüşse de Mısrî, bu yaşına gelinceye kadar, mürşid-i kâmilin emir ve tavsiyelerine hiç tereddütsüz, harfiyen ve derhal uyması gerektiğini; bu işin sonunda kendisinin hikmetini bilemeyeceği manevi bir fütuhatın gerçekleşebileceğini az buçuk öğrenmişti. Evet, bir Ramazan günü, hem de orucun faziletleri hakkında vaaz ettikten sonra, çıkıp cami avlusundaki çeşme başında ekmek yiyip içmek, olacak iş değildi. Mutlaka bir hikmeti olmalıydı; ama neydi? Demek ki, imtihanı gerçekten büyük olacaktı! Neden sonra zihnindeki tereddütleri atıp: “-Emredersiniz, Sultanım!” diyebildi. Oruçla ilgili, gönüllere nüfuz eden, dokunaklı ve etkileyici vaazı cemaat tarafından büyük bir dikkat, beğeni ve hayranlıkla dinlenen Mısri, camiden çıktıktan sonra, oruçlu olmasına rağmen mürşidinin emrini tereddütsüz yerine getirmeye koyulur: Şadırvana varır, tasını suyla doldurur ve yere bağdaş kurup oturur. Şeyhinin verdiği ekmeği yemeye başlar. Durumu görenler, onun zındıklığına hükmedip üzerine yürürler; türlü hakaretler ve tükürükler yağdırırlar. İş, onu tartaklamaya, sille tokat dayağa kadar varınca; olup biteni onun hemen yanı başında izlemekte olan dört can yoldaşı imdadına yetişir. Mehmed Mısri ortalarında olduğu halde beş can yoldaşı, Ümmi Sinan Dergâhı’ na uzanan yokuşu soluk soluğa tırmanırken, arkalarından da gazaba gelmiş kalabalık onları kovalamaktadır. Nihayet, ona en iyi cezayı şeyhinin vereceğini düşünerek dergâhın kapısına dayanan kalabalık, Sinân-ı Ümmî’ Hz.‘nin gür sesiyle irkilir:“-Demek Ramazan günü güpegündüz oruç bozmak, yiyip içmek ha! Bilerek oruç yemenin cezası nedir? İki ay oruç tutmak… Atın bunu hücresine! İki ay boyunca oruç tutacak!” Derviş Mehmed, sınavının ne denli çetin olduğunu işte o zaman anlamıştır. İki ay boyunca yemeden, içmeden çektiği tasavvufi riyazet ve mücâhede ile nefsinin son arzu, hevâ ve heves kırıntılarını da kazıyıp atmayı başarabilecek midir acaba? ! İki ayın sonunda Ümmi Sinan Hz. dört gözde müridini ve diğer dervişleri de yanına alarak Mısri’ nin hücresine gelir:
“-Mehmed Mısrî, nasılsın?” hitabına:
“-Sağlığınıza duacıyım şeyhim!” cevabını alan Ümmi Sinan Hz.:“-Bakıyorum da daha ölmemişsin (nefsin ölmemiş)! Sana kırk gün daha halvet, Mehmed Mısrî" buyurur. İmtihanın çetinliği bir kat daha artmıştır. Aynı minvâl üzere geçecek bir kırk günlük riyazete daha can mı dayanır? Dört can yoldaşının bundan hiçbir şüpheleri yoktu. Mısrî, bu çetin sınavı da başaracak ve nefsiyle giriştiği 100 günlük savaştan sapasağlam, belki de daha diri çıkacaktı. Buna yürekten inanıyorlardı. Eskiden beri o, kırkı günlük çile ve halvetin azlığından yakınmaz mıydı hep? ! Nihayet 100 günde doldu. Yüzüncü günün akşamı, namazdan sonra Sinân-ı Ümmî Hz. , doğruca Mısri’ nin hücresine yürüdü. Arkasında oğlu Süleyman, dört can yoldaşı, bütün dervişler ve en geride de durumu merak eden Elmalılar… Hücrede ses soluk yoktu, adeta. Ümmi Sinan Hz. , kapıyı hafifçe aralayıp içeri seslendi:“-Mehmed Mısrî, nasılsın? !” Üç kez aynı sesleniş… Ancak üçüncüsünden sonra, içeriden cılız bir inleme sesi duyulabildi: “-Hû!” herkes derin bir nefes almıştı. Sinân-ı Ümmî Hz. , kapıyı iyice açtı, yürüdü; arkasından da oğlu ve dört er onu takip etti. Mısri, kıbleye dönük, yüzükoyun yatıyordu. Başta şeyh hazretleri ve oğlu olmak üzere dört can yoldaşı atıldılar; onu tutup yerden kaldırdılar. Çok bitkin olan Derviş Mehmed’ in gözleri kapalıydı ve yürüyemiyordu. Şeyhi, o bilinen gür sesiyle: “-Yürü evladım Mehmed Mısri!” dedi. “-Ölmeden önce öldün, şükür! Yürü!” İlk gün sadece su içebildi Mısri, ertesi gün yoğurtlu çorba ve üçüncü gün bunun içine katılmış biraz ekmek içi… Üçüncü günden sonra gözleri açılmış, tam kendine gelebilmişti. Mısri halvete girdikten sonra şeyhi Sinân-ı Ümmî, kırk koyun aldırarak onları besiye çektirmişti. Dördüncü günden itibaren kırk gün boyunca birer birer kesilerek Niyazi’ ye, dervişlere ve hatta bütün Elmalı halkına kebap oldu, ziyafet oldu, bayram oldu… Niyazî-i Mısri, tıpkı Elmalı’ ya gelmeden önceki hayatında olduğu gibi, şeyhinin “-Yürü!” emrini verdiği o günden sonra da arayışına devam edecek, hep yürüyecekti. O cezbeli, coşkun, kabına sığmayan can için Anadolu toprakları bile dar gelecek ve nihayet ömrünü ege adalarından biri olan Limni’ de noktalayacaktı. Evet, Niyazî-i Mısrî bu çetin imtihandan alnının akıyla çıkmıştı. Elmalı’ da Ümmi Sinan Dergâh’ ında aldığı 9 yıllık manevi terbiyeyi, 100 günlük bu çetin, ama bir o kadarda faydalı ve erdirici oruç sınavını, halvet ve riyazet mücadelesini başararak taçlanmış; mürşidine kayıtsız şartsız teslimiyetin meyvelerini mânen devşirmiş ve icazetini şeyhinin elinden alıp Elmalı’ dan ayrılmıştı. O, alnının akıyla imtihanı başarmıştı; ama herkes, bu süreçte onun kadar başarılı mıydı acaba? ! Yolda dökülenler, tökezleyenler, yanlışa düşenler ve kaybedenler yok muydu? Tâ başa dönecek olursak: Ramazan günü ortalık yerde yiyip içen biri, işin iç yüzü araştırılmadan, sebebi sorulmadan, mutlaka azarlanmalı, yüzüne tükürülmeli, hakarete maruz bırakılmalı, tartaklanmalı, mıdır? Böyle yapmak, Müslümanlığın bir gereği midir? Ya da böyle yapmazsak Müslümanlıktan mı çıkarız? Nitekim, en çok sevdiği, en gözde müridini bu tür bir cilveyle ödüllendiren Sinan-ı Ümmi Hz.,görünürde onun cezasını, İslam’ ın kurallarına uygun bir şekilde “iki ay oruç tutmak” olarak ilan etmiş bunu vurgulamıştır. Ama işin iç yüzü göründüğü gibi değildir. Şeyh Hz. , takip eden kırk günde Mısrî’ nin tam kemale, manevi olgunluğa ermesi için, tasavvufi eğitim yöntemlerinden biri olan kırk günlük halveti uygulamıştır. Aslında bu, tatlı bir cilveleşmenin âdetâ ibretlik bir oyun halinde sergilenmesinden ibarettir.

KÜTAHYA AKÇAALAN BELDESİ TÜRBELERİ

KÜTAHYA AKÇAALAN  BELDESİ TÜRBELERİ

Yaşlılar köyün batısına Datçaalanı diyorlar. Datçaalanı köyün ilk kurulduğu yer imiş. Yine yaşlılar Akçaalan’ı üç kabilenin kurduğunu, bunların: 1)Yörükler 2) Abdallar 3) Türkmenler olduğunu söylüyorlar. Yörükler köy kurulalı beri Sünni geleneği sürdürüyorlarmış. Köy içindeki yerleşim saydığımız kümelere göre değil. Yörük, Abdal , Türkmen her sokakta karışık oturuyorlar. Karşılıklı kız alıp veriyorlar. Türkmen ve Abdal diye adlandırılan gruplar Alevi. Köyde Karadonlu Can Baba türbesinin dışında çok sayıda türbe , mâkam ve ziyaret yeri var. Akçaalan’lı Aleviler Işık Ali ocağına bağlı olduklarını söylüyorlar. Işık Çakır’ın türbesi ise Kütahya Hisarcık ilçesi Işıkçakır köyünde . Işık Çakır Hacı Bektaş dergahına bağlı diyorlar.

Akçaalan Beldesindeki Türbeler

1) Karadonlu Can Baba
Beldenin Doğu tarafı girişinde Kasaba mezarlığına bitişik Karadonlu Cihan Baba Türbesi bulunmaktadır. 1970 Gediz depreminde hasar gören türbe ve çevresi Hacı Mustafa TANRIKULU önderliğinde yeniden imar ve inşa edildi. Daha sonraları imece usulü, Akçaalan Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği tarafından türbe etrafına çeşitli sosyal tesisler yapıldı.
Türbenin yanında bulunan ardıç ağacı  türbenin simgesi haline gelmiştir, ve denilir ki; Ardıç ağacının dikilmesiyle kasaba yerleşiminin başladığına kanaat getirilmiş. Fakat ardıç ağacının yeşil halini ne gören ne duyan olmaması kasabanın tarihinin çok eski zamanlara dayandığını kanaatini güçlendirmiş ve kasabanın simgesi haline gelmiştir. Ardıç ağacının  kurumuş hali korumaya alınmıştır.
Ardıç ağacının kurumuş köklerinin etrafında bulunan çeşmenin kırk gözlü taş çanaklarından içilen suyun korku sonucu olan rahatsızlıklara iyi geldiği söylenmektedir.
Karadonlu Cihan Baba, Hacı Bektaş Veli’nin dergahında postnişinlik yapmış ve Gediz ve çevresinde İslamiyetin yayılmasına yardımcı olmuş, bir savaş sırasında şehit edilerek şimdiki bulunduğu yere defnedilmiş Veli bir zattır.   
Karadonlu Cihan Babanın mezarının birden fazla yerde olduğu söylenmektedir.
Kore savaşında Türk Askerlerine yardım ettiğinden ve Cihan Baba kendi ağzından yaşadığı yeri askerlere tarif ettiği ve yardım alan askerlerin Cihan Baba’ya savaş sonrası teşekkür etmeye geldiklerinde şaşkınlıkla Türbe ile karşılaştıklarını ve şok olduklarını kasaba halkı  anlatır durur.

2) Doğru Baba
Türkiye’nin genel dini yapısı gereğince nasıl ki bazı istek ve umutlar için Türbelerde kurban kesilir ve adaklar yapılırsa bu gelenek ve görenekler Akçaalan kasabasında devam etmektedir. Her sene kurbanların kesilip adakların yapıldığı bu diğer türbe Akçaalan kasabasına 3 Km. uzaklıkta bulunan Doğru Gazi Türbesidir. Türbenin bulunduğu alanın tamamı meşe ağaçlarıyla çevrili 40 dönümlük bir mevkiii kaplamakta olup, yaz aylarında, bol suyunun olduğu bu tepeye gelinerek hem türbe ziyareti yapılır hem de kebaplar çevrilerek piknik yapılır. Doğru Gazi tepesinden çevreye bakılınca tüm köy ve kasabalar görülmekte ve gün batımı seyretmenin tadına doyulmayan ender mesire alanlarından biridir. Akçaalan Muharebesinde ve Doğru (GAZİ) Baba Türbesine Ait Anlatılan Hikaye ;   Bu tepenin eteklerinde Yunan Kuvvetleri  ile çarpışa sırasında, düşman kuvvetleri bozguna uğramış  ve kaçarlarken 11 kişilik düşman süvarisi arkalarına bakmışlar, bir de ne görsünler, yalnız bir Türk kahramanı var. Hemen geri dönmüşler, Doğru Gaziye hücum etmişler, orada bir saatten fazla savaşmışlar. Doğru Gazi bunlardan yedi düşman askerini öldürmüş, fakat kendisi de tan yedi yara almış artık kılıç sallayacak takati kalmayınca şimdiki yattığı tepeye doğru, sarp ve dik yerlerden çıkmaya başlamış.Bir aralık sağ kalan dört düşman askeri Gaziye yaklaşmışlar, tam o sırada yaralı cengaverimizin eyerinin kolanı kopmuş, eyer atın sırtından kaymış, kendisi de yere düşmüş, eyeri almaya, kolanı bağlamaya da vakit kalmamış, hemen silkinip bir elle kanlı kılıncına dayanmış, bir elini göğe kaldırmış, önce çok sevdiği eyeri için şu duayı okumuş;
BULANDI GÖZLERİM, DALDI UMMANA
YA EĞER! TAŞ KESİL KALMA DÜŞMANA
YOLLANDIM GİDERİM, ULU RAHMAN'A..
YA EYER! TAŞ KESİL KALMA DÜŞMANA !  
ALLAHIN HERŞEYE KADİRSİN KADİR
EYERİ DÜŞMANIN GÖZÜNDEN YETİR !
ÖZÜNDEN BİRİNCİ DİLEĞİM BUDUR
YA EYER TAŞ KESİL KALMA DÜŞMANA !
duası biter bitmez eyer hemen taş kesilip kayalara yapışmış ve duası Allah katında kabul  olmuştur. 
Eyer taş kesildiği tepede o zamanki yerinde halen  durmaktadır. 
3) Ali Baba
Kayacık Kasabası karşı tepesinde bulunmaktadır.

4) Namaz Dağı

5) Tekke

6) Meyis Dede

7) Pir Mahmut (Mehmet –Ahmet)
Beldenin Kuzeyinde ve Dere Sevindik köy yolu üzerinde bulunmaktadır


8) Araplar Tekkesi (Âşık Paşa Köyü Yakınında)

9) Tuzla Dede

Ziyaret Yerleri
KAPSAL EBE : Doymak Mevkiinde bir taş yığınının bulunduğu yerin adı. Kapsal Ebe askerlere su taşıyan , genç, güzel ve ermiş bir kadındır. Akçaalan’da her ziyaret yerinden bir sülale sorumlu. Kapsal Ebe ziyaret yerine Taşkınlar sülalesi bakıyormuş. “Kapsal Ebe su başında oturur, /Her geleni ayağına getirir” dizeleri Akçaalan’lı canların bugün de semahlarında geçiyor.

SARI KIZ : 1970 Depreminde yıkılan Semitler köyünün batısında Sarı Kız denilen mevkiide Sarı Kız adlı bir ziyaret yeri var. Ziyaret yeri bir taş yığını, bir çeşme ve meşelikten ibaret. Sarı Kız ziyaret yerinin birkaç yüz metre doğusunda Akçaalanlı'ların Madan Dede adını verdikleri bir taş yığını var. Sarı Kız söylenceye göre kendi ziyaret yeri ile Madan Dede ziyaret yeri arasında dolaşan genç ve güzel bir kızmış. Gediz Çayının çıktığı bu mevkiide , çıplak olarak suya girip kaybolmuş. Eğer bir çocuk Sarı Kız ziyaret, yanında uyursa Sarı Kız o çocuğu çalarmış yani çocuk ölürmüş. Çocukları çalınmasın diye anneler burada çocuk uyutmazlarmış. Akçaalanlı'lar her güz diğer türbe ve ziyaret yerlerine yaptıkları gibi Sarı Kız’a da adaklar adar kurbanlar keserlermiş. Ayrıca Hıdırellez’i de burada, Sarı Kız’ın makamında kutlarlarmış. Ama gördüğüm kadarıyla Malatya Hekimhan’da , Antalya Karatepe’de , Kayseri Sarı Kız’da, Domaniç Sarı Kız’da, Kaz Dağları'nda ve Anadolu’nun daha bir çok yerinde olduğu gibi Sarı Kızımız hep yalnız. Ayrıca Gediz’în Murat Dağında bir kaplıcaya da Sarı Kız deniyormuş. Akçaalan’a Sarı Kız’ın ruhu sinmiş. Köyün içinde Doğru Gazi Caddesi yakınlarında bir evin duvarında mum yakılan oyuk için de Sarı Kız mekanı diyorlar. Bu mekan yeri Sarı Kız’ın asıl mekan yeri bilinmez ama Anadolu insanının sevecen yüreğinde hayli çok mekan yeri var. Bu oyuğun bulunduğu ev 1970 depreminde yıkılmış. Sarı Kız yaşayan Akçaalanlı'ların sık sık düşlerine girdiği için onlar da devamlı adak adar kurban keserlermiş. Sarı Kız’ın bir tarafında Madan Dede bir tarafında da Mehmet Dede ziyaret yerleri var. Onlar da birer meşe koruluğu. Sarı Kız ziyaret yerine Akçaalanlı Karaloğlan ile kaplı Karaaliler bakıyorlarmış. Akçaalanlılar koruyup kollasalar , onlardan medet bekleseler de , adaklar adayıp, kurbanlar kestikleri ziyaretler yerlerinin çoğunun dününü unutmuşlar. Acı gerçek bu. Köy içinde ve çevresinde her koruluk , her ulu ağaç bir dede adı taşıyor. Dede adıyla doğayı korumanın ne güzel örneği bu. Çevreciler de koruluklara birer eren adı bulsalar iş kolaylaşacak gibi.

Akçaalan’da 15 ziyaret yerinin hiçbirisinde mezar ya da türbe yok. Bu da biz de, bu köyde yaşayan ve sevilen , toplum üzerinde iz bırakan dedelerin anısı yaşasın diye bir ulu ağacın , bir koruluğun korunduğu kanısını uyandırıyor. Böylece o dedenin adı ile birlikte doğal çevre de korunmuş ve yaşatılmış oluyor. İşte zaman zaman zındık ve mühlit sayılan Anadolu Kızılbaşlarının bulduğu Hak’ça ve Halk’ça güzel bir çözüm.

Buralara dokunan iflah olmuyor, dertten kurtulmuyor.

SELVİ YEREN : Büyük olasılıkla Yaren sözcüğünün değişmesi ile oluşsa gerek. Akçaalan- Yeşilova arasında bir taş yığını ve Ulu çam ağaçları

KARAARDIÇ : Semitler mevkiinde ulu bir ardıç ağacının çevresindeki meşelik

HÜSEYİN DEDE : Yine Semitler mevkiinde yaşlı çam ve meşe ağaçları.

BALIPBA DEDE : Yayla mevkiinde , çam ve meşe ağaçları arasındaki taş yığını

YEREN DEDE (YAREN): Akçaalan’da iki ayrı yerde Yeren Dede adlı ziyaret yeri var. Birisi köy içinde köy girişinde diğeri köyün güneyinde Selim yaylasına yakın bir yerde çam ağaçları ve taş yığını. Akkaya köyü yakınlarında üçüncü bir Yeren Dede ziyaret yeri olduğunu da söylüyorlar. Güçlü Ahi’lik bağı olasılığı akla geliyor.

HARDAL DEDE : Hanım Bunarı (pınarı) mevkiinde çam ağaçları arasında bir taş yığını.

HACİM DEDE : Hanım Pınarı yakınındaki çam ağaçları arasıdaki taş yığını.

SALIF DEDE : Semitler mezarlığında meşelik içinde bir taş yığını.

ILDIRŞIK DEDE : Batak deresi mevkiinde çam ağaçları arasında bir taş yığını.

KIRAN DEDE : Köyün batı ucunda yaşlı bir çam ağacı ve taş yığını.

DOĞRU GAZİ : Türkistan’dan Anadolu’ya gelen
Türkmenlerden asıl adı Kara Bali olan Murat Gazi Gediz yakınlarındaki Murat Dağında bir türbede gömülüdür. Murat Dağında şehit olmuştur. Germiyanoğulları’nın Beyi Umur Bey’e bağlı birlikler Balca Ovası’nda Bizans Nikola ile yapılan bu savaş ,Akçaalan ve Çayköy yöresinde yapılmıştır. Gediz’in alınması sırasında bir ulu olarak yaşayan. Türkmen Velisi’dir Doğru Gazi. Bu savaşta 10’dan fazla Bizanslı savaşçının arasında kalan Doğru Baba var gücü ile savaşır ancak yaralanır. Yaralı ve bitkin bir halde kan kaybederken

Hacı Bektaş Veli’yi düşte görür gibi sisler arasında görür. Melekler Doğrul Baba’yı Doğru Baba Dağı’nın zirvesine götürür ve gömerler. Türbesi o tepenin başındadır. Akçaalan’ın merkezinde Tekke adlı bir türbe bulunmaktadır. Bu Türbede yatan eren kişi Haydar Gazi’dir. Türbenin duvarında Doğru Gazi sokak levhası bulunur. Akçaalan’lılara doğruya Doğru Gazi’nin yolundan gidilir der gibi türbenin köşesini süslüyor o levha...



BİR SEYYAH GÖZÜYLE AKÇAALAN.
ALINTIDIR.