EBEDİ SOYLULAR:
EHL-İ BEYT
Yûsuf bin İsmâil en-NEBHÂNÎ
( 1849 - 1932 )
Dipnotlarla Yayma Hazırlayan:
Ahmed Ferîd el-Mezîdî
Yazarın Rabat'taki bir kütüphanede yer alan
bir kitaptan kendine ait elyazısı
YAYINCININ ÖNSÖZÜ
Halkı farklı renk, dil ve dinlerde yaratan Bedîu's-semâvât vel-
ard olan Yüce Allah'a sayısız övgü ve hamdlar olsun...
Peygamberlerin sonuncusu, Muhammed Mustafa seJLILlıu etlerini
vesellem) Efendimize ve pâk Ehl-i Beytine salât ve selamlar olsun. . .
Yüce Allah, elçisi olan Muhammed Mustafa'ya ; scJLILhu dlei(lnı
vesellem) hiçbir kuluna bahş etmediği üstün özellikler yanında
başka hiçbir peygambere nasip etmediği lütuflarda bulunmuştur.
Bilinen bir gerçek te şudur ki dünya tarihinde gelmiş geçmiş
hiçbir peygamberin soyundan geldiği kesinlikle sabit olan hiç
kimse bilinmemektedir. Buna karşılık peşinden soy kütükleri
oluşturulacak kadar tek nesil bırakan peygamber, Nebilerin
Sonuncusu Hz. Peygamber (sal ULU alsşj-ıı v»selten§|?dir. Bu nesil, inzâl
buyurulan Yüce Kitab Kur'ân-ı Kerîm'in "korunduğu" gibi
korunmuştur. Bu da aslında Kur'ân mucizesine benzer bir mucize
olup az evvel dikkat çektiğimiz gibi Hz. Peygamber'e ( Sdllallahu cJeıjl'iı
vesellem) bahşedilmiş olan bir özelliktir.
Yüce Allah, elçisi olan Muhammed Mustafa'ya 1 scJlcJlahu cJeı^hı
vesellem ) hiçbir kuluna bahş etmediği üstün özellikler yanında
başka hiçbir peygambere nasip etmediği lütuflarda da
bulunmuştur. Gerek Kur'ân âyetlerinde, gerekse çeşitli
hadislerde bu özel durumlara işaret eden türlü deliller vardır. Hz.
Peygamber'in salleJblıu aleyhi vesellem) soyunun devamı da O'na
bahşedilen faziletlerden birisidir. Ehl-i Beyt ibaresiyle Kur'ân'da
yer alan ilahi ismi ile O'nun en yakın aile bireyleri olarak kızı Hz.
Fatıma, onun kocası ve Hz. Peygamber'in ( sallallahu aleyhi vesellem)
damadı olmakla birlikte amcasının oğlu Hz. Ali ile O'nun
(sallallahu aleyhi vesellem) dünyadaki güzel kokularım diye ifade ettiği
6
Hz. Haşan ile Hüseyin'in konumları, diğer insanlardan oldukça
farklıdır.
Yüce Allah'ın tensip buyurduğu bu benzersiz konumları, hem
Hz. Peygamber ( stflltflldhu aleijlnı vesellem) zamanında, hem de sonraki
dönemlerde sahabenin tümü tarafından kanıksanmış bir olgudur.
Ancak Hz. Osman döneminde kıvılcımlanan fitne alevinin
sonucunda Müslümanlar iki kampa ayrılmışlardı. Bu
kamplaşmada halkın, çoğunluğunu sahabenin oluşturduğu
bölümü Ehl-i Beyt'in konumunu bildiklerinden Hz. Ali'nin
saflarında yer almakta tereddüt etmemişlerdi. Seçimle iktidara
gelen halifeye boyun eğmeyip isyana kalkışan Muaviye'nin başını
tuttuğu Şam ahalisi ise, onların değerli konumlarından bihaber
çok az sayıda müteahhir sahabeden oluşan bir grup olarak göze
çarpmaktadır.
Daha sonra Sünni-Şii fırkaları olarak ikiye ayrılan bu iki grup
arasında yüzyıllar boyunca hem maddi, hem de fikri savaşlar
süregelmiştir. Bu mücadele sürecinde isyancı "Müslüman" grup,
başlangıçta Yüce Peygamber'in torunları Hz. Haşan ile Hz.
Hüseyin'i öldürecek kadar işi ileriye götürmüşlerdir. Bu şerefli
aileye yapılan eziyetler, doğal olarak onların taraftarlarında derin
izler bırakmıştır. Detay ve kışkırtıcı sebepleri bir yana bırakırsak
Şii dünyası, Ehl-i Beyt olgusunu sonuçta dini her değerin önüne
çıkaracak kadar aşırıya gitmiş; Sünni dünyası ise bu olguyu
onlara bir karşı tepki olarak öne çıkarmayarak "ihmal" etmiştir.
Elinizdeki bu kitapta Ehl-i Beyt olgusu, bu iki aşırı ucun tam
ortasında ifrat ve tefritin arasında bir yaklaşımla ele alınmaktadır.
MÜELLİF HAKKINDA
Sünneti destekleyen, bidatleri kahreden, Rabbani imam,
şeyh Yûsuf b. İsmail en-Nebhânî
(1849-1932 M./ 1265-1350 H.))
Değerli imam, kâmil himmet sahibi, ilmiyle âmil, Hz.
Peygamber'i ( s (5i I \o I Idhu tfleıjhı vesellem) seven, şeyh Yûsuf b. İsmail
en-Nebhânî. Nesebi, Filistin'in mukaddes topraklarında,
İczim döneminde yaşamış, Bedevi Araplarından olan. Benî
Nebhân'a dayanır. Kendisi de hicri 1265 senesinde (M. 1849)
orada dünyaya geldi. Kur an-ı Kerîm'i, salih, hafız ve
kurrâdan olan babası Şeyh İsmâil en-Nebhânî'den öğrendi.
Ardından ilim tahsil etmek için, Mısır’a Ezher Üniversitesine
gitti. Hicri 1283 ile 1289 yılları arasında orada, araştırmacı
hocalardan ve uzman âlim üstadlardan şer ı ilimler tahsil
etti. Onlar hakkında şöyle der: "Onlardan her birisi farklı bir
kıtaya gitse, çevresindekileri Cennete taşıyan bir lider olur,
ilmin her alanında onlara yeterli bilgiyi verirdi ondan sonra
da konuşulacak ve anlaşılacak bir şey bırakmazdı."
(Bunu hadis şeyhi, allame Muhammed Habîbullah eş-Şankîtî,
Nebhâni’yi anlattığı, Şevâhid'ul-Hakk isimli kitapta söylemiştir)
Kettânî onun hakkında şöyle der: "Asrın âlimi, edîb, şâir,
üretken, içten seven ve asrın nadirlerindendir." Şunu da
ekler: "O, Siret-i Muhammediyye ve Nebeviyye alanında en
büyük hizmetleri yapmıştır. Hayatını bunun için
vakfetmiştir. İçinde bulunduğumuz asırda öyle kitaplar
yazıp neşretmiştir ki, başkasına bunun onda birini yazmak
bile nasib olmamıştır."
8
Yazar ve Eserleri Hakkında
Tasavvuf tarikatlarını zamanın şeyhlerinden öğrenmiştir.
İdrîsiyye tarikatını; Mekke'de yaşayan şeyh İsmail en-
Nevvâb'dan. Rufai tartikatım; şeyh Abdulkadir ed-Dücânî
el-Yâfî'den. Halvetiyye tarikatını; şeyh Haşan Rıdvan es-
Saîdî'den. Şâziliyye tarikatını; Şemsüddîn Muhammed b.
Mes'ûd el-Fâsî ve Nureddin el-Yaşrutî'den. Nakşibendî
tarikatını; Gıyâsuddin el-İrbilî ve İmdâdullah el-Hindî'den,
Kâdiriyye tarikatını; Haşan b. Halâve el-Gazzi'den almıştır.
Bunun dışında başka hocalardan da faydalanmıştır.
Arap topraklarını ve Türk memleketlerini dolaştı,
İstanbul, Musul, Haleb, Diyarbakır, Şehrezur, Bağdat,
Samarra, Kudüs şehirlerini ve Hicaz'ı gezdi. Adı dikkat
çekmeye başlayıp şöhreti yayılınca, Şam bölgesine kadı
olması taleb edildi. Daha sonra Beyrut yüksek hukuk
mahkemesinin başkanı oldu.
Elinizdeki bu eseri, eş-Şereful-Müebbed li-Âli Mııhamnıed
(st 3 1 \a\ \a\r \ u cJeijhı vesellem) ("Ehl-i Beyt’in Ebedî Şerefi") ilk olarak
Beyrut'ta hicri 1309 yılında basıldı. Sonra diğer eserler onu
takip etti ve meşhur oldu. Onun engin İslami bilgisi,
belağatmm akıcılığı ve güzelliği insanlar arasında yayıldı.
Ortaya koyduğu araştırma ve teliflerle şöhreti yayıldı.
Bundan sonra yazdı, tabetti ve yayınladı. Özellikle
Peygamberimizle ; scJLILku öiletjlnı vesellem) ilgili alanda... (Bakın:
el-Fehâris, el-Kettânî, Beyrut)
Zeki Mucâhid, A'lâm Şarkiyya ("Şarkın Bayraktarları")
kitabında der ki: Miladi 1910 senesinde Kahire'yi ziyaret etti.
Hidiv II. Abbâs Hilmi Paşa, şer'î ilimlerdeki engin bilgisi
hatırına, kendisine aylık 10 cüneyh maaş tahsis etmiştir.
Şeyh Abdurrezzak el-Baytâr, onu uzun uzun överek
anlatır. Sözlerinin bir bölümü şöyledir:
Yazar ve Eserleri Hakkında
9
"Bence; bu âlim, zeki edebiyatçı ve çalışkan insanın,
yaptığı işlerin üstünlüğü, parlayan yıldızlar gibi ortaya
çıkmıştır. Harika edebiyatı özelliklerinin görüntüsüne renk
katmıştır. Kendisi güçlü anlama kabiliyetiyle parlayarak
meşhur olmuştur. Derecesi göklerde yükselen, sözleri etkili
biridir. Kınından çekilmiş kılıçtan daha keskin zekâya
sahiptir. Onun fikir yapısını, deniz anlatmaya kalkışsa
ızdırap duyar. Yazıları ipe dizilmiş inci mercan gibidir. Şiiri,
mükemmel anlayışına ve şuuruna delalet eder. Vera ve
muhabbet meydanının süvarisidir. Ok gibi hedefini bulan,
fasih kalemlerin sahibidir. Yemin ederim fazilette tek başına
kalmıştır. Aydınlar onun yanma bile yaklaşamaz. Buna ek
olarak, üzerinde taşıdığı güzellikler, yaşatarak ebedî kıldığı
menkibeler okunduğunda, duyguları sarsacak ve kulakları
açtıracak cinstendir. Telif ettiği değerli eserleri, üstünlüğünü
ve gururlu duruşunu bize ispat etmeye yeterlidir. Bunlardan
bazıları şunlardır:
"Afdalu's-Salavât alâ Seyyidi' s-Sâdât" (Efendilerin Efendisi
Üzerine En Faziletli Salâvatlar).
"Vesâilu'l-Vusûl üâ Şemâüi’r-Resûl" (Resûl'un Sıfatlarına
Ulaşma Yolları).
eş-Şeref'ul-Müebbed li-Âli Muhammed (Ehl-i Beyt'in Ebedi
Şerefi) Bu kitaba bakma imkânım oldu. Mükemmel
olduğunu ve isabetli görüşlerin ifade edildiğini gördüm."
(Bak. Hilyetu'l-Beşer fî târîhi'l-karni's-sâlis aşara, el-Baytâr, 3/1614,
Dâr-ı Sâdır, Beyrut)
Şeyh Şankîtî onun hakkında şöyle der: "Üstadın ibadetine
gelince, Medine'de onu izlemiştim. Allah'ın olağanüstü
meziyetler verdiği, evliyâ ve asfiyâ derecesinde olduğuna
şâhid oldum. Hicrî 1350 yılının mübarek Ramazan ayının
başlarında, Beyrut'ta Hakk'm rahmetine kavuştu. Kendisi
10
Yazar ve Eserleri Hakkında
âdeti olduğu üzere, farz namazlara bağlı, bol bol nafile
namaz kılardı. Peygamberimize ( sdlltflltfhu tfleLjhı vese Hem) çokça
salavât getirirdi; bu da ibadetin ve sünnete tâbi olmanın
nurudur. Bu durum, nurânî yüzünde apaçık görünürdü.
Allah bizim ve onun ibadetlerini makbûl eylesin. Yüce
şefaatçi, Resûlullah'm scallcalltfl'iu <5ileL)kı vesellem) zümresine dâhil
eylesin."
ESERLERİ
Şeyh Şankîtî diyor ki: Eserlerine gelince gerçekten çoktur.
Eserlerininin çoğu veya tümü, hadis veya onunla ilgili
konularla ilgilidir. Siret-i Nebeviyye, Peygamberimize
(sallallafıu deq!n vesellem) medhiyeler, esânîd bilgisi, İslam
âlimlerinin biyografileri, Hz. Peygambere sdlalLhu dleqlıı vesellem)
salavat getirmenin ehemmiyetiyle alakalı eserler kaleme
almıştır. Benim bildiğim, hadis ve diğer konularla ilgili telif
ettiği eserleri zikretmek gerekirse; bana göre en büyük ve en
faydalı eserinden başlarım.
1. el-Feth'ul-Kebîr fi Dammi'z-Ziyâdeti ila'l-Câmus-Sağîr, Bu
kitap, Suyûtî'ye ait " el-Câmiu' s-Sağîr" ile onun zeyli olan
“Ziyâdetu’l-Câmus-Sağîr" eserlerini bir araya topladığı
kitabıdır. 1 14450 hadis ihtiva etmektedir. Mustafa el-Bâbî el-
Halebî ve çocuklarına ait matbaa ve kitap şirketi tarafından
üç cilt halinde basılmıştır. Bu kitabın basımı ancak müellifin
vefatından yaklaşık bir sene sonra tamamlanabilmiştir.
1 Neşredilmiştir: Kahire, Mustafa el-Bâbî el-Halebî Matb., 1932; Heysem Nizar
Temim in yayına hazırlamasıyla, Beyrut, Dârul-Arkam, 1350/1932; Kahire, Dârü’l-
Kütübi'l-Arabiyyetii-Kübrâ, 1351
Yazar ve Eserleri Hakkında
11
Hadisle uğraşan herkesin kütüphanesinde bulunması
gereken bir kitaptır. Hadis matbuatı arasında böyle bir eser
yoktur.
2. Muntehabu' s-Sahîhayn ("Buhârî ve Müslim'den
Seçmeler"); tamamen harekelidir. 3010 hadis ihtiva eder.
Sonuna, Kurratu'l-Ayn alâ Muntehabı 's-Sahîhayn diye
adlandırdığı bir zeyl eklemiştir.
3. Vesâilıı ’l-Vusûl ilâ Şemaili’ r-Resûl ("Resûl'ün Şemailine
Ulaşma Yolları") 1
4. Af dahi’ s-Salavât alâ Seyyidi’s-Sâdât ("Efendilerin Efendisi
Üzerine En Güzel Salavâtlar") 2
5. el-Beşâiru’l-İmâtıiyye fi l-Miibeşşirât el-Menâmiyye.
6. en-Nazmu’l-Bedî’ fi Mevlidi’ ş-Şefı’ (Mevlidle Alakalı
Şiirler)
7. el-Hemzetu’l-Elfiyye (Tayyibetu’l-Ğarra’) fi Medhi
Seyyidi ’l-Enbiyâ 3 4
8. Şevâhidu’l-Hakk fi’l-İstiğâseti bi-Seyyidi’l-Halk 1
9. e-Esâlîbu’l-Bedî’a fi Fadli’s-Sahâbeti ve-İknâ’iş-Şîa
("Benzersiz Metotlarla Sahabenin Faziletiyle İlgili Şianm
İkna Edilmesi")
10. Kasîdetu Saâdeti’l-Meâd fi Miivâzeneti Bânet Suâd
11 . Misâlu Na’lihi’ş-Şerîf ( JUIA*# aAfü veselerrt)
12. Huccetullah ala’l-Âlemîn fi Mu’ cizâti Seyyidi’ l-Mür selin 1
1 Neşredilmiştir: Beyrut, Matba’atu 1-Edebiyye, 1309; Beyrut : Dâru’l-Kütübil-
İlmiyye, 2002.
2 Neşredilmiştir: Beyrut, Matba’atü’l-Edebiyye, 1 309; Mahmûd Fahurî’nin tahkiki
ile Haleb, Dâru'l-Kalem, 1994
3 Neşredilmiştir: Beyrut, Matbaatü 1-Edebiyye, 1314.
4 Neşredilmiştir: Beyrut, Matbaatü'l-Edebiyye, 1309; Kahire, Mustafa el-Bâbî el-
HalebîMatb., 1973; Kahire, el-Matba’atu 1-Meymeniyye, 1323.
12
Yazar ve Eserleri Hakkında
13. Saâdetu' d-Dâreytı fi's-Salâti alâ Seyyidi'TKevneyn 1 2
14. es-Sâbikâtu'l-Ciyâd fi Medhi Seyyidi'l-İbâd.
15. Hulasatu'l-Kelâm fi Tercihi Dini'Tİslâm.
16. Hâdi'TMürîd ilâ Tarîki' ’TEsânîd 3
17. el-Fedâilu 'TMuhammediyye. 4
18. el-Virdu'ş-Şâfî, Peygamberimizin ( sallallaku o\e vesellem)
dua ve zikirlerini ihtiva ediyor.
19. el-Mezdûcetul-Ğarrâ' fi'l-İstiğâseti bi-Esmâi' ilahi' T
Husnâ.
20. el-Mecmûıatu' n-Nebhârıiyye fi'l-Medâihi'n-Nebeviyye 5
21. Nucûmu'TMuhtedîn fî Mucizâtihi ( s^llallcıkj cı I e 4 lı ı veçellem)
ve'r-Reddıı ala A' dâihi îhv ani' ş- Şey atîn.
22. İrşâdu'THayarâ fî Tahzîr'iTMüslimîn min Madâris en-
Nasârâ.
23. Câmiu's-Senâ Ala'llâh 6
24. Müferricu'TKürûb ve Muferrihu'TKulûb 7 8
25. Hizbu'Tİstiğâsât bi-Seyyidi' s-SâdâT
26. Ahsenu’TVesâil fî Nazmi Esmâi'n-Nebî
1 Neşredilmiştir: Diyarbakır, el-Mektebetu'lİslâmiyye, [tarihsiz]; Kahire,
Matbaatü’l-Edebiyye 1316. Tercüme edilmiştir: “Resüllerin Efendisi hakkında
Allah’ın âlemlere karşı hücceti” Peygamber Efendimizin mucizeleri” başlığı ile
Abdülhalik Duran, Konya, İslami Neşriyat, [tarihsiz],
2 Neşredilmiştir: Beyrut, Matba’atu Beyrut, 1316.
3 Neşredilmiştir: Beyrut, Matba’atü'l-Edebiyye 1317.
4 Bu kitabın Türkçe çevirisi yayınlanmıştır: Çevr. Fethi Güngör, İnsan Yayınları,
ISBN. 9755741615.
5 Neşredilmiştir: Beyrut, Matbaatu 1-Edebiyye 1320.
6 Neşredilmiştir: Mahrnûd Fahuri’nin tahkiki ile, Flaleb, Dâru'l-Kalemi'l-Arabi,
1988.
7 Neşredilmiştir: Beyrut, DâruTKutubiTllmiyye, 2003/ 1424.
8 Neşredilmiştir: Kahire, Dârü’l-Maktum, 2000/1421
Yazar ve Eserleri Hakkında
13
27 . el-Esnıâ fımâ li-Seyyidinâ Muhammed mine'l-Esma
28 . el-Burhâtı el-Musedded fî İsbâti Nübüvveti Seyyidinâ
Mııhanımed 1
29 . Delîlıı' t-Tuccâr ilâ Ahlâki’ l-Ahyâr 2
30 . er-Rahmetu'l-Muhdât fî Fadli's-Salât 3
31 . Hıısnu' ş-Şir' a fî Meşruiyyeti Salâtız-Zuhr Ba'de’l-Cıım’a
32 . Risâletu't-Tahzîr min İttihâz es-Suvar ve't-Tasvîr
33 . Tenbîhu'l-Efkâr li-Hikmeti İkbâli' d-Dünya ala'l-Kuffâr
34 . Sebîlu'n-Necât fi'l-Hubbi fillah ve 1-Buğdi fillah 4
35 . Reful-İştibâh fî İstihâleti'l-Ciheti Alallah 5
1 Cabi Bessam’ın tahkiki ile Limasol da neşredilmiştir, 1987.
2 Bessam Abdülvehhab Cabi’nin yayına hazırlamasıyla Limasol, el-Ceffan ve'l-Cabi
Yay., 1987.
3 Pamuk Yayıncılık tarafından “Namazın Fazileti ve Terk Etmenin Cezası”
başlığı ile yayınlanmıştır. İSBN: 9752940512
4 Neşredilmiştir: Abdullah Mesud tahkiki ile Haleb, Dâru'fKalemi'f Arabi, 1994;
Bessam Abdülvehhab Cabi’nin tahkiki ile Beyrut, Dâru İbn Hazm, 1 992.
5 Değerli bir eserdir. Nebhânî, bu kitabında, İbn Teymiyye'nin Yüce Allah'a yön
izafe etme bidatine cevap vermektedir. Kitabın takdiminde şöyle demektedir: “İbn
Teymiyye'nin (Allah rahmet etsin ve affetsin), içinde Elifi sünnet itikadına aykırı olan
görüşlerin bulunduğu kitapları tabedilip neşredildiğinde, o asrın âlimlerinin bu ileri
sürülen meselelere karşı çıkması gerekirdi. Elifi sünnete aykırı olan bu görüşlere cevap
verip, insanları bu konularda uyarmaları gerekirdi ki, akidelerinde herhangi bir
saptırmaya sebep olmasın. Bu meseleler içinde en önemli olanın Allah'a yön izafe etme
olduğunu tesbit ettiğim zaman, Allah'a yön izafe etmenin imkânsız olduğunu ifade
eden, Elifi sünnet mezhebine bağlı büyük İslam âlimlerinin görüşlerini bir risâlede
derlemenin isabetli, şart ve kaçınılmaz olduğunu düşündüm. Bu meyanda bu eseri
derledim ve şu ismi verdim: “Reful-İştibâh fi İstihâleti'l-Ciheti Alallah”
(Bu eser, Şevâhidu'l-Hakk isimli eserin içinde tabedilmiştir, ona bakabilirisiniz).
Müslüman avamın içinde Vehhabî fitnesinin yayıldığına şahit olduğumuz bu
günlerde, bu kitabın değerini daha iyi anlıyoruz. İbn Teymiyye'nin mezhebini ve
cemaatini ihya edip diğer mezheplerden ciddi bir şekilde ayıran görüş budur.
Bunlardan birisi Muhammed b. Sâlih el- Useymîn. Riyâzus-sâlihîn kitabına notlar yazar.
14
Yazar ve Eserleri Hakkında
36. Saâdetu'l-Enâm fî İttibâi Dîni'l-İslâm
37. Muhtasar İrşâdu 'l-Hayarâ
38. er-Râiyetu's-Suğrâ fi Zemmi'l-Bid'ati'l-(Vehhâbiyye) ve-
Medhi ’s-Sünneti ’l-Ğarrâ
39. Cevâhiru’l-Bihâr fi Fadâüi'n-Nebyyü-Muhtâr 1
40. Tehzîbu’ n-Nufûs fî Tertibi’ d-Dıırûs
286. sıradaki; “ Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki; bir kişi eşini yatağa çağırır
da eşi onu reddederse, kocası ondan razı oluncaya kadar Semâda Olan ona gazab eder”
hadisini Allah'a yön izafe etme iddiasına delil olarak kullanıyor. Ardından -yalan
söyleyerek- bu görüşün Ehl-i sünnet ve selefin görüşü olduğunu ileri süıüyor.
Şöyle diyor: "Bu hadisteki ifade, Ehl-i sünnet ve cemaat ile selefin kabul ettiği,
Allah'ın bizzat semada, Arş ının üzerinde, yedi gök üzerinde olduğu görüşüne açık bir
şekilde delil teşkil eder. Buradaki “semada” ifadesinden maksad, mülkü semadadır
demek değildir. Bu, sözü tahrif etmek olur. Yeryüzünün ve göklerin hepsi Yüce Allah'ın
elindedir. Hepsi Allah'ın mülküdür. Burada ifade edilmek istenen; Yüce Allah'ın bizzat
göklerinin üzerinde Arş a istiva etmiş olmasıdır. Bu yüzden meselenin fıtrî olduğunu,
Allah'ın semada olduğunu anlamak için araştırmaya gerek duymadığını görüyoruz. Bu
fıtriliğinden dolayı, insan Rabbine dua edeceği zaman, ellerini yukarıya doğru açar,
kalbiyle yukanya doğru yönelir.”
Bu sakat istidlaline, rey ve heva yoluyla dinle oyun oynarcasına şöyle devam eder:
"Bazı haşereleri görürüz; kovaladığınızda veya eziyet ettiğinizde, durur ve ayaklarını
semaya kaldırır. Bunu açıkça görürüz. Bu bize Allah'ın semada olduğunu fıtrî olarak
gösterir. Bunu ispat etmeye gerek yoktur. Hatta Allah'ın semada olduğunu inkâr
edenler bile (ilginçtir) fiileri, bu batıl, fâsid ve küfre götürmesi muhtemel olan
akidelerini tekzip eder.”
Yüce Allah, yönlerden ve yaratılanların bütün sıfatlarından münezzehtir. “O'nun
benzeri hiçbir şey yoktur.” (Şûrâ Sur.ll) O'nu yönler ihata edemez. Yer ve gökler onu
çevreleyemez. Mekânı yaratmadan önce vardı. Şu anda da önceden olduğu gibidir.
Onların dedikleri gibi, O'nu Arş taşımıyor. Allah onların dediklerinden çok daha
Yücedir. Bilakis Arş ve üzerindekiler, Onun kudretinin lütfuyla taşınmaktadırlar.
Avucunun içindedirler. “Onlar Allah'ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyamet günü
bütün yeryüzü O'nun tasarrufundadır. Gökler O'nun kudret eliyle dürülmüş
olacaktır. O, müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir.” (Zümer Sur.
67 )
1 İki cilt halinde Kahire, Mustafa el-Bâbî el-Halebî Matb., 1960
Yazar ve Eserleri Hakkında
15
41 . İthaf u'l-Müslim bimâ Zekerehu Sâhibu't-Terğib ve't-Terhîb
nıin Ahâdîs Bııhârî ve Müslim 1
42 . Câıııiu Kerânıâti'l-Evliyâ 2
43 . Dîvânu’l-Medâih el-Musemmâ el-Ukûd el-Lulüiyye fi'l-
Medâihi ’n-Nebeviyye
44 . el-Arbaûn nıin Ahâdîs Seyyidi’l-Mürselîn 3 4
45 . ed-Delâlât el-Vâdihât (Şerhu Delâili'l-Hayrât)
46 . el-Mubeşşirât el-Menâmiyye
47 . Salavâtu s-Senâ alâ Seyyidi'l-Enbiyâ' 1
48 . el-Kavlu'l-Hakk fi Medhi Seyyidi’l-Halk
49 . es-Salavâtu’l-Elfiyye fi’l-Kelimâti'l-Muhammediyye
50 . Riyâdu'l-Cenne fi Ezkâr il-Kitâb ve’s-Sünne
51 . el-İstiğâsetu 'l-Kubrâ bi-Esmâillahi'l-Husnâ
52 . Câıııiıı' s-Salavât alâ Seyyidi' s-Sâdât
53 . eş-Şerefu'l-Miiebbed li-Âli Muhammed
54 . el-Envârıı’l-Mııhammediyye mine'l-Mevâhibi'l-
Lediinniyye 5
55 . Salavâtu' l-Ahyâr ala'n-Nebiyyi'l-Muhtâr
56 . Tefsîru Kurreti'l-Ayn mine'l-Beydâvî ve'l-Celâleyn
57 . el- Ahâdîs el-Erbaînfî Vııcûbi Tâati Emîri'l-Müminîn 6
58 . el-Ahâdî s el-Erbaînfî Fadâil Seyyidi' l-Mür selîn 7
1 Me'mun Sagreci’nin tahkiki ile Beyrut, D âru'l-Fikri'l-Muasır, 1991.
2 Pek çok neşirleri yapılmıştır: Daru’l-Fikr 1989; Kahire : Dârü’l-Kütübi’l-
Arabiyyeti’hKübra, 1329; Dâru Sadır, [tarihsiz], Türkçe çevirisi Abdülhalik Duran ’ın
tercümesi ile “Sahabeden günümüze veliler ve kerametleri” başlığı ile Flikmet
Neşriyat tarafından yayınlanmıştır.
3 Neşredilmiştir: Kahire, Mustafa el-Bâbî ekHalebî Matb., 1952.
4 Neşredilmiştir: Beyrut, Matba’atu 1-Edebiyye 1317.
5 Neşredilmiştir: Beyrut, Matba’atü'kEdebiyyel3 10; İstanbul, IşıkKitabevi 1975.
6 Neşredilmiştir: Beyrut, Matba’atÜl-Edebiyye 1894.
7 Neşredilmiştir: Beyrut, Matba’atü '1-Edebiyye, 1315
16
Yazar ve Eserleri Hakkında
59. el-Ahâdîs el-Erbaînfî Emsal Afsahi'l-Âlemîn
60. Erbaûna Hadîsen fi Fadâil Ehli'l- Beyt
61. Erbaûna Hadîsen fi E adi Erbaine Sahâbiyyen
62. Erbaûna Hadîsen fi Erbaine Siğaten fi' s-Salâti Ala'n-Nebiy
63. Erbaûna Hadîsen fi Fadli Ebî Bekr
64. Erbaûna Hadîsen Fi Fadli Ebî Bekr ve Ömer
65. Erbaûna Hadîsen fî Fadli Osman
66. Erbaûna Hadîsen fî Fadli Ali
67. Erbaûna Hadîsen fî Fadli Ömer
68. Erbaûna Hadîsen fî Fadli Lâ ilahe İllallah
69. el-Ehâdîs el-Erbaînfî Fadli’l-Cihâd ve'l-Mucâhidîn
70. Esbâbu’t-Telîf mine'l-Âciz ed-Daîf
71. el-Kasîdetu ’r-Râiyetu ’l-Kübrâ
72. es-Sihâmu' s-Sâibe li-Ashâbi' d-Da’vâ el-Kâzibe
73. es-Salavâtu'l-Erbaîn lil-Evliyâi'l-Erbaîn
74. el-Hulâsatu’l-Vefiyye fî Ricali' l-Mecmûatın-Nebhâniyy e
75. Gazavâtu'r-Resûl £ stfllo (4ıu Âeçh ves'ellem)'^
76. Hulâsatu'l-Beyân fî Ba’di Me’seri Mevlana Sultan
Abdulhanıîd Han es-Sâni ve Ecdadihi Âli Osman 2
Bu liste, 75. ve 76. kitaplar hariç, Şevâhidu’l-Hakk isimli
kitabın mukaddimesinde "Nebhâni'nin Eserleri"
bölümünden ve Zeki Mucâhid'in A'lâmu'ş-Şarkiyye
kitabındaki biyografisinden, Serkîs'in Mıı' cem' inden ve
Üstad Bessâm Abdulvehhâb el-Câbî'nin, Nebhânî'nin İbn
Hazm kitabevinde basılan, Sebîlu'n-Necât fil'Hubbi fillah vel-
1 Neşredilmiştir: Süse, Dârü’l-Maârif 1989
2 Âdil el-Mennâ'nın, Filistin Araştırmaları Müessesesi tarafından, 1 995 yılında, 352
sayfa olarak basılan A’lâm Filistin fî avâhiri’l-ahdi’l-osmânî (“Osmanlı 1 nın Son
Döneminde Filistin Bayraktarları”) isimli eserinde geçiyor. Ayrıca neşredilmiştir:
Beyrut, Matba’atul-Edebiyye 1 894.
Yazar ve Eserleri Hakkında
17
Buğdi fillah adlı eserine yazdığı mukaddimede düzenlediği
listeden alınmışıtr.
Yine tesadüfen, Tunus Maarif kitabevince basılmış,
kendisine ait, Gazavâtu'r-Resûl ("Resûl'un ( sdlblldliu o eı vesellerrt)
Gazveleri") isimli bir eserini görmüştüm. Baktığım hiçbir
listede bu kitabın adına rastlamamıştım. Bu da gösteriyor ki,
bunların dışında, bilinmeyen eserleri de olabilir. Yüce
Allah'tan bu değerli âlimi ve ortaya koyduğu eserlerini
tanıyan herkesi ona bağlamasını temenni ederiz. Çünkü o,
hayatı ve ortaya koyduğu amellerle örnek alınacak ve
faydalanılacak bir misaldir.
O, temiz ve güzel bir şekilde yaşamıştır. Ahlâkı, edeb,
tevazu, sevgi ve zorluklara sabır bakımından, Allah için
sevme ve buğzetme yönünden ve doğrulukta ısrar etme
bakımından Peygamberimiz'in ( so 1 \o I Icılıu «aleıjlnı vesellem) ahlâkım
örnek almıştır. Onun faziletini anlamak için Âlemlerin
Efendisi Peygamberimiz'in ( seJI<all<ahu tfleijhı vesellem) “Kişi sevdiğiyle
beraberdir" hadisine bakmak yeterlidir. Nebhânî, eserlerinde
nesir olsun, şiir olsun, Allah ve Resûlüne, Ehl-i Beyt'e,
Muhammed Ümmetinin değerli şahsiyetlerine sevgisini her
fırsatta ifade eden birisidir.
Yaptığı işlere baktığımızda, kesinlikle paha biçilmeyecek
hazineler değerinde olduğunu görürüz. İslam ümmeti,
özellikle günümüzde, dininden bî haber olduğu için, bu
işlerden de bî haber olmuştur.
Kendisi, İslam ümmetinin çığır açan
bayraktarlarındandır. Cehalet saldırılarına ve zamanın
taassubuna maruz kalan, selef-i salihinden bir mirastır. Buna
örnek olarak, Ziriklî'nin A 'lanı isimli meşhur eserinde onun
hakkmdaki şu sözlerini verebiliriz: "Şâir, edib, hukuk adamı,
zamanının en büyük âlimlerindendir. Ezher'den mezun olup
18
Yazar ve Eserleri Hakkında
büyük üstadlardan ders aldığından ve kitaplarında
sözedilen aldığı elliden fazla icazetten bahsetmeye gerek
olduğunu sanmıyorum." Ziriklî, Nebhânî'nin eserleriyle
ilgili şunu diyor: "Çok kitabı vardır, kitaplarında doğruyla
yanlışı birbirine karıştırmış, İslam âlimlerine karşı
ithamlarda bulunmuştur. İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-
Cevziyye gibi âlimleri eleştirmiştir. Benzer ithamları,
müfessir imam Alûsî, Şeyh Muhammed Abduh ve
Cemaleddin Afgânî ve başkalarına da yöneltmiştir."
Gerçek şu ki, Nebhânî, bu zatların görüşlerine, İslam
akidesinin saflığını bidatlerden ve keyfi yorumlardan
muhafaza etmek amacıyla karşı çıkmıştır. Bunun için İbn
Teymiyye ve taraftarlarının. Yüce Allah'a cisim ve cihet
atfetme ve Peygamberimizin scalIcJlahu <sJeqhı vesellem) kabrini
ziyaret ederek dua etmeyi yasaklama görüşlerine karşı
çıkmıştır. Ondan önce önemli âlimler de aynı şeyleri ifade
etmişlerdir. Örnek olarak; İbn Hacer, Subkî, İbn Atâullah,
İbn Cehbel, Zemlekânî ve başkalarını sayabiliriz. Nebhânî,
bu meseleyi, Şevâhidu'l-Hakk isimli kitabında tartışmış ve
cevabını vermiştir. (Ayrıca; Dâru'l-Maktam tarafından
basılan, Hizbu’l-İstiğasât isimli kitabının "Şefaati
Engelleyenler" ile ilgili bölümüne bakılabilir) Üstad Âdil el-
Mennâ, A’lâmu Filistin isimli kitabında şöyle diyor:
Şeyh Yûsuf en-Nebhânî, halifeliği eksikliklerine rağmen
desteklemekle birlikte, hataların düzeltilmesini de tavsiye
ediyordu. Sultan Abdulhamid tahttan indirildiğinde de
duruşunu değiştirmedi. İslam'ın güçlü kalması için saltanata
bağlı kalmıştır. Muhafazakâr görüşleri sebebiyle,
Cemaleddin Afgâni, Muhammed Abduh ve Reşid Rızaya,
ıslahat istemelerinden dolayı ters düşmüştür. "Islahat"
(reform) -günümüzde de- Müslüman hükümetlere, İslam'a
Yazar ve Eserleri Hakkında
19
düşman olan batının baskısıyla olmuştur. Bu da; anayasa
düzenlemesi, eğitim reformu, kadın hakları v.s ismi verilerek
yapılmıştır. Ardından İslami sosyal yapıyı bozup dinden
uzaklaştırmayı amaçlamıştır. Bu da her aydın ve basiret
sahibinin bildiği bir konudur.
Halifeliğin sona ermesine sebep olanlar da reform
isteyenler olmuştur. Filistin'i -isteyerek veya istemeyerek-
Yahudilere teslim edenler de reform isteyenler idi. Dinde
yenilik isteyenler de reform isteyenlerdi. İslam'ın başına
gelen her musibetin arkasında -daima- reform isteyenler
vardı. Bunlar, başımıza üşüşen din düşmanlarının önünde
hezimete uğrayan, onlara boyun eğen, onlara destek çıkan,
bayraklarını yücelten, kâfirlerin hayat tarzlarını benimseyen
Müslümanlardı. Allah'ın peşinde koşana terkettiği dünyaya
kapıldılar, ayakları bu bataklığa saplandı ve düşünemez
oldular. Yüce Allah'ın şu sözüne hiç inanmadılar:
"Bıı gün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi
tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı beğendim."
(Mâide Sur. 3)
Yüce Allah, İmam Nebhâni'ye rahmet etsin. Birçok kişinin
gerçeği görmekten aciz olduğu dönemlerde, Allah ona
gerçeği görme basiretini verdi. Bu da güçlü imanı ve Resûl-ü
Ekrem'e ( scJltflItfhu aleyhi vesellem ) olan samimi sevgisi sayesinde
olmuştur.
Allahım! Efendimiz Habibin Muhammed’e (YUÜ-u ijleykî'
vesellem), Onun âl ve ashabına, salâtü selam eyle, O'nu
mübarek kıl. Bütün peygamberlere selam olsun. Hamd
âlemlerin Rabbi'ne mahsustur.
Ahmed Ferîd el-Mezîdî
MUKADDİME
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahım! Hidayet nuruyla kalplerimizi aydınlattığın, bizi
dalalet ve sapıklıktan muhafaza ettiğin için sana hamdederiz.
Yeryüzünü kendisiyle hidayete erdirdiğin, peygamber olarak
göndererek cehalet karanlıklarını ve şüpheleri açığa çıkardığın
Habibine, kâfirleri çileden çıkaran, sâdık Âl ve Ashabına salâtü
selam olsun.
Yârid olan nasslar (âyet ve hadisler), Ehl-i Beyt sevgisini
tavsiye etmiş, onlara buğzetmekten ve düşmanlık etmekten uzak
durmamızı istemiştir. Allah onlardan razı olsun ve onlar
vesilesiyle bize de sevap nasib etsin.
Yüce Allah şöyle buyuruyor: "De ki: Ben, buna karşılık
sizden, yakın akrabamı (Ehl-i beytimi) sevmeniz dışında bir
ücret istemiyorum." (Şûra Sur. 23)
İmam Ahmed, Taberânî, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim’in İbn
Abbâs'tan bildirdiğine göre bu âyet nazil olduğunda, sahabeden
bazıları şöyle dediler: “Ey Allah'ın Resûlü! Sevmemiz gereken
bu akrabaların kimlerdir?” Resûlullah ( sol l<3 II <3 hu olet}hı vese Hem) şöyle
buyurdu: “Ali, Fâtıma ve iki oğullarıdır .” 1
Ebu'ş-Şeyh ve başkaları, Hz. Ali'nin şöyle dediğini
naklederler: “Bizimle yani, Muhammed'in yakınlarıyla ilgili bir
âyet nazil olmuştur. Dolayısıyla bizi her mümin sever.”
Ardından şu âyeti okudu: "De ki: Ben, buna karşılık sizden,
yakın akrabamı (Ehl-i beytimi) sevmeniz dışında bir ücret
istemiyorum." (Şûra Sur. 23)
1 Taberânî, M. el-Kebîr (3 / 47; 11/444)
Mukaddime
21
Bezzâr ve Taberânî de İmam Hasan'ın bir hutbesinde şöyle
dediğini bildiriyorlar: “Beni bilen bilir, beni tanımayanlar için
söylüyorum ben, Muhammed'in oğlu (torunu) Hasan'ım.” Sonra,
" Atalarım İbrahim'in dinine tâbi oldum..." (Yûsuf Sur. 38)
âyetini okudu ve ekledi: “Ben, Müjdeci'nin oğluyum, ben
Uyarıcı'nm oğluyum. Ben, Allah'ın sevilmesini ve üstünlüğünün
kabul edilmesini zorunlu kıldığı Ehl-i Beyt’tenim. Muhammed'e
(salleıllcıiıu ölleqk vesellem) indirdiği âyette, "Deki: Ben buna karşılık
sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum "
buyurmuştur. 1
Başka bir rivayette; “Her müslümana, «De ki: Ben, buna
karşılık sizden, yakın akrabamı (Ehl-i beytimi) sevmeniz
dışında bir ücret istemiyorum. Kim bir iyilik işlerse onun
sevabını fazlasıyla veririz» âyetini indirerek sevmesini
emrettiği Ehl-i Beyt’tenim. Bizi, yani Ehl-i Beyti sevmek sevap
kazanmak demektir.” 2
Sahih bir rivayette şöyle buyurduğu aktarılır: “Nefsim
kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki; biz Ehl-i
Beyt J e buğzedeni Yüce Allah ateşe atacaktır .” 3
İmam Ahmed şu hadisi nakleder: “Ehl-i Beyt 3 i sevmeyen
münafıktır .” 4
İmam Ahmed ve Tirmizi, Câbir'den şu sözünü naklederler:
“Münafıkları Hz. Ali'ye karşı duyulan kinden tanırdık.” 5
Yine sahih olarak Peygamberimiz 'in ( scJleJlcahu tfleLjhı vesellem) şöyle
buyurduğu bildirilmiştir: “Allah ' ı size verdiği
1 Taberânî, M. el-Evsat ( 2/ 336)
2 Hâkim, Müstedrek (3/188)
3 İbn Hibbân, Sahili inde, ( 1 5/ 435) ve Hâkim, Miistedrek’te (3/ 162) rivâyet
etmiştir.
4 İbn Adiy, Kâmilde rivâyet etmiştir: 4/140.
5 Tirmizî (5/ 635) ve Taberânî, M. el-Evsat'ta (2/ 328) rivâyet etmiştir.
22
Mukaddime
nimetlerden dolayı sevin, beni Allah için sevin, Ehl-i
Beyt J i ise benim için sevin .” 1
Beyhakî, Ebû'ş-Şeyh ve Deylemî, O nun şöyle buyurduğunu
naklederler: "Kul, beni kendinden daha fazla sevmedikçe,
neslimi kendi nefsinden fazla sevmedikçe, akrabalarımı
kendi akrabalarından fazla sevmedikçe ve benim şahsımı
kendi kişiliğinden fazla sevmedikçe gerçek mümin
olamaz .” 2
Deylemî ise şöyle buyurduğunu nakleder: "Çocuklarınıza
üç şeyi öğretiniz] Peygamberinizin sevgisini, Ehl-i
Beyt sevgisini ve Kur' ân okumasını .” 3
Sahih bir rivayette şöyle geçmektedir: Abbâs, Kureyşlilerin
çektirdikleri sıkıntıları ve akrabalarıyla karşılaştıklarında onlarla
konuşmamalarını Resûlullah'a { scılLILInu cJeıjhı vese Hem) şikâyet
etmişti. Peygamberimiz ( so 1 1 ı5i 1 1 ı5i hu aleyhi vesellem) öyle kızdı ki, yüzü
kıpkırmızı oldu, alnından ter akmaya başladı ve şöyle buyurdu:
"Varlığım elinde olan Allah'a yemin ederim ki] sizi
Allah ve Resûlü için sevmedikçe hiçbir kimsenin
kalbine iman giremez .” 4
Yine başka bir sahih rivayette şöyle buyurmuştur:
"Bazılarına ne oluyor da, sohbet ederken Ehl-i
Beytimden birini gördüklerinde konuşmayı bırakıp
susuyorlar. Vallahi, sırf Allah için ve benim
yakınlarım oldukları için onları sevmedikçe, bir
insanın kalbine iman giremez .” 5
Başka bir rivayet: "Canım kudret elinde olan Allah'a
yemin ederim ki, iman etmeden cennete giremezler, sizi
1 Tirmizî (5/664) ve ekHakîm et-Tirmizî, JVmîdir 'de (1/149) rivâyet etmiştir.
2 Taberânî, el-Evsat'ta (6/ 59), Beyhakî, eş-Şu'ab'd a (2/ 1 89) ve Deylemî, Firdevs'te
(5/1 54) rivâyet etmiştir.
3 Aclûnî, Keşfu 1-Hafâ 'da zikreder. (1/76)
4 Tirmizî (5/ 652) ve Nesâî (5/51)
5 İbn Mâce ( 1 /5 1 ) ve Hâkim, Miistedrek (4/ 85)
Mukaddime
23
Allah ve Resûlü için sevmedikçe de iman etmiş
sayılmazlar. Siz şefaat etmemi istersiniz de
Abdulmuttalib ' in çocukları istemez mi?” 1
Başka bir rivayet: "Allah için ve yakınlarım olduğunuz
için sizleri sevmedikleri müddetçe, hayra
kavuşamazlar.” 2
Bir diğer rivayet: "Onlardan hiç birisi, beni sevdiği
için sizleri de sevmedikçe iman etmiş sayılmaz. Benim
şefaatimle cennete girmeyi ümid edersiniz de,
Abdulmuttalib Oğulları aynı şeyi ümid etmez mi?” 3
Ebû Leheb'in kızı hicret edip Medine'ye geldiğinde ona;
“Senin hicret etmenin sana bir faydası olmaz, sen cehennem
ateşinin odununun kızısın” dediler. Bunları Resûlullah'a (mLILL
<aleqln vesellem) anlattı. Resûlullah S(3İI<sJI<5ihu tfleLjhı vesellem ) çok kızdı,
minbere çıkıp şöyle buyurdu: "Bazılarına ne oluyor da,
nesebim ve yakınlarımla ilgili bana eza ediyorlar.
Dikkat ediniz, kim nesebime ve akrabalarıma eziyet
ederse, bana eziyet eder, bana eziyet eden Allah'a
eziyet etmiş sayılır.” 4
İmam Ahmed ve Tirmizî, Hz. Ali'den, Resûlullah 'm sJJatıu.
cıleıjl'iı vesellem ) şöyle buyurduğunu naklederler: "Kim beni
severse, bu ikisini, babalarını ve annelerini (yani
Haşan, Hüseyin, Ali ve Fâtıma^yı) severse. Kıyamet
Gününde benimle birlikte, aynı derecede olur.” 5
Yine İmam Ahmed ve Hâkim, Misver'den Resûlullah'm
(sallallahy aleyh yese Hem) şöyle buyurduğunu bildiriyorlar: "Fâtıma
benden bir parçadır, onu üzen beni de üzmüş olur. Onu
1 el- Hatîb el-Bağdâdî, Tarih ' inde buna yakın bir hadisi rivâyet eder: 5/316.
2 Taberânî, M. el-Kebîr ( 1 1 / 433) ve İbn Ebî Şeybe, Musannej(6/ 382)
3 Taberânî,Me/-Ei'saf (7/ 373)
4 İbn Adiy, el-Kâmil (7/ 262)
5 Kaynağı daha önce geçti.
24
Mukaddime
sevindiren beni de sevindirir. Kıyamet gününde soylar
kesilir. Benim nesebim ve akrabalığım hariç .” 1
Deylemî, Ebû Saîd'den, Resûlullah'm ( Stflleıllcıky- <vleqk vesellem)
şöyle buyurduğunu nakleder: "Allah'ın gazabı., ehlimden
dolayı bana eziyet edenlere karşı şiddetlenmiştir .” 2
Resûlullah'm ( salLILhu (3İei)hı vese Hem) şöyle buyurduğu vârid
olmuştur: “Ecelinin ertelenmesini ve Allah'ın kendisine
verdiği nimetlerden faydalanmayı isteyen, benden sonra
ehlime güzel davransın. Benden sonra onları saymayanın
ömrü kısa olur ve kıyamet gününde karşıma yüzü kara
olarak çıkar .” 3
İbn Asâkir, Hz. Ali'den, Resûlullah'm söllUlaky ale^iıı vesellem)
şöyle buyurduğunu bildiriyor: “Kim, Ehl-i Beytime bir
iyilik yaparsa, kıyamet gününde onun ecrini veririm .” 4
Hatîb(u’l-Bağdâdî), Hz. Osman'dan, Resûlullah'm uıLIhlü
dleijl'iı vesellem ) şöyle buyurduğunu nakleder: “Kim dünyada,
Abdulmuttalib ’ in soyundan birine bir iyilik yaparsa,
(Kıyamet Gününde) benimle karşılaştığında mükafatı
bana aittir .” 5
İbn Asâkir, Hz. Ali'den, Resûlullah'm scdlalklıu alei}lıı vesellem)
şöyle buyurduğunu nakleder: “Kim benden (olan birinin)
kılına eziyet ederse bana eziyet eder. Bana eziyet
eden Yüce Allah'a eziyet etmiş sayılır .” 6
İbn Adiy ve Deylemî, Hz. Ali'den Resûlullah'm (»L ku a \ eij \,- s
vesellem ) şöyle buyurduğunu naklederler: “Sırat üzerinde en
1 Kaynağı daha önce geçti.
2 İbn Adiy, el-Kâmil de benzer bir hadisi rivâyet eder. (7/ 302)
3 Mümvı, Feyz'ul-Kadîr (2/ 185)
4 İbn Adiy, el-Kâmil (5/243)
5 ebHatîb el-Bağdâdî, Tarih ' inde rivâyet eder. ( 10/ 103)
6 Münâvi, Feyz'ul-Kadir (6/ 1 8)
Mukaddime
25
sağlam olanınız, Ehl-i Beytimi ve ashabımı en fazla
seveninizdir
İmam Şâfiî şöyle der:
Ey Peygamber yakınları sizi sevmek,
Kur ’ân'da olan bir vacibtir, onsuz olmaz
Size yeter tek ba§ma bu Yücelik,
Size salâvat getirmeyenin namazı caiz olmaz.
Allahım! Efendimiz Muhammed'e, ehline ve ashâbma salât
ve selâm eyle.
Efendimiz Şeyh Nebhânî der ki:
Taba Ailesi, Yüce Nebi'nin ekli
Dedeniz Yücedir siz yücesiniz.
Allak sizi kötülükten mutakkar kıldı,
Eter türlü pislikten münezzehsiniz.
Dedeniz din için ücret istemez,
Bizden istediği sizi sevmemiz.
Sahabeyi seven her yürek için,
Sevginiz cennettir, ateştir buğz.
Kiiffar sevmese de nurunuz kâmil,
Allak razı olsun sizden kepiniz.
Peygamberimiz'in scJLILhu <sJeqln vesellem) ailesini her türlü
pislikten münezzeh kılan ve katından üstün bir mevki veren
Allah, hamdolsun.
Yüce Allah, “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günah
kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor" (Ahzâb Sur. 33)
buyurmuştur.
En faziletli kabileden ve en değerli aileden gönderilen
Efendimiz Muhammed'e, şerefli ailesine ve lider ashabına salât
ve selam olsun.
1 İbn Adiy, el-Kâtnil (6/302)
26
Mukaddime
Fakir Yûsuf b. İsmâil en-Nebhânî (Allah günahlarını affetsin)
der ki:
Efendimiz Muhammed'in scJULhu c^leL)lnı vesellem), bütün
meleklerden ve peygamberlerden üstün olduğuna, usul ve
furuunun (ataları ve torunlarının), en şerefli usul ve furu
olduğuna inanmak en önemli dini esaslardan ve itikadi
konulardan biridir. Nasıl olmasın ki; soyları onun soyuna,
soylulukları onun soyluluğuna bağlanmıştır. Onlar ondandır ve
ona aittirler. Onlar ona bütün insanlardan daha yakındır. Onu
(sallalIcTü I e l| lı vesellem) sevmenin, müctehid olsun mukallid olsun
her mümine farz olduğu şüphesizdir. İmanın güçlenip
zayıflaması, bu sevginin güçlenip zayıflamasına bağlıdır. Bu
sevgi olmadan mümin olduğunu iddia eden, ancak münafıklığını
ve aptallığını güçlendirir. Peygamberimiz'e sdllallaiıu aleyhi vesellem)
mensup olanları, ataları ve çocukları gibi nesebi ona bağlı
olanları sevmek, onu sevmenin bir parçasıdır.
Ataları geçmişte kalmıştır. Onlarla ilgili tarihi bilgiler
kalmıştır. Onun hatırı için onlara sevdiğini söyleyen için
herhangi bir şey yoktur. İddiası kendisini bağlar. Söylediğin
aksine bir delil yoksa kalbindeki Allah'la kendisi arasındadır.
Torunları ise bu ümmetin bereketi ve kâinatın gayblarmdan
gamları bertaraf edenlerdir. Her asırda Allah'ın, onların
yüzüsuyu hürmetine insanların başından belaları bertaraf ettiği
bir grup mevcuttur. Onlar yeryüzünde yaşayanlar için bir
güvencedir. Aynı, yıldızların gökyüzünde bulunanlar için bir
güvence olduğu gibi. Onlarla birlikte yaşayan, süslü sözlerle
onları sevdiğini iddia edip güzel fiillerle söylediklerini ispat
etmezse, iddiası bozuk ve batıldır. Doğruluk hasletleri
bakımından da yanlıştır. Tabii eğer sözle veya kalemle onlara
eza etmez, onları tenkid babında kaş göz işareti yapmazsa.
Bunlardan birini yapıp, onları sevdiğini iddia eden ise, bence
deh ve dininde aldanmıştır.
Mukaddime
27
İşte içinde bulunduğumuz yüzyd(m başm)da, İstanbul'da
hicri, 1297 (miladi 1881) yılında meydana gelen olay buna
benzemektedir. Bir grup kendini bilmez, Peygamberimiz'in
(salUleıiıu ölebil vesellem ) akrabalarına karşı kin bataklığına
saplandılar. Risâletin kaynağı, vahyin nüzül mekânı ve hikmet
kaynağının ailesinin faziletiyle ilgili vârid olan âyet ve hadisleri,
cehaletleriyle tevil ederek, beceriksiz bir şekilde, rezil
yorumlarıyla açık olan mânâsından çıkartmışlardır. Bütün
bunlara rağmen, Ehl-i Beyt’i sevdiklerini ve saygı duyduklarını
iddia etmişlerdir. Fakat maalesef, her alanda işe yaramaz ve
şaşkın olduklarının farkında değiller.
Yüce Allah, onların yanılgılarını tamamlamak istediğinde, el-
Hakîm et-Tirmizî'nin Nevâdir'ul-Usûl isimli eseri okumalarını
takdir etmiştir. Orada el-Hakîm et-Tirmizî, “Ey Ehl-i Beyt!
Allah sizden, sadece günah kirini gidermek ve sizi tertemiz
yapmak istiyor" (Ahzâb Sur. 33) âyetinin tefsirinde,
Peygamberimiz'in ( JULl-iu <5ileL)kı vesellem) "Size iki önemli şey
(sekaleyn) bırakıyorum; Allah'ın Kitabı ve kanımdan
olan Ehl-i Beytim ” 1 hadisini ve Resûlullah’m (sJJaL a le 4 k
vesellem) "Yıldızlar gökyüzünde bulunanlar için bir
güvencedir. Ehl-i Beytim de yeryüzünde bulunanlar için
bir güvencedir ” 2 hadisini açıklarken, cumhur ulemanın
tersine ifadeler serdetmiştir. Ayrıca âyet-i kerimenin,
Peygamberimiz'in S(5illt3İUİ3u (aleyhi vesellem) hanımları müminlerin
annelerine mahsus olduğunu iddia etmiş ve bu mânânın
haricinde yorum yapan müfessirlerin yanıldığını ifade etmiştir.
Bundan daha garip olanı, birinci “sekaleyn” hadisiyle ilgili
yorumudur. Buradaki Ehl-i Beyt’ten muradın halifeler ve
ümmetin fakihleri olduğunu iddia etmiştir.
1 Nesâî (5/45) veAhmedb. Hanbel (3/17)
2 Deylemî, Firdevs (4/ 3 1 1 )
28
Mukaddime
Bundan daha ilginci ve hatta en entresan olanı; ikinci
hadisteki Ehl-i Beyt’in evliyalar olduklarını, zürriyetin
kasdedilmediğini ileri sürmesidir. Üstelik burada bahsedilen
meziyetin Ehl-i Beyt’te olmadığını iddia etmiştir. Allah rahmet
etsin, ben araştırmalarıma dayanarak, iddianın ona ait
olmadığına ve baskı altında söylemesi ihtimaliyle beraber
kendisinin bu fikirde sabit olduğuna inanıyorum. Saldırılara
karşı, içtihadının sonucunda, gerçeği ortaya çıkarmaktan başka
bir maksadı olmadığına kaniyim. Bundan dolayı sorumlu
olmamasını ve niyetinin karşılığında sevabına kavuşmasını
diliyorum. Çünkü kendisi faydalandığımız, meşhur imamlardan
ve bu ümmeti aydınlatanlardandır. Belki ileri sürdüğü
görüşlerinde bir gerekçesi vardır ve kitaplarda yazılıdır.
Her neyse, planlar yapıldı, yürürlüğe kondu ve bu
bozguncular, Hakîm'in bu ibarelerini alıp sahte fikirlerinin
reklamını yapmaya, fasid akidelerini inşa etmeye, avam
meclislerinde tartışmaya başladılar. Onlara tertemiz Ehl-i
Beyt’ten olan biriyle herhangi bir Müslüman arasında fark
olmadığını kafalarına sokmaya çalıştılar. Bu hoş olmayan
durumlarının yayılıp sırlarının ifşa olması, beni onların bozuk
ve batıl görüşlerinin yalan olduğunu isbat etmeye, dayandıkları
sahte dayanakları yıkmaya mecbur etti. Muhammedi fırkanın
değerli bir zatından gelen şerefli bir görev ve açıkça batıl olsa da
onların iddiaları, bunu içtenlikle kabul etmeme sebep oldu.
İman kokusunu koklayan hiç kimse ondan şüphe duyamaz.
Denilebilir ki; batılın batıl olduğunu ispat etmeye gerek
yoktur, malumu ilam etmekten başka bir işe yaramaz. Bu, yerine
getirilmesi gereken bir görevi reddetmek olur. Bu görev
bid'atleri Müslümanlardan uzak tutmak için yerine getirilmesi
gerekli olan bir görevdir.
Bu kitabı, çığır açmış imamların kitaplarından derledim.
Peygamberimiz 'in ( söJIöJIöjIiu aleıjhı vese Hem) Ehl-i Beytinin faziletiyle
Mukaddime
29
ilgili, Kitap, Sünnet ve rivayetlerden alıntılar yaptım. Faydalı
olsun diye, sadece bahsettiğim insanların sözlerine cevap olarak
sınırlı tutmadım. Adını da eş-Şerefu'l-Müebbed li-âli Muhammed
koydum. Arş’m Yüce Sahibinden kitabın, bana ve
Müslümanlara faydalı olmasını, Peygamberlerin Efendisinin
sancağı altında, onu ve tâhir yakınlarını sevenlerin zümresinde
haşretmesini diliyorum.
İlim ve anlayış ehlinden, sözlerimdeki ifade yetersizliğimden
dolayı beni mazur görmelerini, fark ederlerse kalemimin
hatalarından dolayı beni affetmelerini temenni ediyorum. Zaten
hemen hiç kimse kalemlerin hatalarından muaf olamaz. Kitabı
üç bölüm ve bir hatime olarak düzenledim.
Birinci bölüm: “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günah
kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor" (Ahzâb Sur. 33)
âyeti ve "Size iki önemli şey bırakıyorum” 1 , "Ehl-i
Beytim ümmetim için bir güvencedir ” 2 hadisleriyle ilgili
açıklamalardan oluşmaktadır.
İkinci bölüm: Ehl-i Beyt’in üstünlüğü, özellikleri ve
Allah'ın sadece kendilerine verdiği meziyetlerle ilgili
açıklamalardan oluşmaktadır.
Üçüncü bölüm: Onları sevmenin ve sevmenin gerektirdiği
vazifeleri yerine getirmenin büyük kurtuluş olduğu ve onlara
buğzetmenin tehlikeli bir alan olduğuyla ilgili açıklamalardan
oluşmaktadır.
Hâtime: Sahabenin faziletleri ve bir sahabiye buğzettikten
sonra Ehl-i Beyt sevgisinin bir işe yaramayacağı ile ilgili
açıklamalardan meydana gelmektedir.
1 Kaynağı daha önce geçmiştir.
2 Kaynağı daha önce geçmiştir.
BİRİNCİ BÖLÜM
Bu bölüm, bu kitabın derlenmesine sebep olan “Ey EJıl-i
Beyt! Allah sizden , sadece günah kirini gidermek ve sizi
tertemiz yapmak istiyor" (Ahzâb Sur. 33) âyeti ve
"Size iki önemli şey bırakıyorum” 1 , “Ehl-i Beytim
ümmetim için bir güvencedir ” 2 hadisleriyle ilgili
açıklamalardan oluşmaktadır.
Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden,
sadece günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"
(Ahzâb Sur. 33)
İmam Ebû Cafer b. Cerîr et-Taberî, Tefsir ’ inde der ki: Yüce
Allah şöyle buyuruyor: “Ey Muhammed'in ehli! Allah, kötülük
ve hoş olmayan şeyleri sizden uzaklaştırmak ve Allah'ın
emirlerine karşı gelme pisliğinden sizi tertemiz yapmak istiyor.”
Ebû Zeyd'den gelen bir rivayete göre, buradaki pislik
şeytandır.
Taberî, Katâde'nin şöyle dediğini zikreder: “Ey Ehl-i Beyt!
Allah sizden, sadece günah kirini gidermek ve sizi tertemiz
yapmak istiyor" sözüyle Allah, Ehl-i Beyt’i kötülüklerden
temizleyip onları merhametine mazhar kıldığını kasdetmiştir.
İbn Atiyye der ki: “Pislik ( rics ), günah ve azab, necaset ve
eksiklikler için kullanılan (ortak) bir isimdir. Allah, bütün
bunları Ehl-i Beyt’ten gidermiştir.”
İmam Nevevî; “Rics” şüphedir diyenler olduğu gibi, azap
veya günah olduğunu söyleyenler de vardır, diyor.
Ezherî; “Rics” çirkin iş veya herhangi bir şeydir, diyor.
1 Kaynağı daha önce geçti.
2 Kaynağı daha önce geçti.
Ehl-i Beyt Âyeti 31
Müfessirler, bu âyetteki “Ehl-i Beyt” tabiriyle ilgili çeşitli
görüşler ileri sürerler. İmam Beğavî'nin, İbnu'l-Hâzin'in ve
birçok müfessirin naklettiğine göre; Ebû Saîd el-Hudrî ve
tabiundan Mücâhid, Katâde gibi bir grup bundan kasdedilenin
Ehl-i Abâ yani Resûlullah( sö 1 1 (5i 1 1 (5i hu tfleijhı vesellem), Ali, Fâtıma, Haşan
ve Hüseyin olduğunu söylemişlerdir.
İbn Abbâs ve İkrime gibi bir grup ise Resûlullah’m ( s J a LL
caleijl'iı vesellem ) ezvâc-ı tâhirâtı (hanımları) olduğunu ileri
sürmüşlerdir. Onlar diyorlar ki; “ Ey Peygamber! Eşlerine şöyle
söyle: Eğer dünya dirliğini ve süsünü (refahını) istiyorsanız ,
gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle
salıvereyim" (Ahzâb Sur. 28) âyetinden, " Evlerinizde okunan
Allah'ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her
şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır" (Ahzâb
Sur. 34) âyetine kadar olan bütün âyetler birbirine bağlıdır.
Ortada neden başkasından bahsedilsin?
Bundan kasıt “Ehl-i Abâ” diyenler buna karşılık şöyle cevap
verirler: Arap dilinde cümlelere, açıklama (parantez) ve itiraz
cümleleri girebilir. Birbirine bağlı anlatımın arasına yabancı bir
cümle girebilir. Buna örnek olarak Yüce Allah'ın şu sözünü
verebiliriz:
Melike : «Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı
perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. (Herhalde)
onlar da böyle yapacaklardır» dedi. Ben (şimdi) onlara bir
hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile
dönecekler. " (Nemi Sur. 34, 35)
Buradaki, " onlar da böyle yapacaklardır" sözü, Belkıs'm
sözünün arasına girmiş (aslen ona ait olmayan) Yüce Allah’ın bir
itirazi cümlesidir.
Yüce Allah'ın, "Hayır! Yıldızların yerlerine yemin ederim ki,
bilirseniz gerçekten bu, büyük bir yemindir. Şüphesiz bu,
değerli bir Kur'ân'dır" (Vâkıa Sur. 75-77) âyetinde “Yıldızların
yerlerine yemin ederim ki" ile " Şüphesiz bu, değerli bir
32
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
Kur'ân'dır” ifadeleri arasında itiraz üzerine itiraz mevcuttur.
Kur’ân'da olsun diğer Arap metinlerinde olsun bunun örneği
çoktur.
Birçok sahih tarikle rivayet edilmiş bir hadise göre;
Resûlullah stallallcahu cJeıjhı vesellem ) beraberinde, Ali, Fâtıma, Haşan
ve Hüseyin’le beraber geldi. Her birini elinden tutup içeri aldı.
Ali ve Fâtıma'yı yaklaştırıp önüne oturttu. Haşan ve Hüseyin'i
de her birini bir dizine oturttu.
Ardından hepsinin üzerini cübbesiyle örttü ve şu âyeti
okudu: “Ey Ehl-i Beyt ! Allah sizden, sadece günah kirini
gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"
Başka bir rivayete göre şöyle dua etti: “Allahım! Bunlar
Ehl-i Beytimdir, pisliği onlardan uzak tut ve onları
tertemiz kıl.” 1
Ümmü Seleme der ki: Ben de aralarına girmek için örtüyü
kaldırdım. Resûlullah stflltflltfhu olefini vesellem) onu elimden çekti.
“Ben de sizinleyim yâ Resûlallah” dedim. Bunun üzerine o: “Sen
Peygamberin ( sJAL aleyhi vesellem) hanımlarındansın, (sen)
hayır üzeresin” buyurdu.
İmam Ahmed ve Taberânî, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildiriyor:
Resûlullah ( sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Bu âyet beş
kişi ile ilgili nâzil olmuştur: Ben, Ali, Haşan,
Hüseyin ve Fâtıma.” 2
Birçok sahih ve hasen rivayetle Enes'ten şu hadis
nakledilmiştir: Bu âyetin nüzûlünden sonra Resûlullah (saLlLU
tfleijl'iı vesellem ) sabah namazına giderken Fâtıma'nm evine uğrayıp
şöyle derdi: “Ey Ehl-i Beyt! Namaza kalkın, Allah
sizden, günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak
istiyor, ey Ehl-i Beyt!” 3
1 Tirmizî (5/35 1 ) ve Nesâı (5/113)
2 İbn Adiy, el-Kâmil (6/66)
3 Tirmizî (5/356)
Ehl-i Beyt Âyeti 33
Ebû Saîd el-Hudrî'ye göre, bu âyetin nüzûlünden sonra kırk
sabah (kızı) Hz. Fâtıma'nm kapısına gelip şöyle buyurdu: “Ey
Ehl-i Beyt, es-Selâmu aleykum ve-rahmetullahi ve-
berekâtuhu (Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi sizi
kaplasın). Namaza kalkın, Allah size merhamet etsin.
Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günah kirini
gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor ." 1
İbn Abbâs'a göre yedi ay, bir rivayete göre de bu süre sekiz
aydır. Bunlar da, bu âyetteki “Ehl-i Beyt”ten muradın beş kişi
olduğuna dair Resûlullah'ın ( s < 51 II <3 İL hu c5ilei)hı vesellem) hadislerinden
delildir.
Ayrıca derler ki: Eğer "Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece
günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"
âyetinde hitab Hz. Peygamber’ in salLsILslıu 1 e ... . ' vesellem)
hanımlarına ait olsaydı, hitabtaki zamirlerin, müzekker cemi
(erkek çoğul) değil, müennes cemi (dişi çoğul) olması gerekirdi.
Buna verilen cevap şudur: Burada müzekker kabul edilen, “ehl”
ailedir. Bu lafız müzekker (eril)dir. Bunun için Allah “sizden,
sizi temizlemek” ifadelerini kullanmıştır.
Cumhura (müfessirlerin çoğuna) göre âyetteki “Ey Ehl-i
Beyt” ibaresi bütün delillere göre, her iki grubu da kapsar.
Makrîzî der ki: Cumhurun ileri sürdüğü gibi cemi müzekker
olan “sizden, sizi temizlemek” ifadesi, sırf Hz. Peygamber’in
(salblLhu Ot I ö<|tl vese Hem) hanımlarına hitab olsaydı, müennes
zamirlerle gelmesi gerekirdi.
İbn Atiyye şunu ekler: Anladığım kadarıyla, Hz.
Peygamber’in ( scJLILhu c5ileL)hı vese Hem) hanımları elbette bu âyetin
dışında değillerdir. Ehl-i Beyt, Hz. Peygamber’in (ylüLdu <ale 4 li
vesellem ) hanımları, kızı, kızının oğulları ve kızının kocasıdır.
Nesefî der ki: Burada Hz. Peygamber’in scJULhu dle^lı vesellem)
hanımlarının da Ehl-i Beyt’e dâhil olduklarına dair delil vardır.
1 T aberânî, M. el-Evsat (6/ 112)
34
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
Çünkü “sizden” ibaresinde Ehl-i Beyt’ten olan kadınlar ve
erkekler kasdedilmiştir. “Sizi temizlemek” ibaresi de buna
delalet eder.
Zemahşerî, Beydâvî ve Ebu’s-Suûd da aynı görüştedirler.
İmam Beğavî'nin Meâlimu't-Tenzîl eserinde, Ümmü Seleme'yle
ilgili zikrettiği şu rivayete göre de böyledir: Ümmü Seleme: “Ya
Resûlallah! Ben onlardan değil miyim?” diye sorunca Resûlullah
(sJJAu aletli vese Hem): “Evetj onlardansın” buyurdu . 1
Fahreddîn Râzî, uzun bir açıklamadan sonra şöyle der: Yüce
Allah, kadınlara hitab etmeyip erkeklere hitab etmiştir. Bunu,
“sizden, günahı gidermek” sözüne Ehl-i Beyt’in hem kadınlarını,
hem erkeklerini dâhil etmek için kullanmıştır.
Ehl-i Beyt’in kapsamı ile ilgili görüşler de farklılık gösterir.
Birinci görüşe göre derler ki: Ehl-i Beyt; Hz. Peygamber’in
(salhlLku oleü 1 vese Hem) çocukları, hanımları, Haşan ve Hüseyin'le
bereber Ali de onlardandır. Çünkü Ali, Hz. Peygamber’in
(salUlüu aletli vesellem ) yanında büyüdü, ona bağlıydı ve kızıyla
evliydi.
İbn Cerîr, Tefsîr’ inde, âyetteki Ehl-i Beyt’in; Peygamberimiz
ffvllvl JŞv’i tfleü 1 vese Hem), Ali, Fâtıma, Haşan ve Hüseyin olduğuna
dair, değişik senedlerle (müfessirlerden) onbeş rivayet zikreder.
Ardından bir rivayette ise Hz. Peygamber’in ( scHhlIüıu aleı^Hı vesellem)
hanımlarının kasdedildiğini nakleder.
Son hafızlardan değerli müfessir Celâleddin es-Suyûtî'nin, ed-
Dürrul-Mensûr eserinde bu âyeti tefsir ederken, üç hadisle Ehl-
i Beyt’in, Hz. Peygamber’in scaltaltahu oleijhı vesellem) hanımları
olduğundan söz ettiğini gördüm. Ardından farklı rivayetlerden
oluşan yirmi hadis sıralayarak, Ehl-i Beyt’ten maksadın;
Peygamberimiz scıltaltahu ı3İei)hı vesellem ), Ali, Fâtıma, Haşan ve
Hüseyin olduğunu söylüyor.
1 Tirmizî (5/662) ve TaberânîM. el-Kebîr de (3/52)
Ehl-i Beyt Âyeti 35
Bu hadislerden birisi, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir, İbn Ebî
Hatim, Taberânî ve İbn Murdeveyh'in, Hz. Peygamber’in
(sallallaku aletli vese Hem) hanımı Ümmü Seleme'den naklettikleri şu
hadistir:
Resûlullah salLILhu <aleqhı vesellem) Ümmü Seleme'nin evinde,
üzerinde Hayber yapımı bir cübbeyle kendisine ait yerindeydi.
Fâtıma geldi. Elinde bir tabak, tabağın içinde bir çeşit etli yemek
vardı. Resûlullah ( s <2 II ali a hu aleyhi vesellem) ona: "Kocanı ve
çocukların Haşan' la Hüseyin'i çağır” dedi. Onları çağırdı.
Yemek yerlerken, “ Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden , sadece günah
kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor" âyeti nâzil
oldu. Peygamberimiz i scallcallcahu tfleijhı vesellem) cübbenin kenarlarını
alıp üzerlerini örttü. Sonra ellerini örtünün dışına çıkarıp
semaya açtı ve şöyle dua etti: "Allahım! Bunlar benim Ehl-i
BeytPim ve yakınlarımdır . ,n
Başka bir rivayette; "Onlar benim özel yakınlarım
(hassam)dır. Onlardan kötülüğü uzaklaştır ve tertemiz
kıl.” Bunu üç defa tekrar etti. Ümmü Seleme der ki: Ben de
bunun üzerine başımı örtünün altına soktum ve: “Ben de
sizinleyim yâ Resûlallah” dedim. Şöyle buyurdu: “Sen hayır
üzeresin (yani senin değerin farklıdır) Bunu iki defa
tekrar etti.
Bir diğer hadis: İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Müslim, İbn Cerîr,
İbn Ebî Hâtim ve Hâkim, Müminlerin annesi Hz. Âişe'den
bildiriyorlar: Resûlullah ( seılULhu öiletjhı vese Hem), sabahleyin üzerinde
siyah kıldan örülmüş bir örtüyle çıktı. Haşan ve Hüseyin geldi,
onları yanma örtünün içine aldı. Fâtıma geldi, onu da yanma
örtünün içine aldı. Sonra Ali geldi onu da örtünün altına aldı ve
1 Taberânî, M. el-Kebîr’de benzerini rivâyet eder: (23/ 334)
36
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
şöyle dedi: “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günah kirini
gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.
Başka bir hadis; İbn Ebî Şeybe, Ahmed, İbn Cerîr, İbnu'l-
Münzir, İbn Ebî Hatim, Taberânî ve Hâkim'in Yâsile b. el-
Eska'dan naklettikleri ve Beyhakî'nin de Sünen' inde sahîh kabul
ettiği hadistir. Yâsile b. el-Eska şöyle diyor: Resûlullah UalUklv
dleijkı vesellem ), yanında Haşan ile Hüseyin’in bulunduğu Hz.
Fâtıma'nm yanma vardı. Ali'yle Fâtıma'yı çağırıp önünde
oturttu, Haşan ve Hüseyin'i alıp her birini bir dizine oturttu.
Sonra örtüsünü üzerlerine örtüp şu âyeti okudu: “Ey Ehl-i Beyt!
Allah sizden, kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor."
Sonra şöyle dua etti: "Allahım! Onlar benim evimin
halkıdır. Allahım! Onlardan kötülüğü uzaklaştır ve
onları tertemiz kıl." Dedim ki: “Ya Resûlallah! Ben de
senin ehlinden miyim?” "Sen de ehlimdensin" buyurdu.
Vâsile der ki: Bu, benim gerçekleşmesini hayal edemediğim
bir dilekti . 1 2
İmam Vâhidî, eseri Esbâbu'n-NüzûF da aksini söyler: Tek farkı,
Atiyye'nin Ebû Saîd'den nakletmiş olduğu, iki hadiste de “Ey
Ehl-i Beyt! Allah sizden, kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak
istiyor" âyetinin beş kişi için nazil olduğunu zikreder:
Peygamberimiz saLlüıu aleyhi vese Hem), Ali, Fâtıma, Haşan ve
Hüseyin.
Ardından Atâ b. Ebî Rebâh'm: “Ümmü Seleme'den işiten
birisi bana rivayet etti” ibaresiyle yukarıda geçen, ed-Dürrü'l-
Mensûr' dan aktarılan rivayeti serdeder. Sonra âyetin Hz.
Peygamber’in : salLILhu (aletlini vese Hem) hanımlarıyla ilgili olarak nazil
olduğunu anlatan son iki hadisi aktarır. Tefsir’ inde de hadislerin
1 Müslim (4/1883) ve İbn Ebî Şeybe, Musannef(6/ 370)
2 Taberânî, M. el-Kebîr (3/ 55) ve Beyhakî, es-Sünen el-Kübrâ (2/152)
Ehl-i Beyt Âyeti 37
arasını telif edip bu âyetin her iki gruba da şamil olduğunu
söyler.
Aynı şekilde Nisâbûrî de Tefsîr ’ inde âyetin her iki gruba
şamil olduğunu ileri sürer. Bütün hadisleri zikreder, farklı olarak
Ümmü Seleme'nin hadisinin son bölümünü “Dedim ki: «Ben de
onlardan mıyım?» «Evet» buyurdu” şeklinde aktarır . 1
Bundan sonra Mukâtil'in yorumun nakleder: Hz.
Peygamber’in ( sallallahu aleqhı vese Hem) hanımları bu âyetin hükmüne
dâhildir. (Arap dilinde) erkeklerle kadınlar bir arada söz konusu
olursa müzekker kullanım galip gelir (hitab edilenler erkek
kabul edilir). Bu yüzden Yüce Allah; “Sizden, sizi temizlemek”
derken müzekker zamirler kullanmıştır.
Makrîzî der ki: Ayetten anlaşılan, bütün Ehl-i Beyt’le alakalı
olduğudur: Hanımlar ve diğerleri. “Sizi temizlemek” ibaresi
müzekker zamirle kullanılmıştır. Resûlullah seJleHLlu vesellem),
Ali, Haşan ve Hüseyin bunların içindedir. Kadınlarla erkekler
bir arada olursa müzekker zamirler kullanılır. Bu âyetten
anlaşılması gereken de hanımların Ehl-i Beyt’e dâhil olduğudur.
Konunun (âyetin) siyakı (devamı) buna delalet eder.
Sonra Ümmü Seleme'nin hadisinde geçen şu ibareyi nakleder:
“Başımı örtünün altına soktum ve dedim ki: «Ben de onlardan
mıyım?» Resûlullah ( sallallahu aleqhı vese llem): «Evet» buyurdu .” 2
Muhakkik İbn Hacer, Savâik' te şöyle der: Âyetteki “Beyt”
(ev) kelimesinden kasıt, Hz. Peygamber’in JUÂu ■ e'. vesellem)
evi ve onun sakinleridir. Buna göre âyet, hanımlarını da
şamildir.
Sa'lebî de şöyle der: Bunların Hâşim oğulları olduklarını
söyleyenler de vardır. Bundan, beyt kelimesinden maksadın
1 Kurtûbî, Tefsîr (14/ 183).
2 Kaynağı daha önce belirtildi.
38
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
neseb olduğu sonucuna varılabilir. Bu durumda, Abbâs, Hz.
Peygamber’in ( scJLILhu tfleLjhı vesellem) amcaları ve amca çocukları
Ehl-i Beyt’ten sayılır. Bu görüş, Hâzin ve başka yerlerde
aktarılan, Zeyd b. Erkam'm görüşüdür.
Allâme el-Hatîb'in Tefsîr ’ inde zikrettiği görüş daha geniş
kapsamlıdır. Şöyle diyor: Ehl-i Beyt konusunda değişik görüşler
ileri sürülmüştür. İçlerinde en güzeli, Bikâî'nin söylediğidir;
Peygamberimize ( scJLILhu cıleıjhı vese Hem) (neseb olarak) bağlı olan,
erkekler, kadınlar, hanımları, cariyeleri ve akrabalarının
hepsidir. Hangisi Peygamberimize 1 söilldllcilıu (3İeql"iı vesellem) daha
yakın ve daha özel olursa, ona göre söz sahibi ve öncelikli olur.
Bu konu böyledir.
Bu konu anlaşıldıysa, şu sonuca varılır: Cumhur ulemanın
görüşüne göre, bu âyet her iki grubu da kapsamaktadır: Ehl-i abâ
ve müminlerin annelerini. Allah hepsinden razı olsun.
Tasavvufun piri, âriflerin imamı, Şeyh-i Ekber, efendim
Muhyiddin b. Arabi, Futûhat-i Mekkiye ' nin yirmi dokuzuncu
bâbmda şöyle der:
Resûlullah ( sdlIcJlahu aleyhi vesellem) halis bir kul olduğundan,
Allah onu ve Ehl-i Beytini tertemiz kıldı, pisliği ve onlar için
eksiklik ifade edecek olan her şeyi onlardan uzaklaştırdı. Rics,
Araplara göre kirdir. Ferrâ da bunu böyle ifade etmiştir.
Yüce Allah şöyle buyurur: “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden,
sadece günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"
(Ahzâb Sur. 33)
Onlara ancak temiz olanlar mensub olabilir. Onlara
benzeyenler, onlara mensub olabilir. Taharet ve kudsiyyet
hükmünü taşımayan onlara mensub olamaz. Bu sonuç, Hz.
Peygamber’in ( sdlltflltfhu <sJeqhı vesellem) Selmân-ı Farisî'ye, taharet,
İlahî koruma ve ismetinden dolayı kullandığı ifadesinden de
çıkmaktadır. Nitekim Resûlullah sdlLILhu öileLjkı vesellem) onunla
ilgili şöyle buyuruyor:
Ehl-i Beyt Âyeti
39
"Selman bizden; Ehl-i Beyt J tendir
Allah da, onları temizleyip (manevi) pislikten uzak tutarak
buna şehadet etmiştir.
Eğer onlara, temiz, kudsî ve sırf mensubiyetinden dolayı,
ilahi rabbani inayete mazhar olanların dışında kimse mensub
olamıyorsa, Ehl-i Beyt’i bizzat şöyle tasavvur edeceğiz. Onlar
tertemizdirler. Hatta temiz olmanın kendisidirler. Şu âyet, Yüce
Allah'ın, Resûlullah ( sallcallötlıu cJeijhı vese Hem) ile bereber Ehl-i Beyt’i
de kasdettiğine delalet eder:
“Böylece Allah , senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar.
Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir."
(Fetih Sur. 2)
Hangi kir ve pislik, günahtan daha pistir. Yüce Allah
Peygamberini, bize göre hata sayılan şeylerden mağfiretle
temizlemiştir. Resûlullah'tan ( salLILhu aleyhi vese Hem) vaki olsaydı
dahi, bu şeklen olurdu, manen değil. Çünkü hatalar, şerî olarak
ne bizim tarafımızdan, ne de Allah tarafından ona yüklenebilir.
Hatanın hükmü kabul edilseydi, onu hata yapanın hatalı olması
hükmü takip ederdi. O zaman “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden,
sadece günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"
sözü de kabul edilmemiş olurdu.
Bu şerefe, Fâtıma'nm çocukları ve Ehl-i Beyt’ten olan herkes
(Allah hepsinden razı olsun), Selmân-ı Fârisî gibi, kıyamete
kadar, bu âyetin hükmüne mağfiret bakımından dâhildir. Onlar
özel olarak Allah tarafından tertemiz kılınmışlar ve
Muhammed'in : sallöJlethu cıleıjl'iı vese llem) hatırı için, Allah’ın inayetine
mazhar olmuşlardır. Bu şerefin temizlik hükmü Ehl-i Beyt için,
ancak kıyamet günü geçerlidir. Onlar mağfirete mazhar olmuş
olarak haşredilirler. Dünyada ise, onlardan suç işleyen
olduğunda, hâkim karar verdiğinde tövbe edenler gibi ceza
1 Hâkim, Miistedrek (3/69 1) ve Deylemî, Firdevs (2/ 337)
40
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
verilir. Zina eder, hırsızlık yapar veya içki içerse, başkalarına
uygulandığı gibi, hafifletici sebepler göz önünde bulundurularak
ona da had cezası uygulanır. Fakat onu küçük düşürmek caiz
değildir.
Her müslümanm, Allah'a inanması ve indirdiği şu âyeti
tasdik etmesi gerekir: “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece
günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"
Ayrıca Ehl-i Beyt’ten sadır olan her şeyin Yüce Allah
tarafından affedildiğine inanması gerekir. Bayağılıkla onları bir
arada düşünmemeli ve namuslarına halel getirecek bir düşünce
sahibi olmamalıdır. Allah onların temiz olduklarına ve pisliği
onlardan giderdiğine şahitlik etmiştir. Bunu yaptıkları
amellerden veya iyiliklerden dolayı değil, Allah'ın onlara takdir
ettiği bir inayettir. "Bu, Allah'ın liitfudur ki onu dilediğine
verir. Allah büyük lütuf sahibidir." (HadidSur. 2i)
Selmân-ı Fârisî ile ilgili hadis sahih ise, o da aynı
mertebededir. Hukukun zahiren Selmân'ı suçlu gördüğü bir fiili
olsaydı. Suçluluk da yapana yaftalansaydı, kirden
temizlenmeyen birisi Ehl-i Beyte dâhil olurdu. O zaman bu
yaptığından dolayı Ehl-i Beyt’e mensup olduğu derecede dâhil
olurdu. Çünkü onların temiz olduğu nass ile sabittir.
Büyük üstadın görüşleri böyledir.
Gördüğünüz gibi, bizim için kaynak olan tasavvufun piri, Hz,
Fâtıma'nm çocuklarını ve Selmân gibi kölelerini bu şerefe dâhil
etmiş ve kıyamete kadar mağfirete mazhar olduklarını
açıklamıştır. Onlar özel olarak Allah tarafından tertemiz
kılınmışlar ve Muhammed'in ( salIcJlcahu «aleLjlnı vesellem ) hatırı için,
Allah'ın inayetine mazhar olmuşlardır.
Çığır açmış imamların sözlerini serdettikten sonra, Tirmizî
el-Hakîm'in Nevâdiru'l-Usûi'da. ileri sürdüğü ve işe yaramaz
cahillerin yapıştığı bu âyetin abâ ehline şamil olmadığı görüşüne
artık itibar etmiyoruz. Kendisi bu sözlerini, gözleri kör olmuş ve
Ehl-i Beyt Âyeti
41
aldanmış güruhu yerdikten sonra sarfetmiştir. Bununla, Şia
kisvesindeki insanları kasdettiğini düşünüyorum. Şöyle diyor:
Allah'ın “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden , sadece günah kirini
gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor" sözlerini tevil ederek:
“Onlar, Ali, Fâtıma, Haşan ve Hüseyin'dir. Bu âyet özel
olarak onlar hakkındadır” dediler. Bu mümkün müdür, bu
hitabın başlangıcı; “Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle: Eğer
dünya dirliğini ve süsünü (refahını) istiyorsanız , gelin size
boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim"
(Ahzâb Sur. 28) âyetiyle "Eğer Allah'ı, Peygamberini ve âhiret
yurdunu diliyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel
davrananlar için büyük bir mükâfat hazırlamıştır" (Ahzâb Sur.
29) âyetidir.
Ardından da şöyle buyuruyor: “Ey peygamber hanımları!
Sizden kim açık bir hayâsızlık yaparsa, onun azabı iki katma
çıkarılır. Bu, Allah'a göre kolaydır." (Ahzâb Sur. 30) Sonra: “Ey
Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günah kirini gidermek ve sizi
tertemiz yapmak istiyor" (Ahzâb Sur. 33)
Ondan sonra da; “Evlerinizde okunan Allah'ın âyetlerini ve
hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü
bilendir ve her şeyden haberi olandır" (Ahzâb Sur. 34) buyuruyor.
Bu ifadeler birbirine bağlı ifadelerdir. Bu hitapların tümü
nasıl başta ve sonda, Hz. Peygamberin t za\\d\ Ali o euh vesellem)
hanımlarına ait olur da, birbirine bağlı, muntazam sözlerin
ortasında başkalarına ait hitab bulunabilir. Çünkü önce;
müzekker zamirle “Ey Ehl-i Beyt! Sizden, günahı gidermek”
hemen sonra da müennes zamirle “Evlerinizde” buyuruyor.
O zaman, ikinci zamir Hz. Peygamber’ in ( sJJAu aletli vesellem)
hanımlarına nasıl ait olabiliyor da, birincisi Ali ve Fâtıma'ya ait
olmuyor. O halde bu âyette nerede zikrediliyorlar?
Eğer, “sizi temizlemek” âyetinde ‘Neden müzekker zamir
kullanılmış da müennes zamir kullanılmamış?” denirse;
42
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
Deriz ki: Müzekker kullanılmıştır; çünkü ev halkı
kasdedilmiştir. Ev halkı içine müzekker de girer, müennes de.
Bir de rivayete göre bu âyet nazil olduğunda, Hz.
Peygamber’in ; scJLILhu aleıjhı vese Hem) yanma, Ali, Fâtıma, Haşan ve
Hüseyin girdi. Hz. Peygamber ( s <51 1 \c\ I Ic^hu <alei)hı vesellem ) bir örtü alıp
üzerlerine örttü, sonra ellerini açıp şöyle dua etti: "Bunlar
benim ehlimdir, onlardan kiri gider ve tertemiz kıl ." 1
Bu, Hz. Peygamber’in ( salimli <2 hu dleijhı vesellem) âyetin nüzûlundan
sonra yaptığı bir duadır. Hz. Peygamber’in scJULlıu aleqlı vesellem)
hanımlarına hitab eden âyetin içine ev halkını da dâhil etmek
istemiştir.
Buna karşılık deriz ki: Bu görüş kabul edilemez. Bunun
sebebi, âyeti Hz. Peygamber’in sdlldlltfhu < 5 ileijhı vesellem) hanımlarına
hasretmesinden dolayı değildir. Çünkü bildiğiniz gibi, az da olsa
bu görüşe katılan âlimler de vardır. Aksine, bu âyetin Fâtıma, eşi
ve oğullarıyla sınırlı olduğunu söyleyenler için sert ifadeler
kullanmasmdandır. Bununla Şia’yı destekleyenleri kasdettiyse
ki; onlarla ilgili kötü nitelemelerinden anlaşılan odur, bu
durumda iman etmiş sayılmaz. Bu görüşün sadece onlara ait
olduğu isabetsiz bir iddiadır. Daha önce ifade ettiğimiz gibi, aynı
görüşü, sahabeden Ebû Saîd el-Hudrî ve tabiinden Katâde ve
Mücâhid gibi birkaç âlim benimsemişlerdir. İmam Şâfii,
Mücâhid hakkında şöyle der: “Eğer bir âyeti Mücâhid tefsir
etmişse, başka tefsire gerek yoktur.” Eğer onun (Allah rahmet
etsin) ibaresini dikkatlice incelersek, bu âyetin Ehl-i aba ile
birlikte Hz. Peygamber’in sJAhu öJeıjhı vesellem) hanımlarına da
şamil olduğunu söyleyenlere onun da kızdığını görürüz. Önceki
açıklamalarımızdan bu görüşün, Ehl-i sünnet müfessirlerinin
çoğunun görüşü olduğunu da biliyorsunuz.
1 Kaynağı daha önce belirtildi.
Ehl-i Beyt Âyeti 43
Âyetin ve devamının kapsamıyla ilgili, durgun zihnime,
güzel bir fikir geldi. Yüce Allah "Ey Peygamber! Eşlerine şöyle
söyle: Eğer (kuntunne) dünya dirliğini ve süsünü (refahını)
istiyorsanız , gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi
güzellikle salıvereyim" (Ahzâb Sur. 28) âyeti ile "Evlerinizde
(buyûtikunne) okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın.
Şüphesiz Allah , her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden
haberi olandır" (Ahzâb Sur. 24) âyetleri arasında, kadınlara
mahsus, müennes zamirin (nun-u nisve) yirmi iki yerde
zikredildiğini gördüm. Yirmi zamir bu âyetten önce, ikisi de
sonra. Müzekker zamir ise sadece “sizden” ve “sizi temizlemek”
kelimelerinde geçiyor. Eğer maksad, sadece Hz. Peygamber’in
(sallallc4u a leıÂ vesellem ) hanımları olsaydı, ifade birliği için, bu iki
kelimedeki zamirlerin yirmi iki zamirle aynı olması daha uygun
ve daha doğru olurdu. Zamirlerin farklı oluşu, bu âyetteki
maksadın önceki ve sonraki âyetlerden farklı oluşundan
kaynaklanmaktadır. Bu durumda, açıklandığı gibi âyetin
kapsamına, Hz. Peygamber’in ( salleJlahu cJeıjhı vesellem ) hanımlarıyla
birlikte Ehl-i aba da dâhil olmuş olur.
Ehl (halk) kelimesinin müzekker kılınmasına gelince; öyle
olduğu için müzekker gelebileceği gibi, mânâsından dolayı
müennes de gelebilirdi. Her iki yönüyle bu iki müzekker
zamirin mânâsı müennes zamirleri de kapsar. Öyleyse müennes
zamirlerden burada müzekker zamirlere dönmesinin başka bir
sebebi vardır. O da Ehl-i aba’yı hitaba dâhil etmesidir. Ehl'in
mânâsına da, Resûlullah'm ( scJLILhu tfleıjhı vesellem) tevil kabul
etmeyen “Allahım! Onlar benim evimin ehlidir, onlardan
kiri gider ve tertemiz kıl ” 1 hadisinde kasdettiği kişileri
dâhil etmesidir.
1 Kaynağı daha önce belirtildi.
44
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
Hakim, bahsettiğimiz, Ehl-i aba’nın Ehl-i Beyt’e dâhil
olduğunu ispat eden bu hadisi zikrettikten sonra, sözlerinin
sonunda der ki: “Bu hadis, Hz. Peygamber’in ( sallalLhu aleqlı vesellem)
âyetin nüzûlünden sonra yaptığı özel bir duasıdır. Hanımları
için nazil olan âyete onları da dâhil etmek istemiştir.”
Allah'ın Kur’ân'daki bir âyete dâhil etmediği insanları
Resûlullah solltflltfhu (^leLjlnı vesellem) nasıl dâhil etmek isteyebilir?
Âyetten maksadın Hz. Peygamber’in ( i-illcJIÂu' eJeql~n vesellem)
hanımlarıyla birlikte Ehl-i aba olduğunun açık bir ispatı da,
Ümmü Seleme'den nakledilen hadisin, birçok kaynakta rivayet
edilmesidir. İbn Cerîr, İbnul-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî
ve İbn Murdeveyh'in naklettiği ve yukarıda zikrettiğimiz gibi
Suyûtî'nin ed-Dürrü'l-Mensûr'unda nakledilen şu hadistir:
Resûlullah ( söJltflItfhu <5ileL)lnı vesellem ) Ümmü Seleme'nin evinde,
üzerinde Hayber yapımı bir cübbeyle kendisine ait yerindeydi.
Hz. Fâtıma geldi. Elinde bir tabak, tabağın içinde ise bir tür etli
yemek vardı. Resûlullah | söJltflItfhu tfleLjhı vese Hem) ona: "Kocanı ve
çocukların Haşan' la Hüseyin'i çağır" buyurdu. Onları
çağırdı. Yemek yerlerken; “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece
günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor" âyeti
nâzil oldu. Hz. Peygamber s<3 1 1 d 1 1 ı5i hu (3İeL)hı vesellem) cübbenin
kenarlarından tutup üzerlerini örttü. Sonra ellerini örtünün
dışına çıkarıp semaya açtı ve şöyle dua etti: "Allahım! Bunlar,
benim evimin halkı ve yakınlarımdır ,’ n
Başka bir rivayette; "Onlar benim özel yakınlarım
(hassam)dır. Onlardan kötülüğü uzaklaştır ve tertemiz
kıl." Bunu üç defa tekrar etti. Ümmü Seleme der ki: Ben de
başımı örtünün altına soktum ve: “Ben de sizinleyim ya
1 Kaynağı daha önce geçti.
Ehl-i Beyt Âyeti
45
Resûlallah” dedim. Şöyle buyurdu: "Sen hayır üzeresin
(Senin değerin farklıdır)” 1 Bunu iki defa tekrar etti.
Bu hadisin, âyeti Ehl-i abaya tahsis ettiğini açıkça
görüyorsunuz. Evet, İmam Beğavî Meâlimut-Tenzîl ' de Ümmü
Seleme'nin bu hadisini farklı olarak şöyle nakletmiştir: Dedim
ki: “Ben onlardan değil miyim, ya Resûlallah?” Dedi ki: "Evet” 2
(sen de onlardansın)
Makrîzî’de ise şu ibare ile geçmektedir: “Ben de onlardan
mıyım?” diye sorunca: “Evet” buyurdu . 3
Bu iki hadis, âyetin öncesi ve sonrasıyla birlikte,
kasdedilenlerin içine Hz. Peygamberin sö lULlıu o etlt vesellem)
hanımlarının da dâhil olduğuna delil teşkil eder. Bu durumda,
müfessirlerin çoğunun benimsediği gibi âyet, iki grubu (Ehl-i
aba ve hanımları) da kapsamış olur. Hulasa olarak âyetteki Ehl-i
Beyt’in kapsamıyla ilgili, beş farklı görüş ortaya çıkmıştır:
Birincisi; âyetin her iki gruba şamil olduğuna dair, cumhurun
görüşüdür. Geçerli olan görüş budur.
İkincisi; bu âyetteki Ehl-i Beyt’ten sadece Ehl-i aba
kasdedildiğini söyleyen, sahabeden Ebû Saîd el-Hudrî,
tabiundan Mücâhid ve Katade'nin ileri sürdüğü görüş.
Üçüncüsü; burada murad edilenin, Hz. Peygamber’in 'sJJmky
leq.fi ı vesellem) hanımları olduğunu söyleyen, sahabeden İbn Abbâs
ve tabiûnden İkrime'nin görüşü.
Dördüncüsü; Ehl-i Beyt’in, Hâşim oğulları olduğuna dair İbn
Hacer'in es-Savâik' te, Sa'lebî'den naklettiği görüş. Buna göre
“beyt” (ev) soy evidir. Bu durumda Hz. Peygamber’in AıLILku
sJe^hı vesellem) amcası Abbâs, diğer amcaları ve amca çocukları da
1 Kaynağı daha önce geçti.
2 Kaynağı daha önce geçti.
3 Kaynağı daha önce geçti.
46
Ebedi Soylular: Ehl-i Beyt
Ehl-i Beyt’tendir. Hâzin’in eserinde ise bu görüşün Zeyd b.
Erkam'ın görüşü olduğu geçmiştir.
Beşincisi; el-Hatîb eş-Şerbînî'nin, Bikâî'den naklettiği
görüştür. Şöyle diyor: Uygun olan görüş şudur: Peygamberimize
(scılIcılItfHıu aletli vesellerri) (neseb olarak) bağlı olan, erkekler, kadınlar,
hanımları, cariyeleri ve akrabalarının hepsi (Ehl-i Beyt’tendir).
Hangisi Peygamberimiz'e ( s <51 II <3 II <3 hu tfleıjhı vese Hem) daha yakın ve daha
özel olursa, ona göre bu sıfatı hakeder ve öncelikli olur.
Sanırım buraya kadar, yeterince konuştuk ve âyetle ilgili
söylenenleri yeterince aktardık. Şimdi iki hadisi açıklayalım.
FASIL
Bu bölümde; "Size iki ağır konu (sekaleyn)
bırakıyorum; Allah'ın Kitabı ve kanımdan olan Ehl-i
Beytim ” 1 hadisini tartışacağız.
İmam Müslim, Sahîh' inde, Yezîd b. Hayyân'm şöyle dediğini
nakleder: “Ben, Husayn b. Sebure ve Ömer b. Müslim, Zeyd b.
Erkam'ın yanma gittik. Yanma oturduğumuzda, Husayn ona
dedi ki: “Ey Zeyd! Sen çok güzel şeyler yaşadın. Resûlullah'ı
(sJJX ölebil vese Hem) gördün, O'nun sohbetini dinledin, O'nunla
beraber savaştın, arkasında namaz kıldın. Sen gerçekten çok
güzel şeyler yaşadın. Ey Zeyd, Resûlullah'tan sdleHlcku aletli vesellom)
duyduklarından bize de anlat.” Zeyd şu karşılığı verdi:
Resûlullah scalLILhu < 5 ileL)hı vese Hem) (bir gün) bize bir konuşma
yaptı: Allah'a hamd etti, senâda bulundu, hatırlatmalarda
bulunup bize nasihat etti. Sonra şöyle buyurdu: "Asıl meseleye
gelince, dikkat buyurun ey insanlar. Ben bir beşerim,
Rabbimin Elçisi (Ölüm Meleği) her an gelebilir.
(Geldiğinde onun davetine) icabet ederim. Size iki
önemli konu bırakıyorum. Birincisi, Allah'ın Kitabı.
1 Kaynağı daha önce geçti.
Ehl-i Beyt Âyeti
47
Onda hidayet ve aydınlık vardır. Allah'ın Kitabına
uyun ve ona sımsıkı sarılın.”
Allah'ın Kitabının öneminden bahsetti, ona değer
verilmesini istedi. Ardından şöyle buyurdu: "Ve (İkincisi)
Ehl-i Beyt J im. Ehl-i BeytMmi Allah için size
hatırlatıyorum. Ehl-i Beyt* imi Allah için size
hatırlatıyorum .” 1
Husayn ona sordu: “Ey Zeyd! O'nun Ehl-i Beyt’i kimdir?
Hanımları Ehl-i Beyt’inden değil midir?” Zeyd şu karşılığı verdi:
“Hanımları Ehl-i Beyt’indendir. Fakat Ehl-i Beyt’i, kendisinden
sonra, kendilerine sadaka verilmesini haram kıldığı (kişiler) dir.”
“Onlar kimlerdir?” diye sorunca (Zeyd) dedi ki: “Ali'nin ailesi,
Akîl'in ailesi, Câfer'in ailesi ve Abbâs'm ailesi.” (Husayn) sordu:
“Bunların hepsinin sadaka almasını yasakladı mı?” (Zeyd):
“Evet” karşılığını verdi . 2
Müslim'e ait başka bir rivayette ise şöyle geçiyor: “Hanımları
Ehl-i Beyt’inden midir?” diye sorduk. Şu karşılığı verdi: “Allah'a
yemin ederim ki, hayır. Kadın erkekle birlikte bir süre yaşar.
Sonra onu boşadığında babasına ve halkının yanma döner. Hz.
Peygamber’in salLILhu aleyhi vese Hem) ev halkı; usûl ve asabe
(kanından olan usul ve füru erkekler) olup, sadaka
alamayanlardır. ” 3
İmam Nevevî, (Müslim’in Sahîh ’ i üzerine yazdığı) şerhinde
şöyle der: Bu iki rivayet arasında görünüşte bir tenakuz vardır.
Müslim'in dışındaki rivayetlerin çoğunda “Hanımları Ehl-i
Beyt’inden değildir” ibaresi naklediliyor. Bu durumda birinci
rivayetin maksadı şöyle tevil edilir (yorumlanır): Hanımları, Hz.
Peygamber’in ( scJLILhu eJeıjhı vese Hem) beraber yaşadığı ve kocalık
yaptığı ev halkındandır. Onlara saygı gösterilmesini ve değer
1 Kaynağı daha önce geçti.
2 Kaynağı daha önce geçti.
3 Müslim (4/1874).
48
Ebedi Soylular: Ehl-i Beyt
verilmesini emretmiş, “sekal” olarak isimlendirmiş, onların
haklarına saygı gösterilmesini nasihat etmiş ve hatırlatmıştır.
Hanımları bu bahsettiğimiz konulara dâhildir, ama sadaka
almaları yasaklanmamıştır. Bu durumda iki rivayet aynı mânâda
birleşir.
Nitekim âlimler (hadisi açıklarken): “Bu iki konunun
yüceliğine ve önemine binaen, “sekaleyn” olarak
isimlendirilmiştir” derler.
İbnu'l-Esîr, Nihâye'de der ki: Dikkat edilmesi ve yapmaya
rağbet edilmesi gereken her şey için “sekal” denir. Onların
değerini göstermek ve konumlarını yüceltmek için, bu iki
konuya sekaleyn adını vermiştir.
Kâmûs ' ta sekal; her şeyi kıpırdatan, korunmuş ve rağbet
edilen mânâlarına gelir.
Bu hadis de öyledir: "Size iki önemli şey (sekaleyn)
bırakıyorum; Allah'ın Kitabı ve kanımdan olan Ehl-i
Beyt J im ." 1
Sabbân, Is'âfu'r-Râğibîn isimli eserinde şöyle der: "Ehl-i
Beyt J imi Allah için size hatırlatıyorum” sözünün
mânâsı; “Ehl-i Beyt’im konusunda Allah'tan korkun” demektir.
İbn Allân, Riyâzu's-Sâlihîn şerhinde şöyle der: (Hz.
Peygamber’in ( s <3 II <3 II <3 hu <3İei|hı vesellem ) bu uyarıyı) tekrar etmesinin
sebebi, vasiyeti tekid edip Ehl-i Beyt’e özen gösterilmesini
istemesidir. Böylece tekid edilerek yerine getirilmesi istenen
vacib, garanti altına alınmış olur.
Is'âf ta şöyle geçer: İmam Ahmed'in lafzı şöyledir: "Her an
(âhirete) davet edilebilirim, (davet edildiğimde
davete) icab ederim. Size iki önemli konu (sekaleyn)
bırakıyorum, semadan yeryüzüne uzanan bir (kurtuluş)
ipi olan Allah'ın Kitabı ve kanımdan olan Ehl-i
Beyt J imdir. Lütufkâr ve her şeyden haberdar olan
1 Müslim (4/1873).
Ehl-i Beyt Âyeti
49
(Allah), Havz başında bana kavuşacakları zamana kadar,
(bu ikisinin) birbirinden ayrılmayacaklarını haber
verdi. Benden sonra bu iki ağır emanet konusunda
yapacaklarınıza dikkat edin .” 1
“Uzanan bir ip” sözünden maksad; Allah'ın sözü veya
Allah'ın rahmetini ve rızasını kazanmak için yol demektir.
Nevevî'nin yorumu böyledir.
Câbir'in rivayeti ise şöyledir: "Ey insanlar, size iki ağır
emanet bıraktım. Ona tutunduğunuz takdirde dalalete
düşmezsiniz ; Allah'ın Kitabı ve kanımdan olan Ehl-i
Beyt J imdir .” 2
el-Hakîm et-Tirmizî, Nevâdinı'l-Usûl isimli eserinde,
hadisteki “kanımdan olan Ehl-i Beytim” ifadesini, Ehl-i Beyt’in
âlimleri olarak tahsis etmiştir. Bu konuyu uzun uzadıya anlatmış
ve şöyle demiştir:
Ellinci bölüm Kitab'a ve Ehl-i Beyt’e tutunma ve bunu
açıklamayla ilgilidir:
Câbir b. Abdillah şöyle diyor: Resûlullah'ı ( ALILhu e/e 4 k veçellem),
haccederken Arefe günü gördüm. Devesi Kasvâ'nın üzerinde
konuşuyordu. Onu şöyle buyururken işittim: “Ey insanlar! Size
iki ağır emanet bıraktım. Ona tutunduğunuz takdirde
dalalete düşmezsiniz; Allah'ın Kitabı ve kanımdan olan
Ehl-i Beyt* imdir .” 3
Huzeyfe b. Useyd el-Gifârî bildiriyor: Resûlullah («JULU a le 4 ki
vesellem ) Veda haccına başlarken bir hutbe verdi ve şöyle buyurdu: “Ey
insanlar! Latif ve Habîr olan (Allah) bana, hiçbir
peygamberin, kendisinden önce gelen peygamberin
hayatının yarısından fazla yaşayamayacağını haber
verdi. (Âhirete) davet edilmek üzere olduğumu
düşünüyorum ve (bu davete) icabet edeceğim. Havz
1 Ahmedb. Hanbel (3/17).
2 Kaynağı daha önce belirtildi.
3 ebHakîm et-Tirmizî, Nevâdir (1/258)
50
Ebedi Soylular: Ehl-i Beyt
başına içinizden ilk varacak olan benim. Benim yanıma
geldiğinizde, size iki önemli konuyu ( sekaLeyn )
soracağım. Benden sonra onlara karşı davranışlarınıza
dikkat ediniz. Büyük konu (sekaLu ' L-ekber) ; Yüce
Allah'ın Kitabı, bir ucu Allah'ın elinde, bir ucu
sizin elinizde olan bir iptir. Ona sımsıkı tutunun,
böylece dalalete düşmez ve bozulmazsınız. Küçük konu
(sekaLu ' L-asğar) ; kanımdan olan Ehl-i Beyt J imdir .
Lütufkâr ve her şeyden haberdar olan (Allah), Havz
başında bana kavuşacakları zamana kadar, (bu ikisinin)
birbirinden ayrılmayacaklarını haber verdi ." 1
Resûlullah'ın ( s (5i I \ck I Idhu dleıjlnı vesellem ) onlar için dua ettikten sonra,
“Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden sadece günah kirini gidermek ve
sizi tertemiz yapmak istiyor" (Ahzâb Sur. 33) âyetini okuduğu
rivayet edilir.
Zürriyetleri kendilerindendir. Onlar temiz ve saf insanlardır, ama
ismet sahibi değillerdir. İsmet, peygamberlere mahsus bir sıfattır.
İmtihan da onların dışındaki insanlar içindir. Olayların içyüzünü
bilmeyen imtihana tabi tutulur. Olayları bilip müşahede edenler ise
imtihan olmak durumundan çıkar.
“Havz başında bana kavuşacakları zamana kadar, birbirinden
ayrılmayacaklar” 2 ifadesi ve “Ona tutunduğunuz takdirde dalalete
düşmezsiniz” 3 ifadesine gelince bu; Ehl-i Beyt’in liderleri ve imamları
için geçerlidir, diğerleri için değil. Nitekim kötülük eden ve (iyilikle
kötülüğü) karıştıran örnek alınmaz. Onların içinden günah işleyip
karıştıran olabilir; çünkü beşeri duygulardan azade olmadıkları gibi
peygamber ismetine sahip değildirler. Yüce Allah'ın Kitabı da öyledir.
Nâsih ve mensuha göre kabul edilir. Nasıl mensuh âyetlerin hükmü
kalkmışsa, Ehl-i Beyt’in günahkârlarından da örnek olma vasfı kalkar.
1 el- Hakim et-Tirmizî, Nevâdir (1/258)
2 Ahmed b. Hanbel (5/181), Beyhaki, S. el-Kubrâ (10/ 1149), İbn Ebî Şeybe,
Musannef (6/309)
3 Tirmizî (5/ 662) ve Ahmed b. Hanbel (5/59)
Ehl-i Beyt Âyeti 51
Bize düşen, onların içinden, Allah'ın kalplerinde olana kefil olduğu,
âlim ve fakih olanlara iktida etmektir. Bu kefalet, soy ve ırktan dolayı
değildir. Bu ilim ve fıkıh başka unsurlarda olduğunda uyduğumuz
gibi, Ehl-i Beyt’ ten olanlara da uymamız gerekmektedir. Yüce Allah,
Kur’ân-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber' e ve
sizden olan ululemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir
hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve âlıirete gerçekten
inanıyorsanız onu Allah'a ve Resûl'e havale edin (onların
talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice
bakımından daha güzeldir. " (Nisâ Sur. 59)
Bundan sonra bize düşen, Yüce Allah'ın ve Resûlullah'ın (sJaLU
«aleıjlu vesellem ) emirlerini, ilmin gerektirdiği şekilde anlamaktır. Şer'i
emirlerdeki maksadı kavramaktır. Gördüğümüz hadislerde Resûlullah
ÇıllalLYu eJeijl vesellem ) onlara işaret etmiştir. Çünkü soy, mükemmel
olursa onlara, amacın anlaşılmasında yardımcı olur. Soyun
mükemmelliği, ahlak güzelliklerine götürür. Ahlak güzellikleri de
kalbin temizlik ve derinliğine götürür. Kalp derinleşip saflaştıkça,
içindeki nur artar ve gönül bu nurla canlanır. Böylece şer'i emirlerdeki
maksadı anlamasına destek olur. Bunlar el-Hakîm et-Tirmizî’nin
görüşleriydi.
Bu konuda görüşümüz şudur: “Ona tutunduğunuz takdirde
dalalete düşmezsiniz” hadisiyle ilgili; “hadis Ehl-i Beyt’in
liderleri ve imamları için geçerlidir” sözü muteber değildir.
Aksine Ehl-i Beyt’in hepsi için tek tek geçerlidir. İyisiyle
kötüsüyle, lideriyle tebasıyla. Hz. Peygamber’in ğ ■ aleykî
vesellem) “Havz başında bana kavuşacakları zamana kadar,
birbirinden ayrılmayacaklar” sözünün mânâsı ve amel
bakımından Allah’ın Kitabı'nm hükümlerine bağlı olmaları,
“aralarında karıştıran ve kötülük edenler olabilir ” 1 sözünü
yalanlamak için değildir. Aksine onlara değer verilmesini
1 el-Hakîm et-Tirmizî, Nevâdir ( 1 /259)
52
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
istemesinden ve Cennete sağlıklı bir şekilde girinceye kadar
İslam dininden ayrılmayacaklarını onlara müjdelemek içindir.
Bu da Havz başına gelinceye kadar Allah'ın Kitabından
ayrılmayacakları ifadesi için yeterlidir.
İslam Dinine bağlı olduklarına, Yüce Allah'ın Kur’ân'daki şu
sözü delildir: “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden , sadece günah kirini
gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. "
Ayetteki “rics” kelimesinin en kötüsü küfür olan, bütün
günahları ve eksiklikleri kapsadığını biliyoruz. Onlar, Yüce
Allah tarafından temizlenmiş insanlardır. Onların dinlerine
yabancı bir din karışmaz, inançlarına da şüphe ve leke düşmez.
“Bu delil, Hakîm'in yanında makbul değildir, önceden
bahsettiğimiz gibi o, âyeti hanımlara tahsis etme görüşündedir”
derseniz;
Deriz ki: Evet, o bu görüşte olsa da, burada ve daha önce
geçtiği gibi Hz. Peygamberin ( scJLILhu «aleijhı vesellem) Hz. Ali, Fâtıma
ile Haşan ve Hüseyin’i çağırıp bu âyeti okuduğunu kabul ettiği
gibi, “Çocukları onlardandır, onlar da temizdirler” ifadesini de
eklemiştir.
Bununla ilgili “Bu, Hz. Peygamber’in salLHAu vesellem)
içinden gelen bir duadır, onları bu âyetin şümûlüne dâhil etmek
istemiştir” diyor. Kendisinin, Hz. Peygamber’in (saLLIu
vesellem ) duasının kabul edileceğine inandığı kesindir. Öyleyse her
halükârda onlar bu âyetin şümûlüne gireceklerdir. Birincisi,
cumhurun kabul ettiği gibi doğrudan gireceklerdir. İkincisi;
kendisinin sözüne binaen gireceklerdir. Allah'ın Kitabı’ndan
ayrılmayarak ve İslam dininden sapmadan Havz başına kadar
gelecekleri sâbit olmuştur. Bunun delili de: “Pek yakında
Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın" (Duha Sur. 5) âyetidir.
Kurtûbî, bu âyetin tefsiri ile ilgili İbn Abbâs'tan şunu
naklediyor: Muhammed'in ( s< 3 ll<a II <3 hu < 3 İeqhı vese Hem) hoşnutluğu, Ehl-i
Beyt’inden hiç kimsenin Cehenneme girmemesidir.
Hadislerde Ehl-i Beyt
53
Sünnette buna dair birçok delil vardır:
Resûlullah ( salleJlahu cıleıjhı vesellem) şöyle buyuruyor: “Fâtıma
namusunu korumuştur, Allah ona ve çocuklarına
Cehennemi haram kılmıştır ." 1 Hâkim bu hadisin sahih
olduğunu söylemiştir.
İmrân b. Husayn, Resûlullah'm scall<all(ahu <alei)hı vese Hem) şöyle
buyurduğunu bildiriyor: “Ehl-i Beyt J imden hiç kimseyi
Cehenneme sokmamasını Rabbimden istedim, isteğimi bana
verdi ." 2
İkinci bölümde buna benzer hadislerle ilgili daha ayrıntılı
bilgi verilecektir.
Burada, Hz. Peygamberin : salLIlcahu taleıjhı vesellem) “Kıyamet
gününde bütün neseb ve bağlar kesilir. Benim nesebim
ve bağım hariç " 3 hadisinden esinlendiğim bir delili zikretmek
istiyorum.
Bu hadis, Hz. Peygamber'in ( scalULhu öilei|hı vesellem) GV halkının
küfre girmeyeceğinin garantisidir. Tabii Hz. Peygamber’in
(sallallafıu öi I e 4 fı ı neşe Hem) işaret ettiği bu istisnaya rağmen küfür onlara
yaklaşırsa. Küfür, bağları ve akrabalığı kesen en büyük etkendir.
O halde soylarının Kıyamet gününe kadar Peygamberimiz'e
(scallöJlahu <3İei)hı vesellem ) bağlı kalması, iman bakımından dinden
ayrılmayacaklarına dair bir delildir.
“Size iki ağır emanet bıraktım. Ona tutunduğunuz
takdirde dalalete düşmezsiniz; Allah'ın Kitabı ve
kanımdan olan Ehl-i Beyt J im " 4 hadisine gelince;
Herkes bunlardan kendisine uygun olanı tercih eder. Allah'ın
Kitabını alan, hükümleriyle amel eder, yasakladıklarından uzak
1 Taberânî.M. el-Kebîr (22/ 306), Darekutnî, elİlel (5/65),
2 Deylemî, Firdevs (2/310)
3 Taberânî, M. el-Kebîr (3/45) ve Deylemî, Firdevs (3/255)
4 Kaynağı daha önce belirtildi.
54
Ebedi Soylular: EhlT Beyt
durup helal olanları helal bilerek tutunur. Ehl-i Beyt’i tercih
eden, onlara gerekli saygıyı, sevgiyi, özeni, takdiri, tazim ve
ikramı göstererek tutunur. Bu, iyisiyle kötüsüyle onların hepsi
için geçerlidir. Bu durumda Hakîm'in hadisten anladığı ve ileri
sürdüğü; “sadece onların imamları için geçerlidir” görüşü
çürümüş olur. Bunu diğer rivayetler de desteklemektedir. Daha
önce geçen Zeyd b. Erkam'm şu rivayeti gibi:
"Size iki önemli konu bırakıyorum] Birincisi,
Allah'ın Kitabı. Onda hidâyet ve nûr vardır. Allah'ın
Kitabına uyun ve ona sımsıkı sarılın .” 1
Allah'ın Kitab’ma teşvik edip vurguladıktan sonra şöyle
buyurdu: "Ve (İkincisi) ev halkım. Ehl-i Beyt J imi
Allah için size hatırlatıyorum. Ehl-i Beyt J imi Allah
için size hatırlatıyorum .” 2
Gördüğünüz gibi, hidayet açısından, tercih ve tutunmayı
Kur an'a tahsis etmiş ve bunun hikmetini "onda hidâyet ve
nûr vardır” ifadesiyle hatırlatmıştır. Tercih ve tutunmanın
mânâsı tamamlandıktan sonra, Peygamberimiz Je 4 lî
vesellem ) Ehl-i Beyt’ini hatırlatıp, “Ehl-i Beyt J imi Allah için
size hatırlatıyorum” buyurmuştur.
Tavsiyeyi tekid ve onlara özen gösterilmesini vurgulamak
için, bu bölümü tekrar etmiş ve hiç birini diğerine tercih
etmemiştir. Husayn, Zeyd'e Ehl-i Beyt'in kim olduğunu
sorduğunda, ne dediğine dikkat edelim; “Kendisinden sonra
sadaka almayı haram kıldığı kimselerdir.” Bunun, kasdettiğimiz
mânâya delil olduğunu görüyorsunuz. Bahsettiğimiz rivayetin
benzeri de, Hakîm'in aktardığı Huzeyfe b. Useyd'in rivayetidir.
Resûlullah scJULhu dleıjlıı vese Hem) bu rivayette şöyle buyuruyor:
"Benim yanıma geldiğinizde, size iki önemli konuyu
(sekaleyn) soracağım. Benden sonra onlara karşı
1 Müslim (4/ 1 873) ve Taberânî, M. el-Kebîr (5/ 1 83)
2 Müslim (4/1873) ve Ahmed b. Hanbel (4/ 366)
Hadislerde Ehl-i Beyt
55
davranışlarınıza dikkat edin. Büyük konu ( sekaLu'L -
ekber )j Yüce Allah'ın Kitabı, bir ucu Allah'ın elinde,
bir ucu sizin elinizde olan bir iptir. Ona sımsıkı
tutunun, böylece dalalete düşmez ve bozulmazsınız.
Küçük konu (sekaLu ' L-asğar) ; kanımdan olan Ehl-i
Beyt J imdir. Lütuf kâr ve her şeyden haberdar olan
(Allah), Havz başında bana kavuşacakları zamana kadar,
birbirinden ayrılmayacaklarını haber verdi ." 1
"Ona sımsıkı tutunun, böylece dalalete düşmez ve
bozulmazsınız" sözünü, "Büyük konu (sekaLu' L- ekber)]
Yüce Allah'ın Kitabı, bir ucu Allah'ın elinde, bir ucu
sizin elinizde olan bir iptir" sözünün ardından
söylemesi, hidayetin ve dalâlete düşmememenin, Allah'ın
Kitabına (sekalu'l-ekber) tutunmaya mahsus olduğunu açıkça
ifade etmektedir.
Bunun sebebini de şu sözüyle açıklamıştır: "Bir ucu
Allah'ın elinde, bir ucu sizin elinizde olan bir
iptir." Sekalu'l-ekber ile ilgili bölümü tamamladıktan sonra,
“Küçük konu (sekaLu ' L-asğar) j kanımdan olan Ehl-i
Beyt J imdir" demiştir.
Eğer amaç, Hakîm'in anladığı gibi, hidâyet için ikisine
birlikte tutunmak olsaydı, itrete (Ehl-i Beyt’e) bazılarını dâhil
edip bazılarını çıkarması gerekirdi. O zaman ayrıca, “Ona
sımsıkı tutunun, böylece dalâlete düşmezsiniz"
bölümünü, "Sekalu ' l-asğar kanımdan olan Ehl-i
Beyt J imdir" bölümünden sonra söylemesi gerekirdi. Yahut
sonunda tekrar etmesi icab ederdi.
Bu hadislerden anlaşılan, Hz. Peygamberin (sJJaL
vesellem ) kanından olan Ehl-i Beyt’i, sadaka kabul etmesi haram
kılman kişilerdir. Buradaki sadakadan maksad; Zeyd b. Erkam'm
dediği gibi zekâttır. Resûlullah | ço I \o I Icalnu cJei)l"iı vesellem) onları
1 Kaynağı daha önce belirtildi.
56
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
yüceltmek ve onlara özen gösterilmesini istediğini vurgulamak
için Kur'ân'la birlikte zikretmiştir. Allah hepsinden razı olsun.
Hakîm'in ibaresinin garip tarafı; “Eğer bu ilim ve fıkıh bilgisi,
onların dışında başka kimselerde mevcut ise, Ehl-i Beyt’e ittiba
etmemiz gerektiği gibi diğerlerine de uymak zorundayız”
şeklinde ifade ettiği görüştür. Bu sözlerle, Hz. Peygamber’in
(sdlblLivu tfleijin vese Hem) kanından olan kişileri başkalarıyla eşit tutma
fikrine sürüklenmiştir. Bu durumda üstünlüğü Ehl-i Beyt soyuna
değil, kendilerinde ve başkalarında olabilecek, ilim ve fıkıh
bilgisine vermiş oluyor. Böyle düşündüğümüzde, bu
hadislerdeki Ehl-i Beyt'in mânâsı; İslam âlimleri ve fakihleri
olur. Acaba Hz. Peygamber’in ( s <3 II <3 II ahu aleyhi vesellem) maksadı bu
muydu? Vallahi hayır. O'nun kasdettiği; cahiliyle, temiz olan
veya olmayan âlimiyle yakın akrabalarıdır.
İslam fıkıhçıları ve bayraktar âlimler zaten bu ümmetin yol
göstericileridir. Karanlıkları aydınlatanlardır. Fakat bu, ayrı bir
konudur. Onlar da bizzat, Hz. Peygamber’in salloIlHu aleyhi vesellem)
yakınlarını gözetme ve üstünlüklerini kabul etme konusunda,
herkes gibi, bu hadisin muhatabıdırlar. Hatta bu konuda önder
olmak durumundadırlar.
HATIRLATMA
Peygamberimiz sal la II ahu aleı^hı vese Hem), sekaleyni; yani Allah'ın
Kitabı ve kanından olan Ehl-i Beyt’ini vasiyet ettiği bu
hutbesini, Veda haccında, orada olan büyük bir topluluğun
önünde vermiştir. Medine'den kendisiyle beraber, haccetmek
için, yüz bini aşan sahabi gelmişti. Mekke'den ve Yemen'den
onlara katılanlar hariç. O anda Müslüman olanların çoğu
oradaydı. Sahabenin ileri gelenleri ve âlimleri aralarmdaydı.
İslam’ı en iyi bilen Ebû Bekr es-Sıddîk Hz. Peygamber’in (saLLiu
aleqln vesellem) yanı başındaydı. Şüphe yok ki o, bir çoğu Ehl-i
Hadislerde Ehl-i Beyt
57
Beyt’ten olanların çoğundan daha âlim ve daha fakih idi. Acaba
onlardan herhangi birisi, Hz. Peygamberin ( S6l I \a I \a lı u sıleıylı veselleırÇ
bu hutbede, akrabalarıyla birlikte, âlimlerin üstün görülmesini
vasiyet ettiğini mi anlamıştır. Ehl-i Beyt'in, Ebû Bekr, Ömer,
Zeyd b. Sabit, Ebû Muâz, Abdullah b. Selam gibi Muhâcir ve
Ensar âlimleri veya başka âlimler olduğunu mu anlamıştır?
Yoksa bu ve başka âlimlere, diğer sahabelere ve tüm
Müslümanlara, akrabalarını gözetmelerini ve üstünlüklerini
kabul etmelerini vasiyet ettiğini mi anlamışlardır? Ehl-i Beyt’i
bizzat onlardır başkası değildir. Ehl-i Beyt ve itretin başka
mânâsı yoktur. Birinci anlayışı iddia eden var mı?
Hakîm'in “Ehl-i Beyt’ten maksat, onların aralarındaki
âlimlerdir; çünkü ilim ve fıkıh bilgileriyle uyulması gereken
onlardır. Ayrıca ilim ve fıkıh başkalarında mevcut ise, onlara
ittiba etmemiz gerektiği gibi diğerlerine de ittiba etmemiz
gerekir” görüşüyle ilgili bir nokta daha var. Bu görüşünün
hareket noktası ilimdir, soy değildir. Oysa şartları ortadan
kalktığı için asırlar önce ictihad kesilmiştir.
Yeryüzünün doğusunda ve batısında bulunan Ehl-i Sünnet,
fıkhı konularda bilinen dört imama (Allah hepsinden razı
olsun), itikâdî konularda İmam Eş'arî ve İmam Maturîdî'ye ittiba
etmektedir. Her ne kadar hicri birinci asırda Ehl-i Beyt’ten
mezheb sahibi birçok imam ve müctehid ortaya çıkmış olsa da,
mezhepleri müntesib bulmamış ve meşhur olmamış,
kurucusuyla birlikte yok olmuştur. Bazı sapık fırkaların Ehl-i
Beyt’e nisbet ettiği, Ehl-i Sünnet mezheplerine ters düşen
görüşler de batıldır ve onlar adına ileri sürülmüş yalanlardır. Bu
yüzden vürûd sebebi oldukları bu hadisin mânâsından onlara bir
şey düşmez. Çünkü batıl oldukları için hadisin mânâsından
toptan çıkarlar.
Eğer, “Hakim müctehidleri değil âlimleri kasdetmiştir, onlar
da her asırda bulunurlar” derseniz;
58
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
Ben de derim ki: İlim ve fıkıh konusunda başkalarına imam
ve önder olduklarını ileri sürdüğü vasıflar, müctehidlerden
başkasını tasdik etmez. Oysa ittiba edilebilecek kişiler onlardır.
Ehl-i Beytten bu asırda yaşayan âlimler, dört mezhepten birinin
mukallidi durumundadırlar. Başkalarına önder olamazlar.
Onun bahsettiği âlim ve fakihlerin özelliği, ilmi ve fıkıh
bilgisiyle ittiba edilmeleridir.
AÇIKLAMA
Geçmiş asırlardaki İslam âlimlerini incelediğimiz zaman,
Türk ve İran âlimlerinin, Araplardan ve Kureyş’ten olan
âlimlerden sayı bakımından fazla olduklarını görürüz. Allah
doğrusunu bilir, ama bunun sebebi şu olabilir: Bu unsurlar,
Kureyş ve Arapların Peygamberimize scdlcdlAu o e!i|j vesellem)
yakınlıkları sebebiyle soyca üstün olduklarını gördüklerinde,
onlara ulaşmak istediler. Bunun için de ilimden başka bir yol
bulamadılar. Gayret gösterip çalıştılar, arayı kapattılar ve
gayelerine ulaştılar. Buna ek olarak şu da söylenebilir: Araplar,
ilimle uğraşıyorlardı. Belli bir merhaleye gelince işlere
yöneldiler. Okumaya ve okutmaya imkân bulamaz oldular. Bazı
asırlarda ağırlıklı olarak olan da buydu. Siz de biliyorsunuz ki,
ortaya çıktıklarından bu zamana ve kıyamete kadar, Arabıyla
Acemiyle bu Muhammedi ümmetin lideri konumundaki dört
imamın üçü Araplardandır; imam Şafiî, Mâlik ve Ahmed (Allah
hepsinden razı olsun). Mesele ne olursa olsun, bu ümmet rahmet
dolu bir ümmettir. Mabudu bir, Peygamberi birdir. Arabm veya
Acemin de bir hayır varsa diğerlerine de ulaşacaktır. Din bir
olduktan sonra ırkların farklı oluşunda ne mahzur var ki.
Hadislerde Ehl-i Beyt
59
Ek Bilgi
Hz. Peygamberin ( scJULhu tfleLjhı vese Hem) “İlim yıldızlarda
olsa bile Farslılardan birileri onu alırdı ” 1 hadisini,
bazıları İmam-ı Azam'a hamletmişlerdir.
Munâvî der ki: Bu hadiste, onların fazileti ve
çalışkanlıklarına vurgu sözkonusudur.
Mu'cemu'l-Buldan'da şöyle geçer: Doğu dediğinizde, herkes
Fars (İran) der. Hadiste Horasan halkını kastetmiştir. Çünkü
sözünün doğruluğunu İranlılarda ararsanız, öncesinde de
sonrasında da bulamazsınız. Bu özelliği bizzat Horasan halkında
bulabilirsiniz. Çünkü onlar, isteyerek İslam’a girdiler. İçlerinde
âlimler, seçkinler, muhaddisler ve çok ibadet edenler vardır.
Bölgelerin muhaddislerini araraştırırsanız, yarısının Horasanlı
olduğunu görürsünüz. Râvilerin çoğu onlardandır. İranlılar ise
nankördürler. Sönüp yok oldular, onlardan şerefle anılacak hiç
kimse kalmadı.
Yine Hz. Peygamber’in scJLILhu öiletjlnı vesellem) “İman
yıldızlarda olsaydı ” 2 başka bir rivayette “Yıldızlarda
asılı olsaydı, Farslılar onu alırdı ” 3 hadisine gelince; bu
hadis, Selmân el-Farisî için söylenmiştir. Bunu, Futûhat ' ta
Değerli Hocam Şeyh-i Ekber (İbnu'l-Arabî) ve birçok âlim de
ifade etmiştir.
FASIL
Bu bölüm; Hz. Peygamber’in ( scJLILhu öJeLjhı vesellem) “Ehl-i
Beyt J im, ümmetimin güvencesidir ” 4 hadisiyle ilgilidir.
1 Ahmed b. Hanbel (2/296)
2 Buhârî (4/1858) ve Müslim (4/1872)
3 el-Hâkim,Müstedrefc(4/437)veîbnHibbân, Sahih (16/ 298)
4 el- Hakim et-Tirmizî, Nevâdir(3/6l) ve Taberânî.M. el-Kebîr( 7/ 22)
60
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
Hakim et-Tirmizî bu hadisin şerhinde diyor ki: Hz.
Peygamber’in ( salUlcahu oleıjhı vese Hem) Ehl-i Beyt’i vefatından sonra,
arkasından onun yolunu takip edenlerdir. Bunlar da sıddıklar ve
evliyalardır. Hz. Ali (kerremallahu vechehu) onlar hakkında şöyle
nakle tmiştir: Resûlullah'ı s <3 II < 2 II hu <5ilei}hı vesellem ) şöyle derken
işittim: "Evliyalar Şam'da bulunurlar. Onlar kırk
kişidirler. Onlardan birisi öldüğünde, Allah onun
yerine birini ibdâl eder (değiştirir). Onların yüzü
suyu hürmetine yağmur yağdırılır ve düşmanlara
muzaffer olunur. Onların hatırına yeryüzü halkından
belalar defedilir .” 1
İşte bunlar, Resûlullah'm salLILhu oleıjhı vese Hem) Ehl-i Beyt’i ve
bu ümmetin güvencesidirler. Ölürlerse yeryüzü bozulur ve
dünya rayından çıkar. Bu hadisin, Ehl-i Beyt soyuna
hamledilmesi birkaç açıdan uygun değildir;
Birincisi: Hadiste "Eğer Ehl-i Beyt 1 im yok olursa,
ümmetimin başına vadedilen (kıyamet) gelir ” 2 rivayet
ediliyor.
Ehl-i Beyt’in yok olup onlardan hiç kimsenin kalmaması
nasıl tasavvur edilir? Onlar sayılamayacak kadar çokturlar.
Allah'ın bereketi daima onların üzerlerindedir. Rahmeti de
onları gölgelemektedir. Üstelik Peygamberimiz (saLLIu c-L
vesellem ) "Benim soyum ve bağım dışındaki her soy ve bağ
kesilecektir ” 3 buyurmuştur.
İkincisi: Hz. Peygamber’in ( stfllollohu öileijhı vesellem ) Ehl-i Beyt’i,
soyu olan Hâşim oğulları ve Abdulmuttalib oğullarıdır. Bunlar,
bu ümmetin güvencesi olamazlar ki yok olduklarında dünya yok
olsun.
1 Ahmed b. Hanbel ( 1 / 1 1 2) ve el-Hakîm et-Tirmizî, Nevâdir (3/ 66)
2 el-Hâkim, Müstedrek (3/517), el-Hakîm et-Tirmizî, Nevâdir (3/ 66)
3 Kaynağı daha önce belirtilmiştir.
Hadislerde Ehl-i Beyt
61
ÜçÜncÜSÜ: Başkalarında olabildiği gibi, onlarda da
bozgunculuk bulunabilir. İçlerinde samimi olanlar olduğu gibi,
kötülük yapanlar da olabilir. Neye dayanarak yeryüzü halkına
güvence olacaklar. Burada kasdedilenlerin, dünyayı ayakta tutan
yol göstericiler ve her zaman doğru yola yönlendirenler olduğu
anlaşılmaktadır. Onlar yok olduklarında yeryüzünde düzen
kalmaz ve belalar her yeri kaplar.
Eğer, “Resûlullah'a salLILhu tfleLjhı vesellem) hürmeten ve onun
yakınları olmaları sebebiyle yeryüzündeki insanlar güvence
olmuşlardır” diyen olursa; denilir ki: Resûlullah'a |JULiU a le 4 k
vesellem ) hürmet, önemli ve değerlidir. Yeryüzünde onun
zürriyetine saygı göstermekten daha değerli bir şey vardır; o da
Allah'ın Kitab’ıdır. Hadiste ondan bahsedildiğini görmüyoruz.
Sonra hürmet takva ehline yapılır. Çünkü Resûlullah'a ($$LLU
<aleqhı vesellem ) saygının önemi, nübüvvetten ve Allah'ın ona verdiği
değerden kaynaklanmaktadır.
Bunun delili de Ebû Hureyre'nin rivayet ettiği şu hadistir:
Ebû Hureyre şöyle diyor:
Resûlullah scalIcJlahu oleıjhı vesellem ), Hz. Fâtıma'nm yanma girdi,
yanında Hz. Peygamber’in scallcalltfhu cıleıjhı vese Hem) halası Safiyye
vardı. Şöyle buyurdu: "Ey Abdi Menâf Oğulları, Ey
Abdulmuttalib Oğulları, Ey Muhammed'in kızı Fâtıma, Ey
Resûlullah ' ın ( s<a II callca hu aleyhi vesellem) halası Safiye!
Nefislerinizi Allah'a satınız. Allah katında sizin
için hiçbir şey yapamam. Malımdan istediğiniz kadar
taleb edin (vereyim). Ve (şunu) bilin ki. Kıyamet
gününde bana en yakın olacak olanlar muttaki
olanlardır. Siz (bana olan) akrabalığınıza göre
davranın. Oraya, insanlar amelleriyle gelirler. Siz
dünyayı boynunuzda taşıyarak gelirsiniz. «Ey
Muhammedi» dersiniz. Ben de; «Bu halde (dünyayı
taşıyarak mı?)» derim. Sonra «Ey Muhammedi» dersiniz.
Ben de; «Bu halde (mi)» der ve yüzümü başka yöne
çeviririm. «Ey Muhammedi Ben, falan oğlu falanım»
62
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
dersiniz. (O zaman) ben de şöyle derim: «Soyu(nu)
biliyorum, ama amel(ini) bilemem. Kitabı (Kur' ân' ı)
terk ettiniz. Aramızda olan akrabalığa geri dönün»." 1
Gizli olarak değil de açıkça şöyle dediği rivayet edilir:
"Dikkat ediniz! Benim dostlarım, f alanın babası (falan
oğulları) değildir. İçinizden bana yakın olanlar,
nerede ve kim olursa olsun, muttaki olanlardır." 2
Diyorum ki: Sünen (hadis kitapları) sahipleri, birçok
sahabiden, Hz. Peygamber’in sallöJlcahu caleıjln vese Hem) şöyle
buyurduğunu rivayet etmişlerdir: "Ehl-i Beyt J im sizin
için, Nûh'un gemisi gibidir. Kim ona binerse kurtulur.
Ona binmekten geri duran ise helâk olur." 3
Başka bir rivayette: "Ve boğulur . " 4
Bir diğer rivayette: "Ateşe atılır."
Ebû Zer diyor ki: Resûlullah'ı sca II calici hu oleıjhı vese Hem) şöyle
buyururken işittim: "Ehl-i Beyt* imi, vücûdda baş gibi,
başta da göz gibi kabul edin." 5 Gözler olmazsa baş
gideceği yolu bulamaz.
Buhârî ve Müslim'in şartlarını taşıyan sahih bir ravi zinciri
ile Hâkim şu hadisi rivayet ediyor: "Yıldızlar yeryüzündeki
insanlar için (denizde kaybolup) boğulmaya karşı bir
güvencedir. Ehl-i BeytMm de ümmetim için ihtilafa
düşmeye karşı bir güvencedir. Araplardan herhangi bir
kabile onlara muhalefet ederse, ihtilafa düşüp
İblis' in fırkası olurlar." 6
1 ebHâkim et-Tirmizî, Nevâdir (3/67)
2 Taberânî,M el-Kebir( 20/ 120) ve İbnEbîÂsim, Sünne ( 1/93)
3 Taberinî, M. el-Evsat (4/ 10)
4 ebHâkim, Müstedrek (2/ 373)
5 Taberânî, M e/-Kebîr (3/ 46)
6 ebHâkim, Müstedrek (3/ 162)
Hadislerde Ehl-i Beyt
63
Yine Sünen sahiplerinden bir grup, Hz. Peygamber’in (s»LLU
tfleıjl'iı vesellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Yıldızlar,
gökyüzündekilerin güvencesidir, Ehl-i Beyt J im de
yeryüzündekilerin güvencesidir ." 1
Başka bir rivayette "Ehl-i Beyt 1 im yeryüzündekilerin
güvencesidir, Ehl-i Beyt 1 im yok olursa,
yeryüzündekilerin başına vâdedilen belalar gelir ." 2
Ahmed (b. Hanbel)’in rivayetine göre "Yıldızlar
kaybolursa, gökyüzündekiler yok olur. Ehl-i Beyt J im
yok olursa, yeryüzündekiler yok olur ." 3
Her halükârda bu hadislerden çıkan şudur: Ehl-i Beyt’in
yeryüzünde varlığı, geniş mânâda burada yaşayan herkes için
güvencedir. Özel mânâda, Resûlullah'm sallmllaliu aleqfı vesellem)
ümmeti için azaba karşı güvencedir. Burada söz edilen Ehl-i
Beyt’ten maksad sadece salih olanlar değildir. Nebevi zürriyetin
bu şerefli özelliği, Ehl-i Beyt’e atfedilen hoşa gitsin gitmesin,
bütün sıfatların göz önünde bulundurulmasını engeller.
Allâme es-Sabbân, Is'âfu'r-Râğibîn isimli eserinde şöyle der:
Bu mânâya Yüce Allah’ın “Hâlbuki sen onların içinde iken
Allah, onlara azap edecek değildir. Üstelik onlar mağfiret
dilerlerken de Allah onlara azap edici değildir" (Enfâl Sur. 33)
âyeti bu mânâya işaret etmektedir.
Güvence bakımından Ehl-i Beyt, Hz. Peygamber’in (sal ULU
dleijl'iı vesellem) yerine ikame edilmiştir. Çünkü bazı rivayetlerde
nakledildiği gibi, onlar O’ndandır, O da onlardandır.
Sıfatlardan da açıkça görüyorsunuz ki; kasdedilen, sırf Temiz
Nesil (Ehl-i Beyt)dir.
Bunu Peygamberimiz scalItflUhu <5ileL}İ3i vesellem ) şu hadisiyle
açıklamıştır: "İnsanların içinde ilk (helak) yok olacak
1 Kaynağı daha önce belirtildi.
2 Münavî, Feyzu’l-Kadîrde benzerini nakleder. (6/297)
3 Deylemî, Firdevs (4/ 311)
64
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
olan (kabile) Kureyş'tir. Kureyş'in içinde ilk yok
olacak olan (aile) Ehl-i Beyt* imdir .’ n
Başka bir rivayette; “helâk olacak” yerine, “fâni olacak”, “Ehl-
i Beyt’im” yerine de “Hâşim oğulları” olarak geçmektedir.
Aralarında Munâvî ve başkaları olan hadis şârihleri
(şerhedenler) derler ki: Helâk olmaları kıyametin alametlerinin
ve kıyametin yaklaşmasının göstergesidir. Kıyamet koptuğunda
dünyada sadece kötü insanlar bulunacağından, Ehl-i Beyt ise
iyilerdendir. Bu hadis bunu açıklamaktadır. Bu da varid olan
rivayetlerle ilgili en güzel açıklamadır. Bununla birlikte bu
hadis, Hakîm'in iddia ettiği “Ehl-i Beyt, evliya ve sıddîklardır”
görüşünü çürütmektedir.
Birinci şüpheyle ilgili cevapla başlayalım. O da Hakîm'in;
“Ehl-i Beyt’in yok olup onlardan hiç kimsenin kalmaması nasıl
tasavvur edilir? Onlar sayılamayacak kadar çokturlar. Allah’ın
bereketi daima onların üzerlerindedir. Rahmeti de onları
gölgelemektedir” sözüdür. Bu neden tasavvur edilmesin, buna
bir mani mi var? Özellikle son hadis bunu açıkça ifade etmiştir.
Hz. Peygamber’in ( scalLILhu eJeıjhı vesellem) şu sözü: "İnsanların
içinde ilk yok olacak olan (kabile) Kureyş'tir.
Kureyş'in içinde ilk yok olacak olan (aile) Ehl-i
Beyt J imdir."
Bu da Allah'ın onlara olan rahmetinin bir parçasıdır.
Söylediğimiz gibi, Kıyamet koptuğunda dünyada sadece kötü
insanlar bulunacaktır, Ehl-i Beyt ise iyilerdendir. Bu yüzden
diğer insanlardan önce yok olacaklardır. Onları Kureyş takip
edecek. Çünkü fazilet, konum ve Resûlullah'a ÇJ a LL ale^ty
vesellem ) yakınlığı sebebiyle onların ardından Kureyş gelir. Bu,
Allah'ın onlara merhameti ve değer vermesinden başka bir şey
değildir.
1 Ahmed benzerini nakleder. (6/74)
Hadislerde Ehl-i Beyt
65
Resûlullah ( sdl l<3 1 lalı u <5ileL)kı vese Hem) şöyle buyurmuştu: "Benim
soyum ve bağım dışındaki her soy ve bağ kesilecektir " 1
Buradaki kesilme (inkıta) neslin kaybolup gitmesi, erimesi
değildir. Sahih rivayetlerin de açıkladığı gibi bu yok olma
kıyametin kopmasına mahsustur.
Burada inkıtanın mânâsı, akrabalıktan faydalanmaktır. Bu
tıpkı Yüce Allah'ın buyurduğu gibidir: “ Sûra üflendiği zaman
artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır; birbirlerini de
arayıp sormazlar." (Mü'minun Sur. ıoi)
Resûlullah ( seJlalItahu c3İeL)kı vesellem ) (bu hadiste) bağını istisna etti,
bağ evlenmeyle olur; nesebini istisna etti, neseb çocukla olur.
Çünkü bu ikisiyle faydalanma devamlıdır. Ne dünyada, ne de
âhirette kesilir. Bu da sahih olarak nakledilen minberde
söylediği şu hadisi teyid ediyor: "Bazılarına ne oluyor da;
Resûlullah' a ( salItflLhu «5i leLflni vesellem) yakınlık Kıyamet gününde
fayda etmez, diyorlar. Bilakis bana olan akrabalık,
dünyada ve âhirette kesintisizdir ." 2
İkinci şüpheye cevap: Hakim; “Hz. Peygamberin UıLLL <ale 4 k
vesellem ) Ehl-i Beyt’i, soyu olan Haşim oğulları ve Abdulmuttalib
oğullarıdır. Bunlar, bu ümmetin güvencesi olamazlar ki yok
olduklarında dünya yok olsun” demişti. Onların varlığının
mânâsı, sadece bu ümmetin değil, bütün insanların güvencesidir.
Onların varlığı, Kıyamet saatinin henüz gelmediğinin
göstergesidir. Yok oldukları anda vâdedilen (Kıyamet vakti)
gelmiş demektir. Onlar yaşadıkça bunun güvencesidirler.
Üçüncü şüpheye cevap: Hakim; “Başkalarında olabildiği gibi,
onlarda da bozgunculuk bulunabilir. İçlerinde samimi olanlar
olduğu gibi, kötülük yapanlar da olabilir. Neye dayanarak
yeryüzü halkına güvence oluyorlar?” demişti. Onlar yaptıkları
1 Kaynağı daha önce belirtildi.
2 Ahmed b. Hanbel (3/ 39) ve el- Hâkim, Miıstedrek (4/84).
66
Ebedi Soylular: Ehl-i Beyt
amellerle, gösterdikleri iyiliklerle yeryüzündekilere güvence
olmadılar. Aksine herkesçe bilinen, Peygambere olan
yakınlıklarıyla güvence olmuşlardır. Allah onlara bu meziyeti
ezelde vermiştir. Hz. Peygamber’in JULInu öileLjkı vese Hem) hatırı
için, başkalarına nasib olmayan üstünlükler vermiştir. Bu
meziyetlerden birisi de Allah'ın rahmetinden kaynaklanan,
nübüvvetin, risalet kaynağının, vahyin muhatabının Ehl-i Beyt’i
olma yüceliğidir. Başka bir şeyle kıyas edilemez. İnsanlardan hiç
kimse onlara bu konuda ortak olamaz. Bu iki cevap, birinci
şüphenin cevabından çıkmaktadır. Onu anlarsanız bu ikisini
anlarsınız.
Hakîm'in “Yeryüzünde onun zürriyetine saygı göstermekten
daha değerli bir şey vardır; o da Allah'ın Kitab’ıdır. Hadiste
ondan bahsedildiğini görmüyoruz” sözü, yersiz bir itirazdır. Hz.
Peygamber’in ( s <3 II < 3 II <3 hu aleıjhı vesellem ), Ehl-i Beyt saygısından
bahsederken, onlara saygıdan daha önemli de olsa, hadiste
Kur an'a saygıdan bahsetmesi şart değildir. Sekaleyn hadisinde
zaten ikisini bir arada zikretmişti. Her hadiste tekrar etmesine
gerek yoktur. Ayrıca hiç kimse, onlara saygı göstermenin,
Kur'ân-ı Kerim'e saygı göstermekten daha önemli veya eşit
olduğunu iddia etmiyor ki buna itiraz edilsin. Bu özellikleriyle
Kurandan üstün değillerdir. Kuran-ı Kerim de Kıyamet
kopmadan önce dünyadan kaldırılacaktır.
İbn Mes'ûd şöyle derdi: “Kuranı kaldırılmadan önce
okuyunuz. O dünyadan ref edilemeden Kıyamet
kopmayacaktır.” Dediler ki: “Ey Ebu Abdirrahmân! Biz onu
kalbimizde ve sahifelerde muhafaza ediyoruz, nasıl
kaldırılacak?” Dedi ki: “Gizlice (dünyadan) çekilir (alınır,
insanlar onu) hatırlamaz ve dolayısıyla okuyamaz .” 1
1 İbnu'l-Mübârek, Züiıd ( 1/277)
Hadislerde Ehl-i Beyt
67
İbn Mes'ûd'un bunu, kendi yorumu olarak söylemediğini
biliyoruz. Çünkü bu yorum yapılacak bir hadis değildir. Bu
Kur an-ı Kerim'dir, içlerinde olduğu müddetçe yeryüzündekiler
için, azaba ve dünyanın yok oluşuna karşı bir güvencedir.
Zürriyet-i Tâhire bundan üstün olarak nitelenemez.
Hakîm'in şu sözü kaldı: “Sonra hürmet takva ehline yapılır. Bunun
delili de Ebû Hureyre'nin rivayet ettiği şu hadistir: Resûlullah <|»
Jfefıt vesellem) Fâtıma'nm yanma girdi, yanında Hz. Peygamber’in
<sJeqln vesellem ) halası Safiyye vardı. Şöyle buyurdu: "Ey Abdi Menâf
Oğulları, Ey Abdulmuttalib Oğulları...” hadis devam ediyor . 1
Muhibbu't-Taberî, buna güzel bir cevap vermiştir. Munâvî
bunu el-Kebîr' de ve Sabbân Is' afta şöyle naklederler:
Resûlullah'm ( söJIdJltfhu tfleLjhı vesellem) (Kıyamet gününde) hiç
kimseye faydası ve zararı dokunamaz. Fakat Allah, şefaat etme
fırsatını vererek, hem akrabalarına, hem de özel ve genel olarak
bütün ümmetine faydalı olma imkânını vermiştir. Ancak
Allah'ın kendisine verdiği imkân nisbetinde hareket edebilir.
Buhârî'nin naklettiği şu hadisinde işaret ettiği gibi: "Senin için
sadece akrabalık bağım vardır, onun gereklerini
yapacağım .” 2 Yani akrabalık bağının gereğini yapacağım. Bu da
"Allah'ın huzurunda sizin için bir şey yapamam ” 3
sözüyle aynı anlama gelmektedir. Yani tek başıma, Allah bana
şefaat etme ve mağfiret dileme hakkı vermezse... Onlara bu
şekilde hitab etmesinin sebebi; korkutma ve davranmaya teşvik
içindir. Allah'a karşı muttaki olma ve O'ndan çekinme
konusunda, insanların önderi olma fırsatını onlara hatırlatmak
içindir.
1 Daha önce geçti.
2 EbûAvâne,Müs»eJ (1/ 91)
3 Buhârî (3/1012) ve Müslim (1/192)
68
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
Sabbân diyor ki: Diyorlar ki: Bu sözü, kendisine akraba
olmanın üstünlüğünü öğrenmeden önce söylemiştir. Çünkü
Arap dili, Hakîm'in hadisi bu şekilde açıklamasına izin vermez.
“Ehl-i Beyt” sözünden kim evliya (velîler) anlamını çıkarabilir?
Hayır, Vallahi hiç kimse Hz. Peygamber’in sallallahu aleıjhı vesellem)
akrabalarından başka bir şeyi anlamaz. Ayrıca Resûlullah
(sal la II ca hu aleyhi vese Hem) kendi dili olan Arapça’yı kendisi ifade
etmişti.
Velilerin (Allah hepsinden razı olsun, onların dualarından
bizi de nasiblendirsin) fazileti, üstünlükleri ve Allah'a ve
Peygamber’e sallallahu aleyhi vesellem) olan yakınlıkları hiçbir
müminin şüphe etmediği bir konudur. Fakat bizzat kendileri,
Allah'ın Ehl-i Beyt’e giydirdiği değerli bir hırkayı, onlardan
çıkarıp giymeye razı olmazlar. Onları bu düşünceden tenzih
ederiz.
Ben de inanıyorum ki: Hakim et-Tirmizî, büyük evliyalardan
idi. Bu düşünceleri sanırım iki şekilde yorumlanır:
Birincisi ve akla en uygun olanı: Bu fikirler, onu veya Ehl-i
Beyt’i sevmeyen birisi tarafından kitabına sıkıştırılmış olabilir,
birçok âlim ve evliyanın başına geldiği gibi.
Bunlardan bazıları; Değerli Şeyhim Muhyiddîn İbnu'l-Arabî,
arif, muhakkik, hocam Abdulvahhâb eş-Şa'rânî ve diğerleridir.
İkincisi: Ehl-i Beyt’i sevme konusunda ifrât eden (aşırıya
giden) ve büyük sahabilerin halifeliğini reddederek dalâlete
düşen, Şia taraftarlarının içinde yaşamış olması.
Özellikle Ebû Bekr ve Ömer gibi. Bu durumda, ifadelerinden
anlaşıldığı gibi, onlara cevap vermiş ve karşı çıkmıştır. Bu
durumu onu Ehl-i Beyt’le ilgili böyle düşünmeye sevketmiştir.
Böylece sözlerinin sivriliğiyle onları güzel sıfatlarını yaralamış
ve onların konumlarını zayi etmiştir. Aynı durumda olanların
yaptığı gibi kendisi de Ehl-i Beyt’in önemli özelliklerine itiraz
etmiştir.
Hadislerde Ehl-i Beyt
69
Söylediklerimde isabet etmeyi Allah'tan diliyorum.
Kaleminin yazdıklarından beni pişman etmesin. Niyet iyidir.
Allah söylediğim her şeye şahiddir.
İKİNCİ BÖLÜM
Bu bölüm, Ehl-i Beyt'in şerefi ve Allah'ın
başkalarına vermeyip özel olarak onlara verdiği
meziyetleriyle ilgilidir.
Şunu biliniz ki, bu kitabın başından sonuna kadar
anlatılanlar, onların itiraz kabul etmeyen ve savunma
gerektirmeyen özelliklerindendir. Fakat bu özelliklerin bazıları
onlara nisbet edilmiş olabilir. Yani onlarda olmadığı halde,
onların özelliğiymiş gibi gösterilmiş olabilir, Cennette yerlerinin
hazır olması ve Cehennemin onlara haram olması gibi. Bu
anlayış, Cennetle müjdelenen on sahabi ve başka sahebilerde
mevcuttur. Yine onları sevmeyene lanet edilmesi, bazı hadislere
göre de kâfir ve münafık sayılması gibi. Sahebilerle ilgili de buna
benzer rivayetler vardır. Bu bölümde, onların dışında
başkalarında kesinlik olarak bulunmayan özelliklerden
bahsedeceğiz.
Onların özelliklerinden birisi: Zekât almalarının
haram kılınmasıdır.
İmam Nevevî, Müslim'in şerhinde şöyle diyor: Zekât,
Peygamber scalLILhu oleLjhı vesellem) ve onun ev halkına
yasaklanmıştır. Bunlar da; Hâşim oğulları ve Muttalib
oğullarıdır. Şâfii ve talebelerinin görüşleri böyledir. Bazı Mâliki
âlimler de bu görüştedir.
İmam Ebû Hanife ve İmam Mâlik’e göre ise onlar, özel olarak
Hâşim oğullarıdır.
Kâdı (Beydâvî) ve (Kâdı) İyâd’a göre onlar, Kureyş'in
tümüdür. Bazı âlimler de bu görüştedir.
Mâliki Asbağ (b. Ferec), “Onlar, Kusay oğullarıdır” diyor.
71
Ehl-i Beyt'e Has Özellikler
İmam Şâfiî'nin delili; Resûlullah'm ( s < 3 II <3 II <3 hu tfleijhı vesellem) şu
sözüdür: "Benû Hâşim ve Benû J 1-Muttalib aynı şeydir.” 1
Nitekim Peygamberimiz stflUlUhu öleifhı vesellem), ganimet
sehimlerini onların arasında taksim etmiştir.
Sadakaya gelince Şâfiî'nin bununla ilgili üç görüşü vardır.
(Birincisi) ve en sahih olanı, sadakanın Resûlullah'a (<& IU-u
öileijhı vesellem ) haram, akrabalarına helal olmasıdır.
İkincisi: Hem Resûlullah'a solLILhıu tfleijhı vesellem), hem de onlara
haram olmasıdır.
Üçüncüsü: Hem O'na, hem onlara helal olmasıdır.
Hâşim oğullarının ve Muttalib oğullarının kölelerine de zekât
haram mıdır? Dostlarımızın bununla ilgili iki görüşü vardır:
Doğru olan; haram olmasıdır. İkincisi ise; helal olmasıdır.
Haram olduğunu söyleyenler; Ebû Hanîfe, diğer Küfe âlimleri
ve bazı Mâliki âlimler.
Helal olduğunu söyleyen; İmam Mâlik’tir.
Mâliki olan İbn Battâl, ihtilafın Hâşim oğullarının köleleriyle
ilgili olduğunu, başkalarının köleleri için, icma ile helal kabul
edildiğini iddia etmiştir. Aslında söylediği gibi değildir. Aksine
dostlarımıza göre doğru olan, hem Hâşim oğulları, hem de
Muttalib oğullarının köleleri için de haramdır. Aralarında fark
yoktur. Allah en doğrusunu bilir.
Is'âf ta Sabbân'm ibaresi ise şöyledir: İmam Mâlik ve Ebû
Hanîfe, yasaklamayı Hâşim oğullarına hasretmiştir.
Şâfii ve Ahmed (b. Hanbel), “Haramlığı Hâşim oğulları ve
Muttalib oğulları için geçerlidir” demişlerdir.
Ebû Hanîfe'nin “Hâşim oğullarına kesinlikle caizdir” dediği
nakledilir.
1 Buhârî (3/1290) veEbûDâvûd (3/145)
72
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
İmam Ebû Yûsuf diyor ki: Birbirlerine vermeleri helaldir.
Hanefilerin çoğu, Şâfiiler ve Hanbelîler, sadaka almalarını caiz
görürler.
İmam Mâlik'ten, zekâtın helal, sadakanın haram olduğunu
söylediği de nakledilir. Çünkü bundaki zül daha fazladır.
Sabbân'm görüşleri böyle.
Keşfu'1-Ğumme'â.e İbn Abbâs'ın şöyle dediği naklediliyor:
Resûlullah scallal lahu aleyhi vesellem) sadaka ile ilgili genellikle şöyle
derdi: "Sadaka, insanların kirleridir, (bu yüzden) ne
Muhammed'e, ne de Muhammed'in yakınlarına helal
olmaz Z' 1
Enes bildiriyor: Bir gün Hz. Ali'nin oğlu Hz. Haşan, sadaka
(zekat olarak toplanan) hurmalardan bir tane alıp ağzına koydu,
Resûlullah ( scJLILhu caleıjln vesellem) "Tükür tükür, at onu, sadaka
(zekat) yemediğimizi bilmiyor musun" 2 dedi.
Resûlullah f sdlltflltfhu öileijkı vese Hem), Hâşim ve Muttalib oğullarına
şöyle derdi: "Size yetecek veya ihtiyacınızı
karşılayacak, beşte bir hissenin beşte biri
sizindir ." 3
Yine Enes'ten şöyle rivayet ediliyor: Resûlullah (sal ULU dej
vesellem ) akrabalarının hissesini; Benû Nevfel ve Benû Abdi Şems
haricinde, Benû Hâşim ve Benû Muttalib'e ayırır ve şöyle
buyururdu: “Benû Hâşim ve Benû Muttalib aynı şeydir." 4
İbn Abbâs der ki: Resûlullah 'm | salleJleıhu cJeı^hı vesellem) kölesi Ebû
Râfi' gelip şöyle dedi: “Ey Allah'ın Resûlü! Zekât toplamak için
görevlendirdiğin falan kişi, ona yardım etmemi ve bunun
sonunda topladıklarından bana vereceğini söyledi.” Resûlullah
1 Müslim (2/754)
2 Buhârî (3/ 1 1 1 8) ve Müslim (2/75 1 )
3 T aberânî, M. el-Kebîr (11/217)
4 Kaynağı daha önce belirtildi.
Ehl-i Beyt'e Has Özellikler
73
(salL/lcılıu çileyi vese Hem) şöyle buyurdu: "Sadaka bize helal
değildir. Bir kavmin kölesi o kavimdendir -” 1
Münâvî; “Sadaka insanların kirleridir” sözüyle ilgili
olarak der ki: Onların pislikleri ve kirleridir, çünkü onların
pisliklerini temizler, mallarının ve nefislerinin kirini tezkiye
eder.
"Onların mallarından sadaka al; bununla onları
(günahlardan) temizlersin." (Tevbe Sur. 103) Bu, aynı kirleri
yıkamak gibidir. Sadaka onlara, iş veya başka bir şey karşılığında
da olsa haramdır. Hatta birbirlerine vermeleri de haramdır.
Bunun tersini iddia eden yanılır. Hz. Peygamber’in (sJJaU deyi-, i
vesellem ) yakınlarından birisi, Hz. Ömer’e veya başkalarına
sadakayla ilgili sorular sordu. Dedi ki: “İri cüsseli bir adam, sıcak
bir günde bir yerini yıkarsa (onun yıkandığı artık suyu) içer
misin?” Soruyu soran kızdı ve dedi ki: “Bana böyle mi diyorsun?”
Hz. Ömer: “O da, insanların yıkadıkları kiridir” karşılığını verdi.
Değerli hocam büyük veli, Abdulvahhâb eş-Şa'rânî, Bahru'l-
Mevrûd isimli eserinde nakleder: Fadl b. Abbâs,
Peygamberimiz' den ( scılUlethu aleıjhı vese llem) sadaka toplama görevini
kendisine vermesini istediğinde Resûlullah salklldlıu caleyhı vesellem)
şöyle buyurdu: "Seni, insanların kirlerini toplamakla
görevlendirmekten Allah'a sığınırım .” 2
Dil âlimlerinden birisi şöyle demiştir: Kir, insan pisliğini
kapsar, başkasını değil. Fakat Resûlullah SöJlöJlcahu «aleyhi vesellem), pis
şeyleri mümkün oldukça kinayeli kullanırdı.
Sevgili kardeşlerim! Biliniz ki; kirin pis olma durumu, sadaka
verenin kazancına göre artar ve eksilir. İşlerinde riyakârlık
yapan, insanları kandıran, tüccarlardan haraç ve rüşvet alanın
hükmü, bozguncu hükmünde olur. İşlerini iyi yapsa da, bu
1 Tirmizî (3/46) ve Ahmedb. Hanbel (6/ 10)
2 eFHâkim, Müstedrek (3/ 375) ve Bezzâr, Müstıed (3/ 109)
74
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
kötülükleri ve kötü işleri yapanlara satış yapanın hükmü ise, kan
ve idrar gibidir. Buna göre mukayese edin. En düşük mertebesi
tükürüktür.
Tîbî diyor ki: “(Peygamberimiz ( s (5i I \o I Ic^hu aleijl'iı vese Hem), sadakayı)
ümmetinin bir bölümüne (fakirlere) nasıl mubah kıldı?”
denilemez.
Kişinin kâmil iman sahibi olması; kendisi için istediğini,
kardeşi için istemesidir. Çünkü bize onu azimet değil,
zorunluluktan mubah kılmıştır. Dilenmeyi yasaklayan nice
hadisler vardır. Şahsiyet sahibine düşen onu leş gibi görmesidir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Her kim bunlardan yemeye
mecbur kalırsa , başkasının hakkına saldırmadan ve haddi
aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur." (Bakara Sur. 173)
Tîbî'nin “Dilenmeyi yasaklayan nice hadisler vardır” sözüyle
ilgili (şu hadisi aktaralım): Hakim b. Hizâm, Peygamberimizden
(sallalleıfıu öi I e 4 fı ı vese Hem) Huneyn ganimetlerinden vermesini istedi.
Ona yüz deve verdi. Sonra bir daha istedi, yüz (daha) verdi.
Sonra tekrar istedi. Yüz (tane daha) verdi ve ona buyurdu ki: “Ey
Hakim! Bu mal yeşil (göz alıcı) ve tatlıdır. Kim onu
gönül zenginliğiyle alırsa, onun için bereketli olur.
Kendini yüceltmek için alana (yaramaz) bereketsiz
olur. Yiyip doymayan gibi olur. Yüksek (veren) el,
alçak (alan) elden hayırlıdır.”
Hakim ilk yüz deveyi aldı. Gerisini bıraktı ve şöyle dedi: “Ya
Resûlallah! Seni hak olarak gönderene yemin ederim ki,
dünyadan çekip gidene kadar artık senden sonra hiç kimseden
bir şey istemem.” Öyle de yaptı. Ebû Bekr ve Ömer ona (bir şey
vermeyi) teklif ederlerdi. Kabul etmezdi . 1
İrfan sahibi Şa'rânî diyor ki: Bir keresinde, adamın birisi,
hasırcı olan efendime bir miktar parayla geldi. Yaşlı adam zar
zor görüyordu. Ona dedi ki: “Efendim! Bu dirhemleri al, evin
1 Buhârî (2/ 535) ve Müslim (2/717)
Ehl-i Beyt'e Has Özellikler
75
nafakasına destek olur. Hasır örmeyi de bırak, rahat edersin.”
Reddetti ve dedi ki; “Vallahi, gördüğün gibi bu toz içinde hasır
örüyorum, kendi kazandığım parayı yemek bile beni rahatsız
ediyor. Bu durumda senin kazandığın parayı nasıl yiyeceğim?”
Adam dedi ki: “Efendim! Senin gibi insanlar, yaptığı işte
başkalarını aldatmaz, nasıl oluyor da kazancını gönül
rahatlığıyla yiyemiyorsun?” Şu karşılığı verdi: “Doğru, Yüce
Allah bana aldatmayı nasip etmesin, fakat kimlere satış
yapıyorum? Bütün fıkıh âlimleri, tüccarlar, zeytinyağcılar ve
diğerleri, kendilerine haraç yiyen biri ya da kadı gelip bir şey
satın almak isterse, onu kesinlikle geri çevirmez. Aksine verdiği
paraya çok sevinir. Zalimlerin ve haraç yiyenlerin parasını
aldığımızda, kullandığımız para aynı olduğundan, biz de aynı
durumda oluruz.” Adam; “Efendim! Bu hiç aklıma gelmemişti”
dedi ve uzaklaşıp gitti. Giderken de şöyle diyordu: “Allah Allah!
Bu evliyaullah ne kadar entresan kimseler.”
Şeyhin bu bakış açısı, başkasının sadaka almasına mani
değildir. Daha önce de geçtiği gibi, (zekât olmayıp) sadaka
almadığından Ehl-i Beyt’e bile mubahtır. Haram maldan
olduğundan emin olundukça tabi. Mubah olmasına rağmen,
zorunlu olmadıkça almaktan kaçınılması gerekir.
Hz. Peygamberin ( söiI l<3 1 lalı u «aletjlnı vesellem) "Üstteki elj
alttaki elden üstündür” sözüne dikkat edelim. Bunu
biliyorsunuz.
Eğer aklınıza şu gelirse: “Zekâtın Hz. Peygamber’in u-JJalıu
«sJeıjhı vesellem ) akrabalarına haram olduğu anlaşılmıştır. Sadaka
onlara, sahih olan görüşe göre mubah olsa da, üstün kişilikleri
onu kabul etmeyebilir. Ancak imanı güçlü, basireti yüksek ve
onların üstünlüklerini kabul ettiği sabit olmuş kişilerin
sadakasını alabilirler. Böyle kişiler ise azdır. Bu durumda
onlardan fakir olanlar nasıl geçinecektir?” (Buna cevap olarak)
deriz ki: Onlara seslenen Hz. Peygamber’in ( stflltflltfhu aleyhi vesellem)
76
Ebedi Soylular: Ehl-i Beyt
"Size yetecek kadar olan, beşte birin beşte biri
vardır” sözünü işitmediniz mi?
Müslümanların beytülmalında hakları olan miktar, beşte
birin beşte biri, onlara yeter. Allah onu her zaman mamur
eylesin. Amaç mallarının çoğalması değildir. Onlarla bunun
arasında büyük bir engel mevcuttur. O da Hz. Peygamber’in
(sallalloiıM öJeqlıı veçel em) "Allahım! Âl-i Muhammed'in rızkını
yetecek kadar kıl” 1 sözüdür.
Buna yakın mânâda başka hadisler de mevcuttur.
Şa'rânî şöyle diyor: Dünyanın malından az faydalanma
nimeti, ondan çok faydalanma nimetinden daha üstündür.
Çünkü enbiya ve asfiyanm yolu böyledir. Az istemenin ecri, çok
istemekten fazla olmasaydı, Resûlullah ( a e..jl'ı vesellem)
"Allahım! Â-li Muhammed'in rızkını yetecek kadar (küt)
kıl” 2 demezdi. Küt, öğünden sonra sofrada yemek
artmamasıdır. Peygamberimizin ( scallcallcahu <nlei|hı vesellem) bunu
kendine ve Ehl-i Beyt’ine seçtiği bir şeydir. Ondan daha
mükemmeli yoktur.
Kendisini ve Ehl-i Beyt’i sevmeyenlere de aksine dua
etmiştir. Hz. Ali'nin rivayetine göre Peygamberimiz (sJÜU,u AÇi
vesellem ) şöyle dua etmiş: "Allahım! Beni ve Ehl-i Beyt J imi
sevmeyenlere, mal ve çocuk çokluğu ver.” 3 Bu hadisi
Deylemî rivayet etmiştir.
İbn Hacer şöyle der: Çoğalan mallarının hesabını yapmak
onlara yeter. Çocuklarının çoğalması da şeytanlarının çoğalması
demektir. Bu dua Enes için geçerli değildir. Çünkü bu, onun için
nimettir. Ehl-i Beyt’i sevmeyenlerin aksine, o yapmak istediği
birçok işi mal ile yapmıştır.
1 Buhârî (5/2372) ve Müslim (2/370)
2 Buhârî (5/2372) ve Müslim (2/370)
3 Deylemî, Firdevs ( 1 / 492)
Ehl-i Beyt'e Has Özellikler
77
Onların özelliklerinden birisi de: Soy bakımından
insanların en şereflisi ve itibar bakımından insanların en
faziletlisi olmalarıdır.
İbn Abbâs, Resûlullah'm ( scalLILhu cJeijlnı vese Hem) şöyle
buyurduğunu naklediyor: "Yüce Allah , insanları iki bölüme
ayırmıştır. Beni hayırlı olan bölümün içinde yaratmıştır. Bu
bölüm, Allah'ın «Sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere! » (vakıa
Sur. 28) ve «Soldakiler; ne yazık o soldakilere! » (vakıa Sur. 4i)
âyetlerinde bahsedilendir. Ben sağdakilerdenim ve ben,
sağın en hayırlısıyım. Sonra iki bölümü, üçer üçer
ayırdı. Beni üçte birlerin en hayırlısı olana koydu.
Bu da «Sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere! Soldakiler, ne
bahtsızdırlar onlar! (Hayırda) önde olanlar, (ecirde de)
öndedirler» (Vâkıa Sur. 8-10) sözlerinde bahsettiğidir. Ben
önde olanlardanım ve ben, önde olanların en
hayırlısıyım.
Sonra üçte birleri kabilelere böldü. Beni en
hayırlı kabilede yarattı. Bu da «Ve birbirinizle
tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak
ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok
korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden
haberdardır» (Hucurât Sur. 13) âyetinde bahsettiğidir. Ben
Âdem Oğullarının en fazla takvâ sahibi ve Yüce Allah
katında en değerli kişiyim. Bunda kibir yoktur.
Sonra kabileleri evlere ayırdı. Beni en hayırlı
evde yarattı. Bu, Yüce Allah'ın "Ey Ehl-i Beyt! Allah
sizden, sadece kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"
(Ahzâb Sur. 33) bahsettiğidir .” 1
İbn Ömer, Resûlullah'm ( scJltflItfl'iu <alei)l')i vesellem ) şöyle
buyurduğunu nakleder: “Allah, Kinâne'yi İsmâil'in
soyundan seçti. Kureyş'i Kinâne'den seçti. Kureyş'ten
Benû Hâşim'i seçti. Beni de Benû Hâşim'den seçti ." 2
1 Taberânî, M. el-Kebîr (3/ 56) ve Hakim et-Tirmizı, Nevâdir ( 1 / 330)
2 Müslim (4/1782) veTirmizî (5/583)
78
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
Yine İbn Ömer'den, Resûlullah'm scalULhu tfle^hı vese Hem) şöyle
buyurduğu nakledilir: "Allah, kâinatı yarattı. Onun
içinden Âdem oğullarını seçti. Âdem oğullarının
içinden Arapları seçti. Araplar içinden Mudar'ı seçti.
Sonra Kureyş^i Mudar'ın içinden seçti. Sonra Kureyş'in
içinden Hâşim oğullarını seçti. Sonra Hâşim
oğullarının içinden beni seçti. Ben, seçilmişlerin
içinden seçilen biriyim .” 1
İmam Ahmed ve Mahamilî ile başkalarının Hz. Âişe'den
bildirdiğine göre Resûlullah ( scıllcallcahu caleıjhı vesellem) şöyle buyurdu:
"Cibril bana dedi ki: Yeryüzünün doğusunu ve batısını
altını üstüne getirdim, Muhammed'den daha üstün
olanını bulamadım. Yeryüzünün doğusundan batısına
altını üstüne getirdim, Hâşim Oğullarından daha üstün
baba oğulları (kabile) görmedim ." 2
Hadis konusunda hâfız olan İbn Hacer: “Sıhhat parıltıları bu
hadisin sayfalarını aydınlatıyor” diyor.
Câfer es-Sâdık, Babası Muhammed el-Bâkır'dan,
Resûlullah'm so II <3 II <3 hu cJeıjhı vesellem ) şöyle buyurduğunu naklediyor:
"Hz. Cibril bana gelerek dedi ki: Ey Muhammed! Allah
beni gönderdi, yeryüzünün doğusunu batısını, ovasını
dağını gezdim, yaşayanlar içinde Araplardan daha
hayırlısını bulamadım. Sonra bana emretti, Araplar
içinde gezdim, yaşayanlar içinde Mudar'dan daha
hayırlısını bulamadım. Sonra bana emretti, Mudar'ı
dolaştım, burada yaşayanlar içinde, Kinâne'den daha
hayırlısını bulamadım. Sonra emretti, Kinâne'yi
dolaştım, Kureyş'ten daha hayırlısını bulamadım. Sonra
emretti, Kureyş'i dolaştım, Hâşim oğullarından daha
hayırlısını bulamadım. Sonra aralarından seçmemi
emretti, aralarında senden daha hayırlı kimse
bulamadım ." 3
1 Taberânî.M. el-Kebîr (12/455) ve Hâkim , Miistedrek (4/83)
2 İbn Ebî Âsim, Sünne (2/ 632) ve Deylemî, Firdevs (3/ 1 87)
3 ek Hakim et-Tirmizî, Nevâdir ( 1 / 332)
Ehl-i Beyt'e Has Özellikler
79
İmam Ahmed, ceyyid (sahihe yakın) bir senedle, Abbâs'tan,
Resûlullah'm ( salUUıu <sJeqln vese Hem) minbere çıkıp şöyle
buyurduğunu nakleder: "Ben kimim?” Dediler ki: “Sen, Allah'ın
Resûlüsün.” Bunun üzerine Hz. Peygamber est i c-’kij aleyhi vesellem)
şöyle buyurdu: "Ben, Muhammed b. Abdillah b.
Abdilmuttalib 1 im. Allah insanları yarattı, beni de
yarattıklarının en hayırlı olanlarının içinde yarattı.
Onları iki gruba ayırdı; beni hayırlı olan gurubun
içinde kıldı. Kabileleri yarattı, beni de en hayırlı
kabilenin içinde yarattı. Onları evlere ayırdı, beni
en hayırlı evden yarattı .” 1
Yine Taberanî ve Darekutnî’nin rivayetlerine göre Hz.
Peygamber scalULhu aleyhi vese Hem) buyurdu ki: "Kıyamet gününde
ümmetimin içinde ilk şefaat edeceğim (kişiler), Ehl-i
Beyt J imdir. Sonra akrabalar, sonra Kureyş'ten yakın
olanlar. Sonra diğer Araplar, sonra yabancılar. Önce
şefaat ettiğim, daha üstündür .” 2
Bunlar, Ehl-i Beyt’in, soy ve fazilet yönünden diğer
insanlardan üstün olduklarına delalet eden sahih hadisler ve açık
metinlerdir. Bu hadislerden şu da çıkar: İnsanlardan hiç birisi,
Ehl-i Beyt’e nikâh konusunda küfüv (denk) olamaz. Bu görüşü,
birden fazla imam ifade etmiştir.
Celâleddîn es-Suyûtî, Hasâis ' te şöyle der: Hz. Peygamber’in
(idlblUHıy etlenin vese Hem) akrabalarına, insanların içinde hiç kimse
denk olamaz.
Onların özelliklerinden bir başkası:
Kıyamet gününde, Hz. Peygamber’in : ■ALILlıu c/eqH veçellem),
soyu ve bağı dışındaki bütün soy ve bağların kesilmesidir.
Birinci bölümde geçen sahih hadiste bahsedildiği gibi.
1 Ahmed b. Hanbel (1/210)
2 İbn Adiy, el-Kâmil (2/ 382)
80
Ebedi Soylular: Ehlü Beyt
Sahih olarak şöyle nakledilir: Ömer b. el-Hattâb, Hz.
Fâtıma'nm kızı Ümmü Gülsüm'ü, babası Ali b. Ebî Tâlib'ten
istemişti. (Babası, kızının) küçüklüğünü ve yeğeni Câfer(le
evlendirmek) için beklettiğini bahane etti. (Yermesi için) ona
ısrar etti. Ardından minbere çıkıp şöyle dedi: “Ey insanlar!
Vallahi Ali'ye kızı konusunda ısrar etmemin tek sebebi şudur;
Peygamberimizi ( sı3İI<3İI<5ihu oleıjhı vese Hem) şöyle derken işitmiştim:
"Her sebeb (bağ), neseb (soy) ve sıhriyet (evlilikten
kaynaklanan akrabalık). Kıyamet gününde kesilecektir,
benim bağım, soyum ve sıhriyetim hariç .” 1
Bunun üzerine, Hz. Ali emretti, (Ümmü Gülsüm'ü) süslediler
ve Ömer'e gönderdiler. Onu görünce kalktı ve onu kucağına
oturttu. Öptü ve ona dua etti. Kalktığında, kolundan tutup ona:
“Babana razı olduğumu söyle” dedi. Geri geldiğinde Hz. Ali, ona:
“Ne dedi?” diye sordu. Ona bütün dediklerini ve yaptıklarını
anlattı. Bunun üzerine (kızını) onunla evlendirdi. (Daha sonra
Hz. Ömer’e) Zeyd'i doğurdu. Zeyd öldüğünde büyük bir adamdı.
Tîbî der ki: Neseb; baba tarafından yakın akrabalıkla ilgilidir.
Sıhriyyet; evlilikten kaynaklanan, akrabalığa benzeyen
durumdur. Sebep de; buna benzer ve evlilikle olur.
Bu ve benzer hadislerle Hz. Peygambere ( salbllalıu cJeijhı vesellem)
(bir şekilde) yakın olmanın ne kadar önemli olduğunu
öğreniyoruz. Hz. Peygamberin ( scJlcJlohu aleyhi vesellem) Ehl-i
Beyt’ini, Allah'a itaat ve takvâ konusunda teşvik ettiği diğer
hadisler buna ters düşmemektedirler. Çünkü Peygamberimiz
(sallallAu tfleijhi vese Hem), Allah'ın huzurunda onlar için bir şey
yapamaz. Fakat Allah, akrabalarına faydalı olmasını sağlayabilir.
"Sizin için bir şey yapamam” sözünden şunu anlamak
gerekir. Kendi kendime, Allah bana şefaat ve istiğfar imkânı
1 İbnAdiy, el-Kâmil (1/271)
Ehl-i Beyt'e Has Özellikler
81
vermezse, bir şey yapamam. Onlara böyle hitab etmesinin
amacı, onları bu konuda uyarmak içindir.
Ayrıca bilmeliyiz ki; Peygamberimize scJULiIij tfleqiı veçellem)
akraba olan hiç kimse, bu bahsedilene güvenmemelidir. Çünkü
sâbit olan, bunun gerçekten Peygamberimize a le 4 k
vesellem) ve Ehl-i Beyte mensub olanlarla ilgili olmasıdır. Bunu
isbat etmek mümkün değildir. Çünkü kadınların hataları
olabilir. Bilinenin aksine de olsa, geçmiş nesillerde nesep aidiyeti
ile ilgili yalan söyleyenler bulunabilir.
Ehl-i Beyt’in ileri gelenleriyle ilgili gelen rivayetler; onların,
Yüce Allah'tan şiddetli bir şekilde çekindikleri, azabından çok
korktukları ve yaptıkları en küçük bir kusurdan dolayı, aşırı
derecede pişman olduklarını göstermektedir. Allah hepsinden
razı olsun. Onlar sayesinde bizi de faydalandırsın.
Onların özelliklerinden bir diğeri:
İlk dönemlerde, “eşraf’ sıfatının sadece onlar için
kullanılmasıdır. Sonraki dönemlerde, Haşan ve Hüseyin'in
soyundan gelenler için kullanılmıştır.
Suyûtî, Risâletu'z-Zeynebiyye ' de şöyle der: Şerif adı, ilk
dönemlerde, Ehl-i Beyt’ten olan herkes için kullanılırdı. İster
Hasan'm, ister Hüseyin'in soyundan gelsin. Muhammed b. el-
Hanefiyye soyundan gelen Alevî olsun veya Ali b. Ebî Tâlib'in
diğer çocuklarından olsun. Câfer'in soyundan, Akîl'in soyundan
veya Abbâs'm soyundan fark etmez. Fâtımîler Mısır’da hilafeti
üstlenince, şerif ismini, sadece Haşan ve Hüseyin'in soyundan
gelenlere tahsis ettiler. Bu durum günümüze kadar öylece
devam etti.
Ben de şunu ekliyorum: Bu isim bu kullanımıylagünümüzde,
bütün İslam topraklarında doğudan batıya kadar yaygınlaşmıştır.
Arap dilinde, ne zaman şerif adı kullanılırsa, sadece Haşan ve
Hüseyin'in soyundan gelenler anlaşılır.
82
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
Birçok memlekette, seyyid lafzının da aynı kişiler için
kullanıldığı olmuştur. Kullanıldığında başkası anlaşılmaz. Bu
bahsettiğimiz Hicaz'ın dışındadır. Orada ikisini ayırd etmek için,
şerif, Hasan'm soyundan gelenler; seyyid ise Hüseyin'in
soyundan gelenler için kullanılır.
İbn Hacer el-Mekkî der ki: Haşan ve Hüseyin'in soyundan
gelenler dışında hiç kimse, şerif sıfatını taşıyıp Hz. Peygamber’in
(sctlhllctlıu tfleqlı vese Hem) vasiyetine dâhil olamaz. Çünkü şeriflik ve
vasiyetin, İslam toprakları örfünde, Mısır örfünde ve çevrede,
Haşan ve Hüseyin'in soyundan gelenlere tahsis edildiği
yaygındır. Hicaz'da yaygın örfü biliyoruz.
Yeşil sarığın onlara tahsis edilmesinin aslı şöyledir: Mısır
sultanı, Eşref Şa'bân b. Hüseyn, hicri 773 senesinde, iki grup
içinde birlik sağlamak için, şerif ve şerif olmayanın ayırt
edilmesi maksadıyla, onlardan olan herkesin sarığına, yeşil bir
işaret bağlamasını emretti. Sonra uygulamagenişledi ve sarığın
tümü yeşil oldu. Edebiyatçılar bununla ilgili şiirler bile yazdılar.
O şiirlerden birisi de, Câbir b. Abdillah el-Endulusî'nin şu
sözleridir:
Nebinin çocuklarına alâmet koydular.
işaret meşkur olmayanın işine yarar.
Nübüvvetin nuru gürbüz yüzlerinde var.
Şerifin yeşil kumaşa ihtiyacı mı var?
Şemsuddîn Muhammed b. Îbrâhîm ed-Dimaşkî'nin şiiri de
şöyledir:
Taçların kenarı yeşil ipekten olmuş,
Şerif olan eşrafa işaret olmuş.
Onlara tahsis eden Eşref Sultandır,
Şeref vermiş başkasından ayırmış.
Bu rengin seçilmesinin sebebi, en güzel renk olmasından
veya Hz. Peygamber’in ( sal lalla hu aleıjhı vese Hem), (Havz başında)
Ehl-i Beyt'e Has Özellikler
83
beklerken giyeceği renk olmasından yahut Cennet ehlinin
elbiselerinin rengi olmasından kaynaklanıyor olabilir.
İmam Suyûtî şöyle diyor: Bu amâmeyi (sarığı) sarmak, mubah
olan bir bid’attır. Şerif olsun, olmasın hiç kimsenin takması
engellenemez. Şerif olsun, olmasın terk eden de takmaya
zorlanamaz. Herhangi birinin takmasını yasaklamak şerî bir
emir olamaz. Çünkü insanlar tesbit edilen soylarıyla
kaydedilmişlerdir. Alamet takmak, dinin emrettiği bir konu
olmadığından, emredilmesi veya yasaklanması söz konusu olsun.
Sonuçta burada amaçlanan, onları diğer insanlardan ayırt
etmektir. Belki Yüce Allah'ın şu sözleri bu fikri destekleyebilir:
“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin
kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış
örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve
iııcitilnıemesi için en elverişli olan budur. Allalı bağışlayandır,
esirgeyendir. " (Ahzâb Sur. 59)
Bazı âlimler bu âyeti, ilim ehline belirleyici bir kıyafet tahsis
edilmesine delil saymışlardır. Böylece bilinirler ve ilimlerine
binaen saygı görürler. Bu güzel bir fikirdir. Allah en doğrusunu
bilir.
Allâme Sabbân şöyle diyor: Yeşil alâmet fikrini destekleyen
bu âyetten, şerif olanların bu alâmeti sarmalarının mustehab
olduğu sonucu çıkar. İtibar edilmesi geren görüş budur.
Başkalarının takması mekruhtur. Çünkü böyle davranmak, lisanı
hal (görünüş) ile kişinin mensub olmadığı soya bağlı olduğunu
ifade eder. Bu konuda kişinin, mensub olmadığı bir soya bağlı
olduğunu göstermesi, yasaklanmış ve sakınılması istenmiştir.
Ayrıca diyor ki: Günümüzde bu işaretle yetinilmemiş,
sarığının tümü yeşil olmuştur. İki alametin hükmü aynıdır.
Bu durum, ahalisinin hala şeriflerin yeşil sarık sarmasında
maslahat gördüğü memleketlerde görünmektedir, Mısır gibi.
İstanbul gibi başka yerlerde böyle değildir. Orada yeşil sarığın
84
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
şeriflikle hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü orada âlimler, talebeler ve
sarık saran diğer insanların her birinin genellikle, bazen
kullandığı bir yeşil sarığı vardır. Kiri göstermediği için,
çoğunlukla kışın kullanılır. Hatta birçok meslek erbabı ve seyyar
satıcı da kullanır. Çoğu bu sebepten dolayı yeşil sarık sararlar.
Aynı şekil de “seyyid” lafzı onlarda (İstanbul’da), şeriflere
mahsus değildir. Mühürcüler çarşısına gidip üzerinde “Seyyid
Falan” yazılı bir mühür görmeye uğraşsan göremezsin. Ancak
gerçekten Seyyid ve Şerif soylu birine veya din ve hayâ ehli olan
birine aitse yazılır. Eşrâf, soy isimlerindeki benzerliklerden ve
bunun başkaları tarafından kullanılma endişesinden dolayı,
seyyid ismini mühürlerinde kullanmazlar.
Bu yüzden birçoğu, özellikle Hicaz Eşrafı bu sebebten dolayı
yeşil sarığı sarmazlar. Ayırt etme olayı ortadan kalkmış, akla
kara birbirine karışmıştır. Şerif olanlar soylarıyla kayıt altına
alınmıştır, lakaplarıyla değil. Kıyafetleriyle değil, nesebleriyle
bilinmektedirler. İnsanların “Ey Seyyid Falan” demelerinin veya
renklerin şeref göstergesi olduğunu düşünmek büyük bir
hatadır. Allah, haddini bilip orada duran, makamını bilip ileri
gitmeyen insanlara merhamet etsin. Yalan uzun ömürlü değildir.
Kibir, basiretli ve dikkatli insanların gözünden kaçmaz.
Onların özelliklerinin bir başkası:
Onları yönetecek olanları yine kendi aralarından seçmektir.
Aslında bu temsilciliğin vazedilmesinin sebebi; Ehl-i Beyt’e
neseb ve şeref bakımından denk olmayan birinin onları
yönetmesinden korumaktır. Onları yönetecek kişi, içlerinden
Ehl-i Beyt’e neseb olarak en üstün, fazilet bakımından en iyi,
ileriyi gören olmalı ki; liderlik ve siyaset şartlarını taşıyabilsin.
Emrine koşarak itaat etsinler, yürüteceği siyasetle onların işleri
yoluna girsin. Ayrıca liderliğinde onların on iki hakkına riayet
etmelidir:
Ehl-i Beyt'e Has Özellikler
85
1. Neseblerini muhafaza etmek; soylarından olmadığı halde
soylarından görünen veya soylarından olduğu halde değilmiş
gibi görünenleri (tesbit etmek ve gereğini yapmak).
2. Soylarını ve doğan çocukları tesbit etmek ve kütüğüne
kaydetmek.
3. Onların içinde doğan çocukların, kız veya erkek olduğunu
tesbit etmek. Ölenleri tesbit etmek ve ilan etmek.
4. Soylarına ve aile şerefine yakışır bir şekilde davranmalarını
sağlamak. Böylece insanlar arasındaki saygınlıkları ve
Resûlullah'a ( scJltflUhu aleyhi vese Hem) hürmet muhafaza edilmiş olur.
5. Onları, hoş olmayan kazanç yollarından uzak tutmalı ve
kirli arzulardan menetmeli ki; hiç kimse onları hakir ve noksan
görmesin.
6. Onları suç işlemekten uzak tutmalı, haram işlemelerine
engel olmalı. Böylece destek oldukları dine karşı kıskanç
olsunlar, ortadan kaldırdıkları çirkin işlerden daha fazla nefret
etsinler. Hiçbir dil onları tenkid etmesin ve hiçbir insan onları
ayıplamasın.
7. İnsanlar üzerinde, şeref ve neseb konusunda baskı
kurmalarını engellemeli. Bu, insanların onlara karşı kin ve
nefret beslemelerine, onlardan hoşlanmayıp uzaklaşmalarına
sebep olur. Onları insanların kalplerini kazanmaya, kişilerle
güzel ilişkiler kurmaya sevketmeli ki, insanlar onlara daha kolay
yaklaşıp sevsin, onlar hakkında güzel düşünceler beslesin.
8. Haklarını tahsil etmelerine destek olmalı ki, zor duruma
düşmesinler. Ayrıca başkalarının onlardaki haklarını almasına
destek olmalı ki, vermemezlik etmesinler. Böylece insanlardan
alacaklarında insaflı olsunlar. Borçlarına karşı da insafla karşılık
görsünler. Zira adaletli yaşamaları, insaflı olmaları ve
karşılığında insaf görmeleriyle olur.
86
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
9. Müslümanların beytülmalinde sahip oldukları hakları
korumada onlara vekâlet etmelidir.
10. Soylarını muhafaza etmek ve saygınlıklarını korumak
için, kadınlarının denk olmayanlarla evlenmelerini engellemek.
Çünkü onlar diğer kadınlardan üstündür.
11. Aralarındaki hata sahiplerini düzeltmeli ve ileri gelenleri
muhakeme edip nasihat ettikten sonra küçük hatalarını
affetmelidir.
12. Soy ağaçlarını ezberlemelerini sağlamalı, onların gelecek
nesillerini geliştirmeye yönelik çalışmalar ile artları ve
özellikleri göz önünde bulundurarak planlamalar yapmalıdır.
Bunun dışında genel yönetimlerle ilgili şu beş şart eklenir:
1. Ehl-i Beyt’ten olanların anlaşmazlığa düştükleri konularda
aralarında hükmetmek.
2. Yetim olanların mallarının velayetini üstlenmek.
3. İşledikleri suçlarına cezasını uygulamak.
4. Velayeti tayin edilmeyen veya velisi tarafından kasıtlı
olarak evlendirilmeyen bekârlarını evlendirmek.
5. İçlerinden bunayan veya sefahete düşen olduğunda,
vesayet altına almak. Kendine geldiğinde veya aklı başına
geldiğinde vesayetini geri vermek. Bu ek bilgiler, İmam
Maverdî'nin el-Ahkâm es-Sultâniyye ' sinden alınmıştır. Konu
burada bitti.
İşte eşrâfm yöneticileri geçmiş dönemlerde böyleydi. Şimdi
ise, ne onların isteğini yerine getiren, ne de dinleyen var. Ne
faydaları, ne de zararları mevcut.
Onların özelliklerinden bir diğeri: İçlerinden
günahkâr olanlara karşı saygı gösterilmesi ve değer verilmesinin
istenmesidir. Günahının affedileceğine inanılmasıdır. Allah
günahlarını bir şekilde affedecektir, ölmeden önce nasuh bir
tövbe nasib ederek de olsa. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ey
Ehl-i Beyt'e Has Özellikler 87
Ehl-i Beyt! Allah sizden, kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak
istiyor. "
Resûlullah ( scJlcalIcahu oleijhı vese Hem) de şöyle buyuruyor: “Ey
Abdulmuttalib oğulları! Sizin için Allah'tan üç şey
istedim; ayakta duranınızı sabit kılmasını, dalalete
düşeninizi hidayete erdirmesini ve cahilinize ilim
vermesini ." 1
Hz. Peygamberin ( scılLILhu <3İeL)hı vese Hem) “Fâtıma namusunu
korumuştur, Allah ona ve çocuklarına Cehennemi haram
kılmıştır " 2 hadisi önceden geçmişti.
Bunun dışında ise onların azap görmeden doğrudan Cennete
gideceklerine delalet eden hadisler vardır. Tekrar etmeye gerek
yoktur.
İçlerinden fasık olanlara karşı saygı gösterme konusuna
gelirsek; ona gösterilecek saygı, fasık olduğundan değil, onun
temiz nesli ve nurani nesebi içindir. Bu özellik iyiliklerinde
olduğu gibi kötülük yaptıklarında da mevcuttur. Onlardan
birisinin günah işlemesi onu nübüvvetin ailesinden çıkarmaz.
Ayrıca onlar beşerdir, masum değillerdir. Böyle olması, üstün
mevkileri için eksiklik sayılsa bile, soylarına halel getirmez.
Mertebeleri salihlerin içinde kalır.
Makrîzî der ki: Faziletli şeyh, Ya'kûb b. Yûsuf el-Kureşî el-
Miknâsî bana bildirdi: Ebû Abdillah Muhammed el-Fâsî haber
verdi: Medine-i Nebeviyye eşrâfı olan Hz. Hüseyin'in
torunlarını, Ehl-i sünnete karşı tutumlarından dolayı
sevmezdim. Bir gün, gündüz vakti Mescid-i Nebevî'de Ravza’yı
Mutahhara'ya doğru uyudum. Rüyamda Resûlullah'ı ^lUlak
dleijhı vesellem gördüm, bana: “Ey falan (adımla hitab ederek)
neden benim çocuklarımı sevmediğini görüyorum?" diye
sorunca: “Allah korusun yâ Resûlallah, onları sevmiyor değilim,
1 el-Hâkim, Müstedrek (3/ 161 ) ve Deylemî, Firdevs (5/295)
2 Daha önce geçti.
88
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
fakat Ehl-i sünnete karşı yaptıklarını görünce bu tutumlarını
hoşuma gitmedi” dedim. Bana: "Bu fıkhi bir meseledir;
şöyle ki anne ve babasına asi olan çocuk onların
nesebine bağlı olmaz mı?" diye sordu. Dedim ki: “Elbette ey
Allah'ın Resûlü.” Buyurdu ki: “İşte bu da, anne babasına
isyan etmiş bir çocuktur ." 1 Uyandığımda onlara karşı olan
olumsuz duygularım yok oldu. Ondan sonra onlardan birini
gördüğümde büyük saygı gösterdim.
Değerli kardeşlerim! Hz. Peygamber’in ( Sdlldlblıu <3İei|in vesellem),
Ehl-i sünnete karşı tutum içinde olanı, nasıl anne babasına isyan
eden biri şeklinde nitelediğine bakın. Bilirsiniz ki; anne babaya
kötü davranmak kebairden (büyük günahlardan) dır. O halde
ceddin Mustafâ'yı scalleJlcalnu aleyhi vesellem) kırmak konusunda ne
düşünürsün?
Allâme İbn Hacer, Fetâvâ ' nın sonuç bölümünde şöyle diyor:
“Mensubiyeti, Nebevi Al-i Beyt’e ve ulvî sırra yükseleni, ne
işlediği suçların büyüklüğü, ne de dinine karşı kayıtsız olması
onu bundan çıkarır.”
Buradan yola çıkarak bazı araştırmacılar şöyle demişlerdir:
Zina eden, içki içen veya hırsızlık yapan şerife had cezası
uyguladığımızda, tıpkı ayağına pislik bulaşan ve hizmetçileri
tarafından ayakları yıkanan sultan veya emîre benzer.”
Bu örneği güzel ve isabetli vermiş. Ama insanların
emsalleriyle ilgili söylediklerini düşünmelidir; annesine
babasına isyan eden mirastan mahrum edilmez. Evet, faraza Ehl-
i Beyt’ten herhangi birisinin, Allah korusun küfre düşmesi,
kendisiyle ona Şeref Veren ( s<3İI<5ill<3İ"iu (Sileijlıı vesellem) arasındaki bağı
kesecek olan bu durumdur. Farzı mahal dedim, çünkü küfrün, o
değerli aileye mensup olduğu idrakmda olan kişiye
yaklaşmayacağını söyleyebilirim.
1 Bu hadis, keşfi (rüyada görülmüş) sahih bir hadistir.
Ehl-i Beyt'e Has Özellikler
89
Bazı âlimler, şerif olduğunu bilenler için, zina ve livata gibi
fiillerin bile muhal olduğunu ifade etmişlerdir. Nerede kaldı
küfür? Tabii bütün bunlar şerif olduğunu bilenler için ifade
edilmiştir. Şerif olması huşunda şüphe bulunanın, hukuken şerif
olduğu sabit olunca, herkesin ona saygı göstermesi gerekir.
Bunun sebebi, şerif olması, dinen hoş olmayan şeylerin ona etki
etmemesi ve fıskm şerif olmaya mani olmamasıdır. Şerif olduğu
hukuken tesbit edilemiyorsa, yalan söylediği görülmemişse ve
yalan söylediği düşünülürse, onu yalanlamaktan vazgeçilmelidir.
Çünkü insanlar, onların soylarına güvenmişlerdir. O da kendi
halinde bırakılır. Selamete muktedir iken insanın zehiri
tatmasına gerek yok (insan durup dururken başına iş açmamalı).
Bunu iddia eden kişiler salih birine mensup iseler, bundan
dolayı insanlar onlara özen gösterip saygı göstermelidir. Artık
gerçekten bütün mahlûkatın Efendisine ( ALılLıtii^ o eı,ty veselletn)
mensup olanları siz düşünün. Allah, hepimizi O'nun, Ali'ni ve
ashabını sevenler zümresinde haşretsin.
Bu sözler gayet isabetlidir. “Çünkü küfrün, o değerli aileye
mensup olduğunu bilen kişiye yaklaşmayacağını söyleyebilirim”
bölümü hariç. Burada “söyleyebilirim” kelimesi fazladır. Bu
konu birinci bölümde, Tathîr âyetinde, Cennete gireceklerine ve
kıyamete kadar neseblerinin kesilmeyeceğine dair varid olan
hadislerde açıklanmıştır. Bunlar, onların kesinlikle küfre
düşmeyeceğinin delilidir. “Şerif olduğu hukuken tesbit
edilemiyorsa...” şeklinde devam sözü güzeldir.
Ama Efendim Abdulvahhâb eş-Şa'rânî'nin Bahru'l-Mevrûd
isimli eserinde söylediği sözleri bundan daha güzeldir: Kardeşim!
Bilmelisin ki, şerif olduğunu ispat edemeyip bundan dolayı
tenkid edilen kişiye saygı göstermek, Resûlullah (şJJAu a | e4 k
vesellem ) katında, nesebi tesbit edilene saygı göstermekten daha
makbuldür. Çünkü nesebi tesbit edilene saygıda iyilik sözkonusu
90
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
değildir. Bunun aksine nesebi tesbit edilemeyene bu ümitle saygı
gösterdiğimizde bundan kendisi de ders alır.
Onların özelliklerinden bir başkası: Diğer soyların
aksine neseplerinin Kıyamet gününde Peygamberimiz'e (sJJala
<aleqhı vesellem ) bağlı kalması ve bu bağlantıdan faydalanmaları. Zira
diğer soyların tümü kesilir ve (âhirette) fayda temin etmez.
Bunu "Her bağ ve soy Kıyamet gününde kesilecektir,
benim bağım ve soyum hariç " 1 hadisi ile;
"Bazılarına ne oluyor da; «Resûlullah 1 a ( sal la II cı hu aleyhi
vesellem ) yakınlık Kıyamet gününde fayda etmez» diyorlar,
bilakis bana olan akrabalık, dünyada ve âhirette
kesintisizdir. Ayrıca Havz J ın başına hepinizden önce
varacak olan benim " 2 hadisi açıklamıştır.
Yüce Allah'ın " Artık aralarında akrabalık bağları
kalmamıştır; birbirlerini de arayıp sormazlar" (Mü'minûn Sur.
101) sözü onların dışındakiler için geçerlidir.
Onların özelliklerinden bir diğeri: Onların
yeryüzündeki mevcudiyetleri buradakiler için güvencedir. Daha
önce hadislerde geçmişti. Resûlullah'm sallallahu aleıjhı vesellem) şu
sözünde olduğu gibi: "Yıldızlar gökyüzünde bulunanlar
için bir güvencedir. Ehl-i Beyt J im de yeryüzü halkı ve
yeryüzünde bulunanlar için bir güvencedir " 3
Başka bir rivayette; "Ümmetim için güvencedir" şeklinde
geçiyor.
Bunların açıklaması birinci bölümde geçmişti.
Hadis şârihleri, hadisteki “Ehl-i Beyt” kelimesinin, zürriyet
olduğunda müttefiktirler. (Hakim) Tirmizî farklı olarak bundan
1 Kaynağı daha önce belirtildi.
2 Kaynağı daha önce belirtildi.
3 Kaynağı daha önce belirtildi.
Ehl-i Beyt'e Has Özellikler
91
maksadın evliyalar olduğunu söylemiştir. Ona verdiğimiz cevap
daha önce geçmişti. İsterseniz oraya bakabilirsiniz.
Allâme İbn Hacer der ki: Bu şerefin Hz. Peygamber’in
(sallalleFu öJeqlıı vese Hem) kızları içinde sadece Hz. Fâtıma'nm
evlatlarına tahsis edilmesindeki hikmet, Fâtıma'nm
kızkardeşlerinden birçok konuda üstün meziyetlere sahip
olmasındandır. Bu meziyetler şunlardır:
• Rivâyet edildiğine göre, Yüce Allah onu, yeryüzünde
evlenmeden önce, semada Hz. Ali'yle evlendirmiştir.
• Cennetteki kadınların efendisi olma hususunda onlardan
üstündür.
• Zehrâ adıyla anılır. Bu ismin verilmesinin sebebi; hasta
olmadan hayız görmesi olabilir ki, bu özelliğiyle Cennet
kadınlarına benziyor. Yüz renginin Cennet kadınlarına
benzemesi veya başka bir sebep olabilir.
Bu bahsedilen ve buna benzer meziyetler onun üstün olduğu
hususlardır. Neslinin baki kalmasının bu âlemde fitnelerin
yayılmasına karşı bir güvence olması hikmetini de gözden uzak
tutmamak gerekir.
Sâdık ve tasdik edilen s <3 II <3 II <3 hu cJeıjhı vesellem), bunun birbirinden
ayrılmaz olduğunu şöyle haber vermiştir: “Size iki ağır
emanet bırakıyorum. Ona tutunduğunuz takdirde asla
dalalete düşmezsinizj Allah'ın Kitabı ve kanımdan olan
Ehl-i Beyt* imdir .” 1
İbn Hacer der ki: Hz. Peygamber’in sALhu oleıjhı vesellem) üstün
soyundan kaynaklanan şeref, sadece Fâtıma'nm çocuklarına
mahsus değildir. Araştırmacılar bunu açıkça ifade etmişlerdir:
Eğer Zeyneb'in Ebul-As'tan olan nesli veya Rukayye'nin ve
Ümmü Gülsüm'ün, Osman b. Affân'dan olan nesli yaşasaydı,
1 Kaynağı daha önce belirtildi.
92
Ebedi Soylular: Ebl-i Beyt
Fâtıma'nm çocuklarının sahip olduğu şeref ve üstünlüğe elbette
sahip olurlardı. Allah hepsinden razı olsun.
Onların özelliklerinden bir başkası: Cennete
herkesten önce girecek olmalarıdır.
Sa'lebî, Hz. Ali'den bildiriyor: Resûlullah'a (AU - Al
vesellem ), insanların (bana) hased etmelerini şikâyet ettim. Şu
karşılığı verdi: "Dört kişiden biri olmak sana yetmiyor
mu: Cennete ilk girecek olan ben, sen. Haşan ve
Hüseyin. Sağımızda solumuzda hanımlarımız,
zürriyetimiz de hanımlarımızın arkasında ." 1
Onların özelliklerinden bir diğeri: Hz. Peygamber in
(salleıllAu vesellem kızının çocukları olmalarına rağmen (Haşan
ile Hüseyin’in) O'nun oğulları olarak isimlendirilmeleri ve O'na
gerçek bir neseble nisbet edilmeleridir.
Taberânî, Hz. Peygamberin sallöJlcahu oleıjhı vese Hem) şu sözlerini
nakleder: "Yüce Allah, her peygamberin zürriyyetini
erkek çocuklarından devam ettirmiştir. Yüce Allah
benim zürriyetimi Ali b. Ebî Tâlib'in sulbünden devam
ettirmiştir ." 2
Başka bir hadiste şöyle buyuruyor: "Her annenin
çocukları, babalarının soylarına dayanır. Fâtıma'nın
çocukları hariç; Onların velileri benim ve benim
soyuma dayanırlar ." 3
Is'âf ta denir ki: Bu husus, sadece Hz. Fâtıma'nm çocuklarına
aittir. Hz. Peygamber’in ( sçallcallcahu cJeıjhı vese Hem) diğer kızlarının
çocukları için geçerli değildir. Peygamberimiz ğAUUu Jeem
vesellem ) onların babası kabul edilmez. Fâtıma'nm çocuklarında
olduğu gibi O’nun çocukları kabul edilmez. Diğer taraftan,
O'nun zürriyetinden, neslinden ve torunlarından kabul edilirler.
1 Zehebı, Mîzanul-ltidâl da nakleder (6/247)
2 Deylemî, Firdevs ( 1 / 172)
3 Deylemî, Firdevs (3/264) ve Taberânî, M. el-Kelnr (3/44)
Ehl-i Beyt'e Has Özellikler
93
İbn Hacer'in; “Yaşasalardı Hz. Fâtıma'nm çocuklarının sahip
olduğu şeref ve üstünlüğe sahip olacakları” görüşü daha önce
geçmişti.
Sabbân, onların özellikleri arasında şunu da saymıştır: Onlara
iyilik yapanı, Peygamberimiz sal lal la hu aleijhı vesellem ) Kıyamet
gününde ödüllendirecektir. O, bunu Peygamberimizin ( s JJ a l u
aleqhı vesellem ) şu sözünden çıkarır: "Kim şefaatimi isterse ve
Kıyamet gününde ona şefaat etmem için bende bir şeyi
olmasını isterse, Ehl-i Beyt J imle bağlantısını
kesmesin ve onları mutlu etsin ” 1
Ayrıca, onların özellikleri içinde; onları sevmenin ömrü
uzattığını ve Kıyamet gününde kişinin yüzünü aydınlattığını da
saymıştır. Onları sevmemenin de bunun aksine bir duruma
neden olacağını ileri sürmüştür. (İbn Hacer el-Heytemî’nin)
Savâik ' te naklettiği bir hadise göre Hz. Peygamber AlUU-u odd'
vesellem ) şöyle buyurmuştur: “Kim ecelinin ertelenmesini ve
kendisine verilen nimetlerden (daha fazla) faydalanmak
isterse, benden sonra ehlime iyi davransın. Benden
sonra onlara iyi davranmazsa, ömrü kısalır ve Kıyamet
gününde karşıma yüzü kara olarak çıkar .” 2
Aynı şey Hz. Peygamberin ( s <51 1 la I lahu aleyhi vese Hem) ashâbı için de
geçerlidir. Onları sevmeyenin kıyametten önce dünyadayken
yüzünün karardığını görüyoruz. Kalbinde iman olan herkes
bunu farkeder. Ömrün uzunluğundan maksad, yaşamın
bereketli olmasıdır. Böylece sevapları çoğalır, günahları da
azalır. Bunu böyle anlamak gerekir.
1 Sabbân, İs afu'r-Râğibîn s. 128.
2 Münâvı, Feydul-Kadir (2/175)
94
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
FASIL
Beş Ehl-i Abâ'nın Fazileti
Efendileri Resûlullah ( sallallahu aleıjhı vesellem)!
Malum olduğu gibi O öyle bir insan dır ki
Malılûkatın tümünden daha üstündür.
Ne bir peygamber, ne de Allah’a yakın olan meleklerden
herhangi biri, mükemmel olma ve Allah'a yakın olma
konusunda Onun ( sal lal laku aleLjhı vesellem) ulaştığı mertebeye
ulaşamaz.
Fahrurrâzi, İbn Hacer ve benzeri önde gelen âlimler şunu
ifade etmişlerdir: Eğer diğer bütün peygamberlerin faziletleri
toplansa ve Hz. Peygamber’in sallallahu aleLjhı vesellem) faziletleriyle
karşılaştırılsa, O'nun faziletleri üstün gelirdi. O genelde ve
özelde onlardan daha üstündür. Ayrıca kesinlikle bütün
insanlardan üstündür. Onun getirdiği şeriat, en üstün şeraittir.
Ümmeti en hayırlı ümmettir. Yakınları en üstün yakınlardır.
Ashabı en hayırlı ashâbdır. Her müslümanm, onun faziletlerini
ve üstün özelliklerini anlatan kitapları okuması gerekir. Mesela
(Kadı İyâz'm) Şifâ, (Kastallânî'nin) Mevâhib isimli eserleri ve
siyer kitaplarını okumalı ki, Hz. Peygamber’in UJoJLU. aleyh
vesellem ) konumunu, Allah'ın ona sunduğu ulvî özellikleri bilelim.
Lisan ve kalem bunları anlatmaktan acizdir. Onu tanımak
zamanı aşmaktır. Bu nedenle özetle söylenecek söz; Allah’ın
yarattıklarının en hayırlısı olduğudur. Allah'ın dışında ondan
üstün kimse yoktur. Allah ruhumuzu onun ümmeti olarak alsın
ve onun yüzü suyu hürmetine, onun zümresinde haşretsin.
Burada, Marifetullah sahibi efendim, Muhammed b. Ebi'l-
Hasan el-Bekrî'nin, Peygamberimiz sa I la I lakı u aleijkı vesellem) için
95
Ehl-i Beyt Üyelerinin Faziletleri
düzenlediği salâvatı zikretmek istiyorum. Çünkü bu salâvat,
beliğ ve kapsamlı salâvatlardandır. Ayrıca Hz. Peygamber’in
(sallallAu aleyhi vese Hem) üstün özelliklerini mükemmel bir şekilde
ifade etmiştir:
Allahım! Parlayan nuruna, göz dolduran sırrına, yüce
sevgiline, tertemiz seçkinine, sevgi ehlinin vasıtası, karabet
ehlinin kıblesi, melekutî manzaraların ruhu, kayyumi sırların
levhası, ezel ve ebedin tercümanı, kimsenin ihata edemediği
gaybın sözcüsü, vahdet hakikatinin görüntüsü, Rahmani nurlarla
süslenen suretin hakikati, Allah adına konuşmaya yetkili,
Allah'tan telakki edilen görüntünün yansıması, hamdeden ve
Rabbinin katında hamdedilen, zâhir (beşeri yönü) ve Allah'a
yakınlık mertebesiyle bâtın (nebevi yönü) olan Muhammed'e,
ezeliyete uzanan nebevi vazifesi ve vücudî varlığın hareket
noktasının mürşid ve yardımcısı (Peygamberine) salât ve selam
eyle.
Tılsımlı ulûhiyet sırrının emanetçisi, lahûtî gaybın ketum
muhafızı. Kâmil akıllar bile, ancak onun maharetli delilleriyle
açıkladığının bir kısmını anlayabilir. Yüce kişilikler onun
hakikatlerinden, ancak parlayan şuaların tarif ettiği kadarına
vâkıf olabilir. Tabiatüstü âlemi fark eden kudsîlerin son amacı.
Muvahhidlerin gözlerindeki hedef, onda toplanan, ancak sırrının
aynasından izlenebilen, başka bir kalbe tecelli olmayan ilahi
şuaların sırlarını müşahede etmeyi arzularlar. Bu arzu mutlak
nurdur. Lisan, onun şiirlerini ancak onu zikir nameleriyle
okuyabilir. O, hakikatin tek savunucusudur. Marifetullahın sırf
onun Muhammedi şahsiyetinden ibaret olduğunu iddia eden
herkes cehalete mahkûmdur. Ebedi gövdelere uzanırken, ezel
ağacını oluşturan, canlanarak gelişen taze bir filizdir o. Varlık ve
yokluk sayfalarının hulasası. Allah'ın kulu. Kemâlin mükemmeli
olan en mükemmel kul. Allah'a tevekkül edip, Allah'a herhangi
bir hulul, vahdet, birleşme ve ayrılma olmadan ibadet eden.
96
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
Allah'a sırât-ı müstakimle davet eden. Nebilerin nebisi ve
resullerin desteğidir. Bizzat kendisine ve kendisinden onlara en
güzel salât ve en üstün selamlar olsun. Yâ Allah, yâ Rahmân, yâ
Rahim.
Allahım! Özel tecellilerin güzeline, seçkin yakınlıkların
yücesine, senin en büyük izzetinin derinliklerinde batın olan,
gurur veren yüceliği aydınlatan nurunla zahir olan, samedî
varlığının sevgilisi, vahdaniyet memleketinin sultanı, senin kulun
olduğu gibi sıfatlarının da kulu olan, bütün yarattıklarının içinde
senin azametinin, ilminin, rahmetinin ve hikmetinin tecelligâhı,
kudsîliğinin nuruyla gözünü mükemmelleştirdiğin ve senin yüce
zatını açıkça gösterdiğin, halkının her biriyle ilgili onun kalbinde
sırlar gizlediğin, onun Muhammedi özelliklerinin sözüyle toplu
denizleri yardığın, marifetin, cemalin ve hitabınla, kalp, göz ve
kulak verdiğin, onun makamından herkesi geride tuttuğun,
ahadiyyetinin hükmüyle tek kıldığın, senin titreten izzetinin
sancağı, hikmetinin konuşan dili. Efendimiz Muhammed'e,
Âline, ashâbına, kavmine, mirasçılarına ve taraftarlarına salât ve
selam eyle.
Yâ Allah, Yâ Rahmân, Yâ Rahim. Allahım! Büyük şümûl
dairesi, parlayan felek muhitinin merkezi, kullarından hiç
kimseye verilmeyen ilmine mazhar olan kulun, senin izzetinin
göstergesi olan yönetiminin her tarafının sultanı, dalgaları samedî
rüzgarların yönlendirmesiyle dalgalanan nurlarının denizi,
bölükleri senin emrinle sana koşan nübüvvet ordusunun
komutanı, bütün yarattıklarına halife tayin ettiğin (Peygambere)
salâtü selam eyle.
O, şeref bakımından müstesna sıfatlarını ifade etmenin
imkânsızlığı kabul edilen ve senin topraklarında senin şerefli
temsilcindir. Kendisine bahşedilenlere şükürde mübalağa ile
kimsenin dahi ulaşamadığı son nokta. Efendimiz ve efendilerin
efendisi. İsteyerek kendisine, yüce âline, ashabına ve üstün
varislerine hamdetmemiz gereken Muhammed'imiz. "De ki:
97
Ehl-i Beyt Üyelerinin Faziletleri
Hamd olsun Allah'a, selam olsun seçkin kıldığı kullarına."
(Nemi Sur. 59) Bu âyet namazdan sonra yedi defa tekrar edildikten
sonra;
" Senin izzet sahibi Rabbiıı, onların isnat etmekte oldukları
vasıflardan yücedir, münezzehtir. Gönderilen bütün
peygamberlere selam olsun! Âlemlerin Rabbi olan Allah'a da
hamd olsun!" (Saffât Sur. 180-182) âyetleri okunur.
Rabbimiz! Bizden bu duaları kabul et, sen duyan ve işitensin.
Tövbelerimiz kabul et, sen tövbeleri kabul edensin. Efendimiz
Muhammed'e, peygamber kardeşlerine salât ve selam eyle. Hamd
âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.
Bu salavât-ı şerife, dostumuz büyük kutub, efendim
Muhammed el-Bekrî, Resûlullah'm ( sallalLhıı öleqlıı vesellem)
bahşetmesiyle telakki etmiştir. Nitekim efendim ârif-i billah
Mustafa el-Bekrî, bu salâvata yaptığı şerhinde bu husus
belirtmiş; diğer taraftan şeyh Muhammed el-Bedîrî el-Kudsî
Sebebinde bunlara yer vermiş ve bu salavâtm fazilet ve üstün
meziyetlerini anlatmıştır. Ben de, Efdalu's-Salavât alâ Seyyidi's-
Sadât isimli eserimde bunları zikrettim. Dileyen oraya müracaat
edebilir. Harika bir eserdir. Bir bölümünde her müslümanm
müstağni olamayacağı Peygamberimize ( saUUıu dleLjhı vesellem)
salavât ibareleri mevcuttur.
Seyyide Fâtımatu'z-Zehrâ 1
1 Muhakkik, İbn Hacer el-Heytemı eliyor ki: Sahih olan, Fâtımatüz-Zehrâ'mn,
kesinlikle bütün dünya kadınlarından üstün olduğudur. Yine sahih olan, Fâtıma'nın
Hatice 'den daha üstün olduğudur. Çünkü Peygamberimizin değerli bir parçasıdır ve
buna hiçbir özellik denk olamaz. Hatice'nin üstün olduğunu ifade eden hadise şöyle
cevap verilebilir; onun fazileti annelik yönüyledir, üstünlük yönüyle değildir. Bu görüşü
benimseyenlerden biri de, müetehid Takiyyüddîn es-Sübkî'dir. Şöyle diyor: Bizim
tercih ettiğimiz ve Allah'a karşı tuttuğumuz yol şudur: “Fâtıma en üstündür, sonra
Hatice, sonra Âişe.” Ayrıca Sübkî, Meryem'in nübüvvetinin ihtilaflı olmasından dolayı,
Hatice'den üstün olduğu görüşünü benimsemiştir.
98
Ebedi Soylular: Ehl-i Beyt
Tirmizî ve başka muahaddisler, Usâme b. Zeyd'den
Resûlullah'm salULInu aleijhı vese Hem) şöyle buyurduğunu rivayet
ederler: “Ailemin içinde benim için en değerli olan
Fâtıma'dır .” 1
Taberânî’nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Ali b. Ebî
Tâlib: “Yâ Resûlallah, hangimizi daha fazla seversin, beni mi
Fâtıma'yı mı?” diye sordu. Resûlullah salleJlcalıu dleLjhı vese Hem) şöyle
buyurdu: “Fâtıma'yı senden fazla severim, ama sen
benim için daha değerlisin .” 2
Efendim Abdulvahhâb eş-Şa'rânî der ki: Resûlullah («JUIaW
aleyhi vesellem) Fâtıma'yı Hz. Ali'den daha fazla sevdiğini ifade
etmiştir. Fakat Ali'nin daha değerli olması, acaba sevgiden üstün
mü değil mi, bunun için ipucuna ihtiyacımız vardır. Bunun
üzerinde düşünmek gerekir.
Birçok sahabiden rivayet edildiğine göre; Peygamberimiz
(sallallahy' aleyhi veçe Hem) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü
geldiğinde. Arşsın derinliklerinden bir munadi şöyle
seslenir: «Ey topluluk! Başınızı eğin ve gözlerinizi
kapatın, Muhammed'in kızı Fâtıma sıratın üzerinden
Cennete geçecektir ».” 3
Ebû Eyyûb der ki: “Hurilerden oluşan yetmiş bin cariye ile
birlikte, yıldırım gibi geçer .” 4
İbn Hibbân, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: “Fâtıma
kadar konuşmasıyla ve sözleriyle Resûlullah'a (salUUu aleyhi
vesellem ) benzeyen hiç kimseyi görmedim. Yanma geldiğinde,
Resûlullah ( scJleJLhu aleıjlnı vese Hem) onun için ayağa kalkar, onu
1 Tirmizî (5/678), Hâkim, Müstedrek (2/452) ve Taberânî.M. el-Kebîr (22/403)
2 Taberânî, M. el-Evsat (8/ 343)
3 Taberânî, M. el-Evsat ( 1/108), İbnül-Cevzî, el-llel el-Mütenâhiye ( 1/ 263), Aclûnî,
Keşfu'l-Hafâ'da benzerini rivâyet eder ( 1 / 10 1 ).
4 Münavî, Feyzu 'l-Kadîr ( 1 /420)
Hz. Fatıma'nm Faziletleri
99
güzelce karşılar, elinden tutar ve oturduğu yere oturmasını
isterdi .” 1
Buhârî ve Müslim’in şartlarına uygun, sahih bir rivayetle
Taberânî, Hz. Âişe'nin şöyle dediğini nakleder: “Babası dışında,
Fâtıma'dan daha faziletli kimse görmedim .” 2
Hasen bir rivayetle Taberânî ve başkaları, Hz. Ali'den
Resûlullah'm ( sJalUıu caleijlu vese Hem) Hz. Fâtıma'ya şöyle dediğini
naklederler: “Allah, senin üzülmene üzülür, senin
sevinmene sevinir .” 3
el-Câmiu's-Sağîr'de geçen bir hadiste ise şöyle geçmektedir:
“Fâtıma benden bir parçadır, onun canını sıkan benim
canımı sıkar, onu memnun eden beni de memnun eder .” 4
Buhârî, Hz. Peygamber’in ( scılLILInu caleijlu vese Hem) şöyle
buyurduğunu nakleder: “Fâtıma benden bir parçadır, onu
üzen beni de üzer.”
Başka bir rivayette “Kim onu üzerse beni üzmüş olur ” 5
şeklinde geçiyor.
İbn Hibbân ve başkaları, Ebû Hureyre'nin şöyle dediğini
naklederler: Resûlullah ( sXUıu cJeijhı vese Hem) şöyle buyurdu: “Beni
daha önce ziyaret etmeyen semadan bir melek, Rabbimden
izin isteyip beni ziyaret etti. Bana müjde vererek,
Fâtıma' nın, ümmetimin kadınlarının efendisi olduğunu
haber verdi .” 6
İbn Abdi'l-Berr, Resûlullah'm ( scJULhu <sJeqhı vesellem) kızma
şöyle dediğini nakleder: “Kızım! Âlemlerin kadınlarının
1 İbn Hibbân, Sahih (15/ 403)
2 Münavı, Feyzu'l-Kadîr (2/ 53) ve İbn Hacer, Fethul-Bârî (7/139)
3 T aberânî, M. el-Kebîr (1/108)
4 el-Hâkim, Müstedrek (3/172)
5 Buhârî (3/1361)
6 Taberânî, M. el-Kebîr (22/ 423)
100
Ebedi Soylular: Ehl-1 Beyt
efendisi olmak sana yetmiyor mu?” Fâtıma: “Babacığım,
Meryem'e ne oldu?” diye sorunca: “O, kendi halkının
kadınlarının efendisidir” buyurdu . 1
Takiyyüddîn es-Subkî, Celâleddîn es-Suyûtî, Bedrüddîn ez-
Zerkeşî ve Takiyyüddîn el-Makrîzî gibi birçok araştırmacı âlim,
onun Hz. Meryem dâhil, bütün kadınlardan üstün olduğunu
ifade etmiştir.
Kendisine sorulduğunda Subkî'nin ifadesi şu olmuştur: Tercih
ettiğimiz ve Allah için tuttuğumuz görüş, Muhammed'in kızı
Fâtıma 'nm daha üstün olduğuna dairdir.
Benzer soru, İbn Ebî Dâvud'a sorulduğunda şöyle demiştir:
Resûlullah f sol 1 6i II 6i hu 6ilei}hı vesellem) şöyle buyuruyor: “Fâtıma
benden bir parçadır .” 2 Hiç kimse Resûlullah (ALLU ale 4 k
vesellem ) bir parçasına eşit olamaz.
Münâvî bunu Resûlullah 'm : solloILhu oleıjhı vese Hem) şu sözüyle
açıklar: “Âişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü, tiridin
diğer yemeklere üstünlüğü gibidir .” 3
Selef (ilk dönem âlimleri) ve haleften (sonraki âlimler) bir
grup şöyle derler: “Mustafa'nın ( s6ilİ6ilİ6ihu 6ilei}hı vesellem) bir parçasıyla
hiç kimseyi mukayese etmeyiz.”
Bazı âlimler şöyle der: Bilinmelidir ki, Hz. Peygamber’in
(sallalleFu ale 4 hı vesellem ) diğer çocukları da Fâtıma gibidir.
Hafız İbn Hacer der ki: Ebû Ya'lâ'nm Hz. Ömer'den
naklettiği hadis, Hz. Peygamber’in sollollohu 6ileıjhı vese Hem) kızlarının
hanımlarından üstün olduğuna delalet eder: “Haf sa, Osman ' dan
daha üstün birisi ile evlendi. Osman da Hafsa'dan daha
üstün biriyle evlendi .” 4
1 Ebû Nuaym, Hi/ye (2/42)
2 Kaynağı daha önce belirtildi.
3 Buhârî (3/1252) ve Müslim (4/1886)
4 Ebû Ya'lâ, Miisned (1/18)
Hz. Fatıma'nm Faziletleri
101
Nesâî, Hz. Peygamberin s o II ali <3 hu oleıjhı vesellem ) şöyle
buyurduğunu nakleder: “Kızım Fâtıma, siyah gözlü ve
terbiyelidir; ne adet görür, ne de kanaması olur ." 1
Hafız Suyûtî, Hasâis isimli eserinde şöyle der: Hz.
Peygamber’in ( scalULhu caleıjhı vesellem) kızı Fâtıma'nın özelliklerinden
birisi de; adet görmemesiydi. Çocuk doğurduğunda bir saat
içinde nifasından (lohusalıktan) temizlenirdi. Böylece herhangi
bir namaz vaktini kaçırmazdı. Bu yüzden ona Zehrâ adı
verilmiştir. Acıktığında Resûlullah ( scJULhu oleijhı vesellem) elini
göğsüne koydu, ondan sonra bir daha acıkmadı. Öleceği zaman
kendi kendini yıkadı, kimsenin kendisini (yıkamamasını ve)
görmemesini vasiyet etti. Hz. Ali kendisini bu guslüyle defnetti.
Betûl isminin verilmesine gelince; Sabbân der ki: Zamanının
kadınlarından, fazilet, din ve neseb bakımından ayrılmasından
dolayı kendisine bu isim verilmiştir. Betûl, sözlükte ayrı olmak
anlamına gelmektedir.
Suyûtî der ki: Bu yüce mevkide bulunmasına rağmen, son
derece maddi sıkıntılar içinde yaşadı. Bu, dünyanın kâmil
insanların tamah ettiği bir şey olmadığını gafillere hatırlatan bir
durumdur.
Ahmed'in rivayetine göre Bilâl, sabah namazına geç gelmişti.
Resûlullah ( scalULhu tfleıjhı vesellem) ona: “Neden geç kaldın?" diye
sorunca o: “Fâtıma'ya uğramıştım, kendisi un öğütüyordu, çocuk
da ağlıyordu. Ona dedim ki: «İstersen ununu öğüteyim, dilersen
çocuğa ben bakayım.” Dedi ki: «Ben çocuğuma karşı senden
daha merhametliyim.» (Bunun üzerine ben de unu öğüttüm)
Ondan geç kaldım .” 2
Yine Ahmed, ceyyid (sahihe yakın) bir senedle, Hz. Ali'nin
Hz. Fâtıma'ya şöyle dediğini nakleder: “Babana birçok hizmetçi
1 el-Hatîb el- Bağdadî, Tarih (12/ 331)
2 Ahmed b. Hanbel, Müsned (3/150)
102
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
geldi. Git ondan hizmetçi iste.” Sonra hep beraber O’nun yanma
vardılar. Hz. Fâtıma: “Yâ Resûlallah! Ellerim parçalanmcaya
kadar un öğüttüm. Allah sana imkân vermiş, bize hizmetçi ver.”
Resûlullah ( scJULhu <3İeL)hı vesellem ) buyurdu ki: "Vallahi sana
(hizmetçi) verip, Suffe ashabını açlıktan karınları
sırtına yapışmış bir halde bırakamam.”
Ardından şöyle buyurdu: “Benden istediğinizden daha
hayırlısını size haber vereyim mi?” (Ali ve Fâtıma)
“Elbette” dediler. Şöyle buyurdu: "Cibril'in bana öğrettiği
kelimeleri, Âyetelkürsî'yi yatağınıza girdiğinizde
okuyun, otuz üç defa teşbih edin, otuz üç defa
hamdedin ve otuz dört defa tekbir getirin.” 1
Resûlullah ( scallcallcal'iu öJetjhı vesellem) onu, Yüce Allah’ın emriyle,
hicretin ikinci yılında, Hz. Ali'yle evlendirdi. Bazı rivayetlere
göre nikâhları Muharrem'de kıyılmış, evlilikleri Zilhicce'de
gerçekleşmiştir. Evlendiklerinde Fâtıma on beş, Ali yirmi bir
yaşındaydı. Fâtıma ölünceye kadar Hz. Ali, onun üzerine başka
kadınla evlenmemiştir. Gerdek gecesinde Resûlullah ( S J JU l
öileijkı vesellem ) ona şöyle dua etmiştir: "Allahım! Onu ve
zürriyetini, taşlanmış şeytandan koruman için sana
havale ediyorum.” 2
Aynı duayı Hz. Ali için de yapmıştır. Ayrıca her ikisi için
şöyle dua etmiştir: "Allah iki yakanızı bir arada tutsun
(işlerinizi yoluna koysun).” 3
Allah onların neslini rahmetin anahtarları, hikmetin
kaynakları ve ümmetin güvencesi kılmıştır. Onlara hitaben
Resûlullah sallöJlcahu caleijlu vesellem) şöyle buyurmuştur: "Allah sizi
1 Ahmed b. Hanbel, Müsned'inde benzerini rivâyet eder: (1/106)
2 Buhârî (3/ 1 265), Müslim (4/ 1828)
3 Taberânî,M. el-Kebîr (T.2/ 412)
Hz. Fatıma'nm Faziletleri
103
mübarek kılsın, sizinle mübarek kılsın, ceddinizi aziz
kılsın, içinizden çokça temiz insanlar çıkarsın.” 1
Enes der ki: Vallahi (Allah) onlardan çokça temiz insanlar
çıkarmıştır.
Resûlullah s^lLILhu çaleLjhı vesellem), Muhâcir ve Ensâr'dan ileri
gelen sahabeleri davet ettiği nikâhta bir hutbe irad etmiştir.
Ali'nin bulunmadığı mecliste herkes toplanıp yerini alınca
Resûlullah ( scJI <all<a hu <sJeqhı vesellem) şöyle buyurdu:
"Nimetlerinden dolayı hamdedilen, kudretiyle mabud
olan, gücüne râm olunan, azabından ve satvetinden
korkulan, sahip olduğu yerde ve gökte emri hemen
yerine getirilen, kudretiyle mahlûkatı var eden,
onları hikmetleriye bezeyen, diniyle aziz kılan.
Peygamberi Muhammed'le ( scJlalbhu tfleLfhi vesellem) şereflendiren
Allah'a hamdolsun. Allah'ın adı ve azameti yücedir.
Evliliği, akrabalığı birbirine bağlayan bir bağ ve
herkesin uyması gereken farz bir emir kılmıştır. En
güzel bir şekilde şöyle buyurmuştur: "Sudan (menideıı)
bir insan yaratıp onu nesep ve sıhriyet (kan ve evlilik bağından
doğan) yakınlığa dönüştüren O'dur." ( Furkan Sur. 54)
Allah'ın emri, kazaya doğru akar, kazası da
kaderine doğru akar. Her kaza, bir kadere aittir. Her
kaderin bir eceli vardır. "Her müddetin (yazıldığı) bir
kitap vardır. Allah dilediğini siler, (dilediğini de) sabit bırakır.
Bütün kitapların aslı onun katindadır." (Ra'd Sur. 38,39) Yüce
Allah, Fâtıma'yı, Ali b. Ebî Tâlib ile evlendirmemi
emretti. Ben onları evlendirdim, siz de buna şahit
olun. Ali kabul ederse (mehir) dört yüz miskal
gümüştür.” O anda Hz. Aİİ girdi. Resûlullah ( salL/IAu aleyhi ves'ellerri)
ona tebessüm etti ve şöyle buyurdu:
"Allah seni Fâtıma'yla, dörtyüz miskal
gümüş(mehir)le evlendirmemi emretti. Bunu kabul ettin
mi?” 2
1 Ahmed b. Hanbel, Müsned (3/ 1 05) ve Taberânî, M. el-Kebîr (25/ 11 8)
2 Mübârekfurî, Tuhfetu'l-Ahvezî (4/216)
104
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
(Ali, kısa) bir konuşma yaptı ve: “Bunu kabul ettim yâ
Resûlallah” dedi.
Fâtıma vefat edinceye kadar üzerine evlenmemiştir. Bir ara
Hz. Ali, Ebû Cehl'in kızı Cüveyriyye’yi istediğinde, Resûlullah
(sallalleıiıu çilekli vesellem ) minbere çıkıp şöyle buyurdu:
“Hişâm b. el-Muğîre 1 nin çocukları, kızlarıyla Ali
b. Ebî Tâlib'i evlendirmek için benden izin istediler.
Onlara izin vermiyorum. Ali b. Ebi Tâlib, benim kızımı
boşayıp onların kızlarıyla evlenmek istemedikçe de
izin vermem. O benim bir parçamdır, onu rahatsız eden
şey beni de rahatsız eder, ona eza veren şey bana da
eza verir. Vallahi, Allah'ın Resûlu'nün (sJaLlıu aleı^i
vesellem ) kızıyla, Allah'ın düşmanının kızı bir kişinin
nikâhı altında olamaz.” 1
Bunun üzerine Hz. Ali istemekten vazgeçti.
Ebû Dâvûd der ki: Allah, Ali'ye, Fâtıma hayatta olduğu
müddetçe üzerine evlenmeyi haram kılmıştır. Fâtıma,
babasından sallalLhu aleyhi vese Hem) altı ay sonra, hicretin onbirinci
yılında, Ramazan’m üçüncü gününde, salı günü vefat etmiştir.
Ebu'l-Hasaneyn Müminleri Emiri Ali b. EbîTâlib
Hâfız İbn Hacer der ki: Hz. Ali, birçok âlimin ifadesine göre,
insanlar içinde ilk Müslüman olan kişiydi. Tam olarak, bi'setten
(peygamberliğin gelmesinden) on sene önce dünyaya gelmiştir.
Hz. Peygamber’in ( scJLILlıu caleijl'iı vesellem) elinde büyümüş ve ondan
hiç ayrılmamıştır. Tebuk dışında bütün savaşlarda onunla
beraber bulunmuştur. (O zaman onu) Medine'de bırakırken
şöyle buyurmuştur: “Benim için Hârun'un, Musa'nın
yanındaki mevkiinde olmak istemez misin?” 2
1 Buhârî (3/ 1 1 32) ve Müslim (4/ 1 903)
2 Müslim (4/1871)
Hz. Ali'nin Faziletleri
105
Onu kızı Fâtıma'yla evlendirdi. Savaşların çoğunda sancağı
kendisi taşırdı. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vese km) sahabeyi
aralarında kardeş ilan ederken, ona: "Sen benim kardeşimsin ” 1
demişti.
Menkıbeleri çoktur. Bununla ilgili İmam Ahmed şöyle der:
“Onunla ilgili anlatıldığı kadar, hiçbir sahabiyle ilgili menkibe
anlatılmamıştır. ”
Başka biri de şöyle der: Bundan dolayı Ümeyye oğulları
(Emeviler) onu tenkid etmişti. Sahabe, onun menkibeleriyle
ilgili bir şey öğrendiğinde hemen yazardı. Onu unutturmak ve
menkibelerini anlatanları tehdid etmek istedikleri her seferde,
menkibeleri, daha fazla yayıldı. Rafiziler onun hakkında (başka)
menkibeler uydurmuş olsalar da onlara ihtiyacı yoktur.
Nesâî, diğer sahabilerden farklı yönlerini yani ona has
menkıbeleri bir kitapta toplamıştır. Çoğunun senedleri de
ceyyîd (sahihe yakm)dır.
Buhârî ve Müslim, Sahîh derinde, Resûlullah'm |mIULiU jâleÇi
vesellem ) Hayber(in muhasara) gününde şöyle buyurduğunu
naklederler: "Yarın sancağı öyle birine vereceğim ki; o
Allah ve Resûlü’nü sever; Allah ve Resûlü de onu
sever. Allah onun eliyle (Hayber'i) fethedecektir."
Sabah olunca, (oradaki sahabenin) hepsi, kendilerine verilir
ümidiyle, Resûlullah'm ( sallallahu aleyhi vese Hem) yanma koştular.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem)l "Ali b. Ebî Tâlib nerede?"
diye sordu.
Dediler ki: “O gözlerinden rahatsız.” Nihayet alıp yanma
getirdiler. Tükrüğünü gözlerine sürüp hayır dua etti ve sancağı
ona verdi . 2
1 Hâkim, Miistedrek (3/15)
2 Buhârî (3/1096) ve Nesâî (5/46)
106
Ebedi Soylular: Ehlü Beyt
Hz. Ömer der ki: “Komutanlığı o gün (istediğim kadar hiç)
istememiştim.”
Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, Câbir'den şöyle nakleder:
Peygamberimiz sJXhu oleıjhı vese Hem), Huneyn günü sancağı Hz.
Ali'ye verince, (onu alır almaz kaleye doğru) koştu. Ona, yavaş
ol demeye kalkıştıklarında, surlara ulaşmıştı. (Surun) kapısına
yapışıp yere attı. Başına yetmiş kişi çullandı da ancak onu geriye
püskürtebildiler.
Resûlullah ( scılIcJltfhu cJeıjhı vese Hem), onu Berâe (Tevbe) sûresini
okuması için Kureyş’e gönderirken şöyle buyurmuştu: “(Bu
görevle) oraya gidecek kişi benden olmalı, ben de
ondan olmalıyım .” 1
Resûlullah ( scalleJlcahu aleyhi vesellem) amca çocuklarına; "Hanginiz
dünya da ve âhirette beni destekler?” dediğinde hepsi
reddetti. Ali; “Ben” dedi. Resûlullah | scJULhu <5ileqhı vese Hem) şöyle
buyurdu: "O, benim dünyada ve âhirette dostumdur .” 2
İmrân b. Husayn, Resûlullahin S(3İI<all<5ihu <3İeL)hı vesellem) şöyle
buyurduğunu rivayet eder: “Ali'den ne istiyorsunuz? Ali
bendendir, ben de Ali'denim. O, benden sonra her
müminin dostudur .” 3
Hafız İbn Hacer, İsâbe' de Ahmed b. Hanbel'in Müsned'ınden
ceyyid bir senedle Hz. Ali'den şöyle aktarır: Dediler ki: “Yâ
Resûlallah! Senden sonra kimi halife yapalım?” Şöyle buyurdu:
"Ebû Bekr'i seçerseniz, onu güvenilir, dünyaya karşı
zâhid, âhirete rağbetli (olduğunu) görürsünüz. Ömer'i
seçerseniz, güçlü, güvenilir, Allah için kınayanın
kınamasından çekinmez (olduğunu) görürsünüz. Ali'yi
seçerseniz - ki yapacağınızı sanmıyorum - sakin ve
1 Taberânî.M. el-Kebîr (12/ 98)
2 Ahmed b. Hanbel ( 1 / 330)
3 Tirmizî (5/632)
Hz. Ali'nin Faziletleri
107
sükûnet veren (biri olduğunu) görürsünüz, sizi
dosdoğru yolda götürür ." 1
İbn Abbâs şöyle nakleder: Hz. Ali bana: “Ey İbn Abbâs! Son
yatsıyı kılınca arkamdan mezarlığa gel” dedi. İbn Abbâs diyor ki:
Kılıp ona yetiştim. Mehtaplı bir geceydi. Bana: “el-Hamd'daki
elifin tefsiri nedir?” diye sordu. “Bilmiyorum” dedim. Onun
tefsiriyle ilgili tam bir saat konuştuktan sonra: “el-Hamd'daki
lâmm tefsiri nedir?” diye sordu. “Bilmiyorum” dedim. Tam bir
saat onun tefsirinden bahsetti. Sonra: “el-Hamd'daki, hânın
tefsiri nedir?” diye sordu. “Bilmiyorum” dedim. Onunla ilgili
tam bir saat konuşup sonra sordu: “el-Hamd'daki, mim in tefsiri
nedir?” “Bilmiyorum” dedim. Onun tefsiriyle ilgili tam bir saat
konuştuktan sonra: “el-Hamd'daki, dâim tefsiri nedir?” diye
sordu. “Bilmiyorum” dedim. Tan ağarması yaklaşmcaya kadar
ondan bahsetti.
Ardından bana şöyle dedi: “Kalk ey İbn Abbâs! Evine gidip
farzına hazırlan!” Kalktım, dediğini anlamıştım. Sonra
düşündüm, benim Kur'ân-ı Kerim'le ilgili ilmim, Ali'nin ilminin
yanında deryadaki bir bardak gibiymiş.
Yine İbn Abbâs der ki: “Resûlullah'm sallallahu aleyhi vesellem) ilmi
Allah'tandır, Ali'nin ilmi Resûlullah'tandır, benim ilmim de
Ali'den'dir. Benim ve Muhammed'in ashâbınm ilmi, Ali'nin
ilminin yanında, yedi denizin içinde bir damla gibidir.”
Hz. Ali'nin, ilimlerde ve anlayışta insanları nasıl geçtiğine
dikkat ediniz.
Derler ki: Abdullah b. Abbâs, Hz. Ali için o kadar ağladı ki,
gözleri görmez oldu.
Ebu't-Tufeyl der ki: Hz. Ali'yi hutbe verirken görmüştüm,
şöyle diyordu: “Sorun, Vallahi ne sorarsanız sorun size cevabını
veririm. Allah'ın Kitabı’m sorun, Vallahi her bir âyetin gece mi,
1 Ahmedb. Hanbel (1/108)
108
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
gündüz mü, ovada mı, dağda mı nazil olduğunu bilirim. İstersem
Fâtiha'nm tefsirinden yetmiş deve yükü ağırlığında (kitap)
yazarım.”
Yine İbn Abbâs şöyle diyor: Hz. Ali'ye ilmin onda dokuzu
verilmiştir. Vallahi, (diğer insanların) onda birine de ortak
olmuştur.” Muâviye nazil olan âyetleri yazarken, Ali b. Ebî
Tâlib'e sorardı. Onun öldürülme haberini aldığında şöyle
demiştir: “Ali b. Ebî Tâlib'in ölümüyle fıkıh ve ilim gitmiştir.”
Hz. Ömer, Ebu'l-Hasan (Hz. Ali)'nin olmadığı bir meseleden
Allah'a sığınırdı. Atâ'ya sordular; “Muhammed'in ashabının
içinde, Ali'den daha âlimi var mı?” diye. “Hayır, vallahi
tanımıyorum” dedi.
Muâviye, bir gün Hz. Ali'nin ashâbmdan Dırâr es-Sudâî'ye:
“Bana Ali'yi anlat!” dediğinde şu karşılığı verdi: “Beni mazur gör
ey Müminlerin emiri.” “Bana onu anlat” diye ısrar edince (Dırâr)
şöyle dedi: Onu anlatmak imkânsızdır. Geniş görüşlü ve çok
güçlüydü. Güzel konuşur ve adaletle hüküm verirdi. Onun her
tarafından ilim fışkırırdı. Etrafından hikmet taşardı. Dünya ve
güzelliğinden uzak dururdu. Gece ve gecenin sessizliğinde
dostluk bulurdu. İbretli sözleri çoktu. Uzun uzun düşünürdü.
Kısa elbiseleri ve doyurucu yemekleri severdi. İçimizde,
içimizden biri gibiydi. Soru sorduğumuzda bize cevap verirdi.
Bilgi istediğimizde bilgi verirdi. Biz ise vallahi, ona
yakınlığımıza ve onun bize olan yakınlığına rağmen,
saygımızdan dolayı onunla konuşmaya çekinirdik. Din ehline
değer verirdi. Miskinleri (kendine) yakınlaştırırdı. Yanlışında
gücüne dayanıp ısrar etmezdi. Zayıflar da adaletinden şüphe
etmezdi.
Allah şâhiddir, bazen onu görürdüm, gece çöktüğünde, sıkı
bir şekilde sakalına tutunur, hüzünlü bir şekilde ağlar ve şöyle
derdi: “Ey dünya! Benden başkasını kandır. Benim için mi
süslendin, yoksa benim için mi güzelleştin. Heyhat seni üç defa
Hz. Hasan'ın Faziletleri
109
imtihan ettim; geriye dönüş yok. Ömrün kısa, önemin az, ah
azık azlığına, yolculuğun uzunluğuna ve yolun yalnızlığına.
Bunun üzerine Muâviye ağladı ve şöyle dedi: “Ebu'l-Hasan
vallahi öyleydi, Allah rahmet etsin. Onun için ne kadar
üzülüyorsun ey Dırâr?” Şu karşılığı verdi: “Üzüntüm, çocuğu
kucağında kesilen annenin hüznü gibidir.”
Kitabın sonunda, Hulefâ-i Râşidîn'in faziletlerinden
bahsederken, ayrıca onun özelliklerinden bir nebze
bahsedeceğiz. Böylece iki meziyeti açıklamış ve iki faziletin
hakkını vermiş olacağız.
Ebû Muhammed Haşan, Müminlerin Emiri,
Resûlullah'ın (salLILhu aleyhi vesellem) Torunu ve Gülü
Hadislere göre Hulefâ-i Râşidîn'in sonuncusu.
Hicretin üçüncü yılında, Ramazan ayının ortasında dünyaya
geldi. Peygamberimiz sealLILhu cJeıjhı vesellem) ona Haşan ismini
verdi. Yedinci gün onun için akîka kurbanı kesti. Saçlarını tıraş
etti ve ağırlığınca fakirlere gümüş verilmesini emretti.
Ebû Ahmed el-Askerî der ki: Peygamberimiz (ALLU a le 4 k
vesellem ) ona Haşan ismini verdi, Ebû Muhammed künyesiyle
çağırdı, Cahiliye döneminde bu isim (Haşan) bilinmezdi. İkrime,
İbn Abbâs'm şu sözünü nakleder: Resûlullah sJJriu eJe 4 in vesellem)
Hasan'ı omuzunda taşıyordu. Adamın biri: “Ey çocuk! Ne güzel
birine binmişsin” deyince Resûlullah ( s <51 II <3 İL hu tfleijhı vese Hem) şöyle
buyurdu: "Ve ne güzel binici ." 1
1 Tirmizî (5/661)
110
Ebedi Soylular: Ebl-1 Beyt
Berâ' b. Âzib bildiriyor: Resûlullah'ı ( sa I \a I \a lı j aleqlı VBsellem)
omuzunda Haşan b. Ali'yle gördüm, şöyle diyordu: "Allahım!
Ben onu seviyorum, sen de onu sev ." 1
Buhârî'de Ebû Bekre'den nakledilen şu hadis yer almıştır:
Resûlullah'ı ( sat I \o I Ic^hu tfleLjhı vesellem) minberde görmüştüm, Haşan b.
Ali de yanındaydı; bir insanlara, bir ona dönüp şöyle diyordu:
"Benim bu oğlum seyyiddir, umarım Allah, onun
sayesinde Müslümanlardan iki grubun arasını ıslah
eder ." 2
Yine Ebû Bekre'den şöyle rivayet edilir: Resûlullah (şali ,1 -
«aleıjln vesellem ) insanlara namaz kıldırıyordu. Secde ettiği zaman
Haşan b. Ali sırtına çıkardı. Bunu defalarca yaptı. Resûlullah'a
(staı I l<aı I löilıp aletli vsse Hem) dediler ki: “Buna öyle davranıyorsun ki,
başkasına böyle davrandığını görmemiştik.” Şöyle buyurdu:
"Benim bu oğlum seyyiddir. Allah onunla iki büyük
Müslüman grubun arasını bulacaktır .” 3
Abdullah b. ez-Zübeyr şöyle diyor: Peygamber (s«IÜLL ale 4 k
vesellem) ailesinin içinde en çok O'na benzeyen ve O’nun en fazla
sevdiği kişi, Hasan'dır. Secde ederken boynuna veya sırtına
bindiğini görmüştüm. Kendisi inmedikçe onu indirmezdi. Rükû
ederken, iki bacağının arasından öbür tarafa geçtiğini
görmüştüm.
Buhârî'deki bir rivayete göre Ebû Muleyke, Ukbe b. Hâris'in
şöyle dediğini nakleder: Hz. Ebû Bekr, bize namaz kıldırdı,
sonra dışarı çıktı. Haşan b. Ali'yi oynarken gördü. Onu alıp
omuzuna bindirdi ve şöyle dedi:
Yemin ederim , Ali'ye benzemiyor,
Resûlullah (dedesin)e benziyor.
1 Buhârî (3/1370) ve Müslim (4/1883)
2 Buhârî (2/962)
3 Ahmedb. Hanbel (5/44)
Hz. Hasan'ın Faziletleri
111
(Bunu duyan) Hz. Ali de gülüyordu. Hz. Fâtıma da Hasan'ı
sallarken öyle derdi.
Züheyr b. el-Erkam anlatıyor: Haşan b. Ali çıkmış hutbe
veriyordu. Ezdişenûe'den bir adam kalktı ve şöyle dedi: Ben,
Resûlullah'm ( seJLIlcahıu caleıjhı vese Hem) onu kucağında taşırken
gördüğüme şahidim. Şöyle diyordu: “Beni seven onu sevsin,
buna (bu gerçeğe) şahit olan görmeyene bildirsin .” 1
Peygamberin ( scallcallcahıu eJeıjhı vese Hem) saygınlığı olmasaydı bunu
kimseye anlatmazdım.
Ebû Hureyre de Resûlullah'm ( scalULhu caleıjhı vese Hem) şöyle
buyurduğunu nakleder: “Allahım! Ben onu seviyorum, onu
seveni de seviyorum .” 2
Yine Ebû Hureyre şöyle diyor: Ne zaman Haşan b. Ali'yi
görsem gözlerimden yaşlar dökülür. Bunun sebebi şudur:
Resûlullah scJLILhu caleıjhı vesellem) bir gün ben Mescid’de iken
çıkageldi, elimden tutup bana yaslandı ve böylece Kaynukâ
çarşısına kadar yürüdük. Oraya baktıktan sonra döndü ve
Mescid’de oturdu. Ardından; “Oğlumu çağır!” buyurdu. Haşan
b. Ali çekiştirilerek geldi ve kucağına oturdu. Resûlullah (ü -IU l
öileijhı vesellem ) onun, yani Hasan'ın ağzını açmaya çalıştı. Ağzını
onun ağzına koyup şöyle diyordu: “Allahım! Onu seviyorum,
onu seveni de seviyorum.” Bunu üç defa tekrar etti . 3
Hz. Hasan’ın on defa yürüyerek hacca gittiği rivayet edilir.
Şöyle derdi: “Allah'ın Beyt’ine yürümeden O'nunla
buluşmaktan utanırım.” Üç defa mallarını Allah için dağıttı. Bir
ayakkabı alıp birini ayırırdı. İki defa bütün malından vazgeçti.
1 Ahmed b. Hanbel (5/ 366)
2 el-Hatîb el-Bağdâdî, Tarih ( 12/9)
3 Buhârî (2/747)
112
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
Resûlullah'm ( söJlcJltfhu aleyhi vesellem) “Benim bu oğlum
seyyiddir (liderdir)” 1 sözü gerçekleşmiş oldu.
Babasının öldürülmesinden sonra halife olduğunda, ona
kırkbin kişiden fazla kişi biat etti. Bunlar, babası (Hz. Ali) için
ölmeye biat etmişlerdi, Hasan'ı çok severler ve ona itaat
ederlerdi. Yaklaşık yedi ay boyunca, Irak, Horasan, Yemen,
Hicaz ve diğer yerlerin halifeliğini yapmıştır.
Sonra yönetimi savaş yapmadan Muâviye'ye teslim etmiştir.
Tek endişesi Müslümanların kanlarının dökülmesiydi. Yönetimi
devredince Muâviye, Küfeye girmeden önce insanlara şöyle bir
hutbe irâd etti:
“Ey insanlar! Biz, sizin yöneticileriniz ve misafirleriniziz. Biz,
Allah'ın kirini giderdiği ve tertemiz kıldığı, Peygamberinizin
Ehl-i Beyt’iyiz.”
Bu sözleri tekrar etti, onu işitip ağlamayan kalmadı.
Muâviye, Küfeye girdiğinde ona şöyle dedi: “Ey Haşan! Kalk
ve aramızda geçenleri insanlara anlat.” Haşan, istemeyerek
kalktı. Allah'a hamdü sena ettikten sonra şöyle dedi:
“Ey insanlar! Allah, birincimizle sizi hidayete erdirdi,
sonuncumuzla kanlarınızı muhafaza etti. Dikkat buyurun, iyinin
daha iyisi muttaki olandır. Acziyetin en âcizi kan dökmektir.
Muâviye ve benim aramızda olan bu ihtilafa gelince; benden
daha fazla hak etse de, benim hakkım olsa da (hilafeti), Allah
için ve Ümmet-i Muhammed'in iyiliği ve kanlarının
dökülmemesi için terk ettim.”
Sonra Muâviye'ye döndü ve şöyle dedi: “Düşünüyorum, belki
bu, sizin için bir imtihandır; ya da bir süreliğine
faydalanacağınız bir nimettir.”
Allâme Sabbân der ki: Ondan vazgeçince; yani hilafetten
Allah rızası için vazgeçince, Yüce Allah ona ve Ehl-i Beyt’e
1 Kaynağı daha önce belirtildi.
Hz. Hasan'ın Faziletleri
113
batmî hilafeti ihsan etti. Bu yüzden bir grup (âlim), evliyanın
kutbunun her zaman Ehl-i Beyt’ten olacağını ileri sürmüştür.
Başkalarından olabileceğini söyleyenler arasında Üstâd Ebû'l-
Abbâs el-Mursî de vardır. Bunu kendisinden öğrencisi, Tâcuddîn
İbn Atâullah nakletmiştir.
Kutublarm ilki Haşan mıdır? Yoksa kutubluğu, Hz.
Mustafa'dan (sJJX cJeıjhı vese Hem) ilk alan ve hayatı boyunca
taşıyan Fâtımatu'z-Zehrâ mıydı? Sonra ondan Ebû Bekr'e, sonra
Osman'a, sonra Ali'ye, sonra da Haşana mı geçti?
Ebu’l-Abbâs el-Mursî, birinci görüşü benimsemiştir. İkinci
görüşü ise, Münâvî'nin Tabakât ’ ma göre, Ebu'l-Mevâhib et-
Tûnusî benimsemiştir.
Münâvî'nin el-Câmiu's-Sağîr üzerine yaptığı şerhinde şu
metni görmüştüm:
Harâlî der ki: Tarikat ehlinin silsilesi, her açıdan, şeyhler ve
müridler bakımından Ehl-i Beyt’e dayanır. Nitekim bütün
şeyhlerin tarikat yönü, ariflerin tâcı Ebû'l-Kâsım el-Cüneyd'e
dayanır. Başlangıçta Cüneyd (tasavvufu) dayısı Seriy'den
almıştır. Seriy, Ma'rûf tan imamlık almış; Ma'rûf ise Ali b. Mûsa
er-Rıza'nm kölesiydi. (Ali b. Mûsa er-Rıza) da atalarından
(almıştır). Allah hepsinden razı olsun. Böylece herkes Hz. Ali'ye
bağlanmış olur.
"İşte onlar, Allah'ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki,
kurtuluşa erecekler de sadece Allah'ın tarafında olanlardır."
(Mücâdele Sur. 22)
Sonra Sabbân onun (Hasan’ın) sözlerinden bazılarına yer
vermiştir:
“Mürüvvet; iffet ve malvarlığını yönetmektir.”
“Kardeşlik; rahatlıkta ve sıkıntıda birbirine destek olmaktır.”
“Hızlı davranılması gereken ganimet; takvâya rağbettir.”
Çocuklarına ve yeğenlerine şöyle derdi: “İlmi öğrenin, eğer
ezberlemeye gücünüz yetmiyorsa yazıp evinizde saklayın.”
114
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
Vefat edeceği zaman kardeşi Hüseyn'e şöyle dedi: “Kardeşim!
Sana tavsiyem, hilafeti sakın isteme. Vallahi, Allah'ın bize, hem
nübüvveti, hem hilafeti vereceğini sanmıyorum. Küfe
sefihlerinin seni basit görmesine ve ayaklanmana sebep
olmalarına müsaade etme. Sonra pişman olursun ve de
pişmanlığın sana fayda etmez.”
İbn Sa’d, Saîd b. Abdirrahman kanalıyla babasının şöyle
dediğini nakleder: Kureyş'ten bir grup birbirleriyle üstünlük
tartışmasına girdiler, her biri kendinde olan üstünlükleri anlattı.
Muâviye, Haşan b. Ali'ye dedi ki: “Seni konuşmaktan alıkoyan
nedir, sen dilsiz misin?” Şöyle cevap verdi: “Bahsettikleri her
üstünlük ve faziletin zamanı ve özelliği geçmiştir. Geçip giden
bir üstünlüğü konuşmaya ne gerek var.”
Şeyh-i Ekber (İbn Arabi) Musâmerât'mda anlatıyor: Bir gün
Muâviye, yanında insanların ileri gelenleri ve başkaları varken
şöyle dedi:
“Bana anne, baba, amca, hala, dayı, teyze, dede ve nine
bakımından insanların en üstünün kim olduğunu söyleyin.”
Mâlik b. Aclân kalktı ve Hasan'ı işaret ederek dedi ki: “İşte o,
onun babası Ali b. Ebî Tâlib, annesi Resûlullah'ın (işLLL a le 4 k
vesellem) kızı Fâtıma, ninesi Hatice binti Huveylid, dedesi
Resûlullah ( scJUlcahu <3İeL)hı vese Hem), amcası Cennete uçan Câfer,
halası Ebû Tâlib'in Kızı Ümmü Hâni, dayıları ve teyzeleri Hz.
Peygamber'in ( sJJX. <3İeıjl"iı vese Hem) çocuklarıdır.” Herkes sustu.
Haşan ayağa kalktı. Benû Sehm'den bir adam kalktı ve şöyle
dedi: “İbn Aclân'm böyle konuşmasını sen mi istedin?” İbn
Aclân: “Ben, doğruları söyledim, insanlardan hiç kimse, dünyada
tehlikede olmadıkça, mahlûkun rızasını, Hâlik'a isyan ederek
istemez. Aksi halde âhireti cehennemde son bulur. Hâşim
oğulları sizden daha açık elli ve gelecekleri daha aydınlıktır. İşte
böyle ey Muâviye” deyince Muâviye: “Vallahi evet” dedi.
Hz. Hasan'ın Faziletleri
115
Haşan zehirlenerek, bir görüşe göre hicri ellinci yılda vefat
etti ve Bakî kabristanında defnedildi.
Açıklama
Hâfız Suyûtî, Tarîh el-Hulefâ ' sında naklediyor: Beyhakî ve
İbn Asâkir bildiriyor: Ebu'l-Münzir Hişâm b. Muhammed,
babasının şöyle dediğini nakleder: Haşan b. Ali, (maddi)
sıkıntıya düşmüştü. Onun maaşı, senede yüz bindi. Muâviye bir
senesinde onu ödememişti. Çok fazla yokluk çekiyordu.
(Kendisi) der ki: “Muâviye'ye yazıp, hatırlatmak için divit
(kalem ve mürekkep) istedim, sonra vazgeçtim. Rüyada
Resûlullah'ı ( scJltflItfl-ıu caleijhı vese Hem) gördüm. Bana dedi ki: «Sen
nasılsın ey Haşan?» Dedim ki: «İyiyim babacığım.» Ardından
bana verilmesi gereken paranın geciktiğinden bahsettim.
Buyurdu ki: «Sen, senin gibi bir mahlûka bunu hatırlatmak için
divit mi istedin?» Dedim ki: «Evet ya Resûlallah, ne yapayım?»
Buyurdu ki: «Şöyle dua et; Allahım! senden yardım istemeyi
kalbime yerleştir. Senin dışındakilerden yardım istemeyi bana
nasip etme ki, senden başka hiç kimseden dileğim olmasın.
Allahım! Baştakilere ve sonrakilere verdiğine gücüm yetmiyor
değil, bir kusurum yok, arzum tükenmiş değil, meselem
bilinmiyor ve inancımdan dolayı dilim söyleyemeye varmıyor.
Onu bana tahsis et ey âlemlerin Rabbi.»”
Haşan der ki: Vallahi duamın üzerinden bir hafta geçmeden
Muâviye bana, bir milyon beşyüz bin gönderdi. “Kendisini
zikredeni unutmayan ve dua edenin duasını boşa çıkarmayan
Allah'a hamdolsun” dedim. Hz. Peygamberi sallallalıu aleijlıı vesellem)
rüyada gördüm, bana: “Nasılsın ey Haşan?” diye sorunca “İyiyim
yâ Resûlallah” dedim ve hikâyemi anlattım. Şöyle buyurdu:
“Oğlum işte, Hâlik'a el açıp, mahlûka el açmayan öyle olur .” 1
1 Bu hadis keşfidir ve senedi sahihtir.
116
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
Ebû Abdillah Hüseyn ,
Resûlullah'ın (stfILIlöthu aleyhi vesellem) Torunu ve Gülü
Hicretin dördüncü yılının Şaban ayında dünyaya geldi.
Câfer b. Muhammed der ki: Hasan'ın doğumu ve (Fâtıma'nm)
Hüseyn'e hamile kalması arasında sadece bir temizlenme
dönemi var dır . Elli gece diyenler de vardır. Resûlullah JJat»
dleıjkı vesellem ) ona ağzıyla tahnik yapmış (yeni doğan çocuğa bir şey
tattırmış) damağını ovmuş, kulağına ezan okumuş ve ona dua
etmiştir. Yedinci gününde adını Hüseyin koymuş ve onun için
akîka kurbanı kesmiştir. Çocukluğundan itibaren cesur ve atak
idi. Bu bilgiler, Is'âf ta geçmektedir.
Ayrıca onun faziletiyle ilgili birkaç hadis nakletmiştir:
"Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim. Allahım!
Hüseyin'i seveni sev, Hüseyin (peygamber) torunlardan
bir torundur ." 1
"Kim Cennet ehlinden bir adama bakmaktan mutlu
olacaksa," başka bir lafızda; "Cennet ehli gençlerinin
efendisine bakmak istiyorsa, Hüseyin b. Ali'ye
baksın ." 2
Ebû Hureyre'nin rivayetine göre, Resûlullah (sJJaA Yl
vesellem ) Mescid’de oturdu ve: "(Yaramaz) çocuk nerede?" diye
sordu. Hüseyin yürüyerek geldi ve kucağına atladı.
Parmaklarıyla Resûlullah'ın ( scJLILhu cJeijhı vese Hem) sakalıyla
oynamaya başladı. Resûlullah i sallcallcalıu dletjkı vesellem) ağzım açtı ve
ağzını Hüseyn'in ağzına koyduktan sonra şöyle dedi: "Allahım!
Ben onu seviyorum, onu seveni de seviyorum ." 3
1 Tirmizî (5/658)
2 Buhârî (2/ 506) ve Müslim (4/ 1931)
3 Hâkim, Müstedrek (3/ 185)
Hz. Hüseyin'in Faziletleri
117
Yine Ebû Hureyre’den şöyle nakledilir: “Resûlullah'ı A ULA
öileijkı vesellem ), Hüseyin'in ağzından akan suyu, birinin hurmayı
emdiği gibi emdiğini gördüm .” 1
Başka bir rivayetinde şöyle geçer: Hz. Hüseyin onların içinde
Resûlullah'a ( scalLILlıu aleyhi vesellem ) en fazla benzeyen kişiydi. İbn
Ömer, Kâbe’nin gölgesinde oturuyordu, Hüseyin'in karşıdan
geldiğini görünce şöyle dedi: “Bu, bugün yeryüzünde bulunanlar
içinde göktekilerin en fazla sevdiği kişidir.”
Hz. Hüseyin, yirmi beş defa yürüyerek hacca gitmiştir.
Faziletleri çoktu; çokça namaz kılar, oruç tutar, hacca gider,
sadaka verir ve her türlü hayır işini yapardı. Bunu İbnü’l-Esîr ve
başkaları ifade etmiştir.
Derler ki: Hz. Hüseyin, kardeşinin hilafeti Muâviye'ye teslim
etmesinden hoşlanmadı ve ona dedi ki: “Muâviye'mn davasını
tasdik edip, babanın davasını yalanlamamanı Allah adına sana
hatırlatıyorum.” Haşan ona şu karşılığı verdi: “Sus, bu konuyu
senden daha iyi biliyorum.”
Hafız İbn Hacer el-Askalânî, İsâbe ' de anlatıyor: Hüseyin,
Medine'de ikamet ediyordu, sonra babasıyla birlikte Kûfe'ye
gitti, onunla birlikte Cemel, Sıffin ve Haricilerin savaşlarında
bulundu. Babası öldürülünceye kadar onunla beraber kaldı.
Sonra hilafeti Muâviye'ye teslim edinceye kadar kardeşi
Hasan'm yanında kaldı, onunla birlikte Medine'ye döndü.
Muâviye ölünceye kadar orada kaldı. Mekke'ye gidince,
Muâviye'nin ölümünden sonra İraklıların, ona biat ettiklerine
dair mektupları gelmeye başladı. Onlara amcası oğlu, Müslim b.
Akıl b. Ebî Tâlib'i gönderdi, (kendisinin adına) onların biatim
kabul etti ve ona haber gönderdi. Oraya gitmek üzere yola
çıkınca şehit edildi.
1 Bu hadisin kaynağı bulunamamıştır.
118
Ebedi Soylular: Ehbi Beyt
Ammâr b. Muâviye ez-Zehebî der ki: Ebû Cafer Muhammed
b. Ali b. Hüseyn'e, “Hüseynin öldürülmesini bana (öyle) anlat
ki, orada bulunmuş gibi olayım” dediğimde şöyle anlattı:
Muâviye öldüğünde, Yelîd b. Ukbe b. Ebî Sufyân, Medine
valisiydi. O gece Hüseyn b. Ali'ye biat etmek için haber
gönderdi. Ona, “Beni mazur görüp anlayış göster” dedi ve
Mekke'ye gitti. Ona Küfe halkının mektupları geldi. “Biz
kendimizi senin yoluna adadık, (sen gelmedikçe) valiyle Cuma
(namazı) kılmayacağız” diyorlardı. Nu’mân b. Beşîr el-Ensârî
Küfe valisiydi. Hüseyn b. Ali, onlara Müslim b. Akîl'i gönderip
ona; “Kûfe'ye git bana onlarmz yazdıklarını araştır, eğer
gerçekse onlara giderim” dedi. Müslim yola çıktı, Medine'den
geçerken yanma iki rehber aldı. Çölde yol almaya başladılar,
susuzluktan dolayı rehberlerden biri öldü. Müslim, Kûfe'ye
vardığında, Avsece adında bir adamın evine misafir oldu. Küfe
halkı geldiğini duyunca yanma koştular. Onlardan on iki bin kişi
kendisine biat etti. Yezid b. Muâviye taraftarlarından birisi,
(vali) Nu’mân b. Beşîr'in yanma gitti ve dedi ki: “Sen zayıfsın
veya zayıf görülüyorsun, memleket mahvoldu.” Nu’mân ona:
“Allah'a itaat konusunda zayıf olmam, ona isyan ederek güçlü
olmamdan iyidir, ben duvar yıkan kişi değilim” karşılığını verdi.
Adam bunları, Yezîd'e yazdı. Yezîd, Serhûn adında bir
kölesini çağırıp ona danıştı. (Serhûn, Yezide) dedi ki: “Kûfe'ye
Ubeydullah b. Ziyâd’dan başkası (vali) olamaz.” Yezîd,
Ubeydullah’a kızgındı ve Basra valiliğinden azletmeyi
düşünüyordu. Ona, kendisini affettiğini ve Küfe valiliğine terfi
ettirdiğini yazdı. Müslim b. Akîl'i yakalamasını ve
yakalayabilirse öldürmesini emretti. Ubeydullah b. Ziyâd, Basra
halkının ileri gelenleriyle birlikte yola çıktı, fakat Kûfe'ye
yüzünü kapatarak (kimliğini gizleyerek) girdi. Kime uğrayıp
selam verse, orada bulunanlar ona; “ve aleykesselam, ey
Hz. Hüseyin'in Faziletleri
119
Resûlullah'm oğlu!” diyorlardı. Onlar Hüseyn b. Ali'nin
geldiğini sanıyorlardı.
Ubeydullah, saraya geldiğinde bir kölesini çağırıp, ona üç bin
dirhem verdi ve dedi ki: “Git ve Küfe halkının biat ettiği adamı
sor. Yanma gir ve Humus'tan geldiğini söyle. Bu paraları ona ver
ve biat et.” Köle, arayıp sordu, onu yeni biat eden yaşlı bir
adama götürdüler. Ona durumunu anlattı. Adam ona dedi ki:
“Allah'ın doğru yola iletmesi beni mutlu etti. Beni üzen işimizin
hala sağlamlaşmamış olmasıdır.”
Sonra onu, Müslim b. Akîl'in yanma götürdü. Ona biat etti,
parayı verdi ve çıkıp Ubeydullah b. Ziyâd'm yanma geldi. Ona
olanları anlattı. Ubeydullah geldiğinde Müslim kaldığı evden
başka bir eve taşındı ve Hâni' b. Urve el-Murâdî'nin evinde
ikamet etmeye başladı. Ubeydullah, Küfe halkına; “Hâni 1 b.
Urve'ye ne oldu hiç görünmüyor?” demişti. Muhammed b. el-
Eş'as, Küfenin ileri gelenleriyle ona gittiğinde kapısının önünde
duruyordu. Ona dedi ki: “Vali senden bahsetti ve neden
geciktiğini sordu, ona git.” Onlarla beraber (atma) bindi.
Ubeydullah 'm yanma girdiğinde yanında Kadı Şureyh vardı.
Ona selam verdi. Ubeydullah ona: “Ey Hâni'! Müslim b. Akıl
nerede?” diye sorunca “Bilmiyorum” dedi. Karşısına Müslim'e
para veren köleyi çıkardı. Onu görünce eline yapışıp şöyle dedi:
“Ey emir! Vallahi evime ben davet etmedim, kendisi gelip
misafirim oldu.” Bunun üzerine “Onu bana getir!” dedi. Hâni'
geri çekildi. Yaklaştırmalarını istedi, yaklaştırdılar, ona sopayla
vurdu ve hapsedilmesini emretti. Haber yakınlarına ulaşınca,
sarayın kapısında toplandılar. Ubeydullah gürültüyü duyunca,
Kadı Şureyh'e, “Çık ve onlara; Müslim ile ilgili bilgi almak için
alıkoyduğumu, ona bir zarar gelmeyeceğini bildir” dedi. (Kadı)
bunları söyleyince dağıldılar.
Müslim b. Akil haberi alınca taraftarlarını çağırdı. Etrafında
Küfe halkından kırk bin kişi toplandı. Bindi (ve saraya gitti).
120
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
Ubeydullah, Kûfe'nin ileri gelenlerine haber gönderdi, onları
sarayın içinde yanında topladı. “Her birinin aşiretinin başına
geçip onları dağıtmasını emret” dedi. (Her biri) aşiretiyle
konuşunca, yavaş yavaş dağılmaya başladılar. Akşam olduğunda
Müslim'in yanında çok az sayıda Küfeli kalmıştı. Karanlık
basınca onlar da gittiler. Tek başına kalınca gece sokaklarda
kayboldu. Bir kadının kapısına geldi, “Ona su verir misin?” dedi.
Kadın su verdi, suyu içip kapıda öylece bekledi. Kadın: “Ey
Allah'ın kulu! Endişeli görünüyorsun olay nedir?” diye sorunca:
“Ben, Müslim b. Akîl'im, sığınacak yerin var mı?” dedi. Kadın:
“Evet, içeri gir!” dedi. Kadının bir çocuğu vardı ve Muhammed
b. el-Eş'as'm hizmetçilerindendi. Hemen çocuk Muhammed b.
el-Eş'as'a koşup haber verdi. Müslim, evin birden kuşatılmasıyla
şaşırdı. Bunu görünce kendini savunmak amacıyla kılıcını çekip
çıktı. Muhammed b. el-Eş'as ona emân verdi. Elinden tutup
Ubeydullah'a götürdü. Emretti saraya çıkarıldı, sonra
(Ubeydullah) onu öldürdü. Hâni' b. Urve'yi de öldürüp ikisini
çarmıha gerdi. Şairler onlarla ilgili şöyle dedi:
Bilmiyorsan ölümün ne demek olduğunu ,
Bak ta gör Mâni'yle Müslim'in çargıdaki halini.
Hüseyin bu olayın haberini duyduğunda Kâdisiye'ye
varmasına üç mil kalmıştı. Onu Hurr b. Yezîd et-Temimî
karşıladı ve: “Geriye dön, geldiğim yerde senin için iyi şeyler
yoktur” diyerek olan biteni anlatınca, Hüseyin dönmek istedi.
Beraberinde Müslim'in kardeşleri vardı. Dediler ki: “Vallahi
dönmeyiz, ya intikamımızı alırız, ya da ölürüz.” Bunun üzerine
hareket ettiler. Ubeydullah ise onu karşılamak için orduyu
hazırlamıştı. Kerbela'da karşılaştılar. Hüseyin orada konakladı,
yanında kırk beş süvari ve yüz dolayında yaya vardı. Orduyla
karşı karşıya geldiler, komutanları Ömer b. Sa'd b. Ebî Vakkâs
idi. Ubeydullah onu komutan tayin etmiş ve Hüseyin ile
yapacağı savaştan (galip) gelirse, bu göreve devam edeceği
Hz. Hüseyin'in Faziletleri
121
sözünü vermişti. Karşı karşıya geldiklerinde Hüseyin ona dedi
ki: Üç teklifimden birini tercih et; Ya uzakta bir yere gideyim,
ya Medine'ye döneyim ya da Yezîd b. Muâviye’ye biat edeyim.
Ömer bu üçüncüsünü kabul etti ve Ubeydullah’a yazdı.
Ubeydullah ona şu cevabı yazdı: “Bunu bana biat etmesi şartıyla
ancak kabul ederim.” Hüseyin bunu kabul etmedi ve savaş
başladı. Sonuçta Hz. Hüseyin'i ve yanındakileri katlettiler.
Aralarında Ehl-i Beyt’ten on yedi genç vardı. Sonra öldürüldü ve
başı Ubeydullah'a götürüldü. O da onu ve Ehl-i Beyt’ten canlı
kalanları Yezîd'e gönderdi. Aralarında Ali b. Hüseyn de vardı ve
hastaydı. Ayrıca onun halası Zeyneb vardı. Yezîd'in yanma
vardıklarında, Yezîd onları ailesinin arasına aldı ve Medine'ye
gönderdi.
Hafız İbn Hacer, bu hikâyeyi böyle naklettikten sonra şunları
söylüyor: “Eskilerden bir grup, Hüseyn'in katlini öyle bir yazıya
döktüler ki, içlerinde yanlış aktarılan, abartılan, maksatlı ve
doğru olanlar vardır. Bu naklettiğim hikâyede bunlardan hiç biri
yoktur.” Şöyle devam ediyor:
İbrâhîm en-Nehaî'nin şöyle dediği sahih olarak nakledilir:
“Hüseyn ile savaşanlar arasında olsaydım, sonra da Cennete
girseydim, Resûlullah'm sallallahu aletjhı vese Hem) yüzüne bakmaya
utanırdım.”
Hammâd b. Seleme diyor ki: Ammâr b. Ebî Ammâr, İbn
Abbâs'm şöyle dediğini nakleder: Resûlullah'ı Ç a A- a le 4 l;
vesellem ) gün ortasında rüyada gördüm. Saçları birbirine karışmış,
üstü başı toz içinde, elinde içinde kan olan bir şişe vardı. Dedim
ki: “Anam babam sana feda olsun ya Resûlallah, bu nedir?” “Bu,
Hüseyn ve arkadaşlarının kanıdır. Henüz bugün elime geçti .” 1 O
gün, öldürüldüğü gündü.
1 Bu hadis keşfidir ve senedi sahihtir.
122
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
Ümmü Seleme'den cinlerin Hüseyn b. Ali için ağıt yaktığını
işittiği nakledilir.
Zübeyr b. Bekkâr der ki: Hz. Hüseyn, hicretin altmış birinci
senesinde Aşûre günü şehit edildi.
İbnü’l-Esîr, “O gün Cuma günüydü” der. Cumartesi olduğu da
söylenir.
Is'âf ta şöyle geçer: “Onunla savaşanların çoğu, ona mektup
yazanlar ve ona biat edenlerdi.”
Katilinin, Sinân b. Enes en-Nehaî olduğu söylenir. Başkası da
olabilir. Zira birisi İbn Ziyâd'a gelip şu şiiri okur:
Altın ve gümüşlerle yüklensin develerim ,
Çevrelenmiş sultanın günkü katili b enim.
Ana baba yönünden şereflidir hasebi,
Daha hayırlısına dayanıyor nesebi.
İbn Ziyâd ona kızdı ve boynunu vurdurdu.
Başka bir hikâyeye göre, Resûlullah'm ( scJLILI'iu caleijlu vesellem) şu
sözünü tasdik etmek için öldürdü: "Ehl-i BeytC im benden
sonra, ümmetim tarafından öldürülecekler ve itilip
kakılacaklardır . Kavmimiz içinde bize en fazla kin
duyanlar, Ümeyye oğulları ve Mahzûm oğullarıdır ." 1 Bu
hadisi Hâkim rivayet etmiştir.
Yüce Allah, Ubeydullah b. Ziyâd ve taraftarlarının, hicri
altmış yedinci senesi, Aşûre günü öldürülmelerini takdir etti.
Muhtâr b. Ubeyd, onun için, İbrâhîm b. el-Eşter en-Nehaî
komutasında bir ordu hazırladı. İbrâhîm savaşta onu kendi eliyle
öldürdü. Pis kellesini Muhtâr'a gönderdi. Muhtâr onu İbnü’z-
Zübeyr'e gönderdi. İbnü’z-Zübeyr onu Ali b. el-Hüseyn'e
gönderdi.
1 Hâkim, Miistedrek (4/ 534)
Hz. Hüseyin'in Faziletleri
123
Tirmizî'nin naklettiğine göre; başı getirilip taraftarlarının
başlarıyla birlikte, mescide asılınca, bir yılan geldi kafatasların
içinde dolaştı. Sonra onun kellesinin içine burnundan girdi.
Uzun süre orada kaldıktan sonra çıktı. Bunu iki veya üç defa
tekrar etti.
Hâkim'in naklettiği ve Müslim'in şartlarına göre sahih olan
bir rivayete göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Yüce Allah,
Muhammed'e ( salleıllcalıu aleıjhı vese Hem) şöyle vahyetti: Zekeriya
(Peygamber) in oğlu Yahya'nın (öldürülmesine) karşılık, yetmiş
bin (kişi) öldürdüm. Senin kızının oğluna karşılık, yetmiş bin
üzerine yetmiş bin öldüreceğim. 1
Nakledildiğine göre Peygamberimiz ( SöilULhu eJeıjlıı vesellem) şöyle
buyurmuş: "Hüseyin'in katili, ateşten bir tabut
içindedir. Dünya ehlinin yarısının azabı kadar azab
çekmektedir ." 2
Allâme Sabbân şöyle diyor: İmam Ahmed, Yezîd'in kâfir
olduğu görüşündedir. Onda bulunan ilim ve Allah korkusu,
Yezîd'in yaptığıyla ilgili, tesbit ettiği açık deliller elde etmedikçe
böyle düşünmemesini gerektirir. Bir grup âlim onun bu
görüşüne katılmıştır. İbnu'l-Cevzî ve başkaları gibi.
Fasık olduğu konusunda müttefiktirler. Bir kısmı da ismiyle
lanetlenmesini caiz gördüler.
İbnu 1-Cevzî'ye dediler ki: “Öldürme olayı Kerbelâ'da
gerçekleşirken, Şam'da bulunan Yezîd'e nasıl Hüseyin'in katili
denilebilir?” Cevap olarak şu şiiri okudu:
Rahat içinde atan , oku uzağa attı,
Irak' ta bulunana oku isabet etti.
1 Hâkim, Müstedrek (2/319)
2 Deylemı, Firdevs (3/ 220)
124
Ebedi Soylular: Ehhi Beyt
İbnü'l-Esîr der ki: İnsanlar tarafından en fazla ağıt yakılan
kişidir. Onunla ilgili yakılan ağıtlardan biri de Süleyman b.
Kubbe el-Huzâî'nin şu şiiridir:
Nebi' rıin torunları, evlerini görmüştüm,
içinde yaşanırken onun gibisi yoktu.
Allak kiçb ir haneyi eklinden ayırmasın,
Bırakıp da gitmenin çatıp gelse de vakti.
Gıpta ederk en herkes viran oluverdiler,
Viranelik büyüdü, ağır bir vaka oldu.
Öyle insanlardı ki; kınından çıktığında,
Kılıçları, affetmez ama kusuru yoktu.
Kerbela'da yapılan Hâşimî katliamı,
Zelil etti İslam'ı, onun boynunu büktü.
Hüseynin ölümüne tüm memleket ürperdi,
Görmez misin yeryüzü toptan yatağa düştü.
Gök onu kaybedince inleyerek ağladı,
Yıldızlar namazını kılarken ağıt yaktı.
Hz. Haşan ile Hüseyin'in İkisinin Birlikte
Faziletinden Bahseden Rivayetler
Rivayet edildiğine göre Hz. Ali anlatıyor: Hz. Haşan dünyaya
geldiğinde, ona Harb (“savaş”) adını koydum. Resûlullah f s «IU | a |y
dleijl'iı vesellem geldi ve dedi ki: "Bana oğlumu gösterin, adını
ne koydunuz?" “Harb” dedik. "Hayır onun adı Haşan' dır"
buyurdu. Hüseyin doğduğunda, adını Harb koydum. Resûlullah
(sallalUluî cJeı|l) vesellem) geldiğinde: "Bana oğlumu gösterin, adını
ne koydunuz?" diye sordu. “Harb” dedik. "Hayır,
Hüseyin ' dir" buyurdu.
Üçüncüsü doğduğunda, adını Harb koydum. Resûlullah
(sallalleko o e vese Hem) geldi ve dedi ki: "Bana oğlumu gösterin.
Hz. Haşan ile Hüseyin'in Faziletleri
125
adını ne koydunuz?" “Harb” dedik. “Hayır, o Muhsin'dir"
dedi. Sonra şöyle buyurdu: “Onlara Harun'un çocuklarının
adını koydum; Şibr, Şebîr ve Mişber .” 1
İmrân b. Süleyman bildiriyor: Hz. Haşan ve Hüseyin, Cennet
ahalisinin isimlerindendir. Cahiliye döneminde bu isimler
yoktu.
İbnu'l-A'râbî, Mufaddal’dan şu sözünü nakleder: “Yüce Allah,
Haşan ve Hüseyin isimlerini sevdirdi, böylece Resûlullah ( S J JaL
«aleıjhı vesellem ) çocuklarının adını Haşan ve Hüseyin koydu.”
İbn Ömer diyor ki: Resûlullah'ı stflltflltfhu cJeıjhı vesellem) şöyle
derken işittim: “Haşan ve Hüseyin, bu dünyadaki
reyhanımdır ." 2
Hz. Ali şöyle diyor: Haşan göğsünden başına kadar,
Resûlullah'a sallöJlcahu cJeı^hı vese Hem) benzer. Hüseynin ise göğüsten
aşağısı Resûlullah'a salLILhu dletjlnı vesellem) benzer.
Ebû Hureyre der ki: Haşan ve Hüseyin, Resûlullah'm sJJafıu,
dleijl'iı vesellem ) önünde güreşiyorlardı. Resûlullah (sJUlalıu aletli
vesellem ) “Haydi Haşan" diyordu. Fâtıma: “Neden haydi Haşan
diyorsun?” diye sorunca buyurdu ki: “Çünkü Cibril; haydi
Hüseyin diyor ." 3
Ebû Saîd el-Hudrî diyor ki: Resûlullah scdlalleılıu aletli vesellem)
şöyle buyurdu: “Haşan ve Hüseyin, Cennetteki gençlerin
efendileridir. İki teyze çocuğu hariç; İsa ve
Zekeriya'nın oğlu Yahya ." 4
Başka bir rivayette; “Babaları ise o ikisinden
üstündür" cümlesi yer almıştır.
1 Ahmed b. Hanbel (1/98)
2 Buhârî (3/ 1371) veTirmizî (5/657)
3 İbn Adiy, el-Kâınil (5/17)
4 Nesâî (5/150)velbnHibbân,Sfl/ıî// (15/ 412)
126
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
Usâme b. Zeyd diyor ki: Bir gece bir mesele konuşmak için
Peygamber'in so II <3 II <3 hu «aleijhı vesellem) kapısını çaldım. Karşıma
çıktığında üzerine, ne olduğunu anlamadığım bir şey sarmıştı.
İşim bitince dedim ki: Bu üstüne sardığın şey nedir? Açınca
baktım ki; Haşan ve Hüseyin, her biri bir koltuğunun altında.
Resûlullah ( 1 1 (5i 1 1 (5i hu cJeıjhı vesellem) şöyle buyurdu: "Bu ikisi,
oğullarım ve kızımın oğullarıdır. Allahım! Ben onları
seviyorum, onları seveni de seviyorum. Onları sev,
onları sevenleri de sev .” 1
Bureyde şöyle diyor: Resûlullah scJULhu cJeıjhı vesellem) bize
hutbe veriyordu. O anda Haşan ve Hüseyin geldiler. Üzerlerinde
kırmızı birer elbise vardı ve düşe kalka yürüyorlardı. Resûlullah
(salhllmku a eı.Jv vese Hem) minberden indi, onları alıp önüne koydu ve
şöyle buyurdu: “Allah, «Mallarınız ve çocuklarınız sizin için
bir imtihandır» (Teğâbun Sur. 15) diyerek doğru söylemiş.
Düşe kalka yürüyen bu iki çocuğa baktım, dayanamadım
sözümü kesip onları kaldırdım .” 2
Ebû Hureyre bildiriyor: Resûlullah sallalbku ek vesellem)
yanımıza geldi, beraberinde Haşan ve Hüseyin vardı, biri bir
omzunda, diğeri öbür omzundaydı. Kendisi de, bir onu, bir
öbürünü öperek yanımıza geldi. Ardından şöyle buyurdu: “Kim
onları severse beni sevmiş olur, onları sevmeyen beni
de sevmemiş olur .” 3
Abdullah b. Mes'ûd der ki: Resûlullah i salhlhkjl vleı vesellem)
namaz kılıyordu, secde ettiğinde Haşan ve Hüseyin sırtına
oturuyorlardı. Oradakiler onları engellemek isteyince, bırakın
diye işaret etti. Namazı bitince, onları kucağına alıp şöyle
buyurdu: “Beni seven bu ikisini sevsin .” 4
1 Tirmizî (5/656)
2 Tirmizî (5/658) veAhmedb. Hanbel (5/ 354)
3 Kaynağı daha önce belirtildi.
4 Nesâî (5/ 50)
Hz. Haşan ile Hüseyin'in Faziletleri
127
Enes der ki: Resûlullah'a ( s 1 l<n I Idhu cıleıjlnı vesellem ) şunu sordular:
Ehl-i Beyt’inden en fazla kimi seversin? “Haşan ve Hüseyin”
diye cevap verdi. 1
Hz. Fâtıma'dan nakledildiğine göre o, o ikisini Resûlullah'a
(sallallolıu caleijlıı vesellem) götürdü ve dedi ki: “Ya Resûlallah! Bu ikisi
senin çocuklarındır, onlara bir miras bırak.” Resûlullah (^UI4$
o vesellem) şöyle buyurdu: “Haşan' a heybetimi ve
liderliğimi veriyorum, Hüseyin'e de cesaretimi ve
cömertliğimi veriyorum .” 2
1 Tirmizî (5/657)
2 Taberânî, M. el-Kelnr ( 22 / 423)
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Bu bölüm, Ehl-i Beyt'i sevmenin büyük başarıyı
elde etme, onları sevmemenin kötü hallere
düşürmesiyle ilgilidir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor: “İşte Allah 'in, iman eden ve iyi
işler yapan kullarına müjdelediği nimet budur. De ki: «Ben
buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret
istemiyorum.» Kim bir iyilik işlerse onun sevabını fazlasıyla
veririz. Şüphesiz Allah bağışlayan, şükrün karşılığını
Verendir. " (Şûrâ Sur. 23)
(Âyette geçen) kurbâ, akrabalık mânâsında masdardır. İsim
tamlamasında tamlanan konumundadır. Yani; akrabalık
özelliğini taşıyanlar, akrabalar. Âyette “akrabalar için” şeklinde
değil, “akrabalıkta” şeklinde ifade edilmiştir. Çünkü mekân
edatı, sevgi(nin sergileneceği yer) için daha beliğ ve daha
vurgulayıcıdır.
İmam Suyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr'da ve birçok müfessir, bu
âyetin tefsiriyle ilgili İbn Abbâs'tan şunu nakletmişlerdir: “Ya
Resûlallah! Sevmemizin farz olduğu bu akrabaların kimlerdir?”
diye sorulunca Resûlullah scılIcJlcahu aleyhi vese Hem) şöyle buyurdu:
"Ali, Fâtıma ve onların iki oğullarıdır .” 1
Aynı eserde İbn Abbâs'm şöyle dediği nakledilir: Ensâr: “Biz
dedik ve yaptık” dediler. Bunu sanki övünmek için söylediler.
Abbâs bize: “Üstünlük sizdedir” dedi. Bu olay Resûlullah'a
(sallalLku' o ■ vese Hem) ulaştı. Onların yanma oturdukları meclise
gitti ve: “Ey Ensâr topluluğu! Siz zelil iken, Allah sizi
benim sayemde aziz kılmadı mı?” buyurdu. “Evet, ya
Resûlallah” dediler. “Bana cevap vermeyecek misiniz?”
1 T aberânî, M. el-Kebîr (11/ 444)
Ehl-i Beyt'i Sevmenin Hükmü
129
deyince de: “Ne diyelim yâ Resûlallah?” karşılığını verdiler.
Şöyle buyurdu: "Kavmin seni (Mekke'den) çıkardığında
sana sahip çıkmadık mı? Seni yalanladıklarında seni
tasdik etmedik mi? Seni yalnız bıraktıklarında sana
yardım etmedik mi? demeyecek misiniz?” 1 Kendisi böyle
dedikçe onlar dizlerinin üzerine çöktüler. Sonra dediler ki:
“Mallarımız ve elimizde ne varsa, Allah'ın ve Resûlü'nündür.”
Bunun üzerine bu âyet nazil oldu: “ İşte Allah'ın , iman eden ve
iyi işler yapan kullarına müjdelediği nimet bııdur. De ki: «Ben
buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret
istemiyorum.» Kim bir iyilik işlerse onun sevabını fazlasıyla
veririz. Şüphesiz Allah bağışlayan, şükrün karşılığını
Verendir. " (Şûrâ Sur. 23)
Tâvûs der ki: İbn Abbâs'a (bu âyet) soruldu. “O, Âl-i
Muhammed akrabalığıdır” buyurdu.
Makrîzî der ki: Müfessirlerden bir grup, bu âyeti şöyle tefsir
ederler: “Sana tâbi olan müminlere de ki: Size getirdiklerimden
dolayı sizden, akrabalarımı sevmenizin dışında bir karşılık
istemiyorum.”
Saîd b. Cübeyr; “Akrabalık sevgisinden başka” ifadesi
için şöyle der: “Burada kasdedilen, Resûlullah'm (mIULI u Jefü
vesellem ) akrabalarıdır.”
Ebû İshâk bildiriyor: Amr b. Şuayb'a, Allah'ın şu sözünü
sordum: İşte Allah'ın, iman eden ve iyi işler yapan kullarına
müjdelediği nimet budur. De ki: «Ben buna karşılık sizden
akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum.» Kim bir
iyilik işlerse onun sevabını fazlasıyla veririz. Şüphesiz Allah
bağışlayan, şükrün karşılığını verendir. " (Şûrâ Sur. 23)
Dedi ki: Hz. Peygamberin ( scJLILhu cJeijhı vese Hem) akrabalığıdır.
1 Taberi, Tefsir (25/ 25)
130
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
HATIRLATMA
Aklımıza şöyle bir som gelebilir: Yüce Allah'ın, birçok
peygamberin kıssasında söz ettiği "Ben bunun için sizden
karşılık istemiyorum " âyetine binaen; vahye karşılık ücret
istemek caiz değildir.
Ayrıca bizim Peygamberimiz, onlardan daha üstündür,
peygamberliğin karşılığında en başta kendisinin ücret
istememesi gerekir. Resûlullah solLILhu oleıjlıı vesellem) de bunu
açıkça şöyle ifade etmiştir: "De ki; Ben bunun için sizden
bir karşılık istemiyorum ve ben, beni ilgilendirmeyen
şeylerle uğraşmam .” 1
Ayrıca tebliğ ona farz kılınmıştı. Nitekim Yüce Allah şöyle
buyuruyor: “Ey Resûıl! Rabbirıdeıı sana indirileni tebliğ et. Eğer
bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah
seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allalı, kâfirler
topluluğuna rehberlik etmez." (Mâide Sur. 67)
Farz için ücret istemek yakışmaz. Ayrıca peygamberliğe
karşılık istemek de yakışmaz. Çünkü o, dünya değerlerinin
hepsinden üstündür.
Ücret istemek töhmete de sebeb olur. Bütün bunlar Hz.
Peygamber’in ( stflLILhu alemin vese Hem) karşılık istememesi
gerektiğininin isbatıdır. Oysa burada akrabalara sevgi
gösterilmesinden bahsediliyor.
Bunlara cevabımız şu olur: Şairin dediği gibi
Ordularla vuruşmaktan kılıçları körelmiş,
Bundan başka onlarda bir eksik bulamazsın.
Yani; Ben sizden bunun dışında bir şey taleb etmiyorum. Bu
da ücret değildir, çünkü Müslümanların birbirini sevmesi
vacibtir.
1 Buhârî (4/1809) ve Müslim (4/2155)
Ehl-i Beyt'i Sevmenin Hükmü
131
Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Mümin erkeklerle mümin
kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder,
kötülükten akkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler,
Allalı ve Reşidime itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet
edecektir. Şüphesiz Allah azizdir, hikmet sahibidir." (Tevbe Sur.
71)
Resûlullah ( scı I l<sJ Idhu tfleLjhı vese Hem) de şöyle buyuruyor:
"Müminler bir binanın tuğlaları gibidir, birbirlerini
(yapışıp) çekerler ." 1
Müslümanların birbirini sevmesi vacib olduğuna göre,
peygamberlerin en şereflisi ve onun yakınları bunu (yani
sevilmeyi) en başta hak ederler. Yoksa bu istisna kesilir ve
Allah'ın sözü “ecir = ücret” kelimesinde biterdi.
Ama bundan sonra " akrabalık sevgisinden başka" gelmiştir.
Yani; Ancak sizden akrabalık sevgini istiyorum. Bu soruyu böyle
cevaplamış oluruz.
Süddî, İbnu d-Deylemî'den bildiriyor: Ali b. el-Hüseyin esir
edilip, Şam meydanına getirildiğinde, bir adam kalkıp şöyle
dedi: “Sizi katledip kökünüzü kazıyan Allah’a hamdolsun.” Ali:
“Sen Kur an'ı okudun mu?” diye sorunca adam: “Evet” dedi. Ali
dedi ki: “Peki Al-i Hâ-Mîm'i okudun mu?” diye sorunca adam şu
karşılığı verdi: “Okudum, ama Al-i Hâ-Mîm'i okumadım.” Ali
dedi ki: (Peki) "De ki: «Ben buna karşılık sizden akrabalık
sevgisinden başka bir ücret istemiyorum.» Kini bir iyilik işlerse
onun sevabını fazlasıyla veririz. Şüphesiz Allah bağışlayan,
şükrün karşılığını verendir" (Şûrâ Sur. 23) âyetini okumadın mı?
Adam: “Siz onlar mısınız?” deyince Ali: “Evet” dedi.
Ben de derim ki: Ben, bu adamın mümin olduğunu
sanmıyorum. Belki mümindir, ama putlara ve tağuta iman
ediyor. Bu saçmalıklar, Allah'a ve Resûlüne iman eden bir
1 Buhârî (2/ 836) ve Müslim (4/ 1999) bu hadisi, “Mümin, mümin için tuğla gibidir"
lafzıyla rivayet etmişlerdir.
132
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
dilden çıkmaz. Âl-i Mustafa'nın ( sca llcJLılıu (3İeqln vesellem)
öldürülmesinden ve köklerinin kazılmasından dolayı Allah'a
hamdeden bir kalpte iman nasıl durabilir!? Ebû Cehl'in bile,
Allah'a ve Resûlüne bu mülhid kadar düşman olduğunu
zannetmiyorum. Umarım içinde bulunduğumuz bu zamanda bu
adam gibi, Hz. Peygamber’in hane halkı ve risalet kaynağı olan
Ehl-i Beyt’ini sevmeme dalaletine düşen insanların
varolabileceğini görmezden gelemeyiz. Fakat buna karşılık
onların Yüce Allah, Resûlullah | söl II 6i II c5i hu tJeıjhı vesellem), selefi salihin,
İslam âlimleri veya evliyalar tarafından ifade edilen, üstün
oldukları meziyetleri veya onlarla ilgili menkibeleri işittiğinde,
yüzünü asan, çehresi değişen, lisanı haliyle bu meziyetlerin
onlara ait olduğuna inanmadığını gösteren insanlar gördük.
Böyleleri hemen boş söylentilere, mevzu (uydurma) hadislere ve
bunun için yazılmış eserlere sarılıp, Allah'ın nurunu
söndürmeye çalışırlar.
“Onlar ağızlarıyla Allah'ın nûrıınıı söndürmek istiyorlar.
Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrıınıı
tamamlayacaktır." (Saf Sur. 8)
Keşşafta bu âyeti tefsir ederken Zemahşerî'nin, uzun bir
hadisi naklettiğini gördüm. Fahreddîn-i Râzî de Tefsir el-Kebîr
isimli eserinde buradan aktarmıştır. Hz. Peygamber (sJJJm a le 4 k
vesellem ) şöyle buyurmuştur:
"Kim, Muhammed'in soyunu severek ölürse, şehid
olarak ölür. İyi bilin ki; kim Muhammed'in soyunu
severek ölürse, günahları affedilmiş olarak ölür. Kim,
Muhammed'in soyunu severek ölürse, tövbe etmiş olarak
ölür. Kim, Muhammed'in soyunu severek ölürse, mümin ve
imanı tam olarak ölür. Kim, Muhammed'in soyunu severek
ölürse, ölüm meleği sonra da Münker ve Nekir onu
cennetle müjdeler. Kim, Muhammed'in soyunu severek
ölürse, gelinin kocasının evine sokulduğu gibi Cennete
sokulur. Kim, Muhammed'in soyunu severek ölürse, onun
için kabrinde Cennete bakan iki kapı açılır. Kim,
Ehl-i Beyt'i Sevmenin Hükmü
133
Muhammed'in soyunu severek ölürse, sünnet ve cemaat
üzere ölür.
Kim, Muhammed'in soyuna buğzederek ölürse. Kıyamet
gününde alnında, Allah'ın rahmetinden ümit kesmiş,
yazısıyla gelir. Kim, Muhammed'in soyuna buğzederek
ölürse, kâfir olarak ölür. Kim, Muhammed'in soyuna
buğzederek ölürse. Cennetin kokusunu dahi göremez ." 1
Fahreddîn-i Râzî der ki: Ben de şöyle diyorum; Âl-i
Muhammed sollollohu oleıjhı vese Hem), O’na dayanıp bağlananlardır.
Kim ona daha yakın ve daha fazla dayanıyorsa Âl onlardır.
Şüphe yok ki; Fâtıma, Ali, Haşan ve Hüseyin'in Resûlullah'a
(sJJsjfe caleijiıı vesel lem) bağlılıkları en üst seviyedeydi. Bu da
mütevâtir (çok kişi tarafından aktarılan) rivayetlerle sabittir.
Buna göre Âl onlardır.
İnsanlar Âl konusunda da ihtilaf etmişlerdir. Kimi;
“Akrabalardır” demiş, kimisi de “Onun ümmetidir” demiştir.
Akrabalık olarak kabul edersek, Âl onlardır. Onun davetini
kabul eden ümmet olarak kabul edersek, onlar yine Âl olurlar.
Her halükârda onlar Âl olurlar. Acaba diğerleri Âl lafzına dâhil
olurlar mı? İşte bunda ihtilaf vardır.
Keşşafın müellifi şunu nakleder: Bu âyet nazil olduğunda,
dediler ki: “Ya Resûlallah! Sevmemizin farz olduğu bu
akrabaların kimlerdir?” Resûlullah ( sol l<3 II <3 hu oletjhı vese Hem) şöyle
buyurdu: "Ali, Fâtıma ve onların iki oğullarıdır ." 2
Bu dört kişinin Resûlullahin ( sollollohu oletjhı vesellem ) akrabaları
olduğu kesinleşmiştir. Bu kesinleştiğine göre, onlara daha fazla
saygı göstermek vacib olur.
Bunun birçok delili vardır:
Birincisi: Yüce Allah’ın şu sözü: Akrabalık sevgisinden
başka bir ücret istemiyorum. Kim bir iyilik işlerse onun
1 Kuıtubî, Tefsir ( 1 6 syafa 23)
2 Kaynağı daha önce belirtildi.
134
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
sevabını fazlasıyla veririz. Şüphesiz Allalı bağışlayan , şükrün
karşılığını verendir" (Şûrâ Sur. 23)
İkincisi: Şüphe yok ki; Resûlullah scJULhu tfleijhı vesellem)
Fâtıma'yı severdi. Hz. Peygamber ( scJLILhu oleijhı vesellem) şöyle
buyurmuştur: "Fâtıma benden bir parçadır, ona eza veren
bana da eza verir .” 1
Muhammed'in ( s 1(3 II (3 hu aleyhi vesellem ), Haşan ve Hüseyin'i
sevdiği, mütevâtir rivayetlerle sabittir. Bu kesin olduğuna göre,
bütün Müslümanlara onun yaptığını yapmak (onları sevmek)
vacib olur. Çünkü Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Ve O'na uyun ki doğru yolu bulasınız." (A’râf Sur. 158)
"Bu sebeple, O'nun emrine aykırı davrananlar, başlarına
bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap
isabet etmesinden sakınsınlar. ” (Nûr Sur. 63)
"De ki: Eğer Allah ’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da
sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece
bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Âi-i imrân Sur. 3i)
"Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah'a ve âhiret
gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için
güzel bir örnektir." (Ahzâb Sur. 21)
UçÜncÜSÜ: Âl için dua etmek büyük bir makamdır. Bu
yüzden namazda teşehhüdün son bölümü, onlara tahsis edilen
bir dua olmuştur. Bu dua, Hz. Peygamber’in sdlblblu aleyhi vesellem)
şu sözleridir:
“Allahım! Muhammed'e ve Muhammed'in âline salât eyle
(yücelt, rahmet et).” (Allahümme salli ve Allahümme bârik
duaları) Bu yüceltme, başka Âl hakkında mevcut değildir. Bütün
bunlar, Muhammed'in ( scJLILhu oleijhı vesellem) Âli'ni sevmenin vacib
olduğunu gösterir. Zemahşerî, Keşşaf ta böyle diyor.
Âriflerin sultanı, tasavvuf imamı, Şeyh-i Ekber, efendim
Muhyiddin İbnu'l-Arabî, Futûhât-ı Mekkiyye'nin yirmi
1 Kaynağı daha önce belirtildi.
Ehl-i Beyt'i Sevmenin Hükmü
135
dokuzuncu bâbmda, birinci bölümde bahsettiğimiz sözlerinden
sonra şöyle der:
Ehl-i Beyt’in Allah katındaki derecelerini, Müslüman olanın
onlardan sadır olan hiçbir fiilden dolayı onları suçlamaması
gerektiğini, Allah'ın onları temiz kıldığım anladıktan sonra, onları
suçlayan bilmelidir ki; bu düşüncesi kendisine döner. Ona zulmetseler
bile, bu zulüm kendisinin iddiasıdır, bizatihi zulüm değildir. Zahiri
hukuk buna hükmetse bile, aslında hukuk bizim onlara
zulmettiğimize hükmetmiş sayılır. Bu mesele başımıza belaların
gelmesine benzer; insanın canına ve malına gelen batma, yangın ve
buna benzer felaketler gibi. Sevdiklerinden biri yanar veya ölebilir
veya kendisinin başına buna benzer felaketler gelebilir. Bunların
hiçbiri arzulanan şeyler değildir. Bu duruma düşen birinin, Allah'ın
takdirini suçlaması caiz değildir. Aksine bütün bu olayları rıza ve
teslimiyetle karşılaması gerekir. Bunu yapamasa da sabretmeli. Hatta
yapabilirse şükretmeli. Bu belaların içinde, başına bela gelen kişi için,
Allah'tan gelecek hayırlar gizlidir. Bu yüzden Ehl-i Beyt’in
suçlanmasının arkasında hayır yoktur. Bunun arkasında; kızgınlık,
kin, isyan ve Allah'a karşı edepsizlik mevcuttur. Bundan dolayı
Müslümamn, Ehl-i Beyt’ten, kendisine, malına, namusuna, ailesine ve
yakınlarına karşı meydana gelecek sıkıntıları, rıza, teslimiyet ve sabırla
karşılamalıdır. Onları asla suçlamamalıdır. Hukuken verilmiş kararlar
onların aleyhine olsa bile bu bir şeyi değiştirmez. Bunu kader olarak
görmelidir. Suçu onlarla ilişkilendirmemizi yasaklayan; Allah'ın onları
bizden üstün meziyetlerle bezemesidir. Bizim onlarla bu meziyetler
konusunda yarışmamız söz konusu değildir.
Hukukun emrettiğini yerine getirmeye gelince, Resûlullah OlUlak
tfleıjln vesellem ) bunu Yahudilere karşı yapardı. Onlar haklarım taleb
ettiklerinde, en güzel bir şekilde yerine getirirdi. Yahudilerden biri
fazla konuştuğunda “Bırakın konuşsun, hak sahibinin
konuşma hakkı vardır " 1 derdi.
1 Buhârî (2/809) ve Müslim (3/1225)
136
Ebedi Soylular: Ehl-i Beyt
Bir olayla ilgili şöyle buyurmuştu: “Muhammed'in kızı Fâtıma
bile hırsızlık yapsa elini keserdim .” 1 Tabii Allah, onu
böyle bir şeyden beri kılmıştır. Hüküm koymak Allah'a mahsustur,
istediği şekilde, istediği olaya, istediği hükmü vazeder. Bunlar, Yüce
Allah'ın koyduğu hükümlerdir ve bu hükümlere göre onları suçlu
saymamıştır.
Malımızı ve haklarımızı onlardan isteme konusunda söz hakkımız
vardır. Burada muhayyeriz, istersek alırız, istersek terk ederiz.
Umumiyetle terk etmek daha iyidir. Onların hiç birini suçlamaya
hakkımız yok iken Ehl-i Beyt’ ten nasıl bir şey taleb edilir? Ehl-i
Beyt’ ten nasıl taleb edilir? Eğer biz onlardan almaya hakkımız olan bir
şeyi terk edersek ve hakkımızdan vaz geçersek; Allah katında büyük
bir hakkımız ve yüksek bir mertebemiz olur.
Peygamberimiz saltaltahu oleıjhı vesellem) bizden, Allah’ın emirleri
haricinde, O’nun akrabalarını sevmemizin dışında bir şey istemedi.
Bunun içinde sıla-ı rahim (akrabaları gözetmek) sırrı da mevcuttur.
Peygamberinin isteğini yapmaya muktedir olmasına rağmen kabul
etmeyen, yarın hangi yüzle onun karşısına çıkacak ve şefaatini
isteyecek. Kendisi Peygamberinin ( scıltaltahu cJeıjhı vesellem) akrabalarına
sevgi gösterme isteğini yerine getirmediyse, Ehl-i Beyt’in isteğini mi
yerine getirecek. Oysa onlar öz akrabalarıdır. Burada “meveddet”
kelimesini kullanmasının sebebi, bu kelimenin sevginin yerleştiğinin
göstergesi olmasındandır. Çünkü biri bir şeyi severse her halükarda
onu sahiplenir. Sevdiklerini her halükarda sahiplenen, Ehl-i Beyt’te
olan haklarını sorgulama hakkı olmasına rağmen, sorgulamaz. Sevgi
göstergesi ile birlikte onları kendine tercih ederek terk eder.
Gerçekten seven der ki:
Sevgilinin yaptığı her şey sevilir.
Başka birisi şöyle der:
Zencileri severim onun hatırı için,
Kara köpeği hile severim onun için.
1 Buhârî (3/ 1 282) ve Müslim (3/1315)
Ehl-i Beyt'i Sevmenin Hükmü
137
Bizim de buna benzer şu beytimiz mevcut:
Zencilerin tümünü aşkın için severim,
Adına ışıldayan mehtaba da âşığım.
Derler ki: Mecnun sevgilisini görmek istediğinde siyah köpekler
onu hırpalardı. Seven kişi hoşuna gitmeyen olaylara, Allah nazarında
bir önemi olmamasına rağmen, bu şekilde katlanıyor. Bu, severken
samimi olmaktan ve sevginin gönlüne yerleşmiş olmasından değil
midir? Eğer Allah'a ve Resûlullah'a ( sal la II a hu aleijhı vesellem) sevginizde
samimi iseniz, Resûlullah'ın ( sallallahu aleıjhı vese Hem) Ehl-i Beyt’ini
seversiniz. Onlardan sadır olan, sizin hoşunuza gitmeyen ve arzu
etmediğiniz fiilerin, sizin için faydalanacağınız güzel nimetler
olduğunu görürsünüz. O zaman anlarsınız ki, Allah katında değeriniz
vardır. Çünkü onları onun için sevdiniz, sevdiklerine sizden
bahsederler ve sizi hatırlarlar. Onlar Resûlullah'ın [şaLLL heÇi
vesellem ) Ehl-i Beyt’idir. Bu nimetten dolayı Allah'a şükredersiniz.
Onlar sizi Allah'ın tertemiz kıldığı bir dille anmış olurlar. Bu
temizlemeyi sizin ilminiz kavrayamaz. Muhtaç olduğunuz ve Allah'ın
sizi onun sayesinde hidayete erdirdiği için minnettar olduğunuz
Resûlullah'ın sallallahu aleijhı vese Hem) Ehl-i Beyt’ine karşı bunun aksine
bir duruma düşerseniz, beni çok sevdiğinizi iddia etmenize dair,
hakkıma ve çevremdekilerin haklarına riayet edeceğinize dair
samimiyetinize nasıl güvenebilirim? Siz Peygamberinizin Ehl-i
Beyt’ine bu şekilde davranıyorken. Vallahi bu, imanınızın eksik
olmasından, Allah'ın size tuzak kurmasından ve bilmediğiniz bir
şekilde bu arzunuzu yerine getirmesinden başka bir şey değildir.
Tuzağın belirtileri, böyle yaparak Allah'ın dinini ve şeriatini
savunduğunuzu söylemeniz ve inanmanızdır. Hakkınızı isterken,
Allah'ın size helal kıldığını istediğinizi söylemenizdir. Bu haklı taleple
birlikte suçlamalar, kin ve nefret gelişir. Ardından kendinizi Ehl-i
Beyt’e tercih edersiniz, fakat siz farkında değilsiniz.
Bu felç eden hastalığın ilacı; onlar üzerinde hakkınız olduğunu
düşünmemeniz ve hakkınızdan vazgeçmenizdir. Onlar hakkındaki
düşüncelerinizin bahsettiğimiz dereceye sürüklenmemesi için bu
138
Ebedi Soylular: Ehl-i Beyt
şarttır. Siz, had uygulayabilecek, mazlumu affedebilecek ve hak
sahiplerine haklarım iade edebilecek hâkim değilsiniz. Hâkim iseniz
ve de mahkûm olan Ehl-i Beyt’ ten ise, hak sahibinin hakkından
vazgeçmesine çalışmalısınız. Eğer bu isteğinizi reddederse, size düşen
kararı imzalamaktır. Ey yöneticiler! Onların öbür dünyada Allah
katındaki meretebelerini, Allah size gösterseydi, onların kölesi olmayı
arzulardınız. Allah bize nefislerimizin rüşdünü nasib etsin. Ibnu'l-
Arabî'nin söyledikleri böyle, Allah bizim de ders almamızı nasib
etsin.
Birkaç satır sonra şöyle diyor: Onların, yani kutubların,
sırlarından biri; daha önce bahsettiğimiz, Ehl-i Beyt’in mertebelerini
ve Allah'ın, onların mertebelerinin yüceliğine ne kadar dikkat
çektiğini bilmeleridir.
Onların sırlarından biri de; Allah'ın kullarına kurmuş olduğu
tuzakları bilmeleridir. Resûlullah'ı 1 sdlltflltflıu öJetjhı vesellem) sevmeleri
istenmiş, Resûlullah ; solltflltfhu tfleıjhı vesellem) onlardan akrabalarını
sevmelerini istemiş, fakat onlar sevmiyorlar. Oysa Resûlullah (t«LL§g
dleijl'iı vesellem S Ehl-i Beyt’ ten birisidir. Resûlullah ( OUlLıİj alemin vese em),
Allah’ın emirlerinin yerine getirilmesini istediğinde insanların çoğu ne
yapıyor? Allah'a ve Resûlüne karşı geliyorlar, akrabalarından sadece
menfaat gördüklerini seviyorlar. Menfaatleri için seviyorlar. Kendi
nefsilerine âşık oluyorlar. îbnu'l- Arabi'nin söyledikleri böyle,
Allah ilim ve bereketinden ders almamızı nasib etsin.
Derler ki: (Ayette geçen) akrabalar (kurbâ), Abdulmuttalib'in
çocuklarıdır. Kastallânî, Mevâhib isimli eserinde bu görüşten
yola çıkarak şöyle der: Kurbâ'dan maksad; Hz. Peygamber’in
(sallallaiıu aletli vese Hem) en yakın dedesi Abdulmuttalib'e mensub
olan yakınlarıdır.
İbn Hacer, Savâik'de şöyle der: Faziletlerinden bahsedilirken,
Ehl-i Beyt, Al ve Zevi'l-Kurbâ dendiğinde, Hâşim oğulları ve
Abdulmuttalib oğullarından mümin olanlar anlaşılır.
Ehl-i Beyt'i Sevmenin Hükmü 139
Sabbân, İs'âfu'r-Râğibîn eserinde onu desteklemiş, bunlara
İtret'i eklemiş ve şöyle demiştir: Bu dört ibare (Ehl-i Beyt, Âl,
Zevi'l-Kurbâ ve İtret) Mevâhib eserinde olduğu gibi aynı
mânâdadır.
İbn Atiyye şöyle der: “Bana göre Kureyş'in tümü kurbâ'dan
sayılır. Aralarında birbirlerine üstünlükleri olsa da. .
İmam Makrizî şöyle diyor: Bana göre âyetteki hitab, iman
eden herkes için umumidir. Çünkü Araplar, olduğu gibi
Resûlullah'm ( salIcJlcahu cıleijlnı vesellem) kavmidir. O da onlardandır.
Onları sevmek ve değer vermek, bunların dışındaki yabancıların
görevidir.
Arapları sevmeyle, Kureyş'in Resûlullah'a ( salLUAu aleyhi vesellem)
diğer Araplardan daha yakın olduğuyla ilgili hadisler
nakledilmiştir. Her Arabm, Resûlullah'm : sallollolu d leejlı ı vesellem)
kavmi olduğu için, Kureyş'i sevmesi ve onlara değer vermesi
gerekir. Kureyş'in faziletleriyle ve başka kabilelere olan
üstünlükleriyle ilgili ve Hâşim oğullarının Resûlullah'm ( s <*LLfe
dleijl'iı vesellem ) ailesi ve aşireti olduğuna dair hadisler varid
olmuştur. Bunun dışındaki Kureyşlilerin de onları sevmesi ve
değer vermesi gerekmektedir. Ali, Fâtıma, Haşan, Hüseyin ve
onların çocukları da Resûlullah'a salLILhu tfleLjhı vesellem) daha
yakındır. Hâşim oğullarının da onları sevmesi ve değer vermesi
gerekmektedir. " Zira her ilim sahibin üstünde daha iyi bilen
bİrİSİ Vardır." (Yûsuf Sur. 76)
“Hâşim oğullarının Ehl-i Beyt’i sevmesi ve değer vermesi
gerekir” sözüne gelince; yani, Kureyş'in, Arapların ve
yabancıların sırasıyla, bir üstün olanı sevip değer vermesi
gerekir.
“Arapları sevmeyle ilgili hadisler varid olmuştur” ve
“Kureyş'in faziletleriyle ve başka kabilelere olan üstünlükleriyle
ilgili hadisler varid olmuştur” sözlerine gelince;
140
Ebedi Soylular: Ehl-1 Beyt
Kureyş'in faziletiyle ilgili, şu hadisleri zikredebiliriz:
Resûlullah ( scJLILhu cJeı^hı vese Hem) şöyle buyuruyor: "İnsanlar
hayırda ve şerde Kureyş'e tâbidir ." 1
Bir hadiste şöyle buyuruyor: "Kim Kureyş'in izzetine
halel gelmesini isterse, Allah onu rezil eder ." 2
Bir hadiste şöyle buyuruyor: “Allah, yedi hasletle
Kureyş'i üstün kılmıştır. Bu özellikleri onlardan önce
hiç kimseye vermedi, onlardan sonra da vermeyecektir;
Kureyş'i üstün kılmıştır, çünkü ben onlardanım,
peygamberlik onlardadır, hicâbet (Kâbe anahtarlarını
taşımak) onlardadır, şikâyet (hacılara su dağıtmak)
onlardadır. Allah onları Fil (ordusun)a karşı muzaffer
kıldı. Allah'a on sene tek başlarına ibadet ettiler ve
Allah onların adına Kur'ân-ı Kerim'de bir sûre
indirdi, Kureyş Sûresi, içinde onların dışında
başkasının adı geçmiyor .” 3
Bir hadiste şöyle buyuruyor: "İnsanlar, Kureyş'e
tâbidir; Müslüman olan, Kureyş'in Müslümanlarını örnek
alır, kâfir olan da onların kâfirlerini örnek alır.
İslami konularda uzman olduklarında, insanlar onları
kaynak olarak tercih ederler .” 4
Bir hadiste şöyle buyuruyor: "Ey insanlar! Kureyş'i
kötülerseniz helak olursunuz. Ona muhalif olmayın
dalalete düşersiniz. Onlara akıl vermeyin, onlardan
öğrenin, çünkü onlar sizden âlimdir. Kureyş'in
şımarmayacağını bilseydim. Yüce Allah'ın katında ne
kadar değerli olduklarını onlara söylerdim .” 5
1 Ahmed b. Hanbel (3/33) ve İbn Hibbân, Sahih (14/158)
2 Tirmizî (5/ 71 4) ve Ahmed b. Hanbel (1/183)
3 Taberânî, M el-Kehîr (24/ 309) ve İbn Adiy, el-Kâmil ( 1/262)
4 Buhârî (3/1288)
5 Ebû Nuaym, Hilye de buna yakın bir hadis rivâyet eder: (9/ 64)
Ehl-i Beyt'i Sevmenin Hükmü
141
Bir hadiste şöyle buyuruyor: "Kureyş'i sevin, çünkü
onları seveni Allah da sever ." 1
Bir hadiste şöyle buyuruyor: "Kureyş'i sevmek imandır,
sevmemek küfürdür ." 2
Bir hadiste şöyle buyuruyor: “Kureyş önderiniz olsun,
önüne geçmeyin. Kureyş'in şımarmayacağını bilseydim,
Allah katındaki değerlerini onlara haber verirdim ." 3
Bir hadiste şöyle buyuruyor: “Kureyş, insanların
tamamlayıcısıdır. Yemeğin tuz olmadan tamam olmaması
gibi, onlar olmadan insanlar tamam olmaz. Kureyş, Yüce
Allah'a aittir. Ona savaş ilan eden mahvolur. Onların
kötülüğünü isteyen dünyada ve âhirette rezil olur ." 4
Bir hadiste şöyle buyuruyor: "Kureyş 1 e hakaret etmeyin,
aralarındaki bir âlimin ilmi, yeryüzü tabakalarını
doldurur ." 5
İmam Ahmed ve başkaları şöyle derler: Bu âlim, İmam
Şâfiî'dir. Çünkü hiçbir Kureyş'li âlimin ilmi, Şâfiî gibi dünyada
bu kadar yayılıp öğrenilmemiştir.
Onun menkıbelerinden biri de, İmam Ahmed b. Hanbel'in
oğlu Sâlih'in anlattığı hikâyedir. Der ki: Bir gün İmam Şâfii,
babamı ziyarete gelmişti. Babam hastaydı. Babam yerinden
fırladı ve onu alnından öptü. Sonra onu kendi yerine oturttu,
kendisi de karşısına oturdu. Sonra ona arka arkaya sormaya
başladı. Şâfiî kalkıp katırına binince, babam katırın yularını
tutup beraber yürüdüler. Bu olayı Yahyâ b. Maîn duyunca şöyle
dedi: “Allah Allah, neden böyle yaptın?” Babam şu karşılığı
1 Taberânî.M. el-Kebîr (6/123)
2 Taberânî, M. el-Evsat (3/76)
3 Bezzâr, Miisned (2/112)
4 Deylemî, Firdevs'te sadece son bölümünü rivâyet eder: (3/223)
5 Ebû Nuaym, Hilye (9/ 65)
142
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
verdi: “Keşke ben bir yanında, sen de ey Ebû Zekeriya, bir
yanında yürüseydin, ondan faydalanırdın.”
“Fıkıh öğrenmek isteyen, bu katırın kokusunu koklamalı”
diyerek Şâfii'nin katırını işaret etti. Allah ondan ve diğer
imamlardan razı olsun.
Arapları sevmek ve onların faziletiyle ilgili hadislere gelirsek;
Resûlullah ( sd İleti \a\r\ u öJeı^hı vese Hem) şöyle buyuruyor: "Arapları
sevmek iman, sevmemek küfürdür. Kim Arapları severse
beni sevmiş olur. Araplara buğzeden bana buğzetmiş
olur .” 1
Başka bir hadiste şöyle buyuruyor: "Arapları üç şey için
sevin; Ben, Arab olduğum için, Kur'ân-ı Kerim'in dili
Arapça olduğu için ve Cennet ehlinin dili Arapça
olduğu için .” 2
Munâvî bu hadisi şerhederken şöyle diyor: Bu cümleler,
Arapları sevmeye teşvik mahiyetinde varid olmuştur. Haysiyet
açısından söylenmiştir. Yani onlar Arab oldukları için söylenmiştir.
İmanlarım güçlendirme noktasından hareketle, birbirlerini daha fazla
sevmeleri gerektiğini onlara ifade ediyor. Bundaki üstünlük
mertebelere göredir. Buğz ve buğzun ilerlemesinin, küfür ve nifak
getireceğini de onlara göstermiş oluyor. Yüce Allah, onlardan bir
grubun yaptığıyla ilgili şöyle buyurmuştur: “ Bedeviler , kâfirlik ve
münafıklık bakımından daha beterdirler" (Tevbe Sur. 97)
Eğer kul, Mustafa ( sdllallahu cJeLjhı vesellem) onlardan olduğu için,
Kur'ân-ı Kerim onların dilinde nazil olduğu için ve Yüce Allah’ın
Cennet ehliyle konuşması, sadeliği, fesahati ve doğruluğundan dolayı,
onların diliyle olacağı için, onları sevmeye muvaffak olursa bu,
Resûlullah' ı ( sallcallcahu <3İeL)hı vesellem) sevmesine vasıta olur. Eğer aldanıp
bahsettiğimiz bu özelliklerinden dolayı onlara buğzederse,
Resûlullah' a (scJLILhu tfleijhı vese Hem) buğzetmiş olur ki bu da küfürdür.
1 Ebû Nuaym, Hilye (2/ 333)
2 Taberânî,M el-Kelnr{ 11/ 185), Beyhakî, Şu' ab (2/230)
Ehl-i Beyt'i Sevmenin Hükmü 143
Yok, eğer küfür ve nifâklarından dolayı onlar buğzederse bu, zaten
vacibtir.
Bazen sevmenin, bazen de buğzetmenin gerekliliği anlaşılmıştır.
Sevginin, bahsedilen sebeblerden kaynaklanması gerekmektedir.
Ayrıca bilginiz olsun; peygamberlerden altısı Araplardandır; Nûh,
Hûd, İsmail, Salih, Şuayb ve Muhammed ( sallallahu aleyhi vese Hem). Diğer
peygamberler, diğer milletlerdendir. Münâvî'nin şerhi böyledir.
Başka bir hadiste Resûlullah sallallahu aleqlnı vesellem ) şöyle
buyuruyor: "Arapları seven, benim gerçek sevgilimdir ." 1
Azizi der ki: Çünkü kendi canlarını Allah'a feda edip,
İslam'ın yayılmasını sağlayanlar ve küfür karanlığını yok
edenler onlardı.
Munâvî der ki: Sevenin samimiyetinin özelliği, sevdiğiyle ilgili
olan her şeyi sevmesidir. Bir insanı seven, onun mahallesindeki köpeği
bile sever.
Sevgi güçlendikçe, sevgiliden, sevgiliye dokunan, sevgiliyle alakalı
olan, onu çevreleyen, her şeye yansıyıp etki eder. Allah sevgisinde
böyle bir ortaklık söz konusu değildir. Sevgilinin elçisini, sevgilinin
elçisi olduğu için, sözlerini sevgilinin sözleri olduğu için ve ona
yaslananı onun taraftarı olduğu için seven, başkasının sevgisini o
sevgiyle karıştırmış olmaz. Aksine sevgisinin mükemmel olduğunu
gösterir. Münâvî'nin açıklaması böyle.
Resûlullah ( sallallalnu aletlini vesellem) başka bir hadisinde şöyle
buyuruyor: “Araplara hakaret eden olursa, onlar
müşriklerdir .” 2
Başka bir hadiste şöyle der: “Arapları aldatan, şefaatime
dahil olamaz, sevgime de nail olamaz .” 3
1 Bu hadisin kaynağı bulunamamıştır.
2 Beyhakî, Şu' ab (2/231) ve İbn Adiy, Kâmil (6/379)
3 Tirmizî (5/764) ve Ahmedb. Hanbel (1/72)
144
Ebedi Soylular: Ebl-ı Beyt
Tirmizî, Selmân'dan Resûlullah’m ( sol l<3 II <3 hu oleijhı vese Hem) şöyle
buyurduğunu nakleder: "Ey Selmân! Bana buğzetme,
dininden uzaklaşırsın.” Dedim ki: “Yâ Resûlallah! Ben sana
nasıl buğzederim? Allah beni, seninle hidayete erdirdi.”
Resûlullah ( solldllohu olei(hı vesellem ) şu karşılığı verdi: "Araplara
buğzedersin, bana buğzetmiş olursun .” 1
Hz. Ali’nin bildirdiğine göre Resûlullah salleJLlu şleÇ vesellem)
şöyle buyurdu: "Arapları ancak münâfık olanlar sevmez .” 2
Başka bir hadisinde şöyle buyuruyor: "Kıyamet gününde
Livâu'l-Hamd (hamd sancağı) elimde olacak, o gün
sancağıma en yakın insanlar Araplar olacaktır .” 3
Başka bir hadisinde şöyle buyuruyor: "Araplar, zelil
olursa, İslam zelil olur .” 4
Münâvî der ki: Bundan maksat, Müslümanlar veya İslam'ın
bizzat kendisidir. Çünkü onların lekelenmesi dinin çözülmesine
ve zayıflamasına sebep olur. Bunun sebebi İslam'ın Araplarla
gelişmiş olmasıdır. Onlarla ortaya çıkıp yayıldı. Onlar zelil
olursa, İslam da zelil olur. Yani kesintiye uğrar. Çünkü İslam'ın
hal ve gidişi, varlıkla, müsamahayla, yumuşaklıkla, sevgiyle ve
dostlukla muntazam olur. Cimrilikten, darlıktan, aceleden,
kinden ve hırstan uzaklaşmayla gönenleşir. Araplar, alçak
gönüllü, cömert tabiatlı ve temiz ahlâklıdırlar. Bunu ancak
inatçılar reddedebilir ve isyankârlar inkâr edebilirler. Onlar
şerefli oldukça, İslam da şerefli olur. Onlar zelil olursa, o da zelil
1 Tirmizî (5/773) ve Ahmedb. Hanbel (5/330)
2 Ahmed b. Hanbel (1/81)
3 lbnAdiy , Kâmil (7/188)
4 EbûYa'lâ,Müs«ed (3/402)
Ehl-i Beyt'i Sevmenin Hükmü
145
olur. Böyle iç içe olmalarından dolayı üstün kabul edilmişlerdir,
sadece dillerinin Arapça olmasından dolayı değil . 1
“Araplar zelil olursa” sözünün mânâsı; konumları itibariyle
zayıf düşerlerse, kudretleri zayıflarsa, zulme uğrar, hor ve hakir
görülürlerse, başkaları onlardan üstün olursa demektir.
“Arapları sevmek iman, buğzetmek nifâktır ” 2 hadisiyle ilgili
şöyle diyor: Yani; Bir insan onları severse, mümin olduğunun
delili onlara olan sevgisi olur. Onlara buğzederse, bu buğzu
münafik olduğunun delili olur. Çünkü bu din onlarla gelişmiştir.
Güçlenmesi onların kılıçları ve gayretleriyle olmuştur. Onlara
buğzeden görünüşte bu yüzden buğzetmiş olur ki, bu da
küfürdür.
Ebû Mansur es-Seâlibî'nin, Sirru'l-Edeb kitabının girişinde,
Araplardan bahsettiği bölümlerine baktığımda, zikrettiğimiz bu
konuyla ilgili benzer şeyler söylediğini gördüm.
Besmele ve hamdü senadan sonra der ki: Konuya gelince;
Kim Yüce Allah'ı severse, onun Resûlü Mustafâ'yı da ( s JJ a l ı
<aleqln vesellem) sever. Resûlü sdlIcJlahu ı3İei)hı vese Hem) seven Arapları da
sever. Arapları seven, Arapların ve yabancıların en faziletli
insanlarına, en üstün Kitab'm nazil olduğu dil olan Arab dilini
sever. Kim Arab dilini severse, onunla uğraşıp öğrenir ve onun
için gayret sarfeder. Allah kimi İslam'la şereflendirir, kalbine
imanı yerleştirir, güçlü basiret verir ve güzel sırlar ilham ederse,
Muhammed'in ( salleJlalnj «aleijlu vese Hem) en üstün peygamber
olduğuna, İslam'ın en üstün din olduğuna, Arapların en üstün
millet olduğuna ve Arapça’nın en üstün lisan olduğuna inanır.
Onu anlatmaya çalışmak dindendir. Çünkü Arapça, ilmin en
1 Diğer taraftan elinizdeki kitabın yazarının bir Filistin Arabi olduğunu ve siyasal
olarak o dönemde Arap milliyetçiliğinin güçlü bir şekilde savunulduğunu hatırlatalım.
2 Beyhakî, Şu ab (2/230)
146 Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
önemli aracı, dini anlamak için ışık, dünya ve âhiret hayatının
anahtarıdır.
Ayrıca Arapça, faziletlere ulaşmak için, şahsiyetleri ve
menkibeleri anlamak için, suyun kaynağı ve ateşin çakmağı
mesabesindedir. Arapça’nın özelliklerini ihata etmek, üslubuna
ve çekimine vakıf olmak, inceliklerinde ve anlatımında uzman
olmak Kur'ân-ı Kerim'in icazını anlamamıza, imanın direği olan
nübüvvetin isbatma basiret ve güç katar. Bu kadarı olmasa bile,
ortaya koyulan esere güzellik katma, verimini arttırma gibi
üstünlükler bile yeterli olur. Allah ona; öyle güzel, kolay, farklı
anlatım metodları ve estetik sanatlar vermiş ki; bunları
yazmaktan yazarların kalemleri tükenir, derlemeye çalışanların
parmakları yorulur.
HATIRLATMA
Şunu bilelim. Şâri' (hüküm koyan) tarafından varid olan ve
Kureyş'e, Araplara, Ehl-i Beyt’e buğzedenlerle, onlardan uzak
duranlarla veya münafıklık benzeri fiillerle onları aldatanlarla
ilgili olan bu hadisleri şu şekilde yorumlamamız gerekir:
Eğer sırf Peygamberimiz seıllcallcahu aleıjhı vesellem) onlardan olduğu
için, onlar da Hz. Peygamberin ( stflltflltfhu oleıjhı vesellem) ırkından
oldukları için, taraftarları ve Ehl-i Beyt’i oldukları için böyle
duygular besleniyorsa, bahsettiğimiz hükümlere varabiliriz.
Fakat kızgınlık ve benzer duygular; Resûlullah'm UJJAu Jed'
vesellem) ırkından, yakınlarından ve Ehl-i Beyt’inden olma
haricinde farklı ve alâkasız başka bir sebepten kaynaklanıyorsa,
hadislerin şerhlerinden de anlaşılacağı gibi hükmü farklı olur.
Bu da dinin kurallarından anlaşılabilecek bir konudur.
İbn Teymiyye, Resûlullah'm ( scJLILhu cıleqlnı vesellem) "Allah,
Kinâne'yi Ismâil'in soyundan seçti. Kureyş'i
Ehl-i Beyt'i Sevmenin Hükmü
147
Kinine' den seçti. Kureyş'ten Benû Hâşim'i seçti ” 1
hadisiyle ilgili şöyle der:
Bu hadisten anlaşıldığına göre; Araplar, diğer ırklardan daha
üstündür, Kureyş, Arapların diğer kabilelerinden üstündür,
Hâşim oğulları Kureyş'in en üstün ailesidir, Mustafâ ( S J JLU Je 4 k
vesellem) de Haşım okullarının en üstünüdür. Resulullah (sdllallcahu
caleıjln vesellem), şahsiyet ve soy bakımından bütün insanlardan
üstündür. Arapların, sonra Kureyş'in, sonra Benû Hâşim'in
üstünlükleri, sırf Resûlullah scalULInu caleijl'iı vesellem) onlardan olduğu
için değildir. Bu özellik, üstünlük olsa da bizâtihi kendilerinden
kaynaklanan üstünlükleri de vardır. Resûlullah 'm A » Jed-'
vesellem) , şahsiyet ve soy bakımından bütün insanlardan üstün
olması ve bu görevi yüklenmesi, bunun isbatıdır.
Diyorum ki: Bu anlaşıldıysa bilmeliyiz ki; Arapların
üstünlükleriyle ilgili ve onları sevip saygı göstermeye teşvik
babında varid olan hadislerin tümü Kureyş'i de kapsar. Onlardan
hoşlanmamaktan, hakaret edip aldatarak ve benzer fiillerle eza
etmekten sakındıran hadisler de öyledir. Çünkü onlar, Arapların
seçkinleridir. Kureyş'in özellikleriyle ilgili varid olan hadislerin
tümü de Hâşim oğullarını kapsar. Çünkü onlar Kureyş'in
seçkinleridir. Hâşim oğullarıyla ilgili varid olan hadisler de
onlardan önce, aynı şekilde Ehl-i Beyt’i kapsar.
Dedik ki: Onlar Abdulmuttalib'in çocuklarıdır ya da özelde
Ali, Fâtıma, Haşan ve Hüseyin'dir. Çünkü onlar, seçkinlerin
seçkini, özün özü, özelin özelidirler. Bunun tersi mümkün
değildir.
Ehl-i Beyt, Benû Hâşim'de olmayan meziyetlere sahiptir.
Benû Hâşim, Kureyş'in sahip olmadığı menkibelere sahiptir.
Kureyş de sair Araplarda olmayan birçok özelliğe sahiptir.
1 Müslim (4/1782)
148
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
Yüce Allah'ın; “De ki: «Ben bıma karşılık sizden akrabalık
sevgisinden başka bir ücret istemiyorum.» Kim bir iyilik işlerse
onun sevabını fazlasıyla veririz. Şüphesiz Allalı bağışlayan ,
şükrün karşılığını verendir" (Şûrâ Sur. 23) sözüyle ilgili başka
görüşler de vardır.
Bunlardan biri, Taberî'nin söz ettiği şu ifadedir: Âyetin
anlamı şudur: De ki: Ey Kureyşliler! Sizden herhangi bir ücret
istemiyorum. Sadece bana olan akrabalığınızla ilgili görevinizi
yerine getirmenizi istiyorum. Aramızda olan sıla-ı rahim
vazifesini yerine getirmenizi istiyorum.
İbn Abbâs, İbn İshâk ve Katâde derler ki: Kureyş'te
Resûlullah'm solltfll <3 hu caleıjhı vesellem) neseb veya sihriyyet
bakımından akraba olmadığı kimse yoktur.
Buna göre bu âyet, onların merhamet duygularını harekete
geçirip, zulümlerinden emin olma ve onlardan bir tür barış
istemek içindir. Daha önce nakledilenlerden biliyoruz ki; bu
âyetin Resûlullah ( söJULhu cıleijhı vesellem) akrabalarıyla ilgili olması
ağırlıklı olan görüştür. Her halükârda; Ali, Fâtıma, Haşan ve
Hüseyin buna dâhildir. İster âyet, sırf onlarla alakalıdır diyelim,
ister Abdulmuttalib oğullarının müminleriyle alakalıdır diyelim,
istersek Hâşim oğullarının mümin olanlarıyla alakalıdır diyelim,
değişen bir şey olmaz.
FASIL
İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'm, “Kim bir iyilik işlerse onun
sevabını fazlasıyla veririz. Şüphesiz Allah bağışlayan, şükrün
karşılığını verendir" (Şûrâ Sur. 23) âyetiyle ilgili şöyle dediğini
nakleder: “Sevgi, Âl-i Muhammed ( s<sJI<5illeıhu tfleijhı vesellem ) içindir.”
Yine İbn Abbâs, Hz. Peygamber’in scalLILhu öileıjhı vese Hem) şöyle
buyurduğunu nakleder: "Size verdiği nimetler için
Ehl-i Beyt'i Sevmenin Hükmü
149
Allah'ı sevin, Allah sevgisiyle beni sevin, benim
sevgimle Ehl-i Beyt^imi sevin .” 1
İbn Mes'ûd'un rivayetine göre: "Âl-i Muhammed'i (sJoJLk
oleıjhı vesellem ) bir gün sevmek, bir sene ibadet etmekten
daha hayırlıdır .” 2
Ebû Hureyre, Hz. Peygamber’in ( s <3 II <3 II ( 3 hu tfleıjhı vesellem) şöyle
buyurduğunu rivayet eder: "Sizin en hayırlınız, benden
sonra aileme karşı hayırlı olandır .” 3
Taberânî ve başka âlimler, Resûlullah'm ( salla ahu aleql vesellem)
şöyle buyurduğunu naklederler: "Bir kul beni kendi
nefsinden daha fazla sevmedikçe, benim yakınlarımı
kendi yakınlarından daha fazla sevmedikçe, ailemi
kendi ailesinden daha fazla sevmedikçe ve benim canımı
kendi canından fazla sevmedikçe mümin olmuş
sayılmaz .” 4
Peygamberimiz S( 3 İI< 5 illöihu ( 3 İeıjhı vesellem) şöyle buyuruyor: "Havz
başına, Ehl-i Beyt J im ve ümmetimden onları sevenler,
bu iki parmak gibi gelirler .” 5
Yine rivayete göre Resûlullah sAUıu caleijhı vese Hem) şöyle
buyuruyor: “Bizi, (yani) Ehl-i Beyt J i sevin ; çünkü kim.
Yüce Allah'ın huzuruna bizi severek çıkarsa,
şefaatimizle Cennete girer. Nefsim elinde olan Allah'a
yemin ederim ki, bizim değerimizi bilmeyen kula, ameli
hiçbir fayda etmez .” 6
Yine Resûlullah scalIcJUhu oleıjhı vesellem) şöyle buyuruyor: “Kim
şefaatimi isterse ve Kıyamet gününde ona şefaat etmem
için bende bir şeyi olmasını isterse, Ehl-i Beyt J imle
1 Tirmizî (5/664)
2 Deylemî, Firdevs (2/142)
3 Deylemî, Firdevs ( 2/172 )
4 Beyhakı, Şu' ab (2/ 1 89) ve Deylemî, Firdevs (2/ 1 72)
3 İbn Ebî Asım, Sürme de buna yakın bir hadis rivâyet eder.
6 Taberânî, M. el-Evsat (2/ 360)
150
Ebedi Soylular: Ehl-i Beyt
bağlantısını kesmesin ve onları mutlu etsin." 1 Bu
hadisi Deylemî tahrîc etmiştir.
Hz. Ali şöyle diyor: Resûlullah'm ( sallallcafıu <alei(hı vesellem) bana
haber verdiğine göre; Cennete ilk girecek olanlar, ben, Fâtıma,
Haşan ve Hüseyin'dir. Dedim ki: “Yâ Resûlallah! Ya bizi
sevenler?” Buyurdu ki: “Onlar sizin arkanızdan
(girecekler) ." 2
İmam Ahmed'in rivayetine göre; Resûlullah fjJJAu Je}'
vesellem ), Haşan ile Hüseyin’in ellerinden tutup şöyle buyurdu:
“Kim beni severse, bu ikisini, annelerini ve
babalarını severse. Kıyamet gününde benimle aynı
derecede olur." 3
Buradaki beraberlikten maksat müşahadedir, mertebe
değildir. (Yani Hz. Peygamber’in salLı cılu aleijlı vesellem)
gördüklerini görür, yoksa onun mertebesine yükselmez.)
Başka bir hadiste Resûlullah scalLILI'iu tfleLjlıı vese Hem) şöyle
buyuruyor: “Kim, Abdulmuttalib' in çocuklarından birine
bir iş yapar da dünyada ücretini alamazsa, yarın
Kıyamet gününde beni bulduğunda mükâfatı bana
aittir." 4 Bu hadisi Taberânî nakletmiştir.
Başka bir hadiste şöyle buyuruyor: “Kıyamet gününde dört
kişiye şefaatçiyim: Zürriyetime ikramda bulunan,
onların meselelerini çözen, zor durumda kalıp ona
geldiklerinde meselelerini çözmeye çalışan ve onları
kalbiyle ve diliyle seven." 5
İbnu'n-Neccâr, Tarih' inde, Haşan b. Ali'den Resûlullah’m
(şvllvl üîŞı eJeqlı vesellem ) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Her şeyin
1 Bu hadisin kaynağı bulunamamıştır.
2 Hâkim, Müstedrek (3/ 1 64)
3 Alımed b. Hanbel, Müstıed (1/77)
4 Taberânî, M. el-Evsat (2/ 1 20)
5 İbn Hacer, Lisânul-Mîzân (2/417)
Ehl-i Beyt'i Sevmenin Hükmü 151
bir kuralı vardır, İslam'ın kuralı da; Resûlullah ' ın
(salIcJLlıu ıaleL)kı vesellem) ashâbını ve Ehl-i Beyt J ini
sevmektir." 1
Taberânî, İbn Abbâs'dan nakleder: Resûlullah (sal ULU ale 4 k
vesellem) şöyle buyurdu:
"Dört şeyden hesaba çekilmedikçe, (Kıyamet gününde)
kulun ayakları yerinden kıpırdamaz: Ömrünü nerede
geçirdiği, vücudunu nerede kullandığı, malını nerede
kazanıp nereye harcadığı ve bizi, Ehl-i Beyt J i sevip
sevmediği." 2
Deylemî, Hz. Ali'den şu hadisi nakleder: “Sıratta en
sağlam olanınız (en rahat geçeniniz), Ehl-i Beyt^imi
ve ashabımı en fazla seveninizdir ." 3
Sahîh' te geçtiğine göre Abbâs, Kureyşlilerin surat asmalarını
ve akrabalarıyla karşılaştıklarında konuşmamalarını,
Resûlullah'a stfllcalltfhu dletjlnı vese Hem) şikâyet etmişti. Hz. Peygamber
(solLILiıu cJeı^hı vese Hem) öyle kızdı ki, yüzü kıpkırmızı oldu, alnından
ter akmaya başladı ve şöyle buyurdu: "Bazılarına ne oluyor
da, sohbet ederken Ehl-i Beyt J imden birini
gördüklerinde konuşmalarını kesiyorlar. Vallahi, benim
akrabalarım oldukları için onları sevmeyenin kalbine
iman giremez." 4
Başka bir rivayette "Nefsim elinde olan Allah'a yemin
ederim ki; sizleri Allah ve Resûlü için sevmedikçe,
hiçbir kimsenin kalbine iman giremez." 5
Resûlullah scalLILhu <aleqln vese Hem) şöyle buyuruyor: "Beş şey
vardır ki, kim bunlara sahip olursa, âhiret için
çalışmaması mazur görülmez: Salih bir eş, hayırlı
1 Aclûnî, Keşfu 1-Hafâ (2/191)
2 Taberânî, M. el-Kebîr (11/102)
3 İbn Adiy, Kâmil (2/302)
4 İbnMâce (1/ 50)
5 Tirmizî (5/652)
152
Ebedi Soylular: Ehl-i Beyt
evlatlar, insanlarla güzel ilişki, memleketinde
yaşamak ve Âl-i Muhammed'i ( stfllcıllöihu aleyhi vesellem) sevmek .” 1
Taberânî, M. el-Evsat'ta, İbn Ömer'in şöyle dediğini nakleder:
Resûlullah'm (mIULL Je 4 k vesellem) son söylediği şuydu: “Benden
sonra, Ehl-i Beyt* ime iyi bakın .” 2
Hz. Ali şöyle diyor: “Çocuklarınıza üç hasleti öğretiniz:
Peygamberinizi sevmelerini, Ehl-i Beyt’ini sevmelerini ve
Kur'ân-ı Kerim okumalarını (öğretiniz).” 3
Resûlullah seılLILhu «aletjl'iı vesellem) şöyle buyuruyor: “Allah'ın
saygı gösterilmesi gereken kutsal saydığı üç konu
vardır. Kim onları muhafaza ederse, Allah da onun
dinini ve dünyasını muhafaza eder. Kim bunları
kaybederse, Allah onun hiçbir şeyini muhafaza etmez.”
Dediler ki: “Bunlar nedir, ey Allah'ın Resûlü?” Buyurdu ki:
“İslam'a hürmet, bana hürmet ve çocuklarıma hürmet .” 4
Selef ve halefin büyükleri, onların mükemmel sevgisiyle
yaşamışlardır. En başta olanları da Ebû Bekr es-Sıddîk olmuştur.
Onun şöyle dediği tesbit edilmiştir: “Resûlullah'm (sJU Au Al
vesellem ) akrabalarıyla ilgilenmeyi, kendi akrabalarımla
ilgilenmektan daha fazla severim.”
Buhârî de onun şu sözünü bildiriyor: “Ehl-i Beyt’ine bakarak
Muhammed'i ( scJLILhu cJeijhı vesellem) gözetin.” 5
İbn Allân, Riyâzu's-Salihîn şerhinde şöyle der: “Musannif,
yani imam Nevevî der ki: Gözetin; dikkat edin, hürmet gösterin,
saygı gösterin demektir.”
Münâvî naklediyor: Hâfız Zerandî şöyle diyor: Müctehid
âlimlerin ve mühtedi imamların her biri, Ehl-i Beyt’le dostluk
1 Deylemî, Firdevs (2/192)
2 Bu hadisin kaynağı bulunamamıştır.
3 Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ (1/76)
4 Taberânî, M. el-Kelnr (3/1 26)
5 Buhârî (3/ 1370)
Ehl-i Beyt'i Sevmenin Hükmü
153
bakımından büyük şansa ve güzel bir gurura sahip olmuştur.
Tıpkı Yüce Allah'ın emrettiği gibi:
"Deki: «Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden
başka bir ücret istemiyorum.» Kim bir iyilik işlerse onun
sevabını fazlasıyla veririz. Şüphesiz Allah bağışlayan, şükrün
karşılığını verendir." (Şûrâ Sur. 23)
Biz de deriz ki: Hâfız'ın bunu, müctehid âlimler ve mühtedî
imamlarla sınırlandırmasının sebebi; onların ümmetin örnek
insanları olmalarındandır. Eğer bu özelliği taşıyorlarsa, bir
müminin onlara aykırı düşmesi söz konusu değildir. İman sıfatı,
Ehl-i Beyt’i sevmeyi vacib kılmaya kâfidir. İman ne kadar güçlü
olursa, sevgi de o kadar güçlü olur. İşte bu yüzden, müctehid
âlimler ve mühtedî imamların dostluklarında büyük bir talih ve
haklı bir gurur vardır.
İşte İmam-ı A’zam, Ebû Hanife en-Numân, Hz. Peygamber’in
fa IU a iıÇ üeijlı vese Hem) torunu Hasan'm çocuklarından, İbrâhîm b.
Abdillah el-Muhıd b. Haşan el-Müsennâ b. el-Hasan es-Sıbt'ın
(Allah hepsinden razı olsun) dostuydu. İnsanlara, onun ve
kardeşi Muhammed'in yanlarında olmaları yönünde fetvalar
vermiştir. İmam-ı A’zam'ın görünüşte, kadılık yapmayı
reddettiği için hapse atıldığı söylense de, asıl sebebin bu olduğu
söylenir.
İşte Hicret Şehri'nin İmamı Mâlik b. Enes, İbrâhîm b. Zeyd b.
Ali Zeynelâbidin b. Hüseyin'in (Allah hepsinden razı olsun)
dostuydu. O da insanların onun yanında yer almaları gerektiği
yönünde fetva verdi. Bu yüzden birkaç yıl ortadan kayboldu.
İmam Mâlik'in yakın dostu olanın, Ebû Hanife'nin dostu
İbrâhîm b. Abdillah el-Muhıdd'm kardeşi Muhammed olduğu da
söylenir.
Büyük İmam Ahmed b. Hanbel ile ilgili, bu konuda bildiğim
tek şey, verâ sahibi ve çok özenli olduğudur. Yezîd b.
Muaviye'nin kâfir olduğunu ve lanetlenebileceğin! söylemiştir.
154
Ebedi Soylular: Ehbi Beyt
Bu şekilde düşünmesinin tek sebebi Âl-i Mustafâ'ya (YUUıu oL
vesellem ) olan sevgisi ve bu konuda kesin bilgilere sahib olmasıdır.
Kureyşli İmam, Peygamberin amcası oğlu Muhammed b.
İdrîs eş-Şâfiî ise, Resûlullah'm sallöJlahu ^leıjlnı vese Hem) yakınlarına
olan şiddetli bağlılıktan dolayı, Bağdat'a kadar kaim iplerle
bağlanarak götürülmüştür. Bundan dolayı başına anlatılması
uzun meseleler gelmiştir. Onlara olan bu aşırı sevgisinden
dolayı, sapık dalâlet fırkaları onu Rafizilikle suçlamışlardır.
Hâlbuki o, öyle şeylerden münezzehtir.
İbnu's-Subkî, Tabakât'vada, Şâfiî'nin talebesi Rabî' b.
Süleymân el-Murâdî’den nakletmiştir: Minâ'ya gitmek için
Şâfiî'yle beraber Mekke'den yola çıktık. Her vadiye inişte ve yol
ayrımında şu şiiri söylüyordu:
Ey a th, M inanın ta§lı yollarında dur ,
Yollarında oturana yürüyene selam ver.
Seli er vakti hacılar Mina ya aktıklarında,
Fırat'ın azgın dalgaları gibi çoştuklarında.
Âl-i Beyt ? e muha bhet isyan görülse bile,
Şahit olsun sekaleyn asiyim bile bile.
Şu sözleriyle de onları sevmenin gerekliliğini ortaya
koymuştur:
Ey Peygamber yakınları sizi sevmek,
Kur ’ân'da olan bir vaciptir, onsuz olmaz
Size yeter tek ba§ma bu yücelik,
Size salavât getirmeyenin namazı caiz olmaz.
Sabbân der ki: Yani namazı ne tamam olur, ne de geçerli
olur. Şâfiî'nin tercih edilen görüşü böyledir. “Kur’ân'da olan bir
vacibdir” sözü de şu âyete dayanmaktadır:
"Deki: «Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden
başka bir ücret istemiyorum.» Kim bir iyilik işlerse onun
sevabını fazlasıyla veririz. Şüphesiz Allah bağışlayan, şükrün
karşılığını verendir." (Şûrâ Sur. 23)
Ehl-i Beyt'i Sevmenin Hükmü
155
Allah hepimize bu konuda yardımcı olsun. Bu ümmetin yol
göstericisi olan imamların yaptıklarına bakıp, Ehl-i Beyt
sevgisinde onları örnek almalıyız. Müslüman ve Sünnî olan
herkesin, bu dört bayraktar imamdan birine mukalbd olması
kaçınılmazdır. Birçok meselede farklı görüşler ileri sürmelerine
rağmen, bu konuda görüldüğü gibi aynı şekilde
düşünmektedirler. Eğer bu kitabın okuyucuları arasında, Yezîd
veya İbn Ziyâd taraftarı varsa, ardından gittiği bu alçakların,
Cehennem yolcusu olduklarını görür. Tarihlerini incelediğinde,
utanç verici olduğunu anlar. Aklı başında olan, onların büyük
bir dalâlet ve rezil bir cehalet içinde olduklarını rahatlıkla anlar.
Onlar gibi düşünmeyip, muttakilerin mekânı olan Cennete girer.
Allah'ın nimet verdiği peygamberler, salihler ve sıddıklarla
birlikte haşrolur. Yok, eğer reddederse o zaman selefleriyle
beraber Cehennemde olur. Ne kötü bir sondur. Onların yolunda
giden, onlar gibi sapıklığın son sınırına ilk safta varır. Onların
başına geldiği gibi o da helak olup vebal almış olur. Onlar gibi
Cehenneme zincir ve boyunduruklarla sürüklenerek götürülür.
Bu iki sonun dışında kaçacağı bir yer yoktur. Bunlardan
istediğini seçer. Cennet ve Cehennem dışında gidilecek yer
yoktur.
Efendim Abdulvahhab eş-Şa'rânî, el-Minen isimli eserinde
şöyle demektedir: Yüce Allah'ın bana verdiği en büyük nimet,
insanlar neseplerini tenkid etse bile, Ehl-i Beyt’e aşırı derecede
saygı göstermemdir. Bu saygıyı bende olan bir hakları olarak
görüyorum. Âlimlerin ve velilerin çocuklarına da saygı ve
tazimde bulunmak aynı şekilde şer’i bir görevdir. İstikamet
yolunda olmasalar bile. Ehl-i Bey’tten olanlara gösterdiğim saygı
ve ihtiram en azından bir naibe; yani şehir valisi veya askeri
kadıya gösterdiğim saygı seviyesindedir.
Bu cümleden olarak, Ehl-i Beyt’ten olanlara karşı saygılı
olmalıyız. Mesela: Bir mekânda minder, eşik veya sıfatla ondan
156
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
yukarıda bir şekilde oturmamalıyız. Ona öncelik vermeliyiz.
Boşadıkları eşleriyle veya onlardan ölenlerin eşleriyle
evlenmemeliyiz. Aynı şekilde, hakkını verme ve memnun etme
konusunda emin olmayanların, Ehl-i Beyt’ten bir kadınla
evlenmemesi gerekir. Mesela; onun üzerine evlenmemesi
gerekir. Gece yalnız bırakıp evden çıkmaması gerekir. Yeme
içme konusunda, “Deden Resûlullah ;( scıltaltahu aleıjhı vesellem) böyle
yapardı” diyerek gücümüz yettiği ölçüde, ona cimrilik
yapmamamız gerekir. Yine istediğinde helal olan şehevi
duygulardan onu mahrum etmememiz gerekir. Ayağa
kalktığında veya lazım olduğunda ayakkabısını getirmemiz,
geldiğinde ayağa kalkmamız gerekir. Çünkü o, Resûlullah 'tan
(sdlhllöly 1 ^leı^lıı vese Hem) bir parçadır. Hukuken bizi
görevlendirmediği müddetçe, alışveriş maksadıyla da olsa onun
vücuduna bakmamamız gerekir. Ayakkabı satıcısı isek
ayaklarına bakmamamız gerekir. Örtülü de olsa yanımızdan
geçerken ona uzun uzun bakmamamız gerekir. Böyle yapmamız,
dedesi Resûlullah 'm ; soltaltahu aleyhi vese Hem) hoşuna gitmez.
(Yine Şa’rânî) el-Bahru'l-Mevrûd fi'l-Mevasîk ve'l-Uhûd isimli
eserinde şöyle diyor:
Ehl-i Beyt’ten bir kadınla, kendimizi onun hizmetçisi kabul
etmedikçe evlenmemeye bizden söz alınmıştır. Çünkü o,
Resûlullah'm ( scıltaltahu <3İei)hı vesellem ) bir parçasıdır. Kim böyle bir
kadına karşı nazik olacağını ve onun emrinden çıktığı anda asi
ve günahkâr olacağını düşünüyorsa evlensin. Yapamayacak olan
evlenmesin. Şeref için onunla evlenmek isteyene, zarar
görmemek kârdan evladır, denir. Özellikle onun üzerine
evlenirse, gece yalnız bırakırsa veya cimriliği ve aç gözlülüğü
yüzünden ona eza ederse. Bir mümin, onunla evlenmeden ona
iyilik yaparak da aynı şerefe nail olabilir.
Özetle söylemek gerekirse, nefsini öldürmeyen kişinin, Ehl-i
Beyt’ten bir kadının hakkını eda edip gerekli saygıyı
Ehl-i Beyt'i Sevmenin Hükmü 157
gösterebilmesi mümkün görünmemektedir. Bunun için ancak
dünyada zühd makamına ulaşmış, kalbi imanla dolmuş,
Resûlullah'm ( scJLILhu oleıjhı vese Hem) çocuklarını kendi ailesinden,
çocuklarından ve malından daha fazla sevmiş ve Ehl-i Beyt’i
üzen her şeyin Resûlullah’ı saUüıu tfleıjhı vese Hem) üzeceğini kabul
etmiş olması gerekir.
Ayrıca Efendim Şa’rânî, özellikle, Ehl-i Beyt’ten olan bir
kadına, tesettürlü, başörtülü ve ayakkabılı da olsa bakmayı
yasaklardı. Bakan kişiye de şöyle derdi: “Birinin senin örtülü
kızına uzun uzun baktığını gördüğünde rahatsız olmaz mısın?
İşte Resûlullah ( sallcallcahu caleıjhı vesellem ) de aynı şekildedir.”
Ben de diyorum ki: Mütedeyyin birinin, Ehl-i Beyt’ten bir
kadına bir şey satarken, kan alırken veya onu tedavi ederken,
Resûlullah'tan ( sallallahu eJeıjhı vesellem) utanarak işini yapmalıdır.
Özellikle ayakkabı satıcıları. Kardeşim! İşinizi yaparken şer’i
kurallara çok dikkat ediyorsanız ve kesinlikle (ayağını) görmeniz
gerekiyorsa, kalbinizle şer'in sahibinden izin alın öyle bakın.
Resûlullah'm ( scJLILhu tfleijhı vese Hem) çocuklarım gereği gibi
seviyorsanız, sizden satın almak istediklerini onlara hediye edin.
Şa'rânî şöyle devam eder: Bizden şunun için de söz alındı:
Eğer zengin çeyizli bir kızımız veya kızkardeşimiz varsa, onu
Ehl-i Beyt’ten, fakir ve mehrinin dışında bir günlük yemeğinden
başka bir şeyi olmayan birisi isterse, evlendirip reddetmemeliyiz.
Çünkü fakirlik ayıp değildir, onun için evlilik reddedilmez,
aksine şereftir. Resûlullah solLILhu öJeıjhı vesellem) Yüce Rabbinden,
fakirler ve miskinler zümresinde haşretmesini dilemiş ve şöyle
dua etmişti: "Allahım! Âl-i Muhammed'in rızkını yetecek
kadar kıl .” 1
Yani öğünlerden sonra yiyeceğinden bir şey artmasın. Bu,
Resûlullah'm sallallahu <alei|hı vesellem), kendi zürriyeti ve Ehl-i Beyt’i
1 Müslim (2/730) ve Tirmizî (4/ 580)
158
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
için istediği gayet şerefli bir şeydi. Kızıyla evlenmek isteyen,
fakir bir şerifin talebini reddedenin, sevimsiz bir duruma
düşmesinden endişe edilir. Allah, Gani ve Hamîd'dir.
Yine bizden şu söz alınmıştır: Ehl-i Beyt’ten, yol kenarında
dilenen bir erkek veya kadın gördüğümüzde, onlara gücümüzün
yettiği miktarda para, yiyecek ve giyecek vermeliyiz. Yahut
yapabilirsek, dini görevimizi yerine getirebilmemiz için
evimizde misafir olmalarını teklif etmeliyiz. Resûlullah'ı (sJoJLk
<sJeql'iı vesellem ) sevdiğini iddia edip, yol kenarlarında dilenen
çocuklarına bir şey vermemek çirkin kabul edilir. Allah Gafur ve
Rahim'dir. Şa'râni'nin sözleri burada bitti.
Molla, Sîret' inde, Resûlullah'm sc3 1 1 (5i 1 1 (5i hu ı3İei)hı vesellem ) şöyle
buyurduğunu nakleder:
"Ehl-i Beyt J im hakkında birbirinize iyilik
tavsiyesinde bulunun. (Yoksa) onlardan dolayı, yarın
hasmınız olurum. Hasım olduğum kişiye Allah da hasım
olur. Allah, hasım olduğu kişiyi Cehenneme atar .” 1
Sahîh'âe nakledildiğine göre de Ebû Leheb'in kızı, Medine'ye
hicret ettiğinde, ona “Senin hicret etmenin sana bir faydası
olmaz, çünkü sen Cehennem odununun kızısın” dediler. Bunu
Resûlullah'a ( sdlltflltfhu «sJeıjln vesellem) anlattı. RGstılullah (s^lUlUlnu ^leıjlnı
vesellem ) çok kızdı, minbere çıkıp şöyle buyurdu: "Bazılarına ne
oluyor da, nesebim ve yakınlarımla ilgili bana eza
ediyorlar. İyi biliniz ki, kim nesebime ve
akrabalarıma eziyet ederse, bana eziyet eder, bana
eziyet eden Allah'a eziyet etmiş sayılır .” 2 Sünen
sahipleri tarafından bu hadis rivayet edilmiştir.
Taberâni ve Hâkim, İbn Abbâs'm şöyle dediğini naklederler:
Resûlullah ( s 1 \o I Ic^hu dleijl'iı vesellem ) buyurdu ki: "Ey Abdulmuttalib
oğulları! Sizin için Allah'tan üç şey istedim; ayakta
1 Kaynağı bulunamamıştır.
2 İbn Adiy, Kâmil (7/362)
Ehl-i Beyt'i Sevmenin Hükmü
159
duranınızı sabit kılmasını, cahilinize ilim vermesini
ve dalalete düşeninizi hidayete erdirmesini. Eğer bir
adam. Rükün ile Makam (Kâbe J nin köşesiyle Makam-ı
İbrahim) arasına geçerek namaz kılsa, oruç tutsa sonra
da, Muhammed'in Ehl-i BeytMne buğzederek ölürse
Cehenneme girer .” 1
Taberânî, İbn Abbâs'tan şunu nakleder: “Hâşim oğulları'nı ve
Ensâr'ı sevmemek küfür, Arapları sevmemek nifaktır .” 2
İbn Adiy ve Beyhakî, Şuabu'l-îmân'&a, Hz. Ali'den
Resûlullah’m ( salULhu cJeL)hı vese Hem) şöyle buyurduğunu bildiriyor:
"Yakınlarımı ve Ensâr'ı tanımayan üç kişiden biridir:
Ya münafıktır, ya zina mahsulüdür ya da temiz
değildir .” 3
Yani annesi ona, temiz olmadığı bir zaman hamile kalmıştır.
Taberânî, M. el-Evsat' ta, Câbir b. Abdillah'm şöyle dediğini
nakleder: Resûlullah scJLILhu tfleLjhı vesellem) bize hutbe vermişti.
Onu şöyle derken işittim: “Ey insanlar! Biz Ehl-i Beyt^e
buğzedeni Allah, Yahudi olarak haşreder .” 4
Ebû Saîd el-Hudrî diyor ki: Resûlullah sallallalıu çilelin vesellem)
şöyle buyurdu: "Biz, Ehl-i Beyt J e buğzeden herkesi Allah
Cehenneme atar .” 5
Bu hadisi Hâkim rivayet edip, Buhârî ile Müslim’in şartlarına
göre sahîh kabul etmiştir.
Hz. Ali'nin, Muâviye'ye şöyle dediği rivayet edilir: Bize
buğzetmekten sakın, çünkü Resûlullah scJİ£2İI<al"iu cJeıjhı vesellem) şöyle
buyurmuştur: "Bize buğzeden veya hased eden kişi.
1 Taberânî, M. el-Kebîr (1 1/ 172)
2 Taberânî, M.el-Kebîr( 11/ 145)
3 Deylemî, Firdevs (3/ 626) ve İbn Adiy, Kâmil (3/23)
4 T aberânî, M. el-Evsat (4/212)
5 İbn Hibbân, Sahih (15/435) ve Hâkim, Miistedrek (3/162)
160
Ebedi Soylular: Ehl-i Beyt
Kıyamet gününde, ateşten kırbaçlarla, Havz'dan
uzaklaştırılır .” 1 Bunu Taberânî rivayet etmiştir.
İmam Ahmed de şu hadisi rivayet etmiştir: “Ehl-i Beyt 3 e
buğzeden, münafıktır .” 2
Resûlullah ( 1 \c>i I Idhu dJeijhı vesellem ) şöyle buyuruyor: “Ehl-i
Beyt J ime zulmeden ve itretimle bana eza edene Cennet
haram kılınmıştır .” 3
Yine Resûlullah saULJıu tfleLjlnı vesellem)^ “Yedi kişiyi
lanetledim ve her peygamberin duası makbuldür ” 4
(dedikten sonra, bunları saymış ve bunların içinde) yakınlarına
yapılması haram olan şeyleri yapanı saymıştır.
1 Taberânî, M. el-Evsat (3/ 39)
2 Taberî, Riyâdu'n-Nadra (1/362)
3 Kurtûbî, Tefsir (13/ 1 14
4 Taberânî, M. el-Kelnr (17/43)
SELEF-İ SÂLİHÎN VE DİĞER İNSANLARIN,
EHL-İ BEYTE GÖSTERDİKLERİ SAYGIYLA İLGİLİ
OLAY VE HİKÂYELER
Hâfız İbn Hacer el-Askalânî'nin, I s âb e isimli eserinde Ubeyd
b. Huneyn'in kanalıyla nakledilir: Hüseyin b. Ali bana şöyle
anlattı: Hz. Ömer'e gittim, minberde hutbe veriyordu, yanma
çıktım ve dedim ki: “Babamın minberinden in, babanın
minberine git!” Ömer, “Babamın minberi yok” dedi ve beni alıp
yanma oturttu. Ben onun önünde çakıllarla oynuyordum.
Minberden inince beni evine götürdükten sonra bana, “Sık sık
bize gel!” dedi.
Hüseyin şöyle devam ediyor: Bir gün onlara gittim, kendisi
Muâviye ile yalnız (bir şey konuşuyor)du, (oğlu) İbn Ömer de
kapıdaydı. İbn Ömer çıktı, ben de onunla birlikte çıktım. Daha
sonra Ömer beni gördü ve bana: “Seni (uzun süredir)
görmüyorum?” deyince ben: “Ey Müminlerin emiri! (Geçen gün)
geldim, sen Muâviye ile beraberdin. Ben de İbn Ömer’le birlikte
geri döndüm” dedim. Şu karşılığı verdi: “Sen, (oğlum) İbn
Ömer'den önceliklisin. Başımızda görüldüğü gibi, en bereketli
Allah var, sonra siz varsınız.”
Hafız İbn Hacer, “Bu hadisin senedi sahihtir” der.
Ebu'l-Ferec el-İsfehânî, Ubeydullah b. Ömer el-Kavârîrî
kanalıyla şöyle nakleder: Bana Yahyâ b. Saîd, Saîd b. Ebân el-
Kuraşî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Abdullah b. Haşan
küçükken, Ömer b. Abdilazîz'in yanma girdi. Toplantısı vardı,
meclisini dağıttı, onu karşıladı ve isteklerini yerine getirdi.
Gidince, Ömer b. Abdilazîz'i oradakiler tenkid ettiler ve “Sen
bütün bunları küçük bir çocuk için mi yaptın?” dediler. Bunun
üzerine şu karşılığı verdi: Güvenilir râviler bana öyle bir hadis
naklettiler ki sanki Resûlullah'm ( sal Icıl lak u aleıjhı vese Hem) şu sözlerini
162
Ebedi Soylular: Ehlü Beyt
duyuyor gibiyim: "Fâtıma benden bir parçadır, onu mutlu
eden, beni de mutlu eder .” 1 Ben de biliyorum ki hayatta
olsaydı oğluna yaptığımdan dolayı mutlu olurdu.” Dediler ki:
“Senin kasdettiğinin içyüzü ve demek istediğin nedir?” Şu
karşılığı verdi: “Benû Haşim'den olan herkesin şefaat etmesi söz
konusudur. Ben de bu çocuğun şefaatine girmek istedim.”
(Bahsettiğimiz) aynı Abdullah'ın şöyle dediği rivayet edilir:
Ömer b. Abdilazîz'in kapısına bir iş için vardım. Bana dedi ki:
“Eğer bir ihtiyacın olursa bana haber gönder veya yaz. Ben seni
kapımda görürsem Allah'tan utanırım.”
Rivâyet edildiğine göre Câfer b. Süleyman, İmâm Mâlik'i
dövüp yapacağını yaptığında baygın bir şekilde eve getirildi.
İnsanlar onu görmeye geldiler, kendine geldiğinde şöyle dedi:
Şahit olun, beni dövene hakkımı helal ettim. Daha sonra
kendisine (neden böyle dediği) sorulduğunda dedi ki: “Ölüp
Resûlullah'm saltaltahu tfleLjhı vesellem) huzuruna çıkmaktan korktum.
Benim yüzümden onun yakınlarından birinin Cehenneme
girmesinden utanırım.”
Derler ki: Mansur, Câfer'le ilgili şikâyeti olup olmadığını
sorunca, ona dedi ki: “Maazallah, vücuduma inen her kırbacı,
onun Resûlullah'a ( scıltaltahu tfleıjhı vesellem) olan yakınlığından dolayı
helal ettim.”
Büyük Şeyh Efendim Muhyiddin İbnu’l-Arabî, Musâmerât el-
Alıyâr isimli eserinde Abdullah b. el-Mübârek'ten naklediyor:
İleri gelenlerden biri hacca gitmek istiyordu. Şöyle anlattı:
Yıllardan birinde hacıların Bağdat'a uğradıklarını duydum.
Onlarla birlikte hacca gitmeye karar verdim. Yanıma beşyüz
dinar aldım ve hac malzemelerini satın almak için çarşıya gittim.
Yolda karşıma bir kadın çıktı ve “Allah merhamet etsin, ben
şerife (Ehl-i Beyt’ten) bir kadınım. Üryan kızlarım var ve dört
1 Daha önce buna yakın bir hadisin kaynağı belirtilmiştir.
Ehl-i Beyt'e Gösterilen Sevgi ve Saygı 163
gündür bir şey yemedik” dedi. (Adam diyor ki:) Ben onun
dediklerinden çok etkilendim. Beşyüz dinarı elbisesinin
kenarına attım ve dedim ki: “Evine dön, bu paralar bir süre
senin ihtiyacını görür.” Sonra Allah'a şükrettim ve döndüm.
Yüce Allah, o sene hacca gitme isteğimi kalbimden çıkardı.
İnsanlar gittiler, haccedip döndüler. Arkadaşları karşılayıp hoş
geldiniz demeye gideyim, dedim. Yola çıktım, görüp selam verip
“Haccın hayırlı olsun, sa'ym meşkûr olsun” dediğim her
arkadaşım bana, “Senin de haccm makbul olsun” dedi. Bu beni
rahatsız etti. Gece olunca yattım. Rüyamda Peygamberimizi
(setli al la hu aleıjhı vese Hem) gördüm. Bana şöyle diyordu: “İnsanların hac
konusunda seni tebrik etmelerine şaşma. Bitkin birine yardım
ettin, zayıf birini zengin ettin. Yüce Allah'a dua ettim, senin
suretinde bir melek yarattı, her sene senin yerine haccedecek.
Sen istersen hacca git, istersen gitme.”
Şeyh Zeynuddîn Abdurrahman el-Hallâl el-Bağdâdî'den
nakledildiğine göre Timurleng'in vezirlerinden birisi şunu
anlatmış; (Timur) ölüm hastalığına düştüğünde, bir gün çok
şiddetli ızdırap çekmiş. Yüzü kararmış ve rengi değişmiş. Sonra
kendine geldiğinde bunu kendisine söylemişler. O, azap
meleklerinin kendisine geldiklerini, o sırada Resûlullah'm
(sallalLTu aletli vesellem ) geldiğini ve onlara “Onu bırakın, o benim
zürriyetimi sever ve onlara iyilik ederdi” dediğini ve kendisini
bıraktıklarını söylemiş.
Şemsuddîn Muhammed b. Haşan el-Hâlidî'nin şöyle dediği
nakledilir: Dostlarımızdan birisi rüyasında Resûlullah'ı (sJJak*
aleqhı vesellem ) gördü. Yanında da Timurleng'i görmüş. (Rüyayı
gören) ona: “Buraya da mı ulaştın ey Allah’ın düşmanı!?” diye
çıkışınca Resûlullah seıllallahu aleıjhı vesellem } ona: “Sakin ol ey
Muhammed! O benim zürriyetimi severdi” demiş.
Allâme İbn Hacer el-Heytemî, Takiyyüdîn el-Fârisî'den şu
hikâyeyi nakleder: İmamlardan birisi, şerif olan kimselere aşırı
164
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
derecede saygı gösterirdi. Bu aşırılığın sebebini sordular. Şöyle
anlattı: Mutayr adında oyun ve eğlenceyi çok seven bir Şerif
vardı. Öldüğünde bu imam onun cenaze namazını kılmaktan
kaçındı. Rüyasında Hz. Peygamber’i ( scalULhu aleıjln vese Hem) gördü,
yanında da Fâtımatu'z-Zehrâ vardı. Kendisine sırtını döndü.
Ona yalvardı, fakat kendisine dönüp sitem etti ve dedi ki:
“Mutayr'la ilgili bizim hiç hatırımız yok mudur?”
Makrîzî der ki: Kadılar kadısı, İzzuddîn Abdulazîz b.
Abdilazîz el-Bekrî el-Bağdâdî el-Hanbelî bana anlattı: Rüyamda
kendimi Mescid-i Nebevî'de gördüm. Mukaddes Kabir açıldı,
Resûlullah ( so 1 1 et 1 1 (5i hu cJeLjhı vesellem | çıktı ve oturdu. Üzerinde
kefenleri duruyordu. Mübarek eliyle gel diye işaret etti. Kalkıp
yanma kadar vardım. Bana dedi ki: “Müeyyid'e söyle Aclân'ı
serbest bıraksın.” Uyandım ve Sultan Müeyyid'in meclisine
koştum. Aclân'ı hayatımda görmediğime ve onu tanımadığıma,
imanım üzerine yemin ederek başladım. Sonra rüyamı anlattım.
Sustu ve meclis dağılıncaya kadar oturduk. Kalktı, meclisinden
çıktı, kalenin zindanlarına indi. Ok atışı yapanları teftiş etti,
sonra Hüseyin'in çocuklarından Medine valisi Şerif Aclân'ı
hapisten çıkarıp serbest bıraktı.
Yine anlatıyor: Bilindiği gibi Hz. Hasan'm çocuklarından,
şerif Serdâh b. Mukbil'in, Yenbu' valisi olan babası Mukbil, hicri
825 senesinde tutuklanmış ve yerine Yenbu' valiliğine, yeğeni
Akıl tayin edilmişti. Kendisi de tutuklu olarak İskenderiye'de
hapse atılmış ve hapiste vefat etmişti. Adı geçen Serdâh'ın da
gözlerine mil çekilmiş, gözbebekleri erimişti. Bu yüzden beyni
şişip kokmuştu. Bir süre âmâ olarak Kahire'nin dışında yaşadı.
Sonra Medine'ye geldi. Mustafâ'nın Ş#ILILhu tfleLjhı vese Hem) kabri
başında durdu, başına gelenleri şikâyet edip ağladı ve Allah'a
dua etti. Sonra oradan ayrıldı. O gece yattığında, rüyasında
Resûlullah'ı scılLIlcJihu aleyhi vesellem ) gördü. Mübarek elleriyle
gözlerini meshetti. Uyandığında, Yüce Allah ona görme
Ehl-i Beyt'e Gösterilen Sevgi ve Saygı 165
kabiliyetini geri vermişti. Bu olay Medine halkı tarafından
duyuldu. Bir müddet yanlarında kaldıktan sonra Kahire 'ye
döndü. Sultan Eşref Barsbay, onun döndüğünü ve gözlerinin
gördüğünü, duyar duymaz onu tutukladı. Gözlerine mil çeken
cellâtları çağırdı ve iyi bir dayak attırdı. Şahitler getirildi,
millerin ateşte kızartıldığını, Serdâh'm gözlerine çekildiğini ve
gözbebeklerinin eridiğini gördüklerini söyleyip ikna ettiler.
Cellâtları bıraktı. Aynı şekilde, Medine ahalisi de Serdâh'm
gözbebeklerini erimiş olarak gördüklerini, sonra oradayken
gözlerinin açıldığını ve kendilerine rüyasını anlattığını
söylediler. Bunun üzerine onu serbest bıraktı. Bu zat, hicri 833
yılında veba salgınından vefat etti.
Şeyh el-Adevî, Me§ârık el-Envâr isimli eserinde, İbnu'l-
Cevzî'nin Multakat adlı kitabından şu olayı alıntı yapmıştır:
Belh şehrinde oranın Alevilerinden bir adam yaşıyordu. Eşi ve
kızları vardı. Adam öldüğünde karısı şöyle anlattı: Düşmanların
rahatsız etmesinden korktuğum için kızlarla birlikte
Semerkend'a gittim. Oraya vardığımda hava çok soğuktu. Kızları
bir camiye soktum ve yiyecek meselesine bir çare bulmak için
yola koyuldum. Bir yaşlı kimsenin başında toplanmış insanlar
gördüm, adamın kim olduğunu sordum. Bu şehrin şeyhi (valisi)
dediler. Yanma yaklaştım ve ona durumumu anlattım. “Alevi
olduğunu bana isbat et” dedi; fakat benimle ilgilenmedi. Camiye
geri döndüm. Yolda, yıkık taşların üzerine oturmuş bir ihtiyar
gördüm. Etrafında birkaç kişi vardı. Dedim ki: “Kim bu?” “Bu
şehrin başına felaket gelmiş bir Mecusî’sidir” dediler. Belki
derdime çare olur diyerek yanma yaklaştım, hikâyemi anlattım.
Valiyle olan olayı, kızlarımın camide olduğunu ve yiyecek bir
şeylerinin olmadığını da anlattım. Bir hizmetçisini çağırdı.
Hizmetçi gelince ona dedi ki: “Hanımına söyle elbiselerini
giysin.” Hizmetçi eve girdi. Biraz sonra kadın çıktı, yanında da
cariyeleri vardı. Ona dedi ki: “Bu kadınla falan camiye git,
166
Ebedi Soylular: Ehl-1 Beyt
kızlarını alarak eve getir.” Kadın benimle beraber geldi, kızları
eve getirdi, evinde ayrı bir bölüm verdi, banyoya soktu, güzel
elbiseler giydirdi ve bol bol değişik yemekler ikram etti. Gece
yarısı olunca, şehrin valisi rüyasında kıyametin koptuğunu
görmüş. Sancak Muhammed salLILhu aleyhi vese Hem) başının
üzerindeymiş. Resûlullah ( s<5il lalla hu aleıjhı vesellem) ona ilgi
göstermeyip demiş ki: “Alevî kadına söylediklerini unuttun mu?
Şu gördüğün köşk, şu anda onu evinde ağırlayan ihtiyara aittir.”
Adam ağlayıp dövünerek uyandı. Hizmetçilerini şehre gönderdi.
Kendisi bizzat Alevî kadını aramaya çıktı. Mecusî'nin evinde
olduğunu öğrenince, yanma gelerek: “Alevî kadın nerede?” diye
sordu. Adam, “Yanmadadır” deyince; “Onu istiyorum” dedi.
Mecusî, “Bu mümkün değil” karşılığını verdi. Adam: “Al sana
bin dinar, onu bana ver” dedi. “Vallahi yüzbin dinar da versen
olmaz” karşılığını verdi. Israr edince adama dedi ki: “Senin
gördüğün rüyayı ben de gördüm. Bana tahsis edilen köşkü de
gördüm. Sen Müslümanlığınla bana üstünlük taslıyorsun,
Vallahi o bizim evimize girdiğinde, onun sayesinde biz hepimiz
Müslüman olduk ve evimize bereket geldi. Ondan sonra
(rüyamda) Resûlullah'ı sallallahu aleijhı vese Hem) gördüm, bana dedi ki:
Bu köşk Alevî kadına yaptıklarından dolayı, sana ve ailene aittir,
siz Cennet ahalisindensiniz.”
Efendim Abdülvehhâb eş-Şa'rânî anlatıyor: es-Seyyid eş-
Şerif, -Allah ona rahmet etsin- Hattâb’m zaviyesinde şunu anlattı:
Buheyra Kâşifi, bir şerifi dövdürdü. O gece rüyasında
Resûlullah'ı ( sallallahu aleıjhı vese Hem) gördü. Kendisine iltifat
etmiyordu. Dedi ki: “Yâ Resûlallah suçum nedir?” Hz.
Peygamber sallallahu c5i leıjhı ı vesellem)! “Kıyamet gününde ben sana
şefaat edecek iken, sen bana vuruyorsun ha?” diye azarlayınca o:
“Yâ Resûlallah! Ben sana vurduğumu hatırlamıyorum”
karşılığını verdi. Resûlullah ( sallallahu aleijhı vesellem)! “Sen benim
evladıma vurmadın mı?” diye sorunca “Evet” dedi. Resûlullah
Ehl-i Beyt'e Gösterilen Sevgi ve Saygı 167
(söillollohu aleyhi vese Hem), “Senin vurduğun her darbe omuzuma isabet
etti” diyerek omzunu açtı. Omuzu arı ısırığı gibi şişmişti.
Allah’tan sağlık dileriz.
Makrîzî der ki: Reis Şemsuddin Muhammed b. Abdillah el-
Umerî bana şöyle anlattı: Bir gün Kahire defterdarı Kadı
Cemaluddîn Mahmûd el-Acemî'nin emrinde (çalışıyordum).
Evinden çıktık, müezzin Şerif Abdurrahman et-Tabâtabî'nin
evine vardık. Yanımızda da yardımcıları ve hizmetçileri vardı.
Seslenip izin istedi. Dışarı çıktı, defterdarın evine gelmesi
zoruna gitmişti. Eve buyur etti; içeri girdik ve bağdaş kurup
oturduk. Herkes oturunca şerife: “Efendim hakkını helal et!”
dedi. “Neden dolayı hakkımı helal edeyim efendim?” deyince şu
karşılığı verdi: Dün kaleye çıkıp Efendimiz Sultan Berkuk'un
huzurunda oturduğumda, sen geldin ve mecliste benden üstün
bir yerde oturdun. Kendi kendime dedim ki: “Nasıl olur da bu
adam Sultanın huzurunda, benden üstün bir mevkide oturur.”
Sonra kalktık ve gittik. Gece olup uyuduğumda, rüyamda
Resûlullah'ı söiILILIiu dleijlnı vese Hem) gördüm, bana dedi ki: “Ey
Mahmud! Benim çocuğumdan düşük bir yerde oturmaktan
utanıyor musun?”
Şerif Abdurrahman, o zaman ağlamaya başladı ve dedi ki:
“Efendim, ben kimim ki Resûlullah ( silici II <3 hu aleyhi vesellem) benim
adımı anıyor.” Herkes ağlamaya başladı, hayır duasını istediler
ve çıktık gittik.
Efendim Muhammed el-Fârisî anlatıyor: Ben, Medine
şeriflerini, Hüseyin'in çocuklarını sevmezdim. Çünkü sünnete
aykırı davrandıklarını düşünüyordum. Peygamber (salULU a le 4 k
vesellem) rüyada bana ismimle hitab ederek: “Ey falan! Neden
evlatlarımı sevmediğini görüyorum?” diye sordu. “Hâşâ onlardan
nefret etmiyorum yâ Resûlallah. Sadece yaptıklarından
hoşlanmadım” karşılığını verdim. Bana: “Bu, fıkhi bir meseledir,
ebeveynine bağlı bir çocuk nesebine dayanmaz mı?” diye
168
Ebedi Soylular: EhUı Beyt
sorunca: “Evet yâ Resûlallah” dedim. Buyurdu ki: “Bu da
ebeveynine bağlı bir çocuktur.” Uyandıktan sonra, onlara
herkesten fazla aşırı derecede saygı göstermeye başladım.
Bu hikâye Ehl-i Beyt’in özellikleri bölümünde geçmişti.
İbn Hacer el-Heytemî der ki: Yüce Allah, Peygamberine
(salLILlıu aleqlı vese Hem) aşiretiyle ilgili " Şayet sana karşı gelirlerse
de ki: Ben sizin yaptıklarınızdan muhakkak ki uzağım" (Şuarâ
Sur. 216) buyurmuştur. Akrabalık hakkını gözetmek ve nesebi
himaye için, doğrudan “ben sizden uzağım” dememiştir.
Değerli birisi bana nakletti: Irak valilerinden birisi vardı.
Şerifleri aşırı derecede sever, onlara son derece saygı ve tazimde
bulunurdu. Onlardan birisi meclisine gelirse, kesinlikle yanında
oturmasını sağlardı. Ondan daha zengin ve dünyada daha fazla
nam salmış başka biri olsa bile... Bir defasında, meclisinde
mevki sahibi bir âlim varken huzuruna bir şerif girdi. Şerif
valiye yakın bir yerde oturmak istedi, çünkü onun hakkıydı ve
vali böyle isterdi. Alimin yüzünde hoşnutsuzluk belirdi ve
gereksiz bir şeyler söyledi. Vali onunla konuşmaktan vazgeçip,
başka bir konuya geçti.
Sonra (araya başka konular girip) bu mesele unutulunca, vali,
âlime ilim tahsil eden çocuğunu sordu. O da metinler üzerinde
çalıştığını, dersleri okuduğunu, neler okuduğunu, neler
okuttuğunu, sabah bir ders verdiğini, daha sonra bir ders
verdiğini söyleyip onun hakkında ayrıntılı bilgi vermeye başladı.
Vah ona dedi ki: “Ona bir soy şeceresi planlayıp daha sonra
Peygamber’in ( scJLILI'iu aleyhi vese Hem) soyundan olabilmesi için şerif
olmayı öğretmedin mi?” Alim olan, az önce yaptığını unutup
dedi ki: “Bu plan ve öğretimle olacak bir şey değil ki. Geçmişten
gelen bir meziyettir, çalışarak elde edilecek bir özellik değildir.”
Vah bu sefer ona bağırarak; “Pis herif! Madem bunu biliyorsun,
neden şerifin senden üstün bir yerde oturmasından rahatsız
oldun?! Vallahi bundan sonra kesinlikle meclisime ayak
basamazsın” dedi. Ardından kovulmasını emretti ve kovuldu.
SON BÖLÜM
SAHABENİN FAZİLETİ
ve RESÛLULLAH'IN (JUUu a le 4 l ı verilen-) ASHÂBINI
SEVMEDEN EHL-İ BEYT'İ SEVMENİN FAYDA
VERMEMESİ
Sahâbe, Resûlullah'a ( scı Halici hu dleıjhı vesellem ) bollukta ve sıkıntıda
arkadaşlık etmişlerdir. Şiddete maruz kaldığında ve rahat
olduğunda onu yalnız bırakmadılar. Onun için canlarını ve
mallarını feda ettiler. Onun önünde kılıçlarla ve oklarla
savaştılar. Onun dostuyla dost, dümanıyla düşman oldular.
Bunlar, öz babaları, çocukları, kardeşleri ve aileleri de olsa...
Onlar, kendi akrabalarından fazla Resûlullah'm (sJJAu aieÇi
vesellem) akrabaları için iyilik isterlerdi.
İşte önderleri Ebû Bekr es-Sıddîk; babası Fetih günü
Müslüman olunca ve Resûlullah salULhu dleijhı vese Hem) bunun için
onu tebrik edince dedi ki: “Vallahi, Ebû Tâlib'in Müslüman
olmasına, onun Müslüman olmasından daha fazla sevinirdim.
Bunun tek sebebi de senin buna daha fazla sevinmendir, ey
Allah'ın Resûlü.”
İşte Ömer b. el-Hattâb; Peygamberin ( salblLhu 4ıleqk vesellem)
amcası Abbâs Müslüman olunca dedi ki: “Vallahi onun
Müslüman olması beni, (babam) Elattâb'm Müslüman
olmasından daha fazla sevindirmiştir. Çünkü buna Resûlullah
(sal lal İdin u alei)l"iı vese Hem) çok sevinmiştir.”
170
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
Sahabenin muhâcirleri İslam'ın ilk yıllarında, Kureyş'in
düşmanlığına, eza ve işkencelerine öyle maruz kaldılar ki;
yeryüzüne çakılmış dağlar bile dayanmazdı. Onlar bütün
bunlara rağmen, Allah'ın dininden vazgeçmeyi düşünmediler ve
Resûlullah sallallahu aletjhı vese Hem) sevgisinden bir şey
kaybetmediler.
Ensâr'ı unutmayalım. Allah, Ensâr'a, Ensâr'm çocuklarına,
Ensâr'm torunlarına rahmet etsin. Resûlullah'ı (saLLL Je 4 hî
vesellem ) ve Muhâcirler'i mallarıyla desteklediler ve canlarını feda
ettiler. Böylece Allah'ın dini yayılmış oldu.
Allah için, Ensâr'm lideri Sa'd b. Muâz'm, Bedir savaşından
hemen önce, Resûlullah'm ( salla II cahıı aletjhı vesellem) “Ne
düşünüyorsunuz?” sorusuna verdiği cevabına bakın.
Muhâcirlerden, Ebû Bekr, Ömer ve Mikdâd çok güzel cevaplar
verdiler; ama Resûlullah sallallahu aletjhı vesellem) onların verdikleri
cevaplarla ikna olmadı. “Ne düşünüyorsunuz?” sorusunu üç
defa tekrar etti. Sa'd: “Vallahi sanki bizi kasdediyorsun, bizi mi
kasdediyorsun yâ Resûlallah?” diye sorunca: “Evet” buyurdu.
Sa'd şu karşılığı verdi: “Biz sana iman ettik ve tasdik ettik.
Getirdiğinin doğru olduğuna şahidlik ettik. Bunun için, senin
sözünü dinleyip emrine itaat edeceğimize dair sana sözler ve
teminatlar verdik. Nasıl arzu ediyorsan öyle yap, ey Allah'ın
Resûlü. İstediğinin iplerini bağla, istediğinin iplerini kes.
İstediğinle barış, istediğinle savaş. Mallarımızdan istediğini al,
istediğini bize bırak. Bize göre, aldığın bıraktığından daha
hayırlıdır. Bize bir şey emredersen bize düşen onu yerine
getirmektir. Seni hak peygamber olarak gönderene yemin olsun
ki, bize şu denizi gösterip dalsan, biz de seninle dalarız, birimiz
bile tereddüt etmez. Düşmanımızla karşılaşmaktan çekinmeyiz,
savaşa dayanıklıyız, karşı karşıya gelince de üzerimize düşeni
yaparız. Allah'tan dileğim, bize senin hoşuna gidecek işler
yapmamızı nasib etsin. Allah'ın bereketiyle bizi yönet. Senin
Ehl-i Beyt'i Sevmenin Gerekliliği
171
sağında ve solunda varız, önünde ve arkanda da varız. Biz
Musâ'ya "Sen Rabbinle beraber gidip savaşın, biz burada
Oturuyoruz" (Mâide Sur. 24) diyenler gibi olmayacağız. Aksine Sen,
Rabbinle beraber gidip savaşın, biz de sizinle beraber
(savaşacağ)ız .” 1
İşte gerçekte sahâbenin, hem Ensâr, hem de Muhâcirlerin
özellikleri genellikle böyleydi. Allah hepsinden razı olsun.
HATIRLATMA
Fahreddîn Râzî der ki: Yüce Allah'ın "Akrabalık sevgisinden
başka" (Şûra Sur. 23) âyetinde, sahabiler için büyük bir makam
mevcuttur. Çünkü Yüce Allah; (Hayırda) önde olanlar, (ecirde
de) öndedirler. İşte onlar Allah'a en yakın olanlardır." (Vâkıa
Sur. 10,11) buyurmuştur.
Allah'a itaat eden herkes, Yüce Allah'a yakın olur ve: "işte
Allah'ın, iman eden ve iyi işler yapan kullarına müjdelediği
nimet budur. De ki: «Ben buna karşılık sizden akrabalık
sevgisinden başka bir ücret istemiyorum.» Kim bir iyilik işlerse
onun sevabını fazlasıyla veririz. Şüphesiz Allah bağışlayan,
şükrün karşılığını verendir. (Şûra Sur. 23) âyetinin şümûlüne girer.
Sonuç olarak bu âyet, Resûlullah'm ( JÜUu vesellem)
yakınlarını ve ashabını sevmenin vücubiyetine delalet eder. Bu
makam ancak, itret ve sahabe sevgisini bir kabul eden, Ehl-i
Sünnet vel-cemaatten olan dostlarımızın söyledikleri gibi
olabilir.
Resûlullah ( s <5i II 6i II <3 hu öiletjhı vese Hem) şöyle buyuruyor: "Ehl-i
Beyt J im, Nûh'un gemisi gibidir. Kim ona binerse
kurtulur ." 2
1 İbn Ebî Şeybe, Musatınef de buna yakın bir şekilde rivâyet etmiştir: (7/353)
2 Taberânî, M. el-Kebîr (3/45)
172
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
Yine Resûlullah ( sa I la I lahu aleLjhı vese Hem) şöyle buyuruyor:
"Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olursanız
hidayete erersiniz." 1
Biz şu anda teklif denizindeyiz. Şüphe ve şehvet dalgaları
bize çarpıp duruyor.
Deniz yolcusu iki şeye muhtaçtır:
Birincisi: Deliği, gediği ve eksiği olmayan bir gemi,
İkincisi: Açıkça görünen ve parlayan yıldızlar. Böyle bir
gemiye binip yıldızları gözetleyen, büyük bir ihtimalle selamete
ulaşır. Bu yüzden Ehl-i sünnet dostlarımız, Âl-i Muhammed
(sallalltflıu ideali vese Hem) sevgisinin gemisine bindiler, gözlerini de
Sahabenin yıldızlarına diktiler. Ondan sonra, dünyada ve
âhirette, selamete ve mutluluğa kavuşmayı Allah'tan dilediler.
Genel olarak sahabenin faziletiyle ilgili Hz. Peygamber’in
(sallallAu aleijk vese Hem) şu hadisini zikredebiliriz: "Ashabım ve
evlilik akrabalarım konusunda bana değer verin. Kim
onlarla (aracılığıyla) bana değer verirse, dünya ve
âhirette Allah, ona değer verir. Kim bana onlar
(aracılığıyla) değer vermezse, Allah onu yalnız
bırakır. Allah kimi yalnız bırakırsa ele alması
(Cehenneme atması) muhtemeldir." 2
Başka bir hadisinde sal la llahu aleLjhı vesellem ) şöyle buyuruyor:
"Asahabıma (izzet-i) ikramda bulunun, onlar sizin
seçkinlerinizdir ." 3
Müslim, (Sahîh’inde) Resûlullah'm ( sallallahu aleıjhı vesellem ) ŞU
hadisini nakleder: “Ashâbımdan hiç kimseye hakaret
etmeyiniz. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin
ederim ki, sizden birisi Uhud (dağı) kadar altın
1 Münâvı, Feyzu'l-Kadîr (6/297)
2 Taberânî, M. el-Kebîr (Y7 / 369)
3 Abdb. Humeyd, Müsned (1/ 37)
Ehl-i Beyt'i Sevmenin Gerekliliği
173
dağıtsa, onların biri kadar, hatta yarısı kadar
olamaz
Özel not: Hâfız Suyûtî, İmam Subkî'den, buradaki hitabın,
(Mekke) Fethinden sonra Müslüman olanlara ait olduğunu
nakleder. “Ashâbım” dediği de fetihten önce Müslüman
olanlardır.
Ekliyor: Buna delalet eden de “sizden birisi dağıtsa"
ibaresiyle şu âyettir: “ Elbette içinizden, fetihten önce harcayan
ve savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlarla eşit değildir.
Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha
yüksektir." (Hadid Sur. 10)
Buna göre hadis, fetihten önce Müslüman olanlarla ilgilidir.
Fetihten sonra Müslüman olanlar, onlardan sonra gelenler için
öncekilerin hükmüne girer. Öncekilerin kendilerine göre
hükmü neyse, kendileri de sonra gelenler için aynı
hükümdedirler.
Subkî şöyle diyor: Hocamız Şeyh Tâcuddin İbn Atâullah'ı bir
meclisinde vaaz sırasında farklı bir yorum yaparken
duymuştum. Diyordu ki: Hz. Peygamber’ in sal lal lalı u aleyhi vesellem)
kendisinden sonra olacakları fark ettiği kabiliyetleri vardır. Bu
gibi durumlarda, hitab ettiği kimseler kendisinden sonra
gelenler olur. O halde bu ifadeler de fetihten önce ve sonraki
sahabeler hakkında söylenmiştir.
Resûlullah ( stflltflltfhu caleijl'iı vese Hem) şöyle buyuruyor: “Allah beni
seçti, benim için de ashâbımı seçti, onlardan
bazılarını yardımcı, destekçi ve evlilikten dolayı
akrabam yaptı. Kim onlara hakaret ederse, Allah'ın,
meleklerin ve tüm insanların laneti üzerinde olur.
Allah ondan ne farzını, ne de nafilesini kabul eder ." 1 2
Hadisi Taberânî rivayet etti.
1 Buhârî (3/1343) veEbûDâvûd (4/214)
2 Taberânî, M.el-Kebîr( 17/ 140)
174
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
İbn Ömer der ki: “Muhammed'in ashâbma hakaret etmeyin,
çünkü onlardan birinin bir saat namaz kılması, sizin hayatınız
boyunca yapacağınız ibadetlerden daha üstündür.”
Resûlullah s <3 1 1 (5i 1 1 et hu cJeıjhı vesellem ) şöyle buyuruyor: "Aman ha,
ashâbım konusunda Allah'tan sakının. Benden sonra
onları menfaatinize âlet etmeyin. Onlara buğzeden bana
buğzetmiş olur. Onlara eziyet eden bana eziyet etmiş
olur. Bana eziyet eden Allah'a eziyet eder. Allah,
kendisine eziyet edeni büyük bir ihtimalle ele alır
(Cehenneme atar).” 1
Câbir diyor ki: Resûlullah'ı s<3İI<3İI<3hu <3İei)hı vesellem | şöyle
buyururken işittim: "İnsanlar çoğalıyor, ashabım ise
azalıyor. Onlara hakaret etmeyin. Allah, onlara
hakaret edeni lanetler.” 2
İbn Abbâs bildiriyor: Resûlullah ( scJUlcıhu <3İeqhı vese Hem) buyurdu
ki: "Kıyamet gününde en şiddetli azabı görecek olanlar;
peygamberler, ashabım hakkında ve Müslümanlar hakkında
nahoş sözler sarfedenlerdir .” 3
Resûlullah ( S< 5 JI< 3 II <3 hu <3İei}hı vesellem ) şöyle buyuruyor: "Allah
ümmetimden bir adam hakkında hayır murad ederse,
kalbine ashâbımın sevgisini yerleştirir.” 4
Resûlullah scJLILhu <3İeqhıı vesellem) şöyle buyuruyor: "Ashabıma
hakaret edenleri görürseniz, «Allah yaptığınız
kötülüğe lanet etsin» deyin.” 5
Resûlullah s<3 1 Ic5i I l<3İn u <3İei)hı vesellem) şöyle buyuruyor: "Ümmetimin
en kötüleri, ashâbıma karşı en cesur olanlarıdır.” 6
1 Tirmizî (5/696) ve Ahrnedb. Hanbel (5/45)
2 Deylemî, Firdevs (4/ 30 1 )
3 Ebû Nuaym, Hilye (4/ 96)
4 Kaynağı bulunamamıştır.
5 Tirmizî (5/697)
6 Ebû Nuaym, Hilye (2/183)
Ehl-i Beyt'i Sevmenin Gerekliliği
175
Resûlullah s II <3 II <5i hu <3İei)hı vese i e m) şöyle buyuruyor: “Rabbime,
ashâbımın benden sonra hangi konuda ihtilafa
düşeceklerini sordum. Bana şöyle vahyetti: Ey
Muhammedi Senin ashâbın benim yanımda gökteki
yıldızlar gibidir. Bazıları bazılarından daha
parlaktır. Kim onların yaptıklarından bir şey alırsa,
o bana göre hidâyet üzeredir." 1
Resûlullah seılLILhu <5ileqhı vese Hem) şöyle buyuruyor: "Şefaatim
(herkese) mubahtır, ashâbıma hakaret edenler hariç." 2
Resûlullah ( solltflltfhu dleijhı vese llem) şöyle buyuruyor: “Ashabımdan
birisi bir bölgede vefat ederse. Kıyamet gününde orada
yaşayanlar için bir lider ve nur olarak haşredilir ." 3
Resûlullah ( s<3İI<5ill<5ihu <5ilei}hı vesellem ) şöyle buyuruyor: “Ashabımdan
söz edilince dikkatli olun." 4
Alkamî der ki: Bu, nübüvvetin önemli noktalarından
birisidir. Peygamberimiz scalLILhu cıleijhı vese Hem) öğretiyor ve sahabe
arasında meydana gelen olaylar konusunda susmamızı
emrediyor. Yani susmak vacibtir. Aralarında meydana gelen ve
bundan dolayı çoğunun öldürüldüğü savaşlar ve çekişmeler... O
kanlardan Allah ellerimizi temiz kıldı. Dillerimizi
kirletmemeliyiz. Hepsinin (fiilerinden ve görüşlerinden) ecir
alacağını düşünmeliyiz. Çünkü her şeyi ictihadlarına dayanarak
yaptılar. Müctehid de yoruma dayalı konularda hata etse de
ecrini alır.
Münâvî “Aman ha, ashâbım konusunda Allah'tan
sakının. Benden sonra onları menfaatinize âlet
etmeyin..." 5 sözleriyle ilgili der ki: Resûlullah (çJJAu a le 4 k
1 Deylemî, Firdevs (2/310)
2 Deylemî, Firdevs (2/ 352)
3 Tirmizî (5/697)
4 Taberânî, M. el-Kelnr (2/96)
5 Kaynağı daha önce belirtildi.
176
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
vesellem) , tehdidi “benden sonra” ibaresiyle tahsis etmiştir. Çünkü
kendisinden sonra, bidatlerin çıkacağını ve birbirlerini
sevdiklerini iddia ederken, birbirlerine eza edeceklerini fark
etmiştir. Fark etmesi mucizelerine bir örnektir. Buna karışılık
hayattayken onları korumaya ve şefkat göstermeye çok dikkat
ederdi.
Beyhakî, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini nakleder: Resûlullah
(salL/IAu aletli vesellem) karşımıza çıktı ve şöyle buyurdu: "Dikkat
edin, ashabımdan hiç kimse başkasının (yaptığı) bir
şeyi bana söylemesin. Ben onların (ashabın) karşısına,
huzurlu bir kalple çıkmak isterim ." 1
Diyor ki: Bir mülhid onlara sataşırsa, Allah'ın onlara vermiş
olduğu nimeti inkâr ederse bu, onun cahilliği, mahrumiyeti,
kötü anlayışı ve iman kıtlığından kaynaklanır. Onlara bir
eksiklik ilhak edilirse, İslam’ın sağlam bir tek direği kalmaz.
Çünkü İslam’ı bize nakleden onlardır. Eğer nakledenler tenkid
edilirse, âyet ve hadislere tenkid gelir. Böylece yeryüzünde ne
varsa yok olur, İslam harab olur. Çünkü Mustafâ'dan (sJJatıü
«aleıjhı vesellem ) sonra vahiy yoktur ve tebliğ edilenin sıhhati, tebliğ
edenin adaletine bağlıdır. Münâvî'nin yorumu böyledir.
Allâme İbn Hacer el-Heytemî, Esnel-Metâlib fî Sılati'l-Ekârib
isimli kitabında şöyle diyor: Müslümanın kendini, Resûlullah'm
(scılLIlalıu aletli vese Hem) ashâbıyla birlikte eğitmesi gerekir. Aile
efradının da, onlarla barışık ve iç içe olması, onların faziletlerini
ve değerini bilmesi gerekir. Sahabe arasında meydana gelen
olaylar konusunda yorum yapmaması ve her sahabiyi, haram
kabul edilen bir işi yapmaktan münezzeh kabul etmesi gerekir.
Onların her biri bir müetehiddir, hatta onlar ictihadlarından
dolayı sevap alan müctehidlerdir. (Hareketinde doğruya) isabet
eden on kat ecrini alır, hata eden bir ecir alır. Ceza, tenkid ve
1 Ebû Dâvûd (2/ 1 05) ve Tirmizî (5/710)
Ehl-i Beyt'i Sevmenin Gerekliliği
177
eksiklik onların hepsinden kaldırılmıştır. Bu konuda uyanık
olalım; yoksa ayağımız tökezler, helak ve pişmanlığı hak ederiz.
Allame el-Lekânî, Büyük Cevhere Şerhi’ nde der ki: O
savaşların sebebi, fitnelerin (kargaşaların) anlaşılması ve
çözülmesinin zor olmasına dayanır. Kargaşalar çok karışık
olduğundan (sahabenin) ictihadları farklı olmuştur ve üç kısma
ayrılmışlardır:
Bir kısmı, kendi taraflarının haklı olduğuna dair ictihad
beyan etmiş, buna muhalif olanın da asi olacağını söylemişlerdir.
İsyan edene karşı savaşmak itikadlarına göre vacib olmuştu.
Bunu yaptılar. Bu sıfatı taşıyan birinin inancına göre, adil
yöneticinin isyan edenlere karşı savaş izni verdikten sonra, geri
durması doğru olmazdı.
Bir kısmı bunun tam aksini düşünmüşlerdi.
Üçüncü bir kısım da, fitneler (kargaşalar) konusunda
tereddüt ettiler, ne yapacaklarını bilemediler. İki taraftan
herhangi birine destek vermenin yanlış olacağını düşündüler ve
iki taraftan uzaklaştılar. Kendileri için doğru olan buydu. Çünkü
bir Müslüman'ın başka bir Müslüman'a, haklı sebepler dışında
savaş açması doğru olmazdı.
Hulasa; Hepsinin mazereti vardır ve ecrini almıştır. Bu
yüzden, hak ehli ve icma ettiği kabul edilenler, (sahabenin)
şahitliklerinin, rivayetlerinin ve adil olduklarının kabul edilmesi
konusunda ittifak etmişlerdir.
Allame Sa'd der ki: Hak ehlinin itifak ettiği başka bir konu
da, bütün bu olaylarda, isabetli karar verenin Hz. Ali olduğudur.
Gerçek olan da hepsinin o savaşlarda adaleti elden bırakmamış
olmalarıdır. Bunun dışındaki düşmanlık ve tartışmalar, hiç
birinin adil olmayan bir iş yapmasına sebebiyet vermemiştir.
Çünkü onlar müctehiddir.
178
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
HATIRLATMA
Hâfız Suyûtî'nin, ilkâmu'l-Hacer limen Zekke Sâbb en Ek
Bekr ve Ömer (Ebû Bekr ve Ömer'e hakaret edeni temize
çıkaranın ağzına taş tıkamak) diye isimlendirdiği bir risalesini
okumuştum. Bu risalesinde, sahabeye hakaret edenin, bunu
helal saymaması şartıyla fasık olduğu konusunda ittifak
olduğunu nakleder. Sövmenin haram olmadığını düşünürse kâfir
olur. Çünkü bunu yapmak en azından fısk veya haramdır. Dinin
kaçınılması zorunlu haramlarından olduğu bilinen bir haramı
helal kabul etmek küfürdür. Sahabeye hakaret etmek te böyle
bir haramdır.
Ayrıca, kebair (büyük günahlar)dan olduğunu söylüyor.
Çünkü büyük günah, yakın geçmiş âlimlerin de ifade ettiği gibi;
işleyenin dini duygularının zayıflamasına, dini bağlarının
incelmesine sebep olan suçtur. Bunu ifade edenlerden biri de
İbnu's-Sübkî'dir, Cem’ul-Cevâmi isimli eserinde bunu ifade
etmiştir. Sahabeye hakaret de böyledir. Bunu yapan kişi, Allah'a
ve Resûlüne karşı ne kadar cesur, dinine karşı ne kadar da
lakayttır. Allah'ın lanet ettiği bu pislik, onlar gibi insanların
hakareti haketiğini, kendisinin de tertemiz olduğunu ve
övülmeyi haketiğini mi düşünüyor? Asla vallahi, ağzına taş
tıkanır. Eğer onların hakareti haketiğini düşünüyorsa, biz de
onun cehennemi ve daha fazlasını haketiğine inanıyoruz.
Hatırlatma bu kadardı.
Münâvî, Resûlullah'm ( sdJltflIcahu <sJei|İ7i vesellem ) "Kim, ashâbıma
hakaret ederse, Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların
laneti üzerinde olur " 1 sözünü şerhederken şöyle der:
“Bu ifade, savaş çıkaranlar için geçerlidir. Yoksa onlar, sadece
içtihadları sonucunda o savaşlara katılmışlardır. Onlara hakaret
1 Taberânî, M. el-Kebîr (12/ 142)
Ehl-i Beyt'i Sevmenin Gerekliliği
179
etmek büyük günahlardandır. Onları dalâlet ve küfürle itham
etmek küfürdür.”
Kadı İyaz, Şifâ isimli eserinde der ki: “Sahabeye hakaret
etmek ve onları tenkid etmek haramdır, bunu yapan lanetlenir.”
Ayrıca, Mâlik'in şu sözünü nakleder: “Onlardan herhangi
birinin dalalette olduğunu söyleyen öldürülür. Bunun dışında,
onları tenkid edene, başkasına örnek olması açısından iyi bir
ceza verilir.” Sahabeye dil uzatanlarla ilgili diyeceklerimiz
bunlardır.
İki lider; Ebû Bekr ve Ömer veya iki damat; Osman ve Ali’ye
hakaret konusuna gelirsek; bunun hükmü, Suyûtî'nin mezkûr
risalesinde, İmam Subkî'den naklettiği gibi bilinmektedir. Orada
şöyle diyordu: Şeyh Takiyyuddin es-Subkî bir kitap yazıp adını
Hiyretu'I-Imân el-Celî li-Ebî Bekr ve-Omer ve-Osman ve -Ali" (“Ebû
Bekr, Ömer, Osman ve Ali'nin İman Yüceliği”) verdiğini
görmüştüm. Bunu yazmasının sebebi; bir Rafizi’nin, bir grubun
önünde kalkıp Ebû Bekr, Ömer, Osman ve bazı sahabeye
hakaret etmesidir. Tövbe etmesini söylediler, etmedi. İmam
Mâlik öldürülmesine hükmetti, Sübkî de bu kararını doğru
buldu. Onun isabetli karar verdiğini anlatan bu kitabı telif etti.
İçinde, sevdiğimiz yazar Kadı Hüseyin'den iki görüş nakleder:
Birincisi; Dört Halife 'ye hakaret eden, bunun haram
olduğunu kabul etse de kâfir olur. Çünkü dördünün imameti ile
ilgili icma-i ümmet vardır. İkincisi: Fasık da kabul edilebilir,
kâfir de. Sonra bunlarla ilgili Hanefi âlimlerden birçok nakil
yapar. Bunların bazıları tekfir edilmesi, bazıları dalaletle
suçlanması yönündedir. Subkî bunun ardından, naklettiği
kaynaklara dayanarak tekfir görüşünü tercih eder. Mâliki ve
Hanbelî kaynaklardan da buna benzer görüşler nakleder.
Şimdilik bu söylediklerimizle yetinelim.
Dört Hulefâ-i Râşidîn'in faziletlerinden bahsedelim. Allah
hepsinden razı olsun. Kronolojik sıraya göre sunacağız.
180
Ebedi Soylular: Ehl-i Beyt
EBÛ BEKR es-SIDDÎK
Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Eğer siz ona (Resûlullah'a)
yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allah yardım
etmiştir. Hani , kâfirler onu , iki kişiden biri olarak (Ebıı Bekir
ile birlikte Mekke'den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı;
o, arkadaşına: « Üzülme , çünkü Allah bizimle beraberdir»
diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan)
emniyetini indirdi." (Tevbe Sur. 40)
Müfessirler der ki: Buradaki arkadaş, Ebû Bekr'dir. Kendisine
sükûnet indirilen odur. Çünkü Resûlullah sallcdltflıu aleyhi vesellem)
zaten sâkindi.
Hasan(-ı Basrî) der ki: Yüce Allah, Ebû Bekr hariç
yeryüzündekilerin hepsine sitem etmiştir. Onun için şöyle
demiştir: “Eğer siz ona yardım etmezseniz; ona Allah yardım
etmiştir. " (Tevbe Sur. 40)
Başka bir yerde Yüce Allah şöyle buyuruyor: “En çok
korunan ise ondan (ateşten) uzak tutulur. O ki, Allah yolunda
malını verip temizlenir. Onun nezdinde hiçbir kimseye ait
şükranla karşılanacak bir nimet yoktur. O ancak Yüce
Rabbiııin rızasını aramak için verir ve o (buna kavuşarak)
hoşnut Olacaktır. " (Leyi Sur. 17-21)
Leyi suresindeki bu âyetleri, tefsir kitaplarında da açıklandığı
gibi Ebû Bekr ile ilgili nâzil olmuştur.
Rivayete göre Ebû Bekr şöyle anlatmıştır: Mağaradayken
Resûlullah'a ( s <3 II üi II < 3 hu aleyhi vesellem)l “(Bizi takip edenlerden) birisi
eğilip baksa bizi görürdü” dedim. Şöyle buyrudu: "Ey Ebû
Bekr! Sen üçüncüleri Allah olan iki kişiyi ne
sanıyorsun ! ?"’ Bu hadisi Buhârî ve Müslim nakletmiştir.
Yine Buhârî ve Müslim, Amr b. el-As'm şöyle dediğini
naklederler: Resûlullah'a ( scJlcalItfhu ( 3 İeql"iı vese Hem) dedim ki: “Yâ
1 Buhârî (3/1337) ve Müslim (4/1854)
Hz. Ebû Bekir
181
Resûlallah, en fazla kimi seversin? “Âişe” dedi.
“Erkeklerlerden?” dedim. "Babası” dedi. Amr diyor ki: “Sonra
kim?” dedim. Şöyle buyurdu: “Ömer b. el-Hattâb. Yüce
Allah semânın üzerinde, Ebû Bekr es-Sıddîk'in
yeryüzünde hata yapmasını istemez .” 1
Müminlerin annesi Hz. Âişe'nin şöyle dediği nakledilir:
Resûlullah ( scJLILhu <sJeqln vesellem) hastalandığı zaman şöyle
buyurdu: “Bana babanı (Ebû Bekir J i) ve kardeşini çağır
da bir yazı yazayım. Çünkü ben, bir isteklinin temenni
etmesinden veya birinin, «Ben daha layıkım» demesinden
endişe ediyorum. Allah ve müminler bunu kabul etmez;
ama Ebû Bekr eder .” 2 Hadisi Müslim rivayet etmiştir.
Buhârî ve Müslim’in rivayetlerine göre Ebû Mûsâ el-Eş'arî
bildiriyor: Peygamber ( salleJlcahu cJeıjhı vesellem ) hastalanmıştı.
Hastalığı ağırlaşınca şöyle buyurdu: “Ebû Bekr' e söyleyin,
insanlara namaz kıldırsın.” Hz. Âişe dedi ki: “Yâ
Resûlallah! Ebû Bekr hassas kalpli biridir, senin yerine geçerse
(üzüntüden) insanlara namaz kıldıramaz.” Resûlullah Çs/IULL
c/eqh vesellem): “Ebû Bekr' e söyle, insanlara namaz
kıldırsın” buyurdu. Âişe (aynı cümleyi) tekrar etti. Resûlullah
(sallalleılıu aleı|lıı vesellem) buyurdu ki: “Ebû Bekr' e söyle,
insanlara namaz kıldırsın, siz (kadınlar) Yûsuf'u
(tuzağa düşüren) kadınlarsınız.” Biri ona haber verdi,
Resûlullah ( scJULhu öJeL)hı vese Hem) hayattayken insanlara namaz
kıldırdı . 3
Ammâr b. Yâsir anlatıyor: Resûlullah ( seJLILıhu aleışk vesellem)
şöyle buyurdu: “Az önce bana Cibril geldi. Dedim ki: «Ey
Cibril! Bana Ömer b. el-Hattâb'ın faziletlerinden
bahset.» Şu karşılığı verdi: «Ey Muhammedi Nûh'un
1 Buhârî (3/ 1 339) ve Müslim (4/ 1 856)
2 Müslim (4/1857)
3 Buhârî ( 1 /340) ve Müslim (1/316)
182
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
halkı içinde dokuzyüz elli yıl yaşadığı zamandan
şimdiye kadar Ömerlin faziletlerinden bahsetseydim,
Ömer'in faziletleri bitmezdi. (Fakat buna karşılık)
Ömer, Ebû Bekr'in hasenelerinden bir hasenedir . » M1
Ebû Hureyre diyor ki: Resûlullah ( s et II a II <2 hu cJetjhı vese Hem) şöyle
buyurdu: "Ey Ebû Bekr! Ümmetimin içinde Cennete ilk
girecek olan sensin ." 1 2
Ömer b. el- Hattâb'm şöyle dediği rivayet edilir: “Ebû Bekr
bizim efendimiz, en üstün olanımız ve Resûlullah U«IULıU işledi:
vesellem) tarafından en fazla sevilen kişidir .” 3 Bu sözü Tirmizî
rivayet edip sahih olduğunu ifade etmiştir.
Yine rivayet edildiğine göre Hz. Ömer şöyle diyor:
Resûlullah salleJlahu eJeıjhı vese llem) şöyle buyurdu: "Bizde hakkı
olan herkese hakkını ödedik. Ebû Bekr hariç, onun
bizde hakkı vardır, bu hakkını Kıyamet gününde Allah
ödeyecektir. Ayrıca hiç kimsenin malı, bana Ebû
Bekr'in malı kadar fayda sağlamadı ." 4
Resûlullah ( salIdJlcahu tfleLjhı vesellem) şöyle buyuruyor: "Allah beni
size gönderdiğinde, siz bana «yalan söylüyorsun»
dediniz, Ebû Bekr ise «doğru söylüyorsun» dedi,
kişiliğiyle va malıyla beni destekledi ." 5
Hz. Ali'nin şöyle dediği nakledilir: “Ey insanlar! Bana
söyleyin, insanların en cesuru kimdir?” “Şensin” dediler. “Teke
tek savaş yaptığım herkesi yendim, ama insanların en cesurunu
söyleyin?” diye sorunca: “Bilmiyoruz, kimdir?” dediler. Şu
karşılığı verdi: “Ebû Bekr'dir. Bedir günü geldiğinde,
Resûlullah'm söJLILInu aleijhı vese llem) etrafında toplanmıştık. Dedik
1 Deylemî, Firdevs (5/383)
2 Taberı, Riyâdu'n-Nadra ( 2/72 )
3 Tirmizî (5/606)
4 Tirmizî (5/609)
5 Buhârî (3/1339)
Hz. Ebû Bekir
183
ki: “Resûlullah'm { salla II ahu aleıjhı vese Hem) yanında kim kalsın ki,
müşriklerden herhangi birisi ona saldırmaya cesaret edemesin.”
Vallahi Ebû Bekr'in dışında kimse öne çıkmadı. Kılıcı havada
Resûlullah'm sallallahu aleıjhı vese Hem) başında duruyordu. (Savaş
sırasında) Resûlullah'a ( sallallahu aleıjhı vese llem) kim yöneldiyse ona
saldırıyordu. Bu yüzden insanların en cesuru oydu.” Bu hadisi
Suyûtî bahsettiğimiz risâlede zikreder.
Söz konusu risâlede ve İbn Hacer el-Mekkî'nin Esne'l-Metâlib
kitabında, Bezzâr ve Fadâilu’s-Sahâbe kitabında Ebû Nuaym, Hz.
Ali'nin şöyle dediğini naklederler: “Ey insanlar! Bana insanların
en cesurunun kim olduğunu söyleyin?” Dediler ki: “Bilmiyoruz,
kimdir?” Şu karşılığı verdi: Ebû Bekr'dir. Resûlullah'ı ( S J JU u
aleıjhı vesellem ) gördüm, Kureyş onu eline almış, biri vuruyor, biri
yere düşürüyor ve şöyle diyorlardı: “Bizim ilahlarımızı bir ilah
yapan sensin.” Vallahi, içimizden Ebû Bekr'in dışında hiç kimse
yaklaşamadı. (Tek başına aralarına daldı) birine vuruyor, ötekine
çarpıyor, diğerini yere yuvarlıyor ve şöyle diyordu: “Yazıklar
olsun size, «Rabbim Allah'tır» diyen bir adamı mı
dövüyorsunuz!?”
Sonra (Ali,) üzerindeki cüppesini topladı ve sakalı ıslanmcaya
kadar ağladı. Ardından şöyle dedi: “Size soruyorum, Firavun
halkından birinin mümini mi, yoksa Ebû Bekr mi daha
üstündür?” Herkes sustu. Dedi ki: “Bana cevap vermeyecek
misiniz? Vallahi, Ebû Bekr'in bir saati, Firavun halkından bir
mümininkinden daha üstündür. O adam imanını gizlerdi, oysa
bu adam imanını ilan etmiştir.”
Bezzâr, Useyd b. Safvân'm şöyle dediğini nakleder: Ebû Bekr
vefat ettiğinde, bir gömlekle sarıldı, Medine ağlama sesleriyle
sallandı. İnsanlar Resûlullah'm ( sallallahu aleıjhı vese llem) vefat ettiği
gün gibi dehşete kapıldı. Hz. Ali, koşarak ve endişeli bir şekilde
geldi. Şöyle diyordu: “Bugün peygamberliğin hilafeti kesildi.”
184 Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
Ebû Bekr'in bulunduğu odanın kapısına gelince durdu ve şöyle
dedi:
“Allah sana rahmet etsin ey Ebû Bekr. Sen, İslam'ı kabul
etmede kavmin birincisiydin. En samimi imana ve en güçlü
yakine sahiptin. Allah'tan en fazla korkan şendin. En fazla emeği
sen sarfettin. Resûlullah'ı ( so II <3 II <3 hu tfleLjhı vesellem ) en iyi sen korudun.
Onların içinde İslam'a en fazla dikkat eden şendin. Sahabe
içinde en güvenilen şendin, en iyi arkadaştın. En üstün geçmişi
olan şendin, birinciliklerin hepsinden fazladır, hepsinden
üstünsün. Resûlullah'a salLILhu oleijhı vese Hem) en fazla yakın olan
şendin. Davranış, ahlâk ve şekil bakımından O'na en fazla
benzeyen şendin, O'nun yanında en güvenilir ve en üstün
şendin. Resûlullah'a | sdlIcJltflıu oleijhı vesellem) hepsinden fazla saygı
gösterirdin. Allah sana, İslam için, Resûlullah ( s JJaL ale 4 k
vesellem ) için ve Müslümanlar için hayırlar ihsan etsin.”
Hz. ÖMERel-FÂRÛK
Tirmizî, Ukbe b. Âmir'in şöyle dediğini rivayet ediyor:
Resûlullah ( scılleJlcalıu oleijhı vese Hem) şöyle buyurdu: "Benden sonra
peygamber (gelecek) olsaydı bu, Ömer b. el-Hattâb
olurdu .” 1
İbn Ömer'den, Resûlullah'm S(3İI(3İI<3İ"iu aleyhi vese Hem) şöyle dediği
nakledilir: "Allah, doğrulan Ömer'in diline ve kalbine
yerleştirmiştir .” 2
İbn Ömer der ki: “Ne zaman insanlar bir meseleyle
karşılaştılarsa ve Ömer'e sorup fikrini aldılarsa, Kur’ân, Ömer'in
dediği şekilde nâzil olmuştur.”
İbn Abbâs'tan nakledildiğine göre Hz. Ömer, Müslüman
olduğunda, Cibril geldi ve şöyle dedi: "Ey Muhammedi
Semâdakiler, Ömer'in Müslüman olma müjdesini
aldılar .” 3 Hadisi İbn Mâce nakletmiştir.
Yine onun dediğine göre Hz. Ömer, Müslüman olduğunda
müşrikler şöyle demiştir: “Bu topluluk (Müslümanlar) bugün
bizden üstün oldular.” Sonra şu âyet nazil oldu: “Ey Peygamber!
Sana ve sana uyarı müminlere Allah yeter." (Enfâl Sur. 64)
İbn Ömer'in şöyle dediği nakledilir: Resûlullah (saLLL Je.)'
vesellem) eliyle Hz. Ömer'i işaret ederek şöyle buyurdu: “Bu,
fitnenin kapalı kapısıdır. Aranızda yaşadığı müddetçe,
fitneyle aranızda sıkı kapanmış bir kapı olarak
kalacaktır .” 4 Hadisi Bezzâr rivayet etmiştir.
1 Tirmizî (5/619)
2 Tirmizî (5/618)
3 İbn Mâce (1/ 38)
4 Taberânî,Me/-Kebîr(9/ 38)
186
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
Resûlullah salIcalLhu öleLjlnı vesellem) şöyle buyurdu: “Ömer
Müslüman olduğundan beri, şeytan Ömer'le ne zaman
karşılaşsa, yüzüstü yere kapanır ." 1
Resûlullah söilldJlcahu caleıjhı vesellem) şöyle buyurdu: “Şeytan
senden uzak kalmaktadır, ey Ömer ." 2
Resûlullah ( sol 1 6i II hu 6ileıjhı vese em) şöyle buyurdu: “Ömer b. el-
Hattâb, Cennet ahalisinin ışığıdır ." 3
Resûlullah ( seılLILhu öJeıjhı vese Hem) şöyle buyurdu: “Cibril bana
dedi ki: İslam, Ömer'in ölümüne ağlayacaktır ." 4
Tirmizî, Câbir b. Abdillah'tan şunu nakleder: Hz. Ömer, Ebû
Bekr'e: “Ey Resûlullah 'tan ( s6ilİ6ilİ6ihu 6ilei(hı vesellem) sonra insanların
en değerli olanı!” dedi. Ebû Bekr şu karşılığı verdi: “Sen böyle
diyorsun, ama ben, Resûlullah'm { söillcJltfhu 6ileijhı vese Hem) şöyle
dediğini işitmiştim: “Güneş, Ömer'den daha üstün bir
kişinin üzerine doğmamıştır ." 5
Resûlullah ( sdJlcalIcahu 6ileLjhı vesellem) şöyle buyuruyor: “Semâda
Ömer'e değer vermeyen bir melek yoktur ." 6
Hz. Ali'nin şöyle dediği rivayet edilir: “Biz, Muhammed'in
(sallalImHıU vesellem) ashâbı, rahmetin Ömer'in diliyle
konuştuğundan şüphe etmezdik.” Bu hadisi birden çok kişi
rivayet etmiştir.
Esmâ binti Umeys'in şöyle dediği rivayet edilir:
Muhâcirlerden bir kişi Ebû Bekr'in yanma girdi, Ebû Bekr
(yatağında) hastalığından ızdırap çekiyordu. Adam dedi ki: “Sen
Ömer'i bize halife olarak tavsiye ediyorsun, ama yetkisi olmadığı
1 Deylemî, Firdevs (2/ 380)
2 Ahmed b. Hanbel (3/353)
3 Deylemî, Firdevs (3/ 55)
4 Taberânî, M. el-Kelnr (1/67)
5 Tirmizî (5/618)
6 Deylemî, Firdevs (4/105)
Hz. Ömer
187
halde bize yeterince şiddet gösteriyor. Halife olursa daha da
hiddetli olacaktır. Allah'ın huzuruna çıkınca ne diyeceksin?”
Ebû Bekr: “Beni doğrultun” dedi. Oturttuklarında şöyle dedi:
“Bana Allah'ı mı öğreteceksiniz? Onun huzuruna çıkınca;
«Halkını onların en hayırlısına emanet ettim» diyeceğim.”
Muâviye, Sa'sa’a b. Savhân'a, “Bana Ömer b. Hattâb'ı anlat!”
dedi. Sa'sa’a dedi ki: “Tebasım yönetmeyi iyi bilirdi, adalet
sahibiydi, alçak gönüllüydü, özür dileyenin özrünü kabul ederdi,
kendisine hizmet edenlere karşı iyi davranırdı, kapısı (herkese)
açıktı, doğru kararı araştırırdı, kötülük yapmaktan uzaktı, zayıfa
karşı merhametliydi, bağırıp çağırmazdı, çok sessizdi, boş
işlerden uzak dururdu.”
İbnu's-Subkî'nin Tabakât'mda, Ebû Bekre'nin şöyle dediği
nakledilir: Bir bedevi, Müminlerin emiri Ömer b. el-Hattâb'm
karşısına geçip şöyle dedi:
Ey Ömer! Ebayır yapıp sen cennete girersin,
E§imle kızlarıma bir kıyafet verirsen
Allak 'a yemin olsun sen bu i§i yaparsın.
Ömer: “Yapmazsam ne olur?” diye sorunca bedevi dedi ki:
“Ey Ebû ELafs! Çek ip de gitmeme se beb olursun. ”
Ömer: “Çeker gidersen ne olur?” diye sorunca adam dedi ki:
Vallahi sen onlardan hesaba çekilirsin,
Ödül verildiği gün elin boşta kalırsın.
Arada bekleyerek hesap verecek, bilsin,
Ya ateşe gidecek ya Cennete, görürsün.
Bunun üzerine Ömer, sakalı ıslanmcaya kadar ağladı.
Ardından hizmetçisine dedi ki: “Al gömleğimi, o gün için ver,
şiiri için değil.” Sonra da: “Vallahi bundan başka gömleğim yok”
diye ekledi.
Ebû Bekr el-Harâitî şöyle diyor: Allah, Hz. Ömer'e rahmet
etsin, Allah için, Allah'ın nuruyla, olaylara ne kadar isabetli ve
ferasetli bakardı. Vallahi şairin dediği gibiydi:
188
Ebedi Soylular: Ehl-i Beyt
Olayların sonunu zekâsıyla görürdü.
Sanki öbür güne bakan bir gözü vardı.
Ebû Bekr ve Ömer'le ilgili Resûlullah sallallAy ale^lıı vesellem)
şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü olduğunda bir münadi
şöyle seslenir: Bu ümmetten, hiç kimse (amel)
kitabını, Ebû Bekr ve Ömer'den önce kaldırmasın .” 1
Ayrıca şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah, beni dört
vezirle destekledi: İkisi semâ ehlindendir; Cibril ve
Mikâilj ikisi de yeryüzü ehlinden Ebû Bekr ve Ömer .” 2
Resûlullah sdlLILI'iu cJeLjhı vesellem) şöyle buyurmuştur: "Her
peygamberin, arkadaşlarından özel olanları vardır.
Benim ashabım içinde özel arkadaşlarım, Ebû Bekr ve
Ömer'dir .” 3
Resûlullah ( salLILhu oleinini vese Hem) şöyle buyurmuştur:
"Ümmetimin en üstün (kişi)leri Ebû Bekr ve Ömer'dir .” 4
Resûlullah ( stJLILhu tfleLjlıı vesellem) şöyle buyurmuştur:
"Müminlerin salihleri Ebû Bekr ve Ömer'dir .” 5
Resûlullah S(3İI<3İI<3İ"iu tfleıjhı vesellem) şöyle buyurmuştur: "Ebû bekr
ve Ömer'i ben üstün tutmadım, Allah üstün tuttu .” 6
Resûlullah ( solLIltflnu cJeıjln vesellem)l "Ben, Ebû bekr ve Ömer
böyle haşrediliriz” diyerek, şehadet, orta ve yüzük
parmaklarını göstermiştir . 7
1 Bu hadisin kaynağı bulunamamıştır.
2 T aberânî, M. el-Kebîr (11/ 189)
3 T aberânî, M. el-Kebîr (10/ 77)
4 Kaynağı bulunamamıştır.
5 Taberânî,M.e/-Kefcîr(lO/ 605)
6 Taberî, Riyâdu'n-Nadra (1/ 348)
7 ebHakîm et-Tirmizî, Nevâdir (1/225)
OSMÂN Zİ'N-NUREYN
Resûlullah salLIlcahu alenili vesellem) şöyle buyurmuştur: “Osmân b.
Affân, hem dünyada dostum, hem de âhirette
dostumdur ." 1
Resûlullah ( scJLILhu tfleLjhı vese Hem) şöyle buyurmuştur: "Osmân,
öyle bir utanma duygusuna sahiptir ki, ondan melekler
bile hayâ ederler ." 2
Resûlullah ( salLILhu <3İeijl"iı vese Hem) şöyle buyurmuştur: "Osmân,
ümmetimin en çok hayâ sahibi ve en cömert insanıdır ." 3
Resûlullah so II <3 II <3 hu ı3İei)hı vesellem) şöyle buyurmuştur: "Her
peygamberin Cennette bir arkadaşı vardır, benim de
oradaki arkadaşım Osmân' dır .” 4
Resûlullah ( solIcJl^hu aleyhi vese Hem) şöyle buyurmuştur: "Hepsi
ateşe girmeyi hak etmiş yetmiş bin kişi Osmân' ın
şefaatiyle hesaba çekilmeden Cennete gireceklerdir .” 5
Resûlullah ( scalLILhu oleijhı vesellem) şöyle buyurmuştur:
"Ümmetimden bir adamın şefaatiyle, Benû Temîm'den daha
fazla insan Cennete girecektir ." 6
Münâvî der ki: Bu kişinin Hz. Osmân olduğu söylenir.
Resûlullah stflltflltfhu ı3İei)hı vesellem) şöyle buyurmuştur: "Her
peygamberin ümmeti içinde yakın bir dostu vardır,
benim yakın dostum da Osmân b. Affân'dır .” 7
1 Deylemî, Firdevs (5/313)
2 T aberâni, M. el-Evsat (8/ 269)
3 Ebû Nuaym, Hilye ( 1 / 56)
4 İbnMâce (1/40)
5 Deylemî, Firdevs (4/ 360)
6 Tirmizî (4/626)
7 Deylemî, Firdevs (3/335)
190
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
Resûlullah JUUıu cJeıjhı vese Hem) şöyle buyurmuştur: "Allahım!
Osmân'dan razı ol, ben ondan razıyım .” 1
İbn İshâk der ki: Osmân, zor savaşın (Tebuk) ordusuna, öyle
çok yardım etti ki, hiç kimse bu kadar yardım etmemiştir.
Katâde'nin şöyle dediği rivayet edilir: Hz. Osmân, Tebuk
savaşında, (ordu donanımı için) bin deve ve yetmiş at
yüklemiştir.
Huzeyfe b. el-Yemân'a göre Hz. Osmân, o gün on bin dinarla
gelmiş ve bunu Resûlullah'm ( scJltflItf hu cJeıjhı vese Hem) önüne dökmüş,
Resûlullah ( sdllallahu cJeıjhı vesellem) de elleriyle karıştırırken şöyle
buyurmuştur: "Allah senin gizleyip açıkladığın ve
Kıyamet gününe kadar olacak olan bütün günahlarını
affetsin. Bundan sonra Osmân, (dünyada) hiçbir şeyi
umursamaz .” 2
Beyhakî, Abdurrahman b. Habbâb'm şöyle dediğini nakleder:
Resûlullah scJLILhu tfleijhı vesellem) hutbe vererek insanları, Tebuk
savaşma yardım etmeleri için teşvik etti. Hz. Osmân dedi ki:
“Donanım ve kuşamıyla yüz deve bana aittir.” Sonra Resûlullah
(sallallalıy aleyhi vese Hem) minberden bir süreliğine indi. İnsanları
teşvik etti. Osmân yine dedi ki: “Donanım ve kuşamıyla yüz
deve daha bana aittir.” Bir daha dinlenmek için indi. İnsanları
teşvik etti. Osmân bir kez daha dedi ki: “Donanım ve kuşamıyla
yüz deve daha bana aittir.”
Bunun üzerine Resûlullah ( sallcallcahu cJeıjhı vesellem) elini havada
şaşıran biri gibi sallayarak şöyle buyurdu: “Bu günden sonra
hiç kimse Osmân'dan daha yükseğe çıkamaz .” 3
1 İbn Hişâm, Sîre (5/197)
2 İbn Adiy, Kâmil ( 1 / 340)
3 Tirmizî (5/625)
Hz. Osman
191
Üçü hakkında Resûlullah'm salleJLhu aletli veselle
buyurduğu rivayet edilir: “Ben ölürsem, Ebû Bekr,
Osmân (ölürlerse, artık) sen de ölebilirsen öl
im) şöyle
Ömer ve
» ı
1 Deylemî, Firdevs (1/318)
HZ. ALİ el-MURTAZA
Resûlullah solltfll <3 hu caleıjhı vesellem) şöyle buyurmuştur: “Ben
kimin dostuysam, Ali de onun dostudur .” 1
Resûlullah scallcalltfhu oleıjhı vesellem) şöyle buyurmuştur: “Ben
ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır. İlim isteyen
kapıya gitsin .” 2
Resûlullah scılUlLhu tfleijhı vesellem) şöyle buyurmuştur: “Ben
hikmetin eviyim, Ali de onun kapısıdır .” 3
Resûlullah ( scJLILhu tfleijhı vesellem) şöyle buyurmuştur:
“Kardeşlerimin en hayırlısı Ali'dir, amcalarımın en
hayırlısı Hamza'dır .” 4
Resûlullah ( s (5i I \o I Idhu tfleijhı vesellem ) şöyle buyurmuştur: “Ali hem
dünyada, hem âhirette kardeşimdir .” 5
Resûlullah ( scJltflUhu (5ilei)hı vese Hem) şöyle buyurmuştur: “Ali'ye
eza eden, bana eza etmiş olur .” 6
Resûlullah S(5ill(5ill(5ihıu cJeıjhı vesellem) şöyle buyurmuştur: “Kim
Ali'ye hakaret ederse, bana hakaret etmiş sayılır.
Bana hakaret eden Allah'a hakaret etmiş sayılır .” 7
Resûlullah ( scJLILhu tfleıjhı vese Hem) Tebuk gazvesi sırasında onu
Medine'de (kendi yerine) vekil bıraktığında, münafıklar
Resûlullah'm scalLILhu cıleıjhı vese Hem) onu istemediği için Medine'de
bıraktığını ileri sürmüşler, bunun üzerine silahını alıp
Resûlullah'm söJLILhu eJeıjhı vesellem ) yanma koşmuş söylentileri ona
1 Tirmizî (5/633)
2 el- Hâkim, Müstedrek (3/ 137)
3 Tirmizî (5/637)
4 İbn Hacer, îsâbe (3/ 566)
5 Kaynağı daha önce belirtildi.
6 Ahmedb. Hanbel (3/483)
7 Deylemî, Firdevs (3/ 542)
Hz. Ali
193
haber vermişti. Bunun üzerine Resûlullah «*IUUu caleı/n vesellem)
şöyle buyurmuştur:
"Onlar yalan söylüyorlar, aksine ben arkada
kalanlar için seni burada bırakıyorum. Ailem ve ailen
için geriye dön. Ey Ali! Sen bana, Hârun'un Mûsa'ya
(yardımcı) olduğu gibi olmaya razı değil misin? Tek
farkımız benden sonra peygamber gelmeyecek
olmasıdır ." 1
Hz. Ali dedi ki: “Razıyım, razıyım, razıyım.”
Seyyid Ahmed Dahlân S/Vef'inde der ki: Ehl-i Sünnet derler
ki: Hz. Hârun, Hz. Musâ hayattayken, mikata (Allah'la
görüşmeye) gittiğinde geride onun halifesi olmuştu. Bu da
gösteriyor ki, Hz. Ali'nin hilafeti, Resûlullah 'm A UAıu ki
vesellem ) Tebuk gazvesi süresince Medine'den uzakta kaldığı
süreyle ve ailesiyle sınırlıdır. Aynı Musâ'nın, Hârun'u mikat
süresi için kavmine halife tayin etmesi gibi. Resûlullah (ssiLLfe
c5i leı_)l~ı ı vesellem), Hz. Ali'nin dışında da birçok sahabiyi bu şekilde
kendi yokluğunda halife tayin etmiştir. Bu, onların halifeliği hak
ettikleri mânâsına mı gelir? Hz. Ali'ye halifeliği sırasında şu soru
soruldu: “Resûlullah salULlıu tfleıjl'iı vese Hem) sana hilafeti vasiyet etti
mi?” Şu karşılığı verdi: “Hayır, eğer bana vasiyet etseydi,
yanımda sadece kılıcım ve hırkam kalsa bile, onun için
savaşırdım.” Eğer Resûlullah ( scılltflltfl'uj dleLjhı vesellem) ona vasiyet
etseydi, Ebû Bekr, Ömer ve Osman'a biat etmezdi. Allah
hepsinden razı olsun.
Rafiziler, bunun içinde gizlediği bir takiyye olduğunu ileri
sürerler. Bu, yalan ve iftiradır. Kendisi güçlü ve cesurdu, ailesi
Benû Hâşim’dir. Üstelik bu aile güçlü, kuvvetli ve muteber bir
aileydi. Rafiziler ona korkaklık ve zillet ile suçluyorlar. O, bu
sıfatlardan münezzehtir.
1 Taberi, Riyâdu'n-Nadra (2/191)
194
Ebedi Soylular: Ehlü Beyt
Hâfız Muhibuddin İbnü’n-Neccâr, Tarih Bağdâd isimli
eserinde, İbnu'l-Mu’temir Müslim b. Evs ve Hârise b. Kudâme
es-Sa’dî'den, Hz. Ali b. Ebî Tâlib'in hutbe verirken şöyle
dediğini naklederler: “Beni kaybetmeden önce (ne soracaksanız)
bana sorun. Arş dışında ne sorulursa sorulsun, hakkında bilgim
vardır.”
Ebû Nuaym, Hilye' de Hz. Ali'nin şu sözünü bildiriyor:
“Vallahi nazil olan her âyetin, ne için nazil olduğunu, nerede
nazil olduğunu bilirim. Allah bana, çok akıllı bir kalp ve çok
soran bir dil vermiştir.”
Sahih -i Müslim'de onun şu sözü geçmektedir:
“Taneyi çatlatıp (filiz verdiren ve) esintiyi yönlendirene
yemin olsun ki; Resûlullah'm sallallahu aleyhi vesellem) bana verdiği bir
söz vardır; “Beni seven mümindir, bana buğzeden münafıktır .” 1
İbn Ebî Şeybe ve Ebû Nuaym, Hz. Ali’nin minberinde şöyle
dediğini naklederler: “Ben, fitnenin gözünü patlattım. Allah'a
yemin olsun ki ben, tevekkül edip ameli terk etmeyecek
olsaydınız, meydana gelen her şeyi Peygamberinizin (-sJJafıtt
aleyhi vesellem ) diliyle size anlatırdım. Sonra şöyle dedi: “Bana sorun,
sizinle Kıyamet arasında olacaklardan ne sorarsanız sorun size
anlatırım .” 2
İbn Ebî Şeybe, Zeyd b. Rabi'den bildiriyor: Hz. Ali, bazı
insanların kendi hakkında konuştuklarını duydu. Minbere çıktı
ve şöyle dedi: Hz. Peygamber'den ( salla II cahıı aleyhi vesellem ) bir şey
işitip (söylemek için) kalkmayanı Allah'a havale ediyorum. Bir
grup kalktı ve Resûlullah'm ( sallallahu aleyhi vese Hem) şöyle dediğine
şahidiz dediler:
1 Müslim (1/86)
2 İbn Ebî Şeybe, Musannef (7/528)
Hz. Ali
195
"Ben kimin dostuysam, Ali de onun dostudur.
Allahım! Onunla dost olana dost ol, ona düşman olana
düşman ol .” 1
Resûlullah seallcallahu (aleyhi vesellem) şöyle buyuruyor: "İçinizde
en güzel hüküm veren Ali'dir .” 2
Hâkim sahih olduğunu söyleyerek Hz. Ali'nin şu sözünü
nakleder: Resûlullah salLILhu cilei|hı vesellem ) beni Yemen’e gönderdi.
Dedim ki: “Yâ Resûlallah! Sen beni gönderiyorsun; ama ben
gencim, aralarında hüküm vereceğim, fakat hüküm vermenin ne
olduğunu bilmiyorum.” Resûlullah ( s<3 \\a \ loh u cıleıjhı vesellem) göğsüme
vurdu ve şöyle buyurdu: "Allahım! Onun kalbine yol
göster, dilini sağlamlaştır.” Taneyi çatlatan Allah'a
yemin olsun ki, hüküm verirken, iki karar arasında bile tereddüt
etmedim . 3
Rivâyet edildiğine göre Resûlullah'm : sçJbllAu aleyhi vesellem)
"İçinizde en güzel hüküm veren Ali'dir” demesinin
sebebi şuydu: Hz. Peygamber ( s<all<3İI(3İ"iu caleıjln vesellem ) sahabeden bir
cemaatle oturuyordu. İki hasım geldi, biri dedi ki: “Yâ
Resûlallah! Benim bir eşeğim, bunun da bir ineği var. Onun
ineği benim eşeği öldürdü. (Bu konuda bize hüküm ver)”
Oradakilerden biri dedi ki: “Hayvanlara tazminat olmaz.”
Resûlullah söJLILI~)U <aleqhı vesellem)l "Ey Ali! Aralarında hüküm
ver” buyurdu.
Hz. Ali onlara: “Serbest miydiler, bağlı mıydılar? Yoksa biri
bağlı, diğeri serbest miydi?” diye sorunca adam: “Eşek bağlı, inek
serbest idi, ayrıca sahibi de yanındaydı” karşılığını verdi. Hz. Ali
1 Nesâı (5/132)
2 Aclûn i, Keşfu'l-Hafâ (1/ 184)
3 Bezzâr, Müsııed (3/126)
196
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
dedi ki: “İneğin sahibi, eşeğin tazminatını öder.” Resûlullah
(sdllalltflıu aleyhi vese Hem) tasdik etti ve onun hükmünü imzaladı . 1
Resûlullah sJXL «aletlini vese lem) sinirlendiğinde, Hz. Ali'nin
dışında kimse onunla konuşmaya cesaret edemezdi.
İbn Mes'ûd, Hz. Peygamber'in) sJöMu <5ileL)lıı vese Hem) şöyle
buyurduğunu rivayet eder: "Ali 1 ye bakmak ibadettir . " 2
Dördüyle ilgili varid olan hadisler de şöyledir:
Resûlullah sXUıu aleyhi vese Hem) şöyle buyuruyor: "Ümmetimin
içinde, ümmetime karşı en merhametlisi Ebû Bekrj
Allah'ın dinine en bağlı olanı Ömer; en samimi hayâ
sahibi olanı Osman; en iyi hüküm vereni ise Ali'dir ." 3
Resûlullah ( scallcallcalıu <3İeql"iı vese Hem) şöyle buyuruyor: "Allah,
Ebû Bekr'e merhamet etsin, bana kızını verdi, hicret
şehrine götürdü, Bilâl' i malıyla azad etti. Ebû
Bekr'in malının İslam konusunda bana sağladığı faydayı
kimsenin malı sağlamamıştır. Allah, Ömer'e merhamet
etsin, acı da olsa doğruyu söyler, hakikat onu terk
etti ve dostu da yoktur. Allah, Osman'a merhamet
etsin, ondan melekler bile utanır. Zor Savaşın (Tebük)
ordusunu donattı, mescidimizi genişletti de rahatlıkla
oraya sığar olduk. Allah, Ali'ye merhamet etsin.
Allahım! Nereye dönerse hakkı ona doğru çevir .” 4
Her birinin faziletiyle ilgili varid olan, Kitab, Sünnet ve
müctehid imamların sözleri, tarih ve siyer kitaplarında,
tefsirlerde ve onların güzel sözlerini, fiillerini, ahlâkını ve
hallerini anlatan kitaplarda derlenmiştir. Bunlar o kadar çoktur
ki, saymak istesem ciltler dolar ve sayamadıklarım
saydıklarımdan fazla olurdu.
1 Kaynağı bulunamamıştır.
2 Hâkim, Müstedrek (3/ 1 52)
3 İbnMâce (1/ 55)
4 Tirmizî (5/233)
Sahabenin En Üstünü
HATIRLATMA
Lekkânî, Hidâyetu'l-Miirîd li-Cevheri't-Tevlıîd (“İsteyeni
Tevhidin Özüne Yönlendirme”) isimli eserinde der ki:
Sahabenin en faziletlileri Hudeybiye (biatm)'da bulunanlar.
Hudeybiye'de bulunanların en faziletlileri Uhud'da bulunanlar.
Uhud'da bulunanların en faziletlileri Bedir'de bulunanlar.
Bedir'de bulunanların en faziletlileri Aşere-i Mübeşşere. Aşere-i
Mübeşşere'nin en faziletlileri dört halife ve Dört Halifenin en
faziletlileri Ebû Bekr'dir. Buradaki faziletten maksad, sevap
çokluğudur.
Kabul edilmesi gereken şudur: Sahabenin (Allah hepsinden
razı olsun) en üstün olanları, Resûlullah'tan ( s <3 II <3 II a hu aleıjhı vesellem)
sonra hilafeti üstlenenlerdir. Resûlullah ( o - o e un vesellem)
“Benden sonra hilafet otuz senedir, ondan sonra ısıran
bir krallık olacak " 1 diyerek, hilafetin süresini de
belirlemiştir.
Resûlullahin ( scJltflItfhu cJeijhı vesellem) bütün sözlerinden; Dört
İmam (halife)nin, sahabenin en faziletlileri olduğu
anlaşılmaktadır. Çünkü bu süre, onların halifelik dönemleridir.
Üstünlükteki sıralamaları, halifelikteki sıralamalarına göredir.
Önce gelen diğerinden üstündür. Sonra ondan sonra halife olan
gelir. Bu görüş Ehl-i sünnete göredir. (Sünnet ehlinin) imamları,
Ebu’l-Hasan el-Eş'arî ve Ebû Mansûr el-Maturidî'dir. Buna göre
en üstün olan Ebû Bekr, sonra Ömer, sonra Osman, sonra
Ali’dir.
İmam Gazâlî ise der ki: Gerçek fazilet Allah katında olandır,
bunu da Resûlullah'tan stflUlItfhu öJeıjhı vesellem ) başka kimse bilemez.
Onları öven birçok hadis varid olmuştur. Bu hadislerdeki fazilet
ve sıralama inceliklerini, ancak vahyi ve Kur'ân-ı Kerim'in nazil
olmasını izleyenler, o andaki belirtilerle anlayabilir. Eğer öyle
1 İbn Hibbân, Sahih (15/ 392)
198
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
anlamasalardı, hilafeti bu şekilde sıralamazlardı. Çünkü onlar
Allah için, kimsenin söylediğini umursamaz, kınayanların
kınamasına aldırmaz, kimse onları haktan ayıramazdı. Sa’d'm
dediği gibi: “Biz, selefi ve halefi böyle bulduk.”
Açık olan bir şey vardır ki, eğer buna dair delilleri olmasaydı
bu şekilde karar vermezlerdi. Şerhu'I-Makâstd'daki sözleri
şöyledir: Genel olarak, İslam büyükleri ve âlimlerinin çoğu, bu
konuda mutabık olmuşlardır. İyi niyetle yaklaşıldığında,
delillerle ve emarelerle öyle olduğunu inanmasalardı, bu konuda
mutabık olamayacakları sonucuna varılır. Lekkânî'nin sözleri
özetle böyledir.
Şunu ekleyelim: İslam büyüklerinin çoğunun ifade ettiğine
göre, Sa’d icmayı kasdetmemiştir. Mesela Osman ve Ali
arasındaki sıralama böyledir. Ehl-i sünnet büyüklerinin bazıları,
Hz. Ali'nin Osman'dan önce geldiği görüşünü ileri sürmüşlerdir.
Süfyân es-Sevrî bunlardan biridir. İmâm Mâlik başta böyle bir
görüş beyan etmiş, daha sonra bu görüşünden vazgeçmiş ve
sıralamada Osman'ı Ali'den önceye almıştır.
Nevevî der ki: “Doğru olan budur.” Lekkânî der ki: “Bu, daha
doğrudur.”
Fakat Ebû Bekrin üçünden, Ömer'in ikisinden üstün olduğu,
İbn Hacer'in Fetâva sının hâtimesinde de söylediği gibi üzerinde
icma olan bir konudur. İbaresi de şöyledir:
Hz. Ali'nin bizzat kendisinden, sahih olarak şu
nakledilmiştir: “Hz. Peygamber'den ( salleJlcahu tfleLjhı vesellem) sonra
insanların en hayırlısı; Ebû Bekr'dir, sonra Ömer, sonra başka
biridir.” Oğlu Muhammed (b. el-Hanefiyye) ona: “Sonra sen
misin babacığım?” diye sorunca şu karşılığı verdi: “Baban sadece
Müslümanlardan biridir.”
Bunlara dayanarak, sahabe, tâbiûn ve onlardan sonraki Ehl-i
sünnet, sahabenin en üstün olanının, Ebû Bekr, ondan sonra
Ömer olduğunda kesin olarak icma etmişlerdir. Başka bir yerde
Sahabenin En Üstünü 199
İbn Hacer’e şöyle bir soru sorulur: “Dört Halife arasındaki
üstünlük konusu kati mi, ictihadi mi? Çünkü aklın aralarındaki
üstünlüğü kesin olarak tesbit edecek ölçüsü yoktur.
Faziletleriyle ilgili varid olan hadisler de muhteliftir.” İbn Hacer,
şu karşılığı verdi: “Ehl-i sünnete göre, Ebû Bekrin üçüne üstün
olduğu, Ömer'in de ikisine üstün olduğu, üzerinde icma edilen
bir görüştür. Bu konuda aralarında ihtilaf yoktur. İcma kesinliği
ifade eder. Fakat Osman’ın Ali'ye olan üstünlüğü zannidir.
Çünkü Ehl-i sünnet büyüklerinden bazıları, Hz. Ali'yi üçüncü
sıraya almıştır; Süfyân es-Sevrî gibi. Ehl-i sünnet âlimlerinin
ihtilafa düştüğü konular zannidir.
Bununla ilgili hadisler gerçekten farklıdır. Nitekim Hz.
Ali'nin faziletini ifade eden hadisler, diğer üçünün toplamından
fazla varid olmuştur. Bazı imamlar bunu sebebini şöyle açıklar:
Hz. Ali, fitneler dönemine kadar yaşadı. Düşmanları çoğalmıştı
kinleri, intikam alma duyguları, onunla ilgili yanılgılara
düşmeleri de artmıştı. Sahabenin hafızları, Allah hepsinden razı
olsun, araya girdiler, bu utanmaz fasıklara, bozguncu Haricilere
cevap vermek üzere Hz. Ali'nin faziletleriyle ilgili bildikleri
hadisleri rivayet etmeye başladılar. İnsanlar diğer üç halifeyle
ilgili böyle iddialarda bulunmadıkları için, onlarla ilgili bu kadar
hadis rivayet edilmemiştir.” İbn Hacer'in cevabı böyle.
İmam Şa'rânî (Letâifuî-)Minen isimli eserinde bildiriyor: Ebû
Bekr b. Ayyâş der ki: “Ebû Bekr, Ömer ve Ali bana gelip bir şey
isteselerdi, Resûlullah'a seıllalLhu tfleLjhı vesellem ) yakınlığından dolayı
ilk önce Ali'nin isteğinden başlardım. Buna karşılık gökten yere
düşmeyi, onu diğer ikisine tercih etmeye yeğlerim.”
Lekkânî der ki: “İlim, cesaret, isabetli bakış açısı, Resûlullah'a
(salUleıku aleyhi vesellem ) yakınlık, diğer sahabeye olan sevgisi ve
sahabenin ona olan sevgisi gibi başka özelliklerinden dolayı,
üstünlük kapsamının sıhhati gözden uzak tutulmamalıdır.”
200
Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
BİR İNCELİK
İbnü’s-Subkî'nin Tabakât'mda., Hâris b. Sureyc'in hayatını
anlattığı bölümde, Dâvud b. Ali el-Isfehânî'nin sözünü
okumuştum. Diyordu ki: Hâris b. Sureyc'i şöyle derken işittim:
İbrâhîm b. Abdillah el-Hacebî'yi Şâfiî'ye şöyle derken işittim:
“Senden başka, Ebû Bekr'i ve Ömer'i, Ali'den üstün tutan hiçbir
Hâşimî görmedim.” Şâfiî dedi ki: “Hz. Ali, hem amcamın oğlu,
hem de teyzemin oğludur. Ben, Abd-i Menâf oğullarmdamm.
Sen de Abduddar oğullarmdansın. Eğer bu, üstünlük olsaydı
senden önce benim hakkımdı, fakat mesele hesaplandığı gibi
değildir.
Yine ondan (Şâfiî) rivayet edildiğine göre şöyle diyor:
“Resûlullah'tan scalULhu oleıjhı vesellem) sonra insanlar çaresiz
kaldılar. Gökyüzünün altında Ebû Bekr'den daha hayırlısını
bulamadılar. Bu yüzden onu halife olarak seçtiler.”
HATIRLATMA
Aciz zihnime hoş bir mânâ ve sahabe sevgisiyle Ehl-i Beyt
sevgisini bir kabul eden Ehl-i sünnet mezhebini teyid eden,
güçlü bir delil belirdi. Bu delil, Rafızî ve sapıklık ahalisinin
görüşlerini de çürütecektir. Sahabenin, Allah hepsinden razı
olsun, faziletiyle ilgili sabit olan bütün rivayetler, aslında aynı
zamanda Ehl-i Beyt’in faziletiyle de alakalıdır. Bu fazilet, Risalet
Sahibine olan mensubiyetlerine eklenen bir fazilettir. Çünkü
onlar aynı zamanda, Yüce Cedlerinin salLILıhu Yeıjlı vesellem)
ashâbıdır, başka bir peygamberin değil. Onlar bizzat, üstün,
seçkin, her türlü güzel vasfı haiz olsalar da, başka
Müslümanlardan üstün olmaları, bu şerefli sahabe olma sıfatını
başarılı bir şekilde ifa etmelerinden kaynaklanmaktadır. Sahabe
olmak, âmilin ameliyle, müctehidin içtihadıyla değil, üstünlük
nûrlarmı ve sırlarını kaparak, Resûlullah'm : so İÜ II <3 hu tfleıjhı vesellem)
yolunda feda etmekle olur. Onlar, canlarını, mallarını,
Sahabenin En Üstünü
201
çocuklarını ve babalarını güçlerini zorlayarak ortaya koymuşlar,
birçoğu savaşlarda Resûlullah'm ( scılLILhu oleijhı vesellem) önünde
savaş meydanlarına dalmışlar, zorluklara düşmüşler ve böylece
Allah'ın dini dünyaya yayılmıştır. Bu şekilde İslam'ın dünyaya
yön vermesi sağlanmıştır. Yoksa onlardan sonra gelen tâbiûn
içinde, daha âlim, daha fazla ibadet eden, daha fazla zühd ve
vera sahibi insanlar bulabiliriz. Peygamberimizle (mLLL ale 4 k
vesellem ) olan sahabelik dönemleri kısa olan, bulundukları
yerlerden gelip muzaffer olduğu savaşlarına katılamayan bazı
sahabelerden daha fazla savaşıp cihad eden, vuran ve yaralayan
da var. Buna rağmen, en az fazilet sahibi olan bir sahabi, tabiûn
ve sonra gelenlerin kıyamete kadar, en faziletlisinden daha
üstündür.
Açık bir şekilde ortaya çıkan sonuç şudur: Sahabenin
üstünlüğünün kaynaklandığı asıl kişi Resûlullah (sJJAu a le 4 k
vesellem )’dir. Aynı şekilde, Ehl-i Beyt’in faziletiyle ilgili sabit olan
haberler, Resûlullah'a sXLhu oleıjhı vese Hem) sahabilik etme
üstünlüğü ve gururuna ek olarak, Sahabe-i Kirâmın faziletinden
addedilir. Onlar, kendilerini şirkten kurtarıp tevhid aydınlığının
içine atan peygamberlerinin soyundan gelmektedirler. Onun
sayesinde dünya efendiliğini, saadet-i ebediyyeyi ve
Resûlullah'm s <sJ l<sı II <51 hu aleyhi vese Hem) zürriyeti ve bir parçası olmayı
elde edebildikleri kadar elde ettiler.
Yine ortaya çıkan sonuç; hepsinden daha üstün olanın
Peygamber ( solldlltfhu cJeıjhı vese Hem) olduğudur. Kendisinden
kaynaklanan ashâbmm faziletini, yücelten O 'dur. Onun parçası
olan Zürriyet-i Tahira da öyledir. Onların fazileti, Resûlullah'm
(scallallcıhu cJeıjhı vesellem ) faziletinden kaynaklanmaktadır.
İki faziletin; zürriyetin ve sahabenin üstünlüğünün ana
kaynağının Resûlullah s< 3 İI< 5 ill< 5 ihu öJeqhı vesellem) olduğunu
biliyorsunuz. İkisi de aynı kaynaktan gelmektedir. Birine
202 Ebedi Soylular: Ehl-ı Beyt
yapılan övgü veya yerginin diğerini de etkileyeceği
muhakkaktır.
Birine dost, diğerine düşman olarak, ikisini birbirinden
ayırana Allah lanet etsin. Çünkü birine düşman olana, diğerinin
dostluğu fayda etmez. Ayrıca Allah'ın, Resûlü'nün ve dost kabul
ettiği tarafın da düşmanı olur.
Efendimiz Zeyd b. Ali Zeynelâbidîn'e bakın. Hişâm b.
Abdilmelik'e başkaldırdığında, Küfe halkından birçok kişi ona
biat etti. Ebû Bekr ve Ömer'i reddetmesini istediler. Bunun
karşılığında onu(n halifeliğini) destekleyeceklerini söylediler.
Bunun üzerine o dedi ki: “Asla! Aksine onların tarafından
olurum.” Dediler ki: “Öyleyse biz de seni reddederiz.” O da
bunun üzerine şöyle dedi: “Gidin siz râfıza (reddeden)siniz.”
Ondan sonra Râfıza (veya Rafiziler) olarak anıldılar.
Bir grup gelerek dediler ki: “Biz, onların (Ebû Bekr ve Ömer)
taraftarıyız. Onları reddedeni reddederiz.” Zeyd onları kabul
etti. Onunla birlikte savaştılar. Bunlara Zeydiyye denildi. Fakat
onlardan sonra gelenler, Zeyd'in mezhebinden çıktılar, sadece
isimleri kaldı. Saadet-i dâreyn (iki dünya saadeti) isteyen, iki
tarafı da sevmelidir. Selefin ve halefin sünnetinden ayrılmadan,
bu şer’î yolu takip etmelidir. Bu yol Ehl-i sünnet mezhebi ve
Elanif dinin yoludur. Allah ruhumuzu, bu yoldan sapmadan,
değiştirmeden, aldanmadan ve altatmadan kabzetsin.
İbnu's-Subkî Tabakât' ta derdi ki: İmam Abdullah b. el-
Mübârek şöyle diyor:
Dini küçümseyene ben yumuşak değilim ,
İslam'ı da tenkid eden biri değilim.
Ne Eh û Bekr e hakaret ederim, ne Ömer'e ,
Ne de hâşâ Osman'a hakaret ederim.
Ne de Resûl'ün havarisi Zübeyr'e
Doğru yapsa da, yapmasa da Talha'yı severim.
Ali için bulutlardadır demem, zira
Sahabenin En Üstünü
203
Vallahi buna zulüm ve düşmanlıktır elerim.
Bu aslında uzun bir kasidedir. Bir de şu beyitleri vardır:
Allah verir dinimizi destekleyen emire
Razı olarak kendi rahmetinden ol Kerim,
imamların varlığı güven verir yollara,
Yok sa zayıf, güçlünün yağması olur derim.
Anlatıldığına göre Hârun er-Reşîd bu şiiri çok beğenmiş.
Abdullah b. el-Mübârek vefat ettiğinde, (halife) ilan edip
insanların onu bu şiirle taziye etmelerini istedi. Ardından şöyle
dedi: ‘Allah verir dinimizi destekleyen emire ” beyitlerini söyleyen
o değil miydi?
Eğer şöyle derseniz: Bu iki grubun, yani Ehl-i Beyt ve
Sahabenin faziletini bir kaynağa, Resûlullah'a (saLLU Je 4 li
vesellem) bahsedilen özellikten dolayı bağlamak, Ehl-i Beyt’in
Sahabe-i Kiramdan üstün olduğuna hissettirmektedir.
Ben de derim ki: Evet öyledir. Fakat bu üstünlük
Resûlullah'm sallallahu aleıjhı vesellem ) zürriyeti olma açısındandır,
her açıdan değildir. Bu da aklı başında olan herkesin şüphe
etmeyeceği bir durumdur. Bu açıdan Zürriyet-i Tâhira,
kesinlikle herkesten üstündür. Çünkü bu kabul, Resûlullah'm
(sallallAu o sır vese Hem) üstünlüğünü kabul etmeye götürmektedir.
Zaten hiçbir mümin, O'nun bütün insanlardan daha üstün
olduğu konusunda şüphe etmez. Bunu kabul etmek şu sözü
söylemekle aynıdır: “Onların Ceddi ( sallallahu aleıjhı vesellem), bütün
atalardan ve dedelerden daha üstündür.” Bir mümin bundan
şüphe eder mi hiç?
Buradan yola çıkarak İmam Sübkî ve diğer âlimler, Fâtıma
hakkında şöyle derler: “Resûlullah'm ( sal lalI ahu aleıjhı vesellem) bir
parçasına hiç kimseyi üstün tutamayız.” Gördüğünüz gibi,
Fâtıma'yı, annesi Hatice'den, Meryem'den ve Aişe'den üstün
kabul edilmesi gereken ve Resûlullah'm ( sallallahu aleijhı vesellem)
parçası olarak nitelemektedirler. Hz. Ali'nin hanımı,
204
Ebedi Soylular: Ehbi Beyt
Haseneyn'in annesi veya diğer üstün özelliklerinden biriyle
nitelemiyorlar. Aynı mânâ Resûlullah'ın ( seJLILhu aleıÇ vesellem)
diğer çocukları ve kızları için de geçerlidir. Onlar da bu açıdan
bütün insanlardan üstündür. Şemsüddîn el-Alkamî, Fâtıma'nm,
Ebû Bekr ve Ömer hariç, bütün sahabeden üstün olduğunu
beyan etmiştir.
Münâvî bu üstünlüğü, sadece Resûlullah'ın 4'.
vesellem ) bir parçası olma yönüyle sınırlar ve şöyle der: “Ebû Bekr
ve Ömer, hatta Dört Halife, kabiliyet, ilim ve İslam'ın yayılması
için çalışma konusunda Fâtıma'dan daha üstündürler.”
Bu yüzden Allâme Lekkânî, Cevhere Şerhi' nde, dört halifenin
başkalarına üstünlüğünden bahsettikten sonra, şu sözleriyle
uyarıda bulunur: Bahsedilen bu hüküm, Zürriyet-i Şerife’yi
etkilemez. Çünkü bu, Resûlullah'ın seıllcallcahu olefini vesellem) parçası
olma açısından değildir. Yani; Resûlullah’ın salltfllolnu alemini vesellem)
parçası açısından bakıldığında Zürriyet daha üstündür.
Bunu bilelim ve Ehl-i Beyt’in konumunu öğrenelim. Allah'ın
onlara hediye ettiği vehbi üstünlüğü ve sadece onlara verdiği
akrabalık şerefini anlayalım.
Öyle insanlardır ki, onları içten seven,
Ah ir dünyasında sağlam ipi tutandır.
Güzellikleri ile çanları nakledilir.
Menkibeleri ile en üstün olmuşlardır.
Dostları olmak vacib, sevmek ise hidâyet,
itaat etmek sevgi, sevmek ise takvadır.
Is’âf da denir ki: Muteber ve takdire şayan sevginin, onların
sünnetine severek ittiba etmek olduğunu bilmek gerekir. Çünkü
onların sünnetine ittiba etmeden, Şia ve Rafizilerin yaptığı gibi,
onların sünnetine uymaktan kaçıp sırf onları sevdiğini iddia
etmek, bunu iddia eden kişiye bir fayda temin etmez. Bilakis
hem dünyada, hem âhirette ona azab ve vebal getirir.
Sahabenin En Üstünü
205
Çünkü bu, gerçek bir muhabbet değildir. Gerçek muhabbet,
kendini sevilen kişiye vermekle, onun sevdiği ve istediği şeyleri
kendi nefsinin isteklerinden üstün tutmakla ve onun ahlâkını
örnek almakla olur.
Bu mânâda Hz. Ali şöyle diyor: “Benim sevgimle Ebû Bekr ve
Ömer'e duyulan nefret bir arada bulunamaz.” Yani, bunlar
birbirinin zıddıdır, bir arada bulanamazlar.
Dârakutnî şu hadisi rivayet ediyor: "Ey Ebu'l-Hasan
(Ali'yi kasdediyor) sen ve taraftarların
Cennettesiniz. Bir kavim gelecek, seni sevdiklerini
iddia edecekler, fakat İslam'ı küçük düşürecekler.
Ondan söz edecekler] ama okun hedefi delip geçtiği
gibi İslamadan çıkacaklar. Onların Râfıza lakablı bir
grupları vardır. Karşılaşırsan onlarla savaş, çünkü
onlar müşriktirler ." 1
Dârakutnî der ki: Bu hadisin bizde birçok farklı kanalları
mevcuttur.
Şia ve Rafıza derken, Şia'nın kollarını kasdetmiştir. Rafızîler,
eşanlamlı olarak veya açıklama maksadıyla onlara atfedilmiş
olabilir. Fakat Ehl-i Beyt’in taraftarları, onların sünnetinden
ayrılmazsa, Sahabeyi severse, hepsinin üstün makamını bilirse, o
zaman hayırlı insanlar olurlar ve her türlü eksiklikten uzak
olurlar. O zaman Resûlullah'm ( solldlltfhu tfleLjhı vesellem) "Ey Ebu'l-
Hasan! Sen ve taraftarların Cennettesiniz" buyururken
kasdettiği insanlar olurlar.
Musa b. Ali b. el-Hüseyin b. Ali, ki babası ve dedesi
tarafından şerif idi, şöyle diyor: “Bizim taraftarımız; Allah'a itaat
eden, bizim yaptığımızı yapandır. Ali'nin hilafeti boyunca onun
taraftarları ve ona yardım eden herkes gibi davranan, Cemel,
Sıffin ve Nahravân gibi girdiği bütün savaşlarda ve vakalarda
onunla birlikte savaşandır. Çünkü O (Hz. Ali) hepsinde haklıydı,
1 İbnAdiy, Kâmil (3/82)
206
Ebedi Soylular: Ehlü Beyt
diğerleri de haksızdı. Her birinin, içtihada dayanan ve doğruyu
amaçlayan bir yolu vardı. Ancak Nehrevan halkının da tabi
olduğu Havaric (Hariciler) bunun dışındadır. Onlar kâfir ve
günahkârdır. Çünkü Tahkim (Hakem) olayına dayanarak O’nun,
birçok sahabinin ve tahkimi kabul eden Müslümanların hâşâ
kâfir olduklarına inanmaktadırlar.”
Şia'da bir grup daha vardır, onlara Mufaddila deniliyor. Hz.
Ali'nin diğer sahabelerden üstün olduğuna inanıyorlar. Fakat
diğerlerinin de üstün ve adil olduğuna inanıyorlar. Ayrıca
Allah'ın onlara verdiği makam üstünlüğünü ve şerefi kabul
ediyorlar. Bu grup, Ebû Bekr ve Ömer'in Ali'den üstünlüğü ile
ilgili üzerinde icma olan görüşe muhalif olsalar da, bidatleri hafif
olduğundan İslam'a etkisi yoktur. Hâfız Suyûtî onlardan
bahsetmiş, ama tenkid etmemiştir.
Hâfız Zehebî ve diğer âlimlerden, onların âdil ve güvenilir
oldukları, rivayetlerinin makbul olduğu ve şahitliklerinin
bilinmediği nakledilir. Bu özellik, Zehebî'nin hadis ricâlini
(hadis rivayet edenleri) araştırırken, bu gruptan olan ve
başkalarının güvenilir kabul ettiği bazı râvileri tenkid etmesine
sebep olmuştur.
Nitekim o demiş ki: “Bu gruptan olan birçok selef ve halef
(eski ve yeni) kimseler mevcuttur.”
Ravi kitaplarında Şia kelimesi kullanıldığında, aşırılığa bağlı
olmayan bu grup kasdedilir. Eğer aşırı gidenler varsa bu durum
belirtilir ve örneğin “Şia'nın aşırıya gidenlerinden” denir.
Rafizîler ise, kâfirle fasık arasındadır. Çünkü birçok sahabinin
hilafetini kabul etmediler. Kâfir ise Müminlerin Annesi Hz. Aişe
hakkında ileri geri konuşan ve babasının (Ebû Bekr’in)
sahabiliğini inkâr edendir.
Size, Arif eş-Şa'rânî'nin sözlerinden aktaracağım bölüm
yukarıdakinden farklıdır. Onun Râfizilerden kasdı, ifadesinden
de anlaşılacağı gibi, Şia'nın Mufaddile koludur. Şöyle diyor:
Sahabenin En Üstünü 207
Bizden; sevgide Ali'yi, Ebû Bekr ve Ömer'e hakaret etmeden,
üstün tutan Rafizilere hakaret etmememiz için de söz alındı.
Özellikle bunlar, Fâtıma'nm çocukları olan Eşraftan veya
Kur'ân-ı Kerim ehlinden olurlarsa.
Kardeşlerim sakın, falan Rafizi köpektir, gibi sözler
sarfetmeyelim. Buna gerek yoktur. Bizim inancımıza göre de,
Ali'yi, Hasan'ı, Hüseyin'i ve onların çocuklarını aşırı sevmek
Kur an âyetiyle istenmektedir. Yüce Allah şöyle emrediyor:
"De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden
başka bir ücret istemiyorum." (Şûrâ Sur. 23)
Burada kasdedilen sevgi (meveddet) kalbe yerleşen ve
devamlı kalan sevgidir. Naslara aykırı düşmedikçe, ceddini
diğerlerinden fazla sevenlere hakaret edeceğimize susalım.
Çünkü insanın kendisine şeref bırakan atalarına aşırı bağlılığı,
birçok âlime göre normal bir meseledir. Bu pek çok şerefli
insanın bir faziletidir. Bu yüzden derler ki: “Sünni bir şerifin,
Ebû Bekr ve Ömer'i dedesi Ali'ye üstün tuttuğu nadirdir.”
İmam Şâfii şöyle derdi:
Her Ehl-i Beyt i seven Rafızî addedilse,
Şahit olsun insü cin ben Râfıziyim i§te.
Kardeşlerim! İslam'ın ana konularına açıkça zarar vermeyen,
yani Ebû Bekr'in sahabiliğini inkâr etmeyen veya Aişe'nin
beraatine inanan, şüpheli konumdaki insanları mazur görün.
Rafızîlerin durumunu Allah'a bırakın, Kıyamet gününde onların
hesabını görecektir.
Evet, bu sözler büyük bir ârifin ve insaflı bir âlimin (Şa'rânî)
sözleriydi. İnşallah bize de faydası olur.
Yukarıda geçen “Sünni bir şerifin, Ebû Bekr ve Ömer'i dedesi
Ali'ye üstün tuttuğu nadirdir” ibaresinde kasdettiği Sünni,
gerçek mânâda, Rafızî'nin mukabili değildir, Mufaddıla'dan olan
Şii'nin mukabilidir. Bu yüzden bu ibareden sonra; Ebû Bekr ve
Ömer'i dedesi Ali'den üstün tutar, demiştir. Rafızî olan, Ebû
208
Ebedi Soylular: Ehlü Beyt
Bekr ve Ömer'in faziletinden, ne başta, ne de sonda söz eder.
Aksine onları gereksiz sıfatlarla niteler. Nesebi gerçekten
Resûlullah'a ( s <3 II <3 lltf hu tfleLjhı vesellem) dayanan birinin böyle bir şey
söylemesi mümkün değildir.
Bu ibarenin özeti şudur: Ebû Bekr ve Ömer'i, dedesi Ali'ye
üstün tuttuğu bilinen Sünni şerif çok azdır. Ekserisi Sünnidir,
Ebû Bekr, Ömer ve bütün sahabeyi sevmelerine, üstünlüklerini
itiraf etmelerine rağmen, (onları Ali'den) üstün tuttuklarını
söylemezler. Bu da dinlerine herhangi bir zarar vermez.
Özellikle bu öncelik, üstünlükte değil sevgide olursa. İbareden
anlaşılması gereken budur. Biz de öyle anlamalıyız. Allah en
doğrusunu bilir.
Bu kitabı derleyen der ki: Allah'ın, bu aciz kulunun
vasıtasıyla göstermek istediği budur.
Kitabın dizgi ve baskısı, onbir sene müsvedde olarak
bekledikten sonra, hicri 1309 yılı Şevvâl ayında Beyrut'ta
tamamlandı. Yüce Allah'tan, bu kitabı benden kabul etmesini ve
onun sayesinde benden razı olmasını diliyorum.
Efendimiz Muhammed'e, bütün peygamberlere, onların
yakınlarının ve ashabının hepsine, yaratılanlar sayısınca, razı
olacağı kadar, Arş’ı güzelliğince, kelimelerinin mânâsı
genişliğince, zakirler onu zikrettikçe, gafiller onu unuttukça
salât ve selam etsin. Hamd Alemlerin Rabbi'ne mahsustur.