KARIŞIK

21 Şubat 2016 Pazar

Sultan Melik Gazi

Sultan Melik Gazi

Sultan Melik Alparslan’ın, Anadolu’nun fethine memur ettiği önemli komutanlarından birisidir. Kendisine verilen bu kutsal vazife çerçevesinde Erzincan, Kemah,Divriği,Şarki Karahisar şehir ve bölgelerini 1070-1080 seneleri arasında fethetmiş ve Mengücik Beyliğini kurmuştur. Kendi adına beğliğin kurulmasında O’nun önceki geçmişi ve savaşlardaki rolü,liderlik yeteneği ve idarecilik vasıfları önem kazanmış olmalıdır.Fethine memur edildiği yerleri 1080’e kadar almış ve yerleşme merkezlerine kendi toplumunu getirip yerleştirmiştir. Bunlar daha ziyade Oğuz boylarından Kayı, Salur, Dodurga, Karaevlekli ve Öregiri gibi öztürk boylarıdır.
Sultan Melik Gazi
Mengücek Ahmed Gazi’nin (ve ona bağlı aile efradının) mümtaz bir yerlerinin oluşu ve kişiliklerinin ehemmiyeti Divriği-Sitte Melik (Şahin-Şah) Türbesi’nin 590 tarihli kitabesindeki “...zalimlerden hesap soran, Anadolu, Suriye ve Ermenistan’ı dize getiren,Alp Kutluğ,Uluğ Hümayun, Ceboğa,Tuğrul-Tekin,Mengücik soyunun ...” terimlerinden anlamak mümkündür.Bu tür arı-Türkçe ünvanlar Mengücek Oğullarının, Oğuz Beğleri’nden önemli bir aile mensubu olduklarını teyid etmesi bir yana; bizzat Mengücek Gazi’nin şahsına kullanılan kutsi sözler ve sıfatlarda, toplumun o asırlarda kendisine verdiği değeri ve O’nun Türk-İslam davası yolundaki çabaları ortaya koymaktadır.
Yine, söz konusu Türbenin aynı kitabesinde “...Elmerhum,es said, eş-şehid, el gazi “ (Rahmetli,kutlu,şehit ve gazi) denilmektedir. Mengücik Gazi adına ve onun bazı sıfatlarını (Adaletli,feth edici vs.) ve yazılı olarak almış bulunduğu yerleri gösteren en mühim belgelerden biri de, Kemah Sultan Melik Gazi Türbesi’nin,Mengücik Gazi’nin yerleşmiş olduğu merkez, beğliğin ilk zaman payitahtı Kemah’dır.Gerek O’nun ve efradının türbelerinin burada oluşu,gerekse kayıp vakfiye suretindeki “...ben emr-i Hak ile sultan-ı amil oldum, layik bil adil tuttum ve Erzurum, Erzincan,Kemah ve Diyarbekir vilayetleriyle kalelerini fetheyledim ve kafirlerin ciğerlerini yaktım ve kılıç vuran padişahtır ki (Mengücik ) Gazidir: Cenab-ı Hak ruhunu şad ve kabrini pürnur eylesin. Bundan sonra ben Kemah Kalesi civarına yerleştim ki o civar Fırat nehri kenarındadır ve hududu şu vecih iledir ki nehri mezkur kale ile mesken arasında geçer ...” İbareler ve gerekse çağdaş müelliklerin ifadeleri bunu teyid ederler.
Mengücek Gazi’nin ölüm tarihini kaydeden hiçbir vesika olmamakla birlikte,ondan sonra Beyliğin başına geçen oğlu Emir İshak’ın hükümdarlığının başlangıç yılı 1118 dir.Bu tarih,aynı zamanda muhtemelen Melik Mengücek Ahmed Gazi’nin vefat yılı olmalıdır.Bu durumda da Mengücek Ahmed Gazi’nin Malazgirt öncesi komutanlığında hayli genç olduğu ortaya çıkar.
Mengücek Gazi de, diğer ilk Anadolu fatihleri gibi evliya mertebesine çıkarılan Türk büyüklerindendir.Asırlardır türbe ve mumyalı cenazesi bilhassa çevre halkın mühim ziyaretgahlarından olmuştur. Lafzı geçtiğinde “mübarek” eklenmeksizin yadedilmez.Evliya Çelebi’nin kaydettiği,yakınındaki köyün “Mübarek” adı alması, Mengücik Gazi ile ilişkili olmalıdır.
Kemah’ın 500m.kadar kuzeyinde,Fırat’ın sağ kıyısındaki kayalık zemin üzerinde;eski bir mezarlığın içindedir.Burası daha evvelden Kemah’ın kenar mahallelerinden biri iken,şimdi terkedilmiştir.Gerçi 1960’lara kadar burada oturan 3 hane varmış.Bunlar da “Türbedarlık”görevini icra ve ifa ederlermiş.Ama şimdi o üç hanenin sadece yıkıntıları kalmış.
Türbe sekizgen bir plan üzerinde altlı üstlü iki kat olarak inşa edilmiş olup,üst kesimin iç kısmında köşeler belirsizleşerek yuvarlak halde horasan sıva ile kaplanmış ve bir kubbe tarzını almıştır.Üst kat küçük bir mescidi andırır türde,ibadet yapılması için bölünmüş gibidir.Türbenin alt bölümü 5 eşit parçadan inşa edilmiştir.Ortada kiremit harcı ile yapılan bir sütun,bu altı eşit parçayı üzerinde tutmaktadır.Sultan Melik bir sanduka içindedir.Her ne kadar bu bölüm iki demir kapıdaki 8 adet asma kilitle muhafaza altına alınmıssa da,rica-minnet dileyen anahtarları temin edip içeri girebilmektedir.Ondan sonra da bilmem kaçıncı yüzyıldan kalma zatın naçiz vücudunu görme ve ondan ibret alma adına medfun Melik hazretlerini guşe-i kabrinde bile rahatsız etmek gibi,bir şenaat işlenmektedir.Rastgele sanduka açılıp,bazen meraklı gözlere,bazen de kameraların ışıklarına emanet edilip pervasızca cümle aleme gösterilmektedir.Tabi bu tür yerli yersiz tabut açıla kapana cesed hayli deforme olmuş ve zedelenmiş durumdadır.
Bundan başka tabutlar da vardır ki bunların içinde de insan kemikleri vardır.Zaman zaman satıhlarında tahribat olan türbe birkaç kez onarılmış ve en son 1991 yılında yapılan restorasyonla bugünkü durumuna gelmiştir.
Köşeleri,yapıda kullanılan aynı ebattaki tuğlalarla örülüp, prizmatik sütunceler halindedir.Sadece giriş diğer yedi köşegenden farklı ve çok daha prizmatik girinti-çıkıntılara sahiptir.Doğu cephesi üzerinde ve çerçevesi birbirini takip eden girinti-çıkıntılardan teşekkül olunan,üzeri tuğladan silme ile süslenen kapıdan içeri girilmektedir.Kapı üzerinde tuğladan yapılmış kufi bir kitabe vardır.
Rolyefli olarak geometrik motiflerle süslü olan alınlık ise,kitabenin üzerindedir. Kubbede,sonraki zamanlarda yapılan bir süs;duvarlarda ise siyah boya ile yazılmış biri farsça iki bölüm kitabe kalıntısı vardır.Girişin solunda uzun bir ahşap sanduka bulunmaktadır. Alt cenazeliğe üst kapının altına gelen ikinci ve daha küçük,kubbeli (80x105) kapıdan girilir.Bu kapı,yeni ve soldan merdivenli yapı içine alınmıştır.Cenazelik kısmı basık ve ortasında yine sekizgen köşeli bir ayak bulunur.Bu merkezi ayakla duvarlar ortasındaki koridoru çepeçevre dolaşan bir beşik tonozla örtülüdür.Cenazelikte bir mumya beş kadar mezar vardır.Kuzeyden küçük ebatlı kare bir oyuk içeriye nisbi bir ışık sızdırmaktadır.Duvarlar 80 cm. kadar yükseklikte muhteşem taş örmedendir. Genel olarak türbe,inşa malzemesi ve cenazeliğin orijinal şekli ile dikkate şayan bir eserdir.Hatta Anadolu türbeleri içerisinde nadir bir yeri ve apayrı bir tipe haizdir.Kapı üzerinde bulunan kitabede,Kur’an’dan alınan “Küllü nefsin zaikat’ül-mevt= Her nefis ölümü tadıcıdır.” (III/185) Ayeti vardır. Yan cephe duvarının üst bölümüne yakın diğer kufi kitabe hayli haraptır.İhtimal ki,yapının mimarı zikredilmektedir.”Ömer bin İbrahim et Taberi’nin eseri “ Rikka karakterli kitabede ise;”Şeh el meşayih sehm eldin” olduğu sanılır.
Türbenin yapılışından sonra yazılan ve farsça kitabenin metni ve tercümesine değinmiştir.İki bölüm olan bu metinde Megücek Gazi’nin vasıfları bulunuyordu.İkinci ve alt kesimde bulunan kısımda ise: “Melik Alim,adil,teyid olunmuş,mansur,muzaffer;din ve dünyanın yardımcısı,islam ve müslümanların koruyucusu,selçuk oğulları ve Mengüciklerin iftiharı eb-ul Feth Seçuk Şah bin Behram-Şah bin Davut bin İshak.O mengücik idi.Allah onu nimetleri ve gufranıyla gark etsin”
Cenazeliğin girişi üzerinde uzayan mermer bir blok içine hakkolunmuş iki satırlık farsça bir başka kitabe bir kapıya lento vazifesi görüyordu.Şu yazılıdır.
“Dünya durdukça o Mengücik Gazi tarfından aydınlanacaktır.”
Bu metnin de sonraki asırlarda yazıldığı anlaşılmaktadır.Şii temayülüne bakılırsa, Safavilerin kısa süren hakimiyetleri esnasında bir girişim olması mümkün.Ayrıca Ali Kemali’nin tesadüf ettiği ve o zamanlar cenazeliğe geçilen yerde; “(Bu kadın) Rahmeti Rahmana 753 cemaziyel ahır ayında kavuştu.” yazılı bir kadın mezar taşı kitabesi bulunuyor

http://www.erzincan.gov.tr/..alıntıdır..

EFKAR BABA YATIRI ..BALÇOVA

EFKAR BABA YATIRI BALÇOVA




İzmir Balçovada Teleferiğin işletildiği tepede bir yatır var.
Efkar Baba olarak biliniyor. İzmirde pek az kişinin bildiği bu yatırın bu kadar yüksekte ne işi vardı bilinmiyor.

KAYNAK:
http://www.zohreanaforum.com/izmir/18023-efkar-baba-izmir-balcova-teleferik.html

Sarı Selçuk Dede

Sarı Selçuk Dede


Sarı Selçuk Dede

YUNUS EMRE VE SARI SELÇUK


   Yaşanmış bir olayı yaşlılardan size aktaracağım. Edinilen bilgiye göre Yunus Emre'nin kabiri eski adı ile Çayköy'dedir. Yunus Emre'nin bir çok yatır ve türbelerinin arasında olduğu söylenir. Doğusunda Sarı Selçuk, Güney doğusunda Akin Köyü'nde Yusuf Dede, Batısında Çorasar Dede, Kuzey batısında Garip Ahmet, Kuzeyinde Çay Köyün tepesinde Uzun Dede, Kuzey batısında Sandıklı'nın Doğusunda Kırklar Dede Türbesi bulunur.

   Yunus Emre şimdi yeni ismi ile anılan Yunus Emre Mahallesindedir. Siyah dut ağaçları Yunus Emre'nin aramış olduğu asadan meydana geldiği söylenir. Yunus Emre Selçuklu Devletinin çöktüğü zamanlarda Selçuk beylerinin evlatlarından olan Sarı Selçuk ile aynı dönemde yaşamıştır. Bunlar Yunus Emre ile beraber dört kişi imişler. Bunların çobanlık yaptığı söylenir. Bu kişiler Yunus Emre, Sarı Selçuk, Koçgazi Baba, dördüncü kişininde ismi yaşlılar tarafından da bilinmemektedir. Bu dört arkadaş çobanlık yapar Hak muhabbetleri ederlermiş.

   Bir gün ismi bilinmeyen şahıs Yunus Emre'yi ağasına şikayet etmiş, senin çoban koyunları hiç otlatmadan yatırıp getiriyor diyerek şikayette bulununca ağası Yunus Emre'yi takip etmek için çıkıyor. Bu durum da Yunus Emre ve arkadaşlarına malum oluyor. Bize bir konuk geliyor diyerek şikayet edeninde içlerinden biri olduğunu anlıyorlar. Ağa baksa ki koyunların karınları tok geviş getiriyorlar yatıyorlar. Ağa bunu görünce dönüp gidiyor.


   Bu üç arkadaş sırrımız açığa çıkardın diyerek ismi bilinmeyen arkadaşlarını bir daha yanlarına almıyorlar.Yunus Emre ve arkadaşları bu arkadaşlarıyla ilişkilerini kesiyorlar. Ve şöyle vasiyet ediyor. "Gördüğünü ört, görmediğini söyleme..." Bizim yöremizde bu söz halen söylenmektedir...

   Bu üç arkadaş bir gün Koçgazi Köyünde, bir gün Çayköy'de, bir gün Selçik Köyü'nde toplanırlarmış. Toplanılacak bir gün Sarı Selçuk'a misafir olarak gelmişler. Yunus Emre ve Koçgazi Baba köye gelmişler ama Sarı Selçuk orada değilmiş. Sarı Selçuk toplantıya biraz geç kalmış. Yunus Emre; Sarı Selçuk'a, "Biz senin misafirindik unuttun mu...?" deyince Sarı Selçuk "Kuzeyden köyümüze hayvan hastalığı geliyordu bize gelmesin diye onu uğurladım" diyor ve Hak muhabbetlerine devam ediyorlar...

*Afyon Sandıklı Selçik Köyü'nden Ali ÖZDEMİR'den kaynak alınarak, Haftalık Yerel Gazete olarak çıkan Sandıklı Sesi'nin 20 Mayıs 1985 tarihli sayısında, "Yunus Emre Sandıklı'dadır" adlı yazı dizisinde Mustafa ÖZER tarafından  yayınlanmıştır.

***
Sarı Selçuk Dede

SARI SELÇUK DEDE


   13 yy. Anadolu Erenlerinden olan Sarı Selçuk Dede’nin türbesi Afyonkarahisar’ın Sandıklı İlçesine bağlı Selçik Köyü’ndedir. Selçik Köyü ismini burada yatmakta olan Sarı Selçuk Dede’den almıştır.

   Hacı Bektaş Veli tarafından Anadolu’ya gönderilen Tabduk Emre, Yunus Emre, Hacim Sultan, Seydi Balum Sultan, Karaca Ahmet Sultan, Koçgazi Dede gibi erenlerle çağdaştır. Sarı Selçuk Dede’nin yaşamı hakkında kesin bilgiler olmamasına rağmen, canların gönlünde taht kurmuş bir gönül eridir. Sarı Selçuk, Sarı Dede, Sarı Dede Sultan isimleriyle anılmaktadır.

   Sarı Selçuk Dede’nin yaşadığı çağ, Selçukluların son dönemlerine rastlamaktadır. Sarı Selçuk’un o dönemde yaşayan Anadolu erenleri arasında önemli bir yeri bulunmaktadır. Yunus Emre ile aynı dönemde yaşayan Sarı Selçuk hakkında Osmanlı devlet arşivlerinde de kayıtlar bulunmaktadır.

   Sarı Dede’nin ismindeki Sarı sözcüğünün anlamını değerlendirecek olursak. Sarı isminin halk bilimi açısından sadece bir renk olmadığını, dört rengin birleştiği bir merkez olduğunu görmekteyiz. Sarı ismi devlet yapısı bakımından ise, merkezi hakimiyeti ve kudreti ifade etmektedir. Bütün bunlar Sarı Selçuk Dede’nin önemi hakkında bilgi vermektedir.

   Sarı Selçuk Dede’nin Yunus Emre ile birlikte yaşadığı anlatılan bir rivayet ise şöyledir;
   Sarı Selçuk, Yunus Emre, Koçgazi Baba ve ismi yaşlılar tarafından bilinmeyen bir zatla birlikte dört kişilermiş. Bu dört arkadaş birlikte çobanlık yapar, Hak muhabbetleri ederlermiş. Bir gün ismi bilinmeyen şahıs Yunus Emre’yi ağasına şikayet etmiş. Senin çoban koyunları hiç otlatmadan yatırıp getiriyor diyerek şikayette bulununca, ağası Yunus Emre’yi takip etmek için çıkıyor. Bu durum ise Yunus Emre ve arkadaşlarına malum oluyor. Erenler bize bir konuk geliyor diyerek, şikayet edeninde içlerinden biri olduğunu anlıyorlar. Ağa geldiğinde baksa ki koyunların karınları tok bir şekilde yatıyorlar. Durumu görünce belli etmeden dönüp gidiyor. Bu dört arkadaş bizim sırrımızı açığa çıkardın diyerek ismi bilinmeyen arkadaşlarını yanlarından uzaklaştırıyorlar. Erenler bu arkadaşlarıyla ilişkilerini keserler ve şöyle vasiyet ederler: Gördüğünü ört, görmediğini söyleme...
Bizim yöremizde bu söz halen söylenmektedir.

   Yine bu üç arkadaş bir gün Koçgazi Köyü’nde, bir gün Çay Köy’de (şimdiki Yunusemre Mahallesi), bir gün Selçik Köyü’nde toplanırlarmış. Toplanıp hak muhabbeti edecekleri bir gün Selçik Köyü’ne Sarı Selçuk'a misafir olarak gelmişler. Yunus Emre ve Koçgazi Baba köye gelmişler ama Sarı Selçuk orada değilmiş. Sarı Selçuk toplantıya biraz geç kalmış. Yunus Emre; Sarı Selçuk biz senin misafirindik unuttun mu? Deyince; Sarı Selçuk, Erenler Kuzeyden köyümüze doğru hayvan hastalığı geliyordu. Bize gelmesin diye onu uğurladım der ve Hak muhabbetlerine devam ederler. Sarı Selçuk Dede’nin söylenceleri yöremizde günümüze kadar gönülden gönüle dilden dile anlatılarak gelmiştir.

   Yunus Emre ve Hocası Tabduk Emre’nin türbelerinin Sandıklı’da olması da ayrıca aynı dönemde yaşadıklarını ve Sarı Selçuk Dede’nin türbesinin Selçik Köyü’nde olduğunu ispatlamaktadır.

   Sarı Selçuk Dede’nin kabrinin bulunduğu türbesi, Sandıklı İlçesi’ne 4.km uzaklıktaki Selçik Köyü’ndedir. İnsanların inançlarından dolayı ziyaret ettikleri, her yıl gelerek adak adadıkları, kurbanlar keserek, lokma sundukları önemli bir mekandır. Yakın zamanda türbenin yanına birde Sarı Selçuk Dede Cem evi ve Aşevi yapılmıştır. Gelen ziyaretçiler hem türbe ziyaretlerini hem de ibadetlerini yapmaktadırlar.

Kaynaklar:
Ali Özdemir, Selçik Köyü
Mustafa Özer - Sandıklı Sesi Gazetesi - 1985
Ali Osman Karakuş - Sandıklı Sesi Gazetesi



***

Sarı Selçuk Dede


GÖNÜLLERDE SARI DEDE


   Söylenceler, rivayetler, destanlar hep dilden dile anlatılır ama, gönülden geçer tüm gönüllere, akar gider sevgi seli gibi ırmak ırmak yüreklere, can olur her hanede, her yürekte toplanır erenler, hak muhabbeti olur söylenir dillerde, dolaşır gönüllerde...

   Kimine göre mucizedir, kimine göre destandır, kimine göreyse sadece bir rüyadır, bir efsanedir belkide. Mucize olur, destan olur belki ama, inananlara her daim çağırdığın yerde hazır olur hak erenleri. Yolda kalmışa, aç susuz kalıp halden düşmüşe el uzatırlar, uzattıkları else yer bulur canların gönlünde, anlatılır yıllar geçse de üstünden, şahitleri göçse de bu dünyadan. Yaşanılanlar unutulmaz hiç bir zaman, ışık olur saçılır dört bir yana...

   Afyon'un Sandıklı'ya bağlı Selçik Köyü'ne altmışlı yılların, bir bahar ayında bir misafir gelir, Dinar'ın Yeregiren Köyü'nden ( şimdiki adıyla Akgün Köyü) Bu misafir, Dinar'dan kalkar Sandıklı'ya, pazar günü (dernek günü denilir) kurulan  hayvan pazarına mal alışverişi yapmaya gelirmiş. Kimine göre ise koyunlarının yününü Sandıklı'da kepenek yaptırmak için yükünü yükler merkebine yola koyulurmuş.
 
   Yine bir gün köyünden geç vakitte yola çıkmış, Sandıklı'ya geldiğinde hava kararmıştır. Ne yapacağını düşünürken yine aklına gelmiş, daha önceleri de konakladığı Selçik Köyü'ne gitmeye karar vermiş. Az daha gideyim de orada bu geceyi geçireyim demiş. Geldiği yol uzun olunca hem yorulmuş, hemde bir taraftan yağan yağmurda ıslanmış.

   Yaşlı adam Selçik Köyü'ne gelir ve Sarı Dede Türbesinin yanında bulunan köy odasına girer. Şimdi kütüphane (okuma odası) olarak da kullanılan kullanılan, köyde "orta oda" diye bilinen bu yer, gelen misafirlerin konakladığı, karınlarının doyurularak ağırlandığı, köylülerin toplandığı bir mekandır.

   Odaya gelen adam merkebini ahıra bağlar ama yedireceği saman yoktur. İçeri geçip oturan adamın üstü yağmurdan sırılsıklam olmuştur. Kara kara düşünürken yorgunluktan uyuya kalır. Az bir zaman sonra yattığı odanın kapısı açılır. Yattığı yerden kalkan adam karşısında eli asalı, ak sakallı birisini görür. Ak sakallı pir koca misafire seslenir: "Ayağa kalk, dediklerimi iyi dinle, burdan dışarı çık, etraftaki hanelerin kapılarını çal, onlar sana bakacaklar, yiyecek aş, giyecek elbise, ısınman için yakacak vereceklerdir. " der ve odadan çıkar kaybolur gider. Misafir neye uğradığını şaşırmıştır, hayal mi? gerçek mi? diye düşünürken, birazda inanmamazlıkla, umursamaz bir tavır takınır, denilenleri yapmaz. Sonra ak sakallı pir koca, tekrar gelerek bu sefer sert bir dille "Sen dediklerimi niye yapmadın, çabuk kalk git hanelere seslen, azığını, urbanı hazır ettiler" der. Misafir adam usulca çekinerek peki sen kimsin der. Ak sakallı, eli asalı kişi, "Bize Sarı Dede derler" diyerek oradan kaybolur gider.

   Yaşlı misafir, hemen toparlanıp odadan çıkar, komşu evlere seslenir. Ev sahipleri hazırlanmış, çorbalarını kaynatmışlar yaşlı misafire hazır etmişler. Adamcağızın karnını doyurmuşlar, ıslak üstüne giyecek vermişler, ocağını yakmışlar. Sonra karnı tok, sırtı pek olan adam uyuyup dinlenmiş. Sabah olunca yine komşular aşını ekmeğini getirmiş karnını doyurmuşlar. Bu misafir akşam başından geçenleri her gelene bir bir anlatmış. Sarı Dedenin hikmetini gören misafir olup biteni bütün köylüye anlatmış. Gittiği her yerde de Selçik Köyü'nde yaşadıklarını, Sarı Dede'nin ulu kişiliğini herkese anlatırmış. Ben önceleri o köye gittiğimde taşı toprağı öpüyorlar diye içimden kemlik getiriyordum, (Sarı Dede'ye edilen niyazdır) fakat anladım ki bekçileri büyükmüş... diye anlatırmış herkese. Ömrü vefa etttikçe yaşadıklarını her yerde anlatmış, anlattığını duyanlar çok sayıda mevcut...

   Selçik Köyü'nün misafirperverliği, çevre köylerde ve köyde mihman olmuş insanlarca sürekli anlatılmaktadır. Mihmandarlığını Sarı Dede Sultan'dan alan köyümüz halen bu geleneğini sürdürmeye devam etmektedir...

   Ulu kişiliğiyle yüreklerimizde yer tutan, gönüllerimizde yaşayan Sarı Dede Sultan'ın ışığı hep üzerinize olsun...

   Bu paylaştığım olay, Selçik Köyü'nde dilden dile, gönülden gönüle şimdiye dek anlatıla gelmiş, (Fakir) de bilmeyenler duymayanlar için derleyip, yayınlıyorum. Bu ve buna benzer olaylar, halen yaşanmakta, dillerde söylenmektedir.

   NOT: Bu olayı yaşayıp bilen ve şimdi hakka yürümüş olan Hüseyin AKÇA (Saramca) , Ali AYAN (Garali) , Süleyman ÖZDEMİR (Çaylı) ve hakka yürümüş olan nice geçmişlerimizin yattıkları yer ışık olsun...


Metin ÖZDEMİR

Kaynak Kişiler: * Ali Özdemir, 1948 doğumlu * Cemalettin Özdemir, 1956 doğumlu


***
Sarı Selçuk Dede


DİLDEN DİLE SARI DEDE


   Anadolu Erenleri kök saldılar bu topraklara, Horasan'dan kalkıp sökün eylediler Anadolu'ya. Rum Erenleri oldular, Kayıp Erenleri oldular, gezdiler gönüllerde diyardan diyara. Erenler, evliyalar, pirler, gâh nefes oldular, gâh nefes verdiler, el verdiler, aydınlattılar insanlığı. İnancın erleri, bu coğrafyada hep barışın, sevginin dili olmuşlardır. Dilden dile çoğalarak yüreklerde. Şah'ın nefesi, Hünkar'ın dili oldular.

   Sarı Dede Sultan da, bu yolun pirlerindendir. Sarı Dede'nin yaşamı hakkında yazılı kaynaklarda kesin ve net bilgiler olmamakla beraber, Sarı Dede, canların inancında, kültüründe yaşamakta, dillerinde söylenerek anlatıla gelmektedir.
Sarı Dede Türbesi

   Sarı Dede'nin Türbesi, Afyonkarahisar'ın Sandıklı İlçesine bağlı Selçik Köyü'nün ortasında yüzyıllardır orada simge olmuş bir anıt gibi durmaktadır. Sarı Dede Türbesi ilk başlarda, avlu içerisinde, taş duvarlarla örülü, etrafında beyaz dut ağaçlarının olduğu bir mekandan oluşan bir yatırdır. Sarı Dede yatırı 1952 yılında köyün genelinde yapı malzemesi olarak kullanılan ve köydeki tepelerden çıkarılan "küfeki" taşlarından yapılmıştır. Yatırın bulunduğu yer (yani mezar) köy halkından Hüseyin Akça tarafından, köye kalaycılık için gelen aynı zamanda taş ustası olan bir kişiye yaptırtılmıştır. Bahçe içerisinde ağaçların bulunduğu yatırın gölgesinde canlar burada toplanırlarmış. Sarı Dede'ye kesilen kurbanlar, adaklar da burada birlik dirlik içerinde yenilirmiş.

   Sarı Dede'nin avlusundaki büyük ağaçlar daha sonra türbe yapımı için kestirilmiştir. Sarı Dede Türbesi 1972 yılında köy halkından Bayram Çekmez'in önder olmasıyla, köylülerinde yardımları ve destekleri sayesinde yaptırılmıştır. Türbe, dikdörtgen bir yapıdadır. Tek giriş kapısı olan türbenin, şimdi beş tane penceresi bulunmaktadır. Sarı Dede'nin makamı türbenin içerisinde giriş kapısının tam karşısında yer almaktadır. Türbe oldukça büyük bir alana sahiptir. Sarı Dede'nin makamının da yapı olarak büyük olması dikkatleri buraya çekmektedir. Türbeye 2002 yılında Mustafa Çekmez tarafından restorasyon yaptırılmıştır. Türbenin bakımı ve onarımı için köylüler maddi ve manevi katkılarını esirgememektedir. Yine köy halkından Sultan Dinç, türbenin tabanının yapılmasında katkı sağlamıştır.
Sarı Dede'nin Yaşamı ve Ailesi

   Sarı Dede hakkında rivayetler, söylenceler oldukça fazladır. Yaşamı ve ailesi hakkında yöre halkı tarafından bilinenler mevcuttur. Sarı Dede'nin eşinin "Fatma Ana" adında bir zat olduğu ve üç çocuğunun olduğu anlatılanlar arasındadır. Sarı Dede türbesine gelerek dilek dileyenler, adak adayanlar, kurban kesenler olmaktadır. Evlat özlemi duyanlar gelerek Sarı Dede'nin yüzü suyu hürmetine dilek diler, niyaz eder, Hakka dua ederler. Evlat hasretine kavuşanlar olduğunda buraya gelerek kurban keserler. Sarı Dede'ye bağlananların erkek çocuklarına Selçuk, kız çocuklarına Fatma isimlerini koydukları bilinmektedir. Buna benzer ritüeller halkımızın doğal ve saf inançlarıdır. Bu inançlara herkesin saygı göstermesi gerekir.

   Sarı Dede'nin "Sarı" ünvanını taşıyan bir aileden olduğu düşünülmektedir. Adının Selçuk olduğu söylenenler arasındadır. Bekteş Köyü'nde de köy içinde, yol kenarında yatırı bulunan yine Sarı Dede (Sarı Bekteş) diye bilinen ereninde, Sarı Dede ile kardeş olduğu anlatılmaktadır.

   Sarı Dede'nin ayrıca Selçuklu beylerinin torunlarından olduğu, Selçuklu Devleti'nin çöküş dönemlerinde buraya gelerek yerleştiği yada bu bölgeye sürgün edildiği anlatılmaktadır. Fakat Selçuklu döneminde de Alevilere uygulanan baskı ve zulümleri göz önünde bulundurursak bunun gerçeklikle ilgisinin olamayacağı düşüncesine varabiliriz.
Ayrıca Sarı Dede'yle birlikte, Ethem adında bir amcazadesinin de olduğu, onunda İstanbul'a gönderildiği söylenmektedir.

   Yaşlılardan aktarılan diğer bir bilgiyse Sarı Dede'nin "Karamanoğulları'ndan yani Konya'dan, Afyon'a gelerek Selçik Köyü'nü mekan tuttuğu" asıl adının da Mehmet Efendi olduğudur.

   Sarı Dede'nin şimdi türbesinin bulunduğu yerin aşağısında bir dergahının olduğu, burada eserlerinin olduğu düşünülmektedir. Sarı Dede'nin yaşadığı döneme ait eserlerden geriye kalan tek bir yapıt türbenin çaprazındaki "dibek" taşıdır. Burada köy halkı yüzyıllardır Muharrem ayında Kerbela Şehitleri aşkına yaptıkları aşurelik buğdayı hazırlamaktadır. Balıklı Pınar'ın etrafında yer alan taşlarında buraya ait olduğu bilinmektedir.
Sarı Selçık mu? Sarı Saltuk mu?

   Sarı Dede hakkında diğer bir görüş ise, Selçuk isminin Sarı Dede'ye ait olup olmadığıdır. Çünkü Selçuk ismi yaşayan yaşlılar tarafından bugüne kadar bilinmemektedir. Köyde Selçuk ismini taşıyanlar şu anda en fazla 20-25 yaşlarındadır. Oysaki Akin Köyü'nde meftun olan Yusuf Dede'nin adı, köylüler arasında daha yaygın olarak kullanılmaktadır. Yani Akin'de yatırı bulunan Yusuf Dede'nin adı, Selçik'te türbesi bulunan Sarı Dede'ye ait olduğu söylenen Selçuk ismine nazaran çocuklara daha fazla isim olarak verilmiştir. Bu durumda bu düşünceyi desteklemektedir.

   Selçuk ismi zamanla, köyün adının Selçuk, (daha sonradan Selçik olmuştur.) olmasıyla ilişkilendirilerek, Sarı Dede'ye Sarı Selçuk da denilmeye başlanmıştır. Yalnız yazılı kaynaklara bakıldığı zaman Anadolu Alevi-Bektaşi inancının hiçbir yerinde başka bir "Selçuk" adına rastlanılmamaktadır.

   Selçik Köyü'ndeki Sarı Dede'nin, yine tarihteki Anadolu Erenlerinden Sarı Saltuk'a ait bir yatır olabileceği üzerinde durabiliriz. Bu konuda düşüncelerine başvurduğum araştırmacılarında kanaatleri bu yönde yoğunlaşmaktadır. Araştırmacı-Yazar Lütfi Kaleli'de "Alevi Kimliği ve Alevi Örgütlenmeleri" adlı eserinde buraya, Afyon-Sandıklı-Selçik Köyü'nde "Sarı Saltuk Türbesi" olarak yer vermiştir.

   Sarı Dede, efsaneleri-söylenceleri dilden dile anlatılan, binlerce insanın gönlünde bambaşka bir yeri olan Anadolu Aleviliği'nin yaşamasında bugün dahi hizmetleri devam eden bir Anadolu ereni, Alevi-Bektaşi piridir.

   Sarı Dede Sultan'ın himmeti üzerimize olsun. Aşk İle.


Metin ÖZDEMİR


***

Sarı Selçuk Dede


SARI DEDE SULTAN


   Anadolu'da Alevi inancının filizlenmesi, Kızılbaşlık öğretisinin yayılmasında payı bulunan Sarı Dede Sultan, Batı Anadolu'yu mekan tutmuş Alevi pirlerimizdendir. Şimdiki coğrafyada Afyonkarahisar'ın Sandıklı Selçik Köyü'nde türbesi bulunan Sarı Dede, yöredeki diğer Alevi erenleri gibi bölgeyi irşad etmiştir. Tapduk Emre, Yunus Emre, Koçgazi Baba, Yusuf Dede ve Gelincik Ana'larla birlikte insanlığa rehber olmuş, kadim Alevi-Bektaşi-Kızılbaş inancının temsilcilerindendir.

   Hünkâr Hacı Bektaş Veli'nin dünyaya yaydığı ışığın bir parçası olan Sarı Dede Sultan, aynı inancı bulunduğu yerdeki insanlara ulaştırarak yayılmasında katkı sağlamıştır. Sarı Dede Sultan, canların dilinde "Sarı Dede" olarak yer etmiştir. Sarı Selçuk Dede adıyla da anılmaktadır. Selçik köyünün kuruluşunu sağladığı ve burada dergâhını kurduğu bilinmektedir.

   Yaşamı hakkında kesin bilgilerin bulunmadığı Sarı Dede'nin canların gönüllerinde yer etmişliği günümüzde de sürmektedir. Yüzyıllardan bu yana sürüp gelen inanç, Sarı Dede Sultan'ın mekanı olan Selçik köyünde yer bulmuştur. Geçmişten bugüne gözle görülür bir eser kalmamışsa da, burada canlarımız gönül birliğiyle Sarı Dede'nin makamını oluşturarak dergâhı canlandırmışlardır. Yakın dönemde de türbenin yanına cemevi-aşevi yapılarak dergâhın işlevi sürdürülmektedir.

   Halk kültüründe sıkça rastladığımız yaşlılardan derlenen söylencelerle anılan Sarı Dede Sultan hakkında bu rivayetlerden fikir sahibi oluyoruz. Sarı Dede, Yunus Emre, Koçgazi Baba, Yusuf Dede gibi yörede yaşamını sürdürmüş olan erenlerle muhabbette bulunurlarmış. Her defasında farklı bir yerde toplanıp, hak muhabbeti ederler. Yine erenlerin toplandığı bir meclisten sonra içlerinde bulunan bir kişi sırlarını farş eder. O zatın sırlarını açığa çıkardığını anladıklarında aralarından uzaklaştırırlar. Alevi-Bektaşi felsefesinin esaslarından olan "Gördüğünü ört, görmediğini söyleme..." deyişi burada yine dile getirilerek, "sır içinde sır" olan öğreti sürdürülür.

   Sarı Dede Sultan, bir inanç önderi olmakla birlikte, aynı zamanda halkın sorunlarıyla da ilgilenerek her alanda topluma önderlik etmiştir. Bir erenler meclisinde "üç can, bir cem" yine muhabbette iken, Sarı Dede muhabbete katılmakta gecikir. Geldiğinde, "Erenler, biz bugün senin mihmanındık. Neden geciktin?" derler. Özür beyan eden Sarı Dede, "Kuzeyden yöremize hayvan hastalığı geliyordu. Onu uzaklaştırdım, geldim." diyerek geç kalma nedenini söyleyerek muhabbete katılır. Bu erenler meclisi, muhabbet erkânları sürekli olarak tekrarlanırmış. Bugün bunun örnekleri cemlerimizde devam ettirilmeye çalışılmaktadır.

   Sarı Dede, halkın içinde dilden dile dolanır. Selçuklu'nun zulmüne başkaldıran bir "Sarı Selçuk" olur. Yerinden yurdundan edilmiş, gelip Selçik'e dergâhını kuran bir "Karamanoğlu" olur. Tapduk'un dergâhında çile dolduran Yunus ile yarenlik eden bir derviş olur. Her muhabbette anılır. Her mecliste dilden de gönülden de düşürülmez.

   Dergâhlarımız gelen mihmanların hem kalplerini, hemde bedenlerini doyurdukları yerlerdir. Ziyarete gelen canlar burada lokmalarından nasiplerini alırlar. Hemde kalplerini ve zihinlerini aşkla doyururlar. Sarı Dede Sultan'ın dergâhı da geçmişte bu işlevini yerine getirir. Sarı Dede'ye gelen canlar niyazlarını eder, dilekte bulunur, kurbanlarını keserler. Çerağlar yakılarak, aşevinde lokmaları pişirilir. Cemevinde Hak-Muhammet-Ali'nin ışığı yanar. Cemler yürütülür, demler sürülür...

   Alevi-Bektaşi öğretisindeki batıni inancın sürdürüldüğü bu dergâhın günümüzdeki işlevi de buradaki inancın yaşamasını sağladığıdır. Bugün Sandıklı çevresinde bir tek Alevi yerleşim yeri kalsa da, halen cemlerin yürütülerek, hizmet görmek için dedelerin, pirlerin geliyor olması Sarı Dede Sultan dergâhının bu civardaki, inancı ve öğretiyi canların yüreklerinde sıcak tutuyor olmasındandır. Bu sayede Aleviliğe bağlılık korunarak, dergâhın etrafında birlik sağlanarak, canlılık sağlanmaktadır.

   Geçmişten bugüne taşınan kültürün aynı canlılığı koruyabilmesi için hem inancımıza hemde dergâhlarımıza sahip çıkmalıyız. Bizler Sarı Dede Sultan'ın etrafından kopmadığımız müddetçe, inancımızdan, kültürümüzden de uzaklaşmayız. Ne zaman ki dergâhlarımızı unutur, inancımızdan uzaklaşırsak işte o zaman kendimizden de uzaklaşırız. Sarı Dede Sultan ve onun dergâhı da diğer Alevi uluları gibi, çeşitli yerlere dağılmış birbirinden uzakta olan canlarımızı bir arada tutan ortak değerimizdir.

   Erenlerin himmetiyle. Aşkı muhabbetlerimle...

Metin ÖZDEMİR
Serçeşme Dergisi, 13.Sayı, Eylül 2014



***


Sarı Selçuk Dede


SARI SELÇUK DEDE TÜRBESİ


Sarı Selçuk Dede Türbesinin Yeri:

Afyonkarahisar İli Sandıklı İlçesine 4km uzaklıktaki Selçik Köyünde türbesi vardır.

Sarı Selçuk Dede Kimdir:

Sarı Dede, Sarı Dede Sultan olarak da adlandırılan Sarı Selçuk Dede 13. yüzyıl Anadolu erenlerindendir. Yunus Emre’nin çağdaşı olan Sarı Selçuk’un adı Osmanlı kayıtlarında da geçmektedir. Köyde son yıllarda adına anma etkinlikleri düzenlenmektedir.

Türbenin Durumu:

Köyün ortasında yer alan türbenin üstü betonarme duvar ile örtülmüştür. Türbenin yanında Cemevi ve Aşevi yapılmıştır. Ayrıca türbeye yakın üç adet havuz bulunmaktadır.

Ziyaret Nedeni:

Türbeyi genellikle çocuğu olmayan kadınlar ziyaret eder, mum adağında bulunurlar. Bez bağlanır ve ayrıca türbe etrafına niyet edilerek yuvarlak taş yapıştırılır. Türbe yakınındaki havuzlar da türbe gibi ziyaret edilmektedir.

Menkıbeler:

1-) Sarı Selçuk Dede, Yunus Emre Koçgazi Baba ve adı bilinmeyen bir zat dört arkadaş imiş. Çobanlık yapan bu dört şahıs aralarında hoş sohbetler yaparmış. İsimsiz olan şahıs bir gün Yunus Emre’yi ağasına, koyunları otlatmıyor diye şikayet etmiş. Acaba şikayet doğrumu diye, gözlemek isteyen ağa arkadaşların peşine düşünce, bu durum arkadaşlara malum olmuş. Ağa arkadaşların yanına gelince bakmışlar ki koyunlar tok, dönüp gitmiş. Üç arkadaş da isimsiz arkadaşlarını kendilerini şikayet etti diye şu sözü söyleyerek yanlarından uzaklaştırırlar: Gördüğünü ört, görmediğini söyleme…

2-) Birbirine sıra ile ziyarete giden bu üç arkadaş evliya, sıranın Sarı Dede’de olduğu bir gün Sarı Dede’yi yerinde bulamazlar. Beklerler ve bir vakit sonra Sarı Dede çıkar gelir. Yunus Emre sorar: Bre erenler bugün sıra sendeydi, misafirindik biz senin, unuttun mu? deyince Sarı Dede cevap verir: Kusura bakmayın, köye kuzeyden hayvan hastalığı geliyordu da, bize gelmesin diye onu uğurladım, geç kalmam bu yüzdendir, der…

3-) Türbenin yakınında üç tane havuz bulunmaktadır. Bu havuzların asla kirlenmediği söylenmektedir. Bu havuzlardan birine, sıtmalı bir kadın düşer. Kısa zaman sonra su çekilir ve bu havuz susuz kalır. Bu olayı anlatan kaynak kişinin babasının rüyasına giren Sarı Dede, havuzun temizlenmesi halinde suyun tekrar geri geleceğini söyler. Ertesi gün havuz temizlenince, su tekrar geri gelir. Selçik’liler Sarı Dede kadar bu havuzların kutsallığına da inanırlar ve bu havuzlara da mum adağında bulunurlar.



Taylan KÖKEN

Kaynakça:
http://www.facebook.com/selcikkoyu
Abdulhalim Durma – Evliyalar Şehri Afyonkarahisar – Amasya - 2009
Tuğrul Balaban – Sandıklı Halk İnanışları ve Uygulamaları - 2006


***


Sarı Saltuk' un adı, "Hacım Sultan Vilayet-Namesi" nde Sarı Selçuk tarzında geçer.

Abdulbâki Gölpınarlı - Yunus Emre ve Tasavvuf - Remzi Kitabevi - 1961

***




   Köyde Selçiklilerin Sarı Dede adını verdikleri Sarı Selçuk Dede türbesi bulunmaktadır. Köylüler Selçuk Dede’ye her yıl adaklar adayıp kurbanlar kesmektedirler. Hacım Sultan Vilayetnamesi’nde bu türbenin yanında bir de aynı adı taşıyan bir tekkeden söz edilmektedir (Tschudi, 1914: 71). Ayrıca bu tekke ve türbenin Sarı Saltık’a izafeten inşa edilmiş olması kuvvetle muhtemeldir (Ocak, 2002: 110).

Yrd. Doç. Dr. Fahri MADEN
Kastamonu Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü

***






Sarı Selçuk Dede / Selçik Köyü

Sarı Selçuk Dede / Selçik Köyü

Sarı Selçuk Dede / Selçik Köyü

Sarı Selçuk Dede / Selçik Köyü

Sarı Selçuk Dede / Selçik Köyü

Sarı Selçuk Dede / Selçik Köyü

Sarı Selçuk Dede / Selçik Köyü
,
Sarı Selçuk Dede / Selçik Köyü

AFYONKARAHİSAR ve İKİ ALEVİ KÖYÜ

AFYONKARAHİSAR ve İKİ ALEVİ KÖYÜ


Yollar yollara,

Tanıdıkça insan insana bağlanıyor.
Yolların sonu yok.
Sevenler için sevmenin,
Arayan için,
Buldum sanmanın anlamı yok.
Sevmeyi bir kez öğrendin mi,
Gitmelerin için sebep çok...


 
 Dedirten dizeler bizi bu kez Afyon’a attı. Eğer özel bir araba ile Afyon’un Sandıklı ilçesinden geçerseniz ilk rastladığınız insana herhangi bir türbenin yerini sorun. Çok değil birkaç yüz metre yakınınızda Alevi Kızılbaş öğretisinden bir ismin adına bir mâkamı ya da ziyaret yerini işaret edecektir. Peki Sandıklı ilçesinde bu öğretiyi sürdüren ne kadar yerleşim yeri kaldı derseniz üzüleceksiniz ama sıfır demek çok doğru olur. Bir ilçede hemen hemen tüm ziyaret yerlerinin inancınızdan izler taşıdığını görüp ilçeye bağlı yüze köyün içinde bir mahalle ile tek bir köyü Alevi görmek düşünen ve duyarlılığını yitirmemiş insanlara hayli acı veriyor. Elindeki inancın, kültürün korunması kollanması gereken bir değer olduğunu bilmeyen toplumların sonu bu olsa gerek. Erimek ve yok olmak. Sandıklı’daki türbe , yatır ve ziyaret yerlerinin çoğu bizim değerlerimiz. Sandıklı’daki Alevi yerleşim yerlerini tekrar yazma gereği duyuyorum. Hepsi bir mahalle ,bir köy. Derneklerde , vakıflarda lokallerde, söyleşilerde fantezilere zaman ayıranların kulağını çınlatıyor bu acı çığlık. Alarm , zil ya da düdük şeklinde mi çalmalı her dem? Sandıklı Akdere mahallesinde bir grup Abdal yaşıyor. Yaptıkları iş ağırlıklı olarak çalgıcılık. Eğitim düzeylerinin düşüklüğü, inanç önderi yokluğu dolayısıyla cem yapılamaması geleceğe farklı öğretide bir Abdal kümesi hazırlıyor. Bunun farkında olanlar da var. Yolda araç konuğumuz bir Abdal “Doğru dede doğru yol , Dede yok , yol da yok, yol yoksa gelecek de yok” cümleleri ile bir gerçeğin pankartını kaldırır gibiydi. Alevi kurumlarının çok ama çok ciddi bir çalışma içerisine girmelerine o kadar ihtiyaç var ki bu ihtiyaç öğretiyi geleneksel olarak sürdürenlerin son kuşak olmasından kaynaklanıyor. 

   Sandıklı da bir Alevi köyüne düştü yolumuz. (Selcik) Köyü. Selcik Köyü Sandıklı ilçesinin 4 km . doğusunda , 70 haneli ve 300’e yakın nüfuslu. Köy muhtarı şu anda Ali Nayır. Selçikliler geçimlerini ağırlıklı olarak tahıl ekiminden karşılıyorlar. Konuğu olduğumuz Selçikli Ali Özdemir’e göre Selçik Köyü hicri 1113’de kurulmuş. Özdemir Oğuz Boylarından Danişmentli Türkmenlerinden ve Alevi olduklarını söylüyor. Köyde ağırlıklı olarak Danişmentliler yaşamakta imiş. Yaşayan Ali Özdemir’in dedikleri ile Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun dedikleri adeta birbirini doğruluyor. “.....Bir müddet önce Keçiborlu Geyikli (Geyikler) Sanduklu ve Çölâbâd kazalarına tabi 42 sahipsiz köye yerleştirilen Danişmentlü Türkmenleri cemaatlerinden Mevaşiler, Sermayeli, Karalı, Horbendelü(Harbendelü) cemaatları İskanı kabul etmeyerek eşkiyalığa başlamıştır. Kanunsuz hareketlerin önlenerek iskan mahallerine yerleştirilmeleri ve bir miktar nezre bağlanmaları münasip görülerek 1701 yılında Hamid ve Karahisar mutasarrıflığına , Kütahya Mollasına , Denizli, Geyikler, Kamer-i Hamid (Burhaniye) , Urla , Dazkırı, Şeyhlü, Çarşamba, Lazkıye, Uluborlu, Burdur, Homa, Çöl-Abat, Uşak , Baklan, Sandıklı ve Honaz Kadılarına ve Kütahya Mütesellimine hükümler gönderilmiştir.” (1)


 
 Köyde Selçikliler’in Sarı Dede adını verdiği Sarı Selçuk adını verdikleri bir türbe var. Köy adını Sarı Selçuk Dede’den almış. Köyün orta yerinde asırlık tek minareli eski bir camii var. On yıldır da kadrolu imamlar çalışıyormuş. Köylülerden birkaç kişi Cuma namazına katılıyormuş. Bayram namazlarını ise tüm köylü birlikte kılıyormuş. Muharrem orucunu aksatmadıklarını söyleyen Özdemir, Ramazan orucunu ise tutan olmadığını , cenazeleri kadrolu imamın kaldırdığını söylüyor. Selçik köyünün 4 km kadar batısında Yunus Emre’ye ait bir makam var. Köylüler Selçik Dede’ye her yıl adaklar adayıp kurbanlar kesiyor. Cemlerini yaptırmak üzere Isparta Senirkent Uluğbey kasabasından Veli Baba evlatlarından Dede Hüseyin Keskin geliyormuş. 12 erkanlı olarak yapılan cemlerini zaman zaman farklı ocaklardan gelen dedeler de yönetiyormuş bu güne kadar cemlerini hiç mi hiç aksatmamışlar.

   Cemlerinde genellikle "Dün gece dün gece seyran içinde, Cennet bağlarını seyran eyledim. Al kırmızı giymiş huri kızları, Kırması donlarını seyran eyledim." Diye başlayan Şah Hatayi’ye ait bir nefesle semah dönüyorlar. Kırklar semahına sıra geldiğinde canların tümü semaha kalkıyor. Köyün delikanlılarından olan Metin Özdemir Alevi kitapları okumak istediğini ancak kimsenin kendisine yardımcı olmadığını söylüyor. Selçik köyünde çağırmalı semah adı altında bir semah daha döndüklerini söylüyor delikanlı. Çağırmalı semahın sözleri şöyle:


Gül ağacı gül ağacı

Açılır ucu açılır ucu
Ev sahibi gelin bacı
Kalksın semah eylesin
Gelsin orta yere niyaz eylesin, niyaz eylesin
Döksün günahını semah eylesin.

Kapıya da vardım dopdolu nurdan,

Biz de bunu böyle gördük uludan
Kaldır kollarını çimeni yeşil, çimeni yeşil
Gelmişsin meydana kendini devşir.

   Bu semahın sözleri ve ezgisi Armut Ağacı semahının adeta kendisi. Sandıklı da Yunus Emre makamına 100 m uzaklık da Taptuk Emre makamı da bulunmaktadır. Şaşırtacak ama Sandıklı’da ayrıca Yalıncak Sultan Tekkesi , Ali Rumi (Halk Ali Rum diyor) Hacım Sultan Türbesi Uşak Susuz da olduğu gibi burada da Susuz Köyünde imiş. Sandıklı Susuz arası 11 Km imiş. Ayrıca Sandıklı da Ahi locasından Leblebicilerinden piri sayılan Şeyh Hamza adı bir çok şiirde ve halk belleğinde yaşamaktadır. Kendini tasavvufa kaptırmış bir başka Sandıklılı ise Şeyh Safa , tasavvufcu şair Fikri de Sandıklıların hemşehrisi. Sandıklı da tanıdık isim çok: Çölmek Baba, Mürüvvet Baba , Şeyh Müslihaddin, Ali Rumi Baba, Kutsi, Hürmayi(Fermayi Baba) Sarı Baba, Kara Baba(İğdeli Dede), Abid Baba, Er Mehmed-i Veli, Kavak Sultan Baba, Ah-ı Beyazıd, Çomaklı Baba, Helva-i Dede, Cırım Baba,Şeyh İdris Sinan, Hadım Sultan, Karaca Ahmet Baba (Çolhisar Dede) , Yusuf Dede, Sultanlar, Kudum Baba, İsa Dede, Şeyh Sefa, Saltuk Baba, Menteş Baba, Karkın Baba, Ağıl Eli Baba, Şeyh Hamza , Kabuli Baba, Meryem Ana Yatırı, Uyusak Dede, Taceddin Dede, Topal Dede, Aziz Dede, Kumluk Dede, Kuzu Dede, Sarı Dede , Sarı Selçuk Dede (2) gibi isimlerle Bağ kurmak isteyenleri Selçik Köylüleri kapıda karşılayacaklar. Yaşlı bir nine “Oğlum keşke senede bir gelip bir konuşma yapan olsa , bu bize yeterdi” diyor. Bunu bir feryat bir çığlık olarak algılayamazsak Sandıklı’da Selçik Köyünü de unutacağız demektir. 80 yaşlarında Hatice Nine bize nefesler okudu. Görüntüleri kameramda var. Köklü bir kültürün büyüklüğü ile davrandı. Ondan aldığımız güç ile dağları aşıp Şuhut’un Tekke Köyü’ne ulaştık.



1 Halaçoğlu Yusuf, XVIII. YY’da Osm. İmp. İskan Siy. Ve Aşiretlerin Yer. T.T.K Yay. Ankara 1997 S.46-47
2 Karataş Yalçın , Sevgi Seli Yunus Emre , Sandıklı Bld. Y. 2001 S. 66-67
K.K Afyon Sandıklı Selçik Köyü Hatice Özdemir Ev. 6 Ç . Ev. Kad.
K.K Afyon Sandıklı Selçik Köyü Ali Özdemir 55Y. Ev. 2 Ç. Çiftçi


Ali AKSÜT
***
Sarı Dede Türbesi / Selçik Köyü


SANDIKLI’DA BEKTAŞİLİK, BEKTAŞİ TEKKE VE TÜRBELERİ

   Günümüzde Sandıklı’da Bektaşilik ortadan tamamen kalkmıştır. Sadece sözünü ettiğimiz türbelerin bir kısmı ayakta duruyor. Bununla birlikte Sandıklı’da Bektaşilik inancı dairesinde Alevilerin mevcut olduğu görülmektedir.

   Sandıklı’nın 4 km doğusunda yer alan 70 haneli Selçik köyü bir Yörük (Türkmen) ve Alevi köyüdür. Buraya Danişmentli Türkmenleri XVIII. yüzyılın başında iskân edilmişlerdir (Halaçoğlu, 1997: 46-47).

   Bu köy Osmanlı’nın son dönemine ait kayıtlarda yer almaktadır (Hüdâvendigâr Vilayeti Salnâmesi, 1307: 229; Ayrıca bu köydeki cami için bkz. VGMA, Defter nr. 196, vr. 14; BOA, EV.MKT.CHT, 755/57).

   Köyde Selçiklilerin Sarı Dede adını verdikleri Sarı Selçuk Dede türbesi bulunmaktadır. Köylüler Selçuk Dede’ye her yıl adaklar adayıp kurbanlar kesmektedirler. Hacım Sultan Vilayetnamesi’nde bu türbenin yanında bir de aynı adı taşıyan bir tekkeden söz edilmektedir (Tschudi, 1914: 71). Ayrıca bu tekke ve türbenin Sarı Saltık’a izafeten inşa edilmiş olması kuvvetle muhtemeldir (Ocak, 2002: 110).

   Bektaşilikte de bulunan ayin-i cemlerini yaptırmak üzere Isparta’ya bağlı Senirkent ilçesinin Uluğbey kasabasındaki Veli Baba evlatlarından Hüseyin Dede gelmektedir (Aksüt, 2011). Ayrıca Aleviler, Sandıklı şehir merkezindeki Akdere mahallesinde ikamet etmektedirler. Bununla birlikte Selçik köyü yakınlarında Sandıklı’ya bağlı Bektaş (Hüdâvendigâr Vilayeti Salnâmesi, 1307: 229; VGMA, Hurufat Defteri, nr. 547, vr. 40; BOA, EV.MH, 1141/86) adında bir köy mevcut olup, buranın Bektaşilikle bir irtibatı bulunmamaktadır.

Yrd. Doç. Dr. Fahri MADEN
Kastamonu Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü

***


Sarı Dede Türbesi / Selçik Köyü


FATMA ANA ÜZERİNE ANLATILAN EFSANELER

   Alevî-Bektaşîlerin Eşiğe Neden Saygıyla Eğildiklerini Açıklayan Efsanede Fatma Ana

   Bu yazıda şimdiye kadar ele alınan efsanelerin oluşumunda halk arasındaki bazı varlık ve nesneler hakkındaki inanışlar etkili olmuştur. Bu başlıkta ele alınacak olan efsane ise Alevî-Bektaşîler arasında yaygın olan inanışlarla birlikte geleneksel uygulamalara bağlı olarak anlatılmaktadır. Bu inanış ve uygulamalar “ocak” ve “eşik” etrafında şekillenmektedir. “Ocak ve eşik” üzerine Türk kültürünün genelinde mevcut bazı inanış ve uygulamaların bir kısmı, bugün Alevî-Bektaşîler arasında hala canlı bir şekilde yaşamaktadır. Eşiğe ve ocağa basmama, ocağa su dökmeme, eşik ve ocağı her zaman temiz tutma, eşiğe ve ocağa saygıyla eğilerek niyaz etme, saçı takdim etme bu inanış ve uygulamalardan bazılarıdır (Bk. Kumartaşlıoğlu 2012: 396-435). Bu inanış ve uygulamaların temelinde bu varlıkların bir hâkim ruha/iyeye sahip oldukları inanışı yatmaktadır (Kumartaşlıoğlu 2012: 106-108). 

   Bir Alevî-Bektaşî köyü olan Afyonkarahisar/Sandıklı’ya bağlı Selçik köyünde, ateş ve ocak etrafında şekillen bu inanış ve uygulamaların sebebini izah eden bir efsane Fatma Ana’ya dayandırılarak anlatılmaktadır. Bu efsaneye göre Hz. Fatma, ikiz bebeklere hamile olduğu bir zamanda kendisini çok zorladığı için düşük yapmıştır. Hz. Fatma’nın düşen çocuklarının biri eşiğe, diğeri ise ocağa gömülmüştür. Bu çocukların isimleri gömüldükleri ocak ve eşiğe isim olmuştur. Selçik köyünde ocak “medet”, eşik ise “mürvet” olarak adlandırılır  (K4). Bu efsanede Fatma Ana, eski Türk kültüründe çok önemli bir yeri olan “eşik” ve “ocak” iyelerinin yerini alarak, mitik varlıkları kendi şahsiyetinde eritmiş, bu anlatı ise mitik bir anlatıdan tarihî ve dinî bir hüviyete bürünmüştür. Anlatı ister mitik, ister tarihî veya dinî bir hüviyette olsun, “ateş” ve “eşik” etrafındaki inanışlar aynen devam etmektedir: Alevî inancında eşiğe basılmaz, ocağa su dökülmez, ocak pis tutulmaz vb.

   Fatma Ana hakkında anlatılan efsaneler, Saim Sakaoğlu’nun R. Rosiere’den aktardığı efsanelerin oluşumu konusunda ortaya atılan “birinin yerine diğerinin geçmesi kaidesi” ya da “adapte olabilme kaidesi” (Sakaoğlu 1980: 7, Sakaoğlu 2009: 21-22) ile açıklanabilir. “Birinin yerine diğerinin geçmesi kaidesi”, “Bir kahramanın hatırası zayıfladıkça onun şerefine yaratılmış olan efsane bu kahramanı terk eder ve daha meşhur birine mal olur”; “Adapte olabilme kaidesi” ise, “Çevre değiştiren her efsane yeni çevrenin sosyal ve etnografik şartlarına kendisini adapte eder” biçiminde açıklanmıştır (Sakaoğlu 1980: 7, Sakaoğlu 2009: 21-22). Fatma Ana da Türk edebiyatının önemli bir parçası olan efsanelere İslâm kültürünün etkisi ve Fatma Ana’nın bu kültür içindeki ağırlığı ile sirayet etmiş ve bu efsanelerle bütünleşmiştir.

(K4) Ali Özdemir, 1948, Afyonkarahisar/Sandıklı/Selçik

Satı KUMARTAŞLIOĞLU
Balıkesir Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili Edebiyatı Bölümü