KARIŞIK

30 Mayıs 2020 Cumartesi


VELİ DEDE (ONACAK) TÜRBESİ ..BURDUR






BURDUR ili Yeşilova İlçesine bağlı bir yayla köyü olan Onacak küyüne gidebilmek için merkezden araçla 1-2 saatlik taş ve topraklı yolda, yaklaşık 2000 rakımlı yüksek bir köye çıkmanız gerekiyor. Köy de kış aylarında hiçbir kimse kalmaz ve yaz aylarında hayvan otlatmak (genellikle keçi ve koyun) için çıkılır. VELİ DEDE için;Köyün ileri gelenlerinden ve dede den oğula söylene gelen en bilinen sağlam söylenti: VELİ DEDE derviş görünümlü haliyle bu bölgede hangi köye gitti ise kabul edilmemiş.. onlarca köy içinden bu Onacak köyüne vardığında ise köylüler tarafından hürmetle karşılanmış.. O dönemde çok susuzluk çeken ve susuzluktan kırılan köy halkının bu halini görünce elindeki asasını (Baston'u) "YA ALLAH.. YA BİSMİLLAH.." diyerek yere kuvvetlice vurur vurmaz topraktan yaklaşık 7 metre gibi yükseğe su fışkırarak ve YÜCE ALLAH'ın izniyle köy halkını susuzluktan kurtarır. Türbenin kenarında halen daha azda olsa çıkan bu su akmakta. Bilinen bir gerçekte hangi yerden ve hangi ilden olursa olsun veli dedenin yanına giden her ruh ve sinir hastası(akıl hastaları..) anında şifa bulurmuş. 
KIRK KIZLAR TÜRBESİ ..TOKAT..NİKSAR




Kırk kız efsanesi    
Kırk kızlar hakkında farklı söylemler olduğunu ifade eden İçen, ''Kırk kızlar hakkında farklı iki söylem var. Birincisinde kırk kızların hastanede çalışan hemşire kırk kız olduğu söyleniyor. Diğerinde ise hastanede hasta olarak yatan kırk kız olduğu efsanesidir. Kırk kızların hepsinin hastalıktan aynı gün öldüğü söylenir. Sonra ikişerli gruplar halinde 20 mezara gömülüyorlar. 20 mezarı bir arada gören halk da bu tip toplu mezarları gördükleri yerlerde kırk kızların olduğunu düşünmüş'' diye konuştu.

Gökmedrese içinde bulunan türbedeki 21 sandukaya atfen, buraya ''Kırk Kızlar Türbesi'' denildiğini belirten İçen, şunları söyledi: ''Gökmedrese içerisinde bulunan türbe, Kırk Kızlar Türbesi olarak anılır ama bu türbe kırk kızlara ait değildir. Burası bir tıp medresesi olarak yapılmış, hastane olarak kullanılmış ve tıp eğitiminin verildiği bir medresedir. Yapı olarak Anadolu Selçuklu dönemine aittir ve 13. yüzyılın son çeyreğinde inşa edilmiştir. Yapının kitabesi bulunmadığı için ayrıca türbede bulunan sandukalar üzerinde de yazıtlar bulunmadığından kime ait olduğunu tam bilemiyoruz ama Anadolu Selçuklu medrese geleneğinde medreselerde türbe bulunur ve orada genellikle türbeyi yaptıran kişinin ailesi gömülüdür. Bu geleneğe uygun olarak da bu türbede yapıyı yaptıran kişi ve ailesi yatmaktadır. Yaptıran kişi olarak da 3. Gıyaseddin Keyhüsrev'in vezirlerinden Muineddin Süleyman Pervane gösterilir. Burada da Muineddin Süleyman Pervane ve ailesi yatıyor.''

Gökmedrese'nin kitabesiz bir yapı oluşu ve türbe içinde bulunan kabirlerin üzerinde de bir yazının olmamasından dolayı kabirde yatan kişilerin kimliği üzerinde değişik görüşlerin çıktığını ifade eden İçen, buradaki tanıtıcı tabelada Kırk Kızlar Türbesi yazmasıyla ilgili olarak da ''Bu tabelanın buraya asılmasının sebebi türbenin kırk kızlar efsanesi ile bağlantısının olup olmadığının anlaşılmasını sağlamaktır. Metnin içeriğinde de efsaneden bahsediliyor ve aslında bu türbenin Kırk Kızlar Türbesi olmadığı, yapıyı yaptıran kişinin kendisine ve ailesine ait bir türbe olduğu anlatılıyor'' dedi.

17 Mayıs 2020 Pazar

Yaren Dede türbesi  ..İzmir..kemalpaşa

Horasan'dan Anadolu'ya İslâmiyeti yaymak için gelen gâzi dervişlerdir. Hayâtı ve hangi devirde yaşadığı hakkında bilgi bulunamayan Yâren Dede'nin kabri, Kemalpaşa’nın Yukarı Kızılca köyünün merkezine çok yakın bir tepededir.

Köyün Alevilerinin Tufan Dede, Sünnilerin Yaren Dede ve Pelit Dede tarafından korunduğu, her yıl aşure ve Hıdırellez şenlikleri Tufan Dede mesire alanında yapıldığı söylenmektedir

Şid Abdal türbesi ..kabataş..ordu




Türbesi Ordu ili, Kabataş ilçesi, Kuzköy Mahallesinde bulunan ve bölgede Şeyh Halil, Şidlü Dede, Sütlü Baba gibi adlarla bilinen Şit Abdal, bölgenin maddi ve manevi fethinde büyük rol oynayan Horasan erenlerinden ve Abdalân-ı Rûm’dan olup 1395 tarihli şeyhlik beratına göre Hızırü’r-Rûm’un oğlu ve Bâyezid-i Bistamî halifelerindendir. Şit Abdal, fetih hakkı olarak Bayramlu’nun Fidaverende bölgesindeki Kuzköy’de yerleşmiş ve köyün mülküne sahip olmuştur. Burada kurduğu zaviye ile geniş bir bölgede kısa bir sürede saygın bir mevkie ulaşmıştır. Bölgenin Türkleşmesinde ve iktisadi açıdan kalkınmasında önemli bir yere sahip olan Şit Abdal’dan günümüze 1395 tarihli Arapça şeyhlik beratı, fonksiyonu tam olarak belirlenemeyen işlemeli, oval bir taş ile bakır taslar, üzerinde yazı ve üç adet tutamacı, içerisinde balık deseni olan bir tencere ile makalenin konusunu oluşturan ejderha başlı demir bir asa ulaşmıştır. Ejderha motifinin genel olarak Çin’den geldiği düşünülse de İslâm öncesi ve sonrasında Türk sanatında yaygın bir motif olarak kullanılmıştır. Anadolu’da ve Türk dünyasında çeşitli örnekleri bulunan ejderha, bazen kanatlı, ayaklı, kulaklı, ağzından ateş püsküren ve vücudu balık pulları ile donanmış bir hayvan olarak tasvir edilmekte iken bazen de ayakları ve kanatları olmayan kulaklı yılan olarak işlenmektedir. Türk mitolojisinde yer-su ve gök kültleri ile ilgili olan ejderha, bolluk ve bereketin aynı zamanda yeniliğin ve koruyuculuğun simgesi olmuştur. En eski zamanlardan itibaren Türkler ejderhayı tanımlarken, luu, büke, nek yılan, evren ve ejder ifadelerini kullanmışlardır. Ejderha motifini ise hemen hemen sanatın her dalında işlemişlerdir.

29 Nisan 2020 Çarşamba

     HZ .ELYESA  TÜRBESİ CAMİİ...DİYARBAKIR







Diyarbakır’ın en önemli manevi mekanlarında biri olan Hz. Süleyman camii, Nisanoğlu Ebul Kasım tarafından 1115-1160 yıllarında yapılmıştır. Nasıriye camii , Hz. Süleyman Camii ve Kale camii olmak üzere üç isimle anılır. Caminin bitişiğinde Diyarbakır’ın fethinde şehit olmuş Süleyman ibni halid dahil , 27 sahabe bu bölgede , 13 sahabe ise surların farklı yerlerinde şehit olmuş burada meşhedleri bulunmaktadır.             Diyarbakır’ın fethi Hz. Ömer zamanında Caminin bulunduğu bölgeden başlamıştır.
Türbeye açılan güneydeki pencerenin üzerinde 1631-1633 yıllarında yazılan kitabede Halid bin Velid’in oğlu ile 24 Sahabe’nin kubbenin altında metfun olduğu belirtilmektedir. 
Kitabenin metni şöyledir;
” Halid oğlu fatih-i Amid Süleyman Hazreti
Kim yiğirmidört sahabeyle olup bunda şehit
Kubbenin altında metfundur sahabe cümlesi
Bu müşerref yerde mesken kıldırlar vekt-i medid
Murtaza Paşa Silahdara Huda ihsan edüp
Bir müzehhep perde astı üstüne anın cedid
Kıldı ihya zib ü ziynette der ü divarını
Kim okursa fatiha ruz-i ceza ola said ”
Kuzey- Güney doğrultusunda dikdörtgen plan şemasında inşa edilen cami oldukça sadedir. Bazalt taş tamamen yapıya hakimdir. Cami, sahabeler türbesi, Namazgah, kare minaresi ve çeşme dizisinden oluşan bir yapı topluludur. Yapının minaresi de kare formlu minare olması bakımından dikkat çekicidir.
Diyarbakır’ın müslümanlar tarafından fethinden günümüze kadar önemini kaybetmeyen ve halkın maneviyat aleminde değerini fazlasıyla koruyan bu sahabe türbeleri, Diyarbakır’ın manevi sembolü olup, yılda 100,000 kişi tarafından ziyaret edilmektedir.
Kaynak ; Diyarbakır Kutsal Yerler Atlası ; T.C. Diyarbakır Valiliği , editör Doç.Dr. İrfan Yıldız
Kaynak; Nebiler,I. Uluslar arası Sahabiler , Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu 25-27 mayıs 2009 , diyabakır valiliği ve dicle üniversitesi , Diyarbakır’da Sahabe Nesli , Prof. Dr. Muhammed Çelik

Hz. Süleyman Camii ve 27 Şehit Sahabe Türbesi..diyarbakır







Hz. Süleyman Camiisinin Dünyada Örnegi Yok  Diyarbakır gerçek anlamıyla birpeygamberler ve sahabeler kenti.Şehirde 9 peygamber kabri, 3 peygambermakamı ve 541 sahabe kabri bulunuyor.
Dünyada, Mekke ve Medine'den sonra ençok Peygamber ve Sahabe mezarınınbulunduğu şehir Diyarbakır. Tarihi surlar,adeta abdestsiz gezilmeyecek kadar mukaddes. Rivayetlere göre, İslamiyet'idünyanın her yerine ulaştırmak isteyen Hz. Ömer, Diyarbakır'ın fethi için İyaz binGanem komutasında 8 bin kişilik bir ordu hazırlar.Halid bin Velid'in de yer aldığı İslam ordusu 638 yılında surlara dayanır.Kuşatma beş ay sürer. Şehre bir türlü girilemez. Halid bin Velid, sur dibinde gizlibir su deliğini bulur ve bunu genişleterek içeri girebileceğini keşfeder. Kısa boylu ve zayıf 40 fedaiye ihtiyaç vardır. Nizip-Bağdat arasındaki bölgeyi kapsayan El Cezire'nin valiliğini yapan Hz. Süleymanda fedailerin arasına katılır. Babası Halid Bin Velid'in planını canı pahasına uygular.Takvim yaprakları 27 Mayıs 638'i gösterirken fedailer, sur kapıları açmak üzere atık su giderinden içeri girer. Kilit ve zincirleri kırıp kapıyı açarlar. Bu sıradaHz. Süleyman ile birlikte 27 sahabe şahadet şerbetini içer. Diyarbakır'ınİslam ordularınca fethedildiği müjdeli haberi Hz. Ömer'e ulaştırılır. Başkomutanİyaz Bin Ganem, şehre vali olarak atanan Sultan Sasa'ya 500 kişilik yardımcıbıraktıktan sonra başka yere doğru gazaya devam eder.
Hz. Süleyman Camii olarak bilinen Nasriye Kale Camii, fetihten takriben 500sene sonra Nisanoğlu Ebul Kasım tarafından yaptırılır. Ebul Kasım'ın rüyasına giren Hz. Süleyman, "Üzerimizne zamana kadar açık kalacak?"sorusunu yöneltir. Bunun üzerine bölgeye cami inşa edilir. Ziyaretçilere sahabelerin şehit edilmesi olayını büyük heyecanla anlatıyor. Arından da sitem ediyor:"Şanlıurfa'da bir peygamber makam ıvar. Diyarbakır'da 6 kabir, 3 makam var.Ancak kimse peygamberler şehridemiyor."İnanç turizmi açısından Hz. Süleyman Camii'nin bir hazine olduğunu belirten
Sönmez, tanıtım ve çevre düzenlemesineihtiyaç duyulduğunu kaydetti. DiyarbakırMüftü Ali Melek de camide bulunanmanzun eserde 27 şehit sahabe isminintek tek yazılı olduğuna işaret etti.Diyarbakır'ın peygamberler, sahabelerve nebiler kenti olduğunu ancak buyönüyle gündeme getirilmediğini anlatanMelek, bu konuda herkesin üzerinedüşmesi yapmasını istedi.CAMİDE NAMAZ KILMAYAN VELİ
Rivayetlere göre, Mevlana Halid-iBağdadi bir seferden dönerken namaz kılmak için Hz. Süleyman Camii'negelmiş. İçeriye adımını atar atmaz geriçekilmiş. Dönüp cami avlusunda namazını kılmış. "Namazı neden avluda kıldınız?" diye soranlara, "Orada o kadarçok şehit bir aradaydı ki onları incitmektense dışarıda kılmayı tercih ettim." Cevabını vermiş.Hz. Süleyman Camii'nde medfun bulunan sahabeler:Hz. Süleyman, Hz. Rıdvan, Hz. Mesut, Hz.Beşir, Hz. Hamza, Hz. Amr, Hz.Sabe, Hz.Sabit, Hz. Zeyd (2 ayrı kişi), Hz. Halid (2),Hz. Numan, Hz. Muhammed (2), Hz.Abdullah (3),Hz. Hasan (2), Hz. Ka'b-Zişan, Hz. Fudayl, Hz. Malik, Hz. Fahr, Hz.
Ebul Hamd, Hz. Ebu Nasr ve Hz. Muğire."

7 Nisan 2020 Salı

Geyik Koşan Türbesi ...alaçam samsun





TARİHÇE: Halk arasında “Geyik Koşan” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihi hakkında kesin bilgi edinilememektedir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe; orijinali ahşap iken son yıllarda betonarme olarak yeniden inşa edilmiştir. Çatısı beton olup, dışı yerden denizliklere kadar fayans, denizlik ile tavan arası sıva üstü boya, binanın iç kısmı ise iki bölüm halinde yerden tavana kadar desenli fayans ile kaplıdır. Türbeye ait sanduka ise fayans kaplama üzeri mermerdir.
RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Geyik Koşan hakkında çeşitli rivayetler anlatılmakla birlikte Türbe Geyik Koşan dede efsanesiyle bütünleşmiştir. Rivayete göre şimdiki Geyik Koşan mevki çevresinde ormanlıklar bulunan bir yermiş. Türbede metfun bulunan zat, burada yaşar ve geçimini çiftçilikle sağlarmış. Tarlasını bir çift geyikle sürermiş. Bu zatın tarlasını geyiklerle sürdüğünü görenler yaşanan durumu başkasına söyler söylemez gözleri kör olurmuş. İşte bu efsaneden dolayı türbede metfun bulunan zat yöre halkı tarafından Geyik Koşan olarak anılmış, söz konusu bölgede ismini bu efsaneden almıştır. Bölge Alaçam ve Bafra halkı tarafından yaz aylarında mesire yeri olarak kullanılmaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.

20 Mart 2020 Cuma

YAZICIOĞLU ÇİLEHANESİ..GELİBOLU 






Kitab- ı Muhammediye’nin yazarı Yazıcıoğlu Mehmet Efendi’nin Gelibolu’daki çilehanesi…
Yazıcıoğlu, ya da Yazıcızade Mehmet Efendi, Gelibolu’da Feneraltı denilen yerde, kayaları oyarak bu iç içe iki küçük hücreden oluşan yeri yapmış. …
Burada, kendini dünya nimetlerinden çekerek dua ve ibadetle meşgul olmuş, manevi olgunluğa ermiş ve bir dönem, Kur’an-ı Kerim’den sonra en çok okunan Muhammediye kitabını yazmış…
Yazıcıoğlu Mehmet Efendi ve kardeşi Ahmed-i Bican, 15. asırda Gelibolu’da yaşamış büyük velilerdendir. Her ikisi de geride bir çok eser bıraktı. Ancak Yazıcıoğlu’nun 1449’da tamamladığı Kitab-ı Muhammediye, asırlarca çok geniş bir coğrafyada çok farklı kesimler tarafından çok büyük bir ilgiyle okundu.
Anadolu'da hem halk arasında hem de ilim çevrelerinde büyük yankı uyandırdı ve asırlarca Kur'an-ı Kerim'den sonra en çok okunan kitaplardan biri olma özelliğini korudu. Medreselerde ders kitabı olarak okutuldu.
Muhammediye'nin bu yoğun etkisi Anadolu'yla sınırlı kalmadı ve başta Balkanlar ve Tataristan olmak üzere Türkçe konuşulan büyük bir coğrafyaya yayıldı.
Benim rahmetli tonton nenem de sürekli Muhammediye okuyanlardandı. Her Cuma, Batı Trakyalı köy kadınlarını toplayıp onlara bu kitabı okurdu. 90 küsur yaşında vefat etti. Son günlerine kadar bu geleneğinden vazgeçmedi. Nur içinde yatsın…(30/ 07/ 2009)

ANA SULTAN TÜRBESİ..bursa











































Ana Sultan; Keles Küçükkovacık Mahallesi yakınlarındaki türbede defnedilmiş olduğuna inanılan ulu bir kadındır. Hayatı ve şahsiyeti hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte bu kadının Savcı Bey’in hanımı (Ertuğrul Gazi’nin gelini, Osman Gazi’nin de yengesi) “Avna Hatun” olduğu rivayet edilmektedir. Rivayete göre Savcı Bey genç yaşta kaybettiği eşinin anısına bir türbe yaptırmış, sancağını türbeye asmış ve her yıl bu türbenin başında onun hayrına fakir fukaraya yemek dağıtmıştır. Bu gelenek Küçükkovacık sakinleri tarafından 700 yıldır yaşatılmış olup halen sürdürülmektedir.

              Osmanlı dönemi belgelerinde bu türbe ile ilgili fazla bir bilgi yoktur. Sadece II. Selim devrine (1566-1574) ait bir tahrir defterinde “Kavacık köyü yakınlarında Fakire Ana Zaviyesi” adıyla buradaki zaviyeden bahsedilmektedir.
            Türbe; bahçe içerisindeki iki odadan müteşekkil olup girişe göre soldaki odada Avna Hatun’un sağdaki odada erkek kardeşinin(veya oğlunun) defnedilmiş olduğu rivayet edilmektedir. Türbenin yanında bir çeşme bulunmaktadır. Çeşmenin bilinen en eski banisi Hüdavendigar Vakfı’nın tahsildarı Hüseyin Ağa’dır. Bu şahıs tarafından Hicri 1160 (Miladi 1747-1748) yılında yaptırılan ilk çeşmenin inşa kitabesi mevcuttur.





18 Mart 2020 Çarşamba

Bulut Dede Türbesi.  Adana





Hayatı hakkında fazla bir bilgiye sahip olmadığımız Bulut Dede’nin yaşadığı dönem hakkında da bilgi yoktur. 17. Yüzyılda Bağdat’tan kardeşleri ile birlikte göç ederek Adana’ya yerleştiği rivayet edilmektedir.
Değişik kaynaklara göre rivayet edilen kardeşleri Durhasan Dede, Ali Dede, Çoban Dede, Sadık Dede, Yoğurt Dede, Tosun Dede, Cabbar Dede, Muhittin Dede, Zilli Dede, Ateş Dede, Bulamaç Dede ve Sultan Abla’dır.

Bulut Dede, Boğa Dede ve Tosun Dede mahalli velilerdir. Bunların yağmur yağdırma kerametlerine bağlı çeşitli inanç pratik ve efsaneler oluşmuştur. Mezarları, türbeleri, kendilerine ait eşyaların olması, yağmur yağdırma dileklerini gerçekleştirdiklerine inanılması, adak kurban olması, adlarının geçtiği dua ve benzeri sözlerin olması, adlarına türbe ve ziyaret yeri yaptırılması, etraflarında efsanelerin oluşturulması onları bir kült haline getirmiştir. Adana yağmur duası törenlerinde İslamiyet öncesi inanç motifleri ve kurban ritüel kalıntılarıyla, atalar kültündeki kabir ziyareti ölümden medet umma ile İslamî inançlar iç içedir. Bulut Dede ziyareti, Adana İli Seyhan İlçesi Ali Dede Mahallesi'nde Ayakkabıcılar Çarşısı içindedir.

Garib Hafız türbesi....Erzurum



Anadolu'da yetişen velîlerden. 1903 (H.1321) senesinde Erzurum'un Cedid mahallesinde doğdu. İsmi, İbrâhim Hakkı'dır. Erzurumlu İbrâhim Hakkı hazretlerinin neslindendir. Anne tarafından dedesi HacıMâhir Efendi, Rıfâî tarîkatı şeyhiydi. Garip Hâfız, küçük yaşta her bahar annesi ile birlikte dayısının yanına Erciş kasabasına giderdi. Buraya yakın olan Tortum Şelâlesi kıyısında akranları ile oynardı. Bir gün yine şelâlenin kıyısında oynarken, bir bektaşî dedesi gelerek, çocuklara; "Buradan aşağı atlayabilir misiniz?" diye sordu. O zamanlar beş yaşında olan Garip Hâfız; "Ben atlarım." diyerek yukarıdan şelâlenin döküldüğü yere atladı. Allahü teâlânın yardımı ile suya değmesi ile top gibi sıçrayarak kenara düşmesi bir oldu. Şelâlenin yanındaki keçi yolundan yukarı çıktı. Hâdise karşısında dehşete kapılan bektâşi dedesi korkusundan hızla uzaklaşıp gitti. Garip Hâfız, Erzurum'da Mustafa Niyâzi Efendiden Kur'ân-ı kerîm dersi aldı ve ezberledi. Hacı Ahmed Efendiden hat sanatını öğrendi. Kur'ân-ı kerîmi çok güzel okurdu. Mustafa Niyâzi Efendi, GaripHâfız'ı talebeliğe kabûl etmeden önce istihâreye yatmasını ve rüyâda ne gördüğünü söylemesini istedi. Rüyâsında hocası Mustafa Niyâzî Efendi elinden tutarak câmiye götürdü. Câminin içerisinde on iki âlim yarım dâire, halka kurup oturmuşlardı. Mustafa Niyâzi Efendi câmideki âlimlere; "Efendiler bu çocuk kırâat ilmini öğrenmekte talebe olmak ister. Ne buyurursunuz?" diye sordu. Onlar; "Oku Hâfız! Oku!" dedi. Ertesi gün Garip Hâfız rüyâsını Mustafa Niyâzi Efendiye anlattı ve ona talebe olarak kırâat ilmini öğrendi. On iki yaşına geldiğinde annesini kaybeden Garip Hâfız, Erzurum'dan Sivas'a gitti. Burada Kazancızâde Emin Edip Efendinin sohbetlerine devâm etti ve ondan feyz aldı. Sivas Dâr-ül-muallimîn okulunda Arapça ve Kur'ân-ı kerîm hocalığı yaptı. Sivas'tan Merzifon'un Gümüş kasabasına gelerek Halîliye Medresesinde ders vermeye başlayan Garip Hâfız, senelerce güzel ahlâkı müslümanlara öğretti. Garip Hâfız; çok kibar, nâzik ve yumuşak idi. Kimseyi katiyen incitmezdi. Birisinin hatâsını görse onu başka yollardan duyurur; "Sen böyle yapıyorsun." diyerek yüzüne vurmazdı. İbâdetlerini çok gizli yapardı. Dikkati çeken her şeyden sakınırdı. Son derece edepli, hayâ sâhibiydi. Sohbetlerinde kimseyi sıkmazdı. Bütün hayâtını diz üstü oturmakla geçirdi. Sohbetine gelenler ne murâd ederlerse, sormadan cevâb alırlardı. Hazret-i Muâviye efendimize buğzeden üç kişi Gümüş'te sohbetine geldi. "Efendi! Muâviye hakkında ne buyurursunuz?" diye sordular. Garip   Hâfız; "Hazret-i Muâviye sahâbedendir. Sevenler selâmettedirahmetullahi aleyhinde bulunanlar azaptadır. O, sahâbenin büyüklerindendir. Resûlullah efendimizin hadîsleri ile övülmüştür. İmâm-ı Hüseyin efendimizin şehâdetine sebeb olan Yezid dahi son nefesinde îmânını muhâfaza edebildi ise, onun hakkında bile kötü söylemek tehlikelidir." buyurdu. Garip Hâfız'ın ziyâretine gelen bir zât; "Hoca Efendi! Ben de sizin gibi olmak istiyorum." deyince;
"Pazarda satılsa otuza kırka
Ben de alırım vücûduma öyle bir hırka." cevâbını verdi.
Taşovalı Kadir Hâfız bir gün iki arkadaşı ile ziyâretine geldi ve; "Efendim! "Nefsini tanıyan, Rabbini tanır." hadîs-i şerîfi üzerine sohbet buyurursanız, memnun oluruz." dedi. Garip Hâfız; "Evlâdım! Bu makam çok yüksek bir makamdır. Siz şerîatin emirleri ile iktifâ edin. Basamak basamak çıkın bu makâma." dedikten sonra şu beyitleri okudu:
Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hak
Pâdişâh saraya konmaz, hâne mamûr olmadan
Kenz açılmaz şol gönülde tâ ki pür-nûr olmadan
"Mûtû kable en temûtû" sırrına mazhar olan
Haşr-ü neşri bunda gördü nefha-i sûr olmadan
Biz ricâlız, gelmişiz kim gör ezelden tâ-ebed.
İçmişiz aşkın şarâbın âb-ı engûr olmadan
Bir acîb aşka düşmüş yanar şems-i müdâm Hakka makbûl olmak ister, halka menfûr olmadan. Daha sonra; "Bâzıları, kendisi bu halde, bu makamda olmadıkları halde, buralardan söz ederler. İnsana faydalı olan iki türlü ilim vardır. Biri ilm-i diyânet, diğeri ilm-i tebâbettir." dedikten sonra Kadir Hâfız'a dönerek; "Sen o gün görürsün, o vakitte dağların paramparça olduğunu." meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu. O zât içinden; "Ben nefsden sual arzettim. Efendi bana dağların yıkılacağından bahsetti." diye geçirirken, Garip Hâfız; "Nefs dağı, görmüş olduğun dağlardan kavidir, kuvvetlidir. Nefs dağlarının parçalanması ile dosta kavuşma yolları açılır." buyurdu.

Garip Hâfız, ömrünün sonlarına doğru Merzifon'a yerleşti. İlim öğretmeye burada da devâm etti. 1976 (H.1396) senesinde Ankara'da vefât eden Garip Hâfız, Amasya Gümüş'de Halîliye Medresesine defnedildi. Vefâtında mezarının üzerine türbe yapılmamasını vasiyet etti.

Pehlivan Dede  türbesi.Bursa



Bursa şehrinde güzel Türbesi olan muhterem zatlar olduğu gibi, etrafı telle 
örgülü olan hakkında pek fazla bilgi bulunmayan evliyalar da bulunmaktadır.
Bunlardan biri de Pehlivan Dede Türbesidir.


Pehlivan Dede Türbesi, Meydancık semtinde, Dayıoğlu Hamamı yada At Pazarı 
Hamamının tam karşısında, Kayhan’a çıkan yolun başında şimdiler de ise Nostaljik
 Tramvay istasyonunun tam kenarında yarım metreden biraz daha fazla yüksek yeşil
 boyalı duvarları ile sessiz sedasız bir türbe görünümündedir.Şahsiyeti hakkında
 herhangi bir belge bulunmamaktadır.

Akşar Oslu Baba (Balahor) türbesi..Bayburt



Akşar kasabasında bulunan Oslu Baba Türbesi Bayburt taş işçiliğinin en güzel örneklerinden biridir. Bir tepe üzerinde bulunan Oslu Baba Türbesi Bayburt'un Önemli uğrak yerlerinden biridir.

Türbe, bir platform üzerinde, muntazam blok taşlardan yapılmış olup, kare planlıdır. Cephe duvarları üzerinde giriş kapısı üzerindeki iki kabara dışında herhangi bir süsleme elemanına rastlanmamaktadır.  Türbenin giriş kapısı dikdörtgen bir çerçeve içerisine alınmış olup, yuvarlak kemerlidir. Kemerlerin iki yanında da süsleme elemanı olarak iki kabara görülmektedir. Duvarların en üst noktasında kurt dişlerini andıran bir firiz dört köşeyi çevirmektedir. Türbenin üzeri merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Türbenin dışında sanduka şeklinde bir mezar bulunmaktadır.

10 Mart 2020 Salı

Köpüklü Dede türbesi ..bursa



Bursa’da Timurtaş Paşa‘dan Tophane’ye doğru çıkışta yer alan Saltanat Kapısından yukarı çıkışta ilk soldan içeri girildiğinde bu tek mezar dikkati çekmektedir.Kitabesinde yazdığına göre halk arasında Köpüklü Sultan yada Köpüklü Dede olarak anılan yüksek mezar taşları ve lahitten oluşan mermer bir kabirdir. Mezar taşında “Derviş Mehmed bin Hamdi Şehr Baba” yazılıdır. Yanında daha önce mevcut bulunan medrese ya da mescidin haziresi olması muhtemeldir.

Köpüklü Dede Türbesi, aynı Sinan dede mahallesinde bulunan Dürt Dede gibi hatta Sinan Dede gibi yalnız mezardan oluşan kapalı olmayan türbelerdendir.

Celaleddin Ergun Çelebi türbesi ..kütahya




Mevleviliğin yayılmasını sağlayan ilk şeyhlerden. Hayatı hakkındaki bilgiler kendisinden çok sonra yazılan Sefine-i nefise-i Mevleviyan adlı esere dayanır. Kütahya’da doğdu. Babasi Burhaneddin llyas, dedesi Germiyanoğlu Süleyman Paşa’dır. Süleyman Paşa ,Sultan Veledin kızıyla evlendiği için Celaleddin Ergun’a da Çelebi unvanı verildi. Ulu Arif Çelebi, Emir Alim Çelebi, Emir Vacid Çelebi’den feyiz aldı. Bir ara Bursa’ya giderek Geyikli Baba’nın da sohbetlerine katıldı. Konya’da hilafet aldıktan sonra, Kütahya’ya gelerek Imadüddin Mezar tarafindan yaptirilan Kütahya Mevlevihanesinin ilk postnişini, şeyhi oldu. Uzun seneler halka Mevlevi yolunu anlattı. 1373 (H. 775)’de burada vefat etti. Türbesi dergahın haziresindedir. Yerine oğlu Burhaneddin İlyas Çelebi geçti.Erguniyye Dergahı da denilen Kütahya Mevlevihanesi o tarihte Konya ve Afyon Mevlevihanesinden sonra üçüncü büyük Mevlevihane oldu.

Gençname, İşaret-ül beşare, adlı eserler ona nisbet edilmiş ise de kesinlik kazanmamıştır. Hem zahir ilimlerde alim hem tasavvufta mahir ve edebiyatta da zirve idi

6 Mart 2020 Cuma


Efkar Baba Kabri – (Balçova )





Efkar Baba’nın kabri Balçova’da Teleferiğin işletildiği tepede demir bir kafes içindedir. Türbeye ulaşmak şimdilerde zordur. Zira Türbe Tesislerin hemen yanında olduğundan izin verimemektedir.

Şahidi İbrahim Dede...muğla 




Muğlanın meşhur alimlerinden biri olan İbrahim Şahidî Dede,1470 (H.875) de doğdu. On sekiz yaşına kadar memleketinde, sonra Bursa ve İstanbul’da çeşitli ilimleri tahsil edip ilimde yetiştikten sonra,bir gün rüyasında Sultan Divani hazretlerini görür ve onunla sohbet eder. Bu rüyadan sonra gönlüne Sultan Divaniyi görmek arzusuna düşer.
Bu sırada Sultan Divani Çiltenanla ( 40 Müridi) beraber Muğlaya gitmek üzere yola koyulmuştur. Muğlalılar Mevlevî dervişlerin geldiğİnİ duyunca şehrin bir kaç kilometre yakınına karşılamağa çıktılar.
Şahîdi ise herkesten önce gördü ve kendi evine nıisafir olmasini rica etti. Bunun üzerine Sultan Divani «Biz yolumuz uğrunda canını ve basını feda edenlerin tnisafiri oluruz» dedi. Buna cevaben İbrahim Dede: «Senin gibi Sultanın, uğrunda canım ve başım feda ol sunî» dedi. Bu cevaptan memnun olan Sultan Divanî ,îbrahim Dedenin (Şahidi) evine misafir oldu. Biraz
istirahatten sonra Muğla ileri gelenleri ve Mevlevi dervişleri beraberce büyük bir salonda otururken, Sultan Divani, İbrahim Dedeye «Haydi vadini yerine getir dedi!» Şahidi boynunu uzattı ve ”Canım ve başım senin uğrunda feda olsun. Senin Velî, Mürşid-i Kamil olduğuna şahid olduk!” dedi ve Sultan Divanî’nin elini öptü. Sultan Divani de mükafat olarak kendisine Şahidi ismini verdi. Böylece Mevlevi tarikatına giren İbrahim dede , Şahidi ismiyle şöhret buldu ve şiirlerin bu mahlası kullandı.
Basını Mevlevi sikkesi sırtına , mevlevi elbisesini giyip zahiri ilimlerle olgun olan Şahidi, Sultan Divaniden feyiz almak suretiyle manevi bakımdan da coşkunlaşıp içli şiirler söylemeğe başladı
Söylediği şiirlerin (Gulşeni Vaıdet), (Gülşeni Tevhid) ve (Gülşeni Esrar) isimli üç kitapta topladı.
Şahidi , Sultan Divanî’nin zikir halkasına girdikten sonra evlad, mal, mülk, aile ve memleketinden, vazgeçdi bir gölge gibi Sultan Divani’nin arkasından takip etti. Aynı zamanda Sultan Divaninin söylediği şiir ve vecizelerini kaydetmek suretiyle, katiplik ödevi yaptı.(Ne yazı ki Afyonkarahisar Mevlevi Dergahının birkaç defa yanmasıyla Sultan Divanîye ait ancak yirmi kadar şiir zamanımıza kader gelebildi.)
Böylece Sultan Divanî’nin, hayranı olan Şahidî, onun arkasından yalın ayak başı açık bir şekilde Mısır çöllerini ve Anadolu bozkırlarında dolaşırken takip etti. Sultan Divani her gittiği şehirden Şahidiye binmesi için bir at ,ayaklarına giymesi için bir ayakkabı alırdı. Sultan Divanî önde, Şahidi arkada yol yürüdü. Bir müddet sonra Sultan Divani arkasına baktığında ne görsün? Şahidi attan inmiş ayaklarından ayakkabılarını çıkarmış arkadan geliyor.
Sultan Divani, Şahidiye ; ”Şahidi! Niçin bana eziyet ediyorsun? sen ayakların çıplak vaziyette, yürüdükçe ben üzülüyorum!..» dedi. Şahidi dede ise şöyle yanıt verir ” Ey velayet Şahı senin bastığın ve gölgenin bulunduğu bu topraklara ayakkabı ile basmaya utanırım . ‘

Sultan Divaninin vefatından sonra Muğla Mevlevihanesine Postnişin olur. (H. 957 / M 1556) senesinde seksen iki yaşında, bir rivayete göre Muğla bir rivayete göre de Sultan Divani’nin kabrini ziyaret için gittiği Afyon’da vefat eder.

Sultan Divani türbesi ..afyonkarahisar





Sultan Veled ve Ulu Ârif Çelebi’den sonra Mevlevîlik tarîkatine mühim hizmetlerde bulunan önemli isimlerden  DSC01985olan Sultan Dîvânî (Dîvâne Mehmed Çelebi), Hz. Mevlânâ’nın yedinci kuşak torunlarındandır.
Doğum tarihi ile ilgili net bir bilgiye sahip olmamakla beraber, 1448 veya 1471 tarihlerinden birinde doğmuş olmasının kuvvetli bir ihtimal olduğunu söyleyebiliriz.
Afyonkarahisar bölgesi, 13. yüzyılda Germiyanoğulları beyliğine bağlı idi. Germiyanoğlu Bey’i Mehmet Bey, Hz. Mevlâna ve Mevlevîliğe karşı muhabbeti olan bir devlet idarecisidir. Bu muhabbetin neticesinde, oğlu Süleyman Şah’a, Sultan Veled’in kızı (Hz. Mevlâna’nın Torunu), Mutahhara Hatun’u almış ve Çelebi sülâlesi ile akrabalık kurulmuştur.
Mehmet Çelebi çok güzel semâ ettiği için babası tarafından kendisine “Semâî” lakâbı verilmiş, kendisi de şiirlerinde “Semâî” mahlasını kullanmıştır. Kendisine “Dîvâne” de den- miştir. Bu Farsça sıfat, “Hak yolunda kendinden geçen, aklını kaybeden, ilâhî aşkın etkisiyle hayrete düşen, şaşırıp kalan” anlamlarını içermektedir. Mehmed Çelebi’ye ait bazı menkıbelere baktığımızda, halkın kendisine bu sıfatı yakıştıracak bazı sebepler bulunmaktadır. Bu yakıştırmanın, tasavvufî düşünce geleneğinde kendine özgü bir konumu da mevcuttur.
Yaygın olarak kullanılan diğer lâkabı “Dîvânî”nin ise; Timur tarafından Semerkand’a götürülen, daha sonra da Şah İsmail’ce Tebriz’e nakledilen Hz. Mevlâna’nın Eseri “Dîvan- ıKebir”i, rüyasında gördüğü Hz. Mevlâna’nın manevî işaretiyle Tebriz’e gidip getirmesinden dolayı verildiği düşüncesi hakimdir.
Bu iki yaklaşımı kendi içerisinde bulunduğu şartlara göre değerlendirmemiz daha sağlıklı olacaktır. Zaman içerisinde her iki lakab da sıkça kullanılmış, özellikle “Dîvânî” halk arasında daha fazla tercih edilmiştir.
Sadık müridi Muğlalı İbrahim Şâhidî Dede’nin anlattığına göre Sultan Dîvânî; rind meşrep, coşkun ve cezbeli bir mevlevîdir.

Muğlalı İbrahim Şâhidî Dede; mürşidi ile yaptığı seyahatleri kayda geçirerek, türünün ilk örneği olan (ilk edebî seyahatnâme) “Gülşen-i Esrâr”ı yazmıştır. Şâhidî İbrahim Dede’nin 1544’te yazdığı Gülşen-i Esrar’ında, Dîvâne Mehmet Çelebi’nin sağ olduğuna dair işaretler ve 1545’te bir mesnevî vakfiyesine şahâdeti; Şâhidî Dede’nin Şeyhi’nin vefatından sonra, her sene kabrini ziyaret maksadıyla Afyonkarahisar’a geldiği, muayyen bir süre kalıp döndüğü, H.957/M.1550 tarihindeki ziyaretlerinde vefat ettiği ve şeyhinin yanına gömüldüğü dikkate alınırsa, Dîvâne Mehmed Çelebi’nin H. 953/M.1546 veya H.954/M.1547 yıllarında vefat etmiş olması gerektiği söylenilebilir. Kendisinden sonra Afyonkarahisar Mevlevî tekkesi postuna oğlu Hızır Şah oturmuştur.

Şeyh Ali Zülfikar .adana .merkez






Şeyh Ali Zülfikar Efendi’nin kabri şerifi ; Adana – Merkez’de Emniyet müdürlüğünün yanındaki Şıh Zülfü camii avlusundadır.
Şeyh Zülfo mescidinin banisi olan Şeyh Ali Zülfikar Efendi ; Tarikat-ı rifaiyye meşayıhındandır. Kabir taşındaki kitabe şöyledir ;
” Mürşidü’s Salikin Ve Gavsül Vasilin
Eş Şeyh ali Zülfü İbnuş Şeyh Es Seyyid
Müslim İbnu Muhammed Nam sahibul Hayrat Vel Hasenat ”
Şeyh Zülfo mescidi ile ilgili Adana Kültür Varlıkları envanterinde şu bilgiler vardır ;
”Kendi adıyla andan dergahın mescidi olan eser, küçük, fakat kunt ve sıcak bir mimarisiyle dikkati çekmektedir. Tamamen kesme taşlarla inşa edilen eser, üç adet sivri kemer gözünün her bir birer kubbeyle örtülü olan 2,80 genişliğindeki küçük bir son cemaat yeri ve içten içe 7,32 x 7,38 m. ölçüsündeki harimden meydana gelmektedir. Son cemaat yerinin kubbeleri iki yan tarafta “L” şeklindeki ayaklara, ortada ise Roma devri sütun başlıklarıyla dikkati çeken iki sütun üzerine oturmaktadır. Kubbeye geçiş için tromplardan istifade edilmiştir. Harimin kubbesinde de köşelerde tromplar kullanılmış, ve yine öncekiler gibi saç kaplama ile korunan bu kubbe de kirpi saçaklarla vurgulanmışür. Harimin bu büyükçe kubbesi ile, son cemaat yerinin kubbeleri arasında hafif bir boşluk bırakılmak suretiyle esere zarafet ve hareketli bir görünüş kazandırılmıştır. Mescit, kuzeyde ve güneyde iki, doğuda üç ve batıda bir pencere ile aydınlatılmaktadır. Doğu, batı ve güney duvarlarında ayrıca birer üst pencere ve yine batıda iki tane dolap nişi görülmektedir. Mihrap, kavsarasındaki mukarnaslarıyla dikkati çekmektedir.
Şeyh Zülfo veya Şeyh Zülfikar Mescidi’nde bezeme olarak dikkatimizi çeken en önemli unsur harimin kapısı ile üstteki kitabe arasına yerleştirilen Roma mimarisinden devşirilmiş bitkisel süslemeli bir levhadır.
Mescidin batısındaki minare yakın zamanda yenilenmiş olup, üzerindeki kitabe 24.6.1993 tarihini taşımaktadır.
Kitabe: Harimin kapısı üstüne yerleştirilmiş bir taş levha üzerine ikişerli dört satır halinde yazılı tamir kitabesi ne yazık ki yağlıboya ile berbat edilmiş olup şöyledir:
Huda Abdülmecid Han’ı muzaffer eylesün ya hu
Vezirinden Ziya Paşa sebeb tamîre ey mehru
Bi-hamdillah tamam oldı ibddethane-i dil-cü
Bina-yı mesdd-i Yortan Veli Dergdh-ı Ali bu
Bildd-ı Rüha’dır şeyhin…..
Nesebde Muslim oğlundan Rufai Şeyhi Şeyh Zülfü
Gafura hamd idüb Remzi, döküb cevher île incü
Didi ya Rab Şu hankahı, zülal nüra kıl memlü 1269 (1853)

Günümüz Türkçesiyle:
Allah, Abdülmecid Han’ı muzaffer eylesin
Vehimden Ziya Paşa tamire sebeb oldu
Allah’a şükürler olsun ki gönül açan dergah tamamlandı
Büyüce Yortan Veli Dergahı Mescidinin binası
Urfa Şehridir şeyhin….
Nesepçe Müslim oğlundan Rufai Şeyhi Şeyh Zülfi
Çalab’a hamd edip Remzi., inci ile cevher döküp
Dedi: Ya Rab Şu hanegahı pür nur île doltur
Şeyh Zülfikar Rufai Dergahı

Adana’da 5 Ocak Mahallesi 13. Sokakta, Askerlik Şubesi’nin kuzeyindeki aynı adla bilinen mescidin yanında olduğu anlaşılmaktadır. İlk yapılış tarihi belli olmayan Dergah’ın 1853 yılında tamir edildiğini ve eski adının Yortan Veli olduğunu, aynı adı taşıyan mescidin kitabesinden öğreniyoruz. Şeyh Ali Zülfikar için Adana Valisi Ziya Paşa’nın imar ettirdiği Dergah günümüze ulaşamamıştır. 1269 (1852) tarihli bir Şer’i Mahkeme sicilinden öğrenmekteyiz. Adana Şer’i Mahkeme Sicili’nin 67. Cilt, 141. sayfasına kayıtlı 1269 (1853) tarihli bir vakfiyesinin olduğu bilinmektedir.

Halkalı Evliya Türbesi - Amasya


Dört ayak üzerine oturmuş bir kubbe ile güney cephesi dışında kenarları açık, baldaken tarzda inşa edilen türbede Şadgeldi Paşa’nın torunlarından Reis-ül Asker Burak Bey’in kızı Şahruz Hatun’un mezarı bulunmaktadır. Bazı kaynaklara göre türbenin alt kısmında bir mahsen ve içerisinde Şahruz Hatun’un mumyası vardır. Türbe içindeki sandukanın kuzeyinde eskiden bulunan iki siyah taş ve bu taşların kenarlarındaki halkalardan dolayı türbeye Halkalı Evliya Türbesi denmektedir.

Pir Sücaeddin İlyas Türbesi - Amasya



Çilehane'nin güneyinde Pirler Parkı içinde bulunan türbe Yukarı Pirler Türbesi adıyla da bilinir. 1486 yılında Gümüşlüzade Ahmet Bey tarafından Gümüşlüzade ailesinden Şeyh Sücaeddin Pir İlyas için yaptırılmıştır. Türbede Pir İlyas’tan başka damadı Pir Celaleddin Abdurrahman, torunu Pir Hayreddin Hızır Çelebi ve bunların ailelerinin mezarları bulunur. 1688 yılında Gümüşlüzade İbrahim Paşa tarafından yenilenen bina 1895 depreminin ardından yıkılmışsa da sonraki bir tarihte yeniden yapılarak bugünkü halini almıştır.
Enine dikdörtgen planlı türbenin iç mekanı, kuzey ve güney duvarlardaki payandalara dayanan iki sivri kemerle üç bölüme ayrılmıştır. Bölümlerin üzeri kubbelerle örtülüdür. Batıda kalan bölüm, kıble duvarına açılmış bir mihrapla mescid olarak kullanılmaktadır. Yapımında düzgün kesme taş kullanılan türbe, cephelerinde bulunan yuvarlak kemerli pencerelerle aydınlanır. Giriş kapısı üzerinde türbenin orijinal yapım kitabesi ile II. Abdülhamit Dönemi onarım kitabesi bulunmaktadır