KARIŞIK

20 Aralık 2016 Salı

KANİYA NAVİN ZİYARETİ.(7 Kızlar Ziyareti).SİLVAN




Halk arasında Kaniya Navin Ziyareti veya 7 kızlar ziyareti olarak bilinen mezarlar Bağlar Mahallesindedir.Halk arasında ziyaretgah olarak kullanılmaktadır. Mezarın üzerinde herhangi bir kitabe yoktur. Mezar çevresinde süslü taş parçaları vardır. Türbenin etrafı yüksek bir duvarla çevrilmiştir.

NEJAT SATICI ya teşekkürler
KIYAK BABA ..EDİRNE








Edirne’nin fethinde bulunan Horasan erlerindendir.Fetihten sonra Edirne’de dergahında yıllarca İslamiyeti anlatmaya çalışan Kıyak Baba’nın kabri ; Kıyık caddesi üzerideki Kıyak Baba camii önündedir. Asıl adı Şakir’dir.
Edirne’nin kuşatıldığı ve tıpkı Mekke’nin fethinde olduğu gibi, bütün askerlerin ateş yakarak, Edirne’yi ışık seli içinde bıraktığı gecenin sabahı , Şakir Baba , aşka gelip öyle bir sabah ezanı okur ki yer ve gökteki bütün mahlukat dinler. Padişah da bu ezanla kendinden geçenlerdedir.Şakir Baba’yı buldurur ve kendisine, ” baba , çok kıyak (güzel) bir ezan okudu ” der. Bundan sonra Şakir Baba , Kıyak Baba diye anılır.


Edirne – Kıyık caddesi üzerindeki Kıyak Baba camii önünde
TÜTÜNSÜZ BABA TÜRBESİ..EDİRNE






Asıl ismi Ahmed Rıdvani olup II. Beyazıd Han devrinde baş defterdar olarak görev yapmıştır. 1499 yılında vefat eden Tütünsüz Baba‘nın tekkesi günümüze ulaşamamıştır. Bu isimle anılmasının sebebi ;
Ordunun Avrupa içlerinde sefer gittiği günlerdir. Ordu çok acele hareket etmektedir., ordu mola verir, yemeğin hemen yenmesi gerekir. Ancak odun bulunamaz. Çaresiz kalmışlardır. Ordu içinde hal sahibib bir zat , kazanların altına mum koymalarını söyler i Mum koyarlar ve yemekler hemen pişer. Bundan sonra bu zata Tütsüsüz (dumansız) pişirdiği için Tütsüsüz Baba derdeler bugün yanlış olarak Tütünsüz Baba denmektedir. Bu zata savaşta kelle koltukta fütursuzca savaştığı için Fütursuz Baba da denmektedir.



Edirne – Tütünsüz baba sokakta.  Edirne Teknik ve Endüstri meslek lisesi’nin arkasında





      Edirne – Kule Kapı caddesi sonundaki Pehlivanlar kabristanında







I. Murad Han zamanı, Pehlivanlar tekkesi şeyhi ve baş pehlivanı . Sultan Murad, Edirne’yi alınca buraya Pehlivanlar tekkesi yaptırdı ve Şeyhliğine de Seyyid Cemaleddin Efendi‘yi getirdi. Burada uzun yıllar pehlivan ve talebe yetiştirdi ve vefat edince buraya defnedildi. Burada Adalı Halil ve Kara emir ile birlikte sırlanmıştır. Tarihi Kırkpınar güreşcileri açılış merasiminden önce bu kabristana gelip ziyaret ederlermiş.


   Abdullah Mihalgazi Türbesi ..bilecik





   Abdullah Mihalgazi, aslen Bizans İmparatorluğu’nun hudut kalelerinden Harmankaya tekfuru (Bizans İmparatorluğu zamanında vali düzeyinde olan yönetici) idi. Osman Gazi’ye bağlı Eskişehir Beyi ile yaptığı savaşta esir düştü. Osman Bey, Köse Mihal’in yiğitliğine ve kahramanlığına bakarak onu affetti. Köse Mihal çok geçmeden Osman Gazi’yle iyi dost ve silah arkadaşı oldu. Hıristiyan derebeylerinin, bir düğün vesilesiyle Osman Bey’e suikast hazırlığı yaptığını öğrenen Köse Mihal, Osman Bey’i zamanında uyararak önlem almasını ve kurtulmasını sağlamış, böylelikle Yarhisar’la Bilecik’in zaptına da vesile olmuştur.
         Mihal Bey, Türklerle arasındaki dostluk ve Osman Bey’e yakınlığı sebebiyle, 1313 yılında Müslüman oldu ve “Abdullah” adını aldı. Bundan sonra daima Osman Gazi ile birlikte hareket eden Mihal Bey, Sakarya Vadisi’nde Göynük ve Mudurnu ile diğer bazı kaleleri fethederek büyük kahramanlıklar gösterdi. Osmanlı Devleti’nin ilk yıllardaki ilerleme ve gelişiminde büyük katkıları olan Köse Mihal Bey ayrıca Orhan Gazi ile Bursa’nın fethinde de bulundu. Mihalgazi 1327 yılında, Yenişehir’de vefat ettikten sonra, Bilecik’in İnhisar ilçesine bağlı Harmanköy’deki türbesine defnedildi.
                Abdullah Mihalgazi’nin yurdu olan Harmanköy’de her yıl, eylül ayının ilk pazar günü, devlet büyüklerinin, akademisyenlerin, tarihçilerin ve pek çok misafirin katılımıyla Abdullah Mihalgazi’yi anma törenleri tertip edilerek, konuşmalar yapılır. Mihalgazi’nin Harmanköy’de bulunan türbesi ziyaret edilerek dualar okunur. Gelen konuklara ve yöre halkına, geleneksel şifalı pilav ikram edilir.
Aleaddin Yayıntaş kabri – izmir (Çiğli )



Alâaddin Yayıntaş (1921-1996), Makedonya'nın Üsküp şehrine bağlı Köprülü (Veles)'deki Derbend Dergâhı da denen bir tekkede dünyaya gelir. Yedi yaşında ilkokula başlar, ortaokul ve liseyi bitirir. Babası Şeyh Ahmed, mânevî eğitimine önem vermektedir. Gittiği yerlere genç Alâaddin'i de götürür. Dergâhın ileri gelenleri, onunŞeyh Efendi Manisa'nın Turgutlu ilçesine yerleşir ve dergâhını burada açar. Ziraati bilmekte ve sevmektedir. Maîşetini bu yolla temin eder. Modern ziraat usullerini uygular. Üzüm yetiştirmede verimi arttırır. Güzel meyve bahçeleri meydana getirir. Turgutlu çiftçileri kendisini örnek alarak, onun uygulamalarından istifâde ederler. Meyve üretiminde kalite ve miktar artışı sağlanır. Alâaddin Yayıntaş'ın kimseye yük olmadan maddî hayatını devam ettirdiği görülür. O, "alan el değil veren el" olmaya özen gösterir. Müntesipleri de iş güç ve meslek sâhibi kimselerdir.
Alâaddin Yayıntaş 1972'de İzmir Karşıyaka'ya yerleşir. Evinin birinci katındaki geniş salon bir nevi dergâh olarak kullanılır. Üç oğlu bir kızı olur. Bunlardan Hüseyin Avni 23 yaşında trafik kazasında vefat eder. 75 yıllık hareketli, verimli, feyizli bir ömürden sonra, Alâaddin Yayıntaş 1996'da Hakk'ın rahmetine kavuşur ve İzmir Çiğli Mezarlığına defnedilir.
Kabir taşının ön yüzünde şunlar yazılıdır:
"Evlâd-ı Fâtihandan ve Rumeli Alperenlerinden Derbent Halvetî dergâhı postnişîni Âdemü'l-fukarâ, bende-i Âl-i Abâ el-fakîr el aliyyü'l-Halvetî Ali Alâddin Yayıntaş (1921-1996), Türklük ve İslâmiyet için yaşadı. El-Fâtiha."



10 Aralık 2016 Cumartesi

Hz. Ebu Derda ... Makamı..  istanbul.üsküdar       


                        





Karacaahmet  Türbesinin hemen arkasında 
İrezler Türbesi ....Manisa – Demirci 



Manisa’da Demirci ilçe merkezine 2,5 km uzalıkta bulunan İrezler köyü camii yanında bulunan türbe’de üç adet kabir vardır. Kabirler Ali İmran Oğlu ; Seyyid Hüseyin Reis , Seyyid Hasan Reis , Seyyid Mugire Reis’e aittir. XV. yüzyılda yaşamışlardır.
Camiye kuzeybatıdan bitişik konumdaki türbe kare planlıdır. Üzeri kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Girişi cami ile aynı alana bakar. 1997’de cami ile birlikte büyük bir onarım görmüştür.

Hüseyin Hüsnü Baba...çanakkale..kilitbahir








Hüseyin Hüsnü Baba , 1859 yılında dünyaya gelmiş olup, İrşadi Babanın halifesidir. Babası Rifaiyye’den Katip Musa Efendidir. Annesi Hafize Hanım ve kendisinden on bir yaş büyük olan kardeşi Hafız Şeyh Nuri de Uşşakiye Halifelerindendir. İrşadi Baba’ya 1870 yılında intisab etmiş olup, 1878’de hilafet almıştır. Kilitbahir’deki dergahta otuz-kırk sene inziva hayatı yaşamış olan Hüseyin Hüsnü Efendi , sülük ehli bir zat olup, halife ve müridleri vardır. Söz konusu dergahı yeniden ihya ederek Mevlevihane tarzında inşa ettirmiştir. Tekkeye I. Dünya Savaşında iki düşman güllesi isabet ederek tahrip etmiştir. Sonraki tarihlerde Meydan Odasında Cuma ve Pazartesi geceleri tarikat ayini icra edilmiştir. Cemaziyevvel Aralık 1925’te Kilitbahir’de irtihal etmiştir ve dergahın haziresine defnolunmuştur.

Şeyh Sadık Ali – Sarı Saltuk


   Diyarbakır – Sur içinde.
 Urfa kapının tam karşısında. Sarı saltuk mesicidnin içinde. Melik Ahmet paşa caddesinin hemen başında.



Urfa Kapı’da bulunan Gülşeniler Tekkesinde metfundur. Türbede Sarı Saltukla birlikte Gülşen-i Alizade ve Hacı Salih Hafız Efendi de yatmaktadır. Rivayetlere göre Sarı Saltuk gezgin bir evliyadır. Gazalara da katılmıştır. İnanışa göre Diyarbakır da yaptığı bir savaş sırasında şehit düşmüş ve türbenin olduğu yere gömülmüştür.
Sarı Saltukla ilgili çeşitli menakıblar ve rivayetler mevcuddur. Şüphesiz bu konudaki en önemli kaynak Sarı Saltuk’un hayatını konu alan Saltuk- name adlı eserdir. Ebulhayr-ı Rumi adındaki bir yazar Cem Sultan’ın emri üzerine Anadolu ve Rumeli’yi adım adım dolaşarak Sarı Saltuk’a ait menkıbeleri toplamış ve üç ciltlik bir eser haline getirmiştir. Eser tahminen 1480 yılında tamamlanmıştır. Saltuk-name’ye göre Sarı Saltuk’un asıl adı Şerif Hızır, babasının adı Seyyid Hasan dır.
16 . yy da inşa edilen türbe hem içten hem de dıştan sekizgen planlıdır. Türbenin dışı siyah ve beyaz renkte taş kullanılarak örülmüş ve kabartma yazılar kullanılarak hareketlendirilmiştir. İç mekanı da dış mekanı gibi taş süslemelerle vurgulanmıştır. Yazı sanatının en güzel örnekleri mak’ili ve sülüs hatlı yazıların yoğun olarak kullanıldığı görülmeye değer bir türbedir. Mak’ili yazılı panoların birinde ”saadet-bat” , diğerine ‘rabbil-ibad” yazıları bulunmaktadır.
Kaynak ; Diyarbakır Kutsal Yerler Atlası ; T.C. Diyarbakır Valiliği , editör Doç.Dr. İrfan Yıldız
Kaynak; Nebiler,I. Uluslar arası Sahabiler , Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu 25-27 mayıs 2009 , diyabakır valiliği ve dicle üniversitesi , Diyarbakır camii hazirelerindeki Ulular ve Paşalar , Yrd.doç.Dr. Ahmet Akgüç

9 Aralık 2016 Cuma




 Aşıklı Sultan Türbesi... Kastamonu
 Merkez’de Kümbet sokaktaki türbesinde






Kastamonu’da tarihi bilgilerin menkıbevi bilgilerle yoğrularak karşımıza çıkardığı türbelerden biri de, halk arasında Yanık Evliya adı ile anılan Aşıklı Sultan’a aittir. Honsalar Mahallesi Kümbet Sokak’ta türbe içersindeki beş sandukada medfun bulunan zatların, Kastamonu’nun 1116’da Bizans’tan tekrar alınması esnasında şehit düşerek bulundukları yere defnedilen kişiler olduğu, kabul edilir. Daha sonra, yaklaşık hakimiyetleri 100 yıl sürecek olan Çobanoğulları döneminde, bu kahramanlara bir türbe yaptırılır. Aşıklı Sultan Türbesi eyvan tipi bir türbedir. İbadet mekanı ile büyük bir beşik tonoz ve alt katındaki mumyalıktan oluşan yapı, 4.00X6.51 m. boyutlarındadır. Cephe kemerinin etrafı silmelerle çerçevelenmiştir. Önyüzü düzgün kesme taş, diğer duvarları ise moloz taş örgülüdür. Doğusundaki mekanın mahiyeti uğradığı müdahaleler sebebiyle anlaşılamamıştır. Kitabesi olmadığı gibi hakkında yazılı bilgi de bulunmayan mumyalıktaki beş sandukadan biri Aşıklı Sultan’a, biri Mağripli Mehmet Ağaya aittir. Diğerlerinin kimlere ait olduğu bilinmemektedir. 1979 yılında tamir edilmiş olan yapının Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivindeki dosyasına göre Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Ankara Bölge Kurulu 1984 tarih, 386 sayılı kararı ile kamulaştırılması kararlaştırmıştır. Bu tarihten sonra türbenin etrafını saran yapılar yıktırılarak çevresi düzenlenmiştir. 1992 den sonra bir kez daha onarım geçirmiştir.
Yılda on bin ziyaretçisi olduğu ileri sürülen Aşıklı Sultan hakkında anlatılan menkıbelerden bazıları şöyledir.
Bir rivayete göre Cumhuriyetin ilk yıllarında, bir rivayete göre ise Selçuklu döneminde türbe yangın geçirmiştir. Anlatılanlara göre, kalbi temiz olmayan birisi gelerek türbede dua edip dilekte bulunur. Bu dilek, kişinin kalbinin kötülüğü sebebiyle yerine gelmez. Bunun üzerine sinirlenen kişi eline mum alıp türbeye gelir ve, ‚Dileğim olsun diye benden beklediğin bir mumsa işte yakıyorum, eğer söylendiği kadar büyük bir evliya olsaydın dileğim olurdu‛, diyerek yanan mumu türbede bırakıp gider. Bu sebeple türbede yangın çıkar. Bu sırada, dönemin Kastamonu valisi rüyasında Aşıklı Sultan’ı görmüştür. Evliya, ‚Yetiş vali türbem yanıyor, kalk da yangını söndür‛, diyerek valiyi uyarır. Vali hemen uyanarak evinin penceresinden türbenin olduğu yöne doğru bakınca, dumanların yükseldiğini görür. Derhal yangının söndürülmesi talimatını verir. Böylece yangına erken müdahale edildiği için türbe tamamen kül olmaktan kurtulmuş olur. Bu yangın sebebiyle de evliyanın naaşında yanık izleri kalmıştır. Türbenin duvarlarında da yangının izleri hala bulunmaktadır. Beden bozulmadığı için, naaşın kumandanın öldüğü zaman mumyalandığı düşünülür ve, bu sebeple çeşitli bilim adamları gelerek naaşı inceler. Cesedin mumya olmayıp doğal olarak korunup bozulmadığına karar verirler. Bugün bile evliyanın cesedinin bozulmamış olması ile ilgili bu durum, müslüman şehitlerin cesedinin bozulmayacağı, şehit düştüğü haliyle kıyamete kadar bedenin korunacağı inancına bağlanmaktadır. Aynı şekilde Kuzyaka’da bulunan Şeyh Mehmet Efendi’nin de cesedinin bozulmadan korunduğuna inanılmaktadır.
Yakın dönem Kastamonu evliyalarından Mehmet Feyzi Efendi’nin bu husustaki izahı dikkate şayandır. ‚Şehitlere, ölümü tattıkları anda melekleri ve cennetteki mekanlarını gördükleri için, gören, müşahede eden anlamında “şehid” denir. Bu anda onlar velayet derecesine ulaşırlar. Bedenlerinin çürümemesine sebep olan nur ile nurlanırlar”, diye izahatla Aşıklı Sultanın görünen durumunu dinen açıklığa kavuşturur.
Aşıklı Sultan’ın bugün sadece ayakları ziyaretçilere gösterilmektedir. Ama sanduka ortada olduğu için türbenin bekçisi bazen kötü niyetli kişilerin sandukanın tamamını açıp evliyanın parmağındaki yüzüğü almaya kalktıklarını belirtmiştir. Türbedarın anlattığına göre, evliya yüzük çıkarılmaya çalışıldığında parmağını bükmekte, yüzüğün çıkmasına izin vermemektedir. Aşıklı Sultan türbesinde ziyaretçilerin gece geçirmesine, burada uyumalarına izin verilmemektedir. Bu sebeple türbe belli bir saatten sonra kapatılır. Buna rağmen vaktiyle felçli bir adam gelerek evliyayı rüyasında gördüğünü ve gelip türbesinde yatarsa iyileşeceğini söyler. Bu sebeple de türbede gece uyumak istediğini belirtir. Bunun yasak olduğu kendisine ne kadar söylense de çok ısrar edince kalmasına izin verilir , fakat sabah namazı okunurken gitmesi istenir. Felçli kişinin, evliyanın kendisini çağırdığını, onun ısrarla yatmasını istediğini söylemesi türbedarı da etkilemiş, bir yandan yasak olması bir yandan evliyayı kızdırma korkusu çelişkide bırakmış, ancak birkaç saatliğine izin vermiş ama o geceyi türbedar da evinde sıkıntıyla geçirmiştir. Sabah namazıyla beraber türbeye giden görevli, gece felç bıraktığı adamın biraz daha iyileşmiş olduğunu fark eder. Bu olaydan kısa bir süre sonra tekrar türbeyi ziyarete gelen felçli adamın tamamen sağlığına kavuştuğu görülür.
Türbenin civarındaki evlerde yaşayan kişiler kendilerini güvende hissettiklerini söylemektedirler. Evliyanın o mahallede hırsız, uğursuz barındırmayacağına, hırsızlığa gelen kişinin çaldığı eşyayı mahalleden çıkaramayacağına, mutlaka düşürüp gideceğine inanılır. Bununla ilgili olayların çok yaşandığı anlatılır. Sokak başlarında bez içinde sarılı altınların, içi para dolu cüzdanların bulunduğu, bu altın ve paranın aynı gün sahibine ulaştırıldığı söylenmektedir. Özellikle türbenin olduğu sokakta yaşayan kişiler sokakta bulunan evlerin bereketli olduğunu, kimsenin para sıkıntısı çekmediğini ifade ederler. Üstelik mahalleye kiracı olarak gelen kişiler kısa zamanda ev sahibi olmaktadırlar. Mahallede sarhoş, kavgacı, huzursuz, kötü ahlaklı kişiler barınamaz, bu karakterdeki kişilerin başlarının sıkıntıdan kurtulmayıp sonunda mahalleyi terk edip gittikleri kabul edilir.
COŞIK BAWA (COŞPA) DERSİM














"Ew xûdîye kefş û kirametane"', ermişleri, evliyaları ya da seyitleri tanımlamak amacıyla kullanılır. "O, keramet sahibi bir zattır." anlamındaki söz, Coşîk Bawa (Baba) için de söylenir. Ancak Dersim kültünde bu zatın kim olduğuna geçmeden önce cümlede geçen "kefş" (kıfş)="önceden bilen" sözcüğü üzerinde durmak isterim.

Aslında bu terimle medyumlar, kâşifler ve en önemlisi de falcılar uğraşmaktadırlar. Bana kalırsa en çok da falcıları ilgilendirir. Alevi pirlerinin de ilgilendiği, sık sık başvurdukları terimlerin içinde yer alır. Falcılıkta, genellikle avuç içi önemlidir. Avuç içine bakarak geleceği okumak, hem bakanda hem de bakılanda avuç içini kutsallaştırmıştır. Falcıların el içine bakarak bu işi yapmaları, pirlerin avuç içini öptürmeleri, geleceği okumaları da yine benzer bir duruma yol açmıştır. Avuç içi, adeta insanın "leffî-mafvuz" alanı gibidir. Kader defteri gözü ile bakılmıştır. Hurufilik ile uğraştığım dönemlerde, avuç içinin önemi­nin sadece bizde değil, örneğin Arap toplumunda da bir öneminin olduğunu gördüm, sol eldeki derin çizgilerin Arapça ai (81), sağ eldeki ia (18)'den çıkarılınca 63 kaldığını, bunun da Hz. Muhammed'in yaşını belirlediğini öğrenmiştim. Avuç içleri, bugün gerek Sünnilerde gerekse Ale­vilerde öptürülür. Kutsal bir alan gibidir. Bütün bu söylediklerimin konumuzla ilgisi şudur: "Kefş", Kürtçe'de kef=avuç içi, şa=ışık, tanrı, nur, tanrının yazgı yeri anlamlarına gelir. Allah'ın, insanın yazgısının avuç içine onurlandırmasıdır. "Kefş"in, "kef't yerleştirilmesi bu açıdan önemli bir olgudur. Bilinmeyenlerin bulunup açığa çıkarılma yeridir. Gizlerin saklandığı bu yer ise "Kefş"sahibi olan kişilere aittir. Bunun bilinip açığa çıkarılması sıradan bir insanın işi değil, "Kıfş (kefş) û kiramet" sahibi olan kişilerin, yani keramet sahibi olanların işidir ancak.

Kef'in avuç içi anlamında olması ve avuç içinin de insanın hayatıyla ilgili bilgiler içermesi, aklımıza "kâşif ve "keşif sözcüklerinin buradan türemiş olabileceğini getirmektedir.işte bu noktada "Coşık" sözcüğünün anlam ve önemi karşımıza çıkar: Co=cî (yer) anlamına gelirken, şîk (belli), Coşîk (belli yer kılavuz)

Bugün Coşîk Bawa'nın (halk, çoğu zaman Coşpa der) bulunduğu yerin bir tepe olması, etrafının koru ağaç kümeleriyle çevrili olması ona aynı önem kazandırmaktadır. Bir ziyaret yeri olan Coşîk Bava'da, birçok ziyaretin aksine tek bir ağaç yoktur. Burada bine yakın meşe ağaçları vardır. Ortada bulunan mezarın etrafında ağaçlar. Cem düzeniyle dizilmişlerdir.

"Koru" sözcüğünün ilk bakışta öz Türkçe "Korumak" fiilinden kaynaklandığı   akla gelse de, Kürtçe'de karşılığı"Qorî"dir. "Qorî", genellikle yüksekliği ifade eder. Qo sözcüğünün "ko"(dağ) ile de bir anlam bütünlüğü var. "Ko", her ne-kadar Kırdaşki'de dağ anlamına gelmese de, Kırmancki'de dağ anlamına gelir. "Koçer"in, (ko=dağ, çer=giden, asker) "dağa giden, dağ askeri" anlamında olduğunu gözden kaçırmamalıyız. "Qo-rî"nin rî=ri (yol), aynı zamanda Tanr'yı ifade ettiğini daha önceki yazılarımda belirtmiştim. Bütünleştirecek olursak, kısaca Tanrı Dağı, Evliya Dağı, Kutsalların Dağı anlamı, "Qorî" sözcüğü için geçerli olan bir tanımlamadır. Yüksek tepelerin, dağların kutsallaştırıldığını tarihte kimi toplumlarda da görüyoruz. Qori aynı zamanda Qarî yani kızmak anlamını da taşır. Burada ki ağaçların kesilmesi yasaklamak fiilinden kaynaklanan Kürtçe ve Hatice bir kelimedir.


Coşîk (belli olan yer) ve Qorî (Tanrı dağı. Kutsalların Dağı) sözcükleri karşımıza Coşîk Bava kültünü çıkarmaktadır.Ttıpkı Duzgın Bawa gibi...

"Coşîk". Mazgirt ilçesinin 25 km. güneydoğusunda bulunur. Muxundî'ye bağlı bulunan Coşîk. Muxundî'nin 7 km. doğusunda yer alır. 2000 rakımlı olan bu yer. Yöre köylerinin merkezi konumunda bulunan bir ziyarettir. Burası geçmiş dönemlerde sıkça ziyaret edilir, kurbanlar kesilir, dileklerde bulunulurdu. Ancak bu gelenek, hemen hemen yok olmak üzereyken yeniden dirilmeye geçti. Ziyaretin 2 km. kuzey doğusunda, "Coşîk Köyü" vardır. Coşîk Bawa'ya sınır olan diğer köyler de şunlardır: Hûlman, Gaz (mez­ra), Manekrak, Rîçik, Goman, Teman, Haysiv...

Coşîk Bava'ya sınır olmadığı halde burayı karşıdan gören (görünen) ya da görmediği halde kutsallığını kabul edip ziyaret eden, zaman zaman da yönünü buraya dönüp dua eden köyler de vardır. Bunlar oldukça geniş olmasına rağmen ben bir kısmını yazacağım: Golan, Qelesqelan, Qelemizgîn, Kortan, Beroc (Beroj), Gûltan, Canîk, Axkilîs, îsnîs, Kor-mîs, Xodan..Kardere…
Bazı köyler,  karşıdan baktıkları haldeCoşîk Bava'yı göremezler. Bu köyler, Coşîk Bava'ya saygının bir ölçütü olarak Coşîk Bava'yı gören bir tepeyi ziyaret olarak kabul etmişlerdir. Xıran (Hıran) bölgesindeki bazı köyler çukurda kaldıkları için "Avdeleziz"i ön planda tutmayı tercih etmişlerdir. Coşîk Bava'ya kadar gidemeyip ama ona adak adamak isleyen insanlar, kurbanını Coşîk Bava'ya doğru çevirip duası verildikten sonra keserler.

Coşîk Bawa adının söyleyiş itibariyle  insanlar daha çok "Coşpa" adını kullanırlar. Bu kısaltma, genzin gerisinde çıkan (k) sesinin Bava'yla bütünleştirilirken söyleyiş itibariyle karşılaşılan zorluktan dolayıdır. Gerek Sumerler'de  ve Hitit-Hattilerede(bkz. Bilal Aksoy, Munzur dergisi, sayı: 3), gerekse Türkçe'de kullanılan "Baba" yerine, kendileri için rahat ve kutsal olan "Pa"yıtercih edilip, kısaca "Coşpa" derler. 'Pa’'nın, aynı zamanda "payitaxi" (Payitaht-Başkent) anlamına gelen sözcüğün ön eki olduğunu hatırlatmakta fayda var.

"Ca, ci, co. cî" sözcükleri "yer" anlamında kullanılırlar. Hangisinin kullanıldığı yöreden yöreye değişir. Bu sözcüklerin, işaret zamiri olarak kullanıldığı da olmuştur. Direkt olarak "yer"anlamında ise "şund" sözcüğü kullanılır. Zaman zaman işaret sıfatı yerine de kullanılabilir. Tabii bu, sadece söz konusu sözcüklerle sınırlı değil. Birçok başka sözcük de bu görevi yerine getirirler. (Ci sözcüğü, Dersim'de bazı bölgelerde (Kırmancça'da) dışkı olarak adlandınlırsa da Kırdaşki'de söz konusu anlamla yakından uzaktan bir ilgisi yoktur.). Örneğin, Ci-lo=Lo'nun diyarı, cem=topluluk yeri, cot=çift sürme, iz bırakma, çong=diz, cî-ye xa=kendi yeri, cî=yer, nokta, ca=yer (Kurmancki'de), Cebaxcur=Bingöl, Ca-nîk=ayak izi

Munzur dergisinde, Dersim'de yer ad­larının kökeni ile ilgili yazılarıyla tanıdı­ğımız ve benim de yazılarından çok şey öğrendiğim Bilal Aksoy, Munzur dergisi­nin 3. sayısının 10. sayfasında, "İsnis köyünün yakınlarında Peri suyunun kenarında yöre halkının Nıqa Xızır (=Hızır Ayağı) dedikleri büyük bir kaya parçasının üzerinde al nalı izi bulunmaktadır. Yöre halkının anlattığı söylenceye bakılırsa, Hızır, bu suda geçmek isterken su giderek azmış ve taşmış..." diyerek, İsnis köyünün ismini buradan aldığını belirtmiş. Türkçe kökenden gelen Is-, iz- ön ekinin, Kürtçe kökenli olan nis, nig, nus gibi son eklerle birleşip bir anlam ifade etmesi bize göre zayıf bir ihtimaldir. Iz-sözcüğünün karşılığı yöre dilinde çi, n, re, giz, cız, xet gibi sözcüklerle ifade edilmektedir. Aynca o bölgede en eski yerleşim yeri Axkilîs ve Canîg'tir. Xodan ve isnis geç dönemde kurulmuş köylerdir.

Coşîk Bava)'nın batısında durularak, çekilen fotoğrafı.
Fot. Servet Elaldı

Canîk'te "Xızır'ın atının ayak izleri"ninbulunduğundan söz edilse de. Bu isnisteki addan kaynaklanmaktadır.. Canîk ismine baktığımızda, ci=ciye (yer), nıg=nig (ayak), birleştirdiğimizde de "ayak yeri"anlamına karşılık gelir. Böyle bakıldığında, kanımca Aksoy'un anlat­tığı hikâye Canik'e  (Cîyenık, Canîg) daha uygun düşmektedir. Söz konusu yerin hem Caniğe Hem de İsnis’ e yakın olması hangi köye aittir demek yersiz olur.Canik, Canikoğularının aracılığıyla Orta Asya Türklerine bağlamanın bir mantığı yoktur. Bir diğer özellikte CAN sözcüğü Ermeni diline dayanan terim olmasıdır.

Bütün bu örnekler, Coşîk'in "belli bir yer"i işaret ettiği savımızı güçlendirmektedirler. Coşîk Bava'nın bulunduğu yere çıktıp baktığımızda, buranın konumunu rahatlıkla görebiliriz. Buraya bakan küçük tepelerde birir ikişer ziyaretler görürüz. Bu ziyaretlerin ne olduğunu, kim için olduğunu sorduğumuzda, "Hember Coşpay" (Coşpa'nın karşısıdır.) yanıtını aldık hep. "Hember" sözcüğü Tanrı'nın karşısı, Tanrı'nın aynası ya da kutsallığın aynası anlamında kullanılır. Coşpa'nın yakınında bulunan Beroj köyü, güneyde (güneşe karşı) olduğundan dolayı bu adı almıştır. Kurmancça'da henî (alın) ve helî (ayna) sözcüklerindeki he- ön eki, "Hem­ber"sözcüğünün "Kutsallığın aynası, kutsal olanın karşısı" anlamına geldiğini tastik eder.

Halk arasında kimileri, Hınıs'ta (Ke1é) bulunan "Goşkâr Bava"nın Coşîk Bava olduğunu söylerler. Goşkâr, "çarıkçı" demektir. Coşîk Bava için anlatılan söylen­celerde böyle bir meslekle ilintili bir motife rastlamıyoruz.

Coşîk Bava'nın nereden geldiği kesin belli değildir. Bir söylenceye göre, cem töreni sırasında, bugünkü Coşîk (yeni adı: Yaşaroğlu) köyünde bir keramet gösterilmesi istenmiş. Bu istek karşısında, burada bulunan bir tepenin üstünde birdenbire ateş yanmış. Bu tepeye daha sonra "Coşîk Bava" denmiş. Der bir anlatım Bava Mansur’un cem yaptığı yer olarak söylense de, Ayrı tanımlama ve kişilik  ve kimlik olarak çıkan Coşîk Bava farklı bir kişiyi göstermektedir. Mezar taşlarına baktığımızda üzerinde kılıç ve at resmilerine rastlıyoruz ki at ve kılıç kişinin savaşçı olduğunun belgesi yani cengaverdir. Ayrıca altıgen yıldız ve yıldızların oklarının dışa doğru   olması bilgeliğin sembolüdür. İlk dördü dört yönü son ikisi de gök ve yeri temsil eder. Gök tanrı ilmini  yer ise yer altını temsil eder kişinin bu ilimde haberdar olduğunun işaretidir. Bu aynı zamanda ışık teorsi, Saabiilik ve ışık tayfasının da sembolüdür.

Coşîk Bava'nın karşısında bulunan bir yamaç da ilginçtir. Hûlman'a (yeni adı: Doğucak) bağlı arazi içinde bulunan bu yamacın adı "Heft Tejan"dır. Heft, Kurmancça'da 7 sayısıdır. Tej, yanyana sıralanan anlamında kullanılır. Hefl Tejan, yedi sıra, yedi tayfa, yedi bölüm anlamındadır. Buraya bakıldı­ğında, yamaçta, yukardan aşağıya doğru yanyana sıralı olan 7 tarla bulunmaktadır. Bu tarlalar, orman kazılarak bilinçli olarak yapılmıştır. Dikkatlice bakıldığında, bir tarla yeri daha  açıla bilinirmiş, ama açılmamış, "heft tej" olarak bırakılmış. Tej sözcüğü, Kürt kilim ve astırlannda da (kıl kilim) birbirine eklenmiş parçaların her birine denir. Bu, yedi sayısının yörede kutsal sayı olarak kabul edilmesinden kaynaklanmıştır. .yedi sayısının  önemli bir sayı olması ezidiler ve Zerdüştlük teki sayıbenzerliği önemli bir özelliktir ayrıca mu dininde de bu sayıya rastlamaktayız. Heft Tejan yamacının arkasında, ondan daha yüksekte bulunan bir diğer tepede "Pozı Çandoşî" adıyla anılır. Poz (bu­run), çan (çan), şi (ışık) = Çanın arkasındaki ışık anlamındadır.  Doşi kelimesinin hiza anlamına olması ve Tam Gaz’da ki kilise ile Axkılis doğrultusunda olması isim olarak ayrı bir önemdir.  Çandoşî ismi Axkilîs ile bu tepe için mi kullanılmış, yoksa "Seydı Gazi"de bulunan Kilise için mi kullanılmış bilinmez ama bir işaret olarak kullanılması    önemlidir.

Ayrıca Hülman ve Sedyê Gazê arasında bulunan Qurçe Leylê Tarihi bir Urartu ve Ermeni şehridir. En ilginç Coğrafi konumu ise Qurçê Leylê’ de bakılınca Kutup Yıldızı tam Coşpa nın hizasını belirler ki Ciyê şık anlamını bübütün pekiştirmektedir. Yoksa yapılan tüm araştırmalarda  böyle    bir ermişe raslamıyoruz.

Seydî Gazi'deki kilise çok eskidir. Büyük bir kaya oyularak oluşturulmuştur. Yaklaşık 2x2 m. olan bu oyuk, minik bir odayı andırmaktadır. Ön tarafında ise küçük bir kuyu bulunmaktadır. Kuyu, sarnıç tarzında üstten dar, derinleştikçe genişle­yen ve yaklaşık 1-1.5 m. derinliğinde bir özelliğe sahiptir. Yaşlıların anlattığına göre, her ne kadar buraya kilise deniyorsa da, burası bağ bölgesidir. Eskiden "File” (Ermeni), burada üzüm şiresi sıkarmış. Şire, aşağıya, Hûlman'a kadar borularla taşınırmış... (dense de burada bir yanılgı var. Birincisi 2 km.lik bir mesafeye şıra gitmez donar. Ama şunu söyleyelim ki mevcut kilisenin ikiyüz metre aşağısında “Qûrça Leylé” eski ve Urartulara ait  yerleşim yeri vardır.)  Oyularak oluşturulan bu tek parça kayanın dışında etrafında hiç taş bulunmamaktadır. Kilise, daha çok Taş Devri oyma kayalarını andırır. İhtiyarlar, buranın Ermeni kilisesi olduğunu söylerlerdi. Sedye Gazê Taybin mevkindeki bu taş alt tarafında bir sarnıç vardır. Bu sarnıç şarap imalat hanesi olarak kullanıldığı ve borularla Qurçê Leylê ye taşındığı söylenmekteydi.  
Coşîk Bava'nın etrafında bu tür yerler oldukça faz­ladır. Her yerle ilgili bir söylence vardır.CoşîkBava'nın kuzeyinde Duzgın Bava görünür. Yine Coşîk Bava'nın kuzeydoğu istikametinde Sılbus Dağı görünür. Onun da yanında küçük bir dağ daha vardır. Yörede bu iki dağla ilgili anlatılan efsane şöyledir:
Sılbus Dağı'nın yanındaki dağın adı "Sûtar"dır.Sılbus'un üzerinde kar, genel­likle eksik olmaz. Sûtar'a ise kar yağsa da kısa bir süre sonra kalkar.

Anlatımlara göre Sılbus ve Sûtar iki kardeşlermiş. Bir gün kavga ederler. Son­ra da birbirlerine beddua ederler. Sûtar, Sılbus'a, "Şala tû bıwîy kevir, berfji ser te kêm newbî" (Dilerim taş olursun, üzerinde hiç kar ek­sik olmaz) der. Sılbus ise ona şöyle bir bedduada bulunur: "Şala tû ji inşallah dıwbîy kevir, ser wîy kevirî da kewır dıbarîy" (Dilerim sen de taş olursun, o taşın üstüne taş yağar) der. Her ikisinin de dileği kabul olur, dağa dönüşürler. Sılbus'un üstünde kar eksik olmaz, Sûtar'ın üstünde de irili ufaklı kaya parçalan...

Sûtar, örtünmek, örtmek, gizlemek, kapatmak, balkon, gölgelik, korumak, koruyan ve yıldız ... gibi anlamlan taşır. Sû=ser (üstü) anlamındadır. Tar (üstünü örtme, koruma yeri) anlamındadır. "Taş olan hacının üstünün yine taşla örtülmesi" de bu anlamı pekiştirir.

Sılbus adındaki bus=pus son eki sis anlamındadır. Sil sözcüğü, ser'den kay­naklanmış olsa gerek. Serbus, üstü sisli olması nedeniyle halk tarafından Sılbus adıyla sonradan anılmaya başlanmış olabilir.

Köken itibariyle her ne olursa olsun, bu iki dağ ziyarettir. Birine dua edildiği zaman, "Sılbus ji tera sıtarwiy("Sılbus seni korusun) diye dua edilir. Bu, en çok edilen dualardan biridir.
Kimi yörelerde Sûtar'ın kız değil erkek olduğunu anlatan­lar da vardır. Yeri gelmişken hatırlatmak istiyorum: Sümer­ler'de Sataran, davalara hakemlik eden tanrıdır. Sippar ise, Sümer'in kuzeyinde bir kent, tufan öncesi kenttir.

Coşpa ya yakın bir terim olarak ve anlamdaş özelliği olan bir kelime Sumerlerde karşımıza çıkmaktadır. “Bizim şehrin güney doğusunda şehir duvarlarına yakınçok büyükiçini ulu ağaçların gölgelendirdiği bir parkımız vardı. Adı şaurugişsar anlamı Kentinortasındaki bahçedir (M.İ. Çığ Sumerli Ludringra s.26) ve coşpa birçok alevi kürt köylerinin ortasında bulunur.

Coşîk Bava'nın beşyüz metre ilerisinde de "Gevin Xızır" (Hızır Taşı) vardırHızır'ın parmaklarına benzetilen bu taş dilerim hâlâ yerindedir. Coşpa ile coşık köyü arasındadır.

Bugün "Coşpa’nın” mezar tahrip olmasına rağmen, taşlar üzerindeki figürleri hâlâ göze çarpmaktadır. Bu figürler çeşitli hayvanlara aittir. Kılıç figürü de yine göze çarpan figürlerden biridir. Yine taşlar üzerinde altı köşeli yıldız fi­gürü şairin dediği gibi “Altıgendir bizim esas temelimiz” Altıgenin kıvrımlarının dörderli olması ise dört nesneyi ifade eder. Ayrıca ay=sin figürünü işaret etmesi aynı zamanda demir kazık (kutup yıldızı) anlamı ve şehre yön vermesi de bir başka önemdir. Türbenin üstündeki kılıç ise kişinin savaşcı anlamını ifade eder.

Coşîk Bava (Coşpa)'nın mezar taşlarından birinde altılı bir figür ve her altılı figürde dörtlü çizgiler.  Üst tarafta ise ay ve kılıç figürleri  var. Bunun anlamını yukarda açıklamıştım.
KÜLTÜRÜMÜZE SAHİP ÇIKMA DİLEĞİYLE.
 Seyfi MUXÛNDî

ALINTI..
KENDİLERİNE TEŞEKKÜR EDERİZ.