KARIŞIK

2 Aralık 2016 Cuma

Ali Baba türbesi.sivas


Kendi adıyla anılan caminin içindeki türbesinde medfun bulunan Ali Baba (ö.1574) XVI. Yüzyılda yaşamış ve Sivas’ın en zengin zaviyelerinden birini kurmuştur . Horasan’dan gelmiş olduğu ileri sürülen Ali Baba’nın Kanuni’nin veziri Rüstem Paşa’nın hocası olduğu gibi Pir Sultan Abdal’ın musahibi olduğu da anlatılanlar arasındadır . Rüstem Paşa’nın devrin siyasi anlayışına göre sosyal bir tedbir olarak zengin vakıflarla desteklediği zaviye, gelen gideni ağırlayan bir sosyal kurum olarak varlığını günümüze kadar sürdürmüş ve külliyenin ana binası Sivas’ta yakın zamanlarda restore edilerek Susamışlar Konağı adıyla hizmet vermektedir.
Ali Baba’nın hayatı hakkındaki bilgilerimiz anlatılanlarla sınırlı sayılabilir. Rivayete göre Ali Baba, musahibi Hubyar ile birlikte İstanbul'a gitmişler. Dirlik alabilmek için fırına girip, keramet göstermişler. Ali Baba, padişahın, "dünyanın tadı tuzu nedir?" sorusuna, "yiyip içmek, def'-i hacet itmekdir", diye cevap verince, zindana atılır. Bunun üzerine Ali Baba, "sen ye, iç fakat def'-i hacet ideme", diye beddua eder. Gerçekten padişah hastalanıp, def'-i hacet edemez duruma gelir. Sonra Ali Baba'nın yardımıyla def'-i hacet edip, rahatladıkça, kendisine bir köy bağışlar.
Anlatıldığına göre, Ali Baba çok uzun yaşamış. Uzun yaşamanın sırrını öğrenmek isteyen birisine, Bağdat'ta bulunan Hasan Baba'ya gitmesini tavsiye etmişler.
“Bağdat'ta var bir Hasan Baba
İnce adamdır amma, görünür kaba saba”
Adam Bağdat'a gidip, Hasan Baba'yı bulmuş. Hasan Baba;
“Büyük kardeşim benden daha genç Sivas'tadır mekanı
Kendisi yüz yaşında, durmadan oynar kanı”
diyerek, adamı Ali Baba'ya göndermiş. Adam, Sivas'a gelip, Ali Baba'yı bulmuş ve ona misafir olmuş. Ali Baba, hanımından kilerden karpuz getirmesini istemiş. Hanımı küçük bir karpuz getirmiş. Ali Baba, hanımından, daha büyük bir karpuz getirmesini istemiş ama, hanımı yine aynı karpuzu getirmiş. Bu hal birkaç kez tekrarlandığı halde, hanımı yine aynı karpuzu getirmiş ve “daha büyüğü yok, büyüğünü almadın ki, getireyim”, gibi olumsuz bir laf etmemiş. 0 zaman Ali Baba, konuğuna, “İşte uzun yaşamanın sırrı bu!.. Demedi ki, bir başka karpuz yok. Kadının iyiliğinden dolayı insan çok yaşar”, demiş.
Ali Baba mücerred kalmak için evlenmemiş. Ancak, bir gün caddede yürürken, sarhoşun biri, Ali Baba'nın yakasından tutup, babasının kabrine Kur'an okutturuyor. Bunun üzerine Ali Baba, “ben ölürsem arkamdan kim Kur'an okutacak”, diye düşünüyor ve evleniyor. Ali Baba vefat ettiği zaman, geride bıraktığı oğlu Ahi Mehmed henüz on iki yaşında bulunuyordu.
1960’larda, Tanyu Ali Baba türbesinin başı ağrıyanlar, ağzı çarpılanlar, korkanlar ve yedi tekke dolaşanlar tarafından ziyaret edildiğini kaydeder .

Şeyh Mehmet türbesi ..sivas

Tanyu, Sivas’a üç saatlik bir mesafede, çolak, kötürüm ve felçlilerin, cine çarpıldığına inananların götürüldüğü Karacalar Tekkesi’nden söz eder . Burada "devletlinin yanında yatırıldığı"nı, "yarı uyku halinde iken ak sakallı biri"sinin gelerek üç defa hastanın sırtını okşadığını, "büyük postu alayım da küçük sırtına örteyim" dediğini, sonra hastanın "ben yürüyorum" diye bağırdığını ve kapıyı açtıklarında, hastanın yürüdüğünün görüldüğünü nakleder. Kaya, Ulaş ilçesindeki Küpeli Baba ve Çam Dede’nin Karacalar Tekkesindeki zatın kardeşi olduğunun ileri sürüldüğünü kaydeder . Burada yatan zatın asıl adı Mehmet’tir. Tekke köyü yakınlarındaki tekkeye “Karacalar Tekkesi” denilir. Buraya sinir, felç hastaları getirilir. Kurban kesilir. Fakir kimseler ise tekke bekçilerine para veya eşyalar verirler. Bir gece orada kalınır. Allah’a hamd ü senalarda bulunurlar. Ertesi gün ayrılırlar.
Metin Bozkuş Sivas-Ulaş Yöresindeki Aleviler hakkında bilgi verirken bunların, Sünni bir köy olan Gümüştepe (Şeyh Derdiyar) köyünde bulunan ve cami avlusundaki “Karacalar Tekkesi” denen türbeye, hastalarını götürdüklerini, bunları orada yatırdıklarını, iyileştikten sonra da buraya kurban kestiklerini ve buraya çevre Sünni köylerden de gelen olduğunu yazmaktadır.
Gümüşpınar köyü, Ulaş ilçesinin güneyinde yer alır ve ilçe merkezine 10 km. uzaklıktadır . Köyün ismi, önceki yıllarda Şeyhler Diyarı, Tekke, Karacalar Tekkesi iken sonradan değiştirilerek devlet tarafından “Gümüşpınar” adı verilir. Bunun dışında köyün, yörede en çok bilinen adı “Karacalar Tekkesi” olmakla birlikte “Şeyhler Diyarı” ve “Derecik Ağılı” isimleri de vardır.
Karacalar Tekkesi adını almasıyla ilgili şöyle bir rivayet anlatılır. Ulaş’a bağlı Karacalar köyünden yaklaşık 150-200 sene önce birkaç kişi gelerek bu köye yerleşirler. Buraya göç edenlerden dolayı bu köye “Karacalar” denmiştir. Gümüşpınar Köyü’nde bir türbe bulunmaktadır. Bu nedenle köye eskiden “Karacalar Tekkesi” adı verilmiştir.
Şeyhlerdiyarı ismi konması hakkındaki rivayet ise şöyledir: Bu köyde tarihi belli olmayan bir devirde devlet tarafından bir medrese yapılarak etrafında bulunan 12 köyün öşürü (geliri) medresenin ihtiyaçları için gelir olarak verilir. Bu medreseden mezun olan alimlerin çokluğuna nisbetle köye “Şeyhler diyarı” denmiştir.
Hubyar’ın torunu Mustafa’nın oğlu Derdiyar’ın mezarı konusunda Hubyarlıların gösterdiği adres Sivas-Ulaş-(Karacalar) Gümüştepe (Gümüşpınar olmalı) köyüdür . Köyün isminin eskilerde Şeyh Derdiyar olduğu bütün köylüler tarafından bilinmektedir. Anlatılan rivayetlerde Şeyh Derdiyar’ın çeşitli kerametlere sahip ermiş bir kişi olduğu belirtilmektedir. Köylüler Şeyh Derdiyar’ın kimliği ve Hubyar’la bağlantısı konusunda herhangi bir bilgiye sahip değildir . Köyün içinde Cami avlusunda bir türbe bulunmaktadır. Bu türbenin Şeyh Mehmet isimli bir kişiye ait olduğu söylenmektedir. Derdiyar’ ın diğer bir isminin Mehmet olduğu da söylenir. Türbe üzerindeki mermerde bu isim yazılmıştır. Fakat türbenin ne zaman yapıldığı konusunda bir bilgi yoktur. Bu türbenin çevrede bulunan Alevi-Sünni insanlar tarafından ziyaret edildiği, özellikle çocuğu olmayanların burayı ziyaret ettikleri anlatılır.
Horasan evliyalarından olup yedi kardeşin mezarları da çevre yörelerde bulunduğu, Şeyh Mehmet’in bir sefer sırasında bu köyde çobanlık yaptığı ve burada vefat ettiği, sağlığında çeşitli kerametler göstermiş olduğu rivayet edilir. Bununla birlikte, herhangi bir kitabesi olmayan Mehmet Dede türbesinin, Yavuz Sultan Selim zamanında, türbe, medrese, ve çeşme olarak yapıldığı söylenilir . Bugün ise, medrese ve o caminin enkazı bile kalmamış taşları ev yapımında kullanılmıştır. Mezarın etrafında başka şahısların mezarları da vardır. Eskiden etrafında ağaç oymadan yapılmış bir mekan var iken, bu şimdi yoktur. Türbeye akli dengesi bozuk olanlar, sara hastaları, felç geçirenler gelmektedir. Bu hastaların şifa buldukları ifade edilmektedir. Abdest alınmasını müteakip iki rekat namazdan sonra, dua edilip dilekte bulunulmaktadır. Hali vakti iyi olanlar, burada koyun veya inek keserek fakirlere ve köy halkına dağıtmaktadırlar. Halk arasında yaşayan rivayetlere göre; Yavuz Sultan Selim Mısır ve Bağdat seferlerine giderken Ordusu, şimdi Yenikarahisar ve Gümüşpınar köyleri arasındaki düz ovada dinlenmek istemiş ve orada otağ kurmuştur. Kendisine Şeyh Mehmet Dede'den bahsedilince, 3 altın göndererek Dede'yi huzuruna çağırır. Elçi geldiğinde Dede bahçe bellemektedir. Bu esnada elçiye bahçedeki her şey altın olarak gözükür. Elçi utancından o üç altını veremez ve sadece, "Padişah sizi çağırıyor", der. Şeyh Mehmet Dede de bahsetmediği üç altını çocukları için harcamasını söyler. Elçi hayrete düşer. Dede, Elçi'ye "sen git ben de arkandan geliyorum" der. Elçi padişahın yanına gelince Dede'nin oraya kendisinden önce gelmiş olduğunu görür ve hayret içinde kalır. Bu arada padişah ve Dede iki salatalık tohumu dikip başlarına birer bekçi koyarlar. Padişah seferden dönerken bakarlar ki, Dede'nin ektiği meyve verirken padişahın ektiği henüz çiçek açmaktadır. Bunun üzerine padişah bu köylerin öşürünün % 10'unu bu köye bağlar, medrese cami ve çeşme yaptırır.
Yılda 2.000-2.300 kişinin ziyaret ettiği türbenin kumbarasına atılan paralarla türbenin bakımını köy ihtiyar heyeti yapmaktadır.

Ruhsati Baba  Türbesi ..sivas .kangal



Kabri ilçenin Deliktaş bucağında (1835-1912) bulunan Aşık Ruhsatî’nin asıl ismi Mustafa’dır . Ruhsatî’nin dedesi Tonus’tan (Altınyayla) gelmedir. Anadolu’nun çeşitli yörelerini gezen Ruhsatî’nin Bektaşî olduğu ileri sürülmüşse de şiirlerinden Nakşibendi tarikatine mensup bir âşık olduğu görülür. Hakkında “Sivas’ta Aşıklık Geleneği ve Aşık Ruhsatî” adı altında Doğan Kaya tarafından bir eser yayınlanmıştır.
Ruhsatî, Sivas’ın Deliktaş bucağında doğmuş ve ömrünün hemen hemen tamamını burada geçirmiştir. Bir deyişinden, Ruhsatî’nin babasının Mehmet olduğu anlaşılmaktadır. Ruhsatî on iki yaşında öksüz ve yetim kalır; bu bakımdan kuvvetli bir tahsil göremez. Şiirlerinden, dört kere evlendiğini ve bu evliliklerden yirmi üç çocuğu olduğu neticesine varılır. Eşlerinin adı sırasıyla şöyledir: Mihri, Ayşe, Fatma ve Mühimme. Bunlardan Mihri, oğlu Âşık Minhacî’nin annesidir.
Ruhsatî, uzun müddet Deliktaş ağalarından Ali Ağa’nın yanında azap durmuştur. Kimi zaman Tecer’deki değirmenlerin su işlerinde çalışmış, kimi zaman da köyünde kiracılık, rençperlik ve çobanlık yapmıştır. Bazen de inşaatlarda bennelik (duvarcılık) yaptığı olmuştur. Zaman zaman gurbete çıkan Ruhsatî ömrünün sonlarında köyünde imamlık yapmıştır. Ömrü fakirlikle geçen Ruhsatî, ufak-tefek yardımlar haricinde kimseden arzuladığını bulamamıştır.
Anlatıldığına göre, Ulaş’a bağlı Kertme Köyü mezrasında uykuya dalan Ruhsatî’ye pirler tarafından bade verilir. Bu hadiseden sonra çevrede Ruhsatî’ye Hoca, Ruhsâtî, Aşık, Cehdî denilmiş, hatta deli ve serseri diyenler de olmuştur. Şeyhinin Şakir Efendi olduğu şiirlerinden anlaşılmaktadır.
Yöre halkı Ruhsâtî Baba’yı veli bir zat olarak kabul etmektedir. Denilir ki, Turnalar, Kurmaç Tepesinden gelip kavis alırlar, Kale mevkiinden geri dönerek Ruhsâtî Baba’nın mezarı üzerinde kanat çırptıktan sonra Darende yönüne doğru, Somuncu Baba’ya giderlermiş. Çorum’da bir kadın Ruhsâtî Baba’yı rüyasında görür. Ruhsâtî Baba kadına, “Gel beni ziyaret et”, der. Uykudan uyanan kadın, Ruhsâtî Baba’yı araştırıp soruşturduktan sonra, Deliktaş köyüne gelir. Köyden satın aldığı bir kurbanı Ruhsâtî Baba’nın mezarında kestirerek köylülere dağıtır. Daha sonra rüyasını köylülere anlatarak ziyaret sebebi hakkında bilgi verir. Hasta olarak gelen kadın sıhhatine kavuşarak memleketine döner.
Hayvanların “bostca” hastalığının tedavisi için buraya gelip Ruhsâtî Baba’nın mezarından aldıkları toprağı tuza katarak hayvanlara yalattırırlar. Çocuğu olmayan kadınlar, çocuk sahibi olmak için mezarlığa gelip mümkün ise, Ruhsâtî Baba’nın mezarının yanında bir gece yatarlar. Ertesi gün mezarın üzerinden bir avuç toprak alarak oradan ayrılırlar. Bu toprağın bir kısmını yedi gün yemeklerine katarak yerler. Kalan kısmını da muska yaparak boyunlarına asarlar. Gurbete giden gençler, gitmeden önce Perşembe günü Ruhsâtî Baba’nın mezarını ziyaret ederek ondan izin alırlar. Askere gidenler, burayı ziyaret edip izin aldıktan sonra mezardan bir miktar toprak alarak onu hamayel şekline getirip üzerlerinde taşırlar. Böylece kendilerine gelebilecek bela ve kötülüklerin defolacağına inanırlar. Ayrıca havalar kurak gittiği zaman, yağmur duası için oraya gidilerek kurbanlar kesildiği gibi, gece uykusunda ağlayan ve karanlıktan korkan çocuklar için de, Ruhsâtî Baba’nın mezarı ziyaret edilerek yardım istenir.
Ruhsatî, irticali olan fakat saz çalmayan bir âşıktır. Fiziki olarak uzun boylu, beli bükük, çil yüzlü, çakır gözlü, sarı sakallı bir yapıya sahip olan Ruhsatî, karakter itibariyle de ideal insan vasıflarına sahiptir. Basiret, kanaat, tevazu ve izan sahibidir. Haramdan, gıybetten kaçınmış; sır saklamasını bilmiş, kimsenin azına çoğuna karışmamış, kimsenin malına göz dikmemiştir. Samimi bir Müslüman olup İslâm Peygamberini aşk derecesinde sevmiştir.
XIX. yüzyılın seçkin halk şairlerinden olan Ruhsatî, şiirlerinin çoğunu hece vezni ile yazmıştır. Âşık Ömer ve Gevherî, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet Üstadım, Dadaloğlu gibi âşıklarla, Dertli ve Seyranî’nin de etkisinde kalmıştır.
Ruhsatî’den etkilenen âşıkların başında oğlu Minhacî gelir. Minhacî’den başka Meslekî, Zakirî (Noksanî), Emsalî ve Tabibî gibi âşıklar da Ruhsatî’den etkilenmişlerdir. Ruhsati, Sivas civarında avam tabakasının çok sevdiği bir kişidir. Sağlığında insanlardan ilgi göremeyen ve mutsuz bir ömür sürdüren Ruhsatî;
Sağlığımda beni teperler
Ölünce mezarım öperler
demiş ve öldükten sonra kıymetinin anlaşılacağını hissetmiştir.
Halk Ruhsati`ye:
-Sümmani mi üstün sen mi, diye sorar .
Ruhsati de onları meraktan kurtarmak için Sümmani`ye bir mektup gönderir. Mektubun bir yerinde;
-Bana Erzurum`dan bir tosun al, ama rengi beyaz olmasın, sarı olmasın, kara olmasın, boz olmasın..... Diye bütün renkleri yazar ve mektubun cevabını bekler.
Haftalar sonra Sümmani den cevap gelir. Mektupta şunlar yazılıdır:
-Istediğin tosunu aldım. Almak için pazartesi gelme, salı çarşamba gelme, perşembe cuma gelme, cumartesi pazarda gelme, başka ne zaman gelirsen gel, tosun hazır.
Ruhsati, Sümmani Baba`nın yanına gider.
-Bugün günlerden ne, çarsamba. Ben sana bugün gelme demedim mi? Deyince Ruhsati, oradakilere sorar. Onlarda bir ağızdan; Bu gün Bayram cevabını verirler.

Duman Baba Türbesi..sivas .koyulhisar



Koyulhisar’dan çıkıp on iki-on üç kilometre kuzeye doğru ilerleyince Dumanlıca’yla karşılaşılır. Çok sık çam ve köknar ağaçlarının meydana getirdiği ormanlık tepe yaz bahar aylarında burcu burcu kekik kokar. Dumanlıca’da bir de yatır vardır. İsmi: Dumanlı Baba.
EFSANE: Efsaneler göre Duman Baba, 1071 Malazgirt zaferinden sonra buralara kadar uzanan ilk Türk ordusunun kumandanı imiş. Bazılarına göre de İslam ordularının öncü komutanı…
Her yıl Haziran başından Eylül sonuna kadar bölük bölük kervanlar, arabalar dolusu insan Duman Baba’yı ziyaret ederler. Büyük bir zevkle adaklarını yerine getirirler. Yaptıkları dualarda “Allah’ım bana nur topu gibi bir evlat ver, bir oğul ver, asker olup gittiğinde kurbanlar keseyim, dönüp geldiğinde rızan için oruçlar tutayım” derler. Kurbanlar kesilir, pilavlar pişirilir. Fakir fukara, bıkıncaya kadar yer içer.
HALK İNANIŞI: Rus orduları Çardaklı’ya kadar gelir. İşte o günlerde Dumanlıca tepesinden bir nur direklenir, ardı arkası kesilmeyen patlamalar olurdu. Duman Baba darda kalan askerlerimize yardım eder.
DUMANLI BABA/2:
Dumanlı Baba yatırı Koyulhisar ilçesinin kuzeyinde adı ile maruf Dumanlıca Tepesi’ndedir. Kayaların üzerinde, etrafı taş duvarlarla çevrili bir yerdedir. 1243 Kösedağ Savaşı’nda Selçuklu ordusu, Moğollara yenilince, geriye çekilen askerlerin kumandanı olan Duman Baba, türbesinin bulunduğu yerde şehit olmuştur.
HALK İNANIŞI: Halk arasında yedi kardeş oldukları söylenir. Kösedağ’da Kösebaba, Kelkit çayı kenarında Dumancak, Şeyhler Mahallesinin mezarlığındaki Ahmet Abdal…
Duman Baba’ya her yıl yaz aylarında çeşitli köy ve kasabalardan gelen vatandaşlar kurban kesmeye ve dua etmeye gelirler.
SÖYLENCELER: Birinci Cihan Savaşı sırasında, evliyanın bulunduğu tepeden top sesleri geldiğini, tepenin eteğinde ikamet eden Çakıl Çiftliği sahipleri ile ilçenin yaşlı kişileri söylemektedir.
SÖYLENCELER: “Bir yaz günü kayınpederim, kayınvalidem, ben ve eşim Duman Baba evliyasına kurban kesmeye gittik. Kurbanı kestik. Kadınlar etli pilav hazırlarken biz erkekler bir çam ağacının dibine oturduk. Hava çok güzel ve bulutsuzdu. Aniden gökten öylesine uçak gürültüleri geldi ki, kulaklarımızı patlatan bu sesten kurtulmak için ellerimizle kulaklarımızın kapatarak başımızı kollarımızın arasına alıp yere yattık. Ömrümde böyle korkunç bir ses görmedim. Ses, beş dakika kadar devam etti. Yere kapanmış vaziyette kolumun altından etrafı gözetlemeye çalışıyordum; o ses küçük bir toz bulutu şeklinde evliyanın ihata duvarının içerisine girdi ve ses de kesildi.” (Turhan Arslan’ın tespitleri)
SÖYLENCELER: Bir gece eşeğimiz akşam eve gelmedi. Babam, yatsı namazı sıralarında beni aramaya gönderdi. Köyün üzerinde, Duman Baba Tepesi tarafına doğru yürürken aniden önüme sakallı bir ihtiyar çıktı. Ben çok korktum. Bana “Korkma… Cebinden defter ve kalemini çıkar.” Dedi. Ben de küçük not defterimle kalemimi çıkardım. Bana, ‘Yaz!’… dedi.
-Zina yapma, yalan söyleme, dedikodu yapma, haram yeme, bu sözlerime uy: korkma… Benim Duman Baba olduğumu unutma.
Bunları dedikten sonra kayboldu.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında İlçe Müftüsü Hıfzı Hoca öncülüğünde Duman Baba’ya yağmur duasına giden Koyulhisarlılar, Ayran Pınarı mevkiinde iki yaşlı insana rastlarlar. Kafileye onlar da katılır. Duman Baba da dualar edilir. Kurbanlar kesilir, yemekler hazırlanırken, yolda onlara iltihak eden yaşlı zatın birisi eline ibriği alarak ormana gider. Aradan çok zaman geçmesine rağmen adam gelmez. Millet onu aramaya koyulur. Bulamazlar, yemekler hazır ama onun gelmesini beklerler. Aradan iki saat geçtikten sonra adam elinde ibrikle görünür.
-Baba, neredeydin, diye sorduklarında:
-Efendiler, bu tepenin üstü şehit mezarıyla dolu… Şu yukarıdaki köyün yanına gitmek zorunda kaldım, der.
Yemekten sonra da rahmet yağmaya başladığından, bizimkiler sevine dursunlar, yaşlı adamların ikisi de kaybolurlar. Bunlar belki de ilçe hakının devamlı ziyarette bulunduğu, gittiği yer için mesajda bulundular. Etrafın kirletilmemesini istediler. (Cevat Fırat’ın anlattıkları)
DUMAN BABA/3:
Duman Baba’nın mezarı, Koyulhisar’a bağlı Dumanlıca’da bulunmaktadır. Dumanlıca adak yeri olarak her sene Temmuz-Ağustos aylarında ziyaret edilir. Adaklar kesilir ve dualar edilir. Duman Baba hürmetine Allah’tan yardım istenir.
Fakat bazı cahil insanlar var. Bunlar Duman Baba’yı Tanrı gibi görmekten ve ondan yardım istenmekten çekinmezler. Bazıları da bunların ikisini de yapmazlar, karınlarını doyurmak için gelirler.

23 Kasım 2016 Çarşamba

Ebdal Murad Hazretleri..BURSA


Bursa velîlerinden. İsmi Murâd olup Horasan’da doğdu. Bursa’nın fethinden önce Buhârâ’dan Bursa’ya gelen hak âşığı adı verilen kırk abdaldan biridir. Doğum ve vefât târihi kesin bilinmemektedir. Bursa’nın fethinden sonra vefât etti. Ebdâl Murâd’ın kabri, Bursa’nın dağ yamacında Alacahırka semtinin yukarısında, hâkim bir tepe üzerindedir.
Ebdal Murâd, Orhan Gâzinin Bursa’yı fethinde yanında bulunan mücâhidlerden idi. Yanında dâimâ bir tahta kılıç bulundurur, bu nasıl kılıç deyip alay edenlere; “Siz onun ne kadar keskin olduğunu bilmezsiniz” derdi.
Ebdal Murâd fetih esnâsında Bursa kalesini gözetleme vazîfesi yaptı. “Hıdmet-ül-Mülûk nısf-üs-sülûk” (Devlet başkanlarına hizmet tarîkat yolculuğunun yarısıdır) sözü gereğince fetihde Sultan Orhan Gâziye maddî ve mânevî yardımlarda bulundu. Dört arşın uzunluğundaki tahta kılıç ile şaşılacak kahramanlıklar gösterdi. Tahta kılıcını kocaman bir kaya parçasına vurmasıyla kayayı ikiye ayırması düşmanı dehşete düşürdü.
Harp bitip Bursa feth olunduktan sonra Ebdal Murâd’ın, Keşiş Dağı eteklerindeki tekkesine çekildiği ve Orhan Gâzinin tekkeye binden fazla bakır kapkacak verdiği rivâyet edilmektedir.
Eskiden bu tekkede esnafa peştemal kuşatılır ve çeşitli eğlenceler yapılır, sonra da Ebdal Murâd’ın türbesine gidilerek duâ edilir ve; “Destini destime vergil destikeremdir. Allah bir dedik, pervâne geldik, yönümüz dergâha döndük. Gün kubbe altında, yeşil seccâde üzerinde, erenler meydanında, sizler huzurunda peştemal kuşanıp bir murâd almaya geldik.” denirdi. Sonra tekbirler getirilir. Velîlere rahmet okunurdu. Kalfalar, çıraklar esnâfın en yaşlısının ve ustasının elini öperlerdi. İhtiyâr usta da; “Allah mübârek etsin oğlum, sanatına doğru ol.” diyerek duâ ederdi.
KAYNAKLAR
1) Şakâyık-ı Nu’mâniyye Tercümesi; s. 34
2) Tâc-üt-Tevârih; c.5, s.11
3) Güldeste-i Riyâz-ı İrfân; s.212
4) Âşıkpaşazâde Târihi; s. 200

SERÇOBAN EVLİYASI ...AMASYA





Şeyh Safiyüddin Mahmut’un, hal vehareketlerindeki sadeliği ile tanınan ve çobanlık ile geçimini sağlayan birkardeşi vardır. Zamanla Amasya’nın bir mahallesi haline gelmiş olan KarasenirKöyüne yerleşen Serçoban, bir gün ayakkabıcılık yapan ağabeyi İğneci Baba’yıziyarete gelir. Beraberinde de koyunlarından sağdığı sütü bir mendilineçıkılayıp hediye olarak getirmiştir. Amacı, bu sütün mendilden sızmadığınıgöstermektir. Serçoban mendilini kunduracı dükkanının duvarındaki bir çiviyeasar. Bu sırada İğneci Baba dükkanında bir bayanın ayak ölçüsünü almaktadır.Serçoban, bayanın topuklarını görererek, “ne kadar da güzel” diye aklındangeçirdiğinde, çiviye asılan mendilden süt yavaş yavaş damlamaya başlar.
İğneci Baba, kardeşinin niyetinde bozulmalar olduğunu sezerama, hiç birşey belli etmez. Bayan ayak ölçüsünü verip dükkandan ayrılınca,İğnecibaba, kardeşi Serçoban’a, “Kerametdağ başında ermekte değil, keramet burada, çıkındaki sütü damlatmamakta”,der.
Bu menkıbenin aynısı, Merzifon’da medfun bulunan Piri Babaile kardeşi Çoban Baba hakkında da anlatılır.
Serçoban, bir gün dağda sürüleriniotlatırken kaçan bir oğlağı yakalamak ister. Serçoban kovalar, oğlak kaçar.İyice yorulan Serçoban, "Seni yakaladığımda keseceğim", der. Sonundayakaladığı oğlağı sözünü yerine getirmek için tam kesmek üzere iken, onunmahzun ve etkileyici bakışları ile karşılaşır ve duygulanır. “ Beni de çokyordun mübarek ”, der ve yakaladığı oğlağı serbest bırakır.
Serçoban öldüğünde, sürüdeki hayvanlarınher biri ağaca dönüşür ve bir orman oluşur. Mezarının bulunduğu mevki kendi adıile anılır ve adak ve mesire yeri olarak ziyaret edilir. Yöre insanı oradakiağaçları kesmenin kendilerine kötülük getireceğine inanır.
Serçoban, bu yönüyle Amasya’dan çok dauzakta olmayan Çorum-Osmancık’taki Koyun Baba menkıbesini hatırlatır. ”BabaHazretleri Osmancık’ta Adatepe eteklerinde koyun güdermiş. Bir gün sürüden birkoyun kaçar. Baba Hazretleri de peşinden koşar, fakat bir türlü tutamaz. Koyunönde, Baba peşinde Adatepeyi dokuz defa dolaşırlar. Sonunda ikisinin de kuvvetitükenir, yorgun düşerler. Baba, “Ya mübarek! Ben yoruldum amma beni de EyüpAleyhisselam sabrına nail ettin”, diyerek koyunu kucaklayıp gözlerinden öper.Menkıbevi kişiliğinin dışında, Serçoban’ın, kardeşi kabul edilen İğneciBaba’dan yaklaşık 150 yıl önce yaşamış ilim erbabı bir zat olduğu da anlatılır.Öğrenimini Tebriz’de Hz. Hüseyin soyundan gelen Şeyh Taceddin vasıtasıylatamamlayan İbrahim çıkmış olduğu yolculuğun sonunda gün gelir Amasya’yayerleşir. Burada hocalık yaparak halk ve devlet adamları nezdinde itibar görür.Anadolu Moğol valisinin gözünden düşerek Karasenir Köyü civarına çekilir veburada çobanlıkla geçimini sağlar. Gazan Han döneminde tekrar eski itibarınakavuşur. Türbesi 1878’de Karasenirli Hasan Paşa tarafından yaptırılırsa da2001’de Amasya Belediyesi tarafından çevre düzenlemesi ile birlikte yenilenir.
-Evliyalar Şehri Amasya'dan-

Kıroğlu Evliyası

SAMSUN





Havza’nın 9 km Güney Doğusunda bulunan Kıroğlu Köyü’nde gölet yanında bulunmaktadır.

TARİHÇE: Halk arasında “Kıroğlu Evliyası” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihi hakkında bilgi edinilememektedir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe; dört tarafı doğal taşlarla çevrilmiştir.Türbenin içindeki mezar ise mermer kaplanmıştır. Türbe içerisinde 4 adet pelit ağacı bulunmaktadır.
RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Kıroğlu Türbesi hakkında çeşitli rivayetler anlatılmaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak amacıyla ziyaret edilmektedir.Ayrıca adak adayanlar adaklarını türbede kesmektedirler.
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası

2 Kasım 2016 Çarşamba

TEKKE DEDE TÜRBESİ..İZMİR




İzmir – Bergama İlçesine 20 km. mesafede bulunan Güneşli köyü yakınlarında
Karasi Bey Bizans’tan Bergama’yı alır. Kozak’a çekilen Bizans ordusu ile Mehmet’ül-İns Kumandasındaki Karasi Bey ordusu Güneşli Yaylasında çatışmaya girerler. Bu çatışmada hayatını kaybeden komutanın türbesi ve askerlerin mezarları burada bulunmaktadır. Güneşli’nin eski Adı Tekke, bu olaylailgili olarak konulmuştur. Fakat halk kendi yaşantısı içinde bir Tekkedere söylencesi üreterek bu mezarı Çoban Dede diye birine mal eder.
Anlatılır ki, Kozak’ta asıl yayla burasıdır.
Ağacı az, otlağı çok, yeri yüksek, kışı sert, yağışı karlı, yazın pınarları buzludur. Yörükler yayla obası olarak buraya geldiklerinde otlak, sulak diye bildikleri bu yer zamanla kurak, çorak oluverir. Kışın karı eksik mi düştü, yazın sıcağı baskın mı çıktı neyse, sıkıntı baş gösterir. İnsanlar düşünüp taşınmaya başlarlar. Hastalık yayılmaya, susuzluktan hayvanlar bayılmaya, ölenler sayılmaya başlayınca Çoban Dedeyi arayıp bulurlar, el aman deyip ayağına kapanırlar. Çoban Dede üç gün bekler, kulağını yere koyar, akşamüzeri güneşi arkasına alıp değneğini savurup atar. Değneğin düştüğü yere koşan yörükler gürül gürül akan bir suyun kaynadığını görünce bayram yaparlar. Dönüp dedeye teşekkür için geldiklerinde onu ölmüş görünce yasa bürünürler.
Bugün dedenin mezarı olduğu yer türbedir. Sarı Dede ismiyle de anılan Tekke Dede ilçeye 25 km. mesafedeki Zeytindağı beldesine iki km. mesafede bulunan bir tepededir. İki kubbeli sağlam bir yapı olup duvar ve kubbeleri gibi pencerelerin de demir parmaklıkları iyi bir işçilikle yapılmıştır. Türbede üç mezar bulunmaktadır. İlkbaharda özellikle dağ köylerinden ziyarete gelen halk burada kurban keser.
Kaynaklar ;
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
SARI SALTIK ZİYARETİ..hozat


Hozat-Ovacık yolu üzerinde, Derik köyü (Sarısaltık) yakınında, 2000 metre yükseklikte bir tepede, bir türbe içinde Sarı İsmail ve Sarı Sultan da denilen (Aynı yönde bk. Ali Kemali 1932: 192) Sarı Saltık yatmaktadir. Sarı Saltık Hakka yürüdüğünde yedi tabutta baş göstermiş. Sarı Saltık'ın Anadolu dışında da makamları bulunmaktadır. Eskiden Sarı Saltık ziyareti Dersim aşiretlerinin vicdanı durumundaydı. En büyük antlar onun başında içilir, aşiretler antlaşmalarını bu ziyaretin başında yaparlardı. Bu ziyaretin yakınında bulunan Karaca Köyü'nde bulunan seyitler Sarı Saltuk Ocagı dedeleridir.(44) Ancak eskiden göç etmiş ve Sivas, Erzincan gibi başka yerlere yerleşmiş bulunan Sarı Saltık Ocağı'na mensup dede aileleride bulunmaktadir. Gölpınarlı'ya göre Divrik Gürenlerli Köyü'nde de Sarı Saltuklu Dede aileleri vardır. (Gölpınarlı 1961: 45); Eskiden halk ağız ve göz hastalıkları için Sarı Saltık Dedelerine gelirlerdi.....Sarı Saltık'ın menkibevi yaşamına göre yedi tabutta baş gösterdiğine inanılır ve buna dayanarak da bir çok yerde makam ve türbelerinin olduğu söylenir. Bunların en tanınmışları Hozat'daki ziyaret ve Romanya Kaligra'da Babadağ'da bulunan Sarı Saltuk türbeleridir. Ayrıca son olarak Sivas Koyulhisar Bahçe Köyü Delmece yaylasında da bir Sarı Saltuk ziyareti bulunduğu söyleniyor.

Tekke Dede Türbesi..izmir








İzmir – Bergama İlçesine 20 km . mesafede bulunan Güneşli köyü yakınlarında

Karasi Bey Bizans’tan Bergama’yı alır. Kozak’a çekilen Bizans ordusu ile Mehmet’ül-İns Kumandasındaki Karasi Bey ordusu Güneşli Yaylasında çatışmaya girerler. Bu çatışmada hayatını kaybeden komutanın türbesi ve askerlerin mezarları burada bulunmaktadır. Güneşli’nin eski Adı Tekke, bu olaylailgili olarak konulmuştur. Fakat halk kendi yaşantısı içinde bir Tekkedere söylencesi üreterek bu mezarı Çoban Dede diye birine mal eder.
Anlatılır ki, Kozak’ta asıl yayla burasıdır.
Ağacı az, otlağı çok, yeri yüksek, kışı sert, yağışı karlı, yazın pınarları buzludur. Yörükler yayla obası olarak buraya geldiklerinde otlak, sulak diye bildikleri bu yer zamanla kurak, çorak oluverir. Kışın karı eksik mi düştü, yazın sıcağı baskın mı çıktı neyse, sıkıntı baş gösterir. İnsanlar düşünüp taşınmaya başlarlar. Hastalık yayılmaya, susuzluktan hayvanlar bayılmaya, ölenler sayılmaya başlayınca Çoban Dedeyi arayıp bulurlar, el aman deyip ayağına kapanırlar. Çoban Dede üç gün bekler, kulağını yere koyar, akşamüzeri güneşi arkasına alıp değneğini savurup atar. Değneğin düştüğü yere koşan yörükler gürül gürül akan bir suyun kaynadığını görünce bayram yaparlar. Dönüp dedeye teşekkür için geldiklerinde onu ölmüş görünce yasa bürünürler.
Bugün dedenin mezarı olduğu yer türbedir. Sarı Dede ismiyle de anılan Tekke Dede ilçeye 25 km. mesafedeki Zeytindağı beldesine iki km. mesafede bulunan bir tepededir. İki kubbeli sağlam bir yapı olup duvar ve kubbeleri gibi pencerelerin de demir parmaklıkları iyi bir işçilikle yapılmıştır. Türbede üç mezar bulunmaktadır. İlkbaharda özellikle dağ köylerinden ziyarete gelen halk burada kurban keser.
Kaynaklar ;
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com

Sarı İsmail Sultan.. Kütahya Tavşanlı 






Yaşamı konusunda aydınlatıcı bilgiler bulunmamasına karşın Sarı İsmail, Bektaşi ve
 Alevi yazınında isminden en çok söz ettiren pirlerden birisidir. Anadolu’ya 13. yy.da
 gelmiş olduğu, Hacı Bektaş’a Karaca Ahmet’le birlikte geldiği kayıtlarda işlenmiştir.
 Hacı Bektaşı Veli’nin en yakın çalışma arkadaşlarından birisi olarak bilinir. Hünkar
 ona en güvendiği işleri vermiştir. Hacı Bektaş Vilayetnamesi Sarı İsmail’i şöyle anlatıyor.

“Birgün Sarı İsmail Hünkar’ın huzuruna gelip el kavuşturdu. Hünkar şöyle dedi.
 Sarı İsmail, sizin için sucağız ılıttım, lütfedip gelseniz dedi. Hünkar, şimdi onun
vakti değil dedi, Konya’ya Mevlana Celalettin ‘in huzuruna git, onlarda bir kitabumz var,
 onu al gel.”

Kaynaklarda Sarı İsmail ile ilgili detaylı bilgileri bulmak olası değil. Rastlanılan
kaynaklar salt Sarı İsmail ismiyle geçer, hizmetlerini ve konumunu belirtir.

Daha evvel Karaca Ahmet’e gelmiş bulunan Sarı İsmail, bir zamanlar Karaca Ahmet’in
 hizmetinde bulunmuş, birlikte Hacı Bektaş Sultan’a geldiklerinde ise, Hacı Bektaş onu
yanında kendi tekkesinde alıkoymuştur. Burada da önemli hizmetlerde bulunmuştur.

Hacı Bektaş Veli hakka yürüdüğünde Sarı İsmail Hünkar’ın buyruğu üzere Menteş iline
 gelerek, burada bulunan eski kiliseyi onararak kendi adına bir tekke binası inşa ederek
 yaşamının sonraki bölümlerini burada geçiriyor.

Yine Sarı İsmail Sultan ile ilgili Vilayetname de kendisiyle ilgili bölümden sürdürelim
“Sarı İsmail arkadaşlarıyla gezinirken, çift süren bir çift öküz yanı başında duruyor.
 Öküz dile gelip, Yirmi yıldır bu kişinin çiftini sürerim, kocadım, güçten kuvvetten düştüm,
 yarınki gün dilerler ki beni boğazlayalar. Lütfet Allah aşkına beni bunun elinden kurtar, der.
Sarı Isnıail öküzü satın alıp azat eder. Bu nedenle çevresi Sarı İsmail’e ‘Öküzü Söyleten
 Sarı İsmail Padişah’ adını takarlar. “
Sarı İsmail’in hizmetleri ve kişiliğiyle ilgili anlatılan yazılar ve menkıbeler ne yazık.ki,
 ölüm ve doğum tarihleri konusunda hiç bir bilgi verilmemektedir. Hatta kimin oğlu,
 nerede doğdu, nereden nasıl geldi diye bir kayıta rastlanılmamaktadır.




HACI BEKTAŞ VİLAYETNAMESİ’NDE SARI İSMAİL

Hünkür’ın hususi hizmeti, Saru İsmail Padişah’a aitti. Hünkar, onu pek çok severdi.
 Halifelerden hiçbiri, onun mertebesine erişemedi. Hünkar’ın ibrik darı da oydu.
 Sulucakaraöyük’den bir yere gitmek istese çok defa yanına onu alırdı.

Birgün, acaba Hünkar, bize nereyi yurt verecek, nerde dem-yom oynatacağız fikrine daldı.
. Hünkar’a malüm oldu. İsmail’im dedi, ben göçtükten sonra sopanı at, nereye düşerse orası
yurdun olsun, yeşil fermanı da yanında götür, sana lazım olur buyurdu. Hünkar’dan sonra
seccadeye geçen Habib Emirci’den izin aldı, dergahtan çıkıp sopasını attı.Can gözüyle
 gördü ki,Menteş ilinde Tavaz’da bir kilisenin kubbesini delip içeri düştü.O sırada meğer
bir keşiş kilisede incil okurmuş,sopa kubbeyi delip içeri girince keşişin gözüne bir ejdarha gibi göründü.

Derken Sara İsmail, gide-gide Tavaz’a, o kiliseye vardı, keşişi müslüman etti, kiliseyi yıktı,
 tekke haline getirdi.

Bundan sonra Sam İsmail, keşişe, ben dedi burda karar edeceğim, seninle komşu olalım.
 Bu sözü söyleyip silkindi, bir sarı doğan şekline girdi, uçup Tavaz’da bir yere kondu.
Boynunda halkası, ayağında çingırağı da vardı. 0 sıralarda şehrin beyi Zpaun (?) isminde
 bir kafirdi. Adamları, o güzelim sarı doğanı görüp gittiler, beye haber verdiler. Bey, amanın dedi,
 onu tutmak gerek. Ya Müslüman Padişahından kaçıp gelmiştir, ya da kafir padişahından. İki adam gitsin,
 biri,Müslümanların giydiği elbiseyi giysin, biri kafirlerin. Müslüman padişahından kaçtıysa Müslümana
 tutulur, kafir padişahından kaçtıysa kafire tutulur dedi. Öyle yaptılar. 0 iki kişi, doğanın konduğu
 yere geldiler. Fakat Sarı İsmail, ondan önce adam şekline girmiş, konduğu taşın dibine oturmuştu.
 Onu görünce vardılar, elini öptüler, koşup beye geldiler, dediler ki: 0 doğan değilmiş, Isa Peygambermiş.
 Bey, bunu duyunca pek sevindi, sanki aklını kaybetti. Hemen adamlarıyla kalktı, geldi. Gördü ki taşın
 dibinde sarışın, güzel bir er oturmada. Elini öptü, ayağına yüz sürdü. Sarı İsmail, onları Müslümanlığa
 davet etti, kabul ettiler.

Sarı İsmail, orda yerleşti. Birçok kişiler, gelip derviş oldular. Bir gün, gezerken bir çiftçiye rastladı.
 Iki öküzü vardı, çift sürmedeydi. Sari İsmail, gelince öküzlerin biri, dile geldi, erenler şahı
Sari İsmail Padişah dedi. Sari İsmail, öküzün yanına geldi, nedir halin diye sordu. Oküz
, kocaldım, gücüm-kuvvetim kalmadı, beni boğazlamaya götürecekler, er hak aşkına kurtar
beni dedi. Saru İsmail, o öküzü sahibinden satın aldı, azad etti. Bu yüzden o ilde Sari İsmail’in adı,
 “öküz söyleten” kaldı.

Sari İsmail’den birçok kerametler belirdi. Bir nice zaman orda dem-yom oynattı, sonucu güçtü,
 yeşil fermanla beraber gömdüler. Dem geçti, devran geçti, Hünkar oğullarından biriyle
 Sivrihisar’ın gün doğusu tarafından, Seyyid Ahmed oğulları arasında, icazet hususunda
 bir bahistir geçmeye başladı. Nihayet Hünkar sözünü hatırlayıp Sari İsmail’in mezarın geldiler.
Ey Sari İsmail padişah dediler. Sizde emanet olan yeşil ferman bize lazım.Lütfet ver.Hemen
 mezar yarıldı,yeşil ferman çıktı.Okuyup maksatlarına erdiler.
Kaynak: Gülag Öz

Balıklı Dede Efsanesi Sarı İsmail Sultan

Balıklı yolu toz oldu.
Yar gitti gelmez oldu.
Ya haberin, ya kendin
Yürek dayanmaz oldu..


Balıklı havuzunun serin sularına gömdüğü ayrılık sıkıntısını manilelerinde dile getiren gençlerin
bugünün ekonomik, sosyal ve kültürel stresi içindeki insanına da sıcak kucak açıyor Balıklı. Serin
 havası soğuk suyu ve nezih görüntüsüyle...

Bundan tahminen yedi yüz sene kadar önceydi.; Horasan erenlerinden el alan, düşünce ve
 inançlarını yaymak üzere Anadolu’ya gelen Hacı Bektaş-ı Veli Suluca Karacahöyük’te yerleştiğinde
 sadık müridi Sarı İsmail de yanında idi.. Bir süre sonra sadık erenlerini Anadolu içlerine gönderme
 zamanının geldiğine karar verdi. Ve Sarı İsmail’i yanına çağırarak;

-Gel bakalım benim sadık İsmail’im bak şu yayımın kirişindeki iğde dalı çeliğe, onu fırlatıyorum.
Düştüğü yeri bul ki, bu topraklarda gerçek sahibini bulsun. Dedi ve Ya Allah diyerek fırlattı.
Ve dedi ki Sadık İsmail’ine;

-Sadrın her zaman feyz dolsun, destur ve himmet üzerine olsun....

Gündüzler geceleri, geceler haftaları kovalarken, Sadık İsmail de hocasının yayından fırlayan
 okunu aradı. Nihayet çelik Sadık İsmail’i, Sadık İsmail’de çeliği tanıdı. Dedeler Köyünde..

Moymul’un ünürüstü; Sadık İsmail’in çevreye en hakim yer olarak hizmette karar kıldığı mekan..
Ve burada başlar efsanemiz. Buralara ilk gelen Türkmenlerin çocuklarını okutmaya, maddi ve
 manevi şifalar dağıtmaya, imparatorluk kuracak nesillere milli değer yarğıları vermeye.Derman arayan
dertliler, İslam’a hizmeti dert edinenlerle dolar dolar taşar Sadık İsmail’in çevresi..

Keles’in Oydas Köyü’nden bir baba ümitsizlik içerisindeyken kızının hastalığından, bir ümit der ve varır
Sadık İsmail’in makamına ve şifa bulur kızı Dölek, son derece mutlu olan baba derki Sadık İsmail’e;

-Hocam bende kız çok, Dölek’im hizmet etsin bu dergahta, sana evlatlık olsun der.

Dölek kız yeni makamında su taşır, bulaşık yıkar, çamaşır yıkar, yemeğini yapar, sevilir hem
hizmetinden, hem güzelliğinden. Güzelin düşmanı çok olurmuş, dergâha su getirirken lafla
rahatsız ederler Dölek’i. Rahatsızlıktan rahatsız Sadık İsmail, sadık evladını rahatsız etmesinler
 diye şimdiki balıklı havuzunun olduğu yere vurur asasını, fışkırır yerden pırlantalar gibi sular.
 Çamaşır için su bulamayan kadınlar çamaşırlık yapar, hayvanını sulayacak çobanlar büyük akarlar
 koyarlar kaynağa, ihtiyarlar önünü gerer, havuz yaparlar şöyle dibinde sohbet yapmak için, tarlasını
sulamak için.

Peki ya havuzdaki balıklar nerden geldi? Kim attı onları buraya? Neden kutsallaşmıştır diğer balıklardan
 farklı olarak??

Sadık İsmail’in talebelerinden bir genç aşık olmuş Dölek kıza ama bir türlü açıklayamaz aşkını,
 terbiyesi müsaade etmez, belki hocasına sonsuz sevgi ve saygısı sebeptir bilinmez. Havuzun
 suları çoğaldıkça dergâhta içtiği sularla aşkı da çoğalır. Çoğalır ya derslere çalışması azalır,
gönlü kırık, boynu bükük olur. Gencimize çare bulunur hocamızdan, o zamanlar yeni Çıkan bir
sefere nefer gönderir genci, gurbet söndürecekken bir kat daha arttırır aşkını Delikanlımızın,
 anlatır Dölek kızı yeni arkadaşlarına, duymayan kalmaz bu ümitsiz aşk hikâyesini.. Her
 günün belirli bir vaktinde;

-Ah dermiş ah! O şimdi su doldurmaya gitmiştir havuza, ne olurdu Allah’ım balık olsam Şimdi
 o havuzda da Dölek’imi görsem der, söyleyen dinleyen bıkmaz nakarat olur her gün aynı vakitte.
Kader onu bu savaşta ayağından yaralar, şehit olmadan yanına gelen arkadaşlarına gene aynı nakarat;

-O şimdi su doldurmaya geldi. Allah’ım o havuzda balık olsam da Dölek’imi doyasıya görsem
derken şehit olur. Arkadaşları bu olaydan fevkalâde duygulanır ve harpten sonra Dölek kızı ve
 Sadık İsmail’i görmeye karar verirler ve aylar sonra gelirler Moymul’a. Sadık İsmail’e arkadaşlarının
şehit olduğunu anlatırlar, el öperler, himmet alırlar, gelirler havuzun başına ezberledikleri saatte
, havuzda birçok balık, içlerinden biri kuyruğundan yaralıdır. İşte o balık havuz başındaki gençlerin
 yanına varır. Onlar nereye o oraya. Balığın birden hızla başka bir istikamete gidişini gören gençler
 orada Dölek’i görürler. Balık suyun içinde hızla Bir gençlerin yanına birde Dölek’in yanına gider gelir.
 Sanki daha önce anlatılanları doğrularcasına balığın hareketleri Dölek’in hali şaşkına çevirir gençleri,
içlerinden biri sorar oradaki oturan ihtiyarlara;

-Bu balıkları kim koydu havuza?

-Biz de bilmiyoruz kimin koyduğunu, bundan birkaç ay evvel peyda oldu dediler. O soruyu duyan
 Dölek biliyordu balıkların ne zaman geldiğini, ama nasıl cevap versin kendisine mahrem olan
insanlara. Ama balıklarla gördüğü rüyayı babalığına birde yakın arkadaşlarına anlatmıştı. Kendisinin
 yakından tanıdığı o genç gelmiş rüyasında ona demişti ki;

-Dölek biz yarın kırk arkadaşımız ile havuza geleceğiz..

Rüyanın ertesi günü havuz balıklarla dolmuştu. İçlerinden biri, kuyruğu yaralı olan devamlı
 Dölek’i takip ederdi, o nereye o da oraya. O sıralar harplerin ardı arkası kesilmez,
 her harpte balıkların kayboluşu, harpler bitince tekrar görünmeleri sonucu hem havuz hem de balıklar
 halk arasında kutsallaştı. Herkes saygı içindedir. Balıklı havuzunun balıklarının tutulunca,
o eve uğursuzluk, hastalık getireceğine inanılır. Sadık İsmail’in balıkları, Dölek kızın aşıkları
vatanın gerçek sahipleri olarak nitelenir.


Balıklı havuzunun yanındaki türbede yatan dedenin kimliğini Allah’tan başka kimse bilmiyor.
Ancak rivayetler Dölek kıza aşık olan gencin babası Sadık İsmail’e oğlu hizmet edemeyince
 Kendisi gelir hizmetine. Ona oğlunun Dölek kıza aşkından bahsederler, olayları, balıkları ve
 bilhassa yaralı olan balığı tanıtırlar, garip baba ölene dek Dölek kızla yaralı balığın birbirlerine
bakışını nazar eder havuz başında. Dergâha hizmette kusur etmez. Vefat ettiğinde de oğlunun
 yanına gömerler onu. Onun da adı bundan böyle Balıklı Dede olur !.....




Katarlandık Hakk Yoluna Katarız,
Çıkarız Yükseklere Sema Tutarız,
Her Kuşun Dilinden Bilir Öteriz,
Onun İçin Farketmiyor El Bizi..

Horasan’dan çıktım sökün eyledim
Geldim tavşanlıya mekan eyledim
Yüz bin evliyaya hizmet eyledim
Keskindir nefesi Allah kulunun..

Moymul’un ünürüstünde oturur.
Gelen talebeleri kendi okutur.
Balıklıyı nefesiyle akıtır,
Keskindir nefesi Allah kulunun..
alıntı



Sarı İsmail Sultan’ın Türbesi Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinin Dedeler köyünde yer almaktadır.
 Dedeler köyünde, soylarını Sarı İsmail Sultan’a bağlayan ocaklı dede ailesi de yaşamaktadır.
 Bu ocaklı dedeler, Sarı İsmail Sultan Ocağı mensubu olduklarını belirtmektedirler. Dedeler
 köyü ocaklılarının Kütahya ve Bursa illerine bağlı yerleşim birimlerinde talipleri vardır.
Bu ocaklı grup Sarı İsmail Sultan’ı, “Uzun Allah Kulu” olarak da adlandırmaktadır.

Uzun Hasan Türbesi (Çemişgezek)
 









Uzun Hasan Türbesi (Çemişgezek)

Tunceli ili Çemişgezek ilçesine girişte bir kaya üzerinde bulunan bu türbenin giriş kapısı üzerinde 1572 yılında yapıldığı yazılıdır. Ancak bu türbenin Uzun Hasan’a ait olduğu da tartışmalıdır. İki satır halindeki sülüs yazılı kitabesi:

“Emre bi’imareti hazihi ravzatu’ş-şerifil merhumaril makfurâni
Ve cihan Şah Beg İbna Muhammed Şah Beg bin Behlül Beg bin fi sene 980 (1572).”

Bu mübarek türbenin yapılmasını….. oğlu Behlül Beg oğlu Mehmet Şah Beg’in merhum ve magfur iki oğlu…….. Beg ve Cihan Şah Beg 980 (1572) yılında emretti.

Bu kitabeden anlaşıldığına göre, türbe iki kişi için yapılmıştır. Tek sanduka halinde bulunan ve birbirine karışık olarak sanduka içerisine konan kemiklerin buraya sonradan yerleştirildiği sanılmaktadır. Orhan Tunçer’e göre bu iki kişi türbeyi yaptırıp buraya gömülmelerini vasiyet etmiş olmalıdırlar. Bir bakıma arzuları gereği öldükten sonra türbe yaptırılıp buraya nakledilmiş olabilirler. Ancak bunu kendilerinin emrettiği de açıktır. Yine Orhan Tunçer bu kişilerin Arap veya Safevi olmayıp, buradaki Türkmen beylerinden olduklarını ileri sürmüştür.
Ferruh Şad Bey Türbesi (Çemişgezek)

Tunceli ili Çemişgezek ilçesi Ulukale Köyünde tarlalar arasında bulunan bu türbenin kapısı üzerindeki Arapça kitabesinden öğrenildiğine göre Emir Ferruh Şad Bey için h. 957 (1550–1551) yıllarında yaptırılmıştır. Kitabenin okunabilen bölümleri şöyledir:

“………………………….
Hâzâ merkad el-Emir el-Mükerrem, Sâhib el-tabl ve’l-âlem, el-Emir Ferruh-Şâd Big…
İbn-i’l-Emir el-merhum el-magfur……el-Emir Hac Rüstem Big
Tâbe serâ-hün ve ca’ale-l-cennet misvâ-hün fi şehr Zi’lhicce…. Sene 957 (1550–1551).”

Türbe kesme taştan sekizgen planlı olarak yapılmış, üzeri merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Türbenin gövde kısmının altında, ortasında ve üzerinde kırmızı kesme taşlardan üç sıra halinde şerit yapılmış ve böylece cephe hareketli bir görünüm kazanmıştır. Giriş kapısı ile iki yandaki pencerelerin üzeri hafif sivri kemerlidir. Kemerlerin içerisindeki pencereler düz taş hatıllıdır.

Girişin karşısında mihrap bulunmaktadır. Ancak türbe zemini sökülmüş, duvarların sıvaları sökülmüştür. Bu nedenle de içerisinin bezeli olup, olmadığı anlaşılamamıştır. Türbenin altında mumyalık kısmı bulunmaktadır
.

27 Ekim 2016 Perşembe

Ali Pir Civan Türbesi

AMASYA –Gümüşhacıköy –Sarayözü Köyü


Ali Pir Civan Türbesi

 Ali Pir Civan Türbesi, Amasya İli Gümüşhacıköy İlçesi Sarayözü Köyündedir.
Ali Bir Civan, Pir Ali Bir Civan olarak da anılan Ali Pir Civan Alevi vatandaşlarımızın saygı duyduğu bir velidir. Türkmen Kızılbaş Pirlerinden olarak bilinmektedir. Osmanlı Celali İsyanlarında kız kardeşiyle birlikte Gümüşhacıköy’de idam edilmişlerdir. Horasan erendir ve İmam Rıza soyundandır. Alevi pirlerinden Şah Mahmut Veli’nin dört oğlundan en küçüğüdür. Şah Mahmut Veli, Keçeci Baba ile akrabadır. Birkaç yıldır Ali Pir Civan adına şenlikler düzenlenmektedir.     

Türbe 1902 yılında yapılmıştır. Türbenin sandukası 8 mt boyundadır. Pir Ali Civan’ın ayak ucunda kız kardeşi de medfun olduğu düşünülmektedir ve bu yüzden türbesi uzundur. Türbe paravanla ikiye ayrılmış olup, sanduka yanındaki bölüm mescit olarak kullanılmaktadır. Sanduka baş tarafı oturan insan figüründedir ve sanduka üzerinde dilek defteri bulunmaktadır.  

Ziyaret Nedeni: Ali Pir Civan Amasya Adak yerleri içinde en çok ziyaret edilen türbelerdendir. Amasya dışında Ankara’dan dahi türbeyi ziyarete gelenler vardır. 
Türbe ziyaretine gelenler mescit kısmında iki rekat namaz kıldıktan sonra, türbe etrafında dualar ederek dolaşırlar. Duaların ardından dilekler dilek defterine yazılır ve mum yakılır. 
Türbe siğil tedavisi için türbe yanındaki incir ağacından koparılan dala siğil sayısı kadar düğüm atılır. Ağrı ve sızılar için türbede bulunan geyik boynuzuyla ovularak tedavi uygulanır. Çocuğu olmayan kadınlara Amasya’da uygulanan “Satma Ritüeli” bu türbede de uygulanır. Öksürük için, ince hastalık için gelenler türbe ziyaretinden sonra türbe dışında bulunan Dede Pınarı suyundan içerler. Adaklar çoğunlukla kurban adağıdır ve türbede kesilerek yenilir. Ayrıca mum adağı, türbeye eşya getirme ve helva dağıtma gibi uygulamalarda görülmektedir.    

Menkıbeler: 1-) 10 sene önce türbeye her sabah bir geyik düzenli olarak gelmektedir. Geyik türbe içinde bir-iki saat kalıp kaybolurmuş. Bu geyiği gören bir avcı geyiği vurur. Geyik birkaç damla kan bırakarak ortadan kaybolur. Avcı ve atı aynı gün bir kayadan düşerek paramparça olmuştur.

Kaynakça: Abdülhalim Durma –Evliyalar Şehri Amasya -2003 / Rahime Özdoğan –Amasya’da Adak Yerleri İle İlgili Halk Anlatıları -2006 / Harun Yıldız –Amasya Yöresi Örneğinde Alevi/Bektaşi Kültüründe İnanç Merkezleri / www.imirler.com

Taylan Köken


Pir Ali Bircivan Türbesi : Pir Ali Bircivan türbesi Gümüşhacıköy İlçesine 8 km uzaklıkta bulunan Sarayözü köyünde yer almaktadır. Pir Ali Bircivan hakkındaki bilgilerimiz daha çok rivayetlere dayalıdır. Bu konuda yazılı belgelerin olmayışı konu hakkında çok net bilgiler verilmesini engellemektedir. Meyilli bir alanda inşa edilmiş olan türbeye son zamanlarda yapılmış olan beton basamaklı bir yoldan gidilir. Türbenin asıl giriş kapısından başka birde dış avlu kapısı yer alır. Bu dış avlu kapısının her iki yanında birer fallos yer almaktadır. Antik Roma çağına ait olan bu taş falloslar köy sakinlerinin vermiş olduğu bilgilere göre Pir Ali Bircivan sandukasının baş ve ayak kısımlarında bulunmaktayken daha sonraları şimdi bulundukları yere getirilmişlerdir. Türbenin asıl giriş kapısı tek kanatlı ve ahşaptandır. İçerisi dikdörtgen planlı ve oldukça kasvetli bir haldedir. İç mekan ahşap korkuluklarla ikiye ayrılmış ve güneyde kalan mekan mescit olarak kullanılmakta olup,Pir Ali Bircivan’ın türbesi kuzey kısımda kalmaktadır. Köy sakinlerinden Haydar Hoca olarak bilinen Ocakzade Haydar Altun’un vermiş olduğu bilgilere göre mevcut türbe binası hicri 1320 (1902) yılında yapılmıştır. Türbenin mimarisi kayda değer fazla bir özellik taşımamakla birlikte,türbenin iç beden duvarlarında yer alan ve oldukça yoğun bir şekilde işlenmiş duvar resimleri türbeyi anlamlı kılmakta ve son dönem Osmanlı resim sanatının örneklerinden olması nedeniyle önem arz etmektedir. Türbe içerisinde dikkat çeken bir önemli nokta da sandukanın oldukça uzun bir şekilde yapılmış olmasıdır. Yaklaşık sekiz metre uzunluğunda olan sandukanın üzeri betonla sıvanmış ve üzerine yeşil bir örtü serilmiştir. Sandukanın uzunluğu konusunda benzer uygulamalar Amasya Serçoban,Pehlivan Dede ve Gani Baba türbesi sandukalarında da karşımıza çıkmaktadır. Pir Ali Bircivan’ın sandukasının uzunluğu konusunda Haydar Altun birkaç rivayet ileri sürmektedir. Bir rivayete göre;Pir Ali Bircivan,sandukasını yapan ustanın rüyasına girmiş ve bacaklarının üşüdüğünü söylemiş bunun üzerine ustada sandukayı uzun yapmış. Diğer bir rivayete göre ise,Pir Ali Bircivan'ın sandukasının yanında kız kardeşinin sandukası da varmış ve daha sonra ikisini birleştirmişler,böylelikle sandukada uzun bir biçim almış. Üçüncü bir rivayete göre ise,Pir Ali’nin 8. İmam,İmam Rıza soyundan gelmiş olması nedeniyle sandukası sekiz metre uzunlukta yapılmıştır. Ocakzade Haydar Altun,Pir Ali Bircivan’ın Horasan’dan gelmiş olduğunu,soy olarak 12 İmamlardan 8. İmam Rıza soyundan gelen Şah Mahmud Veli evlatlarından dördüncüsü yani en küçüğü olduğunu söylemektedir. Bunun üzerine sırası gelmişken Haydar Altun’a “Bircivan” sözcüğünün anlamı sorulduğunda,O yine sözlü gelenekten duyduğunu aktarıyor bize. Rivayete göre Şah Mahmud Veli, Anadolu’ya irşat etmesi için gönderdiği küçük oğlu Pir Ali’nin başarılarını duyduğu zaman “Benim Ali’m tek bir civandır” demiş ve böylece küçük oğlu Pir Ali Bircivan diye anılır olmuş. Türbe içerisine beden duvarlarına yapılmış olan duvar resimleri oldukça ilgi çekicidir. Özellikle batı duvarda yer alan teber,kılıç,keşkül,takke ve sancak gibi betimlemeler tıpkı Merzifon Piri Baba türbesindeki betimlemeleri anımsatmakta ve aralarında büyük bir üslup benzerliği bulunmaktadır. Ayrıca doğu,güney ve kuzey duvarlarda Antik Çağ sütun ve sütun başlıkları üzerinde vazo içerisinde yer alan natürmort çalışmaları bulunmakta ve yine bunlardan farklı olarak üzüm salkımı,selvi,hurma ve karpuz betimlemeleri doğal ölçülere uygun bir şekilde işlenmiştir. Bütün bu çalışmalarda renk olarak sarı,yeşil,kırmızı,bordo,kahverengi,mor ve tonları kullanılmıştır. Türbe beden duvarlarının geniş ve uzun olması sanatkara yoğun bir çalışma ve hayal gücünü uygulama alanı sağlamıştır. Batı duvarda minberin üst kısmında yuvarlak pano içerisinde “Hasan radyallahu anha sene 1320 (1902)” yazıtının varlığı bu çalışmaların 1320h./1902m. yılında (yani yapının yapıldığı yıl) yapıldığını göstermektedir. Buradaki bezemelerin Merzifon Piri Baba türbesindeki bezemelerle içerik ve üslup benzerliği göstermesi göz önüne alındığında,bu bezemelerin Piri Baba türbesinin bezemelerini yapan Nakkaş İbrahim tarafından yapılmış olduğu olasılığını güçlendirmektedir. Çünkü aralarındaki içerik ve üslup benzerliği yanında her iki türbe bezemelerinin tarihleri arasında sadece iki yıllık bir fark bulunmaktadır. Dolayısıyla denilebilir ki; Nakkaş İbrahim, Pir Ali Bircivan türbesi bezemelerini 1902 yılında,Piri Baba türbesi bezemelerini de 1904 yılında yapmıştır. Zaten Piri Baba türbesi kitabeliğindeki “Nakkaş İbrahim sene 1322 (1904)” ibaresi de bu durumu kanıtlamaktadır. Bütün bunlarla birlikte minberin üst yanında yer alan madalyon içerisinde “Ali radyallahu anha sene 1382 (1963)” ibaresinde geçen 1382h./1963m. tarihi de bezemelerin bu tarihte onarılmış olduğu fikriyle birlikte türbe içerisine yazılmış bulunan ilk üç halifenin adlarının da bu tarihte buraya eklendiğini akla getiriyor. Aynı durum Amasya Hamdullah Efendi türbesinde de görülmektedir.