KARIŞIK

26 Ağustos 2016 Cuma

MISIR KAYGUSUZ ABDAL DERGÂHI’NA BAĞLANANLAR
HAKKINDA BİR BELGE
H. Dursun GÜMÜŞOĞLU*
Öz
Bektaşî tekkelerinin 1826 yılında kapatılması sırasında sayısız belge tahrip edilmiş, bu sebeple sosyal yaşam ve kültürel ilişkiler hakkındaki bilgilere ulaşmak oldukça zorlaşmıştır. Alevî ve Bektaşîler açısından son derece önemli bir kişi olup, bu inanca yüzyıllarca damgasını vuran Kaygusuz Abdal tarafından kurulan Kaygusuz Abdal Tekkesi, Mısır’da Enver Sedat’ın da aralarında bulunduğu ekibin askerî darbeyle Kral Faruk’u tahtından indirmesinden sonra, 1957 yılında tamamen kapatılmıştır. 1970’li yıllarda Mısır’da araştırma amacıyla bulunan Frederick de Jong tarafından tekkeye ait belgelerden bazıları Hollanda’daki Leiden Üniversitesi Kütüphanesi’ne bağışlanmıştır. Makaleye konu olan el yazması belge, adı geçen kütüphaneye bağışlananlardan bir tanesidir. İlgili belge, dünyanın önde gelen Bektaşî tekkelerinden birisi olan ve Kahire’de bulunan Kaygusuz Abdal Tekkesi’nde, dergâhın son post-nişînleri, intisap edenlerin isimleri, memleketleri, kadın ve erkek sayısı, dinî törenlerin yapıldığı yerler ve kişilerin meslekleri hakkında bilgiler içermektedir. Bu çalışmanın, Hicrî 1304 (miladî 1886) tarihinden -tekkenin kapanmasına yakın- 1950 yıllarına kadar, tekke yaşamı ile ilgili karanlıkta kalmış bazı noktaların aydınlatılmasına katkı sağlayacağı düşüncesindeyiz.

1. Giriş

Osmanlı Devleti topraklarındaki insanların inanç yaşamında Bektaşî tekkelerinin oldukça önemli bir yeri vardır. Fütuhat ricalinden olan Bektaşî dervişlerinin gönülleri fethetmek üzere yola çıkışlarının, imparatorluğa yeni toprakların katılmasında ve yerli halkla uyum sağlanmasındaki olumlu katkısı göz ardı edilemez. Bu gönül erleri insanların yaralarına merhem oluyor, gittikleri coğrafyada hem dünyevî hem de uhrevî sorunlarını çözmeğe katkı sağlıyorlardı. Bu bağlamda, siyasi fetihler gerçekleşmeden önce gönül fetihleri yapılmakta, Ehl-i Beyt ve Peygamber sevgisi buralara gidenlerin örnek yaşamlarıyla insanlara benimsetilmekteydi. Bektaşî tekkeleri zaman içerisinde üç kıtada yayılmıştı. Bu tekkelerin en önemlilerinden birisi de şüphesiz ki Kahire’de bulunan Kaygusuz Abdal’ın kurduğu tekkedir. Onun bu tekkeyi kurmasından yaklaşık yüz yıl sonra Mısır’ın Osmanlı topraklarına dâhil olduğu bilinmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme döneminde, Yeniçeri Ocağı’nın ortadan kaldırılmasına paralel olarak devletin büyümesinde olumlu katkısı olan Bektaşî tekkeleri de II. Mahmut tarafından çevresindekilerin de etkisi ile kapatılmıştır. Tekkelerin kapatılıp Yeniçerilere ve tekkelere ait belgelerin tahrip edilmesi, eserlerinin yakılması, eşyalarının satılması ve eskiye ait izlerin silinme çabalarıyla birlikte tekkelerdeki kültürel yaşamla ilgili bilgilere ulaşmak bugün oldukça zorlaşmıştır ve hala “Bir Bektaşî tekkesinde günün yirmi dört saati nasıl geçerdi?” sorusuna yeterli cevap bulunamamaktadır. Bunun sebebi şüphesiz ki önyargılı şekilde ortadan kaldırılmış olan belgeler ve silinmeye çalışılmış olan izlerdir. Devletin arşivlerinde bulunan resmi yazışmalar ise elbette önemlidir ancak bununla birlikte, Bektaşîlerin kültürel yaşamları ile ilgili sorulara ve diğer insanlarla olan ilişkilerine dair yeterli cevabı vermekten uzaktır.
Bu bakış açısı altında merhum Şevki Koca’nın hayatta iken tarafımıza verdiği ve aslı Hollanda, Leiden Üniversitesi arşivinde Ms. Or. 14385 numarada kayıtlı bulunan ve makalemize konu olan belgeyi, karanlığa ufak bir ışık tutması ümidiyle yayınlamanın uygun olduğunu ve bizden sonraki araştırmacılara da katkı sağlayacağını düşünmekteyiz. Bu belge, 1970’li yıllarda Mısır’da bulunan Frederick de Jong tarafından alınıp üniversite arşivine verilmiştir (Çift, 2001: 127-152).
Osmanlı coğrafyasında yüzlerce Bektaşî tekkesi olmasına rağmen halifebabaların tüm dünyada sınırlı sayıda olması mecburiyetinden dolayı, âsitâne denilen büyük dergâhlar az sayıdaydı. Bektaşî halifebabalarının bulunduğu tekkeler şu şekilde sıralanabilir:
1. Hacıbektaş’taki merkez, Pîrevi
2. Yunanistan Dimetoka’da Seyyid Ali Sultân (Kızıldeli) Dergâhı
3. Anadolu’da, Elmalı’da Abdâl Mûsâ Sultân
4. İstanbul da Karaağaç Dergâhı
5. Kerbelâ’da Abdülmü’min Dede Dergâhı
6. Irak’ta Necef Dergâhı
Bu altı âsitâne halife makamı sayılan dergâhlardandı. Sonradan Mısır-Kahire’deki Kaygusuz Dergâhı da bunlar arasında sayılmıştır. İstanbul Merdivenköy’de Şahkulu Sultân Dergâhı post-nişîni Mehmet Ali Hilmi Dedebaba, kendisine halîfelik pâyesi verilince bu dergâh da ötekiler arasına girmiştir (Noyan, 2002: 22).

2. Kaygusuz Abdal Tekkesi Hakkında Bazı Notlar

Kaygusuz Abdal, Alevîlik ve Bektaşîlik açısından son derece önemli bir kişi olup bu inanca yüzyıllarca damgasını vurmuştur. Kendisinin 1350 yıllarında doğduğu, 1444 yılında Hakk’a yürüdüğü tahmin edilmektedir. Mezarı onun isteği üzerine Kahire’de Mukattam dağındaki bir mağarada yer almaktadır (Çift, 2013: 73). Alâiyye Beyi’nin oğlu olan Kaygusuz Abdal’ın asıl adı Gaybî’dir. Menâkıbnâme’ye göre genç Gaybî avlanmak üzere dağa çıkar. Bir geyiği yaralar, geyik can havliyle kaçar ve Abdal Musa Sultan’ın tekkesinden içeri girer. Yaralı geyiği yakalamak için tekkeden içeri girince dervişler kendisini karşılarlar. Geleni fark eden Abdal Musa Sultan, Gaybî’yi yanına çağırır, kendisine ne aradığını sorar. O günkü adı ile Gaybî yani Kaygusuz Abdal, yaralı olan geyiğin kapıdan içeri girdiğini onu almak istediğini söyler. Abdal Musa nasıl bir okla vurduğunu sorduğunda, attığı oku görürse tanıyacağını söyler. Bunun üzerine Abdal Musa koltuğunun altından bir ok çıkartıp kendisine uzatır. “Aradığın bu mudur?” diye sorunca bundan çok etkilenen Kaygusuz Abdal, tacı, tahtı bırakıp dergâhta kalmaya karar verir. Burada uzun yıllar irşad olduktan sonra Mısır’da dergâh açmak, insanları eğitmek üzere mürşidi tarafından görevlendirilir (Güzel, 1983: 10). Son postnişîni Ahmed Sırrı Baba olan Kaygusuz Abdal Dergâhı 1957 yılına kadar açık kalır.
Bu dergâhta hizmet eden Recep Ferdi Baba ise Ahmet Sırrı Baba’dan babalık icazeti aldıktan sonra 1952 yılında New York’ta oturan kız kardeşinin yanına giderek tekke kurmak için uygun bir mekân arayışına girer. Araştırmaları neticesinde Detroit şehri yakınlarında Taylor denilen Arnavutların yoğunlukta olduğu bir yerleşim bölgesinde, gerekli girişimlerden sonra bir çiftlik ve büyük bir arazi satın alınıp ihtiyaç olan düzenlemeler yapıldıktan sonra bu tekke yasal olarak 15 Mayıs 1954 yılında hizmete açılmıştır (Turan-Altun,2008:103-112).
Bedri Noyan Dedebaba konuyla ilgili şu bilgileri vermektedir: “İlk günlerde dergâhta, Recep Baba ile Ergirili Dervîş Lutfî, Avlonyalı Dervîş Arşî vardı. Bunlar buraya Kahire Kaygusuz Sultan Dergâhı’ndan gelmişlerdir. Sonradan Yakovalı Dervîş Bayram da Amerika’ya gelerek onlara katılmıştır. Başka dervîşler de vardır ki bunlar dergâhın iç işlerine bakarlar. Zeynel Tâhirî, Hüseyin Kusî, Fazıl Duro gibi.. Bu sonuncusu çiftlik işlerine bakar. Baba dahil, dergâh mensuplarının tamamı çalışırlar.” (Noyan, 2002: 38).
1990’lı yıllarda Recep Ferdi babayı ziyarete giden Mustafa Şeref Koca, kendisine Turgut Koca halife baba erenlerin nutuklarının bulunduğu Pir Nefes Üstad adlı kitabını hediye etmiştir. Kitabı okuduktan sonra düşüncelerini “devirdaim makinası gibi bir eser dönüp dönüp okunması gerek” sözleriyle ifade etmiştir. Recep Ferdi Baba, 24 Haziran 1990 yılında Amerika’ya davet ettiği Bedri Noyan Dedebaba’dan halifelik icazeti almıştır. Recep Ferdi Baba, bütün gayretleri ile Anadolu’daki Bektaşîliğin sesi olarak Amerika’da Bektaşîliğin devamını sağlamış, 14 Eylül 1995 tarihinde Hakk’a yürümüştür ve Detroit’teki dergâhın bahçesine defnedilmiştir. Şimdi ise yaklaşık 110 yaşında olan Arşi Baba ve Derviş Eliton Pashaj hizmete devam etmektedir.
3. Kaygusuz Abdal Dergâhı’nda Hizmet Eden Babalar
Bu tekkenin son post-nişînlerden biri olan Mehmet Lütfî Baba, Arnavutluk’un Ergiri kasabasının Donavat köyünde 1265 H. (1849 M.)’de doğmuş olup asıl adı İslâm’dır. İskeçe Dergâhı’nda Hasib Baba’ya bağlanarak nasîb almış, kendisine Mehmet Lutfî adı verilmiştir. Sonradan İstanbul Şahkulu Sultân Dergâhı’na giderek Mehmet Alî Hilmî Dedebaba’ya intisâb etmiş, kutsal yerleri ziyaret etmek için Irak’a gitmek amacıyla önce Hacıbektaş kasabasında Pîrevi’ne gitmiştir. 1319 H. (1902 M.)’de icâzetnâme alarak Meğaravî Tekkesi’ne post-nişîn olmuştur. Mehmed Lütfî Baba’nın 26 Recep 1354 H.’de (1936 M.) kendi istediği ile Aşçı Ahmet Sırrı Baba’ya yerini bıraktığını Sırrı Baba kendisi yazmaktadır. Mehmed Lutfî Baba 10 Zilhicce 1360 H. (1941 M.)’de kurban bayramı gecesi Hakk’a yürümüştür (Noyan, 2002: 230).
En son post-nişîn olan Ahmed Sırrı Baba, 1895 yılında Leskovik’e bağlı Glina adındaki köyde dünyaya gelmiştir. Babasının izniyle 17 yaşında Süleyman Baba’nın olduğu dergâhta bir yıl kalmıştır. Leskovik’in işgal edilmesiyle, Yanya’ya göç etmek zorunda kalmış, kısa bir süre burada kaldıktan sonra Priştine’deki Bektaşî tekkesinin post-nişîni Şaban Baba’ya hitaben yazılan mektup üzerine ondan nasip almıştır. Oradan Mısır Kahire’ye geçip Mehmet Lütfî Baba’nın hizmetinde bulunmuştur.
Mürşidinin izniyle Hacı Bektaş Veli’nin makamını ziyaret için Anadolu’ya gelmiştir. Bir süre 1922-1923 senelerinde Tarsus’taki tekkenin mürşidi Hakk’a yürüdüğü için burada irşad hizmetinde bulunmuş, Mehmed Lütfî Baba’nın çağırması üzerine Kahire’ye geri gelmiş, rahatsızlanınca doktorların tavsiyesi üzerine hava değişikliği için Arnavutluğa gitmiş ve altı ay sonra tekrar geri dönmüştür. Daha sonra Kerbela ve Necef-i Eşref’i ziyaret maksadıyla yeniden yola koyulmuş, Selanik’e oradan da Katerin’e geçmiştir. Katerin Dergâhı’nın post-nişîni Cafer Baba’nın Hakk’a yürümesi üzerine orada bulunan dervişler kendisine bağlanmış, yaklaşık iki yıl burada kaldıktan sonra tekrar Mısır’a dönmüştür. Ahmed Sırrı Baba, Salih Niyazi Baba’dan 1935 yılında halifelik almış, 30 Ocak 1949 yılında ise dedebaba olarak seçilmiştir (Çift, 2013: 97).
Çizelge 1’de görüleceği üzere, bu tekkede görev yapan kişilerin neredeyse tamamı Anadolu kökenlidir (Noyan, 2002: 231-232). Son üç post-nişîn Arnavut babalar olarak hizmet etmiştir.
Çizelge 1. Mısır Kaygusuz Abdal Dergâhı’nda hizmet eden Babalar ve kökenleri
Baba adı
Kökeni
Nakıyb Hüseyin Baba
Aksaray
Meydancı Kasım Baba (Alâiyye) Yusuf Baba  (Alâiyye)
Alanya
Hudâdâd Baba
Ankara
Halil Koç Baba
Antakya
Alî Baba
Birecik
Aşçı Mustafa Kemâl Baba
Hasan Hüsnî Baba
Yörük Mustafa Baba
Burdur
İsmail Baba
Bursa
Zeynelabidin Baba
Elbasan
Mest Ali Baba
Karaman
Nakıyb İbrahim Ethem Baba
Koçhisar
Aşçı Recep Baba
Konya
Sancaktar Ali Baba
Nakıyb Süleyman Baba
Meydancı Murat Baba
Teke
Ekrem Mustafa Baba (Kasaba)
Turgutlu
Mehmet Selîm Baba
Üsküdar
Ramazan Baba Süleyman Baba
Seydişehir
Nakıyb Hasan Baba Hacı
Sofulu
Ca’fer Baba
Bağdat
Mahmut Baba
Mayadağ
Pehlivan Baba
Manastır
Salih Baba
Sâdık Baba
Kasım Baba
Bilinmiyor
Abbâs Baba
Mendil
Şehabeddin Baba
İstanbul
Abdullâh Baba
Kırım
Aşçı Melek Baba
Halep
Mehmet Baba
Kurbancı İsmail Baba
Bosna
Haydâr Baba (Leskovik)
Mehmet Lutfî Baba (Ergiri)
Sırrı Baba (Glina)
Arnavutluk
Bu dergâhta hizmet eden post-nişînlerin isimleri ve hizmet ettikleri yıllar Çizelge 2’de sunulmuştur (Noyan, 2002: 228-229).
Çizelge 2. Mısır Kaygusuz Abdal Dergahı’nda hizmet eden postnişînlerin isimleri ve hizmet ettikleri yıllar.
Adı ya da Unvanı
Atanma Tarihi
Hakk’a Yürüme Tarihi
Post-nişînlik Tarihi
Kasabalı Kerem Mustafa Baba
848 H. (1444 M.)
855 H. (1451 M.)
7 Yıl
Meydancı Kâsım Baba
855 H. (1451 M.)
896 H. (1464 M.)
14 Yıl
Koç Halil Baba
869 H. (1464 M.)
887 H. (1482 M.)
18 Yıl
Sancaktar Ali Baba
887 H. (1482 M.)
896 H. (1490 M.)
9 Yıl
Nakiyb Hacı Süleyman Baba
896 H. (1490 M.)
909 H. (1503 M.)
13 Yıl
Mest Ali Baba
909 H. (1503 M.)
936 H. (1529 M.)
27 Yıl
Aşçı Mustafa Kemâl Baba
936 H. (1529 M.)
952 H. (1545 M.)
16 Yıl
Nakiby Hüseyin Baba
952 H. (1545 M.)
961 H. (1553 M.)
9 Yıl
Kazancı Hasan Hüsnî Baba
961 H. (1553 M.)
980 H. (1572 M.)
19 Yıl
Meydancı Hacı Yusuf Baba
980 H. (1572 M.)
1007 H. (1598 M.)
27 Yıl
Hudâdad Baba
1007 H. (1598 M.)
1016 H. (1607 M.)
9 Yıl
Meydancı Hacı Murad Baba
1016 H. (1607 M.)
1032 H. (1622 M.)
16 Yıl
Aşçı Recep Baba
1032 H. (1622 M.)
1042 H. (1632 M.)
11 Yıl
Yörük Mustafa Baba
1042 H. (1632 M.)
1064 H. (1653 M.)
22 Yıl
Es-Seyyid Câ’fer Baba
1064 H. (1653 M.)
1071 H. (1660 M.)
7 Yıl
Nakiyb İbrahim Edhem Baba
1071 H. (1660 M.)
1080 H. (1669 M.)
9 Yıl
Aşçı Ramazan Baba
1080 H. (1669 M.)
1095 H. (1683 M.)
15 Yıl
Aşçı Hacı Süleyman Baba
1095 H. (1638 M.)
1123 H. (1711 M.)
28 Yıl
Es-Seyyid Mehmet Selim Baba
1123 H. (1711 M.)
1129 H. (1716 M.)
6 Yıl
Nakiyb Hasan Baba
1129 H. (1716 M.)
1146 H. (1722 M.)
17 Yıl
Hacı Mahmud Baba
1146 H. (1733 M.)
1162 H. (1748 M.)
16 Yıl
Seyyid İsmail Baba
1162 H. (1748 M.)
1168 H. (1754 M.)
5 Yıl
Aşçı Melek Baba
1168 H. (1754 M.)
1180 H. (1766 M.)
5 Yıl
Hacı Es-Seyid Mehmet Baba
1180 H. (1766 M.)
1201 H. (1809 M.)
21 Yıl
Aşçı Kasım Baba
1201 H. (1786 M.)
1213 H. (1798 M.)
12 Yıl
Hacı Zeyne’l-Âbidîn Baba
1213 H. (1798 M.)
1224 H. (1809 M.)
11 Yıl
Pehlivan Baba
1224 H. (1809 M.)
1228 H. (1813 M.)
4 Yıl
Hacı Sâlih Baba
1228 H. (1813 M.)
1234 H. (1818 M.)
6 Yıl
Hacı Abdullâh Baba
1234 H. (1818 M.)
1239 H. (1823 M.)
5 Yıl
Kurbancı İsmail Baba
1239 H. (1823 M.)
1268 H. (1851 M.)
29 Yıl
Sâdık Baba
1268 H. (1851 M.)
1282 H. (1865 M.)
14 Yıl
Ali Baba
1282 H. (1865 M.)
1282 H. (1868 M.)
3 Yıl
Abbas Baba
1285 H. (1868 M.)
1300 H. (1881 M.)
15 Yıl
Şehâbeddîn Baba
1300 H. (1882 M.)
1303 H. (1885 M.)
4 Yıl
Haydâr Baba
1303 H. (1885 M.)
1319 H. (1901 M.)
16 Yıl
El Hac Mustafa Lütfî Baba
1319 H. (1901 M.)
1941
-
Ahmet Sırrı Baba
1332 H.(1913M.)
1963
-
4. Belge içinde göze çarpan bazı ayrıntılar
Belgedeki bilgilerden yola çıkarak dergâhta Mehmet Lütfi Baba’dan ve Ahmet Sırrı Baba’dan nasip alanların 44’ü kadındır. Ayrıca nasip ve dervişlik verilen er sayısı toplam 112’dir. İçlerinden 12’si dervişlik mertebesine yükselmiş geri kalan 100 erkek ise sadece nasip alarak yola intisap etmiştir. Bektaşîlikte nasip almak, ikinci doğum, yani manevi âleme doğuş olarak kabul edildiğinden genellikle yola girenlere ikinci bir isim verilir. Eserde asıl isimlerinin dışında yol ismi verilenler Şah İsmail, Derviş Kalender, Derviş Hızır, Derviş Şakir, Derviş Gaybi ve Derviş Melik olup diğer nasip alanların yol isimleriyle ilgili başka bir kayda rastlanmamaktadır.
İkrar verenlerden 18 kişinin muharrem ayında, 34 kişinin Nevruz, 8 kişinin Kurban Bayramı gecesi ve kalan diğerlerinin ise farklı aylarda nasip aldığı veya dervişlik törenlerinin yapıldığı görülmektedir. İlgili belgeden anlaşıldığına göre toplam olarak Mehmed Lütfi Baba’nın 64 kişiye, Ahmed Sırrı Baba’nın ise 86 kişiye mürşidlik yaptığı anlaşılmaktadır. Bazı kişilerin ise mürşid ve rehberleri belirtilmemiştir.
Ahmet Sırrı Baba Mısır’ın dışında Tarsus’ta 1 kişiye dervişlik, Arnavutluk Kolonya kasabası Aşağı Tac Köyü’nde 15 kişiye nasip vermiştir. Arnavutluk Vlora bölgesi Verpika köyünde 4 kişiye, Tac Köyü’nde ise ayrıca 2 hanıma, Katerin Dergâhı’nda 1 hanıma nasip vermiştir. Listede isimleri yazılı olan kişilerden 2’si kaptan, 1 kişi mühendis ve 1 kişi paşa olup diğerlerinin meslekleri hakkında bilgi bulunmamaktadır. Toplam 7 kişinin de Mevlevilikten Bektaşîliğe intisap ettikleri anlaşılmaktadır. 8 kişinin Türk olduğu diğerlerinin ise bir kısmının memleketleri Arnavutluk, Makedonya, Girit, Edirne, Erzurum ve Yanya olduğu kayıtlıdır. İçlerinden bazılarının Ahmed Sırrı Baba’nın akrabalarından olduğu belirtilmiştir. Belgelerdeki sıra numaralarında 29 numaradan 35 atlamasından bir sayfanın eksik olduğunu ve yazının büyük ölçüde kronolojik olmaması da sonradan hatırlanan kişilerin ilave edildiğini düşündürmektedir.
Belge içerisinde belirtilen tarihler, kısmen hicri kısmen miladi olarak yazılmıştır. Dergâhlar kapandıktan sonra ise Türkiye’den nasip alanların adı kaydedilmemiştir. Ahmed Sırrı Baba’nın Mısır, Tarsus, Yunanistan, Makedonya, İstanbul ve Tire’de de meydan açarak hizmette bulunduğu tespit edilmiştir. Dahası, Mahmut Fahri Paşa’ya kendi sarayında nasip verilmesi, dervişlik ve mürşidlik hizmetini Ahmed Sırrı Baba’nın kendisinin yapmış olması ilginçtir ve genel uygulamaya uygun değildir. Nedeni ise tespit edilememiştir.
Ayrıca yaptığımız araştırmalarda, o dönemi yaşayan kişilerden aldığımız bilgilerden şu sonuca varmaktayız: Ahmed Sırrı Baba, 1950 yılında Türkiye’ye gelip iki yıl kalmıştır. Bektaşî babası kıyafetiyle dolaşması yasa gereği yasak olduğundan sokakta dolaşmaması için İstanbul Kadıköy’de şimdi itfaiyenin olduğu yerde bir çiftlik evinde kaldıktan sonra rahatsızlığı nedeniyle, Çamlıca’da bir köşkte bir süre misafir edilmiştir. Daha sonra bir süre de İzmir Tire’deki dergâhta yaşadıktan sonra, 05.10.1952 tarihinde Göztepe Şair Arşi caddesi Üç Köşkler adıyla bilinen yerde, muhabbet için kurulan bir sofrada, Bektaşî âyini açıldığı suçlamasıyla 18 gün tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılıp yurtdışına gönderilmiştir (Milliyet Gazetesi, 05.10.1952).
Türkiye’de kaldığı zaman içinde pek çok kişiye nasip, bazı kişilere de babalık vermiştir. Babalık verdiği kişilerin isimleri şöyledir: Tireli Hasan Balım Baba, Mustafa Pektaş Baba, Mehmet Turabi Sani Ercan Baba, Salih Akdemir Baba, İstanbul Hasanpaşa’dan Hüsamettin Baba. Nasip verdiklerinden isimlerini tespit edebildiklerimiz kişiler ise şunlardır: Halim Beyko, Eşref Atar, İkbal Atar, İsmail Söyleyen, Cemal Konur, Tosun Yeşileker, Zahide Yeşileker, Tahire Şenkal, Rakip Önkök, Hasan Zihidro, Muzaffer Zihidro, Fatma Demirkır. Ayrıca Türkiye’den Mısır’a 1962 yılında giden Kazım Varuş orada nasip almıştır.
Türkiye’de yaşayan Arnavutların sayısal olarak azınlıkta olmaları, Ahmed Sırrı Baba’nın hem Arnavut hem de mücerred olması nasip almalarını kolaylaştırmış hatta bu camiada nasip alma yönünden canlılık sağlamıştır.

5. Sonuç

Bilindiği üzere kayda geçmeyen şeyler unutulmaya mahkûmdur. Geçmişini bilmeyenlerin ise kimlik sorunları yaşamakla karşı karşıya kalmaları kaçınılmazdır. Tarihte sayısız savaşlar, yangınlar, kasıtlı olarak belgelerin ortadan kaldırılması, depremler gibi pek çok neden geçmişle olan bağlarımızı koparmaktadır. Bazen bir mektup, bir dörtlük veya bir resim dahi karanlıkta kalmış bir döneme ışık tutması açısından oldukça önemlidir ve kopuk haldeki bağları sağlamlaştırmaya vesile olmaktadır. İnancın insan yaşamının çok önemli bir parçası olduğu bilinen bir gerçektir. Kaygusuz Abdal tekkesinin son post-nişîni olan Mehmed Lütfî Baba ve Ahmed Sırrı Baba’ya intisap edenlerin isim listeleri ile ilgili bu belgenin de Bektaşîlik hakkında araştırma yapanlara katkı sağlayacağını ümit ederiz.

Sonnotlar

1 Yanya Eyaleti, Berat Sancağı 2 Yanya Eyaleti, Berat Sancağı
3    Borca; Bosna
4    İzvor, Selanik
5    Delvine, Yanya Ergiri
6    Arnavutluk, Mat bölgesinde bir köy.
7    Görice, Manastır.
8    Görice, Manastır
9    Arnavutluk’ta Bjesket, Dağlı bölgesinde
10  Makedonya Manastır
11  Aşağı Tac Köyü
12  Makedonya Manastıra bağlı Tac köyü
13  Barmas, Arnavutluk Kolonya bölgesinde bir köy.
14  Yukarı Tac köyünden
15  Vlora bölgesinde bir köy

Kaynakça

ÇİFT, S. (2011).  Çağdaş Mısır’da Bektâşîlik İzleri: Mısırlı Bir Ressam’ın Bu Topraklardaki
Son Bektâşî Şeyhi Ahmed Sırrı Baba ile İlgili Hatıraları. T.C. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 20/2
ÇİFT, S. (2013). Ahmed Sırrı Dedebaba Ahmediyye Risalesi ve Nefesleri. Revak Yayınları, İstanbul.
GÜZEL, A. (1983). Kaygusuz Abdal’ın Mensur Eserleri. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara. Hollanda’daki Leiden Üniversitesi Kütüphanesi Arşivi Ms. Or. 14385 numarada kayıtlı el yazması belge. Milliyet Gazetesi, 05.10.1952 NOYAN, B. (2002). Bütün Yönleriyle Bektaşîlik ve Alevilik. Ardıç Yayınları, Ankara Cilt: 5. TURAN, F.A. ve ALTUN, İ. (2008). Hacı Bektaş Veli Geleneğinin Bir Uzantısı Olan Detroit’teki Arnavut Bektaşî Tekkesi. Sayı 2008/45.
EK 1: El Yazma Belgenin Günümüz Harflerine Çevrilmiş Hali Aşağıdadır:
“Ene Medinetü’l-ilm ve Aliyyun Bâbuha”
Mahrûse-yi Mısır’da El Mukattam Dağı eteğinde defîn-i hâk-ı ıtırnâk Kaygusuz Sultân kuddise sırrehu’l-menân Efendimiz Hazretlerinin dergâh-ı feyz-i iktinâhı postnişîn-i irşâdı reşâdetlü, faziletlü, eş - Şeyh Ahmed Sırı Baba el Glinavî hazretlerinin zamân-ı meşihatlerinde Tarîkat-ı Aliyye-i Bektaşîyeden kesb-i füyûzât-i ma’nevî iden ihvân-ı tarîkin esâmisidir.

S.1

1-                      İkbâl Hanım: 15 Sefer 1320,  mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Şerîf.
2-                      İsmâil Kapudan Demir: Giridli, 15 Oktober 1904 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Süleyman.
3-                      İbrahim: Giridli Ali Efendi mahdûmu, 4 Şevval 1327 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Ali.
4-                      Âdem bin Emin Tomariçeli1: 10 Mars 1322 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Mehmed ile Sırrı Baba.
5-                      Âdem Emin: Premedli2, mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Mehmed.
6-                      İbrahim Ferhat: Gulmeli,  2 Şaban sene 37 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Mehmed.
7-                      İkbâl Hanım: Giridli Hasan Bayrakî’nin haremi, 18 Muharrem 37; mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîşi Mehmed.
8-                      Ülfet Fâtıma Hanım; İbrahim Nâcî Bey haremi, Giridli 30 Januar[y] 1927 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Edhem.
9-                      İbrahim Halîl: Bursalı 1345 de ikrâr aldı. Mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Edhem ve1346’da Dervîş ikrârı aldı. Rehberi Sırrı Baba.
10-                  İkbâl Hanım: Kandiyeli. Merhûm Saffet Baba’nın kerimesi 20 Muharrem 1337 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Mehmed Ergirili ( Doktor Ali Râsih’in hemşiresi).
11-                  Ahmed Efendi: Halîl Bektaş, 1 Ağustos 1920 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Sırrı Baba.
12-                  Üsküplü Ahmed Dede: Mevlevî dervîşânından, 1 Ağustos 1930 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Sırrı Baba.
13-                  Ahmed Rüşti Efendi, başmühendis, 28 December 1941 mürşidi Sırrı Baba, rehberi Dervîş Bayram, Yakovalı
14-                  Ahmed Rıfat Hayrullah Efendi:  23 Mars 1946 nevrûzun üçüncü gicesi mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Dervîş Lütfî Ergirili.
15-                  İlirya Delvine: Delvineli Hikmet Delvine Bey’in kerimesi. 20 Mars 1949 mürşidi Sırrı Baba, rehberi Dervîş Lütfî, Ergirili.
16-                  İbrahim Naci Efendi: Giridli 21 Mars nevrûz gicesi 1949 dervîş ikrârı virmişdir. Rehberi Dervîş Lütfî, mürşidi Ahmed Sırrı Dedebaba, kendilerinin lakabı Nusret-zâdedir ve ma’nevî lakabı Şâh İsmâil olmuşdur.
17-                  İbrahim Abdülhalîm Efendi: Girildi, İskenderiye’de muhib olmuşdur. 7 April 1949 cuma gicesi, mürşidi Ahmed Sırrı Dedebaba, rehberi Dervîş Mahmûd Gaybî’dir.

S.2

18-  Penbe Hanım: Giridli Osman Efendi’nin haremi. 28 Muharrem 1304 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Kâmil.

S.3

19-                  Cevad: Borcalı3, 4 Rebiü’l-sânî 1338 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Mehmed.
20-                  Celil bin Yakub: İzvorlu4  9 Mars 1342 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Bilâl.
21-Cemile Tahir: Tatzanlı  Kanber’in haremi. 6 November 1928 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Edhem
22- Yüzbaşı Cemâl İzzet Bey: Mısır Türklerinden, 10 Zilhicce 1367, 12 Oktober 1948 cehârşenbe gicesi nasîb almışdır. 10 Muharrem 1368’de dervîş ikrârı almışdır.

S.4

23-                  Haydar Fâzıl bin Rüşdü: Mısır Prenslerinden,16 Recep 1319 mürşidi merhûm Lütfî Baba, rehberi Dervîş Ahmed.
24-                  Hacı Hâfız Mustafa: Gelibolulu,  23 Muharrem 1322 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Selim.
25-                  Hasan bin Beyko Delvineli5, 10 Mars 1322 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş  Mehmed ile Sırrı Baba.
26-                  Hasan bin Bekir:  Burcalı,  mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Mehmed.
27-Hikmet Mahmud: lakabı Hâtim. 9 Zilhicce kurban bayramı gicesi 28 December 1941 mürşidi Sırrı Baba, rehberi Dervîş Bayram.
28-                  Hasan Efendi Ali: Ergirili, nevrûz sultan gicesi. 22 Mars 1944 mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Dervîş Bayram Yakovalı.
29-                  Hikmet Delvin Bey: Delvinalı. 20 Mars 1949 pazarirtesi gicesi dervîş ikrârı virmişdir. Mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Dervîş Lütfî.

S.5

35-                  Rüstem bin Hasan: Gelibolu Mevlevî dervîşlerinden 25 Rebiü’l-evvel 1330 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Ali Ergirili.
36-                  Rüstem: Tepedelenli. Mürşidi Lütfî  Baba, rehberi Dervîş  Kâmil.
37-                  Ragıbe Hanım: Kahraman Efendi’nin haremi. 11 November 1923 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Bilâl.

S.6

38-                  Zeynep Hanım: Kandiyeli Ali Ârif Efendi’nin haremi. 28 Muharrem 1326 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Hasan.
39-                  Zeki bin Zifir: Curcalı6. 29 April 1931 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Sırrı Baba.
40-                  Zeynel Abidin:  Premedli. 22 Mars 1946 nevrûz gicesi, mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Ergirili Dervîş Lütfî.
41-                  Zeynep Rana Hanım: Mükerrem Efendi haremi. 22 Mars 1947 Nevruz gicesi, mürşidi Ahmed  Sırrı Baba, rehberi Ergirili, Dervîş Lütfî.

S.7

42-                  Sâmi bin Rıf’at: Edirneli. 16 Muharrem 1320 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Şerîf.
43-                  Süleyman Sabri: Öğünlü. 16 Muharrem 1320 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Şerîf.
44-                  Şuayib bin Mehmed: Delvinalı 4 Sefer 1331 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Kâmil.
45-Sırrı Dede: Manastırlı. Mevlevî dervîşânından. 28 April 1931 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Sırrı Baba.
46- Saâdet Hanım bint-i Sa’id: 28 December 1941 mürşidi Sırrı Baba, rehberi Dervîş Bayram.
47-Sipiryan Ömer: Ergirili, kurban bayramı gicesi 7.12.1943,  mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Dervîş Bayram Yakovalı.
48- Semiha Hanım: Mısırlı. Cemâl İzzet Bey’in haremi. 21 Mars nevrûz gicesi nasîb almışdır. Mürşidi Ahmed Sırrı Dedebaba, rehberi Dervîş Lütfî.

S. 8

49-Şahin bin Mehmed: Ergirili, 16 Muharrem 1320 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Şerîf.
50-Şuayb bin Hüseyin: Permedli. 15 Muharrem 1323 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Muharrem.
51- Şerafeddin Mustafa Efendi: Mevlevi Şeyh-zâde, 4 November 1946 kurban bayramının birinci günü mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Ergirili Dervîş Lütfî.
52-Şahin Mükkerrem Efendi: Sırrı Baba’nın yeğeni, 4 November 1946 kurban bayramı birinci günü mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Ergirili Dervîş Lütfî.

S.9

53-                  Sâliha Hanım: Şâkir Ağa’nın haremi. 18 Muharrem1328 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Kâmil.
54-                  Saffet: Ergirili. Ammi-zâde Emin Hacı 1 Şubat 1322,  mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Muharrem.
55-                  Dervîş Safvet Hayreddin, 15 Kanûn-ı evvel 1936 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Lütfî Ergirili.

S.10

56- Tâhir Kemâleddin Şâkir: Dervîş Şâkir’in oğlu. 21 Mars 1949 nevrûz gicesi nasîb almışdır. Mürşidi Ahmed Sırrı Dedebaba, rehberi Dervîş Lütfî.

S.11

57- Zarife Hanım: Giridli, bint-i Ali. 22 Mars 1944 nevrûz gicesi. Mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Dervîş Bayram, Yakovalı. Müsahibi oğlu Hasan ve kerimesi Fâtıma.

S.12

58-                  Ali Fu’âd bin  Mehmed Emin Bey: İstanbullu. 28 Sefer 1325 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Muharrem.
59-                  Ali Ârif:  Kandiyeli, 28 Muharrem 1326 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Hasan.
60-Ali bin Sâlih: Ergirili. 25 Rebiü’l-evvel 1330 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Ergirili Dervîş Ali.
61- Gaybî bin Şahin: Glinalı. Sırrı Baba’nın biraderi. 13 Zilhicce 1333 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Mehmed.
62-Ali bin Halîm: Göriceli7, mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Kâmil.
63-Ömer bin Rızâ: Mevlevî dervîşânından, 9 Mars 1338 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Bilâl
64-                  Ömer Hâfız: Mevlevî dervîşânından. 9 Mars 1339 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Bilâl.
65-                  Abdurrahman Dede: Yenipazarlı. Mevlevî dervîşânından, 28 Abril 1931 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Sırrı Baba.
66-                  Abdülvâhid bin Süleyman: Erzurumlu. 12 Mars 1927 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Sırrı Baba.
67-                  Ali Âbidîn Efendi: Fellüklü, 13 Zilhicce 1359 mürşidi Sırrı Baba, rehberi Dervîş Bayram.
68-Hacı Osman: Tatzanlı. 13 Zilhicce 1359 mürşidi Sırrı Baba, rehberi Dervîş Bayram.
69-                  Abdullah Bâzara Efendi: Mısırlı. 22 Mars 1946, nevrûz gicesi mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Dervîş Lütfî.
70-                  Abdülhamîd İbrahim Efendi: 22 Mars 1946 nevrûz gicesi. Mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Dervîş Lütfî.
71-                  Abdülazîz Emin Elhâncı Efendi: 3 November 1946, kurban bayramı gicesi. Mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Ergili Dervîş Lütfî. Musâhibi Nilüfer Nef’î, 9 Receb 1366 ve 9 May 1947 de dervîş ikrârı almışdır. İsmi, Dervîş Vîrânî’dir. Mürşidi Sırrı Baba, rehberi Dervîş Lütf Ergirili ve tafaddal hazret fadîleten îcâben bi-tevcîhi lakabi müşarün ila hadretihi zâdallahu feydan ve keremen.
72-                  Abdülkâdir Ca’fer Abdülkâdir: Yanya.  21 Mars 1948 nevrûz gicesi. Mürşidi Ahmed Sırrı Dede, rehberi Dervîş Lütfî Ergirili. Musâhibi Abdülhalîm İbrâhim ve Kâzım Efendi.

S.13

73-                  Abdülhalîm İbrahim Abdülhalîm Efendi: Girildi. 21 Mars 1948 nevrûz gicesi. Mürşidi Ahmed Sırrı Dede, rehberi Dervîş Lütfî Ergirili.
74-                  Abdullah Bâzara: 10 Zilhicce 1367 ve 13 Oktober 1948 cehârşenbe gicesi dervîş ikrârı vermişdir. İsmi, Dervîş Kalender.
75-                  Abdülkâdir Ca’fer Abdülkâdir, 20 Mars 1949 pazarirtesi gicesi dervîş ikrârı virmişdir. İsmi, Dervîş Hızır, mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Dervîş Lütfî.
76-                  Ali Hasan: Girildi. İskenderiye’den 21 Mars 1949 nevrûz gicesi nasîb almışdır. Mürşidi Ahmed Sırrı Dedebaba, rehberi Dervîş Lütfî.
77-                  Abdülhalîm İbrahim Abdülhalîm: Giridli. 22 Mars 1949 nevrûz akşamı dervîş ikrârı virmişdir. Rehberi Dervîş Lütfî, mürşidi Ahmed Sırrı Dedebaba.
78-Azize İbrahim Abdülhalîm: Girildi. Nevrûz 21 Mars 950 mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Dervîş Lütfî.

S.14

79-                  Feride Bacı: Gulemli. İbrahim Ferhad’ın haremi. 2 Şa’bân 1337 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Mehmed.
80-                  Fâtıma Hanım: Musa Şahin Efendi’nin haremi. 1 May 1940 mürşidi Sırrı Baba, rehberi Dervîş Bayram Yakovalı.
81-                  Fikret Hanım bint-i Mahmud Efendi: Nefî (Gaybî) bayram gicesi. 7.12.1943 mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Dervîş Bayram Yakovalı.
82-                  Fâtıma Hanım bint-i Ali: Giridli. 22 Mars 1944, nevrûz gicesi mürşidi Baba Sırrı, rehberi Dervîş Bayram Yakovalı, Zarife binti Baka.
83-                  Fazilet Hanım: Abdullah Bazara Efendinin haremi. 22 Mars 1946, nevrûz gicesi mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Dervîş Lütfî.
84-                  Fu’âd Abdülhamîd İbrahim: Mısır Türklerinden. Nevrûz gicesi, 22 Mars 1947 mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Ergirili Dervîş Lütfî.
85-                  Fâtıma Şâkir: Kemâl Bey kızı. Nevrûz gicesi, 22 Mars 1947 mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Dervîş Lütfî Ergirili.
86-                  Firdevs Hanım bint-i Hacı Mehmed Hemedânî: 10 Zilhicce 1367 ve 12 November 1948 cehârşenbe gicesi nasîb almışdır. Binbaşı Mahfûz Bey’in haremidir. Mürşidi Sırrı Baba, rehberi Dervîş Lütfî.
87-                  Fikri Emin: Mısırlı. 21 Mars 1949, nevrûz gicesi nasîb almışdır. Mürşidi Ahmed Sırrı Baba Dede, rehberi Dervîş Lütfî.
88-                  Fâtıma Leyla Başpehlivân: Tahsin Baba’nın kerimesi ve Yılmaz Efendi’nin haremi, 21 Mars 1950 nevrûz. Mürşidi Ahmed Sırrı Dedebaba ve rehberi Dervîş Lütfî.
89-                  Fahri konşisi: Kosovalı. Bayram gicesi 21 September 1950 mürşidi Ahmed Sırrı Dedebaba, rehber Dervîş Lütfî.
90-                  Fâtıma Hüseyin: Fahri Efendi’nin haremi. Bayram gicesi 21 September 1950 mürşidi Ahmed Sırrı Dedebaba, rehberi Dervîş Lütfî.

S.15

91-                  Kanber: Tanzanlı. 11 November 1923 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Bilâl.
92-                  Korkmaz Hâmid Bey, Azarbeycanlı. Nevrûz gicesi 21 Mars 1950 mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Dervîş Lütfî.

S.16

93-                  Kerem Hanım: Sa’id Paşa’nın çıraklarından. 15 Sefer 1320 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Şerîf.
94-                  Kâmil bin Tahir: Delvineli. 5 Mars 1915 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Mehmed.
95-                  Kâmil: Delvineli. Mürşidi Lütfi Baba, rehberi Ergirili Dervîş Mehmed.
96-                  Gülizâr Hanım: Arnavud Sagiri’nin kayınvalidesi. 13 Zilhicce 1359 mürşidi Sırrı Baba, rehberi Dervîş Bayram Yakovalı.
97-                  Kemâl Şâkir Efendi: 21 Mars 1943 Mısır Türklerinden. Mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Dervîş Bayram Yakovalı. Nevrûz gicesi dervîş ikrârı aldığı tarih nevrûz gicesi 22 Mars 1947. Mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Ergirili Dervîş Lütfî (İsmi Dervîş Şâkir’dir).
98-                  Kemâl İbrahim Efendi: Giridli min el İskenderiye. Nevrûz gicesi 21 Mars 1947 mürşidi Ahmed Sırrı Baba rehberi Ergiril Dervîş Lütfî.
99-                  Kübra Hanım bint-i Abdullah: İskenderiye’den Giridli, nevrûz gicesi 22 Mars 1947 mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Ergirili Dervîş Lütfî.
100-              Gülnâz Hanım: İbrahim Nâcî Bey’in hemşiresi, Nevrûz gicesi. 22 Mars 1926 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Ahmed Sırrı Baba.
101-              Kazım Abdülkâdir: 21 mars 1948, nevrûz gicesi. Mürşidi Ahmed Sırrı Dede, rehberi Dervîş Lütfî.

S.17

102-              Uzun Mustafa: 13 Muharrem 1326 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Kâmil.
103-              Muharrem Eşref: Avlonyalı. 4 Şevvâl 1327 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Ali.
104-              Mürüvvet Hanım: Mısırlı Ârif Hilmi Efendi’nin haremi. 18 Muharrem 1328 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Kâmil.
105-              Mehmed bin Hasan: Goskovalı. 3 Şevval 1329 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Göriceli8 Dervîş Kâmil.
106-Muzafer bin İzzet Ergirili Toşa-zâde, 4 Sefer 1331 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Kâmil.
107-              Mûsâ bin Şahin: Glinalı. 16 Teşrin-i evvel 1330 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Mehmed.
108-              Midhat bin Şaban: Delvineli. Mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Mehmed.
109-              Mustafa bin Hüseyin: Hanyalı. 16 Muharrem 1341 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Bilâl.
110-Mehmed bin Kabu: Avlonyalı. 9 Mars 1342 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Bilâl.
111-              Mükerrem bin Şahin: Sırrı Baba’nın biraderi. 29 April 1931 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Sırrı Baba.
112-              Mahmûd Nef’î:  Mısır Türklerinden., 22 Mars 1941 nevrûz gicesi mürşidi Sırrı Baba, rehberi Dervîş Bayram (Tarîkatce nâmı Dervîş Gaybî).
113-              Mahmûd Efendi Ale’s-Serbeynî:  Mısırlı.  22 mars 1946 nevrûz gicesi mürşidi Sırrı Baba, rehberi Dervîş Lütfî Ergirili.
114-              Mustafa el Ferrâ: min Dımışk, el ehâd 26 January 1947 mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Dervîş Lütfî Ergirili.
115-              Münir Ecemen: Kaptan, Türk. El cum’a nevrûz sultan gicesi 22 Mars 1947 mürşidi Sırrı Baba, rehberi Dervîş Lütfî Ergirili ve en’amı aleyh bi lakab-ı ser teşrifâtı.
116-              Mahmûd Naf’î (Dervîş Gaybî) dervîş ikrârı almışdır. Nevrûz gicesi 22
Mars 1947 mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Dervîş Lütfî Ergirili
117-              Mes’ud Ahmed Efendi Türk 9 Receb 1366 ve 29 May1947 de nasîb almışdır. Mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Dervîş Lütfî Ergirili.
118-              Mehmed Ali Efendi: Türk 9 Receb 1366 May 1947 de nasîb almışdır. Mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Dervîş Lütfî Ergirili.
119-Şeyh Mustafa Fahreddin Efendi: Receb 1366 da ve May 1947 de taç ilbâs idilmişdir.
120-Mahmûd Naf’î (Dervîş Gaybî) 9 Receb 1366 de ve 29 Mayıs 1947 de nasîb almışdır.

S.18

121-              Bektaş Mehmed Mahfûz Bey: 10 Zilhicce 1347 -12 Oktober 1947 çehârşenbe gicesi nasîb almışdır. Mürşidi Ahmed Sırrı Dede, rehberi Dervîş Lütfî Ergirili.
122-              Anisa Menar bint-i Mahfûz Bey: 10 Zilhicce 1347 ve 12 Oktober 1947 çehârşenbe gicesi nasîb almışdır. Mürşidi Ahmed Sırrı Baba ve rehberi Dervîş Lütfî.
123-              Mehmed Mahfûz Bey: 10 Muharrem 1367  -  11.11.1948 de dervîş ikrârı almışdır.
124-              Mehmed Tebrizî Efendi: 10 Muharrem 1367 de nasîb almışdır. Mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Dervîş Lütfî Ergirili.
125-              Mahmûd Ahmed Mehmed: Mısırlı, 21 Mars nevrûz gicesi nasîb almışdır. Mürşidi Ahmed Sırrı Dede Baba, rehberi Dervîş Lütfî.
126-Mehmed Şâkir: Kemâleddin Şâkir Efendi’nin oğlu, 21 Mars nevrûz gicesi nasîb almışdır. Mürşidi Ahmed Sırrı Dedebaba, rehberi Dervîş Lütfî.
127- Maâli Mahmud Fahri Paşa,  25 Mars 1949, kendi saraylarında husûsi bir âyin-i cemde fahri dervîş ikrârı virmişdir.  Rehberi ve mürşidi Ahmed Sırrı Dede Baba.

S.19

128- Nesibe Hanım: Biyeşkalı9  Besim Ağa’nın haremi.  3 Şevvâl 1329 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Kâmil.
129-Nusret bin Ali: Ergirili. 16 Teşrin-i evvel 1330 mürşidi Lütfî Baba, reh-
beri Dervîş Mehmed.                                                      
130-              Nesimî bin İlyâs: 5 Mars 1915 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Mehmed.
131-              Nesim: Delvinalı. Mürşidi Lütfî Baba, rehberi Ergirili Dervîş Mehmed.
132-              Na’im bin Kalu: Ergirili.  13 Muharrem 1326 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Kâmil.
133-              Nusret Ferhad Bayrakdâr: Kosovalı, kurban bayramı gicesi 7.12.1943 Mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Dervîş Bayram Yakovalı.
134-              Nilüfer Servet Hanım: Mahmud Naf’î Efendinin kerimesi.  3 November 1946 kurban bayramı gicesi. Mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Ergirili Dervîş Lütfî musâhibi Abdülaziz Elhancı.
135-              Ni’met Hanım: harem-i Abdülhalîm Efendi, Ergirili. Bâlâ-i Skenderiye, İskenderiye’de nasîb almışdır. 18 April 1949 cum’a gicesi. Mürşidi Ahmed Sırrı Dedebaba, rehberi Dervîş Mahmûd Gaybî.

S.20

136- Harun bin Tahir: Koniceli. 4 Rebiü’l-sânî 1338 mürşidi Lütfî Baba, rehberi Dervîş Mehmed.

S.21

137-                   Yılmaz Naf’î ( Dervîş Melik): kurbân gicesi (Bayram) 7.12.1943 mürşidi Ahmed Sırrı Baba, rehberi Dervîş Bayram Yakovalı.
138-                   Yusuf Bekir Bimâri: Elbasan’dan. 21 Mars nevrûz gicesi nasîb almışdır.
Mürşidi Ahmed Sırrı Dedebaba, rehberi Dervîş Lütfî.

S.22

1923 senesinde reşadetlü Ahmed Sırrı Baba hazretleri Tarsus’da ikamet-nişîn-i irşâd olduğu zaman Dervîş Muharrem taç ve hırka iktisâ itmiştir.
18 Zilkade 1342 ve 19 Haziran 1924 tarihine reşadetlü Ahmed Sırrı Baba Hazretleri Kolonya kazâsında10 Tâc-ı zîr karyesinde11 erkân-ı aliye-i Hazret Hünkâr üzere dest-i inâbet alan canların isimleri,  ber-vech-i âtî beyân olunur. Rehberleri Kolonya müftüsü yârân-ı tarîkatden Ahmed Zihnî Efendidir.
1- Bektaş Hasan bin Ya’kûb       
Tâclı12
2- Banuş bin Abdül                    
Tâclı
3- Mehmed bin Ganbi                 
4- Bülbül bin Rüstem Kodraslı    
Tâclı
5- Dilber bin Kâmil                     
Tâclı
6- Âbidin bin Melek                    
Tâclı
7- Ya’kûb bin Celâleddin Barmaşlı13 
Tâclı
8- Kâzime Hanım                        
Tâclı
9- Mazriye bint-i Hüseyin                   
Tâclı
10- Zeynep bint-i Halîm                      
11- Hüsniye bint-i Abdül                    
12- Koşa bint-i Kâmil                  
13- Şâniku bint-i Hüseyin                   
14- Ali bin Orhan                        
Koniceli
15- Feride bin Kâzım                  
Tâc-ı Bâlâlı14
15 Zilhicce 1342; 1924 tarihinde Verpika15 karyesinde küşâd olunan meydan-ı Hazreti Pir’de reşadetlü Ahmed Sırrı Baba Hazretlerinden etek tutan canların isimleri beyân olunur. Rehberleri Tâlib Efendidir
1- Baka Şemo
2- Mehdi bin Selâm
3- Aliye Rûşen
4- Nazîme bint-i Ali Berât
29 Muharrem 1343 tarihinde Taç karyesinde reşadetlü Ahmed Sırrı Baba’dan dest-i inâbet alanların isimleri, rehberleri müftü Ahmed Zihnî Efendidir.
1- Tûtî Hanım
2- Nevrûz Hanım
15 Muharrem 1345 tarihinde Katerine Dergahı’nda reşadetlü Ahmed Sırrı Babadan dest-i inâbet alan Keysarakalı Rakibe Hanım bint-i Hüseyin, rehberi Dervîş Velî’dir.



Salih Bedreddin NOYAN Dedebaba


250239_150269758375523_1975052_n










SALİH BEDREDDİN NOYAN DEDEBABA
Samsun’lu emekli subay İsmail Hakkı Noyan ve İstanbul’lu Refia Noyan’ın oğullarıdır. 1328 Rumî (1912) de, babasının ordu hizmetinde bulunduğu Serez’de doğmuştur.[ Noyan Dedebaba Serez’de doğruğu için, Şeyh Bedreddin’e nisbet edilerek, ona Bedreddin adı verilmiştir]. Ama bir aylık iken Serez’den Anadolu’ya göçüp, burada büyümüştür. 10 Şubat 1958 Pazartesi günü akşamı, Ankara’da Ali Nâcî Baykal Dedebaba’dan nasîb alarak ikrâr-bend olmuştur. Müsahibi (yol kardeşi) eski Bursa Mebusu Doktor M. Talat Simer Bey’dir. Dîvân-ı muhâsebât (Sayıştay) murakıblarından Kâzım Arslantüre de rehberliğini yapmıştır. O gecenin hâtırası olarak, aydınlatıcısına (mürşîdine) şu şiiri kaleme yazmıştır:

Dôst!.Huzûr-u Yâr’da [1] yoğ olduk serâb olduk bugün
Dôstuna dôst, münkîre sonsuz azâb olduk bugün.
     Biz koruk’tan hâm iken, tatsız iken, bû aşk ile
     Yana kavrula bu hâl üzre şerâb [şarap] olduk bugün.
Sûz-u dil, Sûz-u dilârâ, Sûzinâk’ten[2] dem çeküb
Nağme-i uşşâk ile şevk-u turab olduk bugün.
     Zümre-i Nâcî’den olduk mürşîdim “Baykal” diyüb
     Biz Erenlerden nasîb aldık turâb [toprak] olduk bugün.
Sundu câm-ı kevser’i Şâh-i vilâyet [Hazret-i Alî] al diyüb
Genc-i mahfî’den [gizli hazineden] harâb-ender-harâb olduk bugün.
     Mushaf-ı dîdâr-ı yâr’dan bulduk âyât-ı kemâl
     Hakk’a mi’râc eyleyüb mir’ât-ı Rabb [Tanrı aynası] olduk bugün.
Bir hakiyr Âşık Noyan’ız nâm ü şânı terk idüb
Nûra garkolduk güzelden âfitâb [güneş] olduk bugün.
Kendisine Ali Nâci Dedebaba Erenlerin 21 Şubat 1959 tarihli mektuplarıyla dervişlik payesi tevcih edilmiştir. Bu mektupta, “Dervîşlik tâc ve hırkanızı giydirmek hizmet-i fâhiresini (övülünecek hizmeti) Yunus Baba erenlerimize tevdi’ (veriyorum) ediyorum, mubârek bâdâ (olsun) sultânım efendim” diye yazmışlardı. Hazırlıklar yapılarak 6 Mayıs 1959 Çarşamba ve Hıdrellez günü Turgutlu’da Mücer-red Ali Rıza Baba Dergâh-ı Şerîfi’nde dervîş kısvelerini giyindi. Aynı gece, rahmetli Mücerred Ali Rıza Baba’nın yeğeni Mehmed Özbektâş’ın ve nasîb alan annesi Refia Noyan Bacı’nın rehberliğini de yaptı.
19 Temmuz 1959 Pazar günü sabahı aynı dergâhta mersiye okumuş ve akşamına açılan meydânda, bel oğlu Kurtcebe Noyan’a rehberlik etmiştir. 29 Eylül 1959 Salı günü Ankara’da, Alî Nâcî Baykal Dedebaba tarafından Baba’lık icâzet-nâmesi törenle kendisine verilmiş ve Aydın Dedekuyu Dergâhı Şerîfi Post-nişîni olmuştur. Bektâşîlik tarihinde bu icâzetnâmenin bir özelliği şudur ki, Lâtin harfleriyle, yani yeni Türk harfleriyle yazılmış ilk icâzetnâmedir. Büyük çift yapraklı bir kâğıdın iç sahifelerinin bir tarafına teberrüken Arab harfleriyle, karşı tarafına da yeni Türk harfleriyle yazılmış ve her iki taraftaki icâzetnâme metinleri de ayrı ayrı imzalanıp mühürlenmiştir.
Rahmetli Ali Nâcî Dedebaba’nın kızlarında kalan özel defterlerinde şöyle bir kayıt vardır: “Bir celse-i nûrânûr’da 27/28 Temmuz 1959 Pazartesi’yi Salı’ya bağlayan gece Hazret-i Pîr’in emir ve teblîği: ”Bedri Bey’i çok beğeniyorum. Aşkolsun O’na. Ders alınacak âdemdir. Çiçeği burnunda, kokusu tâze, idrâki geniş. Ben ondan uzakta değilim, Hü.”. [3]
2 Nisan 1960 Cumartesi günü Alî Naci Baykal Dedebaba tarafından kendisine Hilâfetnâme verilerek halifelik pâyesi ile görevlendirilmiştir. Bu hilâfetnâme de, icâzetnâmesi gibi, ilk defa yeni Türk harfleriyle yazılmış bir hilâfetnâmedir. Büyük bir tabaka kâğıdın iki iç sayfasından bir tarafına Lâtin harfleriyle, diğer tarafına Arap harfleriyle yazılmış ve her iki taraf da ayrı ayrı imzalanıp, mühürlenmiştir. Bu hilâfetnâmenin altında Alî Nâcî Baykal Dedebaba, Horasan’lı Ali Baba Dergâhı (Kandiye) Post-nişîni Mücerred Halife Cafer Sadık Bektâş Baba, Turgutlu Mücerred Ali Rıza Baba Dergâhı Post-nişîni Halife Yunus Ölmez Baba, İstanbul Çamlıca Dergâhı Post-nişîni Halife Ahmed Necmeddin Alpgüvenç Baba, İzmir Balpınarı Dergâhı Post-nişîni Halife Faiz Tuncer Baba, Yakova Bektâşî Dergâhı Post-nişîni Kâzım Bakali Halife Baba, Meydân Evi Post-nişîni Kâzım Arslantüre Baba, Turgutlu Kandıra Baba Dergâhı Post-nişîni Mümtaz Bababalım Baba, Tire Arappınarı Dergâh-ı Şerîfi Post-nişîni Hasan Hulki Cân Baba, İzmir Karadutlu Dergâhı Post-nişîni Ali Sâkii Pektaş Baba, Manisa Revak Sultan Dergâhı Post-nişîni İbrahim Taşkıran Baba’ların imza ve mühürleri vardır.
O sırada Ankara’da bulunan Alî Naci Baykal Dedebaba, sol ayağındaki damara ait beslenme bozukluğundan rahatsız idiler. Kendisini hastahaneye yerleştirdikten sonra, mevcut diğer Babagân ile Hazret-i Pîr’e ziyaret maksadıyla Hacıbektaş’a kadar gidildi. Orada, günün koşulları elverdiği ölçüde, halifelik erkânı yerine getirildi, birkaç gün orada kalındı.
13 Temmuz 1960 Çarşamba günü Alî Nâcî Baykal Dedebaba erenlerin Hakk’a yürümesi üzerine derhâl uçakla Aydın’dan Ankara’ya gitmiş ve mürşîdinin son hizmetlerini eliyle ifa etmiştir. Alî Nâcî Baykal Dedebaba 15 Temmuz 1960 Cuma günü Ankara’da Asrî Mezarlık’ta sırlanmışlardır. Bu Hakk’a yürüyüşten sonra Ankara’daki Muhibbân, Dervîşân ve Babagân ile, dışarıdan gelmiş olanlar toplanarak bir vesika tanzim ve imza ederek ve oy birliği ile, mevcut halifeler arasından, Halife Noyan Baba’yı, Dedebaba olarak seçmişlerdir. Bu belgeyi İstanbul, İzmir, Mersin, Denizli, Manisa, Söke, Turgutlu, Alaşehir ve diğer birçok yerde bulunan Babagân ve Dervîşan imzalamış, mühürlemişlerdir.
Aydın’a dönüşten sonra, uygun bir zaman beklenmiş, 25 Eylül 1960 Pazar günü, kendi eliyle kurbanlarını tığlayarak, Babalar, Dervîşler ve Muhibbân’ın yoğun katılımıyla meydân açılmış, erkân ile Dedebabalık Töreni yapılıp, kendisine biat edilmiştir. Bu merasime Ankara’dan, kendilerinin rehberleri olan Kâzım Arslantüre Baba da gelmişlerdir. Çeşitli illerden kalabalık bir topluluk bu törene katılmıştır.
Noyan Dedebaba, Dedebaba makamına ulaşmış ilk tıp doktorudur. “En’el Aşk” adlı 1955 de yayınlanmış 250 sayfalık tasavvuf şiirleri kitabı, “Aşk Risâ-lesi” adlı 1959 da yayınlanmış [4] 382 sayfalık tasavvufî kitabı, müze olarak açılması sağlanan Pîr-Evi’ni ve Hacıbektaş’taki diğer kutsal yerleri tanıtan Hacıbektaş’ta Pîr-Evi ve Diğer Ziyaret Yerleri adlı yüz sayfalık kitabı yayınlanmıştır. Bunlardan başka birçok gazete ve dergide iki yüze yakın yazısı yayınlanmıştır.
O, Bektâşîliğin sadece tasavvufî bir yol olmadığı, tam bir Türk İslâmiyeti, Türk’ün asıl İslâmiyeti olduğu düşüncesinde idi. Bu yol’un bütün dünyanın insanlarını biraraya getirecek ve dünya cennetini gerçekleştirecek nitelikte sağlam esasları bulunduğunu söylerdi.
Ney üfleyen, kemân ve Türk sazı çalan Bedri Noyan Dedebaba’nın birçok şiirleri Nebil oğlu Hakkı, Hayri Yenigün, Ali Rıza Avni, Sabri Akçagül, Tanburi Lâika Karabey gibi besteciler tarafından bestelenmiştir. Genç yaşında Hakk’a yürüyen Besteci Necib Celâl Antel’in bütün bestelerinin sözleri Bedri Noyan’ındır.
Noyan Dedebaba güzel yağlı boya resim ve kristal üzerine minyatür yaptığı gibi, sülüs ve ta’lik yazısı da güzel olan bir hattât idi. Her işte, sol ve sağ elini eksiksiz kullanırdı. Her iki eliyle de, aynı rahatlıkla yazı yazabilir, resim yapabilirdi. Operatör olarak yaptığı ameliyatlarında da her iki elini rahatça kullanır ve bundan çok kolaylık gördüğünü söylerdi.
26 Haziran 1961 Pazartesi günü Aydın’da yapılan Ayn-ül-cem’de kardeşi, yarbaylıktan emekli Sabahattin Noyan’a nasîb vermiş idi. Böylece annesi ve oğlunun rehberliğini, kardeşinin mürşîdliğini yapmış olduğunu anlatmak üzere şu parçayı yazmış idi:
Oğlumun annesi oldumsa ne var,
Annemi doğurdum huzûr-ullâhta.
Bir erkek kardeşten alınca ikrâr
Onun da Baba’sı oldum bu râh’ta.
                     Dostlar bilir bunu zâhir ne anlar,
                     Zorluk var gafile bunu izâhta.
                     NOYAN, altı def’a doğdum her bahâr
                     El ele vererek Pîr’le dergâhta.
[Bu nefesi herkesin anlayacağı hale şöyle getiririz:
Bektaşîlikte, Bektaşîliğe giren kişinin annesi rehberi, yani yolgöstericisidir. Babası ise aydınlatıcısı, yani mürşidididir. Noyan dedebaba oğlu Kurtcebe Noyan nasip alırken onun rehberi, dolayısıyla annesi olmuş (babası asla olamaz)/ Annesine de rehberlik ettiği için, “annemi doğurdum Tanrı huzurunda” demektedir. Bektaşîler Meydan Evi’nde Tanrı’nın hazır ve nazır olduğuna inanırlar. Bu nedenle Bektaşîliğe giren kişiyeFetih Sûresi’nin 10. âyetini okuyarak, “ bana verilen söz Allah’a verilmiş olur. Benim elimin üzerinde Allah’ın eli vardır” denilir/ Noyan Dedebaba merhum kardeşi Sabahaddin Noyan’ın aydınlacıcısı yani mürşidi olmuş, bu nedenle “erkek kardeşimin babası oldum” demektedir.
“Bu anlattıklarımı ancak Bektaşî olanlar bilir, Bektaşî olmayanlar [zâhirler] bunları anlayamaz./ Bedri Noyan Pîr’le el ele vererek dergâhta altı kez doğdu ( 1- Anasından 2- Bektaşiliğe girince rehber ve aydınlatıcısından 3- Derviş olunca 4- Baba olunca 5- Halife baba olunca 6- Dedebaba olunca altı kez ölmüş ve yeniden dünyaya gelmiş veya boyut değiştirmiş ya da miraca ermiş [Ş. Keçeli]]
Noyan Dedebaba, Pîr-Evi adı verilen Hacı Bektâş Velî Dergâhı’nın müze olarak açılışında (16 Ağustos 1964 Pazar) açılış konuşmasını yapmaya davet edilmiş ve bu konuşmayı yapmış; bundan sonra her yıl aynı günde yapılan Hacı Bektâş Velî’yi Anma Törenleri’nde yine birçok yıl konuşma yapmıştır.
1964 tarihli konuşmalarında Hacı Bektâş Velî’nin kişiliğini, Bektâşiliğin Türk toplumundaki önemini, bu yolun düşünüş ve inanışının öteki dünya ulusları üzerindeki etkilerini anlatmış; Üniversitelerin ve bilim adamlarımızın bu konu üzerine eğilmeleri gereğini, anma törenlerinde Hacıbektâş ilçemizde bilimsel kongreler kurulmasını, Pîr-Evi kitaplığının “Hacı Bektâş Velî ve Bektâşilik Enstitüsü” hâline getirilmesini, Bektâşî-Alevî folklorunun, müzik ve sema’larının bütün dünyaya tanıtılması için organize olmak gerektiğini açıklamıştır.
Bektâşîlik-Alevîlik konusunda istanbul’da yayınlanan “Yeni Gazete”de 1966 yılı Haziran’ında iki ay kadar süren seri yazılar yazmıştır.
Ankara’da Büyük Sinema’da, İzmir’de Fuar içindeki büyük bir pavyonda yapılan Hacı Bektâş Velî Anma Gecelerinde konuşan Dr. Bedri Noyan Dedebaba’yı binaların dışına taşan binlerce kişilik bir topluluk dinlemiştir. Malatya, Sivas, İstanbul’da bu gibi toplantılar için en başta aranan bir hatîp olarak tanınmakta idi.
Ayrıca dört bin sayfadan fazla tutan ve bu konuyu enine, boyuna, derinliğine inceleyen “Bütün Yönleriyle Alevîlik-Bektaşîlik” adlı yedi ciltlik büyük bir kitabını yıllarca gece-gündüz çalışarak tamamlamıştır.
1955 te tasavvuf şiirleri ve nefes’lerinin bir bölümünü içinde topladığı En’el-Aşk isimli 230 sayfalık bir kitap da yayınlamıştır. Bektâşî Ahlâkı ve Türk-İslâm tasavvufunu da Aşk Risâlesi adlı 382 sayfalık bir kitap olarak 1959 yılında yayınlamıştır.
Yayınladığı tüm kitaplarını sürekli bedelsiz olarak, konu ile ilgili kimselere, dostlarına ve her isteyene göndermiştir.
Tıp fakültesi öğrencisi iken de şiirlerinin bir bölümünü “Pınar Yolu” adlı bir kitapta yayınlamıştır (1934).
Dr. Veli Behçet Kurdoğlu, “Şair Tabîbler” adlı kitabında kendisine yer vermiştir.24
Noyan Dedebaba mesleğinde de değerli bir doktor olup, İstanbul Tıp Fakültesi öğretim üyeliği yapmış, Türk Oto-Larengoloji Cemiyeti asîl üyeliğine seçilmiş ve berâtı kendisine verilmiştir. Bir çok tıbbî makale, etüd ve araştırmaları “İstanbul Tıp Fakültesi Mecmuası” ve diğer tıbbî dergilerde yayınlanmıştır. Bir çok kongrede tıbbî tebliğlerde bulunmuştur.
Diyarbakır ve Aydın Halkevlerinde uzun yıllar Halkevi Başkanlığı, Aydın Lisesi Okul-Aile Birliği ve Okul Koruma Derneği Başkanlığı, Aydın İleri Türk Musikisi Derneği Başkanlığı, Aydın Çocuk Kütübhanesi Koruma Derneği Başkanlığı, Aydın Kültür Derneği Başkanlıklarında da bulunmuştur.
İlk yazılarını, 1927 tarihinde Samsun Ahalî Gazetesi’nde ve diğer dergilerde yayınlayan Noyan Dedebaba, Samsun’da lise son sınıfta iken (1930) arkadaşlarıyla Yürüyüş adlı bir dergi çıkarmıştır. Diyarbakır’da Karacadağ dergisinin ve Aydın’da Cıvıltı çocuk gazetesinin sahibi olarak bunların yayınlanmasında çalışmıştır. 1968 yılında, Aydın Gazeteciler Cemiyeti tarafından kırk yıllık basın mensubu olması ve Aydın gazetelerinde de sık sık yazılar yayınlaması dolayısıyla Basın Şeref Üyeliği Berâtı, bir tören düzenlenerek kendisine verilmiştir.
1970 yılında, Fransa’nın Strasbourg Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Türkoloji Enstitüsü’nün Dînler Tarihi Araştırmaları Merkezi tarafından 26 Haziran 1970 de tertiplenen Altay Etüdleri ve Türkoloji kongresine onur üyesi olarak davet edilmiş ve bu kongrede Şamanizm ve Bektâşîlik, Bektâşîlik ve Masonluk konularında mevzuunda iki bilimsel bildiri de sunmuştur.
İstanbul’da yayınlanan “Musiki Mecmuası”nda Klasik Türk Musikisi hakkında yazılar yazmış, İzmir radyosunda bu konuda konuşmalar yapmıştır. 1970 yılında da İstanbul’da Mûsikî ve Nota dergisinde Bektâşîlikte Musiki, Sima’ başlığı altında uzun bir araştırması yayınlanmıştır.
İstanbul’da Türk Folklor Araştırmaları dergisinde de yazıları yayınlanmıştır.
İlk defa Bektâşîlik düşünüş ve inanışlarını bilimsel yönden sistemli bir şekilde inceleyip, ortaya koymak gibi bir çalışmayı Noyan Dedebaba başlatmış ve yürütmektedir. Onun zamanına kadar Bektâşî, Alevî olduğunu söylemekten kaçınanlar, çekinenler onun yayınları ve konuşmaları ile bunun gizlenecek değil, onur duyulacak bir durum olduğunu anlamışlardır.
“Hacı Bektâş Velî İncelemeleri Derneği, Arşiv ve Kitaplığı” adı ile bir dernek kurmak için de hazırlıklar yapmakta idi.
Haziran 1975 de istanbul’da yapılan Uluslararası Birinci Türk Folklor Kongresine katılmış ve Bektâşî ve Alevîlerde Hukuk Düzeni (Düşkünlük), konulu bir tebliğ sunmuştur.
Sabahattin NOYAN [5]
 Noyan Dedebaba 6 Kasım 1997 Perşembe günü (Regaip Kandili) Hakk’a yürümüştür. Görkemli, erkâna uygun bir cenaze töreni sonunda Aydın’da oğlu Ateş’in yanına sırlanmıştır. [6]



[1] Hûzur-u yâr: Bu tamlamanın Türkçesi Sevgili huzurunda demektir. Fakat burada Yâr sözcüğü ile Tanrı ve aydınlatıcı (mürşid) kasdedilmiştir. Çünkü nasip töreninde mürşidin (aydınlatıcının) elinin üzerinde Tanrı’nın eli vardır. Bakınız: Fetih Sûresi 48. âyet [Ş. Keçeli]
[2] Bu üç tamlama ile Klasik Türk müziğindeki makamlar anlatılmaktadır. Bu makamların tamamı yakıcıdır [Ş. Keçeli]
[3] Ali Naci Baykal Dedebaba, zaman zaman yüzlerce yıl önce yaşamış Erenlerle bağlantı kuruyor ve onlardan mesaj alabiliyormuş. Nitekim  Bütün Yönleriyle Bektâşîlik ve Alevîlik  adlı eserin 9. cildindeNevruz Bölümünde Şehitlerin Başbuğu İmam Hüseyin’le 1959 yılında yaptığı görüşmenin tutanağı yayınlanmıştır.
Burada Hacı Bektâş Velî Hazretleri’nin mesajı aktarılmaktadır [Ş. Keçeli].
[4] Aşk Risâlesi  adlı kitabın Şerhli Baskısı yayınlanmıştır. Bakınız: Doç. Dr. Bedri Noyan, Aşk Risâlesi, Derleyen Şakir Keçeli, Ardıç Yayınları, Ankara 2013 [Ş. Keçeli]
[5] Hakk’a yürüyen ruhunun sevinçli ve mutlu olmasını dilediğiz Sabahattin Noyan Bektaşî Halifebabası’dır ve Bedri Noyan Dedebaba’nın kardeşidir. O yarbaylıktan emeklidir. Ayrıntılı bilgi için bakınız: Bütünh Yöneleriyle Bektâşîlik ve Alevîlik c. 6. [Ş. Keçeli]

alıntıdır.http://www.bektasialevi.org/

KA’BE’NİN ŞERİFİ MİHRABIN ŞEHİDİ İMAM ALİ’DİR 



Biz Aleviler arasında Hz. Ali’nin İbn-i Mülcem Muradi tarafından Kufe Mescid’inde salat ederken secdede başından yaralanmış olduğu şüphe götürmeyen konulardan birisidir. Bizler atalarımızdan da böyle duymuş ve bunu dile getirmektende sakınmamışızdır. Bundan bir kaç yıl öncesine kadar “Siz aleviler neden camiye gitmiyorsunuz?” sorusuna “Hz. Ali camide öldürüldüğü ve Muaviye zamanında camilerde Hz. Ali’ye hakaret edildiği için gitmiyoruz” diye cevap verirdik. Bu söylediklerimi yirmi beş yaş ve üzeri çok iyi bilirler.

Ancak son zamanlarda bu yönde çok fazla eleştiri gelmesi, Alevi olmadığı halde kendisine Alevi süsü vererek içimize sızan bazı kimselerin tarihi belgeleri saptırmak veya tarihi bir senedi olmayan uydurma rivayetleri aktarmak suretiyle konuyu farklı mecralara çekmeleri ve olayı bilimsel olarak değerlendirme kudretine sahip olmayan canlarımızın bu süslü sözleri gelen eleştirilere karşı bir sığınak olarak görmeleri gibi sebeplerle farklı sesler yükselmeye başladı.

Öyleki yüzyıllardır Müminlerin Emiri Ali’nin mescidde yaralanması ve şehadetinden sonra Muaviye tarafından mescidlerde Hz. Ali’ye hakaret ve lanetin bir zorunluluk haline getirilmesi sebebiyle mescidlere gitmediğini beyan eden biz Aleviler arasında, Hz. Ali asla mescide gitmemiştir, hatta ibadet etmemiştir diyenler oldu. Şimdi bu makalede konuyla ilgili bazı tahribat ve çarpıtmalara açıklık getirmeye çalışacağız. Bu sebeple canlardan sabırla okumalarını umuyoruz.

Öncelikle konuyu değerlendirirken bugünün şartlarında değil, İmam Ali’nin şehit olduğu zamanın şartlarında değerlendirmemizin gerekliliğini bilmeliyiz. Yani o günkü mescid ile bugünkü mescid, cami, Hanegah veya cem evlerini karşılaştırarak yada bugünkü ibadethanelerin şekline ve içeriğine bakarak o günü değerlendirmek yanlış olacaktır. Bu yöntem, konuyu karmaşaya sürüklemek isteyenlerin çokça başvurdukları bir yoldur. Cemevi ve Cami gibi kavramlar o dönemde olmadığı gibi, şekil itibariylede ilk dönem mescidler çok farklıdır. Dolayısıyla bugüne bakıp değerlendirme yapmak ve Alevilere “Hz. Ali camide namazda öldürüldü. Siz neden camiye gelip namaz kılmıyorsunuz?” demek temelsiz bir eleştiridir. Çünkü biz Aleviler cem evlerinde ibadet ediyoruz. Şekil ve içerik olarak bugünkü cem evleri, Peygamberimizin ve İmam Ali’nin dönemindeki mescidlere camiden çok daha fazla benzemektedir.

Herkesinde bildiği gibi İslam tarihinde kurulan ilk ibadethane Peygamberimizin hicreti sırasında konakladığı Kuba’da yaptırdığı Kuba Mescidi’dir. İkincisi ise Mescid-u Nebevi’dir (Peygamberin Mescidi) ve Hz. Peygamber’in onu Medine’ye hicretinden hemen sonra yaptırdığı yine herkesçe bilinmektedir. Şekil olarak özetle tek katlı, minaresiz, kubbesiz ve toprak zemindir. İçerik olaraksa; toplu ve bireysel ibadetlerin yapıldığı, Ku’ran’ın okunduğu, savaş, barış veya önemli devlet kararlarının alındığı, fakirlerin doyurulup giydirildiği, toplumsal sorunların çözüme kavuşturulduğu, Hz. Peygamberin halka hitap ve nasihat ettiği, ilim öğrettiği ve evsiz Peygamber aşıklarının sığındığı bir mekandır. Ulu ve yüce Allah’ın indirdiği, inancımızın temelini oluşturan Kur’an ayetlerinde ve kitabın açıklaması olan Peygamberimizin ve Ehli Beyt’in sözlerinde ibadet hanenin adı “Mescid”dir. Öncelikle mescid kelimesinin geçtiği ilgili ayetlere kısaca bakalım;

“Deki; Rabbim adaleti emretti. Her mescidde yüzlerinizi (O’na) doğrultun...”(1)

“Ey Adem oğulları! Her mescidde süslerinizi (üzerinize) alın...”(2)

“Kim, Allah’ın mescidlerinde O’nun isminin anılmasına engel olandan ve onları yıkmak için çaba gösterenden daha zalimdir?...”(3)

“Şüphesiz mescidler Allah’ındır. Öyleyse Allah ile birlikte kimseyi çağırmayın.”(4)

Kur’an’ı Kerim’de İbadet hane olarak mescid ismi çok yerde geçmektedir ve ibadet hane için başka bir isim zikredilmemektedir.(5) Örnek olması açısından bu kadarı bize yeterlidir. Mescid kelimesi Arapça “Secede” kelimesinden türemiştir. İsm-u zaman ve ism-u mekandır. Yani secde edilen yer ve secde edilen zamanı anlatır. Peygamberimizin uygulamasında ise Mescid’in özelliklerini kısaca yukarıda açıklamıştık.

Bu kısa açıklamanın ardından Türkiye’de Hz. Ali’nin mescidde değilde evinin önünde başından yaralandığını iddia eden bir kaç kişinin makalelerine ve dayandıkları kaynaklara bakalım;

1 - A Mesut Gülşen adına www.islamdergisi.com web adresinde “Hazreti Ali’nin Şehadeti” başlığı altında yayımlayan yazıda şöyle diyor;

“İbn Mülcem.......Hz. Ali (ra) sabah namazı için evinden çıktığında, zehirli kılıcı ile Hz. Ali (ra)’in başının ön tarafına vurur.”

Makale sahibi yazmış olduğu bu cümleye kaynak göstermemiştir. Dolayısıyla kaynaksız ve senetsiz sunulan bu iddianın bilimsel hiç bir değeri yoktur.(6)

2 – Sabri Gültekin adına www.milatgazetesi.com web adresinde “Allah’ın Arslanı’nın Şehadeti” başlığı altında yayımlayan yazıda şöyle diyor;

“İbnü Mülcem, Hazret-i Ali’yi Kûfe sokaklarında kollamaya başladı. Bir gün sabah namazından önce Halifenin geçeceği yola pusuya yattı. Hz. Ali’nin geldiğini görünce İbni Mülcem aniden arkadan üzerine atılarak zehirli hançerini indirdi.”(7)

Bu yazının sahibide bu cümlelerine kaynak göstermemiştir. Böylece kaynaksız ve senetsiz olan bu iddiada bilimsel açıdan hiçbir değere sahip değildir.

Burada dikkatinizi çekmek istediğimiz bir noktada şudur ki anılan her iki yazarda farklı bir iddiada bulunmuştur. Birine göre Hz. Ali evinin önünde, diğerine göre ise evinin önünde değil geçeceği yolda yaralanmıştır. Artık kaynaksız verilen bu bilgilerin ne boyutta çarpıtılmaya müsait olduklarını siz değerli canlar rahatlıkla görebilirsiniz.

3 – Mustafa Cemil Kılıç adına internette farklı sitelerde “HZ. ALİ CAMİDE NAMAZ KILARKEN Mİ ÖLDÜRÜLDÜ” başlıklı bir yazı yayımlanmaktadır. Şöyle diyor;

“Hazreti Ali, Hicretin 40. yılı Ramazan ayının 19. gününün sabahı evinden çıkıp 8 adım atmışken(8) Abdurrahman İbn Mülcem adındaki bir Haricinin zehirli kılıcı ile yaptığı saldırı sonucu yaralanmış, 3 gün boyunca yaralı olarak yatağında yatmış, bu sırada zehir vücuduna yayılmış ve 3. gün yani Ramazanın 21. günü(9) “Kâbe’nin rabbi olan Allah’a hamdolsun ki kurtuldum!”(10) diyerek Hakk’a yürümüştür.”

Bu yazının sahibide diğer ikisi gibi kaynak göstermemiştir. Dolayısıyla kaynaksız ve senedsiz olan bu iddianında bilimsel anlamda bir değeri yoktur. Önceki iki yazar Hz. Ali’nin namaz için çıktığını söylerken, M. Cemil Kılıç diğer iki yazardan farklı olarak Hz. Ali’nin namaz kılmadığını iddia etmiştir. Bu konu şuan makalemizin konusu dışındadır. Ama görülüyor ki kaynaksız ve senetsiz olan bu aktarımları dilyen dilediği gibi istismar edebilmektedir.

Bu üç makale sahibi dışında Hz. Ali’nin mescidde secdede yaralanmadığını iddia edenlerden biriside Ziya Şakir’dir. Kerbela Vakası ve Kerbela’nın İntikamı adlı kitabında şöyle aktarıyor;

“Tellal elindeki değneği yere çarparak “Namaz vakti, ey müslümanlar!” diye bağırdı.

Yürümeye başladı. Onu takip eden Ali de kapıdan henüz beş, altı adım kadar uzaklaşmamıştı. O anda, karanlıklar içinde üç gölge fırladı ve bu üç gölge, Ali’nin üzerine saldırdı. Ali, hiç beklemediği bu saldırı karşısında bir an şaşırarak elindeki asayı ileri uzattı. Fakat asa, şiddetle inen kılıç darbesi altında parçalandı. Ali, derhal kılıcına davrandı. Lakin elini kılıcının kabzasına koymaya vakit bulamadan şiddetli bir darbe başına indi.”

Ziya Şakir’de yukarıdaki üç makalenin sahibi gibi Hz. Ali’nin mescid dışında evinin önünde yaralandığını iddia etmiştir ve bu iddiasına herhangi bir kaynak göstermemiştir. Ziya Şakir diğerlerinden farklı olarak dip notta şöyle bir de açıklama yapmıştır; ‘Bazı kitaplar; Bu olay camide oldu ve Ali secdeye vardığı zaman, İbn-i Mülcem kılıçla başına bir darbe indirdi’ diye yazmaktadırlar.”(11)

Ziya şakir’in kitabındaki bu dip nota iki adet kaynak gösterildiği göze çarpıyor. Birincisi (Tarihi) Taberi’dir ve diğeri ise ilerde değineceğimiz Fuzuli’nin Hadikatu’s Sueda (Saadete Ermişlerin Bahçesi) kitabıdır. Ne hikmetse Ziya Şakir hiç bir kaynağa dayandırmadığı “Ali evinin önünde yaralandı” iddiasını kabul etmiş ve kendisinin kaynak göstermiş olduğu “secdede yaralandı rivayetine” ise sadece dip notta işaret etmiştir. Diğerlerine nazaran insaflı gibi gözüksede aslında bu mesnetsiz iddiayı ilk olarak ortaya atan, biz Aleviler arasında yayılmasını sağlayan ve diğerlerinin yolunu açan odur. Ziya Şakir’in kitaplarında Alevi inanç ve tarihine yönelik çok daha fazla çarpıtmalar vardır ki bunlar konumuzun dışında olduğu için sadece işaret ediyoruz.
Şimdi bu üç yazarın bir ortak özelliği göze çarpmaktadır. Her üçüde sünni mezhebindendir. İlahiyatçı olan Mustafa Cemil Kılıç her ne kadar doğma Alevi değilim, ama sonradan Alevi oldum desede gördüğünüz gibi savunduğu bu düşünce aslında sünni inanca sahip bazı kimselerin düşüncesidir. 
Peki Alevi kaynaklarının Hz. Ali’nin şehadeti konusundaki aktarımları nedir? İlk olarak öyle bir kaynak zikredeceğiz ki aslında onu duyan bir Alevinin ikinci bir kaynağa ihtiyaç duymaması gerekir. Çünkü o Alevi inancında otorite olan yedi ulu ozanlardan, yedi alevi bilgininden biridir. O değerli Ehli Beyt aşığı, yolumuzun alimi ve şairimiz Fuzuli’dir. İmam Ali için yazdığı mersiyesinde şöyle diyor; 

“Ey Sipihri bivefa biyhude devran eyledin,
Kasd-ı din ettin binay-ı şer’i viran eyledin, 
Sernegun kıldın ibadet minber ü mihrabını,
Mabed-i İslam’ı toprak ile yeksan eyledin, 
Leşker-i İslam’ı koydun server ü serdarsız,
Noldun ey zalim ki kasd-ı Şah-ı merdan eyledin.”(12)

Açıklaması;

Ey vefasız gökyüzü, boşa devran eyledin,
Dine kastettin, şeriat binasını viran eyledin,
İbadetin minber ve mihrabını devirdin,
İslamın mabedini toprak ile yeksan eyledin,
İslam ordusunu koydun başsız ve serdarsız,
Ne oldun ki ey zalim (ne geçti ki eline ki) Şah-ı Merdan’a kast eyledin.

Fuzuli bu şiirinde çok açık bir şekilde Hz. Ali’nin mescidde mihraptayken yaralandığını beyan etmektedir. 

Hz. Ali’nin şehadetini anlatan kaynaklarda olay detaylı anlatılmaktadır. Ancak bir konumuzla ilintili olan kısmı özet olarak yazımıza alıp bir kaç kaynaktan aktaracağız. Olay şöyledir;

Haricilerden bir grup Mekke’de toplanıp emirler (yönecitiler) hakkında konuştular. Onları ve kendilerine karşı davranışlarını kınadılar. Nehrevan ehlini anıp onlara rahmet okudular. Ardından birbirlerine şöyle dediler; 

“Allah için canlarımızı feda edelim. Sapıklık imamlarına gidip “dikkatsiz oldukları anı kollayarak,” kulları ve şehirleri onların elinden kurtaralım ve Nehrevan’da şehit olan kardeşlerimizin intikamını alalım.” 

Haccın bitiminde bu sözler üzerinde sözleştiler. Mülcem oğlu Abdurrahman; “Ben Ali’yi (öldürmeyi) size garanti ediyorum” dedi. Abdullah oğlu El-Burek Temimi; “Ben de Muaviye’yi (öldürmeyi) size garanti ediyorum” dedi ve Bekr oğlu Amr Temimi ise; “Ben de size As oğlu Amr’ı (öldürmeyi) garanti ediyorum” dedi. Ardından bu sözler ve bu sözleri tutmak üzerine anlaşıp sözleştiler. (Suikasti yapacakları zaman olarak) Ramazan Ayı’nın on dokuzuncu gecesi için karar alıp dağıldılar. 

İbn-i Mülcem Kufe’ye geldi. Orada babası, kardeşi ve akrabaları Nehrevan’da Hz. Ali tarafından öldürülen Kutam adında bir kadınla karşılaşıp aşık oldu.(13) Onunla evlenmek isteyince Kutam, mihriye olarak ondan “Üç bin dirhem, bir köle, bir hizmetçi ve Müminlerin Emiri Ali’yi öldürmesini” istedi. İbn-i Mülcem kabul edince Kutam ona yardım etmesi için Mucalid oğlu Verdan’a haber gönderdi ve olayı anlattı. Verdan da Kutam için bu yükü üstlendi. O sırada İbn-i Mülcem de Becere oğlu Şebib’e sırrını açarak kendisine yardım etmesini istedi. İkisi İmam Ali’yi öldürmek üzere anlaştılar ve o sırada Mescid’de itikaf için çadır kurmuş olan Kutam’ın yanına gittiler.(14) Kutam’a, İmam Ali’yi öldürmek üzere anlaştıklarını bildirdiler. Kutam; “Madem anlaştınız, işi yapacağınız zaman yanıma geldin” dedi. Sonra ikisi Kutam’ın yanında ayrıldılar. Daha öncesinde planlarını Eş’as oğlu Kays’a anlatmışlardı. O gece Eş’as’da onlara yardım için geldi. İmam Ali’nin yakın dostlarından Adiy oğlu Hucr’da mescidde ibadet ediyordu. Eş’as’ın İbn-i Mülcem’e; “Çabuk ol! İstediğin şeyi yapmak için çabuk ol! Sabah ettin” dediğini işitti. Bunun üzerine Hucr, Eş’as’ın ne istediğini hissetti ve Eş’as’a; “O’nu öldürebileceğini mi sandın?” deyip Müminlerin Emiri’ni uzaklaştırmak ve duyduklarını haber verip bu grup hususunda O’nu uyarmak için aceleyle yola koyuldu. Ancak Müminlerin Emiri başka bir yoldan gelip Mescid’e girdi ve İbn-i Mülcem erken davranıp O’nu kılıçla vurdu. O sırada Hucr geri döndü. Halk “Müminlerin Emiri öldürüldü! Müminlerin Emiri öldürüldü” diyorlardı.(15)

Allame Meclisi Biharu’l Envar kitabında yukarıdaki rivayeti aynı kaynaklardan aktarmış ve İmam Ali’nin şehadetiyle ilgili rivayetleri oldukça detaylı olarak kaydetmiştir. İbn-i Mülcem’in İmam Ali’yi yaraladığı kısmı şöyledir; 

“(O gece) İbn-i Mülcem Mescid’de sabahladı. Becere oğlu Şebib ve Mucalid oğlu Verdan’da onunla birliktelerdi. Ali’yi öldürmek konusunda ona yardım ediyorlardı. (İmam Ali) ezanı okuyunca damdan indi. Allah’ı tesbih ediyor, O’nu kutsuyor, ululuyor ve çokça Peygambere salat ediyordu. Mescidde uyuyanları gözden geçirmek onun güzel ahlakındandı. Uyuyanlara Salat! Allah sana merhamet etsin! Salat! Üzerine yazılmış olan salata kalk!” diyor sonra “Şüphesiz salat çirkin ve kötü şeylerden alı koyar”(16) ayetini okuyordu. 

Sürekli olarak mescidde uyuyanlara karşı sergilediği bu adeti üzere (yine) böyle yaptı. O melunun yanına gelince yüz üstü uyuduğunu görüp ona şöyle dedi; “Uykundan uyan. Bu Allah’ın sevmediği uykudur. O Şeytan’ın ve ateş ehlinin uykusudur. Tam tersi sağ yanına yatıp uyu! O bilginlerin uykusudur. Yada sol yanına yat! O hekimlerin uykusudur. Ama sırt üstü yatma. O peygamberlerin uykusudur.”

İbn-i Mülcem hareketlendi. Sanki kalkmak istiyordu. Ama yerinden ayrılamıyordu. Müminlerin Emiri ona şöyle dedi; “Öyle bir şeye gayretlenmişsin ki onun yüzünden neredeyse gökler parçalanacak, yeryüzü yarılacak ve dağlar devrilecek. Eğer istersen elbisenin altında ne olduğunu (sakladığın kılıcı) sana haber veririm.”

Sonra onu bıraktı ve yanından ayrılıp mihrabına yöneldi. Kıyama durup salat etti. Farzlarda ve nafilelerde adeti olduğu üzere kalp huzuruyla rukuları ve secdeleri uzatıyordu. Melun (İbn-i Mülcem) bunu farkettiğinde hızlıca kalktı ve öne doğru yürüyüp imamın yanında salat ettiği direğin önünde durdu. Birinci rekatı salat edene kadar oyalandı. İmam ruku yaptı. Birinci secdeye gitti ve başını kaldırdı. O anda (İbn-i Mülcem) kılıcını kapıp salladı. Kılıcı İmam’ın keremli ve şerif başına indirdi. Darbe (Hendek savaşında) Abduved oğlu Amr Amiri’nin vurduğu darbenin üzerine geldi.(17)

İmam Ali’nin nasıl şehit olduğuyla ilgili rivayetlerin konumuzla ilgili olan kısmı özetle böyledir. Örnek olması açısından bir kaç kaynak zikrettik. 

Yukarıda kısaca yaptığımız açıklamalar dışında İmam Ali’nin secdede şehit edildiğine dair akli bir kaç delil getirererek evinin önünde veya sokakta öldürüldüğü iddialarını çürütebiliriz. İşin aslı zaten bu iddianın sahipleri herhangi bir kaynak sunmayarak kendi kendilerini çürütmüş olmaktalar. Şöyle ki;

1 - İbn-i Mülcem ve arkadaşları suikasti yöneticilerin dikkatsiz bir anında yapmayı planlamışlardı. Bunun içinde en uygun zamanın salat olduğu düşüncesinde birleşerek Ramazan ayının 19. Gecesinin sabahında salatta saldırma kararı almışlardı. Nitekim Muaviye ve Amr As’a suikast düzenleyenlerde sabah salatında saldırmışlardır. Buda İbn-i Mülcemin Hz. Ali’yi salatta secdeden kalkarken yaraladığı aktarımını doğrulamaktadır. 

2 - Hz. Ali mescide yalnız gitmiyordu. Evden çıktığında etrafı kalabalıktı. Dolayısıyla kalabalık bir grup içinde İmam’ı yaralayabilmesi, yaralayabilcek olsa bile darbenin başına isabet etmesi çok olası değildir. 

3 – İmam Ali’nin savaşçı kişiliği, girdiği hiç bir savaşta yenilmediği, karşısına çıkmaya cesaret edilemediği, karşısına çıkan olsa bile onları büyük bir yenilgiye uğrattığı, yiğitliği, savaştaki ustalığı ve dahi bir komutan olduğu herkesin malumudur. Hayber kalesinin kapısını tek eliyle söküp önce kalkan, sonrada askerlere köprü yapacak manevi güç ve kudrete sahip olan böyle yüce birine sokakta saldırılabileceğini veya en azından İbn-i Mülcem gibi onu çok iyi tanıyan ve yiğitliğinden haberdar olan birinin bunu göze alacağını kabul etmek hiç olası değildir. Ayrıca tarihi belgelerde İbn-i Mülcem’in Kutam ile yaptığı konuşmalarda “Ali gibi birini nasıl öldüreyim? Kimse onun karşısına çıkamaz.” Deyince kutamın “O’nun dikkatsiz bir anını kolla. Salattayken öldür.” Dediği aktarılmıştır. Buda bizim sözümüzü doğrulayan diğer bir belgedir. 

Konuyu burada sonlandırırken İmam Ali’nin şehadetini bütün detaylarıyla kaleme almak için bir çalışma yapmayı düşündüğümüzüde belirtmek isteriz. Bugün bazı insanların belgesiz ve senetsiz inancımızı çarpıtmak ve yolundan çıkarmak için yazdıkları olur olmadık makaleler, kitaplar ve yaptıkları konuşmalara kısa bir cevap olması için, İmam Ali’nin şehit olduğu bu mahzun günlerde, belki Şah’ın şehadetinden dolayı duyduğumuz azcımıza bir nebze teselli olur diye bu yazıyı kaleme aldık. Çünkü Şah’ı Merdan’ın yolunu bozmak isteyenlerin burnunu yere sürmek, O’nun acılarıyla acılanmak kadar değerlidir. Tüm Ehli Beyt sevenlerine faydalı olacağını ve ard niyetli kimselerin öfkesini kazanacağımızı biliyoruz. Allah’tan ve Ehli Beyt’ten inayet umuyoruz. 

Ya Ali Meded
Araştırmacı/Yazar/Çevirmen
Kemal KÜNTAŞ

Dip Notlar;
12- Hadikatu’ Sueda (Saadete Ermişlerin Bahçesi), Fuzuli Kerbela Şehitleri, S. 222.
13- İbn-i Mülcem’in diğer arkadaşlarıyla anlaşma yapmadan önce Kutam ile görüşüp aşık olduğu da aktarılmıştır. 
14- Burada detaya girmedik ama; Kutam, ibadet bahanesiyle İbn-i Mülcem ve arkadaşlarının silahlarını Mescid’de saklamak ve onlara yardım etmek için itikaf çadırı kurmuştur. 
15- Bakınız; İ’lamu’l Vera, s. 199-200-201.; İrşad c. 1 s. 17’den 23’e kadar.
16- Ankebut Suresi, 45. Ayet. 
17- Biharu’l Envar, c. 42, s. 282-281.; Montehal A’mal, İmam Ali’nin Şehadet Sebebinin Beyanı Bölümü.
Dip Notlar;

1-Araf Suresi, 29. Ayet.
2- Araf Suresi, 31. Ayet.
3- Bakara Suresi, 144. Ayet.
4- Cin Suresi, 18. Ayet.
5- Bizler için kutsal ibadet mekanları olan Mescidu’l Haram (Ka’be) ve Mescidu’l Aksa da Kur’an’ın bir çok yerinde zikredilmiştir.
6- http://www.islamdergisi.com/genel/hazreti-alinin-sehadeti/
7 -http://www.milatgazetesi.com/allahin-arslaninin-sehadeti/52122/
8- Doğrusu kaynaksız verilen bu bilgide adım sayısı verilmesine söylenecek söz bulamıyoruz.
9- Hesap edilirse 3 değil 2 tam gün olduğu görülür. Buda bariz bir hatadır.
10- Sözü yanlış aktarmıştır. Doğrusu “Andolsun Ka’be’nin rabbine ki kurtuldum” dur.
11 - Kerbela Vakası ve Kerbela’nın İntikamı, s. 19. Cevahir, Demos Yayınları.


İMAM ALİ NEREDE ŞEHİT OLDU?


"İmam Ali'nin nerede ve ne şekilde şehit edildiği tarihsel bir olgudur. Ben bu konuda akademik bir çalışma yapmadım fakat bu konuda tamamıyla bilgisiz de sayılmam. İmam Ali Mescid'de şehit edildi diyen tarihçiler ve hadis yazarları da bilinmekte, İmam Ali evinin önünde ya da Mescidin kapısında şehit edildi diyen de bellidir. Şimdi Ehl-i Beyt âşıklarına düşmanlık yapmak isteyenler Ehl-i Beyt'in ismini kullanarak saldırıyorlar. Bu Abbasî siyasetidir. Hakkını vermek gerekirse de Abbasî siyasetini Abbasîler kadar iyi kullanmaktadırlar. Her zaman Hakkın taraftarı azdır. İnsanlar genelde batıla yol almaktadır. O yüzden yazdıklarım bazılarının hoşuna gitmeyecek biliyorum. Bazı kişiler diyor ki İmam Ali evinin kapısında öldürüldü? Cevap vermeden önce sormak lazım neden? Neden sorusundan da önce sormak lazım tarihsel bir olguyu ispatlamak için tarihsel aktarımları kaynak göstermek lazım hangi kaynağa dayanarak ya da kime dayanarak böyle bir iddia da bulunuyorsun? Kaynaksız tarih yazanların sadece saraylardan ve padişahlardan beslendiklerini iyi biliyoruz.

Biz “Kalender”iz, padişahların keselerinden yiyenlere karşı, Ebu Zer gibi ayaklanırız. Zalimin zulmünü başına yıkmak için yeri gelir İmam Hasan gibi barışırız, İmam Hüseyin gibi savaşmak için. İmam Zeynelabidin gibi susup dua ederiz, bilginin kapılarını açacak aslanlar doğması için. Bazen bilginin sınırlarından taşarız İmam Muhammed Bakır yolunda, Kurtuluş kapısının açılması için.

Zamanında Fethullah Gülen’le komşu olmalarının (Fethullah Gülen’in Cami & Cem evi Projesinin) engellenmesine kızanların bugün İmam Ali’nin secdesine laf etmesinin, son zamanlara kadar adını bile duymadıkları ritüelleri asırlardır yaşamış inançları gibi göstermek istemelerini anlamak lazım. Şimdiye kadar Ehl-i Sünnet inancını Alevi inancı gibi gösterip bir anda kendileri dışında herkese düşman olup aşağılayıp hakaret edenlerin, Fethullah Gülen’le namaz kılma şansını yitirdikleri için kahırlarından İmam Ali’yi sokakta İbn Mülcem gibi savaştan anlamayan bir dangalağın öldürdüğüne inandırmaya çalışabilirler. Dedim ya “Hakkın taraftarı ve Hakkı duyar duymaz kabul eden azdır” bu sözün kanıtı bahsettiğimiz Fethullah âşığı kendisine Alevi diyenlerin yaptıklarıdır. Gerçi bunlar Fethullah âşığı mı yoksa Fethullah’ın paralarının mı âşığı bilinmez.

İmam Ali en tehlikeli grubu şöyle tarif etmiştir:

“İnsanların en tehlikelisi hakkı ve batılı karıştırıp insanlara sunanlardır.”

Gerçek Hak Âşıklarının ortaya çıkması için böyle para sevdalılarının olması lazım. Sonuçta İmam Ali’nin söylediği gibi;
“13 grup beni sevdiğini söyleyecek ama bunlardan sadece birisi gerçekten hak olacaktır.”

Savaşların yenilgisiz Kerrar’ı altmış yaşında şöyle söylüyordu:

“Bana savaştan anlamaz diyorlar. Altmış yaşına geldim istesem bütün Arapları öldürebilirim.”

Bunları söyleyebilen Allah’ın Aslanı’nı sokakta İbn Mülcem gibi birinin öldürebileceğine hangi akıl ve mantık kabullenebilir ki? Eğer İmam Ali’nin sokakta öldürüldüğünü iddia edenler varsa bunlar o dönem Şamlıların, İmam Ali’ye dediği “savaştan anlamıyor” iddiasını dile getirmiş olurlar ki İmam Ali, savaşçılığını az önce aktardığımız sözünde anlatmaktadır. Bu kadar iddialı bir savaşçı her zaman tetikte olup her türlü suikasta karşı koyabilecek kadar yeteneklidir. Kaldı ki biz İmam Ali’den bahsediyoruz. Haydar-ı Kerrar, yani; döne-döne savaşan ve asla geri dönmeyen aslan, söz konusu.

Kaldı ki İbn Mülcem’in sokakta şehit edildiğini iddia eden, İmam Ali’nin nurunun o sokağı baştanbaşa aydınlattığını göremiyor mu? Kalbinde aşk nuru olan, irfan sahibi her rahmanî Arif, İmam Ali’nin bulunduğu mekânı eşsiz nuruyla aydınlattığını çok iyi bilir.

İmam Ali’nin secdede öldürüldüğüne delil şudur. İmam Ali, daima tetikte ve her türlü tehlikeye karşı hazırlıklıydı. Bu yüzden Ona karşı yapılan yüzlerce hatta daha fazla suikast geri tepmiş ve suikast hayaliyle yanıp tutuşanlar başarısız olacaklarının farkına varmışlardı. İmam Ali’nin en zayıf anını düşünenler Onun, Allah’a ibadet hâlindeyken asla başka bir şeye yönelmeyeceğini biliyorlardı. Böylece İbn Mülcem, İmam Ali’yi iyi tanıyan Kays oğlu Eş’as ve Verdan (veya Şebib) adlı iki Kûfeliyle İmam Ali secde hâlindeyken suikast yapmaya karar verdi. Onlar çok iyi biliyorlardı ki Allah’ın Aslanı’nı ibadet hâlinden başka bir hâlde asla rakibine fırsat tanımazdı. İmam Ali, Sıffin Savaşı sırasında yaklaşık bir buçuk yıl savaş meydanlarında altmış bir yaşındaki bir aslan olarak kükredi. Tarihçiler anlatıyor ki o yaşında savaş meydanında genç ve kuvvetli Muaviye askerlerinden iki tanesini kemerinden tutarak yere öyle kuvvetli bir şekilde çarpmış ki o iki genç orada ölmüş. Sıffin Savaşında İmam Ali’nin sürekli savaşa girmesinden korkan, İmam Ali’nin dostları, İmam’a yalvarıp vazgeçirmeye çalışmışlar fakat yine de İmam Ali’yi savaş meydanından çekilmeye ikna edememişlerdi. Altmış yaşında bu cesur ve kuvvetli bir savaşçının sokakta öldürülebileceğini iddia eden zavallılara acıyamıyorum bile. Tabi yazdıklarımı bazıları anlayamayacak sonuçta bu asırda helal ve haram kavramıyla uğraşanların oranı genelin % 5-10’u kadarıdır. Eğer herkes buna dikkat etseydi burada yazdığım mantıksal ve fikirsel kanıtları rahatça görüp hakka teslim olurlardı. Fakat haramla doldurulmuş karınlar hakkı inkârdan başka yol bulamazlar.

Alevilerin yedi ulu ozanından birisi olan Fuzulî, Kerbela Şehitlerini anlattığı Hadikatu’s-Sueda (Ermişlerin Bahçesi) kitabında İmam Ali’nin ibadet hâlinde birinci secdeden başını kaldırdığında İbn Mülcem tarafından başına zehirli kılıçla vurulup yaralandığını iki gün sonra Ramazan’ın yirmi birinde şehit olduğunu aktarıyor. (Hadikatu’s-Sueda [Ermişlerin Bahçesi], Fuzulî, s. 221, Huzur Yayınları, 2003 İstanbul. Eğer kitabın aslında olan bu kısım değiştirilmemişse diğer basımlardaki nüshalarda da bu kısım mevcuttur)
İbadet hâlinde Rabbinden başka bir şeyle ilgilenmeyen, Rabbine yönelmiş bir hâlde secdeden başını kaldıran İmam Ali, Ramazan ayının on dokuzuncu gecesinin sabaha dönen saatlerinde Kufe Mescidinde İbn Mülcem Muradî tarafından zehirli kılıçla başından vurularak yaralandı ve iki gün sonra Ramazan’ın yirmi birinde şehit oldu.

Burada yazacağım son sözler Allah’ın şu ayetidir:

“Secde et ve yaklaş.” (Alak Suresi 19. Ayet)

İmam Ali, yaralandığında Allah’ın bu kelamına cevap olarak secde ediyordu. Şehit olurken de Allah’ı anıyordu. İbret almak isteyenlere…

Ya Muhammed Ya Ali…

Araştırmacı-Tarihçi Yazar: Muharrem UÇAN

alıntıdır..
http://www.imamrizadergahi.com/

25 Ağustos 2016 Perşembe

HZ.SUBE TÜRBESI

AYVANSARAY .istanbul


Hz.Şu’be Hazretleri Türbesi;  İstanbul Suriçi Ayvansaray Şişhane Caddesi üzerinde bulunan açık bir türbedir. İstanbul sahabelerinden daha birisinin türbesi İstanbul Belediyesi tarafından restore edilmiş. Belediyenin koyduğu kitabede Hz.Şabe olarak yazılmış. Türbenin üstü açık. Türbenin ortasında bulunan bir ağaç maalesef konmuş mezar taşını kırmış. Hazreti Şube’nin kimliği ile ilgili pek bir bilgi bulunmuyor. Sadece kitabede bir dörtlük bulunuyor.
Yolun sarpmış sarpa,sa’be,
Bi-hakkın Zemzem-i Kabe.
Aman ya Hazret-iŞu’be
Seaate ir gör bizi.
Bu mezarlar arasında Fatih Sultan Mehmet’in Avcıbaşısı Mehmet Efendi’nin de mezarı bulunuyor. Bundan dolayı bu mahalenin ismi Avcıbey olarak geçiyor.

EBU EYYÜP EL ENSARI TÜRBESI

                                            istanbul.eyüp

Ebu Eyyüp el Ensari Türbesi; İstanbul Surdışı Eyüp semtinde, Eyüp Sultan Camii avlusu, 47. ada, 13. parselde yer almaktadır. Eyyüp Sultan’nın, asıl adı Halit bin Zeyd Ebu Eyyub el-Ensari’dir. Medine’nin yerlilerine ensar denilmesi nedeniyle “Ensari” adını almıştır. Sahabe-i Kiram’dan büyük bir zattır. Hazrec kabilesinin Neccaroğulları kolundandır. Hz. Peygamber Efendimize, dedesi Abdülmuttalib Efendi’nin annesi tarafından akrabadır. Hicret’ten iki sene kadar evvel hanımı Ümmü Eyyub ile birlikte müslüman oldu ve Ensardan İslamiyet’i ilk kabul edenler arasında yer aldı. İkinci Akabe Biatı’nda bulundu (622). Hz. Peygamber Efendimiz ile birlikte bütün savaşlara katıldı. Kendisi Hicret’ten sonra Hz. Peygamber Efendimiz’i  evinde yedi ay misafir ettiği için “Mihmandar-ı Nebî” ünvanıyla da anılır. Ebu Eyyub el-Ensari’nin evini karargah edinen Hz. Peygamber ilk İslam Devleti’ni burada kurdu. Resul-i Ekrem Efendimiz’in yanından hiç ayrılmaz, O’nun muhafızlığını yapardı. Bu sayede “Alemdar-ı Resul” payesini kazanmıştır. Mutlaka her müslümanın Allah yolunda cihad etmesi gerektiğini işaret ederek “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” (el-Bakara, 2/195) ayetini doğru anlayarak buradaki tehlikenin cihat etmek değil müslümanların sadece kendi dünyalıkları ile meşgul olması olarak açıklardı. Cihat şuuruyla dopdolu bu kıymetli sahabe, İslam Ordusu’yla birlikte, doksan küsur yaşındaki hasta bedenine aldırmadan, binlerce kilometre zorlu yolculuktan sonra İstanbul surlarının dibine kadar gelerek İslâmiyet’i yaymak için savaşmıştır. 669 senesinde vefat etmiştir. Vasiyeti üzerine, yaşlı bedeni genç ve yüksek maneviyatıyla birlikte sanki o kutlu komutanı (Fatih Sultan Mehmet) beklercesine surlara yakın bir yere defnedilmiştir. Ebu Eyyüp el-Ensari haksızlıklara tahammül edemez, doğru bildiğini söylemekten çekinmezdi. Hz. Peygamber’in yanından hiç ayrılmadığı halde son derece titiz olması ve ömrünün cihat meydanlarında geçmesinden dolayı ancak yüz elli hadis rivayet etmiştir.
1453 senesinde Fatih Sultan Mehmet Han’ın İstanbul’u feth etmesinden sonra, Akşemsettin Hazretleri’ne, Eyyüp Sultan Hazretleri’nin kabrini bulmasını istemiştir. Akşemsettin Hazretleri de keşf ve kerametiyle, gece bir ışık topunun indiği alanı, kabrin yeri olarak göstermiştir. Gösterilen yer kazılmış ve “Ebu Eyyüp’un kabri burası” yazan mezartaşı bulunmuştur. 1458 yılında, kabrinin üzerine bir türbe inşa edilmiştir. Cami ile türbe arasında kalan iç avludaki tarihi çınar ağacını Fatih Sultan Mehmet Han, Eyyüp Sultan’ın cenazesinin gasl edildiği yerin üzerine kendi eliyle dikmiştir. Eyyüp Camii ise daha sonra (1459) inşa edilmiştir. Manevi değeri yüksek olan bu yer bütün insanların ilgi odağı olmuştur. Özellikle Osmanlı Padişahları tahta ilk çıktıklarında bu türbenin içinde kılıç kuşanarak vazifelerine başlarlardı. Burada yapılan duaların çevrilmediğine inanan insanlar burasını sıkça ziyaret ederek manevî hazza ulaşmaya çalışmaktadırlar. Pek çok müslüman öldükten sonra da buraya gömülmek ve buraya inen nurdan faydalanmak arzusundadır.
Türbe, Sultan I. Ahmet devrinde, Sultan III. Selim devrinde 1798 yılında ve Sultan II. Mahmut döneminde 1819 senesinde onarım görmüştür. Lale Devri’nde de esaslı bir onarımdan geçirilmiş ve günümüzdeki halini almıştır. Türbe, sekizgen planlı, kubbeli bir yapıdır. Kesme küfeki taşından inşa edilmiştir. Kubbe sağır ve kasnaksızdır. Üst duvarlar ve kubbe Geç devirde, Sultan III. Selim devrindeki onarımda yapılmıştır. Türbeye Hacet penceresi yanından girilir ve sol taraftan çıkılır. Giriş kapısında, Sultan III. Ahmet devrinde konulmuş, mermer bir kitabe vardır. Asıl türbe kısmı, Sultan I. Ahmet’in inşa ettirdiği ziyaret bölümünün içinde yer alır. Sultan I. Ahmet, ziyaret bölümünün yanına, bir sebil yaptırmıştır. Daha sonra bu sebile Darüssaade Ağası Mustafa Ağa gömülmüştür. Türbenin her cephesinde altlı üstlü birer pencere vardır. Türbe süsleme bakımından zengindir. İçi ve dışı 16-17. yüzyılın en güzel çinilerinden oluşmuş panolarla süslenmiştir. Türbenin ziyaret salonunda Peygamber Efendimiz’in ayak izinin bulunduğu pano yer almaktadır. Bu panoyu Sultan III. Osman hediye etmiştir. Eyyüp Sultan Hazretleri’nin yattığı kısmın duvarları, çinilerle kaplıdır. Bir ayet kuşağı türbeyi dolanır. Sandukayı çeviren gümüş şebekenin uzun kenarında, ortada yer alan parçada, iç içe iki yuvarlak madalyon, Sülüs hatlı“Besmele” ve “Fatiha Suresi” yazılıdır. Sandukanın ayakucu tarafında bir kuyu yer almaktadır. Bu kuyuya“Kısmet Kuyusu” denilmektedir. Sandukanın üstünde Sülüs hat ile yazılıp, simle işlenmiş puşide yer alır. Puşidenin üstündeki yazıların büyük kısmı devrin ünlü hattatı Mustafa Rakım Efendi’ye, bir kısmı da Sultan II. Mahmut’a aittir.
Türbeki gümüş şebeke Sultan III. Selim’in hediyesidir. Dua edilen salonda yer alan ve Kutsal Emanetler’den olan Hz. Peygamber Efendimiz’in ayak izini Sultan III. Osman koydurmuştur. Hacet penceresi ve sebil kısım Sultan I. Ahmet’in hediyesidir. Sedef parmaklığı Sultan I. Abdülhamit bizzat kendi boş vakitlerinde imal edip türbeye hediye etmiştir. Sandukanın üzerindeki puşide Sultan II. Mahmut’un hediyesidir. Ayrıca türbeye pek çok tanınmış kişi çok kıymetli eserler hediye etmiştir. Bu eserlerin bir kısmı Topkapı Sarayı ve Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’ndedir. Türbede, Eyyüp Sultan Hazretleri tek başına yatmaktadır. Ayrıca, cami iç avlusundan, dua salonuna girerken hemen sağda Nişancı Ahmet Paşa’nın mezarı bulunur. Fatih Sultan Mehmet Han ve Sultan II. Beyazıt Veli devrinde Baş Deftardarlık ve Lalalık görevi yapmıştır. 1500 yılında vefat etmiştir. Türbe ziyarete açıktır. Bugün bakımlı ve iyi durumda olup, sadece çini onarımı gerekmektedir. İstanbul’un en fazla ziyaret edilen türbesidir.
MERKEZ EFENDİ TÜRBESİ..istanbul .topkapı

Merkez Efendi Türbesi; İstanbul, Zeytinburnu'nun Topkapı semti, Merkez Efendi mahallesinde, Merkez Efendi Camii bahçesinde yer alır. Türbe günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetiminde olup, ziyarete açıktır. Merkez Efendi, 1463 yılında Denizli’de doğmuştur. Asıl adı Musa Muslihittin olan Merkez Efendi, ilköğrenimini Manisa'da tamamlamış, daha sonra İstanbul’a gelerek Hızır Velüyittin Efendi ve Mevlana Ahmet Paşa’dan dersler almıştır. Müderrislik için Bursa, Karaman ve Amasya’ya gitmiştir ve bu dönemde “Halveti Tarikati” icazetini almıştır. Sonrasında İstanbul’a döndüğünde Etyemez Tekkesine devam eden Merkez Efendi, “Sümbül Efendi” lakaplı Şeyh Yusuf Sinanettin Efendi’nin öğrencisi olmuş, döneminin ileri gelen sufilerinden ve hekimlerinden olmuştur. Mesir macunu Merkez Efendi'nin icadıdır.
1514 yılında Merkez Efendi, mensubu olduğu Halvetilik tarikatın halvet geleneğine uygun olarak bir tekke kurmak için Merkezefendi Mahalllesine Mevlanakapı surları dışındaki bu tenha yere yerleşmiştir. Yavuz Sultan Selim’in kızı “Şah Sultan”, Merkez Efendi'nin 1551 yılında ölümünden sonra tarikat külliyesi niteliğindeki bu yere 1552-1572 tarihleri arasında cami ve tevhithane ilave ettirmiştir. Türbe 1837’de Sultan II. Mahmut tarafından yeniden inşa edilmiştir. Merkez Efendi Türbesi, cami, türbe, çilehane, şadırvan, mutfak, derviş hücreleri, hünkâr köşkü ve hamamdan oluşan bir külliye içinde yer almaktayken, bu yapıların bazıları günümüze kadar gelememiştir. Günümüzde türbenin yakınında Abdülbaki Paşa Kütüphanesi, hamam, Merkez Efendi Camii ve Merkezefendi Mezarlığı bulunmaktadır.
Türbenin giriş bölümündeki ahşap tavanlı bölümdeki parmaklıkla çevrili tarafta Şeyh Hüseyin Efendi, Şeyh Ahmet Mesut, Mustafa Efendi, Nurullah Efendi, Hatice Hanım, Sıdıka Hanım, Fatma Hatun, Şeyh Mehmet Nurettin yatmaktadır. Bağdadi kubbeli bölmede ise Merkez Efendi'nin sandukası bulunmaktadır. Önünde Hattat Aziz Efendi'nin bir levhası vardır. Türbe dış duvarında ve içerdeki duvarda bulunan Türkçe kitabelerde, Merkez Efendi'nin Kanuni Sultan Süleyman ile harbe gitmiş gazi, hekim, din ve tasavvuf alimi olduğu yazmaktadır. Bugünkü türbe Sultan II. Mahmut'un yenilediği halindedir. Türbenin ilk yapıldığı durumu hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Sultan II. Mahmut’un yaptırdığı türbe iki dikdörtgen bölüm halindedir. Bunlardan birinde Sultan II. Mahmut’un sandukası, diğerinde de dergâh şeyhlerinin ve ailelerinin sandukaları bulunmaktadır. Sonraki yıllarda asıl türbe kısmının kuzeydeki duvarı yıkılmış ve her iki bölüm birleştirilmiştir. Türbeleri birleştiren duvar yıkıldıktan sonra buraya iki sütunun taşıdığı üç kemerli bir ara bölüm eklenmiştir.
Türbe moloz taş ve tuğladan yapılmış olup, ampir özellikler göstermektedir. Kare planlı 7.50 x7.50 m. ölçüsündedir. Türbenin batı cephesi mermer kaplıdır. Asıl türbenin üzeri ise içten bağdadi sıvalı, dıştan da kurşunlu bir kubbe ile örtülüdür. 1836 yılında ilave edilen ek bölüm kırma çatılıdır. Türbenin batı cephesinde çıkıntılı kilit taşları olan yuvarlak üç pencere bulunmaktadır. Merkez Efendi’ye ait olan türbenin duvarları kubbe eteğine kadar XIX. yüzyıl Avrupa çinileri ile kaplanmıştır. Kubbe içerisinde ise yıldızlı bir bezeme görülmektedir. Kubbe içerisindeki yazı “Hattat M.Şevket Vahteti”’nin eseridir. Merkez Efendi’nin sandukası ahşap parmaklıklar içerisine alınmış olup XVIII. yüzyıl üslubunda sedef ve bağa kakmalıdır. Sandukanın önünde de Hattat Aziz Efendi’nin yazdığı Osmanlıca bir levha bulunmaktadır.