KARIŞIK

19 Mayıs 2016 Perşembe

Ahmet Yesevi Türbesi.... Kazakistan

Ahmet Yesevi Türbesi.... Kazakistan

image0015.jpg
Ahmet Yesevi Türbesi Kazakistan
XIX. yüzyıl sonlarında Orta Asya ve Kafkasya olarak genellenebilecek eski Sovyetler Birliği coğrafyasında Nakşibendilik, Kadirilik, Yesevilik ve Kübrevilik olmak üzere dört büyük tarikatın faaliyette olduğu bilinmektedir. 12.-13. yüzyıllardan itibaren Orta Asya’da en güçlü tarikat olan Yesevilik, zamanla ya diğer tarikatlarca özümsenmiş, ya da başka adlar altında kendini kısmen yaşatmayı sürdürmüştür. Bizim gerek kaynak gerek alan araştırmalarımıza göre Anadolu’daki Alevi-Bektaşiler ve Kırgızistan’daki Laçiler Yesevi Yolu’na özgü bazı özellikleri günümüzde başka şekiller altında olsa da yaşatmaktadırlar.  Burada Kırgızistan’daki Laçilerin geçmişi, Yesevi Yolu’yla olan benzerlikleri ve kendine has özellikleri ele alınmaya çalışılacaktır.

Türk topluluklar arasındaki sufiliğin gelişim sürecine baktığımızda Yesevilik, tarihsel süreç içerisinde benzeri oluşumları hem etkilemiş, hem de etkilenmiştir. Şöyle ki mesela zaman içerisinde Nakşibendi tarikatının esasını oluşturan hafi (sessiz) zikirden sapmalar meydana gelmiş ve bunun sonucunda tarikat içerisinde zikirin hafi mi yoksa cehri mi olacağı konusunda önemli tartışmalar başlamıştır. Zikire ilişkin bu değişim muhtemelen Yeseviliğin etkisiyle oluşmuştu.  Orta Asya’da Yesevilik zamanla diğer tarikatlar içerisinde eridi. Ayrıca zaman içerisinde, onun Orta Asya’daki nüfuzundan yararlanmak isteyen başka tarikatlar, özellikle de Nakşibendilik, onunla kendini ilişkili göstermeye çalıştı ve bunda da başarılı oldu.
…..
Yesevi yolunda Nakşibendilikten farklı olarak sesli zikir (zikr-i cehr), müzik, raks-ı sema ve kadınlı-erkekli zikir/ibadet vardır.  Yeseviliğin bu ayırıcı özellikleri göz önüne alınarak, günümüzde bu özelliklerin devamı şeklinde ibadet ve ritüelleri sürdüren Alevi-Bektaşiler ve Laçiler hakkında araştırmalar yapılması gerekmektedir. Laçiler konusunda ise literatürde yer alan bilgiler çok daha azdır. Kadın-erkek toplanarak Yesevi’nin “Hikmetler”ini dutar eşliğinde söyleyen ve Alevilerdeki “semah” benzeri hareketlerle  coşan bu topluluk hakkında da bilgiler yetersizdir. Laçilerin ibadet ritüeli olan zikirleri, Alevi-Bektaşilerin Cem ibadetleri ile pek çok ortak özelliğe sahiptir. 
…..
Yesevilik, Türkistan (Yesi) çevresinden başlamak üzere Türk toplulukların yaşadıkları alanlara yayıldı. Anadolu ve Balkanlara kadar ulaştı. Rus Alimi Gordlevski’nin belirttiği üzere “…Küçük Asya halkının düşünce yapısına, Orta Asya Türk mistikleri “atalar” da büyük etkide bulunmuşlardır. Bunlar, Küçük Asya’ya , Ahmet Yesevi’nin mezhebini ve hikmetlerini taşıyorlardı…
…..
Demek ki Yesevi Yolu zaman içerisinde değişik isimler altında da olsa devam ederek, Kırgızistan’a da Anadolu’ya da bu şekilde ulaştı. Örneğin Yesevi Yolu’nun Kırgızistan’daki izbasarları ileride söz edeceğimiz üzere Laçilerin adı, zikir sırasında çıkarılan sese dayandırılmış, Yesevi Yolunun Anadolu ve Balkanlar’daki devamcıları olan Bektaşiliğin adı ise Hoca Ahmet Yesevi’nin halifesi olan Hacı Bektaş Veli’ye dayandırılmıştır. Orta Asya’da hakim Ahmet Yesevi kültü, Anadolu’da yerini, yine onunla bağlantılı yerel dedelere ve babalara bırakmıştır. Hacı Bektaş Veli de bunlardan biridir. Yüzyıllara dayanan bu süreçte bu tür bir değişimin yaşanması çok doğaldır. Burada bizim açımızdan önemli olan Yesevi Yolu’nun temel motiflerinin bu topluluklarda nesilden nesile aktarılarak korunmuş olmasıdır. İşte bu bakımdan Yesevi kültürü bakımından önemle incelenmeleri gerekmektedir.         
image002.jpg
Fergana Şah-ı Merdan Türbesi
Bu iki toplulukta da Ahmet Yesevi’nin “Hikmetler”inde belirtilen kadınlı erkekli, sesli zikiri esas alan, raks ve sema ve müziğe yer veren bir ritüel ibadet işlevini görmektedir.  Hem Laçiler hem de Alevi-Bektaşilerin geleneksel yaşam alanlarında ağırlıklı olarak, sözlü geleneğin hakim olduğu ve ellerinde bulunan elyazması kitaplarda Ahmet Yesevi ile ilgili menkıbeler yer aldığı görülmektedir. Örneğin Alevi-Bektaşi grupların içinde bazıları  doğrudan Ahmet Yesevi’ye neseben mensubiyet iddia etmekte hatta Ahmet Yesevi adını taşıyan bir ocak da bulunmaktadır. Anadolu’da yaptığım alan araştırmalarına göre bu ocak Şah Ahmed Yesevi, Ahmed Yesevi veya Şıh Ahmed Dede Ocağı adlarıyla anılmakta, bu ocağın Malatya, Erzincan, Tunceli ve Tokat’ta dedeleri bulunmaktadır. Yine Bektaşi silsilenameleri ve icazetnamelerinde de Ahmet Yesevi mutlaka yer almaktadır.
…..

Ayrıca hem Laçiler, hem de Alevi-Bektaşiler arasındaki zikir esnasında kullanılan dil sade Türkçe olup, halk dilidir. Laçiler de ağırlıklı olarak Ahmet Yesevi’nin “Hikmetler”ini dutar eşliğinde “hapız” adı verilen ve Ahmet Yesevi’nin “Hikmetler”ini ezbere bilen kişiler söylemektedir. Alevi-Bektaşilerde ise Yesevi geleneğinin Anadolu’da yerini almış olan kişilerin şiirlerini (deyiş) mürşid/dede veya aşık/zakir gibi adlarla anılan kişiler söylemektedirler. Her iki toplulukta da kullanılan dil Türkçe’nin farklı versiyonlarıdır ve eskiden günümüze otantik halini yitirmeden gelmişlerdir.
Laçileri, eski Sovyetler Birliği etki alanı dışındaki bilim çevrelerine tanıtan Fransız araştırmacı Bennigsen olmuştur.
…..

Geleneksel Alevi yerleşim alanlarının olduğu gibi merkeze uzak, dağlık ve ulaşılması güç alanlarda yaşayan Laçiler’in kapalı bir topluluk olmalarının da nedeniyle olsa gerek, haklarındaki bilgiler yetersizdir. Bugün artık yavaş yavaş gelişmiş alanlara göç etseler de Laçilerin geleneksel yerleşim alanlarının merkeze uzak, dağlık alanlar olduğunu görülüyor.  Bunu anlamak için haritaya bakmak ve Laçi kışlaklarına gitmek yeterli olacaktır.
…..
Laçi adının kökeni üzerinde kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. Mambetaliyev, “Liyaçi, Laaçi” adlarını kullanmakta,  zikir ettikleri zaman söyledikleri “illahu” diyen bağırışlarından dolayı “laaçılar”; “laalar”, “lyaçiler” diye ad verilmiş. Bana göre de Laçi veya Laaci deyimi, zikirde gerçekleştirilen eylemle doğrudan ilintilidir. Çeşitli zikir şekilleri gördükten sonra bende böyle bir kanaat oluştu. Şöyle ki zikir sırasında en çok kullanılanlar “İllallah”, “La ilahe illallah” ve “Hu” gibi kutsal sözlerdir. Çeşitli zikir uygulamalarında tekrarlanan bu sözleri düşünerek, Lahci ve Laçi sözlerinin kökenini anlamaya çalıştım. Buna göre “Laçi, Laaçi, Lyaçi” gibi adların bu sözlerden dolayı ortaya çıktığına hükmettim. Şöyle ki Laçilerin dışındaki halk onların zikir ibadetlerine katılamamış, bilinenler dedikodu boyutundan ileri gidememiştir. Onlara zikirlerindeki sözlerinden dolayı “La ilahe illallah diyen” anlamına gelmek üzere “la diyen” şeklinde “La-ci/Lahci” denilmeye başlanmıştır. Türk dilinin gramer yapısı, söyleyiş biçimi bakımından da bu açıklama doğru gözükmektedir.  
Laçi” sözcüğünün günümüzde kullanımı bakımından ise şunlar söylenebilir.
image003.jpg
Kırgızistan’daki Laçiler

Laçi olmayanlarla görüşmelerimizde onların bu sözcüğü bir küçümseme, bir alay etme aracı olarak kullandıklarını gözlemledik. Çünkü doğrusunu bilmeseler de Laçileri hep kulaktan dolma dedikodularla tanımışlardı. Bu dedikodular da onların “
ahlaksızlık” içeren ayinleri, yani zikirleri esası oluşturuyordu.  Kademcay’da bir lokantada sohbet ettiğimiz iki yaşlı kişi, Laçilerle ilgili sorularımıza, çevredekiler duymasın diye kısık sesle ve anlattıklarına zaman zaman gülerek yanıt vermişler, bunları görüp görmediklerini sorduğumuzda ise, görmediklerini yalnız duyduklarını ifade etmişlerdi. Biz Laçilerle görüşmelerimizde ise Laçi adına yüklenen kötü anlamlardan dolayı rahatsız olduklarını gözlemledik. Bazıları kendilerinin her zaman Allah’ı zikreden bir ibadet tarzları olduğuna dayanarak “Allahçı” olarak adlandırmalarının daha doğru olacağını söylüyorlardı. Bu adın onlar arasında eskiden beri mi kullanıldığı, yoksa “Laçi” adının küçümseme amaçlı kullanımına karşı geliştirilen bir isim mi olduğu konusu ise açık değildir. Ayrıca Laçilerin kendi aralarında birbirleri için “Divane” sözünü de kullandıklarını gördüm. “Bizim Divaneler” şeklindeki ifadelerinden bu sözcüğü de kendilerini tanımlamak için kullandıklarını anlıyoruz.
Bennigsen’in de çok doğru olarak belirttiği üzere “…Doktrini bölgesel şartlara adapte edilmiş olan ve İslam öncesi Türk inanç ve geleneklerinden oldukça etkilenmiş bulunan Yeseviyye tarikatının, XIII. asırdan XV. asıra kadar tüm Orta Asya’da, Harezm’de, Uzak Kafkasya’nın Türkmen ülkesinde ve Orta Volga’nın Tatar ülkesinde müntesipler bulunmuştur. Horasan, Kuzey İran ve Anadolu’da Yesevi gruplar teşekkül etmiştir. XV. ve XVI. Asırlarda Orta Volga’daki Yesevi gruplarını Nakşbendiyye tarikatı kendi içinde eritmiştir. Hazar denizi ötesindeki Türkmen kabilelerinde bu süreç hemen hemen tamamlanmıştır. XIX. asrın sonunda Yeseviyye grupları kalabalık halde sadece Fergana vadisinde mevcuttu…

Öncelikle kaynaklarda Laçilerin tarihi geçmişi ve inanışları hakkındaki bilgilere bir göz atalım. Laçiler hakkında en fazla bilgiyi S. M. Mambetaliyev sunmaktadır. Yayınlanmış biri Rusça, biri Kırgızca kitabında Laçiler konusuna önemli yer ayırmıştır.
…..

Mambetaliyev’e göre onlar şeriatın yazılı kurallarına uymayarak onun yerine kendi mistik ritüellerini uygulamışlardır. Onlar gece zikirlerini  müridleriyle  beraber  Cami’de değil de mürid evlerinde  yapmaktaydılar. Bu  evlere  kadınlar  ve  erkekler  beraberce  gelirdi. Onlar Ahmet  Yesevi’nin   “Hikmetlerini” okurlar, dini  ilahiler  söylerler,  kendilerinden  geçerek çeşitli hareketler yaparlardı.  İşte bütün bu  dini ilahiler, hareketler ve  göz yaşlarından  sonra  öylesine  yorgun ve  bitkin  düşerlerdi ki kendilerine  gelmek  için  sabaha  kadar  bu  evde  kalırlardı. Rakip ve sapkın olarak gördükleri bu tarikatın yayılma eğilimi göstermesi de din adamları ve diğer tarikat şeyhlerinin onların hiç  hoşuna gitmiyordu şüphesiz. Müslüman din  adamları  ve  diğer  tarikatların  İşanları   bu  yeni  tarikat mensuplarına dinsizlik ve ahlaksızlık suçlamalarında bulundular. Bu şekilde birbirini tutmayan gerçekdışı çeşitli dedikodular ortaya çıkmıştır. Bütün bu yanlış dedikodular sonucunda ortaya çıkan baskılarla Laçiler sık sık yaşadıkları alanlardan göç etmek zorunda kalmışlar içine kapanık Laçi yerleşim alanları ortaya çıkmıştır. Laçiler  hakkında  kulaktan kulağa  yayılmış olan  dedikodular  ve  onlara yönelik  ahlak dışı suçlamalar
[16] nedeniyle onlar ile onların dışındaki yerli halk  arasında  hiçbir ilişki kurulmamıştır. Tabii ki  bütün  bunlardan  sonra insanlar   ister  istemez   Laçiler  ile  ilişki  kurmamışlardır. Böylece içine kapalı bir topluluk olarak yaşamışlardır.
Varolan sınırlı kaynaklara göre Müslüman din adamları Laçiliği bir tür sapkınlık olarak gördüklerinden açıkça cephe almışlar ve tarikatın o dönemdeki lideri idam edilerek öldürülmüştür. Bir başka kaynağa göre ise tarikatın kurucusu Sanivar adlı bir şeyh idi ve Laçiler  diğer Müslümanlar tarafından sapkın olarak görüldüler. Bu tarikatın ihtilalci hareketleri her defasında bastırılıyor ve liderleri ortadan kaldırılıyordu. Zamanın dini otoriteleri olarak görülebilecek Mollalar ve İşanlar bu tarikat mensuplarına her türlü baskılarda bulundukları gibi, yaşadıkları yerlerden de sürülmelerine yol açtılar. Laçilere yönelik bu baskılara Hokand Hanlığı’nın da göz yumduğu görüldü. Daha sonra Hokand Hanlığı’nın ardından bölgenin idaresi Fergana Yönetim Birimi olarak Ruslar’ın hakimiyetine girdi. Rus hakimiyetinin ilk zamanlarında Laçiler gizlenmeyi bırakıp, tarikatı açıkça icra etmeye başladılar. Ancak bu serbesti dönemi de pek uzun sürmedi ve Ruslar da Laçilere baskı uygulamaya başladılar. Çünkü Mambetaliyev’e göre Sovyet ideolojisi ile Ahmet Yesevi’nin Hikmetlerini bağdaştırmak zordu.
…..

Laçilerde dini önder yani mürşid/pir, “
Ata”, “İşan” veya “İşan-halife” gibi adlarla adlandırılmaktadır. Laçilerdeki bu Ata/İşanlık kurumu soy yoluyla devam ediyor. Ataları hiyerarşik olarak sarkar/kalpa izliyor. Bugün bizim gördüğümüz en tanınmış İşan ailesinden gelen dini önderleri Sur Kışlağı’nda bulunan Hoca Yusuphan Mahsum. Onunla ve diğer Laçilerle görüşmelerimizden, dini önderlerin nesilden nesile aktarılan bilgiler doğrultusunda, büyüklerinden görerek, ayinlere katılarak, daha çok uygulamaya dayalı bir şekilde yetiştiği anlaşılıyor. Zaten yazılı kaynaklar sınırlı, eskiden kalma el yazması 3-5 eser var. Doğal olarak bugün yaşanan eğitim ve iletişim olanaklarındaki artış başta olmak üzere sosyo-ekonomik değişiklikler Laçilerin eski yapılanmalarını geçersiz kılıyor. Laçiler yavaş yavaş  Oş, Kademcay, Kızıl Kiya gibi daha büyük kozmopolit yerleşim alanlarına göçerek eski geleneksel değerlerinden uzaklaşıyorlar. Ayrıca kendileri ile ilgili olumsuz kanaatlerden dolayı, yaşadıkları yerlerde kimliklerini gizlemektedirler. Bu durumu alan araştırmalarımız sırasında açıkça gözlemledik. Hoca Yusuphan Mahsum’un anlattıklarından da eski kitaplardaki bilgilerin veya “Hikmetler”in yeterli olamadığı, dini konularda yayınlanmış yeni kitapları okuduğunu gördüm. Bunlar Laçilerin geleneksel köy yaşamları bakımından önemli değişikliklere işaret etmektedir. 
Petraş, Laçilerin içlerine kapanık bir yaşam sürdüğünü, tarikatın ruhani önderi olarak Ahmet Yesevi’nin kabul edildiğini ve onun Hikmetleri’nin kutsal olarak görüldüğünü ifade etmektedir. Gerçekten de bu toplulukta Ahmet Yesevi’nin birincil şahsiyet olduğu görülmektedir. Onlar onu, “Kul Koja Ahmet” olarak adlandırıyorlar. Laçilerin arasında, Anadolu’daki aşık/zakir/ozan benzeri kişiler var. Bunlara “hapız” adı veriyorlar. Onların özelliği “Hikmetler” eşliğinde dutar çalarak zikirde önemli bir rol üstlenmek. Hapızlar’ın  bir önemli özelliği, Ahmet Yesevi’nin “Hikmetler”ini ezbere bilmeleri. Bugün Laçiler arasında hapız da pek kalmamış. Geleneksel yapı sürdürülemediğinden gençler arasında hapız da yetişmiyor doğal olarak.
…..
image004.jpg
Kırgızistan’da Fergana Vadisi’nde bir Laçi
Onlar arasında yaygın adıyla “Şahmerdan”ın, yani Hz. Ali’nin de Laçiler arasında büyük önemi vardır. Fergana Vadisinde bulunan ve Şah Merdan olarak adlandırılan Hz. Ali’nin türbesi bölgedeki en önemli ziyaretgahtır. Ayrıca geçmişte yaşamış tanınmış Laçi İşanlarının mezarlarını da ziyaret olarak kabul ediyorlar. İlginç bir yön de Kayındı Kışlağı’ndaki mezarlıkta gördüğümüz, mezarların sadeliği. Mezarın üzerine taştan veya ağaçtan her hangi bir işaret konulmamış, toprağın üzeri otlarla kaplı. Nedenini sorduğumuzda bunun alçak gönüllülük, gösterişten uzak olmak, turap olmak gibi anlamları olduğunu ifade ettiler.
image005.jpgDoç. Dr. Ali YAMAN
hbektas..gazi.edu.tr
NOT: Bu araştırma yazısının tamamına ve kaynaklarına aşağıdaki linklerden ulaşılabilir.
- See more at: http://www.yenidenergenekon.com/173-kirgizistanda-laciler/#sthash.zsEhnTDB.dpuf

16 Mayıs 2016 Pazartesi

Kazancı Baba Türbesi

Kazancı Baba Türbesi

ANKARA / KALECİK / Merkez


Kazancı Baba Türbesi
Kazancı Baba Türbesi
Kazancı Baba Türbesi Kazancı Baba Türbesi, Ankara İli Kalecik İlçesi merkezinde Ahi Kemal Mahallesi Karkıncıbaba Sokaktadır.
Kazancı Baba Rufai Şeyhi olup, Fatih Sultan Mehmet’in Tüfekçibaşı’dır. Karkıncı Baba olarak da anılan şeyh hakkında detaylı bir bilgi yoktur.

 Kazancı Baba Türbesi kare planlı, taş ve tuğla malzemeyle inşa edilmiş, 15 yüzyıl yapısıdır. Türbe 1969 yılında restore edilmiş ve bu kümbeti andıran türbe önüne bir giriş odası ilave edilmiştir.
Türbe Koruma Kurulu kararıyla 1981 yılında 1.Derece Anıt Eser olarak tescillenmiştir.
       

Mehdi Dede Türbesi

Mehdi Dede Türbesi

 ANKARA / KAZAN / Kumpınar Mahallesi


Mehdi Dede Türbesi Mehdi Dede Türbesi, Ankara İli Kazan İlçesi Kumpınar (Köyü) Mahallesi mezarlığındadır.
 Mehdi Dede Şeyh Mehdi olarak da anılmaktadır. Bölgeye gelen Alperenlerden biri olduğu düşünülmektedir. Köyün kurucusudur. 1530 yılı kayıtlarında Mehdi Şeyh Zaviyesi Vakfı adına rastlanmaktadır.

Türbe üstü açık bir mezardır. Günümüzde mermerden bir mezar yapılmıştır. Mezarın başında ve ayak ucunda antik sütun parçaları bulunmaktadır.

Türbe özellikle hastalar, çocuğu olmayanlar, çocuğu zayıf olanlar, elinde yüzünde yara çıkanlar ziyaret eder ve kurban adağında bulunurlar.
Şeyh Mehdi’ye gösterilen saygıdan dolayı köyde düğünlerde davul zurna çalınmaz. Çalacak olanlar ise türbeye kurban bağışlayarak Şeyhin niyazını almaktadır. Bunu yapmadıkları takdirde başına iş alacağını düşünmektedirler.   
       
Kaynak: www.ankarasevdam.net (Abdülkerim Erdoğan, Geçmişten Günümüze Kazan, Kazan Belediyesi Yayınları, Ankara, 2009)

Seydi Yusuf Dede Türbesi

Seydi Yusuf Dede Türbesi

ANKARA / GÖLBAŞI / Bağiçi Mahallesi


Bağiçi Köyü Seydi Yusuf Dede Türbesi, Ankara İli Gölbaşı İlçesi Bağiçi Mahallesi (Köyü) içindedir.
Seydi Yusuf Dede veya Seyyid Yusufi Dede bölgeye Horasan’dan gelip burada zaviyesini kurmuş Alperen’dir. Bağiçi yani Zirve Köyünde aşeviyle fakirlere yemek veren, aynı zamanda tasavvuf eğitimi veren askeri bir karakoldur.

Türbenin durumu hakkında herhangi bir bilgi yoktur.

Kaynakça: www.golbasigazatesi.com   

Yakupderviş Ziyaretleri

Yakupderviş Ziyaretleri 

ANKARA / KAZAN / Yakupderviş Köyü

Ziyaretler, Ankara İli Kazan İlçesi Yakupderviş Köyünün etrafındadır.

Ziyaretler Nedir: Yakup Derviş Türbesi, Zireet (Ziyaret) Dedesi Yatırı ve Erenler Tepesi Ziyareti’nden oluşmaktadır.
Yakupderviş Köyünün eski adı Yoğun Durmuş, Yoğunduruş, Yöğöndürüş olarak geçmektedir. Yâkub Derviş cemaati Yörük’tür. Köyün iki mezarlığı vardır. Bunlardan Tepecik Mezarlığında bulunan bir mezar Yakup Derviş’in mezarı olarak bilinmekte ve Yağmur Duasında ve bayramlarda toplu olarak ziyaret edilmektedir.
Yakup Derviş Türbesi
Ziyaret Dede'den dönüş
Erenler Tepesi
Ova Çayına Okunmuş Taş Dökülmesi
Yağmur Duası Uygulaması: Yakupderviş Köylüleri artık geleneksel hale getirdikleri genellikle mayıs ayı başında çıktıkları Yağmur Duası uygulamaları ilginç özellikler taşımaktadır. Bu uygulamaları köyün internet sitesinden aynen aktarmayı uygun gördük.
1- Hazırlık: Köylü olarak yağmur duasına çıkılmasına karar verilir. Nohut, fındık büyüklüğünde taşlar toplanır. Bu taşların adetince dua okunur. Okunan taşlar torbalara doldurulur. Yağmur duasına çıkılacağı gün köylüye ziyafet verileceği için bir büyük baş hayvan satın alınır. Diğer çorba ve pilav için gerekli malzemeler temin edilir. Bu masraflar için köylüler aralarında para toplarlar.
2- Duaya Başlama: Köy meydanında toplanan büyük küçük tüm köylüler köy imamının ve Kuran okumayı bilenlerin önderliğinde dualar okuyarak yola çıkarlar.
Yakupderviş Dede Ziyareti: Köyümüzün kurucusu olan ve aynı zamanda mübarek bir ermiş kişi olduğu söylenilen Yakup Derviş Dede'nin Tepecik Mezarlığındaki kabri ziyaret edilir. Burada Allah'a toplu olarak el açılır dualar edilir.
Zireet Dedesi Ziyareti: Köyümüzle Karataş Köyü arasındaki bir mevkideki Zireet Dedesi (Ziyaret Dedesi) ismi verilen bir başka yatır ziyaret edilir. Burada da Allah'a toplu olarak dualar edilir.
Erenler Tepesi Ziyareti: Erenler Tepesi adı verilen ve burada birden çok ermiş kişinin kabirlerinin olduğu söylenilen tepeye çıkılarak burada da imam eşliğinde eller açılır Allah'a dualar edilir.
3- Ova Çay'ına Gidiş: Köyümüz arazisinin aşağı kısmından akan Ova Çayı kenarına toplu olarak gidilir ve okunarak torbalara doldurulan taşlar dualar eşliğinde çayın sularını içine dökülür. Burada gençler ve diğerleri birbirlerini suya iterek ıslatma şakaları yaparlar. Bu da bir usul halini almıştır.
4-Köye Dönüş ve Ziyafet: Tekrar yürüyerek bu topluluk köye geri döner. Köy camisinin önünde tekrar bir dua daha yapılır. Bu duada eller yere doru açılarak yağmur beklenilir. Duadan sonra köyde pişirilip hazırlanan yemekler tüm köylüye ikram edilir.
Not: Allah'ın hikmeti tabi ki aylardır yağmur yağmayan bir zamanda yağmur duasından dönüşte genellikle yağmur yağar ve köye gelenler ıslanarak gelir.     

Kaynak: www.yakupdervis.com / www.facebook.com (Yakupderviş Köyü Sayfası –Resimler için Hicayi Doğan Bey’e teşekkür ederim)

Baba Erenler Türbesi

Baba Erenler Türbesi

 ANKARA / ALTINDAĞ – Karapürçek Mahallesi


Baba Erenler TürbesiBaba Erenler Türbesi, Ankara İli, Altındağ İlçesi, Karapürçek (Köyü) Mahallesinde, Karapürçek Eski Caminin yanındadır.
Horasan Ereni olarak kabul edilen velimizdir. Kim olduğu konusunda herhangi bir bilgi yoktur.

Türbe altıgen planlı yığma ve kesme taştan inşa edilmiştir. yuvarlak kubbesi kurşun kaplıdır. Günümüzde restore edilmiş bir türbedir.

Seyyid Cemal Sultan Türbesi

Seyyid Cemal Sultan Türbesi 

AFYONKARAHİSAR -İhsaniye 


Seyyid Cemal Sultan Türbesi
Restorasyon Sonrası Türbe
 Afyonkarahisar İli İhsaniye İlçesine bağlı Döğer Beldesine 5km uzaklıktaki bir tepenin yamacında türbesi vardır.
 Hacı Bektaşi Veli’nin halifelerindendir. 1280 senesinde doğmuş, 1365 senesinde vefat etmiştir. Türbede bulunan yazıtta Peygamberimizin 16. torunu ve Musa-i Sani’nin çocuğu olduğu belirtilmektedir. 
Seyyid Cemal Sultan’ın Afyon, Kütahya ve Eskişehir’de Kemal Sultan olarak  anılmakta ve bilinmektedir. Derviş Cemal Ocağı’nın kurucusudur.  


Türbe 2011 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğünce restorasyonu tamamlanmış ve halkın ziyaretine açılmıştır. Türbe kesme taştan yapılma olup 700 yıllık bir geçmişe sahiptir. Türbe iki bölümden oluşmuştur. Birinci bölümde Mehmet ve Ahmet adındaki iki kişinin mezarı bulunmaktadır. İkinci bölümde ise Seyyid Cemal Sultan’ın mezarı bulunmaktadır. Türbenin bahçesinde sekiz tane üstü açık mezar bulunmaktadır ve bunlardan biriGözcü Bal’a aittir.
Ziyaret Nedeni: Her yıl 15 Mayısta düzenlenen Seyyid Cemal Sultan Anma Etkilikleri türbede yapılmaktadır. Yöre halkı ve çevre illerden gelenler tarafından sıklıkla ziyaret edilmektedir.  

Seyyid Cemal Sultan’ın vefat ettiği yer Döğer Kasabası Çakırlar Mevkii olduğu için türbeÇakırlar Tekkesi olarak da anılmaktadır. Alevi-Bektaşi yurttaşlarımız tarafından ziyaret edilen türbede kurban kesilir, adak adanır ve Cem törenleri yapılır.

Menkıbeler: 1-) Hacı Bektaşi Veli’nin en sevdiği halife olarak anılan Seyyid Cemal Sultan’ı tüm halifelerinin en önünde tutarmış ve sık sık sırtını sıvazlayarak “Cemal’imdir, Cemal’imdir, Cemal’imdir” diyerek sevgisini belirtirmiş. 

Kaynakça: www.dogerhaber.com / Abdulhalim Durma – Evliyalar Şehri Afyonkarahisar – Amasya -2009

Taylan Köken

Hayran Veli Sultan Türbesi

Hayran Veli Sultan Türbesi

AFYONKARAHİSAR -İhsaniye 


Hayran Veli Sultan Ziyareti
 Afyonkarahisar İli İhsaniye İlçesine bağlı Kayıhan Beldesinde Türbe Mahallesinde Kayıhan Türbe Mezarlığında bulunan cami bitişinde türbesi vardır.


Hayranbalı olarak da anılan Hayran Veli Sultan, Horasan’dan Hacı Bektaş Veli ile birlikte gelenlerden olduğu, Karaca Ahmet Sultan’ın kardeşi olduğu rivayet edilmektedir. Hacı Bektaş-ı Veli’nin yanında yetişerek Kayıhan’a gelip burada tekkesini kurduğu ve bir halk tabibi olarak özellikle cilt hastalıklarında sonuçlar verdiği bilinmektedir. 13.yüzyıl sonu veya 14.yüzyıl başı buraya geldiği söylenmektedir.
Bazı kaynaklara göre Karaca Ahmet Sultan ve Seydiler Sultan'ın arkadaşı olarak bilinmektedir. Vücut ve gözde çıkan sulu çıban, iltihap gibi cilt hastalıklarında uzman bir hekimdir.  
  
 Türbe camiye bitişik olarak yapılmıştır. Örme taştan yapılan türbe ikili kubbeye sahiptir. Çatı kiremit kaplıdır. Hayran Veli Sultan sandukasının kuzeyinde eşi, güneyinde oğlunun ve arkalarında da müritlerine ait altı tane sanduka bulunmaktadır. Kabrine yakın çilehanesi de bulunmaktadır. 

Genellikle cilt hastalıklarına şifa bulmak isteyenler tarafından ziyaret edilmektedir. Türbede cilt hastalığına iyi geldiği söylenen Cevher denilen toprağın hastaya sürülerek iyileşmeleri beklenmektedir. Cevherin çıbanlara iyi geldiği söylenmektedir. Adak olarak kurban kesilmektedir.

Kaynakça: Nihat Aytürk – Bayram Altan – Türkiye’de Dini Ziyaret Yerleri- Altanoğlu – 1992 / Abdulhalim Durma – Evliyalar Şehri Afyonkarahisar – Amasya -2009 / Mehmet Gündoğan -Afyon Alimleri Evliyaları -1994.

Şehre Küstü Türbesi

Şehre Küstü Türbesi 

AFYONKARAHİSAR –Merkez –Kasımpaşa Mahallesi

Şehre Küstü Türbesinin Yeri: Afyonkarahisar İli merkezinde bulunan Kasımpaşa Mahallesi Gazlıgöl Caddesi ile Barbaros Sokak köşesindeki park içinde türbesi vardır.
Şehre Küstü Türbesi
Şehre Küstü Kimdir: Abdürrahim Karahisari (Mısri) hazretlerinin mürididir. Hakkında başka bir bilgimiz yoktur.      

Türbenin Durumu: Türbe beş direk üzerine oturtulmuş yuvarlak bir kubbe ile örtülüdür.

Ziyaret Nedeni: Afyonkarahisar halkı tarafından değişik dilekler için ziyaret edilmektedir.

Kaynakça: Mehmet Gündoğan –Afyon Alimleri Evliyaları -1994 / www.panoramio.com

Askeri Baba Türbesi

Askeri Baba Türbesi 

AFYONKARAHİSAR –Çavuşbaş Mah. –Göksu Cad.


Askeri Baba TürbesiAskeri Baba Türbesinin Yeri: Afyonkarahisar İli merkezi Çavuşbaş Mahallesi Göksu Caddesinde türbesi vardır.
Askeri Baba Kimdir: Asıl adı Gülapoğlu Muhammed Askeri’dir aslen Kütahya’lıdır. 17.yüzyılda Afyon’da medresede müderrislik yapar. 35 yıl hizmet eder. Niyazi Mısri’nin yakın arkadaşıdır. 1699 yılında vefat edince medresenin karşısına defnedilir. Bazı kaynaklara göre mezarı Kütahya’dadır.
Düzenlemiş olduğu 2.830 beyitlik divanı meşhurdur. Divanın girişinde Halveti Tarikatının gelenek ve göreneklerinden bahsetmektedir.  

Türbenin Durumu: Türbenin üzeri açıktır. Sandukanın kenarları betonla sıvanmıştır.

Ziyaret Nedeni: Çevre halkı tarafından değişik dilekler için ziyaret edilmektedir.

Menkıbeler: 1-) Yol üzerinde olan mezarın kaldırılması esnasında kepçelerin arıza yaptığı rivayet edilir.

Kaynakça: Mehmet Gündoğan –Afyon Alimleri Evliyaları -1994 / www.haber7.com

Dedelihan Türbesi

Dedelihan Türbesi 

AFYONKARAHİSAR –Merkez –Yoncaaltı Cami Karşısı




 Afyonkarahisar İli merkezinde Yoncaaltı Camisinin karşısında bulunan dükkanların arasında medfundurlar.

Afyonkarahisar’da yarenler türbelerinden birisidir. İsmi bilinmeyen Mevlevi Dervişidirler. Dedelihan’daki Mevleviler de iki kişidir ve Yarenler olarak anılır. Yarenler, Sultan Divani’nin biri Mevlevi, diğeri Bektaşi olarak anılan müritlerine verilen isimdir.      

 Türbenin durumu hakkında elimizde herhangi bir bilgi yoktur.

Afyonkarahisar halkı tarafından değişik dilekler için ziyaret edilmektedir.

14 Mayıs 2016 Cumartesi

MURTAZA BABA VE HÜSEYİN DEDE TÜRBESİ



MURTAZA BABA VE HÜSEYİN DEDE TÜRBESİ..

        TEKİRDAĞ...MURATLI



Muratlı’ya bağlı Kırkkepenekli mahallesinde bulunan Murtaza Baba ve Hüseyin Dede türbeleri
Kapısının, bahçesinin ve çevresinin bakımsız olması, iki türbenin bulunduğu evlerin çevresi saman depoları, gelişigüzel atılmış eşyalarla, “dini değerlerimize böyle mi sahip çıkılıyor denilmektedir.
Yapılan araştırmada,bu türbelerin iç temizliğini,mahalle imamının gönüllü olarak yaptığı,türbelerin temizlik ve bakımının yapılabilmesi için resmi bir görevlinin bulunmadığı,bu türbelerde bir güvenlik zafiyeti bulunduğu,adaklık kurban kesim yerinin hijyenik olmadığı görülmüş olup,bu tür eylemlerin gerçekleştirilmesinin kim tarafından yapıldığı merak edilmektedir

Horoz Dede Türbesi

Horoz Dede Türbesi 

AFYONKARAHİSAR –Merkez –Yukarı Pazar Mescidi Yanı









Horoz Dede’nin gerçek adı Necmeddin Ruzbe’dir. Sahipata Fahreddin’in torunu olan Şemseddin Mehmet Beye Afyon’un valiliği verilinceye kadar ilin yönetiminden sorumlu olmuştur. Afyonkarahisar’ın fethi esnasında çıkarmış olduğu seslerden dolayı halk arasında Horoz Dede denmekte ve saygı gösterilmektedir. Horoz Dede, Deve Dedeve Mürdümek Sultan fethe beraber katılmışlardır. Hem asker hem de derviştir.   

 Afyonkarahisar İli merkezinde Yukarı Pazar Mescidinin 50mt kadar güneydoğusunda türbesi vardır.  

Türbe 1902 yılında büyük yangında yanmadan önce Yukarı Pazar Mescidinin batı kesimindeydi. Sonradan taştan sandukası yapılmış, daha sonra türbe üzerine ev yapılması üzerine, kemikleri yapılan evin çatısına taşınmıştır. 

Menkıbeler: 1-) Halk arasında Horoz Dede’nin, Afyonkarahisar kalesinin fethi için savaşan Türk yiğitlerinden efsaneleşmiş bir kahraman olduğu söylenmektedir. Fetih sırasında komutanlar tarafından, sabah erken vakitte horozların ötmesi ve ezanın okunmasıyla birlikte, ‘Allah Allah’ nidalarıyla kaleye hücum edilmesi kararlaştırılır. Ancak, gece boyunca meçhul bir kahraman, sabredemez, gece yarısı vakitsiz horoz gibi ötmeye başlar. Bunu duyan Mürdümek Sultan da gür sesiyle sabah ezanını okur. Düşmanı gaflet uykusunda bastıran Türkler böylece kaleyi fethederler. Bu kahramana da Horoz Dede lakabı verilir.

2-) 1920 yılında Yunan işgalinde bir asker Horoz Dede’nin kabri üzerinde ata biner gibi yapar. Yunan askerinin derhal ayağı uyuşur, ağzı köpürerek yere yuvarlanır.

Kaynakça: Yusuf Ilgar – Afyonkarahisar’da Mezarlıklar ve Türbeler / Abdulhalim Durma – Evliyalar Şehri Afyonkarahisar – 2009 / Mehmet Gündoğan – Afyon Alimleri Evliyaları -1994

Şeyh Müslüm Türbesi

Şeyh Müslüm Türbesi..şanlıurfa


 Suruç ilçesinin 5 km güneydoğusunda yer alan cami, iki türbe, minare vb. çeşitli birimlerden oluşan bir yapı topluluğudur. İnşa kitabesi bulunmayan yapının camii, zaviye tekke ile birlikte 1168-1169 yılında inşa edildiği kabul edilir. Külliyenin türbesinde gömülü olduğuna inanılan Şeyh Müslim ya da Şeyh Mesleme Bin Name es-Seruci hakkında bilinenler söylencelere dayanmaktadır. Birçok hastalık için Şifa dağıttığına inanılan türbe, daha çok çocuğu olmayan kadınlar ve akıl sağlığını yitirenlerin getirildiği bir ziyaretgâhtır.