KARIŞIK

7 Mayıs 2016 Cumartesi

Nefsin Sıfat ve Mertebeleri

Nefsini bilen Rabbini bilir...


NEFSİN SIFATLARI VE MERTEBELERİ

Ey tâlib-i Hakk!

Nefs, yedi sıfat üzeredir, demiştik. Şimdi nefsin sıfatlarını da beyân edelim ki Hakk'a tâlib olan kişi, Hakk katındaki mertebesini anlayabilmek için kendisini mîzâna ve terâzîye vursun da, nefsinin hangi menzilde olduğunu görsün ve bilsin...Kendi kendisini kandırarak yarın ebedî âlemde rezîl-rüsvây olmasın...Hakk'dan dûr kalmasın ve nâra müstehak bulunmasın...

NEFSİN SIFATLARI

1) NEFS-İ EMMÂRE (Kâfir ve fâsıkların nefsleri)
2) NEFS-İ LEVVÂME (Günâhlarına pişmân olan mü'minlerin nefsleri) 
3) NEFS-İ MÜLHİME (Âlimlerin nefsleri) 
4) NEFS-İ MUTMAİNNE (İlmi ile âmil olanların ve ihlâs ile amel edenlerin nefsleri)
5) NEFS-İ RÂDIYYE  (Velîlerin nefsleri)
6) NEFS-İ MERDIYYE (Ârif-i billahların)
7) NEFS-İ SÂFİYYE (Enbiyâ-i kirâm ve rusul-i zevi'l-ihtirâm hazerâtının nefsleri)

Hesâba çekilmeden önce nefsinizi hesâba çekin!...
NEFS-İ EMMÂRE

Kur'ân-ı Kerîm'den delîli :

وَمَا أُبَرِّئُ نَفْسِي إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ
(Ben, nefsimi tebrie etmiyorum, zîrâ nefs kötülüğü emredicidir)

"Nefs-i Emmâre", sâhibini dâimâ hayırdan ve hakîkatden men' eder. Sâhibi olduğu ve hükmünü eline geçirdiği vücûdu şerre ve fenâlığa iletir ve ona mütemâdiyen kötülük yapmayı emreder. Hükümdârı bulunduğu vücûdun kalbini ve rûhunu, sefâlet ve sefâhat bataklıklarına sevk eder.

"Nefs-i Emmâre", kâfirlerin, zâlimlerin, münâfıkların, fâsıkların ve şeytânın nefsidir. Kim olursa olsun, kendilerinde aşağıda zikrolunan kötü sıfatlar bulunanlar, "Nefs-i Emmâre"ye dâhil ve cehennemlikdirler...

"Nefs-i Emmâre"nin kötü sıfatları on ikidir :

1) ŞİRK
2) KÜFÜR
3) CEHÂLET
4) GAFLET
5) GÜNÂH-I KEBÂİR
6) KİBİR
7) HIRS
8) BUHL
9) ŞEHVETPERESTLİK
10) GADAB
11) HASED
12) HIKD

NEFS-İ EMMÂRE SÂHİBİ OLANLAR

MÜŞRİKLER : Allah'a ortak koşanlar ve Hakk'dan gayrı ilâh tanıyanlar.

KÂFİRLER : İslâm olmayanlar, islâm dînini tanımayan ve kabûl etmeyenler.

CÂHİLLER : Allah'ı bilmeyenler

GÂFİLLER : Allah, Peygamber, Kitâb, melek, ölüm, kabir, âhiret, öldükden sonra dirilmek, mahşer, mîzân, hesâb düşünmeyenler, cennet ve cehennemi akıllarına bile getirmeyenler, azâbdan ve ıkâbdan korkmayanlar ve bu dünyâda bütün yaptıklarının yanlarına kâr kalacağını zannedenler. 

BÜYÜK GÜNÂHLARI İŞLEYENLER : Büyük günâhları tereddüd etmeden işleyen ve ısrarla işlemekde devâm edenler. Adam öldürenler, içki içenler, zînâ ve livâta edenler, zulm ile yetîmlerin ve halkın mallarını yiyenler, yalancı şâhidlik edenler, dedi-kodu yapanlar.

KİBİRLİLER : Kendilerini bütün insanlardan üstün ve yüksek görenler. Söylenen söz hakîkat dahî olsa kabul etmeyenler.

HIRSLILAR : Doymayan göz, kanmayan ağız sâhibi olanlar.

TAMAHKÂRLAR : Yemeyen ve yedirmeyenler, kimseye iyilik etmeyenler.

ŞEHVETPERESTLER : Nefslerinin behîmî arzularını yerine getirebilmek için her türlü denâati işleyenler, elin ırz ve nâmûsuna göz dikenler.

ÖFKELİLER : Olur olmaz her şeye öfkelenenler.

HASEDCİLER : Herkesin elinde olan ni'metin mahvolmasını isteyenler, bu çirkin huyları ile kendi kendilerini yakan ve yıkanlar

KİNDÂRLAR : Kin besleyenler, öc almak için fırsat gözleyenler.

Bu sıfatlara sâhib bulunanlar, zâhirde müslümân dahî olsalar, cehennemlikdirler. "Nefs-i Emmâre" sâhibleri, sıfat bakımından kâfirler ile denkdirler. Bu saydıklarımızın hepsini veya bazılarını helâl itikad ederlerse, islâm dîninden de çıkarlar. Ancak işlediği kötülüklerin gerçekden kötülük olduğunu kabûl ederlerse, müslümân olmakla berâber fâsık sayılırlar. Zîrâ "ehl-i sünnet ve'l-cemâat" mezhebinde olduğumuzdan, günâh işleyenler kâfir olmazlar ama âsî ve fâsık olurlar. Ancak bu gibilerin âkıbetlerinden korkulur. Nefs-i Emmâre ehli ile kâfirler yalnız "tevhîd"de ayrılırlar, yoksa sıfatları aynıdır. Kendilerinde yukarıda sayılan kötü sıfatlar gibi, Allah'ın sevmediği, Resûlullâh sallallahu aleyhi ve sellemin istemediği ve evliyâullahın ikrâh ettiği, âlimlerin ittifâkla günâh olduğunu bildirdiği, sâlihlerin ve âşıkların ve meleklerin çirkin gördüğü ahlâk-ı zemîme, her kimde bulunursa bulunsun, o kimse "Nefs-i Emmâre" sâhibidir, âkıbeti korkulu ve gideceği yer korkunçdur. Tövbe eder ve sâlih ameller işlerse ve tövbesinde samîmiyet ve ciddiyet ile sâbit ve dâim olursa, Allah onları bu sıfatlardan halâs eder. 

Bu sıfatlardan korunmak isteyenler, bu hastalığın devâsı ve ilâcı olan "Kelime-i Tevhîd"e devâm etmelidirler...


Zîrâ "Kelime-i Tevhîd", "Nefs-i Emmâre" hastalığının yegâne devâsı, şifâsı ve kurtarıcısıdır. "Tevhîd"e devâm etmekle berâber, Allah'dan afv ve mağfiret dilerler, yaptıklarına nâdim olarak gözyaşı dökerlerse, kısa zamanda kurtulabilirler. Yoksa, bu gibilerin yakın bir gelecekde korkunç azâblara uğrayacaklarını Kur'ân-ı Azîm haber vermekde ve Resûl aleyhisselam açıkça bildirmekdedir.

Cenâb-ı Erhame'r-Râhimîn, cümlemize tevfîkini ihsân buyursun, afv ve mağfiretiyle şâd eylesin ve bizleri necâta eriştirsin. Kötü ve çirkin huylarımızı Kur'ân ahlâkına ve ahlâk-ı Ahmediyyesine tebdîl ve tahvîl eylesin. Âmîn...

NEFS-İ LEVVÂME

Nefsin ikinci sıfatı "Nefs-i Levvâme"dir. Kur'ân-ı Kerîm'den delîli :

 وَلَا أُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ
(Kendisini levm eden nefse yemîn ederim ki...)

"Nefs-i Levvâme", öyle bir nefsdir ki bazen rûhun nûru ile nûrlanır. Allah'a, Peygamber'e, Kitâb'a ve rûha itâatkâr olur. Bazen de , ısyân ederek itâatden ayrılır . Sonra bu ısyânına nâdim ve pişmân olur (Neden tövbemi terkedip Rabbime ısyân eyledim!) diyerek nefsini levm eder, kendini kınar. Bu nefs, mü'minlerden ısyân ve günâh işleyip sonra nefslerini suçlayan ve kınayanların nefsleridir.

"Nefs-i Levvâme"nin sıfatı dokuzdur :

1) UCUB (İbâdetine güvenerek kendisini herkesden yüce görmek)
2) FISK (Günâhları âşikâre işlemek)
3) CEHL (Birçok gerçekleri bilmemek)
4) KESRET-İ NEVM (Çok uyumak)
5) ME'KÛLÂT VE MEŞRÛBÂT-I KESÎRE (Çok yemek-içmek)
6) HIRS (Aç gözlülük ve çok kazanma hırsı)
7) KAHR-I NEDÂMET (İnsanlara ezâ ve cefâ etmek)
8) MUHABBET-İ LEBS (İsraf derecede giyim-kuşam sevgisi)
9) LAĞViYYÂT (Boş ve faydasız sözler ve lüzumsuz beyânlar ve dünyâya da âhiretede hayrı olmayan konuşmalarla vakit öldürmek) 

Bu dokuz sıfattan, tövbe ederek yakalarını sıyırabilenler, "Nefs-i Levvâme"den kurtulurlar. Unutmamalıdır ki, bu sıfatlardan arınmadan ölenler, âhiretde çok ağlayacaklar ve nefslerini lanetleyeceklerdir. Fakat o gün nefslerine yaptıkları bu levmin (kınamanın) kendilerine hiçbir faydası olmayacaktır.

Levvâme sıfatı, "Nefs-i Emmâre"ye pek yakın olduğundan bu sıfatda olanların da âkıbetlerinden korkulur...

Yâ Rabbi! Ey kalbleri çeviren Allahım! Kalblerimizi, dînin ve tâ'atin üzere çevir de, orada sâbit-i kadem eyle ... Bi-hürmeti seyyidi'l-mürselîn. 

"Nefs-i Levvâme"de bulunan zevâtın derdlerine de İSMULLAH şifâdır, LAFZA-İ CELÂL devâdır. Bu huylara ve bu sıfatlara sâhib olanlar, ALLAH ismini vird edinmeli ve çok çok zikretmelidirler...

NEFS-İ MÜLHİME

Nefsin üçüncü sıfatıdır. "Nefs-i Mülhime", öyle mübârek bir nefsdir ki, Hak teâlâ bu nefse erişen zevâta ilim ihsân buyurur. Zîrâ "Nefs-i Mülhime" mü'minlerden âlim olanların nefsidir.

Kur'ân-ı Kerîm'den delîli şudur:

فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا
(Sonra da ona fücur ve takvâyı ilhâm eyleyen hakkı için...)

"Nefs-i Mülhime"nin şartları da sekizdir :

1) İlim
2) Tevâzu
3) Tövbe
4) Sabır
5) Şükür
6) Sehâvet (Cömertlik)
7) Kanâat
8) Tehammül (Mûsîbetlere sabretmek)

Bu sıfatlar kimde toplanırsa, Cenâbı-Hak o zâtın kalbine ilm-i nâfi' (yararlı ilim) ilhâm eder, bilmedikleri kendisine öğretilir. Artık o kişiye lâzım olan, bu nefsin dâiresinde de a'lâya çıkmaya çalışmakdır. Zîrâ "Nefs-i Mülhime"de, her ne kadar ilim ve benzeri sıfatlar varsa da, amelsizlik ve ihlâssızlık korkusu da vardır.

Yâ Rab! Bizlere ihlâslı ameller nasîb eyle...

"Nefs-i Mülhime" nin esmâsı, "İsm-i Hû"dur (YÂ HÛ)


NEFS-İ MUTMAİNNE

"Nefs-i Mutmainne"ye vâsıl olan, artık nefslerinin şerrinden kurtulmuş ve cennet ehli olmuş yani  has kullar arasına girmiş demekdir :

Kur'ân-ı Kerîm'den delîli şudur :

 يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
(Ey mutmain olan nefs!..)

Bu sıfat, nefsin öyle mübârek bir sıfatıdır ki, Allah'ın inâyeti ile, kalb, nûr-i ilâhî ile nûrlanır. Allah'ın sevmediği bütün sıfatları terk eder ve bu nefsin sâhibleri ahlâk-ı hamîde ile muttasıf olurlar. "Nefs-i Mutmainne", mü'minlerden ilimleri ile âmil ve ihlâsları ile kâmil olan âlimlerin nefs mertebesidir. 

"Nefs-i Mutmainne"ye erişenlerin sıfatları yedidir :

1) Amel ve ihlâs
2) Tevekkül
3) Telezzüz
4) Riyâzât
5) İbâdât
6) Şükür
7) Rızâ

Allah'ın tevfîk ve inâyetiyle, nefslerini bu yedi mübârek sıfata erişdiren kutlu kişilerin, bu mertebeden de yüce olan MAKÂM-I RÂDiYYE'ye ulaşabilmek için bütün amellerinde dâimâ ihlâs üzere bulunmaları ve HAK esmâsına devâm etmeleri gerekir. Zîrâ "İsm-i Hakk"a devâmla bu mertebeden daha yüce olan NEFS-İ RÂDİYYE makâmına yükselecekdir.

NEFS-İ RÂDIYYE

"Nefs-i Râdıyye"ye vâsıl olan zevâtdan, Allah râzı olur. Bu nefs, velîlerin nefsidir.

Kur'ân-ı Azîm'den delîli :
ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً
(Ondan râzı olarak Rabbine dön...)

"Nefs-i Râdıyye" makâmına erişen evliyâullahda şu yedi sıfat zuhûra gelir :

1) İhlâs
2) Terk-i mâlâya'nî
3) Zikir
4) Zühd
5) Verâ'
6) Kerâmet
7) Riyâzât

Bu makâmın esmâsı HAYY ism-i şerîfidir. Bu makâm, yalnız çalışmakla elde olunamaz. Hak teâlâ, kuluna tâlib olursa onu bu makâma getirir.

NEFS-İ MERDIYYE

Merdıyye, nefs makâmlarının altıncı derecesidir. Bu öyle bir makâmdır ki, "Nefs-i Râdıyye"de kul Allah'dan râzı olduğu gibi, bu nefs makâmında da Allah kulundan râzı olur. Hak ile kul, birbirlerinden râzı olunca o kulun Allah katındaki  kadr ü kıymetini düşünüp, idrâk edebiliyor musunuz?

"Nefs-i Merdıyye" sâhibi olan kişiler, ârif-i billah ve esrâra âgâh olurlar.

Bu makâma, Kur'ân-ı Kerîm'den delîl :

رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
(Sen ondan, o senden râzı olarak...)

"Nefs-i Merdıyye"nin sıfatları altıdır :

1) Terk-i mâ-sivâ'allah (Allah'dan gayrı ne varsa terketmek)
2) Lutf-i bi-halkillah (Mahlûkâta şefkat ve lutuf ile muamele)
3) Tekarrüb-i ilallah (Allah'a yaklaşmak)
4) Tefekkür-i fî masnû'âtillah (Yaradılanlar üzerinde tefekkür)
5) Rızâ-yı bimâ kasemillah (Hakk'ın her türlü taksîmini râzı olmak)
6) Ma'rifetullah-i hakka ma'rifetih (Allah'ı hakkıyla bilmek)

Bu altı sıfatı, hakkıyla tamamlayanlar, Allah'ın yardımı ile bu makamın da fevkinde bulunan "NEFS-İ SÂFİYYE"ye erişirler ve HAKK ile her dem görüşürler, HAKK ile söyleşirler, esrâra âgâh ve vâsıl-ı dîdâr olurlar. 

Yâ Rabbi! Keremin ve lutfunla bizleri de bu makâma vâsıl eyle...Bi-hürmeti ismike'l-azîm ve bi-hürmeti nebiyyike'l-kerîm.

Bu makâmın esmâsı YÂ KAYYÛM ism-i şerîfidir. 

NEFS-İ SÂFiYYE

Nefsin, yedinci mertebesi "Sâfiyye"dir. Bu makâma "Nefs-i Kâmile" veya "Nefs-i Sâliha" da denir. "Nefs-i Sâfiyye", öyle yüce bir makâmdır ki, Hak teâlâ mekândan münezzeh olduğu halde, zâtı ile kulu arasında sırlı bir makâmdır. Bu makâmın ahvâli ve evsâfı aslâ tarîf ve tavsîf edilemez. Dil ile söylenemez, yazı ile yazılamaz. Ancak zevk ile bilinebilir. Tatmayan bilmez, vâsıl olan söyleyemez. Zîrâ bu makâm "KÂBE KAVSEYN" makâmıdır. Bu mertebe, enbiya ve mürselîn aleyhimüsselâmın nefs-i şerîfleri makâmıdır.

"Nefs-i Sâfiyye"nin sıfatları da altıdır :

1) Tevhîd
2) Zât
3) Tavsîf
4) Sıfât
5) Tekmîl
6) Lezzât

Yâ Allah! Bizleri, bu makâmın esrârı ile zevklendir ve hissedâr eyle...Âmîn bi-hürmeti demi'l Hüseyn...
"Nefs-i Sâfiyye"nin esmâsı KAHHÂR ism-i şerîfidir...

http://defter-i-ussak.blogspot.com.tr/ALINTIDIR..
emekleri zay olmasın..ahteri

Ahmet Baba

Ahmet Baba
 Dikmeçay..divriği.sivas


 Ahmet Baba / Tebit Hızır / Ardıç Baba (Top Ardıç) üç adak yeride Divriği'nin Dikmeçay köyündedir.
   Tebit Hızır tepesine paralel olarak plato düzlüğü üzerinde Ahmet Baba yatırı vardır. İnanışa göre Ahmet Baba, bir alp-eren olup civarda şehit düşmüştür. Buraya yağmur duası ve her türlü dilekler için gidilir. Ayrıca haziran ayında köylülerce toplu olarak ziyaret edilir.
   Halk İnanışı : Dikmeçay köyünde "Gürk Ali" adında temiz kalpli, saf bir adam varmış. Cuma geceleri Ahmet Baba ziyaretindeki ruhlar insan kılığına girermiş.Gürk Ali'yi alıp götürürlermiş.
   Halk İnanışı : Kutsal günlerde ve Cuma akşamları Ahmet Baba ziyaretindeki ışık yandığında, ağaçları kesenlerin başlarına mutlaka bir felaket geleceğine inanırlar. Korudaki ağaçlar ziyaret sırasında kullanılır. Kesilip yakılmayan ağaçlar orada bıraklır.
   Halk İnanışı : Kadının biri Ahmet Baba ziyaretini alaya alır. Kendisini ziyarete davet edenlere :
   -Ziyarete gidenler ölmüyor mu? Başına bir felaket gelmiyor mu?... Siz, ziyarete gidin de ölmeyin / ölümden kurtulun, der. Akşamleyin ziyaretten dönenler kadını ölmüş bulurlar.

6 Mayıs 2016 Cuma

KIRMIZI EBE TÜRBESİ..KIZILCAHAMAM

KIRMIZI EBE TÜRBESİ..KIZILCAHAMAM





Anadolu’nun şirin bir kasabası olan Kızılcahamam'a bağlı Taşlıca Köyü, kasabaya nazaran etrafı dağlarla çevrili ve taşı çok olan bir yerdir 
Halkı, neşe ve sevinç içinde yaşarlardı, birbirlerine öyle bir bağla bağlanmışlar ki; acı, tatlı günlerde yardımlarını birbirlerinden hiç esirgemezdi El ele gönül gönül’e olmayı insanlara yaraşır olarak kabullenmişler, iyimserliklerini sürdürmeyi bir görev olarak saymışlardır 
Taşlıca Köyü 1142 senesinde kurulmuş, kışları çok sert geçermiş, su olmadığı için,Taşlıca Köyü halkı kar suyu içermiş Bu yüzden hayvanlar fazla yaşamazlarmış 
Taşlıca Köyünde, Nigar adında bir kız varmış ki, Nigar köyün en güzel kızlarından biriydi Babası çobanlık yapardı, 9 çocuğu vardı Nigar kardeşlerinin en büyüğü olduğu için, evin işleri, çocukların bakımı, tarla, bağ bahçe işleri hep onun üzerindeydi 
Nigar, bir gün köy kızlarıyla birlikte tarlaya ekin biçmeye giderken, karşıdan bir atlının geldiğini gördüler Köy'e pek yabancı gelmediği için, hepside merak içinde gelen atlının yaklaşmasını beklediler Nihayet bekledikleri atlı yanlarına yaklaşınca yiğit bir delikanlı olduğunu gördüler 
Delikanlı; ürkek ve titrek sesle "Köye nereden gidilir" diye sordu, kızlar birbirlerine bu delikanlı kimdir, neyin nesidir gibilerinden bakışırlarken, Nigar ile delikanlı göz göze geldiler Bu arada Nigar'ın kalbi sanki yerinden fırlayacakmış gibi oldu Aynı duygu ve heyecan delikanlıda da belirdi ama Nigar'la Delikanlının bu anlamlı ve heyecanlı bakışlarını diğer kızlara belli etmemeye çalışsalar da, diğer kızların gözünden kaçmamıştı Fakat Nigar'ın kızlarla ekin biçmeye, delikanlının da köye gitmesi gerekiyordu Delikanlı, istemeyerek de olsa, Nigar'dan gözlerini kaçırdı, arkasına baka baka yoluna devam etti 
Nigar kız arkadaşlarıyla ekin biçmeye gitse de, göz göze geldiği delikanlıyı bir türlü duygularından çıkaramıyordu 
O günden sonra, Nigar'ın kalbindeki ateş, gönlündeki hasret bir yangın gibi içinde alevleniyordu Delikanlının hayali bir türlü gözünün önünden gitmiyordu, bir görüşte aşık olmuş, aşık olduğu delikanlı için kara sevdaya uğramış ki, her geçen gün için, için eriyordu, derdini kimseye anlatamıyordu 
Aradan bir süre geçti, yine Nigar tarlaya giderken, ağaçların arasında bir karaltı (gölge) gördü, korku ve heyecanla, karaltıdan uzaklaşmaya, koşmaya başladı Gölgedeki adam, Nigar'ın kaçtığını görünce, "Nigar yalvarırım kaçma dur, ne olursun dur
Sana kötülük yapacak değilim, sadece konuşmak istiyorum dur" diye peşinden bağırarak yalvardı Nigar, kendisine seslenen sesi duyunca hemen tanıdı
Çünkü o ses yolda tanıdığı (rastladığı) ve onun için kalbinin çarptığı delikanlının sesiydi Bu sesi duyan Nigar durdu, titrek ve heyecanlı bir sesle "ne istiyorsunuz?" diye sordu Delikanlı ise, "sizi ilk gördüğüm günden beri unutamıyorum, sizi tanımak, sizinle tanışmak istiyorum 
Sizinle evlenmek, acıyı, tatlıyı, paylaşmak istiyorum Size olan tutkum beni günlerdir kastı kavurdu, size aşık oldum, sizden ayrı yaşayamam ne olur kabul edin, ne isterseniz yaparım, gerekirse kulun kölende olurum" diyerek genç kızın ayaklarına kapandı Nigar; bu teklife dünden razıydı, çünkü delikanlıyı sevmişti, delikanlı için kara sevdaya uğramıştı Günden güne eriyip gidiyordu Ama, içlerindeki yanan aşk ateşine rağmen, ailesinin bir yabancıya kız vermeyeceğini de biliyordu Bunu bildiği için Nigar ne evet ve ne de hayır diyebildi Hayır dese delicesine aşık tı diyemezdi, evet dese, ailesini karşısında bulacaktı Nigar, bir müddet düşündükten sonra , "Ben ne desem boş, size vereceğim her söz, ailemin nazarında geçersizdir Bunun için size söz veremiyorum, babam ne derse o olur, bizde, bizim yöremizde yabancıya kız vermezler" dedi ve koşarak uzaklaştı 
Birkaç gün sonra, delikanlı kendi ailesini, Nigar'ı istetmek için, Nigar'ın babasına gönderir Nigar'ın babasından Nigar'ı Allahın emri, Peygamber'in kavli ile isterler
Ancak, Nigar'ın babası bende yabancıya verecek kız yok diyerek kestirir atar Delikanlının babası ise, oğlunun Nigar'ı delicesine sevdiğini bildiği için, Nigar'ında oğlunu sevdiğini bildiğinden, birbirlerini seven iki insanın hayatını birleştirmek için, delikanlının babası durumu muhtara "O köyün muhtarına" anlatır 
Taşlıca köyünün muhtarı ile o köyün ileri gelen büyükleri Nigar'ın babasına ikna ya giderler, ama bir türlü ikna edemezler, ikna edilmediğini gören, delikanlının babası istemeyerekte olsa geri dönerler 
Nigar'ın babası, dünürcüler gittikten sonra, Nigar'ı yanına çağırır, Nigar'a; kız sen bu oğlanla görüştün mü? Kimler bu gelenler, seni nerden tanıdılar, bana doğruyu söyle, eğer doğruyu söylemezsen senin kemiklerini kırarım, öldürürüm diyerek kızı Nigar'a vurmaya başlar, zavallı kız ise o delikanlıyı tanımadığını, görüşmediğini haykırır, ağlar, sızlar Annesi ise, kızının ağladığını, dövüldüğünü görünce dayanamaz; dur bey, yalvarırım dur, biricik Nigar'ımı öldüreceksin, der ve kızını kocasının elinden kurtarmaya çalışır 
Babasının elinden kurtulan Nigar, odasına kapanır, kimseyle görüşmez, yemez içmez deli divane gibi durmadan gözyaşı döker 
Nigar'ın yaşadığı zor günleri öğrenen delikanlı, bir yandan kendini suçlar, diğer yandan da, Nigar'la buluşma çarelerini aramaktadır
Delikanlı, kendi köyünden yaşlı ve sözü geçen bir teyzeyi aracı olarak Taşlıca köyüne gönderir ve sonunda, Nigar'ın babasıyla konuşmayı gerçekleştirir, bu görüşme sonucunda, Nigar'ın babasını ikna eder, törelerine göre de istediği başlığın kendisine verileceğini söyler 
Öte yandan, delikanlı ise; köyünün yaşlı teyzesinin eli boş mu dönecek, dolu mu dönecek, hayırlı haberlerle mi, yaksa hayırsız haberlerle mi, dönecek bunun merakı içinde iken, köyünün yaşlı teyzesi delikanlıya hayırlı haberle varınca; Delikanlı, köyün ileri gelenlerini de alır, Nigar'ın babasına dünürlüğe giderler ve razı ederler 
Bunu duyan Nigar'da, içindeki alevin söneceği günü sabırsızlıkla beklemeye çalışır Daha sonra, düğün hazırlıkları başlar, Düğün Dernek kurulur, Şehirden davulcular, köçekler getirtilir, böylece: Nigar'da Delikanlı birleşeceği günlerin hayalini kurarak sevinç ve mutluluk içindedirler 
Akşam üstü, damat evinde ateş yakılır, Sin sin'ler oynanır, gelin evinde ise, kınalar yakılır, sabahlara kadar yenilir, içilireğlenilir 
Ertesi günü öğle namazından sonra, gelini almak için, gelin halayı ile büyükler gelir (Gelenek ve göreneklerine göre damat gelmez) 
Davul-Zurna ve Köçekçiler eşliğinde kırmızı pullu gelinlik içindeki gelini alırlar, süslenmiş ata bindirirler Gelin Halayı, tepe yamacına geldiği sırada; 
Oruç Gazi Sultan Dede, gelin halayının önüne geçerek, 
Durun, durun, çalmayın, diye yedi defa seslenir 
Davulcu ve gelin halayındakiler aldırış etmezler "Aman Oruç Gazi Dede ne olacak hiç bir şey olmaz, davulsuz gelin gider miymiş" derler 
Oruç Gazi Dede, yine, 
"durun, tanrı aşkına durun evlatlarım,
Benim içime doğdu, 
Davulu çalarsanız, geline bir şeyler olacak çalmayın, sonra sizlerde pişman olursunuz" der Fakat hiç kimseye sözünü dinletemedi 
Gelin Halayı ve Gelin tepeye gelince,
Aniden şimşekler çakmaya, rüzğar esmeye, fırtına kopmaya başladı 
O anda, Gelin atı ile beraber olduğu yere taş oldular 
Halk panik içinde, sağa sola kaçmaya başladı Başladı ama iş işten geçmiştir 
Talihsiz Nigar (gelin) ve Atı, Davulcunun Davulu, Nigar'ın Çeyizleri, Kırık Saçağı, oldukları yerde taş oldular 
Düğün Halayında bulunanlarda, düğüncülerde, Oruç Gazi Dedenin sözünü dinlemekte çok geç kalmışlardı Biri birlerine, Oruç Gazi Dede haklıymış, bizlerin cahilliği Nigar'ın sonu oldu birbirlerini delice seven insanların sonu oldu diye dert yandılar 
Rivayete göre: Taşlıca Köyünde, kesinlikle davul çalınmaz ve kimsede çalmaya cesaret edemez 
Yıllar sonra olaya inanmayan düğün sahibi, yaşlıların anlattığına aldırış etmez, düğünlerinde köye davulcu çağırır, yenilir içilir, gece "Yatsı" namazından sonra ateş yıkılır, Sin sin'ler oynanır, davullar çalınır O anda Damat evini penceresini aniden alev alır ve yanmaya başlar, davulcu hemen çalmaktan vazgeçer, düğün davetlileri ateşi söndürürler ve eğlence davulsuz devam eder 
Efsaneye göre; aradan yıllar geçer, yine düğün dernek kurulur, düğün sahibi Ağa; Ben biricik oğluma şanlı şöhretli, dillere destan düğün yapacağım, herkes yesin içsin, vursun davullar, çalsın zurnalar der Yine akşam namazından sonra ateş yakılır, Sin sin'ler oynanır O sırada damat evinde bağrışmalar duyulur 
"Durdurun çalmayı, Ağamız fenalaştı, yetişin, yetişin diye bağırır Herkes koşarak eve giderler Bir de ne görsünler; iri yarı dağ gibi Ağa felç olmuş" 
Bunun üzerine, o köyün halkı, o günden sonra bir daha düğünlerde davulcu getirmeye cesaret edemezler ve düğünlerde , Bu olaylardan sonra ;
Taşlıca Köyünde davul çalınmaz 
Düğünler davulsuz yapılır, aksi halde başlarına bir belanın geleceğine inanırlar 
Olayı yaşayan Oruç Gazi Sultan Dede'nin Türbesi Taşlıca Köyünün girişin de bulunmakta olup köye gelen misafirler tarafından ziyaret edilmektedir Annesi Kırmızı Ebe ‘nin de türbesi yine bu köyde bulunmaktadır
Zavallı delikanlının ise, akıbeti belli değildir Delikanlının o uğursuz davullu zurnalı düğünden sonra sağ kalıp kalmadığı hakkında hiçbir bilgi yoktur
Derleyen: NARİN ARIÖZ
Kaynakça: ALİ ARIÖZ ; ŞÜKRÜ KOÇAK 
ALİ ARIÖZ 1926 DoğumluTaşlıca Köyü Derneğinin Kurucusu ve Dernek Başkanı vefat etti–ŞÜKRÜ KOÇAK 1902 Doğumlu,eski köy muhtarı vefat etti
Nigar (Gelin) Kayası Hikayesi Malatya İnönü Üniversitesinin düzenlediği ‘’Efsanelerimiz’’ adlı yarışmada 1980'de derece almış ve ‘’Efsanelerimiz‘’ adlı kitapta yayınlanmıştır
‘’Nigar Kayası Gelin Kayası Hikayesi ’’ NARİN ARIÖZ tarafından derlenerek yazılmış belgeleri kaynak göstererek yayınlamak YASAL VE EMEĞE SAYGIDIR 



http://yukaribalcilar.new-forum.net/ALINTIDIR.

Aydın Köy Türbesi samsun

Aydın Köy Türbesi


   samsun




Asarcık’ın 3 kilometre Güneybatısında bulunan Aydın Köyü’ne 1 kilometre mesafedeki Kuşla Beycukmevkiinde tepe üzerinde bulunmaktadır.
TARİHÇE: Halk arasında “Aydın Köy Türbesi” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihi hakkında bilgi edinilememektedir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Türbe; dört tarafı dikdörtgen şeklinde 1 metrelik duvar ile çevrilidir. Ancak duvar bakımsızlıktan yer yer yıkılmıştır. Türbenin içinde yuvarlak tarihi başlıklar mevcut olup, sanduka bulunmamakta,mezarın üstünde ağaçlar yer almaktadır.
RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Aydın Bey Türbesi hakkında çeşitli rivayetler anlatılmakla birlikte türbe genellikle felç hastası olan kişiler tarafından şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.

SEYDİ YAKUP TÜRBESİ..BAYBURT

 
SEYDİ YAKUP TÜRBESİ..BAYBURT





Buhara ve Horasan erenlerinden Seyyid Emir Kulali Hz. nin soyundan olduğu söylenen Seyyid Yakub Baba Hz.nin türbesi İlimiz Merkeze Bağlı Seydiyakub köyündeki tepede bulunmaktadır.

SEYYİD ALİ TÜRBESİ............ YAHYALI..KAYSERİ



SEYYİD ALİ   TÜRBESİ............ YAHYALI..KAYSERİ

Türbedeb Görüntü

Türbedeki Kitabe

İnceleme Tarihi : Nisan 2007
Yeri : 
Kayseri ili, Yahyalı ilçe merkezinde
Devlet Hastanesi bahçesinde bulunmaktadır.
Bugünkü durumu : Kubbesinin yarısı yıkılmış,
tamire muhtaç durumdadır.
Tarihi : İnşa tarihi bilinmemektedir.
Plan ve mimari özellikleri :Türbe, iki katlı
olarak inşa edilmiştir. Kare gövde, oturtmalıktan
40 cm. içe çekilmiştir. Duvarlar üstte pahlarla
sekizgene dönüşmektedir. Sekizgen kasnak
üzerinde de türbenin güneybatısı tamamen
yıkılmış olan kubbesi yer almaktadır. Kubbeye
tromplarla geçilmiştir. Orhan C.Tuncer’in hazırladığı
plânda kare mekanlı mumyalık bölümünün
üzeri beşik tonozla örtülmüştür. Duvarlarda
herhangi bir açıklık mevcut değildir. Türbenin
mumyalık ve mescid bölümlerine doğu
duvarının ortasına açılan kapılardan girilmektedir.
Mescid bölümüne çift kanatlı bir merdivenle
ulaşıldığını gösteren izler mevcuttur. Mescid
bölümüne girişi sağlayan basık kemerli kapının
üzerinde mermer malzememden yapılmış ve
çoğu tahrip olmuş kitabe bulunmaktadır. Mescit
bölümünün güney duvarı ortasında mihrap
bulunmaktadır. Dört cepheli olarak düzenlenen
mihrap beş sıra mukarnastan oluşan bir kavsaraya
sahiptir. İlk mukarnas dizisinde beş yapraklı
palmet kabartmaları bulunurken diğerleri
sade olarak yapılmışlardır. Türbenin kuzey ve
batı cephelerine birer pencere açılmıştır.
Süslemesi : Türbenin mihrabındaki mukarnaslar
ve kapısındaki geçmeler dışında bezemesi
yoktur.
Malzeme ve teknik :Kapı, pencere ve kubbede
düzgün kesme taş, duvarlarda moloz taş,
kitabede de mermer malzeme kullanılmıştır.
Kitabesi : Mescid bölümünün giriş kapısı
üzerinde kitabesi vardır. Ancak kitabe okunamayacak
kadar harap haldedir.
Tarihlendirme : Türbenin mimari örneklerle
olan benzerlikten dolayı 12-14.yy. arasında
inşa edilmiş olabileceği kabul edilebilir.
Bugün okunamaz halde harap olan kitabede
Seyyid Ali adının geçtiği kimi kaynaklarda zikredilir.

Kaynakça:

Orhan Cezmi Tuncer, Anadolu Kümbetleri,
Beylikler ve Osmanlı Dönemi, c.III, Ankara
1992, s.31.
Sami Köşker, Türk Kültürü Açısından
Yahyalı, Kayseri 1997, s.48.
Ayşe Budak, Yahyalı’daki Türk Devri
Eserleri, E.Ü. Fen Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölümü, Lisans Tezi, Kayseri 2003,
s.7-10.



ALINTIDIR..
http://yerkoykoyu.blogcu.com/

SEYİT BATTAL GAZİ TÜRBESİ

SEYİT BATTAL GAZİ TÜRBESİ

Eskişehir- Seyitgazi






Battal Gazi Külliyesinde Ziyaret edilecek Allah Dostları ;
Çoban Baba
Kardeşler Türbesi
Kesikbaşlar Türbesi
Kadıncık Ana Türbesi
Ümmühan Hatun Türbesi
Ömrünü, Bizanslılar ile savaşmakla geçiren bir İslâm kahramanı. Gazilerin önderi oluşunun yanında, dînine çok bağlı olması, onu daha da yüceltmiştir. Yenilmezliği, cömertliği ve yardım severliği yüzünden, nesilden nesile söylene gelmiş, atı ve kılıcı ile de zihinlerde yer tutmuş bir kahramandır. Türk-İslâm târihinde cihâd ruhunu temsil eden bir kahraman hâline gelmiş, üstün hâller sahibi bir kimsedir. Bu yüzden, hayâtı menkıbeleşmiştir. Çeşitli kaynaklara göre, 740 (H. 122) senesinde şehîd oldu. Anadolu’da Eskişehir’in Seyyidgâzi kazasından başlayarak, Doğu Türkistan’a kadar adına bir çok yerde türbe ve makamlar yapılmıştır.
Anadolu’da İslâmiyet için canla başla savaşması, İslâm ruhuna bürünerek onunla şekillenmesi, hayâtının destanlaşmasına sebeb olmuştur. Anadolu Türklüğünün yanı sıra, bütün Türk dünyâsına Seyyid Battal Gazi Destanı’nı kazandırmış, böylece Türk kültür târihi içinde müessir bir yer tutmuştur. Şahıs olarak destanının yanında Türk halk şiirine de geniş bir şekilde konu teşkil etmiştir. Hacı Bektâş-ı Velî hazretlerinin bile onun makamını ziyaret ettiği rivayet edilmektedir.
İbn-ül-Esîr, El-Kâmil-fit-Târih adlı eserinde onun hakkında şöyle demektedir: “Battal Gazi, 740 (H. 122) senesinde Anadolu’da bir grup mücâhidle birlikte şehîd edildi. İsmi, Abdullah Ebü’l-Hüseyn el-Antakî’dir. Anadolu’da bir çok gazalar ve akınlar yaptı. Buralarda şan ve şöhreti yayılıp Bizans halkı arasında müthiş bir korku saldı. Bir gazasında, girdiği köyde bir kadının ağlayan çocuğuna; “Sus, yoksa seni Battal’a veririm” dediğini duydu. Çocuk durmayınca kadın, eline alıp; “Al Battal!” dedi. Oradan geçmekte olan Battal, elini uzatıp çocuğu aldı. Sonra kadına çocuğunu iade edip; “Biz, Allahü teâlânın rızâsı için O’nun güzel dînini yayarız. Kimseye zulmetmeyiz. Bilakis, mazlumları, zâlimlerin pençesinden kurtarırız” dedi. Hediyeler verip kadının korkusunu giderdi.
Battal Gazi, Abdülvehhâb Gazi ile birlikte yıllarca savaştı. Abdülvehhâb Gâzi’nin vefatından sonra da, Halîfe Abdülmelik, oğlu Mesleme ile birlikte Battal Gâzi’yi, Anadolu’ya göndererek oğlunu, Cezîre ve Şam’a emir tâyin etti. Oğluna da Battal Gâzi’yi öncü kuvvetlerin başına geçirmesini emrederek, onun güvenilir ve ahlâklı bir yiğit olduğunu söyledi. Mesleme, Battal Gâzi’yi on bin İslâm mücâhidinin başına komutan tâyin etti.
Battal Gazi, bir defasında askerleri ile beraber Bizans sınırına kadar ilerledi. Sonra da tek başına Anadolu topraklarına girdi. Günlerce yol aldı. Açlık dayanılmaz hâle geldi. Bir mikdâr bakla yedi. İshal olup zayıf düştü. Ata binemiyecek durumdaydı. Güçlükle atına binip yularını serbest bıraktı. Atının boynuna sarılıp, nereye gittiğini bilmez bir hâlde bir müddet yoluna devam etti. Kendine geldiğinde, bir manastırda olduğunu anladı. Rahibelerden biri kendisine hizmet edip ilâç içirdi. Battal iyileşti. Üç gün orada kaldı. Battal Gâzi’nin manastırda olduğunu haber alan bir papaz, arkadaşları ile onu yakalamak için geldiler. Manastırdan ayrıldığı için bulamadılar. Battal Gazi onları yolda karşıladı. Papazı öldürdü. Manastırdaki rahibeleri de onların zulmünden kurtarıp askerlerinin bulunduğu yere götürdü. Kendisine hizmet eden rahibe ile de evlendi.
Seyyid Battal Gâzi’nin hayat ve hâllerini anlatan destanlara Battal-nâme ismi verilir. Battal-nâme, islâm ruhu ile dolu Anadolu Türklerinin târihî temeller üzerine kurulmuş bir eseridir. İslâm dîninin.’ve medeniyetinin unsurları, açık bir şekilde eserde göze çarpmaktadır. Battal-nâme’nin esas fikri, tamâmiyle dînîdir. Ayrıca İran geleneklerine de rastlanmaktadır. Bu ise, mensûb olunan ortak kültürün tabiî bir neticesidir. Eserin asıl konusu, İslâm-Bizans mücâdelesinden doğmuştur. Emevî, bilhassa Abbasî ordularında Türklerin oynadığı rol düşünülünce, Bizans hududlarında ve İslâm ordularında yaşayan Türkler arasında böyle menkıbelerin varlığını kabul etmek gerekir. Battâl-nâme’de, sınırlı da olsa, eski destan üslûbunu hatırlatan bâzı yerler vardır. Masal unsurlarının çokluğu, perilerin ve devlerin bulunuşu, ayrıca halkiyat izlerine çok fazla rastlanması, eserin gerçek bir halk destanı olduğunu göstermektedir.
Bu destanın, yazılı edebiyata ne zaman ve kimin tarafından geçirildiği bilinmemektedir. Destan, idealist bir İslâm kahramanının fevkalâde vak’alarla dolu mâcerâsıdır. Destanda Battal Gazi, din uğruna yalnız Rumlar ve diğer kâfirlerle değil; sihirbazlar, devler ve cadılarla da çarpışır. Cesaret, cengâverlik, feragat yönünden eşine az rastlanan bir kahramandır. Attığı ok; taşı deler, kayaları parçalar, düşmanları perişan eder. Onu, hiç bir düşmanın kılıcı yaralayamaz. Sesi kuvvetli ve gürdür. Harbte attığı naralardan dağlar inler, düşmanlar korkularından düşüp bayılırlar. Onun Aşkar Devzâde adlı atı da kendisi gibi bir kahramandır. Gazalarda eline geçen bütün ganimeti, din uğrunda çarpışan mücâhidlere dağıtır.
Ayrıca İslâmiyet’i yayma vazifesi de vardır. Düşmanlarını müslüman olmaya çağırır, kabul etmeyenlerle harb eder.
Manzum ve mensur olarak yirminin üstünde yazması bulunan Battal-nâme’yi, yerli ve yabancı araştırmacılar çeşitli yönlerden incelemişlerdir.