KARIŞIK

20 Şubat 2016 Cumartesi

Nafi Baba Tekkesi...Boğaziçi Üniversitesi

Nafi Baba Tekkesi...Boğaziçi Üniversitesi
Boğaziçi Üniversitesi’ndeki gizli hazine: Nafi Baba Tekkesi











Boğaziçi Üniversitesi Güney kampüs içinde pek kimse tarafından bilinmeyen Nafi Baba Dergahı Yönetmen Metin Erksan'ın vefatıyla gündeme geldi

İbrahim Ethem Gören/ Dünya Bülteni
Türk sinemasının duayenlerinden Metin Erksan vefat etti. Ve vasiyeti üzerine Boğaziçi Üniversitesi Güney kampüs içinde yer alan ve halk arasında Nafi Baba Türbesi şeklinde tanımlanan mezarlığa defnedildi.
Mesele, medyada "Sinema ustası Metin Erksan'ın cenazenin Nafi Baba Türbesi'ndeki aile mezarlığına defnedildi" şeklinde yer buldu... Nafi Baba'nın gerçekte hiçbir zaman türbesi olmadı. Nafi Baba Türbesi diye bilinen ve içinde sanduka bulunan küçük odacıkta ailenin yakınlarından başka bir zat medfun... Türbenin, sülüs-rik'a hatlı kitabesinde "Hüvey Hayy, Kavalalı Ahmed Bey'in mahdumu Ferik Ahmed Halil Paşa'nın kabri. Veladeti H. 1261, Vefatı H. 1335" ibaresi yer alırken, türbenin kapısını ise kırık bir kiremit parçasıyla plastik bir su şişesi bekliyor!
Gerçekte Erksan'ın defnedildiği yer, Nafi Baba Tekke'sinin haziresi. Bu yazıda Usta sinemacı Metin Erksan'ın vasiyeti üzerine gündeme gelen Osmanlı ulemasından Nafi Baba, Nafi Baba Tekkesi, Şüheda Kuyusu özelinde medeniyetin kadife görünüşlü demir süngerlerinin cemiyetimize ait güzelliklere nasıl zarar verdiği üzerinde duracağız. Boğaziçi Üniversitesi'nin, tekkenin, hazirenin, Şüheda Kuyusu'nun ve Rumelihisarı'nda bugün han-ı yağma olan oldukça geniş bir arazinin Osmanlı dönemindeki ismi Şehitlik Dergâhı'dır. Ve Şehitlik Dergâhı ağıt yakılacak bir vaziyettedir.
BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ'NDE GİZLİ BİR MANEVİ HAZİNE
Nafi Baba Tekkesi, daha doğrusu tekkenin kalıntıları, haziresinde Metin Erksan'ın, ağabeyi Dr. Ali Can Erksan'ın kabrine defnedildiği mezarlık, Osmanlı'nın Avrupa yakasındaki ilk Osmanlı-Türk şehitliği ve  "Şüheda Kuyusu" ile birlikten hemen hemen hiç kimsenin bilmediği gizli bir manevi hazinenin bir halkası...
Bugün büyük bölümü Boğaziçi Üniversitesi Güney kampuste bulunan Şehitlik Dergahı'nda hayatlarını tereddüt etmeden feda etmiş olan yüzlerce Osmanlı askeri, Nimel çeyş medfun. Ni'mel ceyşin ya da İstanbul fethinin ilk şehitlerinin hatırası gibi kendileri de unutulup gitmiş...
ŞÜHEDA KUYUSU OSMANLI'NIN İLK ŞEHİTLİĞİ
Şüheda Kuyusu, adından da anlaşılacağı üzere İstanbul'un fethi sırasında Rumelihisarı'nda hayatını kaybeden şehitlerin toplu olarak medfun bulundukları bir toplu mezar. Osmanlı'nın ilk toplu şehitliği...
Miladi 1451 yılında Sultan II. Mehmed'in emri ile Osmanlı ordusunun öncü kuvvetlerinden, akıncılarından, serdengeçtilerinden bir gurup Osmanlı askeri, Rumelihisarı'nın inşasına paralel olarak Bizans'ın içlerine doğru cihada çıkar ve askerlerin bir kısmı Rumelihisarı'nın hemen üst bölgesinde şehit düşerek, topluca bir kuyuya; Şüheda Kuyusu'na defnedilir.
Şüheda Kuyusu, oldukça geniş, etrafı alçak duvarla çevrilmiş kare biçiminde büyükçe bir mezar. Toplu mezar olduğu için şehitlerin adı meçhul, ancak "Şüheda Taşı" olarak bilinen ve diğer mezar taşları gibi tahrip olmaması için Boğaziçi Üniversitesi tarafından Üniversitenin Kültür Mirası Müzesi'nde korunmakta olan bu taşın üzerinde sülüs hattı ile şöyle bir ifade vardır: "Heza Makam-ı Şüheda 855 Sene".
NAFİ BABA TEKKESİ'NİN HALİ İÇLER ACISI
Nafi Baba Tekkesi, haziresi, mezarlığı ve hatıratı ile günümüz insanına lisan-ı haliyle aslında çok şeyler anlatıyor...
Her mezarlık gibi, serin serviler altında ahrete açılan kapıları bulunan Nafi Baba mezarlığı insanoğluna fena ve beka âlemine dair esaslı öğütler veriyor, misaller sunuyor...
Bir zamanlar ilim, hikmet ve irfan ocağı olan Nafi Baba Tekkesi pek çok öz kıymetimiz gibi tarihin nisyan karanlığına terk edilmiş.
Boğaziçi Üniversitesi'ndeki mevcudiyetini öğrencisinden mezununa; öğretim üyesinden idarecisine kadar hemen hiç kimsenin bilmediği Nafi Baba Tekkesi'nin temel kalıntıları Şüheda Kuyusuna yaslanarak, hali pürmelâlimize ağlıyor... Nispetiye Caddesi'nin durumuna; Güney Meydan'ın keyfiyetine, cemiyetin vurdumduymazlığına, kendi perişanlığına ağlıyor...
Osmanlı armalı, hilâli kırılmış, parçalanmış mezar taşlarını, kitabeleri gördüğünüzde kendinizi ecnebi diyarlarda, suyun öte tarafında; Balkanlarda, Yunanistan'da, Bulgaristan'da, Romanya'daymış gibi hissedebilirsiniz.
HELİKOPTER PİSTİ MAMUR TEKKENİN BOYNU BÜKÜK
Boğaziçi Üniversitesi Güney Kapı'nın hemen yakınında bulunan helikopter pisti sadece bir/birkaç zengin işadamının hizmetine sunulmuş. Pistte asayiş her zaman berkemâldir! Pist ve etrafı tertemizdir...
Yağmurlu günlerde pistin her yıl toplam 25-30 kişiyi 5-10 dakikalığına misafir edecek olan bekleme kulübesi var. Nafi Baba Tekkesi'nin hemen yanı başındaki ucube kulübe ne hikmetse her yıl boyanır, elden ve gözden geçirilir.
Buna mukabil, helikopter pistine sadece 200 metre mesafede bulunan Şehitlik Dergâhı kaderine; daha doğrusu kederine terk edilmiştir. Boğaziçi Üniversitesi'nde Şehitlik Dergahı'nın hemen girişinde sizi bir levha karşılar: "Çöp ve moloz dökmek yasaktır". Burası kapısında 24 saat güvenlik bulunan bir okulun arazisi. Bahsedilen çöpler Rumelihisarüstü'nün çöpleri de değil elbette; Boğaziçi Üniversitesi'nin, Güney Kampüs'ün çöpleri... Okul yönetimi çöplerin Şehitlik Dergahı'na dökülmemesini personelini levhalarla uyararak önlemeye çalışıyor.
Şehitlik Dergâhı çer-çöple, sigara izmaritleriyle viski şişeleriyle sırlanarak, üzeri, külliyen büyük bir vurdumduymazlıkla örtülmek istenmiştir.
Metin Erksan Usta'nın defni vesilesiyle mezarlık bir miktar temizlenmiş, Bakanların, Belediye başkanlarının definde kullanacakları güzergah derlenip-toparlanmış, otlar, çalılar biçilmiş, çöpler, çöp yığınları görülemeyecek yerlere taşınmış.
Bu sabah Nafi Baba'yı ve Şüheda Kuyusu'nu ziyarete gittim. Nafi Baba'nın taşı yıllar önce sökülen kabrinin ana mermer bloğundan biri yerinden ayrılmış. Şüheda Kuyusu İtanbul'un fethinde; 29 Mayıs'ta temizlediğimiz haliyle duruyor. Şüheda Kuyusu'nun hemen yanında ölen bir hayvan cesedinden yayılan koku mekanda bir Fatiha okuyacak kadar kalmanıza bile engel oluyor.
MİLLETİN YURDU TARİHTİR
Geçtiğimiz Mayıs ayında öğrenci ve mezun arkadaşlarla birlikte Şehitlik Dergâhı gezisi düzenlediğimizde Boğaziçi Üniversitesi'nin, bu okulun selefi Robert Kolej'e kapılarını açan Şehitlik Dergâhı'yla ve öz tarihimizle ne kadar yakından ilgilendiğini ve buralara nasıl sahip çıktığını gözlerimizle görmüştük! Külliyen bir tarihi hazine, kültür mirası, ortak değerlerimiz mahvedilmiş, Nafi Baba Tekkesi'nin temelleri çöplüğe dönüşmüş, tekkenin haziresinde yer alan kabirlerin mezar kitabeleri parçalanmış, üzerinde İmadvari nestalik yazılar bulunan 400 yıllık mezar kitabeleri ayaklar altında bırakılmış.
Şehitlik Dergâhı bizim kimliğimiz, namusumuz, kültürümüz, irfanımız; her şeyimiz değil mi? "Milletin yurdu tarihtir" diyordu Şehitlik Dergâhı'ndaki Boğaziçi Üniversitesi'nden mezun iktisat gurusu Mustafa Özel... Biz de soralım: Tarihini katleden milletlerin yurdu neresidir?
Nafi Baba mezarlığında pek çok değerli ilim, devlet, halk, millet ve ümmet adamı medfun. Günay Kut, Edhem Eldem'le birlikte hazırladığı Rumelihisarı Şehitlik Dergâhı Mezar Taşları isimli kitabında Dergâh haziresinde 17 babanın, 3 şeyhin, 7 seyyidin, 5 mollanın, 3 çelebinin ve 5 paşanın medfun bulunduğunu belirtiyor. Fotoğraflarda paşaların, seyyidlerin, ulemanın, çelebilerin mezar kitabeleri perişan hallerine sizler de şahit oluyorsunuz.
"NAFİ BABA" AVRUPA YAKASINDAKİ İLK DERGÂH
Nafi Baba Tekkesi İstanbul'un ilk dergâhlarından biri olma özelliğine sahip...  İstanbul'un Avrupa yakasında kurulan ilk dergâh olan Nafi Baba Tekkesi'nin hikâyesi İstanbul'un fethinin öncesine dayanıyor.  Malum olduğu üzere fetihten önce Anadolu yakasında birçok dergâh mevcuttur.
II. Mehmet, otağ-ı hümayununu, temelleri bugün Boğaziçi Üniversitesi'nin sınırları içerisinde kalan ve az önce mevcut durumunu tavsif ettiğimiz Şehitlik Dergâhı'nın bulunduğu yere kurmuştur.
Ecdadımız işlerine/amellerine besmele, hamdele, salvele ve dua ile başlardı. Feth-i mübînin müjdecisi olan ilk dualar burada yapıldığı için mezkûr mahallin ismi Dua Meydanı olarak anıla gelmiştir. Nafi Baba Tekkesi işte böylesi bir alan üzerine kurularak; fetih öncesinde Sultan Mehmed Han'ın ilk karargâhı olmuştur.
Nafi Baba Tekkesi ve bir zamanlar Rumelihisarı'ndan Zincirlikuyu'ya kadar uzanan geniş arazisi, çok özel bir statü kapsamında Fatih Sultan Mehmed Han tarafından doğrudan Nafi Baba Ailesi'ne verilmiştir. Dolayısıyla, tekke ve arazisi kişisel mülk statüsünü kazanmıştır. Tekkelerin kapatılmasının ardından, Vakıflar, özel mülkiyet niteliğindeki tekke içindeki tüm eşyalara, çok değerli kitaplara ve el yazmalarına el koyarak toplatmıştır.
ÂLİ ARTEMEL TEKKEDE DÜNYAYA GELMİŞ
Bununla birlikte Nafi Baba Ailesi'nin bazı fertleri ve tekkeye gönül vermiş olanlar bir müddet daha tekke binası ve müştemilatında yaşamaya devam etmiştir. Cafer Baba'nın 1930'lu yıllarda Tekke'de oturduğu bilinmektedir.  Mehmet Nafi Artemel Hoca'nın babası Âli Bey de tekkede dünyaya gelmiştir. Tekke, daha sonra, 1940'ların ortalarında harap olup bakımsızlıktan yıkılmıştır.
Osmanlı döneminde ilim ve hikmet adamlarının, dervişlerin uğrak yeri olan Nafi Baba Dergâhı, diğer yandan da Osmanlı Bahriyesinin odak noktası olmuş, istişare ve irfan merkezi vazifesi görmüştür.
Tekke, felsefeci Rıza Tevfik, karikatürcü Cem, Abdülhak Hamid'in kardeşi, şair ve bestekâr Nasuh Bey gibi çok sayıda yerli ve Tekke'nin haziresinde faaliyet gösteren Robert Kolej'in hocalarından Profesör Kingsley Birge ve İstanbul Üniversitesi Alman Filoloji Bölümünün kurucusu ve yine Robert Kolej ve Boğaziçi Üniversitesi hocalarından Profesör Traugott Fuchs gibi yabancı bilim adamlarına, yazarlara, şairlere, sanatkârlara kapılarını açık tutarak, tüm insanlık âlemini kucaklayan bir tebliğ mekanı hüviyetinde olmuştur.
TEKKE'NİN ŞEYHLERİNDEN MAHMUT BABA 10 MÜBAREK ADAMDAN BİRİ
Cemal Kutay, Örtülü Tarihimiz serlevhalı kitabında "müsbet ilimler cemiyetini kurabilme yürekliliğini gösteren on mübarek adam" arasında Mahmut Baba'yı saymıştır.
Sultan Abdülaziz döneminde, 19.yYüzyılın ikinci yarısında, İstanbul'da ilk "İlim Cemiyeti" ismi altında kültür faaliyeti, bu Dergâh'ın çatısı altında başlamış, Nafi Baba'nın babası olan Mahmut Baba, İstanbul Üniversitesi'nin kuruluşunda önemli bir payı olan matematik, coğrafya, felsefe, edebiyat, fizik, kimya, tıp ve astronomi gibi dersleri vermek üzere kurulmuş olan Beşiktaş İlim Cemiyeti'nin kurucu üyesi olmuştur.
Nafi Baba Tekkesi Cumhuriyet'in ilk yıllarına kadar önemini muhafaza ederek İstanbul'un manevi atmosferine katkı sağlamıştır.
Nafi Baba'nın torunlarından, BÜ öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Mehmet Artemel bir hasbıhalimizde tekkenin statüsüne değinerek dedesi Nafi Baba'nın RC kurucularıyla olan teşrik-i mesailerine şu cümlelerle atıfta bulunmuştu: "Nafi Baba Tekkesi yani Şehitlik Dergâhı bugün Boğaziçi Üniversitesi'nin sınırları dâhilinde yer alıyor. Aslında, üniversite ve de Robert Kolej kısmen bizim arazimizin, kısmen de Ahmet Vefik Paşa'nın arazilerinden müteşekkil bir alanın üstüne kuruluyor.
NAFİ BABA TEKKESİ ROBERT KOLEJ'E KUCAK AÇMIŞTIR
Nafi Baba Tekkesi Robet Kolej'e kucak açmıştır. Zira bu nokta, Fatih'in, Rumelihisarı'na ayak bastığı dönemden itibaren çok özel ve bir anlamda dokunulmaz bir alan statüsüne sahip oluyor. Kalenin de üstünde en yüksek noktada, boğaza hâkim bu dergâh aynı zamanda dervişlerin de inzivaya çekildiği, sakin ve gözlerden ırak bir mekândı. Bu açıdan, tekkenin rızası olmadan da Kolej'in buraya kurulabilmesi mümkün olmayabilirdi, zira o dönemde diğer yabancı dillerde eğitim veren yabancı menşeli okulların temsilcileri, Amerikalılara ayrıcalık yapılır gibi buraya Kolej'in kurulmasına karşı Sultan'a itirazlarını yöneltiyorlardı.
Üniversitemizdeki arşivlerde yazacağım bir makale için evrak ararken, Kolej'in iki kurucusundan biri olan Cyrus Hamlin'in, bugünkü 1. Erkek Yurdu ya da zamanında Hamlin Hall olarak bilinen Kolej'in ilk binasının inşaatı esnasında ailesine yazdığı mektuplarının fotokopilerine rastladım. Hamlin, temel çalışmaları başladığı günden itibaren, yukarıdan, yani tekkeden sessizce ama dikkatlice incelendiklerini yazıyor. Daha sonra, Hamlin binasının temeli atıldıktan sonra temelin sulanması gerekirken, kuraklığın baş gösterdiğini ve bu yüzden de çok endişeli olduğunu yazıyor. Aynı mektupta, kendi ifadesiyle tepedeki dervişlerin kendisini birlikte yağmur duasına davet etmek için haber yolladıklarını söylüyor. Buna çok şaşırdığını zira daha önce Müslümanlar ve Hıristiyanların birlikte dua edebildiklerini bilmediğini soyluyor. Daha da ilginci bir sonraki günün tarihini taşıyan mektupta, son derece şiddetli bir yağmur yağdığını ve temellerin dibine kadar suyla dolduğunu ifade ediyor."
TEKKE'NİN EN MEŞHUR ŞEYHİ: NAFİ BABA
Selefleri olan sair meşayih gibi tekkede dünyaya gelen Nafi Baba, Tekke'nin en tanınmış şeyhi olma özelliğini haizdir. Mahmut Baba'nın yerine 1860 yılında postnişinlik makamına getirilen Nâfi Baba'nın ismi pek çok eserde âlim, fazıl, nüktedan ve hoşsohbet bir zât ifadeleriyle zikredilmektedir.
NAFİ BABA CAMİİ YA DA MERKEZ KAMPUS
Nafi Baba aynı zamanda, İstanbul Üniversitesi'nin fıkıh hocalarındandır. Zamanının en büyük Bektaşî şeyhi olarak gösterilen Nâfi Baba'nın hatırası Boğaziçi Üniversitesi'nin Kuzey ve Güney kampusleri arasında yer alan Nafi Baba Camii'nde, öğrenciler nezdinde "merkez kampus" olan kendi ismiyle anılan camide yad edilmektedir.
Nâfi Baba, tam 50 yıl Şehitlik Tekkesi'nin çerağını yandırıp, susuz gönülleri sohbetleriyle kandırdıktan sonra 1912 yılının haziran ayında garik-i rahmet olmuştur. Artık yerinde bulunmayan mezar kitabesine müridlerinden Hüseyin Kâmi'nin düşürdüğü şu tarih kıtası yer almaktadır:
Yüzü ak, alnı açık gitti Cenâb- Nâfi/Emel-i hâsı olan Hazret-i Haydar yanına
Dâr-ı dünyada temennisi esasen bu idi/Ala ukbâda yedullah onu çâker yanına
Mütebessimdi vefatında eminim geldi/Ruh-ı Şebbîr ü Şüber Bâkır u Cafer yanına
Elli üç ileri validi Mahmut Baba/Yürüyüp girmiş idi sıhr-i peygamber yanına
Şimdi elbette girerler ikisi dest be-dest/Mefhar-ı âlem-yânın da beraber yanına
Elli üç yıl bu Şehitlik'te mübarek nefsi/Gönderirdi vatanın hayır-dua her yanına
Hazret-i Nâfii endişe ederdim Dehrî/Evliyadan onu almış idi kimler yanına
Geldi bir dem çekerek söyledi Bektaş Veli/Aldı Nâfi Baba'yı sâki-i kevser yanına
AİLENİN CEDDİ AKŞEMSEDDİN'İN ARKADAŞI ŞEYH BEDREDDİN'E UZANIR.
Nafi Baba sülalesinin bilinen ilk ceddi Şeyh Bedreddin olup aile, Sevgili Peygamberimizin (sav) torunu Hz. Hüseyin'in (ra) seyyid neslinden gelmektedir.
Süheyla Hoca'yla evinde yaptığımız bir görüşmede Şeyh Bedreddin'in Akşemseddin'in arkadaşı; Hacı Bayram-ı Velî'nin de halifesi olduğunu söylemişti.
Mehmet Artemel'le olan bir hasbıhalimizde Hocamız ceddine ve Şehitlik Dergahı'na ilişkin tetebbuatını bizlerle paylaşmıştı: "Şeyh Bedreddin'in fetih şehidi olarak 1451'de şehid olduğunu mezar taşından görebiliyoruz. Esasen, bu da buradaki Şehitliğin ne kadar kıymetli bir tarihinin olduğunu gösteriyor. Şöyle ki, Fatih, fethi surların içindeki İstanbul'un alınması ile sınırlı değil; bir anlamda burada, Rumelihisarı'nda verilen zorlu mücadelede kazanılan zafer ve bunun sonucu tarihi Rumelihisarı kalesinin inşası, fethi başlatıyor.
ŞEHİD YENİÇERİLER BOĞAZDA GÖZCÜLÜK YAPIYOR
Örneğin, mezar taşlarından birinin üzerinde "Serdengeçti Ağası" olarak zikredilen şehidin mezar taşı mevcuttur. Fatih, burada hayatlarını kaybeden şehitlerin ruhuna, merkezi, şimdiki Şehitliğin bulunduğu noktayı ve çevresini Şeyh Bedreddin sülalesine bahşederek, geleneğe göre şehit yeniçerilerin "Çerağlarını uyandırması ve boğaza gözcülük yapmaları" görevlerini vermiş ve daha sonraları, yine Şeyh Bedreddin'in torunlarından Nafi Baba'nın adıyla anılan Nafi Baba Tekkesi olarak bilinen Şehitlik Dergâhı'nın yapılmasını emretmiştir."
Nafi Baba Tekkesi'nin ilk yıllardaki manevi irtibatının Bayramîlik olduğunu, sonraki yıllarda Tekke'ye intisap eden Yeniçerilerin Bektaşiliği benimsediklerinden Tekke'nin Bektaşiliğe adım attığını da Mehmet Hocamızdan öğreniyoruz: "Mezar taşlarından anlaşıldığına göre, Şeyh Bedreddin'in Bayramî tarikatına mensup olduğu görülüyor. Ancak, akıncılar, öncü kuvvetler ve Osmanlı ordusunun belkemiğini oluşturan Yeniçerilerin Bektaşi tarikatına mensup olmalarından ötürü, Şeyh Bedreddin'in oğullarının da Bektaşi yolunu seçmesiyle tekke Bektaşi dergâhı olmuştur."
TEKKE HER DAİM RUMELİHİSARI'NIN HİZMETİNDE BULUNMUŞTUR
Mehmet Nafi Hoca, dergâhın mandırasıyla, bağlarıyla, hayvanlarıyla aslında tüm köye hizmet ettiğine vurgu yapıyor: "Dönemin Rumelihisarı halkı, Tekke'den hizmet beklemeye o denli alışmışlar ki, zamanla söyle bir latife yerleşiyor, "Rumelihisarı sakinleri pek çalışmayı sevmezler, yemek pişirmeye üşenirler zira keşkek yemek için Halim Paşa'ya, aşure yemek için ise Nafi Baba'ya giderler".
NAFİ BABA AİLESİ 561 YILDIR RUMELİHİSARI'NDA İKAMET EDİYOR
Nafi Baba'nın Mahmut Bey Baba'ya ulaşan ceddi, İstanbul'un en kadîm aileleri arasında yer alır. Asırlardır Rumelihisarı'nda ikamet eden Nafi Baba ailesini ve irfanını günümüzde Boğaziçi Üniversitesi'nin kurucularından Prof. Dr. Süheyla Artemel ve oğlu Yard. Doç. Dr. Mehmet Nafi Artemel temsil etmektedir.
Rumelihisarı'nda Kışlak Sokakta 250 yıllık tarihi bir Osmanlı Bağdadi evinde oturan aile, tasavvuf kültürünün, naif İstanbul/Anadolu beyefendiliğinin/hanımefendiliğinin müşahhas bir misalini teşkil ediyor. Son cümlemizdeki hakikati anlamak için Mehmet ve Süheyla Hoca ile sohbet etmeniz kâfidir.
Süheyla Artemel, Günay Kut ve Edhem Eldem'in mezkûr kitabına kaynaklık eden arşiv belgelerinde Nafi Baba'nın aile silsilesi şöylece belirtiyor: Şeyh Bedreddin, El-Hac Kuddusi Mehmet Efendi, Ali Baba (Tekke'nin banisi), Mechul, Ramazan veya Veli Baba, Ahmed Baba, Mahmud Baba, Nafi Baba, Mahmut Baba, Nüzhet Baba.
ŞEHİTLİK DERGÂHI'NI İHYA EDECEK BİR SERDENGEÇTİ ARANIYOR!
Şehitlik Dergahı'nı ihya edecek bir serdengeçti aranıyor! Metin Erksan'ın vefatı, vasiyeti ve defni dolayısıyla cemiyetin günlük koşuşturması arasında Erksan'ın filmlerindeki gibi bir sığınma sahnesi kadar gündeme gelen Nafi Baba Tekkesi'nin, hazirenin, Şüheda Kuyusu'nun ve mezarlığının acilen ihya edilmesi gerekiyor.
Gereken ve tedbir alınması lazım gelen diğer bir önemli husus da tarihîi mezarlığın olduğu gibi muhafaza edilerek yeni definlere açılmaması; adalet ve haktan ayrılmadan hareket edilmesi...
Tekke'de doğan, büyüyen, Robert Kolej'e ve Boğaziçi Üniversitesi'ne sayılamayacak kadar hizmetleri geçen eden Âli Artemel Merhum, bilindiği üzere Nafi Baba haziresine defnedilememişti... Âli Beyin Nafi Baba Tekkesi haziresine defnedilmesine kim, niçin müsaade etmemişti? Ersan'ın vefatı dolayısıyla basında yer alan haberlerde Nafi Baba'da definlere 1950'lı yıllara kadar müsaade edildiği bilgisi yer alıyordu. Hazireye gittiğinizde mezar taşları 2001 yılına kadar defin yapıldığını söylüyor... Yolunu bulan Nafi Baba'nın yanına gidiyor anlaşılan!
Âli Artemel Merhum Boğaziçi Üniversitesi'ne bugün kimsenin hatırlamadığı, yerini dahi bilmediği birçok araziyi kazandırmıştı. Örneğin, Karadeniz kıyısında Kilyos'taki arazi, bugün futbol sahasının olduğu Uçaksavar arazisi, BÜMED'in arkasındaki tarihi Osmanlı Bostanı, Rumelihisarı kampusu, Alibeyköy lojmanları, Kandilli kampusu Nafi Baba'nın torunu Âli Beyin Boğaziçi Üniversitesi'ni kazandırdığı mekânlardır. Ruhu şâd; makamı cennet olsun.
ŞEHİTLİK DERGÂHI'NI KİM İHYA EDECEK?
Rumelihisarı Şehitlik Dergâhı'nı kim ihya edecek? 1970'li yıllardan günümüze kadar Şehitlik Dergâhı'nın ihya edilmesi sürekli gündemde olmuştur. 40 yılı aşkın bir süredir Nafi Baba ailesinden bazı bireyler Âli ve Süheyla Artemel ile birlikte tamamen gönüllü olarak bu amaçla seferber olmuştur. Bu seferberliğe bazı BÜ hocaları, yabancı hocalar da katılmış ama maalesef herhangi bir netice alınamamıştır.
Atilla Koç'un Kültür Bakanı olduğu dönemde mezkûr Bakan, dönemin BÜ Rektörü Ayşe Soysal ve Prof. Süheyla Artemel'le birlikte Topkapı Sarayı'nda bir protokol imzalamış ama her nasılsa imzalanan protokol, Topkapı Sarayı'nın has odalarında unutulup gitmiştir.
Derken, İstanbul 2010 Kültür Başkenti faaliyetleri çerçevesinde Anadoluhisarı, Rumelihisarı, Dua Tepe ile birlikte Şehitlik ve Şehitlik Dergahı'nın restorasyon projeleri hazırlanarak Dergâh'ın inşaatı için fon dahi ayrılmış; fakat her zamanki gibi yorgan gittikten sonra kavga bitmiştir.
Şehitlik Dergâhı'na, Şüheda Kuyusu'na, Nafi Baba Tekkesi'ne selâm olsun.  Buralarda medfun bulunanların ceddimizin ervahına Fatihalar okuyalım... Bizim yapabileceğimiz bu, İstanbul'un, Türkiye'nin sahiplerinin bu konuda neler yapabileceğini ise Nafi Baba haziresindeki mezar kitabelerinde yazılı bulunan hakikate olduğu gibi "Hû Hakk Dost" diyerek bekleyip göreceğiz.


http://www.dunyabulteni.net/ alıntıdır..

MAKEDONYADA’ Kİ TARİKATLER

MAKEDONYADA’ Kİ TARİKATLER, SİLSİLELERİ, 

MANEVİYAT BÜYÜKLERİNİN HAYATLARI VE 

HİZMETLERİ

Osmanlılar Balkanlara yerleşmeden önce İslam adına gönülleri feth eden tasavvuf erbabı onlarla birlekte de bu topraklara gelerek yol kavşaklarında kurdukları tekke ve zaviyelerde yaptıkları faaliyetlerle insanların sevgisini kazanmışlardır. Osmanlı döneminde, Balkanlarda farklı tarikatlara mensup olan tekkelerin kuruluşuyla tasavvufi düşünce ve yaşayış kendine yer bulmuştur. Zamanında çok sayıda var olan tekke ve zaviyelerden bugün Makedonya’ da ayakta kalanların sayısı azdır.
 
Evliya Çelebi Balkan seyahati esnasında Üsküp’ ten söz ederken yirmi tekkenin var olduğunu yazmaktadır. Bunlar arasında önceden bir paşanın konağı olan bir ev Melek Ahmet Paşa tarafından Mevlevi tekkesi olarak kullanılmıştır. Ondokuzuncu yüzyılın başlarında Konya’da Mevlevi asitanesinde türbedar olan Hüseyin Dede Üsküp Mevlevihanesine postnişin olarak gönderilmiştir. Vefatından sonra yerine yine Konya’dan Mustafa Dede ile Abdülbaki Dede de aynı görev için gönderilmiştirler. 1850 – 51 yılında tekkenin postnişini olan Abdülfettah Efendi’nin ölümünden sonra tekke’de İlbasanlı Niyazi Efendi kırk yıl şeyhlik yapmıştır. Ölümünden sonra 1890 yılında oğlu Ali Efendi bu görevi yerine getirmiştir. Tekke’nin son Şeyhi Hakkı Efendi’nin İstanbul’a göç etmesiyle 1955 yılında bu tekke yıktırılmıştır.
Makedonya’da Üsküp’ten başka Manastır, İştip, Köprülü ve Eğri Palanka da Mevlevi zaviyelerinin var olduğu bilinmektedir.
Onbeşinci yüzyılın sonu ve onaltıncı yüzyılın başlarında Lütfullah Üsküp’lünün Üsküp’ün Vodno dağında tekkesini kurarak Nakşibendî tarikatını Makedonya’ya yaymıştır. Manevi yolculuğa Molla İlahi’de başlayan daha sonra Emir Buhari’nin yanında tamamlayarak irşat faliyetlerini sürdürmüştür.
Onsekizinci yüzyılın ikinci yarısında Makedonya’nın doğusunda bulunan Koçine (Koçani) şehrinde Şeyh Mehmet Efendi tarafından bir Nakşibendî tekkesi kurulmuştur. Şeyh Mehmet’ten sonra yerine büyük ağabeyinin oğlu Şeyh Hüssam (ö.1835) göreve devam etmiştir. Babadan oğula devam eden şeyhlik makamında son şeyh olan Şeyh Hasan’ın 1933 yılında Türkiye’ye göç etmesi ile bu şehirde Nakşibendîlik de son bulmuştur.
İştip’te ise Aziz Baba tarafından bir Nakşibendî tekkesi kurulmuştur. Aslında 1826 yılında Bektaşi tekkelerinin kapatılmasından sonra Aziz Baba Bektaşilikten Nakşibendîliğe geçmiş ve onun ailesinden gelen şeyhler tarafından yönetilmiştir. 1945 yılında kapatılan tekke 1974 yılında vekil Niyazi Ahmetov tarafından yeniden açılmış ve faaliyetine devam etmiştir.
Kalkandelen de de ondokuzuncu yüzyılda bir Bektaşi tekkesi Nakşibendî Tekkesine dönüştürülmüştür. Şeyh Mustafa (ö.1885) tarafından kurulan bu tekke 1920 yılına kadar faaliyet göstermişse de bu tekkeden eser kalmamıştır.
Köprülü (Veles) şehrinde 1880 yılında Yahya Baba tarafında bir Nakşibendi Tekkesi kurulmuştur. Tekke Balkan savaşlarında yıkılmış fakat Yahya Baba’nın medfun olduğu türbe halen ziyaret edilmektedir.

Kadiri Tarikatına mensub tekkelere bir göz attığımızda onsekizinci yüzyılda Şeyh Acemzade Ahmet Efendi’nin önderliğinde Üsküp’te bir Kadiri Tekkesinin var olduğu bilinmektedir. Aslında Sinani Tarikatına mensup Kara Mustafa veya halk arasında Dükancik Tekkesi Kadiri Tekkesi olarak kulanılmıştır. Bu tekke’de Şeyh Kasım, Şeyh İlyas, Şeyh Said ve Şeyh Mesud Kadiriliğin devamını sağlamışlardır. Tekke 1954 yılında yıkılmıştır.
Üsküp’te ikinci bir Kadiri tekkesi Haci Kazım Emin tekkesi olarak bilinmektedir. 1940 yılına kadar çalışan tekkede Şeyh Selim Kadiri zikrini icra etmiştir.
Kumanova’ya yakın Sopot köyünde bir Kadiri Tekkesi de varmış. Bugün tekkeden bir kalıntı olmasa da bu tekkede şeyhlik yapan Şeyh Daut, Şeyh Kadri ve Şeyh Numan’a ait bir türbe bulunmaktadır. Üsküp ülema meclisinin 1939 yılındaki raporuna dayanarak Ohri’de bir Kadiri tekkesinden söz edilse de, bu tekkeden bir kalıntı bulunmamaktadır.
Debre şehrinde 1874 – 1880 yıllarında Şeyh Hamza tarafından bir Kadiri Tekkesi inşa edilmiştir. Ondan sonra posta Şeyh Nuri, Şeyh Kadri, Şeyh Kerim, Şeyh Hüseyin ve Şeyh Şaban oturmuştur. Bugün bu tekke bulunmamaktadır.
Ondokuzuncu yüzyılda Rifai Tekkelerinin varlığı Üsküp, Köprülü, Manastır, Valandova ve Koçani de görülmektedir. Bunlardan en önemlisi ve en çok faliyette olan 1817 yılında Şeyh Mehmet b. İsmail tarafından Üsküp’te kurulan Rifai Tekkesidir. Üsküp’e gelen Şeyh Seyyid Haci Hatifi ile tanıştıktan sonra Rifai tarikatına giren Mehmet Efendi şeyhlik icazetnamesini de almıştır. Kalkandelen’e bağlı Grupçin köyünde dünyaya gelmiş olan Mehmet Efendi küçük yaşta Üsküp’e gelmiş ve orada medrese eğitimini de tamamlamıştır. 1822 yılında vefatından sonra yerine oğlu Şeyh Sadeddin gelmiştir. Şair ve âlim bir kişiliğe sahip olan Şeyh Sadeddin 1852 yılında vefat edince yerine oğlu Mehmet Bakir postnişin olmuştur. Mehmet Bakir’in 1896 yılında vefat etmesiyle Şeyh Sadeddin Sırrı bu görevi devam ettirmiştir. 1936 yılında Türkiye’ye göç ederek yerine Şeyh İbrahim Mürteza’yı bırakmıştır. Şeyh’in 1929 yılında vefat etmesiyle Şeyh Ahmet,ondan sonra da Şeyh Mustafa Fazıl tekkeyi yönetmişlerdir. 1954 yılında İstanbul’a göç eden Şeyh Mustafa Fazıl, yerine dervişi Necip Ağa’yı bırakmıştır. O da 1957 yılında Türkiye’ye göç edince Şeyh İbrahim Mürteza’nın oğlu şeyh Haydar Efendi tekke’yi 1987 yılına kadar yani vefatına kadar yönetmiştir. Ondan sonra yerine oğlu şeyh Erol geçmiştir. Onun vefatiyle oğlu Şeyh Mürteza Efendi tekkede hizmet etmektedir.
Manastır’da ondokuzuncu yüzyılda üç Rifai tekkesi açılmıştır. Mısırlı Şeyh Abdullah tarafından 1789 -1805 yılları arasında kurulan Lokanta Tekkesinin var olduğu bilinmektedir. Şeyh Abdullah’tan sonra Şeyh Mehmet, Şeyh Eşref ve Şeyh Ahmet posta oturmuşlardır. Manastır’ın taşrasında Şeyh Nazmi Efendi tarafından 1859 yılında bir Rifai Tekkesinin kurulduğu bilinmektedir. Daha doğrusu arkadaşı Şeyh Sırrı ile birlikte bu tekkeyi kurmuşlardır. Şeyh Sırrı İstanbul’a döndüğü için görevi Şeyh Nazmi Efendi yürütmüştür. Onun vefatından sonra Şeyh Mehmet, Şeyh Âdem, Şeyh Mehmet, Şeyh Hacı Bedreddin, Şeyh Ali Riza ve Şeyh Yahya Efendi vazife görmüştürler.
Üsküp Rifai tekkesini kuran Şeyh Mehmet’in torunu, yani Şeyh Sadeddin’in oğlu olan Şeyh Bedreddin, ağabeyi Şeyh Mehmet Bakir’den hilafet aldıktan sonra Manastır’da üçüncü Rifai Tekkesini kurmuştur. Şeyh Bedreddin’den sonra tekkede Şeyh Vefki, Şeyh Ahmet ve Şeyh Yahya postnişinlik yapmıştırlar.
Bazı araştırmacıların yazılarında Rifai tarikatına ait Debre’de Şeyh Nureddin Tekkesinden, Valandova’ya bağlı Yürükhane köyünde ve Köprülü’ye ait Karaslar köyünde Rifai tekkelerinden, İştip’te Gani Baba ve Hasan Babaların kurdukları tekkelerden söz edilmektedir.
Sa’di’lerin ise yalınız Üsküp’te ondokuzuncu yılda muhacir olarak Kosova’dan gelen Vefa Baba’nın kurduğu bir tekke vardır. Vefa Baba’dan sonra posta Şeyh Mehmed Ali, Şeyh Muharrem, Şeyh Şaban, Şeyh Rifat ve Şeyh Ali Riza oturmuşlardır.
Makedonya’da ondokuzuncu yüzyılın yarısında Seyyid Muhammed Nur’ul Arabi’nin şahsında üçüncü devre Melamiliği yayılmıştır. Aslen Mısırlı olan ve derin islam ve tasavvuf kültürüne sahip Nur’ul Arabî 1813 yılında doğmuştur.
Seyyid Muhammed Nur üstadı Hasan el Kuveysni’nin emriyle 1829 yılında Rumeliye doğru yola çıkar. Sereze (Yunanistan) gelerek medresede bir süre müderrislik yapar. 1833 yılında da Koçana (Makedonya) medresesinde müderrisliğe devam eder. Belli dönemlerde Koçana ve Üsküp’te kaldıktan sonra Manastır’da da ikamet etmiştir. 1843 yılında hacca gittikten sonra 1849 yılında İstanbul’a gider. 1850 yılında Prizren’de bulunduğu dönemde Melamiliği açıklar. Birkaç kez İstanbul’a ve hacca giden Muhammed Nur, 1885 yılında son hac dönüşünden sonra Ustrumca’da kalır. 12 Mart 1887 yılında vefat etmiştir.
Ustrumca’da Seyyid Muhammed Nur’ul Arabî’nin oturduğu ev tekke olarak kullanılmıştır. Vefatından sonra da orada defnedilerek türbe inşa edilmiştir. Yerine halifesi Haci Faik Bey şeyhlik makamına gelmiştir.
Muhammed Nur’un evlad edindiği Hacı Valde, Hacı Faik Beyin vefatından sonra görevi devr almıştır. Belli bir süre faliyetsiz kaldıktan sonra şimdi Ramiz Efendi tarafından Melamilik devam etmektedir.
İkinci tekkede de Seyyidin oğlu Şerif Efendi şeyhlik yapmıştır. Onun vefatından sonra Haci Abiş Efendi şeyh olmuş fakat onun zamanında bu tekke kapatılmıştır.
Ustrumcada ki iki tekkeden başka Doyran’da, Dedeli köyünde, Köprülü’de, Vranofça’da, Kavadar’da, İştip’te ve Manastır’da da Melami tekkeleri varlığını sürdürmüştür.
Üsküp’te Melami tekkesini Seyyid Muhammed Nur’un damadı ve halifesi Abdürrahim Fedai Efendi kurmuş ve ilk şeyhi olmuştur. Ondan sonra oğlu Hacı Kamil Efendi posta geçmiştir. Onun yerine de oğlu Hakkı Efendi şeyh olmuştur.
1952 yılında tekkenin yıkımından sonra dervişler Hacı Müzaffer tarafında Melamiliği devam etmişlerdir.
Bektaşilik diğer Balkan ülkelerinde olduğu gibi Makedonya’da da onyedinci yüzyılın ikinci yarısından sonra tekkelerin kurulmasıyla yayılmağa başlamıştır. Bektaşi tekkeleri arasında en etkili ve yapı olarak en görkemli olanı Kalkandelen’de bulunan Harabati Baba tekkesidir.
Bu tekkeyi Sersem Ali Dede (ö.h. 977) inşa etmiştir. Ondokuz yıl posnişinlik yaptıktan sonra Bektaşiliği yaymak için gelen Harabati Baba (ö.h.1027) onun yerine oturmuştur. Bu sebeple tekke iki isimle anılmaktadır. Harabati Baba ve Sersem Ali Dede Tekkesi. Harabati Baba’dan sonra postnişinliğe Malatyalı Mehmet Baba tayin edilmiştir. Hicri 1199 yılında vefatından sonra Sivaslı Hüseyin Baba posta oturmuştur. Hicri 1200 yılında vefatından sonra ise sırasıyla Kalkandelenli Hacı Hasan Baba (ö.h.1204). Kalkandelenli Sadık Baba (ö.h.1205), Peroylu Mahremi Baba (ö.h. 1237), Debreli Ali Baba (ö.h.1248), Kalkandelen’li Muharrem Baba (ö.h.1249), Köprülü’lü Ali Can Baba (ö.h.1250), Sünetçizade Köprülü’lü Emin Baba (ö.h. 1298), Servi’li İbrahim Mehmet Meyli Baba (ö.h.1300), El Hacc Melek Ahmed Baba (ö.h.1304), Debreli Hamit Baba (ö.h.1328), Kalkandelenli Haci Hamza Baba (ö.m.1947), Kazim Bakali Baba (ö.1983), Kalkandelenli Tayyar Baba (ö.m.1984 ), Kalkandelen’li Tahir Emin Baba. Bugün Edmond Tahir Baba hizmet etmektedir.
Kalkandelende’ki Harabati Baba Tekkesinden başka Kalkandelen’e yakın Poroy köyünde Yaver Baba ve Şipkovitsa köyünde Koyun Baba Tekkeleri faliyet göstermiştir.
Üsküp’te Mustafa Baba ve Süleyman Baba Bektaşi Tekkeleri de kurulmuştur. Manastır’da Hüseyin Baba, İştip’te Hamza Baba, Köprülü’de Hacı Baba, Kırçova’da Muharrem Baba, Makedonski Brod’ta Hıdır Baba, Debre’de Ali Paşa Tekkeleri çalışmıştır. Pirlepe’nin Kanatlar köyünde Dikmen Baba Tekkesi Bektaşiliği ayakta tutmaktadır.
Ondördüncü yüzyılda kurulan Halvetiye tarikatı en çok kol ve şubeye sahip olan tarikattır.
Makedonya’da Halvetilik Sinani, Karabaş ve Hayati kolları olarak faliyet gösterdiği bilinmektedir. Halvetiliğin Sinanilik kolunu incelediğimizde Üsküpte iki tekke’nin varlığı tespit edilmektedir. Ümmi Sinan veya diğer ismiyle Veliyüddin Vardar Sinani Tekkesi, Vardar nehri kıyısında onaltıncı yüzyılın sonlarında İbrahim Ümmi Sinan müridlerinden Abdülhadi el Vardari tarafından kurulmuştur. Ondan sonra Veli Dede posta oturmuştur. 1806 yılında tekkenin şeyhliğine Şeyh Abdülfettah gelmiştir. 1833 yılında Muhyiddin Halife ve ondan sonra Abdülgafur Halife Şeyh olmuştur. Tekkenin son Şeyhi Hafız Ömer Mehmet Efendi 1912 yılına kadar şeyhlik yapmıştır ve ondan sonra Türkiye’ye göç ederek 1954 yılında vefat etmiştir.
Üsküp’te ikinci Sinani Tekkesi İplikçi Hasan Efendi tekkesidir. İplikçi Hasan Efendi de İbrahim Ümmi Sinanın halifelerinden Nasuh Efendi’nin ve Veli Dede’nin mürididir. Onyedinci yüzyılın başlarında kurulan tekkede İplikçi Hasan Efendi’den sonra posta şu şeyhler oturmuştur: Şeyh Derviş Efendi, Şeyh Şit Efendi, Şeyh Terzili Ali Efendi, Şeyh İbrahim Bukagili, Haci Abbas Baba, Şeyh İbrahim, Şeyh Bahaeddin, Şeyh Halid, Şeyh İbrahim, Şeyh Abbas ve Şeyh Kadri Efendi.
Halveti Karabaşi Tekkesi, Üsküp’te Şeyh Salih Baba tarafından kurulmuştur. Prizren Saraçhane Halveti Tekkesinden icazetli olan Şeyh Salih Baba onsekizinci yüzyılda Üsküp’te Vardar nehrinin sağ kıyısında tekkesini kurmuştur. Şeyh Salih bir dönem İstanbul’da kaldıktan sonra var olan tekkeyi genişletmiştir. Şeyh Salih’in vefatinden sonra posta Şeyh Behlül, Şeyh Arif, Şeyh Daut, Şeyh Süleyman, Şeyh Süleyman, Şeyh İbrahim, Şeyh Haydar posta oturmuşturlar (Şeyh İbrahim ve Şeyh Haydar Halveti tarikatı icazetinin dışında Rifai tarikatından da icazetliydiler).
İkinci Karabaş Tekkesi, Zincirli Tekke olarak anılmaktadır. Şeyh Âdem Baba’nın kurduğu bu tekkede onun vefatından sonra Şeyh Süleyman, Şeyh Ebu Bekir, Şeyh Osman, Şeyh Ali, Şeyh Mustafa Kenzi ve Şeyh Mehmet Ferit tarafından hizmet edilmiştir.
Köprülü’de Şeyh Mehmet baba tarafından Derbent Dergâhı kurulmuştur. Demir kapı yakınında bulunan Koşarka köyünde yaşadıkları zaman Halveti Şeyhi Şeyh Mustafa babadan hilafet almıştır. Şeyh Mustafa baba ise Leskovsa’lı Aziz Şeyh Hüseyin babanın halifesidir.
Şeyh Mehmet babanın 1754 yılında vefatından sonra posta oğlu Şeyh Osman baba oturmuştur. O da Koşarkalı Şeyh Mustafa babadan hilafet almıştır. Şeyh Osman babanın 1804 yılında vefatından sonra, Şeyh Mustafa babanın oğlu Şeyh Mahmut babadan hilafet olarak oğlu Şeyh İbrahim baba 1844 yılına kadar posta oturmuştur. Şeyh İbrahim babadan sonra 1856 yılına kadar büyük oğlu Şeyh Nureddin baba, ondan sonra da küçük oğlu Şeyh Süleyman baba 1862 yılına kadar pota oturmuştur. Şeyh Süleyman baba hilafeti Prizren’in Saraçhane Halveti Şeyhi Cemali babadan almıştır. Şeyh Süleyman babanın vefatında oğlu şehzade İsmail sekiz yaşındaymış. Prizrene gönderilerek onsekiz yaşına kadar ders alarak hizmet ettikten sonra Şeyh Abidin babadan hilafet alır ve Derbent dergâhında 1912 yılına kadar 40 yıl posta oturmuştur. Şeyh İsmail babanın Hakk’ın rahmetine kavuşmasından sonra Prizren Halveti dergahı potnişini Şeyh Ali Alaeddin babadan hilafet alarak oğlu Şeyh Ahmet baba 1950 yılına kadar posnişinlik yapmıştır. Onun yerine ise oğlu Şeyh Ali Alâeddin Saraçhane dergâhı Şeyhi Hasan babadan hilafet alarak posta oturmuştur. 1957 yılında Türkiyeye göç ederek 1996 yılında hakkın rahmetine kavuşmuştur.
NOT: Prizrende ki Saraçhane Halveti tekkesini kuran Pir Osman baba Serezli Pir Eşşeyh Hüseyin effendi’den icazet almıştır. Tekkede var olan secereye göre ve silsileye göre Ramazaniye koluna dolayısıyla Ahmediyye şubesine dayanmaktadır. Şimdiye kadar yazılan ve yayınlanan eserlerde ise Halveti Karabaşi olarak gösterilmektedir. Bu vesileyle Makedonyadaki bazı Halveti tekkelerin posnişinleri Prizren tekkesinden hilafet almakla Karabaşiyye olduklarını kabul etmektedirler. Acizane yaptığım araştırmalara göre ise Halvetiyyenin Cemaliyye kolundan Şabani Veli hz. tarafından Şabaniyye kolu ve ondan da Karabaşi Veliden Karabaşiyye kolu ve ondan da Nasuhiyye, Bekriyye, Arifiyye ve Hüseyniyye kolları kurulmuştur.
Halvetilierde ikinci Pir kabul edilen Seyyid Yahya Şirvaniden sonra Halveti tarikatı dört ana şubeye ayrılmıştır. Ruşeniyye, Cemaliyye, Ahmediyye ve Şemsiye. Şeyh Ahmed Şemseddin tarafından kurulan Ahmediyye’den ise dört kol ortaya çıkmıştır. Diğerleri arası Şeyh Ramazan Mahfi efendi’ye nisbet edilen Ramazaniyye kolundan da Hayatiyye kolu açılmıştır.
Hayatiyye kolunun kurucusu Pir Mehmet Hayati Hazretleri Buhara’da doğmuştur. Eğitimini Buhara’da başlatıp Edirne’de devam etmiş ve Sereze varmıştır. Orada Pir Hüseyin Efendi’de manevi eğitimini tamamlamış ve icazetini almıştır. Serez’den ayrılan Pir Mehmet Hayati önce Kırçova’ya uğramış ve son durağı Ohri olmuştur. Ohri’de pek hoş karşılanmayan Hayati Hazretleri İstanbul’dan aldığı müsadeyle, merkezde bulunan Zeynel Abedin Paşa camisinin bitişiğinde tekkesini de kurmuştur. İlk günlerde Pir Hayati’ye garip baksalar da yavaş yavaş onun etrafında intisap edenlerin sayısı artmaya başlamıştır. Gönüllerinde ki tevhid inancını zikrullahla kuvvetlendirmek için telkin etmesi sonucunda zikir halkasının genişletmesini sağlamıştır. Ona gönül verenlere salatüselamı, istigfarı ve zikrullahı dillerinden eksik etmemelerini tavsiye etmiştir. Zamanın müftüsü olan Ali Efendi’nin oğlu Osman’ı bir kızıyla evlendirerek damat edinmiştir. Diğer kızı ise genç yaşta vefat etmiştir.
Ohri Hayati Halveti Tekkesi Ramazanilik şubesinin Hayatiye kolunun asitanesi olmuştur. Bir tasavvufi merkezi olmanın yanı sıra Ohri’nin ve etrafta ki şehirlerin sosyal ve kültürel hayatında da oldukça etkili olmuştur. Pir Mehmet Hayati’nin Ohri’ye gelişine dair kesin tarih bilinmese de, vefat yılı hicri 1180, miladi 1766-67 olduğu bilinmektedir. Vefaatından sonra asitane postuna damadı ve halifesi Şeyh Osman Efendi oturmuştur. Hac yolculuğunda bulunurken Küstendil’e yakın bir yerde pusudan açılan ateş sonucunda şehit edilmiştir. Şeyh Osman Efendi’den sonra görevi Şeyh Abdülkerim Efendi almıştır ve posta sırasıyla Şeyh Abdülhadi Efendi, Şeyh Mehmet Efendi, Şeyh İsmail Hakkı Efendi, Şeyh Zekeriyya Efendi, Şeyh Tahir Efendi, Şeyh Mustafa Efendi, Şeyh Yahya Efendi, Şeyh Abdülkadri Efendi oturmuştur. Ohri Hayati Halveti Tekkesi, Pir Hayati Hazretlerinin bıraktığı usul ve erkan dahilinde Şeyh Osman Efendi önderliğinde hizmet vermeğe devam etmektedir.
NOT: Şeyh Abdülkerim Efendinin dört oğlu vardır. Şeyh Mürteza Efendi, Şeyh Abdülhadi Efendi, Şeyh Abdüsselam Efendi ve Şeyh Mustafa Efendi. Dört oğlu hilafet almıştır ancak yalınız Şeyh Abdülhadi Efendi posnişin olmuştur
Pir Mehmet Hayati hazretlerinin seceresi şöyledir : Hz. Muhammed Mustafa s.a.s., Hz. Ali r.a., Hasani Basri, Habibi Acemi, Davudi Tai, Marufi Kerhi, Sırri Sekati, Cüneydi Bagdadi, Mümşad Dineveri, Muhammed Dineveri, Kadi Vecihuddin, Ebu Necib Sühreverdi, Kutbeddin Ebheri, Rukneddin Sincani, Şehabeddin Tebrizi, Cemaleddin Testeri, İbrahim Zahid Geylani, Ahi Muhammed Halveti, Pir Ömer Halveti, Ahi Mirim Halveti, İzeddin Halveti, Sadreddin el Hiyavi, Seyyid Yahya Şirvani, Pir Muhammed Erzincani, İbrahim Kamil Kayseri, Alaeddin Uşaki, Ahmed Efendi Yiğit Başi, Haci Karamani Efendi, Kasım Efendi, Muhyi Efendi Karahisari, Ramadan Efendi Karahisari, Ali Efendi Rumi, İbrahim Efendi ibni Ali Rumi, Ali Efendi Rumi,Fadil Ali Efendi Rumi, Pir Eşşeyh Hüseyin Efendi , El Hacc Mehmed Pir Hayati efendi Rumi.
Serez’den yola çıkan Pir Mehmet Hayati ilk önce Kırçova’ya uğramıştır. Burada çok güzel karşılanan Pir Hayati kısa bir zaman kaldıktan sonra Ohri’ye gelmiştir. Kırçova’da iken kaldığı İshak Bey Camii, hilafet verdiği Şeyh Ahmet Fitos Efendi tarafından Hayati Baba tekkesi olarak Hayatiliğin usul ve erkânına uygun hizmet vermeye başlamıştır. Şeyhin vefatından sonra Şeyh Ahmet Katana Efendi, Şeyh Ömer Efendi, Şeyh Ali Efendi, Şeyh Mahmud Efendi, Şeyh Bayram Efendi, Şeyh Musatafa Efendi, Şeyh Mehmet Abedin Efendi, Şeyh Halim Emru Efendi, Şeyh Yusuf Efendi, Şeyh Mustafa Efendi, Şeyh Ali Efendi, Şeyh Mustafa Efendi, Şeyh İbrahim Efendi postnişinlik yapmıştırlar. Şimdi de bu görevi Şeyh Ali Fuat Efendi yürütmektedir.
Kırçova’da Hayati Halveti koluna bağlı ikinci tekke de Çulli Baba tarafından kurulan ve onun ismiyle anılan Çulli Baba Tekkesidir. Çulli Baba zengin birisi olamasına rağmen her şeyden vazgeçip tasavvuf yoluna girmiş ve Pir Mehmet Hayati Kırçova’ya gelerek ona hilafet vermiştir. Hiç kimseden yardım almadan kendi varidatıyla tekkeyi inşa eden Çulli Baba’nın vefatından sonra tekke 70 yıl şeyhsiz kalmıştır. Bu dönemden sonra Şeyh Mustafa Efendi, Şeyh Muhyiddin Efendi, Şeyh Mustafa Efendi, Şeyh Mahmut Hayreddin Efendi, Şeyh Adem Sefauddin Efendi son zamanlara kadar tekkede hizmet görmüşlerdir. Şu anda ise tekkede bütün ibadet ve zikirler gerekleşirken posta kimse oturmamaktadır, yani tekkede Şeyhlik görevinde kimse yoktur.
Kırçova’da Hayati Halveti koluna ait üçüncü tekke Pir Mehmet Hayati’nin Halifesi ve damadı olan Şeyh Osman Efendi zamanında Şeyh Selim tarafından kurulmuştur ve tekke Şeyh Selim Tekkesi olarak anılmaktadır. Şeyh Selim’den sonra şeyhlik görevini Şeyh Abdülkerim Efendi, Şeyh Mehmet Efendi, Şeyh Ahmet Efendi, Şeyh Osman Efendi, Şeyh Selim Efendi, Şeyh İbrahim Efendi, Şeyh Necip Efendi devam etmişlerdir. Şeyh Necip’in Türkiye’ye göç etmesiyle tekkede bir dönem durgunluk yaşanmıştır. Son zamanlarda tekkenin yeniden inşaatıyla tekke yine canlanmıştır. Şu anda hizmet Vekil (Yarım Halife) Ruşit Kolça Efendi tarafından yürütülmektedir.
Kırçova’da bulunan bu tekkelerden başka bir Hayati Halveti Tekkesi de Kırçova’ya yakın Zayas köyünde bulunmaktadır. Şeyh Selim tarafından kurulan bu tekkede vefatından sonra Şeyh Mustafa ve Şeyh Ali Şeyhlik yapmışlardır. 1912 yılında Şeyh Ali nin vefatıyla tekkede Hayati koluna ait tafavvufi hizmet de durmuştur.
Usturga da Asitane Şeyhi Şeyh Osman Efendinin izni ile Derviş Hasan bin Feyzullah Hasan Baba 1770 yılında tekkesini kurmuştur. Vefatından sonra Şeyh olmayan Şeyhzade olarak Kadri Efendi görev yapmıştır. Ondan sonra Şeyh Arif Efendi, Şeyh Rifat Efendi, vekil (Yarım Halife) Mustafa Efendi, Vekil (Yarım Halife )Kemal Efendi, Şeyh Arif Efendi posta oturmuşlardır. Bugün Hasan Baba Tekkesinde posta oturan Şeyh Arif Efendi Hayati kolunu devam ettirmektedir.
İştipte Yukarı Tekke Ohri’de Asitane Şeyhi Şeyh Osman Efendinin Abdi Babaya Hilafet vermekle kurulmuştur. Şeyh Abdi Babadan sonra torunu Şeyh Mustafa Efendi posta oturmuştur. Vefatından sonra sırasıyla Şeyh Hüseyin Efendi, Şeyh Mehmet Efendi ve Şeyh İbrahim Efendi Hayati Halveti Tekkesinde hizmet etmiştirler. İştip’in Yukarı Tekkesinde otuzdokuz yıl şeyhlik yapan Şeyh İbrahim Efendi 1959 yılında göç ederek İzmirde yerleşmiştir. Orada da göreve devam ederek 45 yıl posnişinlikten sonra 1967 yılında vefat etmiştir.
Ohri, Kırçova, Usturga ve İştipten başka Manastır, Ergiri, İlbasan, Tirana, Bilişte gibi şehirlerde de Hayati koluna ait tekkeler açılmıştır.
EYÜP SALİH, Ohri- Makedonya
Araştırmacı Gazeteci, 30 Nisan 2010

Âsım Baba Tekkesi

Âsım Baba Tekkesi


Yeşil kubbeli Zall tekkesi
Zall Tekkesi veya Asim Baba Tekkesi (ArnavutçaTeqeja e Zallit), MS 1700 yılında inşa edilmiş Arnavutluk Cumhuriyeti'ndeki Ergiri kentinde bulunmakta olanOsmanlı-Türk tarihi dinî eserlerinden biridir. Tekke Bektaşi tarikât'a aittir. Dergâh 1780 yılında Sulucakarahöyük’ten Arnavutluğun Ergiri kasabasına gelen Üsküdarlı Muhammed Âsım Baba tarafından kurulmuştur. Âsım Baba Dimetokalı Kara Ali Dede’nin halîfesidir. 1796 yılında Ergiri'de vefât etmiş ve türbesi halk tarafından çok ziyâret edilmiştir.
Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı zamanında tekke, Yunanistan askerler tarafından barak olarak kullanılmıştı. Bugün ise Zall Tekkesi Arnavutluğun millî kültür simge olarak ilan edilmiş.[1] Eskiden tekkenın kütüphanesi vardın, ama o 1944 yılında Komünistler tarafından yıkılmış ve yakılmıştır. 1967 yılından itibaren, Arnavutluk, Enver Hoca'nın komünist hükümeti tarafından dünyanın ilk Ateist devleti olarak ilan edildikten sonra, Zall Tekkesi kapatılmıştır ve çok zarar görmüştür.
Baba Receb 1967'ye kadar bu tekkenin dervişiydi. Tekkede postnişinlik yapan babalar şunlardır: Asim Baba (1780-1796), Türk Hasan Baba (1796-1798), Ergirili Süleyman Baba (1798-1806), Ali Baba Gega (1806-1830), Hacı Yahya Baba (1830-1836), Türk İbrâhim Baba (1836-1845), İlbasanlı Hüseyin Baba (1845-1861), Hacı Ali Hakkı Baba (1861-1907), İlbasanlı Selim Rûhi Baba (1907-1944).


Kaynakça

Vikipedi, özgür ansiklopedi

KALKANDELEN (TETOVO) HARABATİ BABA TEKKESİ

KALKANDELEN (TETOVO) HARABATİ BABA TEKKESİ




Üsküp’ten Gostivar kentine kadar yaklaşık 80 kilometre boyunca otoyol var. Bu otoyol 2 şerli gidiş geliş şeritlerine sahip. Yol üzerinde yaklaşık 50 kilometre ötedeki Tetovo’ya varmak için tam 4 kez para ödeme gişelerine giriyorsunuz. Bu çokluk bana Tunus’taki otoyolu hatırlattı. Orada da 200 klm için neredeyse 7-8 defa gişelere girmiştik.

Kalkandelen, nüfusu itibariyle (50-60 bin kadar) Makedonya’nın nispeten küçük şehirlerinden olmakla birlikte Türk ve Arnavut nufusun en yoğun olduğu şehir sayılıyor.  Ayrıca bir de Türk üniversitesi var. Bu şehirde bulunan en önemli Türk izlerinden birisi, Harabati Baba Tekkesi. Şehir merkezine göre nispeten dışarıda ve Müslüman mezarlığının yanında yer alıyor.

Etrafı duvarlarla çevrili yapının büyük ve gösterişli bir giriş kapısı vardır ki gittiğimizde hemen yanında kurulu olan Pazar nedeniyle oldukça yoğun bir giriş trafiği vardı. Külliyeden içeri girip aracımızı parkettiğimizde yanımıza oldukça şiman ve sakallı birisi yanaştı. Türkçe park ücreti mi ödeyeceğimizi sorduğumuzda, Türk olduğumuzu öğrenince, “Türklere para yok, biraz bekleyin, kapıyı ayarlayıp geleceğim, sizi gezdireceğim” dedi. Cumali ile böyle tanıştık. Bize tekkeyi gezdirdi, bildiği ayrıntıları anlattı. 

Tekke, Sersem Ali Baba’nın türbesi etrafında 1538 yılında kurulmuş. 1799 yılında Recep Paşa’nın kuruculuğunda bir vakıf, tekkenin içinde oluşturulmuş ve tekkenin mali açıdan ayakta kalması sağlanmış. 

Tekkenin kurucusu  Ali Baba Kanuni Sultan Süleyman’ın vezirlerinden. Rivayete göre Ali Baba, devlet işlerini bırakıp dinî hayata geçmek isteğinde bulunmuş. Büyük bir yönetici olduğu için, kendisinin bu kararına şaşıran Sultan Süleyman “Eğer sersem isen, git” diye cevap vermiş, bundan sonra Ali Baba,Osmanlı İmparatorluğu coğrafyası içinde  Kalkandelen’i seçmiş. Kalkandelen’de lakabıyla tanınmaya başlayan Ali Baba, Sersem Ali Baba olarak anılmaya başlamış. Tekke kurumu, Sersem Ali Baba’nın ölümünden sonra yerine geçen ve bu deneyimli şahsiyetin veziri olan Harabati Baba’dan itibaren “Harabati Baba Tekkesi” olarak anılmaya başlamış ve günümüze bu şekilde gelmiş.

Harabati Baba Tekkesi, 1948 yılında eşkıyalar tarafından yakılmış. Ayrıca, Yugoslavya döneminde, bazı idari düşüncelerle turistik bir komplekse dönüştürülmüş, bu şekilde kullanılmış. Bu kompleks içinde otel, restoran ve disko var olmuş.

Cumali, Makedon Türkü. Askerden döndükten sonra, yaklaşık 15 sene kadar önce, Makedonya’nın bağımsızlık dönemlerinde, Hıristiyanların bu horgörmesine dayanamayarak 15 arkadaşıyla ve silahla tekkeye el koyduklarını ve buranın bir Türk ve Müslüman anıtı olarak ayakta kalmasına çalıştıklarını, zaman zaman Makedon devlet yetkilileri ile çatıştıklarını, sürekli elde silah gece gündüz nöbet tuttuklarını anlattı. En büyük hayalinin buranın yeniden bir vakıf haline getirilmesi olduğunu söyledi. (İnternette tekkeyi anlatan yazılar arasında “İddialara göre, son dönemlerde Makedonya İslam Dini Birliği adlı Vahabi Sünni İslam temsilcisi olan bir grup tarafından şiddet kullanılarak zor ile bir takım kısımları ele geçirilmiş, karşı çıkanlar ise ölüm ile tehdit edilmeye başlanmıştır.”ifadesiyle de anlattıkları uyuşuyor. Ancak hangisi doğrudur bilemiyorum) 

Cumali, Türkiye Cumhuriyeti’ni temsilen gelen devlet yetkilileri ile konuştuklarını ve yardım istediklerini iletti. Cumali, herhangi bir gelirlerinin olmadığını, sadece Pazar günlerin kurulan Pazar için gelen araçlardan otopark için aldıkları paralarla tesisi ayakta tuttuklarını, bahçeyi sulayacak kadar bile suları olmadığını söyledi.



Yorumlar ne olursa olsun, Balkanlar’daki önemli anıt eserlerden birisi olan bu tekkenin ayakta kalabilmesi için devletimizin önayak olmasını diliyorum.

Cumali, bizden hemen sonra Bursa’dan gelen otobüsteki Türklere rehberlik etmek için yanımızdan ayrıldı. Tesiste bir de tek başına Alevi dervişi yaşıyormuş. Biz geldiğimizde dinlenmede imiş, göremedik. Ama Cumali ile araları biraz açık gibi sanki.


Sarı Saltuk-BLAGAY Tekkesi - Bosna

  
Sarı Saltuk-BLAGAY Tekkesi - Bosna       


BLAGAY-SARI SALTUK TEKKESİ:
Adriyatik' te bir Osmanlı Tekkesi

Buna Nehri"nin mucizevi bir şekilde doğduğu yamaçta kurulu, yüzlerce yıllık manevi bir kale Blagay Tekkesi. Aynı zamanda aksi tüm propagandalara rağmen bölgenin "bizden bir yer" olduğunun da delili. Bazı mekanlar vardır. Buralarda tüm dertlerinizi, endişelerinizi ve geleceğe dair beklentilerinizi bir kenara bırakıp oturmak ve ortamı iliklerinize kadar hissetmek istersiniz.

Sanki buralar bütün sorunlarınızdan, kaygılarınızdan ve endişelerinizden kurtulmanız için hazırlanmış birer vahadır. Üstelik etkili manevi havası en alâkasız insanda bile bir şeyler uyandırabilecek kadar güçlüdür. İşte böyle mekanlardan biridir Mostar"daki Blagay Tekkesi.

Kuş uçmaz kervan geçmez yerlerdeki tekkeler, aslında Balkan coğrafyasının karakteristik özelliklerinden. Dervişlerin dünyanın karmaşasından azâde, iç âlemlerine, Yunus"un "Bir ben vardır bende benden içerû" diye tanımladığı gönüllerindekine yönelebilmeleri için olsa gerek sakin yerler tercih edilmiş tekkeler için. Osmanlı bölgeyi fethetmeden onlarca yıl önce buralara gelmiş ve bir nevi "fetihten önce fethi" gerçekleştirmiş olan Anadolu erenlerinin mekanları, bulundukları coğrafyada iyiliği, güzelliği ve Allah sevgisini yaymalarıyla bir nevi cazibe merkezi, manevi çekim alanı olmuş. Ama yanı başında mucizevi bir şekilde doğan Buna Nehri"nin coşkulu akışı, suların âhenkli şırıltısı, etrafı kaplayan zakkum ağaçlarının beyaz ve pembe çiçekleri, tekkenin sırtını dayadığı devasa dağ ayrı bir hava katıyor Blagay"a.

Blagay Köyü"ne yakın olduğu için Blagay Tekkesi olarak bilinen ama aslında Sarı Saltuk Tekkesi olan bu mekan şimdilerde Halveti Tekkesi olarak kullanılıyor. Tekke mimari olarak diğerlerine benzediği gibi hikayesi itibariyle de Balkan coğrafyasına yayılmış onlarca tekkeye benziyor. Osmanlı henüz buralara gelmeden, 1466"da bir Anadolu dervişi buralara kadar gelmiş ve Buna Irmağı"nın çıkış kaynağı olan mağaranın yanına postunu sermiş. Bıçakla kesilmiş izlenimi veren bir dağ yamacının eteğindeki tekkede yaşayanlar, yüzlerce yıl bölgeye manevi güç katmışlar. Bölgenin maddi susuzluğu Buna Nehri"yle, manevi susuzluğu da Blagay Tekkesi"yle giderilmiş. Üç katlı ahşap binadan oluşan tekkenin bir bölümünde dervişler hayatlarını devam ettirmişler, bir bölümüne de dünya hayatından geçenler defnedilmiş. Blagay Tekkesi"nde insan, dünya ve ahiretin, tekkeyle türbe arasındaki kapıdan geçiliverecek kadar yakın olduğu hissine kapılıyor.

Sedirleriyle, kilimleriyle ve pencerelerdeki el emeği perdeleriyle tipik bir Anadolu evine benzeyen tekke bu özelliğiyle özellikle Türkiye"den gelen misafirlerine çok tanıdık geliyor.

Sarı Saltuk"un dünyanın 8 yerinde kabrinin bulunduğunu söyleyen dervişleri, onun kurduğu dergahı onararak havası ve suyuyla eşsiz güzelliğe sahip beldedeki canlılığı sürdürmüşler. Mostar şehir merkezine 15 km uzaklıktaki Blagay Köyü yakınlarındaki tekke adeta çölde bir vaha. Balkanların hareketli toplumları ve insanlarına inat olabildiğince sakin ve dingin. Sanki sırtını dayadığı dağ ve kayalıkların arasından fışkıran Buna Nehri ile bütünleşip, başka bir dünyanın parçasıymış gibi davranıyor. İster dindar olsun, ister sadece huzur bulmak ya da coğrafyanın güzelliğinden bir şeyler nasiplenmek istesin, insanların buluştuğu adres olmuş yüzlerce yıldır. Bu sebeple yolu bir şekilde Bosna Hersek"e düşmüş herkes mutlaka Blagay"a uğruyor, şifalı kabul edilen suyundan içiyor, nar ve zakkum ağaçlarının rengarenk çiçeklerinin altında oturup ruhunu dinlendiriyor.

Balkanlarda tekke ve zaviyeler geçmişte de yalnızca dini-tasavvufi yapılar değildi. Birer sosyal, siyasi, iktisadi ve kültürel kurumdular ve bulundukları bölgeye rengini veriyorlardı. Osmanlı"nın kısa sürede tüm Balkanları fethetmesi ve burada kabul görmesi hatta Hıristiyan toplulukların bir bütün halde İslam"a geçmesi buralarda kurulmuş olan tekkelere dayanıyor.

Blagay Tekkesi Mostar ve civarında önemli bir manevi merkez. Gerek Sarı Saltuk"un gerekse de kendinden sonra gelen talebelerinin yüzyıllardır aralıksız devam ettirdikleri tasavvufi geleneklerin çekiciliği bugün de ülkenin dört bir yanından gelen Müslümanları cezbediyor. Tüm dini bayramlarda ve mübarek gecelerde civar kentlerden gelen bölge halkıyla tam bir bayram yerine dönüyor burası.

Tekkenin kendisi kadar bağlı bulunduğu Mostar kenti de masalsı bir yer. Ve bu masalsı kentin iki yüzü var. Bu yüzleri, kenti ikiye bölen Neretva Irmağı değil, Boşnak ve Hırvatların yerleşim bölgeleri belirliyor. Bir yanda savaşta çoğu tahrip edilse de Osmanlı"dan kalan eski ve tanıdık bir yüz, bir yanda da Avrupa"ya yüzünü ve yaşama biçimini dayayan bir kent. Ezan sesleriyle çan sesleri birbiri ardına yükseliyor semaya. Bu iki farklı dünyanın kesişme noktası ise Blagay Tekkesi.

Ahi Beyazıd Türbesi AFYONKARAHİSAR

Ahi Beyazıd Türbesi 

AFYONKARAHİSAR -Sandıklı -Ece Mahallesi

Afyonkarahisar İli Sandıklı İlçesi merkezinde Ece Mahallesinde Meydan Sokakta bulunan Kubbeli Cami yanındaki fırına bitişik türbesi bulunmaktadır.


Kaynaklarda adı geçmesine rağmen hakkında fazla bilgi sahibi değiliz. Hoca Ahmet Yesevi erenlerinden biri olarak kabul edilir. Hacı Bektaş Veli’nin dervişlerinden olan Ahmed Er Veli, Hacım Sultan, Nureddin Sultan ve Baba Ali Resul ile birlikte Sandıklı’ya İslam’ı yaymak için gönderilmiştir.  
Rufai tarikatındandır. Ateşe girenler grubundan olduğu rivayet edilir.  

Fırına bitişik olan türbenin üstü kapalı, kabir yanında ise oturma yerleri mevcuttur. Temiz ve bakımlı bu türbenin yapılış tarihi 16.yüzyıl olarak düşünülmektedir. Kubbesi 2009 yılında tadilat görmüştür. Tarihi kayıtlarda Ahi Beyazıd Zaviyesinin kayıtları görülmektedir.
Yöre insanları tarafından ziyaret edilmektedir. Özellikle çok şiddetli ağlayan çocuklar buraya ağlaması kesilsin diye getirilmektedir.

Menkıbeler: 1-) 1965 yılına kadar Sandıklı ortasından geçen çayın yanında deri atölyeleri bulunurdu. Bu deri atölyelerinde çalışan debbağların piri Ahi Beyazıd’dır. Akşam iş çıkışı pirlerinin türbesine gelirler, burada sohbetler ederlermiş. Perşembe akşamı bitişikte bulunan fırını kızdırıp içine girerlermiş.
2-) Sandıklı'ya yolu düşen bir kervan Ahi Beyazıd'a malı olup olmadığını sorar. Ahi malım var der. Ama yanındaki ustalar ve kalfalar bu duruma şaşırırlar. Çünkü  ellerinde bu kervana yetecek mal yoktur... Kervanın develeri tek tek yanaşır ve hepsinin üzerine taşıyacağı kadar mal yüklenir. Ahi'nin yanındakiler buna şaşırır. Sonra Ahi Beyazıd bugün mezarının olduğu duvardan içeri girerek yok olur. 

Ahi Beyazıd Türbesi (Eski Durum)
Ahi Beyazıd Türbesi (Yeni Durum)