KARIŞIK

16 Şubat 2016 Salı

ETHEM BABA TÜRBESİ..narman

ETHEM BABA TÜRBESİ..narman
Erzurum Narman ilçe merkezinde bulunan Ulu Cami’nin yanında bulunan Ethem Baba Türbesi 1995 yılında restore edilerek bugünkü durumuna gelmiştir. Bu türbe birkaç kez yol açma çalışmaları sırasında yıkılmak istenmişse de ilçe halkının itirazı sonucu yol, türbenin iki yanında açılmıştır. Mimari yönden bir özelliği bulunmayan bu türbenin halk arasında Ethem Baba’nın kişiliği ile önemlidir. 

Ethem Baba’nın asıl ismi İbrahim olup, 1836 yılında Erzurum’da dünyaya gelmiş, Şeyh Muhammed Nesibi’nin oğludur. İbrahim Ethem medrese eğitimi görmüş, söylentiye göre rüyalarında sürekli olarak Hz.Muhammed ve Hz. Ali’yi görmüş, icazet alması için Sivas’a gidip, Şemsi Ruzî’den ders alması istenmiştir. Bunun üzerine Sivas’a giderek Şemsi Suzî’den ders görmüş ve icazet almıştır. 

İbrahim Ethem’in çok sayıda kitap ve beyitleri olmasına rağmen Birinci Dünya Savaşı sırasında yakılarak imha edilmiştir. 1916 yılında Narman’da ölmüş ve orada gömülmüştür. Üzerine de sonradan bugünkü türbesi yapılmıştır. 

Yuvarlak kemerli, kesme taş duvarlı türbe, kare planlı, kırma çatılıdır.





Himmet Baba Türbesi (Elbistan)

Himmet Baba Türbesi (Elbistan)



Himmet Baba Türbesi (Elbistan) Kahramanmaraş Elbistan ilçesinde bulunan Himmet Baba Camisi’nin yanında Himmet Baba’nın türbesi bulunmaktadır. Caminin yapım tarihi bilinmediği gibi türbe ile aynı tarihte yapıldığı sanılmaktadır. Cami ve türbe, mimari üslubundan ötürü XIV.yüzyıla tarihlendirilmektedir.

Türbe kesme ve moloz taştan kare planlı olarak yapılmıştır. Üzeri içten kubbe, dıştan da konik bir çatı ile örtülmüştür.

Himmet Baba ile ilgili yörede bir de söylence bulunmaktadır. Bu söylenceye göre; Selçuklular döneminde Elbistan’ın askeri valisi olan Himmet Baba, adaletli yönetiminden ötürü halk tarafından sevilen ve sayılan bir kişi idi. Elbistan’a yapılan bir akın sırasında şehri korurken bir kılıç darbesi ile başı kopmuş, ancak Himmet Baba başını eline alarak savaşın sonuna kadar mücadelesini sürdürmüştür. Bunu gören bir kadın “Şu yiğide bakın” deyince de olduğu yere düşmüş ve bir daha da kalkmamıştır. Bundan sonra halk Himmet Baba’yı düştüğü yere gömmüştür. Daha sonra da burada cami ve bir de türbesi yapılmıştır. 

dede baba türbesi....Afşin

dede baba türbesi....Afşin 



Afşin’in doğu tarafında ve şehrin merkezine yakın bir konumda bulunan bu günkü Dede Baba Mahallesi’nde bulunmaktaydı. Mahalleye ve zaviye ye adını veren şahıs, belgelerde Deve Baba adı ile kaydedilmiştir. 1527 yılına ait tahrir esnasında da zaviyenin bulunduğu mahalle bu ad ile kaydedilmiştir. Deve Baba’nın kimliği hakkında hikâyelerle karışık bilgilere rastlanmaktadır.

Alaüddevle Bey’in 906/1500 ve 916/1510 tarihli vakfiyelerinde, zaviyenin vakıfları kaydedilmiş ve 1510 tarihli vakfiyede zaviyenin mutfağı, deposu ve ona tabi olan bütün binaları ile birlikte Alaüddevle Bey tarafından yenilendiği zikredilmiştir. 1500 tarihli vakfiyede, zaviyenin adı geçtiğine göre, daha önceki tarihlerde yaptırılmış olması gerekmektedir. Çünkü, Alaüddevle Bey, burayı yukarıda ifade edildiği üzere, tamir etmiş ve buraya vakıflar tahsis etmiştir. Ancak zaviyeyi yaptıranın kim olduğu bilinmemektedir.

Deve Baba Zaviyesi’nin tarihi seyri hakkında fazla bir bilgiye ulaşılamadı. Mevcut belgelerden anlaşıldığına göre, zaviyenin faaliyette olduğu yıllarda sosyal hayat üzerinde önemli bir etkiye sahipti. Buraya gelen gidenlerin karşılıksız olarak ikamet ve yemek ihtiyacı karşılanmakta bu yönü ile bir imaret gibi kullanılmaktaydı. Ayrıca burada tedris faaliyeti de yürütülmekte idi. Ancak bu faaliyetin konusu ve derecesi hakkında açıklayıcı bilgilere ulaşamadık.

Belgelere göre, Deve Baba Zaviyesi’nde kalabalık bir görevli grubu bulunmaktaydı. Zaviye Bektaşiye tarikatına bağlıydı. Yani Hacı Bektaş-ı Veli’nin soyundan gelenler tarafından idare edilmekteydi. 1217/1802 tarihinde zaviyenin seccade-nişinliğini Hacı Bektaş-ı Veli’nin soyundan olan Seyyid Abdullatif yapmaktaydı.

1527 yılı tahrir defterine göre, aynı mahallede ikamet etmekte olan Bayram oğlu Mehdi, zaviyede duacı idi. Yusuf Abdal ise, zaviyedarlık yapmakta idi. Bu şahıs, yıllarca bu görevde bulunmuş, daha sonra görevini ihmal etmesi nedeni ile Elbistan Kadısı Mevlana İsa Efendi’nin isteği üzerine, 955/1548 yılında görevinden alınarak, yerine Mevlana Hayreddin tayin edilmiştir. 971/1563 yılı tahrir kayıtlarından anlaşıldığına göre, Yusuf Abdal daha sonra görevine dönmüştür. 1106/1695 tarihli bir buyrulduya göre, bu tarihten önce, adı geçen görevi yapmakta olan Davud Efendi’ye yapılan haksız müdahaleler üzerine, evlad-ı vâkıfdan Şeyh İbrahim, Molla Ali ve Molla Süleyman efendiler, belli hisseler karşılığında vakfın zaviyedarlığına tayin edilmişlerdir. Bundan sonra da vakfın zaviyedarlığı hakkında bir takım anlaşmazlıklar devam etmiştir.

1147/1734 tarihli bir buyruldu kaydına göre, daha önceki tarihlerde vakfın tevliyet ve zaviyedarlık hisselerinin yarısı Seyyid Mustafa el-Maraşi’nin tasarrufunda idi. Ancak yapılan müdahaleler sonucunda, vakfın yönetiminde anlaşmazlıklar çıkmış olduğundan adı geçen görevlere, muhtelif hisselere sahip olmak üzere, Ali, Musa, Ali oğlu Mustafa ve kardeşleri Ahmed ve Halil efendiler tayin edilmişlerdir.

1207/1793 yılında, 5 paralık hisse ile zaviyedarlık ve tevliyete mutasarrıf olan Seyyid Ahmed, kendi rızası ile bu göreve oğulları Musa, Dede Ahmed, Derviş Mehmed ve Mehmed Tahir’i tayin ettirmiştir. Aynı göreve, 1214/1799′da, İshak Efendi yerine Müderris Mustafa Efendi, 1217/1802′de Ahmed Hayati’nin yerine, Mehmed ve Hüseyin efendiler tayin edilmişlerd3r. Ahmed Hayati bu tarihten önce uzun süre burada görev yapmıştır.

Deve Baba Zaviyesi, önemli bir sosyal tesis olduğundan, yukarıda zikredilen görevliler dışında, bazı vergileri ödememeleri karşılığında, zaviyenin ikinci üçüncü derecede kalan hizmetlerini yürüten görevliler de vardı. Bunlar, hizmetkar ya da çoğul hali ile hizmetkaran adı ile tanınıyorlardı. 1527 yılında, zaviyenin bulunduğu mahallede ikamet eden Baki oğlu Abdal Mehmed, Ahmed oğlu Hamza ve Ali oğlu Halil adlı şahıslar, zaviyede hizmetkarlık yapmakta idiler. Alaüddevle Bey Kabaklar Cemaatı’nın bir bölümünü zaviyeye hizmetkarlıkla görevlendirmişti. Camaatin bir kolu da yapılan tahrirler esnasında, Eshab-ı Kehfin hizmetkarları olarak kaydedilmişlerdir. 1563′de de Alaüddevle Bey vakfiyesine uygun olarak cemaatin Deve Baba Zaviyesi’nin hizmetkarları oldukları kaydedilmiştir. Hizmetkarların cemaatı; Kınık, Güvercinlik, Üzeyir ve Yüregir de kışlayıp; Binboğa ve muhtelif yaylakları yaylak olarak kullanmaktaydılar. Bu cemaattan olan hizmetkarların 107 adedi Karamanlıyı Maraş’a, 9 adedi Cerid taifesine bağlı idi. Yani 1563 tarihinde, bu cemaatten toplam 116 kişi zaviyeye hizmet etmekle görevli idi. Buna karşılık, avarız-ı divaniye ve tekalif-i örfiye vergisi ödemezlerdi.

Sosyal ve dini hizmeti ile önemli bir yeri olan zaviyenin vakıf gelirlerinin de önemli bir meblağı oluşturduğu görülmektedir. Alaüddevle Bey, Efsus’un yarısı ile Kabaklar cemaatinin vergilerini buraya vakfetmiştir. 1525 yılında Kabaklar cemaatinin geliri 1345 akçe, 1563′de 2696 akçe 20 para idi. Vergi gelirlerinin bütünü zaviyeye verilmekte idi.

Deve Baba Zaviyesi’nin en önemli geliri, Efsus (Afşin)’un yarısından temin edilmekteydi. 1525′de Afşin’in toplam geliri, 19585 akçe idi. Bu gelirin 9754 akçesi zaviyeye aitti. Köyün 1527 yılındaki toplan geliri ise, 23892 akçe idi. Burada bulunan ve 2800 akçelik geliri olan bir boyahane ile 240 akçelik geliri olan altı değirmenin gelirleri de köyün toplam vakıf gelirleri içindeydi. Aynı tarihli tahrir kaydında, ayrıca kaydedilmiş olan Deve Baba Mahallesi’nin geliri ise, 1218 akçe idi.

1563 yılında da köyün toplam geliri 18552 akçeydi. 3855 akçelik boyahane geliri ve köydeki dokuz değirmenin 380 akçelik geliri ve diğer bütün vergiler buna dahildi.

XVI. yüzyılda yapılan tahrirlerden sonra, zaviyenin durumu hakkında geniş bilgi elde etmek güçleşmiştir. XVII. yüzyıl kayıtlarında ise, zaviyenin yıllık bütçeleri sayılabilecek miktarlar verilmiş, bu miktarların dışında zaviye hakkında hiç bir bilgi verilmemiştir. Buna göre, 1100/1689 yılında zaviyenin geliri 5760 akçe, 1105-1106/1694-1695 tarihleri arasında günlük altı akçe hesabıyla, zaviyenin yıllık gelir gideri 2160 akçe idi. 1266-1273/1850-1857 yılları arasında vakfın toplam 8033 kuruşluk muhasebesi vardı. Bu muhasebeden 6084 kuruş 10 para görevlilere, 1559 kuruş maaş olarak, 389 kuruş 30 para da muhasebe harcı olarak harcanmıştır. 1276/1860 yılında zaviyenin hasılatından görevliler için 3530 akçelik ödeme yapılmıştı. Elimizde mevcut evkaf kayıtlarına göre, yukarıdaki tarihten sonra, vakfın adı kayıtlarda geçmemektedir. Vakfın ve zaviyenin ne zaman ortadan kalktığını bilemiyoruz.








Sultan Hıdır ..pertek

Sultan Hıdır ..



Rivayet edilir ki , bugünkü Pertek ilçesine bagli Merkez Dorutay köyü yakinlarinda yasli bir zat yasarmis. O tarihlerde bunlarin, buralarin kumandani olan Alâeddin Pasa ordusu ile birlikte buralarin denetimini yaparken aksam olur ve Dorutay köyü yakinlarindaki sultan gölü mevkiinde geceyi geçirmeye karar verir. Çadirlar kurullur , yerlesme baslar. O sirada Sultan Alâeddin'in yanina gelen gözcülerden biri "Sultanim su ileride çadira benzer bir sey ve içinde bir isik hüzmesi var " der . Sultan Alâeddin de; gidin bkin bakalim. Kimler varsa gelip bana bilgi verin der. Iki tane atli asker bu çadirin yanina gönderilir. Askerler gelip bakarlar ki bir eski çadir ve bu çadirin içinde yasli bir zattan baska kimse yok. Askerler sorarlar: 

-Ihtiyar kimsin sen? burada ne isin var? ihtiyar: 
-Gördügünüz gibi bir ben-i Ademim, adim Sultan Hidir'dir der. Bir toprak güvecim , bir seccadem ve bir de atima yedirmek için bir miktar arpam var Askerler:

-Biz Sultan Alâeddin'in askerleriyiz , seni sultanimiza götürmek istiyoruz , deyince bu defa ihtiyar , buralara kadar zahmet edip gelen sultainiza söyleyiniz buyursun misafirim olsun. Fakirhanemize seref versin. 

-Iyi ama gelecek olan koca bir sultan. Yaninda bir hayli vezir , vezirâzam ve kumandalari var. Bunlari oturtmak için halin bile yok. Hem kaldi ki koca ordu, gelince ekmek ister , as ister . Bunlari nasil agirlarsin? Iyisi mi biz seni oraya huzura götürelim. Ihtiyar:-Tanri misafiri umdugunu degil buldugunu yer. Yüce Allahin izini ile mahçup olmayiz. Buyursunlar gelsinler diye cevap verir. 
Askerler geri döner , durumu Sultan Alâeddin Keykubat'a anlatirlar. Alâeddin Keykubat da bu ihtiyari merak eder ve ertesi gün ihtiyari ziyare eder. Çadira gelir gelmez ihtiyar nezaketle sultani selâmlar ve altina seccadesini serer. Her gelen bu seccadeye oturur, fakat seccadenin bir kenari daima bos kalir. Sultan Alâeddin hayretler içinde kalir ve hayretini gizlemez , durumunu ögrenmek için seccadeye oturan vezir , kumandan ve askerlerine bir komutla "Ayaga kalk" der. Herkes ayaga kalkar. Sultan bakar ki yerde küçücük bir seccade var. "Otur" diye emir verir. Bakar ki yerde oturan kimse yok . Herkes seccadenin üzerinde oturmus. Hayretler içinde kalirsa da sesini çikarmaz. 
Biraz sonra yasli adam topraktan yapilmis güvecin içerisinde bir miktar as oldugu halde Sultan Alâeddin'in önüne birakir. Sultan: 

-Baba erenler , bunu hangimiz yiyecegiz? 
Ihtiyar da; Sultanim Besmele ile baslayin yemeye insallah hepinize kadar yetecek vardir. Diye cevap verir. 

Sultan Alâeddin ve yanindakiler baslarlar yemegi yemeye , küçük güvecin içerisindeki yemek bütün askerler tarafindan yenilir. Herkesin karni doyar. Fakat yemek bit türlü bitmez. Sonra direkte asili bulunan dagarcik'in(kuzu ve oglak derisinin tabaklanmis, kurutulmus ismi) içindeki arpadan atlara arpa dagitmaya baslar. Bütün atlara arpa verildigi halde dagarciktaki arpanin hala bitmedigi görülür.

Sultan Alâeddin bu zatin ermis ve keramet sahibi bir zat oldugunu anlar ve ona: -Sen burada yalniz basina yasli bir ihtiyar olarak zor yasarsin. Ben sana askerlerimin içerisinden akilli, dürüst , itaatkâr asker verecegim. Bunlar ölünceye kadar senin emrinde ve hizmetinde olacaklar , der , 3 veya 5 askeri ve bulundugu bölgeyi de vakif olarak kendisine birakir ve vedalasarak ayrilirlar. 

Rivayet olunur ki Sultan Alâeddin'in biraktigi 3 askerin isimleri Resul , Munzur ve Delil'dir. Bunlar yasli Sultan Hidir'in ölünceye kadar ona hürmet ve itaatte kusur etmezler. Sultan Hidir öldügü zaman Dorutay köyünün güneyinde ve köyün alt tarafinda fakirlik denen mevkiiye defnedilir. Ancak burasi köylüler tarafinfan temiz tutulmaz. Gübre dökülür , hayvanlarin yatak yeri yapilir. 

Bir süre sonra bir Cuma gecesinin sabahinda bir de bakarlar ki oradaki mezar bugünkü Dorutay(eski ismi ile Zeve) köyünün ortasinda bulunan yüksek tepenin üzerine gelmis ve buradaki ulu agacin altinda mekân kilmistir. Bilahare üzerine Selçuklu Sultani tarafindan bugünkü türbesi yapilmistir.

Derviş Baba Türbesi Maraş ..

Derviş Baba Türbesi Maraş 








Derviş Baba (derwêş Bava) Kimdir Türbesi Nerededir ?


Derviş Baba,   (Kırmançça: bava derwêş, Kurmanci: derwêş Bava) Doğumu Miladi 1860 Maraşlı Alevi Kürtleri Ve Alevi Türklerin Kutsal Mekanlarındandır.

İnanışa göre o yöre halkınca Kerametleri Olduğu Yönünde Bir Çok Olay Anlatılır. O Kureyşan topluluğunun atası olan seyyid Kureş/Kures’in Soyundan Olduğu Bilinir. Asıl Adı Hüseyin Zeykiroğlu Dur.

Bazı araştırmacılar Gelerek Bulunduğu Yerde Bilgi Toplamışlardır. Bu görüşe göre, Derviş Baba sadece lakaplarından biridir. Derviş Baba (derwêş Bava) Hakkındaki Temel Anlatılar Cenâb-ı Hakk'ın kendisine bahşettiği bir çok keramet var ki bence en harikası imân-ı kemâl ile olan ölümüdür.

Çünkü son nefesi güzel olan zâtlar makbul olan zâtlardır. Hamuklu Köyü'nde yaşayan

Hüseyin Efendi şöyle aktarıyor:

- "Rahmetli babam çok güzel Kur'ân okurdu. Sesi pek güzeldi. Rahmetli Derviş Baba şimdiki türbesinin bulunduğu yere geldi ve etrafında bir çok insan ile babam da vardı. Derviş Baba babama hitaben: "Ey Hasan! Kur'ân oku. Ben gidiyorum." diye buyurdu. Rahmetli babamda Kur'ân okumaya başladı. Derviş Baba'da üzerine örtüyü örttü ve belli bir süre sonra mubarek cesedi cansızlaştı, bütün sevenleri ve talipleri ağlaşmaya başladı. Aradan bir kaç saat sonra üzerindeki örtüyü açtı ve "Evlâdım! Bu yerin sahibi kimdir? Bunun için geri döndüm. Kimse gelsin hakkını benden alsın." dedi. Herkes şaşırdı ve toprak sahibi ne kadar hayır dedi ise de parasını zorla verdi. Tekrar babama "Oku Hasan" diyerek Kur'ân-ı Kerîm ile Cenâb-ı Hakk'a kavuştu."

Derviş Baba (derwêş Bava),

keramet sahibi bir velidir. Öyle ki hakkındaki söylenceye Göre ; Onun Mübarek Bir Zat Olduğu Bazı Geceler Kur’an Okuduğu Bilir Ve Yaşadığı Dönemde Normal İnsanların Taşıyamadığı Ağırlıkları Rahatlıkla Kaldırdığı , Aksu Nehri ni Sanki Su Akmıyormuşçasına Üzerinden Yürüyüp Geçmesi Anlatılan Kerametlerindendir. Ve Köylünün Atı Koybolması Sonucu Derviş Baba’ya Gelen Köylü Atının Kayıp Olduğunu Söyler Derviş Baba ise " Geldiğin Yol Üstünde Otlanıyor " Der Köylü Olamaz Az Önce Oradan Geçtim Der Ve Gider ki Atı Orada Ağacın Altındadır. Diğer Kerametleri İse 2 Tane Yılanı Olduğudur. Yanına Gelen Bir Kadın ; " Baba , Benim Evladım Olmuyor Bir Hayır Dua Et Der Ve Derviş Baba Cebinden Bir Parça Bez ( Çaput ) Çıkartır Koluna Bağlar Omuzuna Dokunarak " Haydi Kızım Gidebilirsin " Der Ve Bu Kadının Ondan Sonra Çocukları Olmuştur. Hakka İntikal Ettikten Sonra (1944) Kerametleri Bitmemiş Tabikide Her Yaz Mevsiminde Türbesine Gelerek Kurbanlarını Kesen Canlar Vardır , Adak Adayanlar . Erkek Çocuğu Olmayan Birisinin Derviş Babaya Erkek Evlat Dilemiştir Ve Erkek Evladım Olursa Adını Derviş Koyacağım Der VE Erkek Evladı Olur Adını DERVİŞ koyar. Nice Kerametleri Bulunan Derviş Baba Hoşgörü Ve Sevgiyi Temel Esas Olan Alevi Erenlerindendir.


Derviş Baba Türbesi Nerede ? Derviş Baba Türbesi , Resmi Olarak Kahramanmaraş ın Türkoğlu İlçesine Bağlı Kumçatı Köyündedir. Bu Köy Öncede Pazarcık İlçesine Bağlıydı. Türkoğluna 15 KM Uzaklıkta Pazarcık İlçesine 35 KM Uzaklıkta Narlıya 17 KM Uzaklıktadır.


Derviş Baba Türbesi Maraş Özellikle Alevi Halkının Ve Çevre İllerin Kutsal Mekanlarındandır. 71 Yıllık Türbemiz Tanınma Konusunda Pek Geri Kalmıştır

Derviş Babanın Tunceliden Kayseri Sarız a Oradan Sivas Gürün Akpınar Köyüne En Son olarak KAHRAMANMARAŞ TÜRKOĞLU KUMÇATI KÖYÜ ne Gelmiş Ve Türbeside Burada Bulunmaktadır.

Bektaşî tomarı ve nefesleri..1936

Bektaşî tomarı ve nefesleri
Bektaşî tomarı ve nefesleri, 

l.inci kitap. Bastıran ve yayan: Yeni Şark Kitabevi, 1335. 64 sahife.

Muhtar Yahya Dağlı, bu ad altında bir seri neş'ine başladı.
 Birinci kitab, 49 küçük sahifedir ve «Abdal Musa, Kaygusuz Abdal, Muhiddin Abdal, Yemînî, Hayreiî ve Perişan Baba»nın hâl tercem el eriyle bu şâirlerin metinde geçenlerle beraber otuzdan artık nefes ve gazellerini ihtiva ediyor; Muharrir, «Önsöz» de neşriyatının devam edeceğini ve şahsiyeti mühim olan Bektâşîlerİn Menâkıbnâmeleriyle seçilen şiirlerinin ayrı kitaplar halinde bastırılacağını vadettikten sonra bu hususta yazı yazmanın güçlüğünü anlatıp velev noksan olsun, elde edilen malûmatı «umumun nazarına arzetmek, bu zeminde çalışacak olanlara veya çalışmakta bulunanlara mühim bir yardım olacağı şüphesizdir» diyor ve eserinin noksanını bildiğini söyleyip başkaları tarafından tamamlanmasını dileyor.
Bu mütevazı Önsözden sonra başhyan kitapta bir çok şeyler bulacağımızı umuyoruz. Fakat esefle söylemek lâzımdır ki kitapta yazılan, -sözler, hiçbir vesikaya dayanmıyor. Meselâ Abdal Musa hakkındaki «Aslen Horasanlıdır. Bilâhara hicret ederek Iran Azerbaycanımn Hoy kasabasına gelmiş ve orada yaşamış olduklarından» sözleri {Sa: 4), hangi vesikaya göredir? Eğer 8 inci sahifedeki nefeste
Bizim meftunumuz marifet söyler Biz Horasan mülkündeki baydanuz
Turda Musa durup münacat eyler Neslimizi sorarsan Hoydanuz [']
beyitlerinden istidlal ediliyorsa Horasanlı olduğu anlaşılmaz. Aldığımız birinci beyit, bizdeki bir mecmuada
Bizim meftunumuz marifet söyler Biz Horasan mülkündeki boydanuz
tarzındadır ki elbette daha doğrudur. Abdal Musa, bu beyitle Horasanlı olduğunu değil, Horasanlı bir boya mensubiyetini ve Hoylu olduğunu anlatıyor. Giyikli Baba ile hemşehrisi olan Abdal Musa arasında geçen vak'aya aid menkabe de dikkate değer. (Giyikli Baba için bakınız! Şakayık, Cilt: 1, Sa:31-33). Abdal Musa'nın aslını (kendisini değil) Horasana nisbet etmesi ve bir çok zevatın «Horasan erenleri, Horasan erleri» diye anılması, Horasanlı olduklarından değildir. Bu hususta Prof. Dr. Fuad Köprülü'nün bakımı, işi tamamîyle aydınlatmıştır. (Bakın! Ana-doluda İslâmiyet, Edebiyat Fakültesi mecmuası, Cilt: 2, Sayı: 4-5. Bilhassa 295inci sahifenin metni ve notu).
['] -sorar isen» olacak, «sorarsan» denirse bir hece eksik olur ve vezin bozulur.
Tahlil ve Tenkitler 341
Muharrir, Hacı Bektaş tekkesinden sonra bize dört büyük âstâne tanıtıyor. Abdal Musa tekkesini bunlardan biri olarak gösteriyor. Halbuki biz de Bektaşîlikte dört büyük dergâh, yani Halîfe makamı biliyorduk. Bunlardan biri Pir evi, yani Hacı Bektaş tekkesidir. Diğerleri de Kerbelâ, Seyyid Ali ve Kaygusuz tekkeleridir. Abdal Musa tekkesi, bunlara dahil değildir. Evvelce başka makamlarda Halîfe olmazmış. Mü-cerred âyini de yalnız Pir evinde Balım Sultan türbesinde ve Kerbelada yapılırmış. Abdal Musa tekkesi, bu dört büyük makama dahil değildir. Yalnız bu tekkenin bir hususiyeti vardır: Elmalıdaki Alevîlerden bir zat, buradaki mücerred Babanın vekâletini icra eder ve Tahtacılar denilen civar Alevilerinin riyasetini haizdir ki bu zata «Mürebbî» denir. Müreb-bîlik, bu aile efradına aid bir haktır. (Mürebbîlik için Menâkıbülesrâr ve Buyruk ta kâfî malûmat vardır). Alevîlerin Abdal Musa'ya hürmeti mahsusaları vardır. Her hangi diyarda olurlarsa olsunlar, kış mevsimlerinde her cuma gecesi Ayîni Cem yapılır ve ilkbaharda son Cem de bir Abdal Musa kurbanı kesilerek «görgü ve sorgu» ya son verilir.
Bu fasıldaki «payesi sultanlık, Hacı Bektaş dergâhındaki hizmet postu ayakçıhk, mertebesi abdailıktır (Sa: 5.-6)» cümleleri de hiçbir anane ve esasa uymaz. Ne böyle bir paye vardır, ne böyle bir mertebe. Bek-tâşîlerde abdal çoktur, fakat abdallık diye bir mertebe yoktur. Sultan da her tarikatta ululara verilen bir ünvandan ibarettir. (Müstakimzadenin Risâle-i tâciyyesine bakınız!). Abdallar, bir zümredir ki ilk zamanlarda Bektâşîler de bu zümredendi. (Bu hususta bakınız! Hamit Zübeyr: Hacı Bektaş tekkesi, Türkiyat mecmuası, Cilt: 2, 1926. Bilhassa Sa: 369 daki son kitabe ile 370 deki 3 numaralı kitabeye ve yine ayni makalede 379-380 inci sahifedeki Balım Sultan kitabesine, Atsız Mecmuanın 13 üncü sayısındaki "Melâmîlik - Hamzavîlik ve Bâtınîlikte tedahüller,, adlı makaleme bakınız! Abdallar ve Abdallık hakkında en esaslı ve en mükemmel malûmatı Prof, Dr. Fuad Köprülü Türk halk edebiyatı ansiklopedisinde vermiştir. 1935. S: 23- 56).
Muharrir, Abdal Musa hakkındaki ananevi malûmatı, hiçbir tenkide tâbi tutmadan ve hattâ hiçbir mehaz göstermeden yazıyor ve nihayet «Abdal Musanın kullandığı mührün bir suretini dercediyorum» diyor. Bu mühür, kitabın beşinci sabitesinde en baştadır. Beyzî bir. şekilde olan ve ortasında Kelime-i tevhid, kenarında
Zübde - i nesi - i Rasûl - i zül minen Sultan Abdal Musa bin Seyyid Hasen
beytini ihtiva eden bu mühür, Abdal Musanın olamaz. İlkönce yazı, o zamana aid değildir. Sonra insan, kendi mühründe kendisini öğmez.
342
Tahlil ve Tenkitler
Tekke ve türbelerde böyle mühürler vardı. Kâğıtlara basılır ve hastalara yutmak üzere verilirdi.. Bazan da muharririn dediği gibi kapuya mıhlanarak hastalığın girmesine mâni olur sanılırdı. Bu mühür de o çeşit mühürlerdendir. Esasen Alevî Bektâşîlerde, Abdal Musanm geçici hastalıklara memur olduğu kanaati vardır. Hattâ bu hususta bu kanaat ve akideyi bildirmek bakımından pek kıymetli müşahede efsâneleri de mevcuttur.
Abdal Musaya aid olarak^neşredilen dört nefesin üç tanesi, Sadettin Nüzhetin «Bektaşî şâirleri» nde neşredilmiştir. (Sa:4-7). Tekrar neşrine ne lüzûm vardı? (Abdal Musa için de Halk edebiyatı ansiklopedisine bakınız! 60 ve müteakip sahifeler).
* • •v »
Kaygusuz Abdalın hâl tercemesinde Abdal Musaya intisab sureti, ananede olduğu gibi kaydedilmemiş, mübhem geçilmiştir. Manastırdaki mahalle, çeşme ve bilhassa ayazmanın Kaygusuz Abdala aidiyeti hakkında hiçbir vesika gösterilmiyor. Bu, bizçe çok şüphelidir (Sa: 13-14).
Muharrir Sarayî mahlas hakkında da bizi tenvir etmiyor. Bu kısımda da paye, mevki ve mertebe tevcihatı var!
Kaygusuz Abdala aid olarak yazılan şiirlerin dördüncüsünde lisan ve tarz, yenidir. Kaygusuza aidiyeti pek şüphelidir. Esasen bu güzel koşmada «Kaygusuz» mahlası da yok.
Muhiddin Abdalın Şakayık tercemesinde Kalenderîlerle münasebeti kaydedilen Şerefzade Muhiddin Muhammed olduğuna hükmedilmiş. Şakayık sahibi bu zata yetişmemiş. Babasının muasırı imis (S: 524). Şakayık sahibi 901 hicride doğmuştur. Muhiddin Abdal, Hicretin 883 üncü yılı Recebinin sekizinci günü vefat eden Otman Baba tarikatındandır ve bir şiirinde 922 H. de vefat eden Sultan Balıdan da bahseder. Aynî şiirde Akyazılının da adı geçiyor. (Sadettin Nüzhet: Bektaşî şâirleri, Sa:275). Yemînî'nin «Fazîletnâme» sinde
beyitlerine tesadüf ediyoruz. (Matbu nüsha, S: 83). Fazîletnâme 925 hicrîde yazılmıştır (S : 228). Bu tarihte Akyazılının yaşadığını, Otman Baba kalenderleri tarafından Kutub addedildiğini, adının da İbrahim-i Sânî olduğunu bu beyitlerden anlıyoruz, Muhiddin Abdalın da bu tarih-
Sekiz yüz seksen üç olunca hicret Husam Şah idi İsmiyle o sultan Nişân-u kisvetidir Seb' almesânî Rasülün hicretinden anla âhır Ki şimdi âleme ol cândır Kutb
Dem-i fânîden o şâh etti rıhlet Gani Baba der idi bâzı insan Anın yerine Kutb oldu İbrahim-i sânî Dokuz yüz bir içinde oldu zâhir Adı Akyazılı Sultân'dır Kutb
Tahlil ve Tenkitler 343
lerde ve belki de dana sonra yaşadığı, hulâsa hicrî onuncu asır adamlarından bulunduğu muhakkaktır. Bu takdirde Şakayık sahibile muasırdır. Babasından duyduğu Şerefzade daha eskidir. Yalnız Kalenderîlerle münasebeti hakkındaki kayda dayanarak katiyetle verilen hüküm, pek cüretkârânedir. Şakayık, Şerefzadenin şiir söylediğini de yazmıyor. Eğer şiirleri olsaydı mutlaka söylerdi. Bizçe Şerefzade ve Muhiddin Abdal, iki ayrı şahsiyettir ve birincisi, hicrî dokuzuncu asırda ve belki onuncu asır başlarında; ikincisi, onuncu asırda yaşamıştır.
Yine ayni şâirin hâl tercemesinde «Divanı, Dîvân-ı Muhiddin Çelebî namiyle tanınmıştır ve çok nadirdir. Bu divanın bir yerinde hicrî 880 tarihinde bir rüya gördüğünü...» satırlarına tesadüf ediyoruz (Sa: 26). Biraz sonra da divanında «Hızır Abdal» dan bahsettiğini ve buna nazaran Arapkirin Ocak köyünde gömülü Alevî azizlerinden Hızır Abdalın dervişi bulunduğunu haber veriyor (Sa; 27 ve ayni sahifenin notu) ve nihayet rüyasının mecazî olup «hakİkatta o yerleri hep gezmiş ve görmüş ve bunu bir seyran âleminde şeklinde cinasla (?) ifade» etmiş bulunduğu kanaatini izhar ediyor. (Ayni sahİfe). Muharririn bahsettiği divan, Muhiddin Abdalın divanından büsbütün ayrı bir kitaptır. Nadir dediği bu kitaba «Hızır - nâme» de derler. Sonunda yazılış tarihi ve yazanın adı bulunmıyan eski bir nüshası bizdedir. 1202 de yazılmış bir nüshası da Yahya Efendi kütüphanesinde divanlar arasında 3397 numaradadır ve sonunda »^J^ % ./.j*--1'1 «£f^ C^' '***
JU" ¿1 L» jî jjj J.J-\ tsVjli J-Mj ÎİU ^ c-~Jl ı>-UlSOıj yazılıdır.
Şiirlerinde bahsettiği Hızır, doğrudan doğruya Hızır Peygamber'dir.
Zeyn-i Hâlİ meslekinde ibtidâ Eyledik bu yola bulduk intiha
gibi bir çok beyitleri, tarikatını bildirir. Bahsettiği Hızırın Hızır Peygamber olduğunu bildiren yazılarından bir kısmının başlıklarını alıyorum: "Be-yân-ı sülûk-i tarîkat-ı Ehlullah ve tahsîl-i isti'dâd-ı mülâkat-ı Ricâlullah ve musahabat-ı Hızır Nebî aleyhisselâm, Beyân-ı ba'zı ahlâk-ı Hızır aleyhisslâm ve seyran-ı diyâr-ı Mağrıb zemin, Beyân-ı seyr-i Deryâ-yı Umman ve âmeden-i Ricâlül gayb ve Hızır Han, Beyân-ı şeref-i vakt-ı seher ve mülâkat-ı Hızır Nebî ve husûl-i tecellî-i ilâhî, Beyân-ı Mülâkat-ı Hızr-u îlyas ve Kutb-i cihan ve Sİdretül müntehâ ve Mele-i a'lâ ve Alem-i lâ mekân,,
Muhiddin Abdal, bu Muhiddin de değildir. Muharrir, üç adamı birleştirmiştir. Sonra bu Muhiddinin rüyalarını hakikî sayarsak Kaf dağına, Kulzüm deryasına, Şehri Nîyle, Alemi iâmekâna gittiğine ve
344
Tahlil ve Tenkitler
bütün bu mevhum şehirlerin mevcudiyetine, bahsettiği adamların bir asırda yaşadıklarına, bir yerde toplandıklarına inanmış oluruz!
*
Yemînî hakkında verilen malûmat ta indîdir. Otman Baba tarikatından ve Akyazılı dervişlerinden olduğu biraz Önce Fazîletnâmeden aldığımız beyitlerle sabit olan Yemînî'nin eserinde Bektâşîliğine aid bir söz yoktur ve Otman Baba ile mensuplarının Bektâşîlere hor baktıklarını, onları tanımadıklarını «Otman Baba Vilâyernâmesi» haber veriyor.

Hayretî'nİn Bektaşîliğini bir tek şiirindeki bir tek kayıttan istidlal etmek pek güçtür. Hele onu Baba addetmek pek gariptir. Her Baba denilen adam Bektaşî değildir. Son zamanların en meşhur Kadirî şeyhlerinden Müştak Baba ve Baba Efendinin Bektaşîlikle değil müsbet, menfî bir alâkaları bile yoktur.
Gülşehîlik; Melâmîlik, Mevlevîlik ve Bektâşîliğin birleşmesinden meydana gelmiş bir tarikat olup kisve hususunda bile Mevlevi, Bektaşî, hattâ Kalenderîlere uyarak terksiz, yalnız üstü düğmeli sikke, yedi, sekiz ve oniki terkli taçlar kabul etmiştir. Bilhassa XVI mcı asırdaki tedahüle bakarsak Hayretî'yi tam bir Bektaşî olarak kabul edemeyiz. Zaten böyle bir şey olsaydı mutlaka tezkireler, hele Gülşenî ve Bektâşîlere pek muarız olan Âşık Çelebi, zikrederdi. 49 uncu sahifede Günâhî, bir Bek-tâşî Babası ve Hayretî'nİn mürşidi olarak takdim ediliyor ve hiçbir vesika gösterilmiyor. Bu hüküm, tamamiyle uydurmadır. Günâhî, Âşık Çelebi'nin kaydettiği gibi "Sîneçâk'm Mevlevîlikte köçeği ve Mesnevide şagirdi ve perverdesi,, dir (Üniversite K. Nu:2406, yaprak: 131).
Tâhir B. in Hayretî'nİn Sütlücede gömülü olduğu hakkında verdiği haber de tamamiyle asılsız değildir. Sütlücedeki Sa'dî tekkesi avlusunda Yusuf Sîneçâk'in mezarının ön tarafında başında Seyfî bir külâh bulunan eski bir mezar, Hayretî'ye aid olarak gösterilmektedir. Her halde bu mesele, tetkike değer.
Görülüyor ki bu kitapçık bize maalesef hiçbir şey öğretmiyor. Muharrir, bastıracağını haber verdiği Menakıbnâmeleri o zamanın söyleniş ve yazış tarzlarına dikkat ederek ve -eğer bir menakıb kitabının birden fazla nüshası varsa- nüsha farklarını göstererek bastırırsa hiç şüphe yok ki ilim âlemine büyük bir hizmet etmiş olacaktır.


Abdülbâkî gökpnarlı..1936


TÜRKIYAT MECMUASI

Göbek Attıran Ethem Dede Türbesi

Göbek Attıran Ethem Dede Türbesi

Asıl adı Göbekçi İzzet Baba olup, halk arasında Göbek Attıran Dede olarak bilinir. Yaşadığı tarih ise kesin olarak bilinememektedir.Eskiden o civarlarda Gökdere boyunda değirmenler varmış.Gökdere boğazından gelen su ile çalışırmış. Civardan değirmene hayvan yükü ile tahıllar getirilip öğütüp yine hayvanlara yükleyip giderlermiş. Hayvanlara yükleme yaparken, bazılarının göbeği kaçar o anda kıvranıp dururlarmış. İşte o zaman kaçan göbekleri yerine getiren, Göbekçi İzzet Babaymış ve verilen bahşişlerle geçimini sağlarmış.Bazende evinde otura otura dalak bağlayan kadın-erkek kim olursa olsun doğru ona gelirmiş. O da çatal bir değnek yaparak o dalağın üzerine koyar sıkıca bağladıktan sonra “şimdi 5-10 defa hopla bol bol göbek at ki dalak çabuk erisin dermiş”.Aynı şeyi yapan kimsenin dalakları erir gidermiş. Bu sebepten dolayı Göbekçi İzzet Baba‘ya ‘Göbek Attıran Dede‘ lakabı verilmiş. Zamanla bu bir adak haline gelmiş ve “şu işim olursa göbek attıran dedeye on göbek atacağım” denmiş, tesadüfen olunca da gelip göbek atarlarmış. Tüm bunlar rivayetten günümüze gelen anlatımlar olup adaklık olarak gösterilmesinin hiçbir doğruluğu yoktur.
Bir zamanlar Bursa’nın yerel televizyonu Olay Tv’de bir haber çıkmıştır Göbek Attıran Ethem Dedeile ilgili, 4-5 adet kadın Göbek Attıran Ethem Dede‘nin mezarı başında dönerek göbek atıyorlardı.Çok saçma ve komik bir durum vardı.Cehaletin bu kadarı olur dedirtecek cinstendi.
Göbek Attıran Ethem Dede Türbesinin yeri, Gökdere Tramvay istasyonunun arkasına kalmakta ve Setbaşı yokuşunun başlangıcında Meydancık tarafında bulunmaktadır.Yol kenarında bulunan türbesini herkes bilir.
Göbek Attıran Ethem Dede Türbesi
Göbek Attıran Ethem Dede Türbesi

Köpüklü Dede Türbesi..bursa

Köpüklü Dede Türbesi..bursa



Bursa’da Timurtaş Paşa‘dan Tophane’ye doğru çıkışta yer alan Saltanat Kapısından yukarı çıkışta ilk soldan içeri girildiğinde bu tek mezar dikkati çekmektedir.Kitabesinde yazdığına göre halk arasındaKöpüklü Sultan yada Köpüklü Dede olarak anılan yüksek mezar taşları ve lahitten oluşan mermer bir kabirdir. Mezar taşında “Derviş Mehmed bin Hamdi Şehr Baba” yazılıdır. Yanında daha önce mevcut bulunan medrese ya da mescidin haziresi olması muhtemeldir.
Köpüklü Dede Türbesi, aynı Sinan dede mahallesinde bulunan Dürt Dede gibi hatta Sinan Dedegibi yalnız mezardan oluşan kapalı olmayan türbelerdendir.
Köpüklü Dede hakkında pek fazla bilgi bulunmamaktadır.Hangi dönemde yaşadığı yada neyle meşgul olduğu yada Bu köpük ismini acaba hamam işletiyordu ordan mı aldı hiç bir fikrim yoktur.

15 Şubat 2016 Pazartesi

Huysuzlar Türbesi..İZNİK

Huysuzlar Türbesi


İznik’te Atatürk Caddesi üzerinde yürürken, önüme bir durak çıktı ve kafam çarpmasın diye sakınırken üzerinde Huysuzlar Türbesi yazdığını gördüm, tanıtacağım bir esere daha rastladığım için ne kadar sevindim bilemesiniz. Sadede gelirsem Huysuzlar Türbesi, İznik’te Atatürk Caddesi üzerinde yer alıyor, İstanbul Kapıya doğru giderken solda kalacaktır, fotoğraflarda görebileceğiniz gibi, üstü açık bir türbe, içerisinde üç adet mezar bulunmakta yada lahit, başka da bir özelliği bulunmamakta, ek olarak türbeye ait bir kitabe de olmadığından birazdan anlatacağım hikaye halk efsanesi tarzındadır.
Okuduğuma göre, yaramazlık yapan çocukları, Huysuzlar Türbesine getirip bir süre bıraktıklarında uslanacaklarına inanıyorlarmış, hatta elbiseleri de oraya bırakıp öylece çıplak geri dönüyorlarmış. 

Dolubaba Hazretleri Türbesi

Dolubaba Hazretleri Türbesi







Bursa’nın manevi kişilerce ne kadar zengin bir memleket olduğunu bilmeyen yoktur, varsa da bu cümleyle öğrenmiş oldu. Şuanda yaşadığımız toprakların islamlaşmasında manevi ortamın muhafazasında hatta fetihlerde görev almış nice eren vardır. İşte bu erenlerden bir tanesine deUludağ Milli Parkı yolu üzerinde rastladım. Şu yaşadığımız çağda bile şehirden oldukça uzakta bir yerde olan türbesi, yaşadığı devirde kim bilir ne kadar ıssız inzivai bir yerdeydi…
Sizlere tanıtacağım şahsın ismi Dolubaba yada Doğlu Baba Hazretleri, aslen Türkmenistan’ın Buhara kentinden olan Dolubaba, kendisi gibi 40 abdal ile beraber Anadolu’ya göç etmiş ve Bursa’da Karabelen mevkii denilen yere yerleşmiştir. Dolubaba ve diğer abdalların Anadolu’ya yerleşmelerinde ki asıl sebebin, İslam’ı yaymak ve Anadolu’nun İslamlaşmasına katkıda bulunmak olduğu kaynaklarca tespittir.
Dolubaba Hazretleri, Bursa’nın fethi sırasında Orhan Gazi Bey’in yanında fethe katılmış, fetih sırasında susuzluk çeken askerlere kerametiyle bereketlenen ayran dağıtmış olması sebebiyle, fetih sonrası kendisine Farsça “Ayran” anlamına gelen “Tuğ” kelimesinden türetilen Tuğlu Baba denmiş, günümüzde ise bu isim Dolubaba olarak zikredilmiştir.
Kendi döneminde Anadolu’ya aynı maksatla gelmiş, Abdal MuradAbdal MusaGeyikli Baba gibi keramet ve etrafına ilim irfan dağıtmış zat’larla beraber bulundukları yöreye manevi gıda dağıtmaya devam etmişlerdir.
Fetih sonrasında yine Allah’ın dini İslam’ı yaymaya devam eden Dolubaba Hazretleri, kabrinin bulunduğu bu alana medrese yaparak çok sayıda talebe okuttuğu ve bu yörelerin islamlaşmasına katkıda bulunduğu kaynaklarca belirtilmiştir. Burada bulunan medresesi Osmanlı’nın son dönemlerine kadar yetiştirdiği talebeleri sayesinde devam ettiği, vefatından sonra ise medresesinin avlusuna kabrinin yapıldığı bilinmektedir.
Gerek kendi döneminde gerekse kendisinden sonra, medresesine her kimin yolu düşerse maddi ve manevi ihtiyaçları karşılanmış, susuzluktan yüreği yanan yolculara ayran dağıtılarak serinletilmeye çalışıldığı bilinmektedir.
Dolubaba Hazretlerinin seçtiği yer, daha önce Uludağ Milli Parkı yazımızda tanıttığımız Uludağ eski adıyla Keşiş Dağıdır. Yüzlerce kilisenin olduğu bu dağda böyle bir manevi feyiz ve bereketin olması o yıllar ve günümüz için son derece önemli. Şuanda medresesine rastlamadım ama keşke olsa da maddi manevi susuzluğumuzu gidersek ve bereketli ayranından bir bardak içsek.
Dolubaba Hazretlerinin kabrinin yanında yer alan Çınar Ağacı ne kadar da güzel gözükuyordu, kademe kademe dalları ile son derece muhteşem bir ihtişama sahip.